Tumgik
#madun siyaset
seslimeram · 10 days
Text
Ezberler İçinde Yıkımı Var Eden Ülke
Tumblr media
Duraksamayan, bitimsiz, hiç tekinsiz bir ezber şablonunun içerisinde debelenip duruyor iş bu memleket. Zatı alileri, baş efendinin seçim hezimetini, kendi bekası adına yönlendirip, yeniden tanımlayarak oluşturduğu haleti ruhiye sırasında, ezberlerle bir kere daha hayatın akışı tersine işleniyor. Ya tahakküm resmen savunuluyor. Ya bitimsiz bir cerahat. Ya belli başlı bir tahakküm nesnelleştiriliyor. Yahut da inkarın biri bitmeden bir başkası var edilip, yollar çiziliyor. Duraksamadan, bitmeyecek bir kısır döngü içerisinde giderek eleştirdiği o tek adam rejiminin ta kendisine dönüşen bir sureti temsille hayat her anlamda ‘çepeçevre’ kuşatılıyor. Tek adam rejiminin en güncellenebilir sürümü içerisinde mahzun / mağdurun ta kendisi olduğunu bildiren bir temsil bugün en karanlık suretleriyle birlikte bir ülkenin yönelimini belirginleştiriyor. Her şey ezber edilmiş şablonların arasında hem nalına hem de mıhına bir tezahürle birlikte biteviye bir yıkıma çıkartılır. Yeni ülke tiradının ardılı ola gelen her şey bu tahayyülün izleri üstünde bina edilir.
Tekdüze, tekil bir uzamdan biçimlendirilen akla seza her ne varsa bununla yolunu alenen kesiştiren bir aklın tezahürü olarak var ettikleri açmazları, her açmaz dipsiz karanlıktaki bir eşiği göstere gelir. Hayatın ehven olandan men edilmesinin neticesinde çıkagelmiş ol her hamleyle birlikte bu cürüm hemhal ülke de gerçekliğini pekiştirir. Didaktik, kendisini mütemadiyen tekrarlayan bir fasit döngü içerisinde bu hazin sularda yürüyen ülkenin hali, gerçekliği karşımızdadır ne eksik, ne fazla. Yalnız ve doğrudan müdahalelerle birlikte bir istikametteki hayat akışına karşıtlık, olağanı, normali zayi etmek kesintisiz kılınır. Yerel seçimleri mütemadiyen genel seçimlerle karıştıran, bunu da bir savaş sahnesindeki en son hamlenin ta kendisiymiş gibi pazarlayan muktedirin o hezimeti sindirmesinin yolu daimi bir biçimde ezberlerine tutunarak, sürekli nefreti, daimi ayrımcılığı, arasız ve fasılasız bir halde kötülüğü eyleyerek, arka çıkarak, yol vererek mümkün olur. Yenginin arkasından ol çıkagelen ilk meclis grup toplantısında baş efendinin var ettiği sözler zaten belirgin olana dair bir izahattir.
Evrensel Gazetesine bağlanalım: “Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yerel seçim yenilgisinden sonraki ilk grup toplantısında, AKP’nin oy kayıplarını katılımın düşmesine bağladı. Parti içindeki itirazları eleştiren ve değişime gideceklerini savunan Erdoğan, geçim derdi ve işsizlik konularına ise değinmeyip sadece “Enflasyonla mücadeleye devam” demekle yetindi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yerel seçimlerin ardından AKP’nin ilk grup toplantısında konuştu. Seçim sonuçlarına ilişkin partisine moral vermeye çalışan Erdoğan, parti genel merkezinden köy temsilcilerine kadar herkese sırayla teşekkür etti. Erdoğan partisinin oy kaybını kabul etse de Cumhur İttifakının yüzde 40.5 oy oranıyla seçimlerde üstünlükle çıktığını savundu. Seçimlere katılımdaki düşüşe dikkat çeken Erdoğan, “Katılım oranının düşüklüğü partimizin oylarını da etkilemiştir” dedi.
"Partiye Ayar Verdirmeyiz"
Seçim sonucunu AKP’den öz eleştiri talebi olarak değerlendiren Erdoğan, “Kendi bünyemizde gerekli değişimi gerçekleştireceğiz” dedi. Öte yandan parti yöneticileri arasında yükselen eleştirilere de seslenen Erdoğan, “AK Parti’yi eleştiri ya da öz eleştiri maskesi altında hırpalamaya kalkışanlara da asla müsaade etmeyiz. AKP’ye ayar vermeye çalışanlara kesinlikle rıza göstermeyiz. Buradan muhalefete de ekmek çıkmaz. AKP üzerinden kendilerine şahsi ikbal devşirmek isteyenlere ekmek çıkmaz” dedi.
"81 İlde Tek İktidar Var"
Bu yerel seçimde de muhalefetin yeni belediyeler kazanmasına ilişkin ise Erdoğan, “Bunun bir yerel seçim olduğunu unutup şımaranlar pervasızlaşanlar hatta farklı heveslere kapılanlar olduğunu görüyoruz. 81 ilimizde tek bir iktidar var o da Cumhurbaşkanı ve kabinesidir. Şunu herkes görsün ve bilsin, biz bitti demeden hiçbir şey bitmez” diye konuştu.
İsrail’le Ticaret Eleştirilerine Savunma
İsrail’le ticarete yönelik eleştirilerin karşılık bulduğunu kabul eden Erdoğan, bu eleştirileri “alçakça iftiralar” diye suçladı. Erdoğan, “Hiç kimse ne şahsımın ne bu kadronun Filistin hassasiyetini sorgulayacak kalibrede, kapasitede değildir” diyerek kendisini savundu. İsrail’i “Bunlar Hitler’i çoktan geçti” diye eleştirdi. Erdoğan devamında "Haftasonu Filistin davasının lideri misafirim olacak. Beraber pek çok şeyleri dertleşeceğiz konuşacağız." dedi.
Şimşek Programına Devam
Erdoğan’ın halkın geçim derdiyle ilgili sorun ve taleplerine konuşmasında değinmemesi dikkat çekti. Ekonomiye ilişkin sadece önümüzde seçimsiz döneme ilişkin çizdiği rotaya kısaca değinen Erdoğan, “Şunu herkes görsün ve bilsin, biz bitti demeden hiçbir şey bitmez. Artık seçimin de olmadığı önümüzdeki dört yıl içinde enflasyonla mücadelemizi inşallah zaferle sonuçlandıracağız. Geçmişte yaptık, yine yapacağız” dedi. Erdoğan seçim sonrası yürütecekleri politikada yine “terörle mücadele” vurgusu yaptı.”
Dön baba dönelim. Birbirini bir türlü tutmayan bir demeçler silsilesi. 1 Nisan sabaha karşı söylenenlerle daha yeni meclis grup toplantısında ortaya çıkan farklılık başlı başına her nasıl bir cendereye tutulduğunu ülkenin bildirir. Duraksamadan mütemadiyen ezberlerle birlikte var edilen nobran / ketum değil çalçene kesintisiz bir itham ve yaftalama sürekliliği ile birlikte bir seçim tahayyülü kenara terk edilir. Yerel seçimin, genel seçimler gibi bir savaşa bizatihi kendi eliyle dönüştürüldüğünü bilmesine rağmen baş efendi hiçbir türlü memleket idaresi için gerekli düzenlemelerden yana bahis açmaz. Bütünüyle sıkıntılar içerisinde hayatta / ayakta kalmaya çalışan asgari ücretliden / emekliye kimseler için bir doğru düzgün iyileştirmeden bahis açmaz. Salt ekonomik parametreleri yandaşlar için kıyak / cukka / indirmeden ibaret olan bir menzildeki yağmacılığa bir dur demez hiç ama hiçbir zaman diyemez. Büyükşehir belediyelerinden belde belediyelerine kadar hemen hepsinde borç hanelerinin en az birkaç yüz milyon liradan, birkaç milyar liraya kadar uzanabildiği bir sarmalın içerisinde ezberlerle maval okuyarak hangi günü kurtulur. Seçim hezimeti bir yana onu dahi sürekli istismar edip, genel seçimlerde kim ne olacak herkes görecek yollu aba altından sopa sallamalara devam olunurken, katılımın düşüklüğü dert bildirilirken yarının ehven değil fenalıklara gebe olduğunu / bırakıldığını kim her nasıl fark edecektir. Şimdi ağzımızın tadını bozmayalım yollu göndermeler var edilirken bizatihi ortamı değiştirmeye yönelik, militarist, faşist, ayrımcı ve nefretten yön bulanlara zemin sağlanırken sahiden yolu nereye çıkar bu ülkenin? Soran edeni olur mu acaba?
Genel geçer değil, insana dair umudun var edilebildiği her eşikte kendini tekrar eden bir soluksuz yok etme isteminin olduğu zeminde hayata tek bir an olsun yeni ufuklar çizilebilir mi? Baş efendi kadar, apaçık bir biçimde memleketin başına gelebilecek en büyük zül temsillerden faşist efendinin ayarları hep bozulan memlekete dair önermeleri, o önermelerdeki saçmalıklar boyutunu ne yapacağız misal? Memleket yönetim katının tüm o curcuna hallerinin kıyısında gündelik yaşama vurulan ketleri nasıl / ne zaman konuşacak bu ülke misal? Gelişigüzel atfedilmiş / serpiştirilmiş olagelen ezberlerden biraz öteye geçildiğinde yansıyan çürümenin, vizörün kıyısında kalakalan insanların ol hayat haklarının akıbeti her nice olacaktır, sahi ama sahiden de?
Şirnex’te seçim günü gasp edilmiş iradeye karşı sesini yükselten ve günlerce konuşulan ol “konuş sen nerelisin” sözünün sahibi Süleyman Salğucak için misal soruşturma açılmasının utancı ne yana düşer? Hakkaniyetsizce bir kentin idaresinde dahi son sözü, en son sözü söylemesi gereken yurttaşların gözlerine baka baka ama hile hurda, ama kolluk kuvvetlerini kullanarak, zoraki belki de oy verdirerek bir seçimi heder etmenin, kenti bir kez daha gasp etmenin hesabı bu ileri demokrasi ülkesinde ne yana düşer sahiden de? Bir biçimde onca hedef almaya, şiddete, ötekileştirmeye rağmen ayaklarının üstünde durmayı başarıp, Wan, Amed, Merdin, Colemerg gibi pek çok yerde seçilmiş Dem Parti (Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi) iradesi ne olacaktır misal? Tümüyle nobran bir pratikle, yine aynı ezberci kin kusan / ayrıştıran / haddizatında Merdin ve Amed / Sur Belediyeleri için soruşturmalara gark olunan bir zeminde, seçmenin mesajı, iradesinin sunduklarına yanıt yine zorbalık mı olacaktır, nedir, nicedir?
Duraksamayan, bitimsiz, hiç tekinsiz bir ezber şablonunun içerisinde debelenip duruyor iş bu memleket. Tüketilenin hayat olduğu akla düşürülmeden bir heyula içerisinde yedi gün, yirmi dört saat duraksamaksızın bir cerahat var ediliyor. Denetim, gözetim ve tahakkümü her yere taşıyan, her günün asal demirbaşı ilan eden bir iktidar pratiğinin aldığı hemen her yengi sonrasında olduğu gibi önce naralar, sonra eylemlerle birlikte bir cerahat ekseni var ediliyor. Modern zamanların yıkıcı iktidar pratiklerine misal Zeybekçi efendi’nin bahsettiği gibi “Yani eyvallah, İsrail'in yaptığı katliamı kınıyoruz ama diğer taraftan da İsrail 6 satıp 1 aldığımız bir ülke. O anlamda, daha hassas olmamız gerektiğine inanıyorum.” Yıkıcı iktidar pratiğinin salt / sırf / sadece emtia üstünden güncellendiği, ol para için ne taklalar atıla geldiği, dahası da kırım / cinayet / terör konusunda sayılı azılı devletlerden birisine özenilip, imrenirken bir yandan ithama devam bir yandan da ticari faaliyetlere olanak için zemin yoklanan bir yerde her türlü ezberle günler geçirilir. Hamaset, ayrımcılık, nefret üçlemesini sınır içinde satmaya devam ederken, sınır dışında var edilen açmazları ticari fırsatlara dönüştürme gailesinden de çekinmeyin, gocunmayın o ayrı bu ayrı diye çıkagelen bir zihni tezahürün kimselere faydası dokunur mu? Doğrudan ve yalın ezber edilmiş replikler, siyasal demagoji / ajitasyonlarla birlikte ucuza kapatılmış bir ülkenin her anında apayrı fecaatler var ediliyor. Bir hikaye ki otuz iki kısım tekmili birden yepyeni yaralara mahal veriyor. Demokrasi, adalet, hürriyet, eşitlik vesair ol müştereklerimizin köküne dökülmek istenen kibrit suyu, 2028’e kadar var edilebilecek bir deneyimi vaaz ediyor. Tümüyle, doğrudan, bariz bir çürümeyi. Dipsiz, eksiksiz bir yok edişi. Süreğen, aralıksız bir muhtaç kılmayı. Bunlarla mı yeni ülke, bu bahisler miydi, onca öykünülen...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Selma GÜRBÜZ – The Night, El Yapımı Kağıt Üzerine Guaj 2005 – ArtDog
1 note · View note
kitapindiroku · 7 years
Text
Neo-Liberal Tezahürler & Vatandaşlık Suç Eğitim Kitabı pdf indir pdf indir
Neo-Liberal Tezahürler & Vatandaşlık Suç Eğitim Alev Özkazanç bu çalışmasında, Siyaset Sosyolojisi Ya-zıları: Yeni Sağ ve Sonrası adlı ilk kitabındaki ana tema-yı izlemeye devam ediyor. Bir önceki kitap, 1980’lerden itibaren küresel ölçekte yeni sağın izlediği seyri inceliyor, öte yandan yeni sağ ve neo-liberalizmin toplum üzerinde süregelen etkilerini çö-zümlemeye çalışıyordu. Yeni sağ ile sonrası arasındaki sürekliliklere dikkat çeken kitap, özellikle Türkiye’nin 1980 sonrası geçirdiği yapısal dönüşümün yanı sıra, yeni sol, radikal sağ popülizm, suç ve cezalandırma, toplumsal dışlanma ve madun siyaseti gibi farklı ko-nularda ne-liberal dönüşümlerin izini sürüyordu. Eli-nizdeki bu kitap da neo-liberalizmin farklı alanlardaki tezahürlerini ele alıyor. Yazar, özellikle suç ve ceza-landırma alanındaki görüşlerini geliştirmenin yanı sıra, vatandaşlık tartışması, eğitim ve çokkültürcülük gibi konularda da neo-liberal dönüşümlerin etkilerini tartışıyor. Neo-liberal tezahürleri hem kuramsal dü-zeyde hem Türkiye üzerinden araştıran bu kitabın günümüz siyasetindeki büyük dönüşümü merak eden herkes ve özellikle siyaset bilimi öğrencileri için fayda-lı bir kaynak olacağını düşünüyoruz.
Neo-Liberal Tezahürler & Vatandaşlık Suç Eğitim Kitabı pdf indir pdf indir oku
0 notes
seslimeram · 13 days
Text
Gösterilen - Yaşatılan
Tumblr media
Gösterilenler ile yaşananlar arasındaki uçurum hali her gün daha derinleşiyor. Bir yerdeki bir menzildeki yaşam idesinin dönüşümü ol mutlak iktidar pratikleriyle birlikte yenilenip dururken gösterilen her şey yaşananları karşılamıyor. Hiçbir biçimde doğrunun varlığının söz konusu edilmediği, esamesinin okunmadığı, yalanın, riyanın, hakaretlerin birbirini bu sahada takip ettiği bir döngünün yinelendiği zeminde hayat mefhumu derdest edilendir. Ol asgari yaşam hakkının talanına devam olunan yerde, herkesin birbirine kırdırılmasına devam olunur. Cürmün var edildiği zeminde, yalanın, kötülüğün, tahakküme rehineliğin bir biçimde aralıksız kılınmasından bu dönüşüm mefhumu okunabilir. Yıllar yılıdır süre duran aklın eylediği her şeyin yekunu toplumsal bir çürüme diskurundan başkası değildir. Bugün varılan radde, bunca sınamanın hemen arkasından çıkagelen şeylerin / etkin halini göz önüne getirdiğimiz vakit ol gösterilenlerle yaşatılanlar arasındaki uçurum hali kesin, kati bir uçurumu bildirir.
Duraksamadan var edilmiş riya söyleminin sunduğu, gerçekliği örseleyen hamlelerin tüm yekunu zaten meseleyi başından bu yana bildirir. Vatan, millet hikayesi seslendirilirken o devletin / devletlinin her durumda başı sıkıştığında var ettiği açmazları aşmak için başkası ya da diğerlerini hedef kılması bu uçurum mefhumunu görünür kılar. Tanımlanan nefretin birbiri peşi sıra sunulagelen hiddet halinin, pragmatizmin tamamlayıcısı olagelen şiddetin tam ve eksiksiz çağrılması hallerinden sonra çıkagelen her şey o yaşatan değil çürüten yer mefhumunu anlaşılır kılar. Cerahat elinde, toplumu daha da baskılayarak, eksilterek belli bir biçimde kuşatarak, daimi bir gözetimi var ederek ama her şeye müdahil olarak harap viran bir demokrasinin inşasına devam olunur. Her şeyin eksik kılındığı bir zeminde kaç seçim yengisi bir doğruyu var edecektir ki! Alışılageldik reflekslerin sergilendiği birbiri ardına herkesin oyuna sahip çıkmasına mersiyeler dizilen bir düzlemde, oradaki iradenin daha seçim gecesinden başlayarak törpülenmeye, ezilmeye nasıl başlandığı artık giz değil sır hiç değildir. Didaktik ezberlerini halkın birbirini ezmesi için bir vesile kılan bununla bir eylemselliği var eden, toplumu dönüştürüp, kutuplaşmayı sonsuz ihtimaller sarmalına ekleyen bir aklın sundukları ile uçurumlarla çevrilmiş ülke bir fabl değil hakikat olarak yerini alır. Budur hikayemiz.
Fethi Balaman'ın Mezopotamya Ajansında yayınlanan haberidir: “Polisin işkenceyle kafasını 3 yerden kırdığı 17 yaşındaki çocuğun götürüldüğü hastanede adli muayenesi yapılmadı, rapor olmadan savcılığın talebiyle tutuklanmasına karar verildi. Götürüldüğü cezaevi adli muayene raporu olmadan çocuğu kabul etmeyince, alelacele rapor düzenlendi.
Êlih’te, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) seçimi kazanmasından sonra 4 Nisan’da yapılan kutlamalara katılan 17 yaşındaki Süleyman Ç., kutlama sonrası işkence edilerek gözaltına alındı. Olay günü polisler tarafından gözaltına alındıktan sonra kafasına silah dipçiği ile vurulan ve kafası 3 yerden kırılan Süleyman Ç.’ye, adli muayene için götürüldüğü Batman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde rapor düzenlenmedi. Gerekçe belirtilmeden raporunun verilmemesi üzerine Süleyman Ç., önce Batman İl Emniyet Müdürlüğü sonra Batman Cumhuriyet Başsavcılığı’na sevk edildi. Adli muayene raporu olmamasına rağmen Süleyman Ç. hakkındaki işlemleri sürdüren savcılık, tutuklama istemiyle Batman Sulh Ceza Hakimliğine sevk etti. Sulh Ceza Hakimi, dosyada adli muayene raporu olmadan Süleyman Ç.’nin tutuklanmasına karar verdi.
Alelacele Rapor Alındı
Hukuki gereklilikler yerine getirilmeden yapılan işlemler, Süleyman Ç.’nin cezaevi kapısından dönmesine neden oldu. Süleyman Ç. sevk edildiği Batman M Tipi Kapalı Cezaevi idaresi, işkence gören Süleyman Ç.’nin adli muayene raporu olmadan, onu kabul etmeyeceğini bildirmesi üzerine bu sefer alelacele adli muayene raporu düzenlendi.
Müvekkilinin yaşadıklarını aktaran Süleyman Ç.’nin avukatı Yunus Bağış, cezaevi idaresinin darp raporu olmadan müvekkilini cezaevine alamayacağını bildirmesi üzerine alelacele İluh Devlet Hastanesi’nden rapor çıkarıldığını söyledi. Rapor olmadan gerçekleşen emniyet, savcılık ve hakimlik işlemlerinin kanuna aykırı bir durum olduğunu kaydeden Bağış, darp uygulayan polisler, raporu vermeyen doktorlar, rapor olmadan tutuklama isteyen savcılık ve tutuklama kararı veren mahkeme hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını söyledi.
Kafasında 3 Kırıkla Rapor Olmadan Tutuklandı
Kutlama sonrası dağılan kitleye polisin tazyikli suyla saldırdığını hatırlatan Bağış, “Çocuk yaştakiler gözaltına alınıp darp edildi. Bunlardan biri de müvekkilimdir. Gözaltı esnasında şiddete maruz kalıyor. Kafasındaki 3 kırık ile hastaneye götürülüyor. Gözaltına alınan kişiye uygulanan işlem burada uygulanmıyor. Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne götürülüyor. Ancak kafasındaki kırığa rağmen rapor verilmiyor. Ve bu şekilde TEM’e götürülüyor. Burada birebir görüştük ve işkenceyi ondan duyduk. Savcılığa sevk edildiğinde rapor meselesini ilettik. Ancak savcılık tutuklama talebiyle Sulh Ceza Hakimliği’ne sevk edildi. Burada da rapor talebimiz oldu. Ancak mahkeme tutuklama istedi. Tutuklandıktan sonra cezaevine götürülüyor. Cezaevi yönetimi rapor olmadan cezaevine alamayacaklarını belirtti. Bunun üzerine alelacele başka bir hastaneden rapor alındı. Sonrasında cezaevine alınan müvekkilim sonrasında Diyarbakır Cezaevine sevk edildi. Batman’da çocuk cezaevi olmadığı için buraya sevk edildi” diye konuştu.
‘Suç Duyurusunda Bulunacağız’
Gözaltı ile başlayan hukuksuzluğun tutuklama sürecine kadar devam ettiğini kaydeden Bağış, “Bu hukuksuzluğun yaşandığı sürecin tamamını zapta geçirdik. Elimizdeki ihlal belgeleri ile birlikte bu ihlal zincirinde kim suç işlemiş ise suç duyurusunda bulunacağız” dedi.
Hukuksuzluk Zinciri
Müvekkilinin tek bir somut gerekçe olmadan hukuksuz bir şekilde tutuklandığını kaydeden Bağış, “Tutuklama gerekçesi ise ‘Örgüte üye olmamak ile birlikte örgüt adına suç işlemek’ iddiası oldu. Bilindiği gibi bu madde iptal edilmişti. 8’inci yargı paketi ile birlikte tekrar devreye konuldu. Müvekkil dağılma esnasında bir sivil polis aracına atılarak işkence edilmiş. Hiçbir eylem ve etkinliğin içinde yokken evine giderken bu yaşandı. Kamu görevlisi veya malına karşı bir saldırı girişimi dosya içinde yok. Dosya arasında sunulan görüntüler de de yok. Tarafımız ve savcılık tarafından da incelendi. Tek bir delil yok. Ancak hukuksuz bir şekilde tutuklandı. Bu hukuksuzluk zincirleme bir hukuksuzluk oldu” şeklinde konuştu.”
Gösterilenler ile yaşatılanlar arasında, aksettirilen ile hakikat arasındaki bağlantısızlığın her neyi var ettiği Elih’te ortaya çıkan şu işkence tavrından dahi anlaşılabilir. Bir asırdan uzunca bir süredir terbiye etme / hizada tutma / bu ülkenin yurttaşları olduğunu sindirme konusunda arpa boyu yol alınamamış olduğunu gösteren bir karşıtlık bir çocuğun canının yakılmasında bir kere daha belirir. Durup dururken kolluk şiddetinin bir çocuğa, salt Kürd olduğu için var edilebilmesinin cüretidir mesela sorun. Hiçbir biçimde kural tanımama hal ve istemidir misal sorun. Bir çocuğa işkence edip, kafasında kırıklarla birlikte mahpusa yollayabilme iradesindeki sakatlıktır sorun. Bütünüyle birbirinin benzeri olagelen bir tavır silsilesi içerisinde Bakur Kürdistan’ı coğrafyasında hakkın da hukukun da telef edilmesi haline bunca canhıraş çabadır misal sorun. Anlatılan ile yaşananların arasındaki derin yar, o kör karanlıklarda nice hayatın gasp edilebildiği bir ülke gerçekliği söz konusuyken asıl nerede komşuluğun / eşit yurttaşlığın / hürriyet ve adaletin gasp olunabildiğinin / eksikliği ya da hiç var edilmemesinin meselidir misal sorun. Kim nasıl verecektir bunca ağır vebal, yıkıcılığın hesabını değil mi?
Evrensel Gazetesine bağlanalım: “Şırnak merkezde dün yaşanan uzman çavuş tacizi yürüyüşle protesto edildi. Yürüyüşe, Emek ve Demokrasi Platformu bileşenleri, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’na (KESK) bağlı sendikalar, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Şırnak Milletvekili Newroz Uysal Aslan, Barış Anneleri Meclisi üyeleri, Özgür Kadın Hareketi (Tevgera Jinên Azad-TJA) aktivistleri, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ile İnsan Hakları Derneği (İHD) yöneticilerinin yanı sıra çok sayıda kişi katıldı.
Cumhuriyet Meydanı’nda bir araya gelen kitle, “İstismar ve tacize dur de" pankartı ile KESK binasının önüne kadar yürüdü. Sık sık “Susma sustukça sura sana gelecek” sloganının atıldığı yürüyüşün ardından KESK binası önünde açıklama yapıldı.
“Cezasızlık Güç Veriyor”
Açıklamayı yapan Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Şırnak Şubesi Eş Başkanı Murat Özbey, halkın müdahalesiyle kadının kurtulduğunu söyledi. Özbey, “12 Nisan 2024 günü akşam saat 21.30 sularında Şırnak merkezde bulunan Dicle Mahallesi’nde evlerinin bulunduğu binaya giriş yapan genç yaştaki iki kadını takip eden Z.Ç. isimli şahıs, bina girişinde kadınlara karşı cinsel saldırıda bulunmuştur. Kadınların etraftan yardım istemesi üzerine vatandaşlar olaya müdahale etmiş ve müdahale neticesinde failin yaralandığına dair bilgiler yazılı ve görsel medyaya yansımıştır. Şırnak Valiliği'nin resmi açıklaması ile failin kamu görevlisi olduğu belirtilmiş olmakla birlikte kamuoyunda fail Z.Ç.'nin uzman çavuş olduğu belirtilmiştir” dedi.
Daha önce de benzer durumların yaşandığına dikkat çeken Özbey, failin cezasızlık politikası sonucu bu eylemi gerçekleştirdiğini dile getirdi. Özbey, “Deneyimlediğimiz üzere failin kamu görevlisi olması ve özellikle kolluk personelinin fail olduğu benzer vakalarda etkin ve adil bir soruşturmanın yürütülmemesi, faillerin cezasızlık zırhı ile korunması, failin bundan aldığı güçle bu eylemde bulunması toplumda böylesi bir infial yaratacak sonuç doğurmuştur. Cezasızlık bu coğrafyada başta kadın ve çocukların yaşam hakkı olmak üzere genel hak ihlallerinin en büyük zırhı olmuş ve olmaya da devam ediyor. Kamunun gücünü arkasına alarak bu suçları işleyen hiçbir failin etkili bir ceza aldığına şahit olmadık. Batman Beşiri'de Musa Orhan, Cizre'de fail Aslan A. ve Hakkari'de Esra Yücel davaları ve onlarca kamuoyuna yansımış davalar bu cezasızlık politikasının en net örnekleridir."
“Valilik Faili Korudu”
Valiliğin tacizle ilgili yaptığı açıklamanın faili korumaya yönelik olduğunu söyleyen Özbey, şöyle dedi: "Olayın basına yansıması sonrası Şırnak Valiliği tarafından yapılan basın açıklamasında fail ile ilgili herhangi bir adli ve idari soruşturmanın başlatıldığından söz edilmeksizin faile karşı eylemde bulunduğu iddia edilen 4 kişinin gözaltına alındığı belirtilmiştir. Şırnak Valiliğince yapılan bu açıklama, faili korumaya yönelik eksik ve yanlı bir açıklama olmakla birlikte adli ve idari makamların kamu görevlisi olan fail hakkında etkin bir soruşturma yürütemeyeceği yönündeki kuşkuları artırmıştır. Adli ve idari makamlarca etkin ve şeffaf bir soruşturma başlatılması ve yürütülecek soruşturma neticesinde failin hak ettiği cezaya çaptırılması için ilgili makamları göreve çağırıyoruz. Kurumlarımızın bu sürecin takipçisi olacağını ve demokratik tepkiler dışında hukuki sürecinde yakından takipçisi olunacağını tüm Şırnak halkına ve değerli kamuoyuna bildiririz."
“Fail Kaçırıldı”
Açıklamanın ardından konuşan DEM Partili Newroz Uysal Aslan ise, olaydan sonra failin polis tarafından kaçırıldığını ve korunduğuna dikkat çekti. Uysal, “Bugün burada olmamızın sebebi acı verici bir olaydır. Kolluk güçleri, halkımız arasında uyuşturucu, ajanlık dağıtmaya amaçlıyor. Burada yaşanan Firdevs Babat olayı aynı kişilerin eliyle yapıldı. Sakine Kültür olayı hala aklımızda. Bundan üç yıl önce buna benzer bir olay daha yaşandı ve tüm Şırnak halkı buna karşı ayağa kalktı. Dün yine sokaklarımızda aynısı yapıldı. Şırnak halkı bunlara karşı her zaman tepkisini ortaya koyacaktır. Olay sonrasında yaralı olarak gösterilen fail acil bir şekilde hastaneye kaldırıldı ve kaçırıldı” diye belirtti.
Açıklama, “Jin, jiyan, azadî” ve “Susma sustukça sıra sana gelecek” sloganlarıyla son buldu.”
Fail daha sonra açığa alınır, 17 Nisan günü ajanslara düşen habere göre de tedavisinin hemen ardından ceza hakimliğince tutuklanır. Tümüyle gösterilenler ile yaşatılanların arasındaki uçurum halinin her nasıl biçimlendirildiğine dair keskin / iç kıyıcı bir örnek karşımızdadır. İnsanların tepkimesi, siyaset örgüt / yapılarının kararlı baskılarının ardılı daha önce pek çok defa olduğu gibi kulak ardı edilmeden, insanlık düşmanı bir zatın en kestirmeden adalet önünde hesaba çekilmesi var edilir. Anlatılanlar ile var edilmiş olanı karşılaştırdığımızda gerçekliğin nasıl da biteviye bir sürünceme taşımaksızın “kuşatma” olduğu meydana çıkar. Biyopolitik bir tahakküm şeceresini mütemadiyen yeniden ve hiç yılmadan kullana gelen, yeniden birleştiren, yön tayini için zemin kılan aklın elinden daha kurtarılacak kaç insan vardır? Kaç kişinin canı yakıldıktan sonra nihayetinde bir ülkede ol ötekinin de yaşam hakkının farkına varılacaktır? Sorular soruları bütünlüyor. Kesin olarak emin olduğumuz yegane şey budur.
Kendini tekrardan var eden bir gümbürtü içerisinde seçim yenilgisini yeniden öteki olarak kodlanmış / bellenmiş olana saldırarak unutturma yolunda yürünür. Onca canhıraş yıkımı var eden bambaşka bir sureti temsilmiş gibi yeniden bildiğimiz, nobran, madun siyasetin en olmadık hamlelerini olur addeden bir cerahat sarmalına ülke teslim olsun istenir. Yalın bir halde / keskin / sürekli hedef alan, bilen bir yönetim katının varlığında hangi doğrulara yer vardır. Düpedüz doğrudan kesintisiz kılınan cerahat halinin ortasında hiçbir yarının var edilmemesi için halihazırda sürgit yinelenen hallerle / hamlelerle her nasıl bir yarına varılacaktır. Görünen, var edilen, yaşatılan ve sonrasına aktarılan her tahayyül ile güncel kılınmış bir tahakküm ekseninde uçurum dört bir yanımızı kuşatıyor. Geleceksizliğin tam da ortasında hayatın perişanlığına itiraz edilmedikçe, seçimden seçime memleket akla düşüp sonrasında unutulduğu müddetçe devam olunacak bir kısır döngü. İçinize siniyor mu?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Bul Beni – İsmet DEĞİRMENCİ – ArtDog İstanbul
1 note · View note
seslimeram · 10 months
Text
Müştereklerimiz
Tumblr media
Müştereklerimiz delik deşik kılındı. Bugün ismen yeni denilen, yepyeni bir yüzyılın eşiği içerisinde geleceğine adım attığı bildirilen bir yerde müştereklerimiz tarumar ediliyor her dönemeçte, anbean. Sınırsız, arkası kestirilemeyen bir cerahat isteminin refakatinde artık her şey olması gerekenin ötesinde bir dirençle kuşatılıyor. Bütünüyle sönümlenmesi için, adına kurgudan gerçeğe taşınan her eylemle yaşam istemi çevreleniyor. Sınırlar hep biraz daha daimi bir istemle az biraz denile denile çürümenin kılınıyor. Her şey rotası, yönünü kaybederek duraksamadan bir lincin ortasına terk ediliyor. Hakkaniyet yerle bir, eşitliğin mevzusu söz konusu değil, demokrasi lafta bile ortalarda anılmayan, hürriyet zaten alenen esarete dönüştürülmüş birer mesele kılınıyor. Yıllar yılıdır süre duran eşitlenme, adaletin ta kendisine haiz bir yerin akamete uğratılması 28 Mayıs seçimlerinden hemen sonra var edilmiş yepyeni ülke koalisyonunda o sağcı / ırkçı / siyasal islami motiflerden el bularak, yön tayin eden, memlekete hiza biçenler eliyle müştereklerin talanını da mümkün kılar.
Vilnius’ta Nato toplantısı sırasında, demokrasinin beşiği, hukukun var edildiği bir ülkeye dair sözler sarf eden baş efendinin tarifesinin her neye tekabül ettiği az çok eylediklerinin kıyısında kendiliğinden görünür kılınır. Müşterek kırımının her nasıl var edildiğinin de en köşe başlarını görmek o demokrasi bahsini açmaktan ne kadar da uzaklarda olunduğunun da ifşasıdır, sahiden sorgulayana. Demokrasi ve özgürlükten bahis açılacaksa şayet onun da tek sahibi baş efendi olduğunu göstere gelir, tek bir soru. “Görüyorum ki birinci derecede Türkiye’yi tanımıyorsun, Türkiye’nin demokrasi hak ve özgürlükler konusunda bir sıkıntısı yok. Dünyada yüzde 90’a yakın katılımla seçim yapıldığı kaç ülke var, bizim son seçim yüzde 88 ile yapıldı ve ben oradan seçildim. Hak ve özgürlükler konusunda eksik olan hiçbir şey yok.” Fazla uzaklardan değil, daha Şubat ayında yayınlanmış olan Demokrasi Endeksi raporunda Türkiye ile ilgili maddenin bir kısmı zaten bütünü tekzibe yeterlidir, aktaralım: “Türkiye, Demokrasi Endeksi'nde 2022 yılında 167 ülke arasında 103'üncü sırada yer aldı. 10 puan üzerinden yapılan değerlendirmede Norveç, 9,81ile listenin zirvesinde bulunuyor. Yunanistan ise "en kayda değer genel iyileşmeyi" gerçekleştirdi.
Türkiye'de "demokrasinin ciddi şekilde sınırlandığı" belirtilen raporda "Seçimler genellikle özgür ve adil değil, medya sansüre tabi, hukukun üstünlüğü zayıf ve yolsuzluk yaygın." şeklinde değerlendirme yapılıyor.
'Otoriter rejim' kategorisinin 6 basamak üzerinde yer alan Türkiye'nin ortalama puanı 2012'deki 5,76 seviyesinden 2022'de 1,41 puan düşerek 4,35'e geriledi.
Raporda "Bu düşüş eğilimi cumhurbaşkanının giderek artan otokratik yönetimini yansıtmaktadır." deniliyor.” Bütünüyle pervasız bir biçimde yaşam isteminin ta kendisi hedef kılınıyor. Cerahat eksik kılınmaz her güne sabit olunurken, demokrasi edimi ve tüm anlamlarıyla yaşamdaki pratiklerinin köküne kibrit suyu dökülür. Bütün bunlar aynı anda hep eş zamanlı olarak var edilir. Yönetim katının yönelimi duraksamadan bir biçimde her türlü hür iradenin önünü almak olduğu hemen her eyleminde topluca müştereklerimiz söz konusu olduğunda eylediklerinden bariz kılınır. Bir cerahat sarmalına rehin edilmiş olagelen her şeyle, hep şablon ezber edilmiş eylemsellikle birlikte o nüktedan değil de sahiden de can yakıcı demokrasinin kırımı kesintisizleştirilir. Bir ülkedeki hayat hakkını, yaşamda var olma istemini, sözünü savunabilme hürriyetini, oyuna sahip çıkıp yönetimde baskı unsuru, otoriterliğe geçit vermeme hakkını sorgusuz sualsiz yerle yeksan eder ol baş efendi ve şürekası. Bu muydu yeni ülke, bunlarla mı yeni yüzyıl, şahlanış vesaire.
Artı Gerçek’ten aktaralım: “Diyarbakır'ın Lice ilçesinin Türeli kırsal mahallesine bağlı Kalkanlı mezrasında çobanlık yapan Yalavuz ailesinden dört kişi askerlerin işkencesine maruz kaldı. 3 Haziran'da yaşandığı belirtilen olay, "Uzman Çavuş Komutan Berk" adlı TikTok kullanıcısının görüntüleri sosyal medyada "intikam" ifadesiyle paylaşmasıyla ortaya çıktı.
Görüntülerde, üç kişinin ters kelepçe takılarak yere yatırıldıkları, bir kişinin ise oturmuş bir vaziyette bir askerle konuştuğu görülüyor. Yine operasyona çıkan birçok askerin de ters kelepçeli yerde uzanan kişilerin başında beklediği görüntülere yansıdı. Yere yatırılan bir kişinin “Ekmek için yatıyorum burada” dediği ve görüntü çeken askerin ise, “Allah sizi var ya…” ifadelerini kullandığı duyuluyor.
Asker İşkencesini Anlattı
Görüntülerde yer alan ve ters kelepçeli bir şekilde yere uzatılan Hanifi Yalavuz, yaşananları anlattı. Yalavuz, "Olay 3 Haziran’da yaşandı, gece hayvanların yanındaydık. 4 kişiydik. Ben ve kardeşim, amcam ve oğlu. Saat 03.20 idi, çatışma çıktı, çatışamadan sonra bizi yakaladılar ve suçladılar. ‘Sizsiniz bize sıkanlar’ dediler. Sonra yere yatırdılar, ters kelepçe yaparak işkence ettiler, hakaret ettiler. Başımıza tekmelerle vurdular" dedi.
'Çağırıp Özür Dilediler'
Şiddet gördükten sonra mahalle karakolunda ifade verdiklerini aktaran Yalavuz, şunları söyledi:
"Sabah 05.00 gibi karakoldan bırakıp, köye gönderdiler. ‘Gidin orada askerler sizi bekliyorlar’ dediler. Gittik ifade verdik bıraktılar. Ertesi gün de beni karakola çağırdılar. Bana, ‘Onlar adına özür diliyorum, bilmiyorduk. Size işkence ve hakaret etmişler, onlara gereken cezayı uygulayacağız’ dediler. Sonra beni saldılar. O görüntüde konuşan bendim, daha çok konuşmuştum, konuşmamı kesmişler. Para kazanmak için gece gündüz orada çalıştığımı söyledim. Ekmeğimiz için hayvanların yanındayız. Gece gündüz bir buçuk aya yakındır oradayız."
Müştereğin yağmalanmasına net bir örnektir işte Lice’de yaşatılan tehdit / sanal agoraya saçılan linç. Bütünüyle yaşamın normunu alt üst etmek söz konusudur. Bir de Bakur Kürdistan’ı gerçekliğini ilave ettiğimizde o cerahatli hal daha da büyük istem / şevkle aleni bir biçimde yaşama müdahaleyi kendisine hak görür. Kötülüğün en üstteki sureti temsil eliyle olağan addedilmesi sonrasında yaratılan her eylem daha beterlerini görünür kıldı. Bakur Kürdistan’ı cenahında, 2015 kent ablukaları güncesinde ortaya çıkan imgeyi, Türk’ün Gücünü gösterme hevesi bir kere daha bir yaşama müdahale etmeyi olağan addeder. Bunu uygulamaktan çekinmez. Sosyal medyada kendi namı ile paylaşabilmeyi var eder. Kürd anlattığında yalan, dolan, inkar edilenlerin Türk’ün vizöründe kendi kendiliğinden kanıtlanması dışında ortada bir hak gasbı vardır. Yaşama müdahale, hemen her yurttaşı terörist ilan edebilme cüreti. Dahası kötülüğü bir norma dönüştürüp, her -x- için kullanıla gelen terörist, hain, mihrak yakıştırmasının, lince davetin bir kere daha ama son kez değil karşılık bulması mesele değil midir sahiden?
Devam edelim Mezopotamya Ajansından : “Riha’nın Wêranşar ilçesinde Dicle Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi’nin (DEDAŞ) uyguladığı elektrik kesintilerini protesto eden en az 20 çiftçi askerler tarafından darp edilerek gözaltına alındı. Elektriklerin kesik olmasından kaynaklı ekinlerini sulayamayan çiftçiler Riha - Mêrdîn kara yolunu taşlar ile trafiğe kapattı. Kapanan yol nedeniyle uzun araç kuyruğu oluştu.
Olay yerine gelen asker, çiftçilere saldırdı. Askerlerin saldırısını telefon ile kayıt altına alan yurttaşların da içinde yer aldığı en az 20 çiftçi gözaltına alındı. Gözaltı işlemlerinden sonra çiftçilerin yol kenarında kalan traktörlerine de el konuldu. Askerlerin müdahalesi sonucu yolun kenarında bulunan tarlalarda yer alan anızla alev aldı.
Çiftçiler Eylemde
Aynı saatlerde çiftçiler kenttin bir diğer noktası olan Wêranşar-Sêwereg arasında yer alan Karakeçi Karayolunu trafiğe kapatarak DEDAŞ’ı protesto etti. Ellerinde dövizler ve sloganlarla DEDAŞ'ı protesto eden çiftçiler, elektrik kesintilerinin son bulmasını ve sorunların çözülmesini istedi. Bir süre yolu taşlar ile trafiğe kapatan çiftçiler, sorunların çözülmemesi durumunda eylemlerine devam edeceklerini belirterek yolu tekrardan trafiğe açtı.”
Bütünüyle müdahaleden kastın her neye tekabül ettiği nasıl bir ülkeye dönüşüldüğünü tek bir kerede anlatan nice haber eklenebilir. Riha’dan çıkagelen şiddetin artık gündelik bir hal, bir itiraz karşısında dahi kullanılmasındaki cürettir. Devlet erkanının, kurumlarının birer birer hiç addettiği seçilmişler yerine kayyımların idaresi altına terk edilmiş yönetim anlayışlarının, içleri çoktan söğüşlenmiş kurumların aralıksız zulme devam ettikleri bir zeminin inşasında kaçıncı etaptır mesela elektrik kesintilerine itiraza gözaltı ile yanıt vermek. Tümüyle, doğrudan bir hayat istemi, oradaki eksiklikleri sormak, akabinde bir sözleşme ile temin edilen elektrik gibi ulaşılması problem olmaması gereken ama bizler gibi üçüncü dünya ülkelerinde marsa seyahat kıvamına dönüştürülmüş olagelen ticaretin hangi boyutu düzeltilecektir her nasıl? Hiçbir surette yaraları onarmayı düşünmeyen bizatihi onları yerle bir etmeyi, çözümsüz kılmayı amaç edinen bir coğrafyada hayatın hakkı ne olur, olacaktır, olmuştur, düşündünüz mü?
Bianet’ten aktaralım: “Anayasa Mahkemesi'nin Cumartesi Anneleri/İnsanlarının eyleminin yasaklanmasına ilişkin verdiği "ihlal kararı"na rağmen polis yine açıklamaya müdahale etti.
Eylemlerinin 955. haftasında karanfillerle İstiklal Caddesi'ne çıkan Cumartesi Anneler/İnsanları, meydandaki polis bariyerlerinin önünde ablukaya alındı. Cumartesi Anneler/İnsanları Galatasaray Meydanı'na erişemeden, Meşrutiyet Caddesi girişinde engellenerek gözaltına alındı.
Öte yandan PİRHA muhabiri de (Dilan Şimşek) kelepçelenerek gözaltına alındı.
Gözaltına alınan arasında Hanife Yıldız, İrfan Bilgin, Mikail Kırbayır, Besna Tosun, Ali Tosun, Hasan Karakoç, Gülseren Yoleri, İsmail Yücel, Davut Arslan, Cihan Kaplan, Cüneyt Yılmaz, Maside Ocak, Leman Yurtsever, Hatice Onaran ve Dilan Şimşek'in de olduğu kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları akşam saatlerinde serbest bırakıldı.
Gözaltılara ilişkin Cumartesi Anneleri/İnsanları "Sesimiz insanın zulme, zorbalığa karşı itirazıdır, susmayacağız," dedi.
Ne olmuştu?
İstanbul Beyoğlu Kaymakamlığı 25 Ağustos 2018'de yapılan Cumartesi Anneleri'nin 700. buluşmasını 'herhangi bir bildirimde bulunulmadığı' gerekçesiyle yasakladı.
Galatasaray Meydanı'nda toplanan Cumartesi Anneleri'ne saldıran polis 23 kişiyi gözaltına aldı. Ardından 46 kişiye "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet" suçlamasıyla dava açıldı.
1995'te gözaltında kaybedilen Hasan Ocak'ın ablası Maside Ocak, darp edilerek gözaltına alınanlar arasındaydı. 82 yaşındaki annesi Emine Ocak da polis şiddetine maruz kaldı.
Maside Ocak, kolluk görevlileri ve amiri hakkında suç duyurusunda bulundu. Ancak Başsavcılık 'soruşturmaya yer olmadığına' karar vermesi üzerine başvurduğu İstanbul Sulh Ceza Hakimliği de itirazı kesin olarak reddedince Ocak dosyayı AYM'ye taşıdı.
Yüksek mahkeme, şubat ayında verdiği kararda Anayasa'nın 34. maddesinde düzenlenen "toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal" edildiğine hükmetti.
Maside Ocak'a 13 bin 500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verdi.”
Üç aydan uzunca bir süredir işkence İstanbul Galatasaray Meydanında, ona çıkan hemen tüm sokaklarda var edilir. 2018 yılındaki 700. hafta buluşması sonrasında çıka gelen her hafta bir kere daha sessizce yaralarının akıbetini sual eden insanlara zulüm reva görülür. Kaybedenlerin, kamu önünde ifşası, kayıp edilenlerin muamma konulan akıbetlerine dair belki bir bilgi kırıntısı, bir iz bulunabilir umuduyla yola çıkılan bir direniş hattını, sorguyu alt edebilmek için insanın aklının almayacağı zorbalıklar var edilir. Köşe bucak insanların etrafı kuşatılır. Meydana çıkan yollar kapatılır. Galatasaray Meydanının karakteristik hali olagelen kırmızı karanfillerin oradaki varlığı suç ilan edilir. Cumartesi anneleri, insanları eliyle kotarılmış olan itiraz hakkının yeni ülkede geçersiz kılındığı ima olunur. Temel bir hak olagelen adalet talebi hiç edilir. İnsan Hakları Derneğinin başkanı da dahil üyeleri, gerektiğinde avukat, gerektiğinde gazeteci, gerektiğinde sıradan bu tabloya itirazını sunmak isteyen herhangi bir insan / sıradan öylece insan gözaltına alınır, saatlerce. Hiç bitimsiz bir bekleme, sorgulama sürecini hayatlarının her anında var etmiş, kayıplarına dair sessizce ama kamunun sessizliğini de bozarak bunca kuşatmaya rağmen ses veren, sorgulayan insanlara reva görülenler bir müşterek krizi değilse nedir? Anayasa mahkemesi kararlarının tanınmadığı, zorbalığı halef-selef bakan değişimleri sonrasında artık bir kademe daha üste taşındığı, her haftanın işkenceyle, kelepçelenerek sonlandığı bir zeminde nedir ki adalet, kim verir ki bunca can kırığının hesabını?
Müştereklerimiz delik deşik kılındı. Her gün bir öncesini aşan nice sınavla kuşatılıyor iş bu güncellik. Tarumar eden devletli aklının suna geldiği her şey salt yıkım kılınıyor hal, behemehal. Var edilen her eşik başka bir çıkmazı bina ediyor. Bütünüyle normatif yerle yeksan edilirken, hak, hukuk, adalet tahayyülleri çöp kılınıyor. Demokrasinin lafta dahi olsa savunulmasının önü ardı muktedir eliyle kesiliyor. Sözden eyleme geçen her kimse onun karşısında zorbalığını dikte eden, var eden, dayatan bir ezici iktidar hegemonyasına koşar adım gidiyor ülke. Yirmi bir yıllık iktidar deneyiminin, bir denetim, gözetim, açık ve eksiksiz bir tahakküme imkan sağlamasının yolunda ilerlerken muktedir cürümlerinin görünürlüğüne kafayı takmıyor, bunları da sineye çekersiniz nasılsa buyuruyor. Bir yanda 15 temmuz kalkışmasına dair tutarsız yayınlar, yanıt verilemeyen sualler var edilirken her durumda demokratik ülke nidaları, bölünmeyecek bir millet imgesinden bahisler açılıyor. Gel gelelim daha cümle tamamlanmadan bir başka cürme yol açılıyor. Yaşamdaki ortaklık halinin, müşterek olanın imhasına devam olunuyor. Bunca demokrasi, bu kadar hak, hukuk denilirken zorbalık müessesi, madun siyasetin, müesses nizamına eklenmeyen insanlara reva görülüyor. Hak biliniyor, esas zulmetme bundan sonra çıka geliyor. Bir fasit döngü ki ne başı belli, ne nerede durulacağına dair tek bir emare. Müştereklerimizin, gerisin geriye artık kurtarılamayacak kadar derdest edildiği yerin her nere yenidir, neyin nesidir şahlanan ülke? Bütünüyle bütün haklar, verili / yazılı dahi bütün pratiklerin çarçur edildiği, duraksamadan lince terk edildiği bir zeminde demokrasi kenar süsüdür. Artık bu haldedir, bu mudur yeni ülke? Bir hiçliğin, hak gasbının, nedensiz değil illa bir sebebe bağlanan linçlerin, kötülüğün bitimsiz kötülüğün, adaletsizliğin çokça adaletsizliğin olduğu yerde yeni ülke necidir, ne iş görür! İlginize...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: 25 Ağustos 2018 Cumartesi Anneleri / İnsanları – Yasin AKGÜL – AFP – Tıme Of Israel
0 notes
seslimeram · 11 months
Text
Debelenip Duruyoruz
Tumblr media
Düşüncenin önüne çekilen setlerle var edilmiş, yalıtılmış bir gerçeklik dahilinde didinip, debelenip duruyor şu ülke. Dönemeçleri hızlıca aşıp dururken, hep engellerin aşıldığını bir biçimde zikrederken muktedir, farkına varılsın ya da tersi bir çürümeye rehin kılınıyor bir menzil, bir yer, bir yurt. Düşündürmeyen, sorgulama gayretine yer bıraktırmayan, soluk dahi baskılayan, ötekileştiren bir yerin hakikatinden bahsediyoruz. Hayat hiçbir ama hiçbir zaman olmadığı kadar ehveninden ırak / öte ve yerle bir edilmenin esareti altında. Bugün bu raddede, şu kadar afaki bir biçimde, kelimesi kelimesine bir yönelim, yenilenme değil olduğu gibi apaçık bir yıkımın ta kendisine yol bilinendir, yön tespitine neden teşkil edendir. Düşünce eylemine ket vurulup, öcü ilan edilerek, men edilmesinin güzergahında her güni her yeni hamle biraz daha bariz bir cerahati günceller. Bunun için asırdır yerinde saymaya devam eder işte ülke. Yönetim katının, tebaa ilan etiği halka tam ve doğrudan var ettiği cürümlerle mukabele ettiği yerde hayatiyet ayaklar altına alınmıştır kesin bilgi. Düzlemde, mana, yorum, akıl kuşatılmış, sebatkar olmasından öte sorgusuz bir halde biate odaklanılan bir zeminde yeni ülkenin hal ve istikameti de düşündürücü değil midir? Neredeyse her anlamda tehdide, teröre rehin olan bir yerde hayat nerededir, her nedir?
Yalıtımın tam teşekküllü bir sonuca evrildiği bir zeminde, hayat terörle birleştirilirken ol cürümler, şu sancılar, bitimsiz nefret ve hiddet var edilip, televizyonlardan tam tekmil bir halde yaygınlaştırılırken nereye varır hayat? Baş efendinin seçim sonraları klasik kılınmış ol konuşmaları, yemin törenlerinde zikrettiği bütünlüklü, birleştirici, kapsayıcılığının açık bir cendereden ötesini var etmeyecek olduğunu göstere gelen karşılaşmalar, karşıtlıklar ve hiç bitimsiz müdahaleler söz konusuyken hayat ne haldedir? "Hangi siyasi görüşe mensup olursa olsun 85 milyonun tamamını bağrımıza basacağız. Nefreti, öfkeyi, husumeti öne çıkaran değil; muhabbeti, hoşgörüyü, kardeşliği yücelten bir anlayışla hareket ediyoruz." Bu bahsin edildiği yerde, ötekilerin haklarını gasp etmek konusunda aralıksız bir biçimde tahakküm / tehditler bina edilirken yol sahiden nereyedir ki, derin bir girdaptan gayrı. Bir biçimde yorumlanabilir olmaktan öte, öngörülebilir bir cerahati var edip, rıza imal etmeyi her zaman tercih etmiş olagelen baş efendinin, tehdit, küfür, hakaretler silsilesi içerisinde o karşıtı / ötekisini def etme çabasına bir son verilebildiğinden bahis açılabilir mi? Yersiz nedensiz değil daha seçimin hemen ertesinde Dersim’e giden bir yolcu otobüsünü yakma çabasına düşenlerle, Colemerg’te ev baskınları ile gözaltına alınan insanlara var edilmiş o işkencelere, aralıksız kapatma davası sürdürülen Halkların Demokratik Partisine yönelik, linç siyasetine ve nicesine bir tek doğru konulmamış zeminde, düşüncenin önüne setlerin nasıl çekildiği dert değil midir, halen değil midir?
Gazete Karınca’dan aktaralım: “Kadın Savunma Ağı’ndan bir kadının evinin penceresine astığı “Her yer Taksim, her yer direniş” afişinin “çocukların okuyup etkilenme olasılığı” gerekçe gösterilerek polise şikayet edildiği ortaya çıktı.
Gezi Direnişinin 10. yıl dönümünde, Ümraniye’de bir kadının evinin bir penceresine astığı “Her yer Taksim, her yer direniş” afişi polisler tarafından kaldırılmak istendi. Polisler gerekçe olarak “site içinde oturan ailelerin çocuklarının okuyup etkilenme olasılığı” üzerine yaptığı şikayeti öne sürdü.
Kadın Savunma Ağı’nın 3 Haziran’da akşam 20:50’de yaşandığı belirtilen olayı sosyal medyadan duyurdu. Kadın Savunma Ağı’nın aktardığına göre, bir kadının İstanbul Ümraniye’deki evine giden üç sivil polis, afişin kaldırılmasını istedi. Kadının afişin neden kaldırılması gerektiğini sorması üzerine polislerin “site içinde oturan ailelerin çocuklarının okuyup etkilenme olasılığı” yüzünden afişin şikâyet edildiğini söylediği belirtildi.
Kadın Savunma Ağı tarafından Twitter’dan yapılan açıklamada şunlar denildi: Gezi’den Feminist Gece Yürüyüşlerine, pridelardan Mor Festlere yasaklarınızla, yarattığınız muhbir vatandaşlarınızla, sindirme politikalarınızla bizleri direnmekten, kendimizden ve hayatlarımızdan vazgeçiremeyeceksiniz. Umuyoruz ki sadece sitedeki değil, tüm Türkiye’deki çocuklar Gezi’den de, mücadelemizden de etkilenir. Bunun için mücadele etmeye devam edeceğiz.”
Düzenin çektiği setlerin her nerelerde, her ne şekillerde var edilebildiğine de bir örnektir şu yukarıdaki haber metni. On yıl kadar önce ülke tarihinde görülüp görülebilecek, yaşam sathı mahallinde var edilebilecek en büyük ortaklaşma çabası Gezi Başkaldırısının alenen savunduğu, sınırlandırmaya itirazlar bugün yeniden boğulmak istenir. Toplumsal kesimler arasında nihayetinde bir bağ kurulmasına vesile olan, üç beş ağaçtan! başlayarak bugünün o akp iktidarının suna geldiği zorbalık / tahakküm / denetim eksenli neoliberal hükümran, hanedanlık karşısında bir itiraz halen kırmızı çizgileri harekete geçirmeye kafi görülendir. Bugün on koca sene sonra bırakalım Gezi Başkaldırısına dair kelamı, eylemi, en ufak bir itirazın dahi var edilemeden / görülmeden imhası yolunda ilerlenmektedir. Cumhuriyetin, halkın halka yönetim anlayışını, en demokratik perspektiften sunumu olarak zikredenlerin suna geldikleri yegane şey bir kağıda yazılmış olan her yer Taksim, her yer direniş iminin dahi yok edilmesini önceler. Bu haller, şu şartlar dahilinde hayat her nereye konumlanır, hiç hayattan mesel olunabilir mi sahiden? Adaletin, hürriyetin, hakkaniyetin bütünüyle ve tam tekmil ekonomik darboğaz içerisinde bir lokma, bir hırkaya razı ettirilen “asgari ücret sınırlarında” hayatta kalmaya çalışanlara bir de böylesi bir baskılama ile hangi yenilik var edilebilir, ya da edilebilir mi; zorba aynı zorbayken.
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “Mehmet Şimşek Hazine ve Maliye Bakanı olurken ekonomistlerden “Ortodoks politikalarla hem makroekonomide dengeleri sağlamak hem de yerel seçimlere vatandaşın hayatından memnun gireceği bir çözüm bulmak olanaksız” yorumu geldi.
Seçimlerden sonra beklenen yeni kabinenin belli olmasının ardından bakanlıklarda devir teslim törenleri yapıldı. Yeni Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, görevi Nureddin Nebati’den teslim alırken törende konuşan Nebati “Son beş yılda bir yandan küresel ve bölgesel gelişmelerin neticesinde karşı karşıya kaldığımız zorlu sınamaları aşmak bir yandan da yerli ve mili bir üretim ekonomisinin ülkemizde giderek güçlenmesini sağlamak için mesai arkadaşlarım ve milletimizle yan yana esaslı bir mücadele verdik” dedi.
Şimşek: Rasyonel Zemin Şart
Şimşek ise “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönmekten başka çaresi kalmamıştır” derken “Sosyal refahı artıracağız. Bu hedefe ulaşmada şeffaflık, öngörülebilirlik, uluslararası normlara uygunluk temel hedefimiz olacaktır. Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır. Enflasyonla mücadele temel politikamız olacak. Hükümetimizin temel hedefi toplumsal refahı yükseltmektir. Vakit kaybetmeden orta vadeli program çalışmalarımıza başlayacağız. Orta vadede enflasyonun tek haneli rakamlara indirilmesi ülkemiz için hayati önem taşımaktadır” ifadelerini kullandı.
Kozanoğlu: Bir Çözüm Olanaksız
Mehmet Şimşek’in bakan olmasını Evrensel’e yorumlayan Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu “Ortodoks politikalarla hem makroekonomide dengeleri sağlanacağı hem de 2024 yerel seçimlerine sade vatandaşın hayatından memnun gireceği bir çözüm bulmak olanaksız. Ekonominin durumu zaten çok kötü. Emekçilerin satın alma güçlerinin azalacağı, kemer sıkma politikalarının zeminleri görülüyor. Şimşek’le birlikte ‘Yabancı sermaye gelecek’ deniliyor. Yabancı sermaye bir yere girdiğinde yerel paranın değer kaybetmesini ister. İştahlarını açacak faiz olmasını ister. Şimdi politika faizi 8.5 civarında. Yani hem döviz kurunun oynaması hem de faizlerin artması gerekir. Bu da dövizin sıçraması, kısa süreli enflasyon demek. Mevcut borçlar şu an kısa vadeli. Faizler yükselirse borçların ödenmesi zorlaşacak, bazı iflaslar yaşanacak. Krediler zor ödenecek. Tüm bunlar yerel seçimlere giderken Erdoğan’ın istediği bir manzara değil. Şimşek ve Erdoğan, piyasalar ile Erdoğan arasında ciddi çelişkiler var.” dedi.
Çelik, "Rasyonel Zemin"i Yorumladı
Twitter’dan açıklamalar yapan Prof. Dr. Aziz Çelik de “Şimşek'in ‘rasyonel zemine dönme’ mesajının ne anlama geldiğini 7 maddede anlattı. Çelik “Ücret ve maaşlarla ilgili konularda Çalışma Bakanı değil Mehmet Bey belirleyici olacak. Asgari ücrette eskisi gibi artışlar biraz zor. Memur asgari maaşının 22 bin liraya yükselmesi epeyce tartışmalı olacak. Diğer memurlara makul maaş artışları daha da zor. Emekli aylıklarında ciddi bir iyileştirme ve intibak düzenlemesi çok daha zor. Kademeli emeklilik meselesi bir başka bahara kalabilir.
Enflasyonu düşürmek için işsizlikte bir miktar daha artış söz konusu olabilir.” dedi.
"Hiper Başkanlık Olgusu Unutulmamalı"
Dr. Ali Rıza Güngen de “Heyet, toplu olarak yöneten kurul, hükümet anlamları yaşıyor kabine... Hiçbiri Erdoğan yönetimi altında (post-2018) kullanılamaz. Hiper başkanlık rejimi altında olduğumuzu unutup bir önceki rejimin terimlerini kullanmayalım. Şimşek faiz artışı isteyince, Merkez Bankası yapınca Erdoğan’a rağmen yapmış olmayacaklar. İş dünyası yönelimden memnuniyet açıklayınca Şimşek’ten değil Erdoğan’dan ve bu rejimden razı olacak. Rejimin karakterini gören esnekliğini, esnekliği teslim eden karakteri anlamıyor” dedi.
Ekonomist Uğur Gürses de Şimşek’le ilgili şu yorumu yaptı: “Devasa enkazı kaldırmak için Şimşek arenaya sürüldü. Kendisi de farkındadır ki “tek iradenin” gölgesinde doğru olduğunu düşündüğü kararları alması kolay olmayacak. Hele ki 9 aylık bir ufukta yerel seçimler görünürken. Albayrak ve Nebati’nin enkazı Şimşek’in kucağında...”
Düşüncenin önüne setler çekiliyor aralıksız. Daha yakın geçmişte, ihanetle suçlanan bir temsili yeniden yönetim katına buyur eden bir cinnet yurt tahayyülü gerçek kılınıyor. Ol giden Nebati efendinin, beni ingiliz vatandaşı ile kıyaslamayın çıkışının da hiçbir halta yol vermediği, dahası baş efendi için önemsiz bir teferruat olduğu zikrediliyor. Ardıl sıra, behemehal Şimşek efendinin suna geldiği projeksiyon da o gerçeklik ötesi akp zihniyetine karşı hakikatin doğrudan nasıl var edileceğinin suali de örtbas edilmeye çabalanıyor. Geri kalan kısımlar sıradan insanların daha derin / kalıcı ödeyeceği bedeller ilan ediliyor. Her şey ama her bir şey geriye sararken, ol muktedirin yeniden oyuna dahil ettiği temsilin bir sihirli değneğe sahip olduğu zikrediliyor. Hepi topu bariz / düzgün / anlamlı bir hayatı dahi çok görenler elinde, onca laf salatasının ötesinde ortaya çıkan yegane gerçeklik bir tek iyi günün bırakılmayacak olduğu gerçekliğidir. Bunu anlamak için de ekonomist olmak gereksinim duyulmayandır. Yıkıcılığın kıyısında, hepsi hepsi bir gıdım hayatın ta kendisinin dahi çok görüldüğü, her gün bir yerin, yanının tırtıklandığı yerde bunları görmek için alim olmaya gerek kalmayandır, bu memlekette. Her şey alenen ortadayken...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Illustration: Mariya PETROVA via/ Zaborona
0 notes
seslimeram · 1 year
Text
Hayat Dönüştürülürken
Tumblr media
Çekimser kalınamayacak bir raddede hayat mefhumu dönüşüme tabi tutuluyor. Asgari bir yaşam hakkının, refah söyleminin yükseltildiği iş bu zaman akışında günbegün gerilediği bir dünyada dönüşüm yoksunluk olarak sabitleniyor. Milenyumun salgın öncesi ve ondan sonrası olarak acayip bir medyuma dönüştüğü dünya tezahüründe hayatiyet hep tersine ama her durumda tersine yontulur. Yoksunluk, eksiltme, bitimsiz bir sınama hali içinde, norm, normatif yerle bir edilirken cerahat el üstünde tutulur. Normalleşme nam tevatür bir biçimde zikredilirken varılan eşik artık tersinden bir yıkım halidir, anormalliğin ortasına demirlemektir. Normalin tersten kurulumu, cerahatin boyunduruğu altında, ceberut aklın sunduğu her türden yıkıcılığı ihtiva etmektedir. Güncelin bitmemiş olan pandemi sürecini de göz önünde bulundurduğumuzda, sermaye için sıradanın heder ettirilmesi meselesi bir örnektir. Patavatsız sermayenin kanlı çarklarının dönebilmesi, daha da yoksunluk içinde kalakalan bir halkın var edilebilmesi, asgari yaşamın, açlıktan ötesi olmamasına rağmen tamah edilmesinin buyurganlığı ve nicesiyle o anormallikler silsilesi, bir normal kılınır. Bunlarla bir dünya bina edilir.
Yeni Devlet 3.0 diye pazarlanan neoliberal politikalar hal ve ekseninde cerahat isteminin, tahakküm nesnelliğinin pek çok tezahürü var edilir. Bir istikamet dahilinde düzen için her şeyin var edildiği / deneyim kılındığı bir gayya kuyusu inşa olunur. Çoraklaşan dünyanın suna geldiği her şey cerahatin kılınır. Hemen her gün fecaatindir. İnsana sair ona ait kılınanın her yandan her açıdan mahvedilmesinin sembolik değil doğrudan güncelliği de bu dönüşümü bildirir. Her devinim bir yenilenmeyi yanında getirirken bu araf dahilinde olan biten her şey kısır bir döngüdür. Bütün yenilenmiş, yeni yüzyıl mottosu zikredilirken bu tahakküm, kesintisiz fecaat halinin istikameti kalıcı kılınır. Tümüyle normalin yıkıldığı bir tahayyül eşiğinin çoktan geçildiği, bin dokuz yüz seksen dört kurgusunda icrası satır satır aksettirilen o figüratif, denetleyici, gözetleyen, tehditkar devlet binasına devam edilir.
Türlü kepazeliğin, al takke ver külah sermaye transferlerinin, bir dolu yoz / yobaz temsili ihtiva eden saadet zincirlerinin, devletin malını öyle de yiyelim böyle de yiyelim diyenler ve fazlasının sunduğu her şey o vatan, millet, sakarya içinde örtbas edilendir. Artık gizem taşımayan bir baş amir ve şürekasının yirmi bir yıllık iktidar pratiğinin söğüşleme, sonsuz bir iç etme, rant ve kaynak yaratarak kendi ve ekkaliyetini refaha erdirmek olduğu bahsini az ötede değil her gün yaşayarak kanıtlıyoruz. Daha geçenlerde mafya kayıtlarında rezili rüsva olan bir vekil bozuntusunun, eşinin başkanlık hesaplarından birisine, bir namı açık ve seçik pezevenk olarak ilan edilmiş bir zata milyonlarca liralık para transferi mesela ol yeni yüzyılın neresine dahil olabilir. Küçük kamu kaynaklarının hamili kart sahibinin hem yakını, hem akrabaları, hem ustalıkla işlenmiş bir hemşericilik kurgusu vs. ile yüz binleri aşana bir haramzade, iki üç maaşlı tiplemelerin çıkmasına vesile olduğu bir zeminin her nesi yenidir misal. Baş amirin yakın arkadaşına ait bg madene verilen iki teşvikle 1,2 milyar kaynak aktarımı öngörülmesi necidir misal. Beşli çetenin sayıca beş bildirilip, resmen bir ahtapot gibi kamu kaynaklarının handiyse hepsine ortak, söğüşleyen bir çete, yapı olmasının neresi hangi yeni yüzyılı var edecektir. Ucubelik bir sarmala rehine kılınan yerde, bir yarının daha şimdiden tükettirilmesi bunca gerçekken, sandık mefhumu laf ola torba dola bir goy goy malzemesine dönüştürülürken ucuza kapatılmış hayatların hesabı ne olacaktır misal? Tümüyle umutsuzluğa rehin edilmiş hayatların akıbeti ne olur, olacaktır, misal?
Diken.com.tr’den aktaralım: “Eski başbakan AKP’li Binali Yıldırım’ın oğlu Erkam Yıldırım ve il jandarma komutanıyla bir giyim mağazasında çekilen fotoğrafıyla gündem olan Erzurum Valisi Okay Memiş, ‘yanlış bir algı oluşturulduğunu’ iddia etti: “Kendisi de kilolu biri olduğu için her yerde fotoğrafta göründüğü gibi oturuyor. Bize karşı lakayt bir tavır olsa, bunu ben fark ederim.”
Halk TV yazarı İsmail Saymaz, Erkam Yıldırım’ın Erzurum’da bir mağazada otururken karşısında Erzurum Valisi Okay Memiş’i ve İl Jandarma Komutanı Albay İlker Şimşek’i dizdiği fotoğrafı paylaşmıştı.
Gündem olan fotoğraf sonrası Erzurum’a dair yerel haber sitesi Pusula Gazetesi’ne konuşan Vali Memiş, şunları dedi: “Ben Erkam Yıldırım’ı şahsen tanımam etmem. Kendisiyle ayrıca bir bağım, görüşmüşlüğüm yok. Erkam Bey 13 Ocak’ta Erzurum’da düzenlenen Binbir Hatim duasına katıldı. Orada da hayır için yemek vereceğini söylemiş, ben de orada öğrendim. Göründüğü gibi bir durum söz konusu değil.
Camiye yakın olan bir mağazada soluklanmak için 10 dakika oturduk. Durum bundan ibaret. Mağaza içerisinde de herkesin rahatça oturabileceği bir alan yok. Sadece 10 dakikalığına oturduk. Kendisi de kilolu biri olduğu için her yerde fotoğrafta göründüğü gibi oturuyor. Bize karşı lakayt bir tavır olsa, bunu ben fark ederim. Sadece bir anlık çekilmiş bir fotoğraf karesi durumu nerelere getirdi. Moralim bozuldu. Bu şehir için yaptıklarımız belli, çalışmalarımız belli. Böyle olayların bunların önüne geçmesini istemiyorum. Olay çok yanlış anlaşıldı. Orada yüzlerce insana hayır yemeği veren kim olursa olsun aynı masada oturur, teşekkür ederim. Bunun şahsın kendisiyle bir ilgisi, ayrı bir ihtimam durumu kesinlikle yok.”
Peker’in iddialarında gündeme gelmişti
İktidar hakkında çektiği videolarla gündem olan organize suç örgütü lideri Sedat Peker, bir videosunda, Erkam Yıldırım’ın ‘kokainin yeni güzergahını belirlemek için geçen ocak ve şubat aylarında Venezuela’ya gittiğini’ öne sürmüş, KKTC’de yaşayan Halil Falyalı’nın misafiri olduğunu, ‘ülkeyi uyuşturucu trafiğinin merkezi haline getirmeye çalıştıklarını’ iddia etmişti.
Binali Yıldırım ise oğlunun bu ülkeye sağlık malzemesi dağıtmak için gittiğini, uyuşturucuyla kendilerinin yan yana getirilemeyeceğini söylemişti.”
Tümüyle dönüştürülen ülkenin garabet halini sunan bir karşılaşma var edilir. Herkes oradadır, her şey ortadadır. Devletin şimdiki sahiplerinin her nasıl çeteleşmiş olduklarını göstere gelen, emir demiri keser yollu hizada tutma hallerinin, binbir numarayla nasıl da kendilerini sağlama alıp, o devlet denileni kendilerine çiftlik kıldıklarının nişanesidir. Bir yandan da bir memurun, resmi siyasetin dümen suyunda ilerlerken, patavatsızca teslimiyet sergileyip, amaç / maksat diye nutuk çekmesinin boş yere hali dökülür. Bir kere daha Erkam Yıldırım ve avenesinin milyarlarca dolarlık servetlerinin her nasıl bir yozlaşmayı da beraberinde barındırdığı açığa düşer. Böyle bir temsiliyet ile bu kadar afaki bir biçimde yavuz hırsızlar elinde kalakalan ülkenin de istikametinin de halinin de bugünü gibi yarınının da hiçliğe çıkması boşuna değildir. Bu kadar afaki bir cürüm halin ortasında salt o isim de değil her yanda çıkagelen yüzlerce örnek, bir suç kataloğunun tam teşekküllü hatıra deftercisi olagelen suç işleri bakanından en alttaki bürokrat ve memurlara bir zihniyet elinde memleketin heder olunması güncellenir. İyi de nereye kadar!
Ferit Aslan’ın Medyascope’daki haberidir: “Kandıra Cezaevi’nde tutuklu bulunan eski HalklarınDemokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’a kendini Selahattin Demirtaş’ın avukatı olarak tanıtan bir kişinin annesinin kaza geçirip ağır yaralandığını söylediği aktarıldı. Avukat Mahsuni Karaman, Demirtaş’ın başına gelen olayı hatırlatarak, “Bu aşağılık kötülük organize olduğu kesin” dedi.
Edirne Cezaevi’nde bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı, eşi Başak Demirtaş olarak arayıp, kaza geçirdiklerini ve büyük kızının ağır yaralandığını söyleyen kadın hakkında açılan soruşturmanın takipsizlik ile sonuçlanması tartışılırken, aynı durumun eski HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’ın da başına geldiği ortaya çıktı. Yüksekdağ ile cezaevinde iken hiç görüşmeyen ve Selahattin Demirtaş’ın avukatı olarak tanınan Mahsuni Karaman’ın adının kullanılarak Yüksekdağ’ın arandığı belirtildi.
Konuyu, sosyal medya üzerinden Demirtaş’ın başına gelen olayı hatırlatarak paylaşan Karaman, “Bir süre önce kendini avukat Mahsuni Karaman olarak tanıtan bir kişi Kandıra Cezaevi’ni arayıp Figen Yüksekdağ’ın ailesiyle ilgili de benzer beyanda bulunmuştu. Bu aşağılık kötülüğün de organize olduğu kesin” dedi.
Medyascope’a konuşan Karaman, söz konusu kişi ile ilgili Yüksekdağ’ın avukatlarının suç duyurusunda bulunduğunu belirterek, “Ben hiç Figen Yüksekdağ ile görüşmedim. Yaklaşık iki ay önce benim adım kullanılarak aranıyor ve annesinin kaza geçirip ağır yaralandığı söyleniyor. Bu işin organize olduğuna inanıyorum” diye konuştu.
Ne olmuştu?
Demirtaş’ın bulunduğu Edirne Cezaevi’ni arayan bir kadının kendini Başak Demirtaş olarak tanıttığı ve Selahattin Demirtaş’ı ziyarete giderken kaza geçirdiklerini ve büyük kızının ağır yaralandığını söylediği öğrenilmişti.”
Hayat öyle ya da böyle değil doğrudan bir biçimde yıkımla, bunca bariz kötülükle bir ve beraberce kötürüm kılınıyor. Cerahat el yükselttikçe, var edilmiş olagelen aksamın, her bir durumda yeniden türetilen şiddet seremonilerinin üstüne bir de bu psikolojik şiddetin bambaşka tezahürleri var ediliyor. Bir biçimde bitimsiz Kürd nefretinin en olmadık ham şiddet pratiklerinden bir başkası, dışarısı ile iletişim imkanı bulunmayanların yakınlarına dair asparagas haberlerle yapıla geliyor. Hakkaniyet, hukuk ve adalet tahayyüllerinin tüm o güdümlü yargı eliyle lime lime edildiği bir ülkede var edilmiş kötülüğün üstüne bir de bu çıkagelir. Deneyimlenmiş, daha önce tahayyül olunmuş, her zamankinden de ağır olan bir istikametle, dün Demirtaş, bugün Yüksekdağ’ın canı yakılmak istenir. Bunlarla bu hal ve korkunç tahayyüllerin refakatinde bir ülkenin dönüşümü sağlama alınır. Bugünün ülkesinin dünyadaki pek çok örnekten ayrıştıran en önemli ayrıntının tüm o didaktik, tekrarlana tekrarlana ezber edilmiş mahvetme retoriklerini, din, iman, vatan ve millet şakımaları ile süsleyerek yeniden yutturabilme istemidir. Hayat dönüşüme enikonu tabi kılınırken bu sağcı / pragmatist söylemin / eylemin yekunda var ettiği yenilenme de kof bir laf kalabalığından başkası olmaz. Bütünüyle çürüyor şimdi menzil. Birbirinden beter ola gelen hallerin rehini kılınıyor bir menzil. Hayat mefhumu bir seçim gümbürtüsünde bir kere daha mahvedilmek isteniyor. Neresinden bakarsanız, nasıl okursanız, ne şekilde yaşarsanız, yaşamı sorgularsanız o hallerde / o kısımdan bu hayat imecesi tükenişe rehin ediliyor. Böyle bir yol, böyle bir yön, böyle bir ülke olabilir mi, sahiden?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Boğaziçi Üniversitesi Direnişinden v/ Yeni Yaşam Gazetesi
Tumblr media
0 notes
seslimeram · 1 year
Text
Her Gün Eksik
Tumblr media
Her gün biraz daha eksik kılınıyor artık. Erkan-ı muktedirin perspektif diye sırtlandığı, bu sahnede ortaya koyduğu, düzlemin yönünü güncellediği yol haritası bir biçimde bütün bu eksiltme hallerini tekrarlıyor. Bir istikrara kavuşturulmuş olagelen denetim, gözetim ve tahakküm üçlüsünde mutlakiyet cürümlerle bir ve bütün işlevsel kılınıyor. Her an yepyeni bir baskı unsurunun esiri. Hemen her gün bambaşka bir karanlığın temellerinin atılmasını barındıran bir sahne binası var ediliyor. Her şekilde dolambaçsız, yalansız hilafsız bir hal dahilinde yepyeni yıkımlar şekillendiriliyor. Kim kime nasıl, ne şekilde kırdırılır bunu her gün yeniden deneyimleyen bir aksiyoner tablo var ediliyor. Salgının isminin dahi artık bu sahnede anılmadığı bir güncellikte var edilmiş olagelen her türden felaket bir istikamet bir yol haritası dahilinde öyle ya da böyle o eksiltme hamlelerini sürekli olarak yine, yeni ve yeniden biçimlendiriyor. Muktedirin insafına terk edilmiş, kaderin değil kederin alnın tam da ortasına mıh gibi kazındığı bir tahayyül pratiği olarak eksiltme halleri hep ol sıradana düşürülüyor.
Bütün, büsbütün mahvın kılınıyor aralıksız bir biçimde. Esamesi okunmayacak şeylerin, hiç aralıksız köpürtülüp gündem kılındığı bir zeminde mutlak, doğrudan, ayrıştırılmazın esas yara verenin mesele edilmesinin önüne setler bina ediliyor. Hiçbir şey mevzubahis olunmasın isteniyor. Tekerleme kıvamında seçme saçmalamalar ile birlikte doğrudan ve hiç kesintisiz bir biçimde eksiltmelerin sürekli kılındığı yerde hayatı kuşatan, yıkan ve açık bir biçimde nefessiz koyanın kim / kimler / ne, hangi eylem olduğu sorgulanmasın isteniyor. Alametifarikası yıkım / zulüm olarak güncellenmiş akp-mhp ikilisinin ulaştığı merhale, var ettiği seviye, ekonomik, sosyopolitik, güncel hayat bahislerinde her nasıl bir gerilemenin esiri olunduğunu da gösteriyor artık. Lak, lak, lak, laf, laf, laf edilip dururken cürüm güncelleniyor. Her şekilde sineye çekilsin denilerek günbegün, anbean yepyeni hiç kesintisiz bir cürüm hali var ediliyor. Genel geçer olmayanın, bu sahnede sunulagelen her bir devletli tescili mefhumun / eylemin rotası bu istikametler gözetilerek, inşa ediliyor.
Eksiltmelerin düze çıktığı bir menzilde hayat yağmalanmaya mahkum edilmiştir. Yirmi bir yıllık iktidar pratiğinin sunduğu her dönemeç, her yeni evre bu tahayyülü biçimler iş bu sahnede. Bir sabit kılınan tüm o yağmacılık, kuşatma, derdest etme hallerinin yekunu sıradan insanlara ödettirilen bedellere dönüştürülür. Tahakküm biçimlendirildiği hallerin ötesine taşınarak bir eksiltmeye dönüştürülür. Her gün bir cenderedir doğrudan, apaçık. Her gün bir sınav kılınır, her anlamda. Her şey, her an değişime tabi tutulurken, sağcılığı çoktan ulusal bir faşizm ile taçlandırıp, üstüne de din sosu boca edilerek eksiltmeler birer ikişer bir istikamet olarak ileri sürülür. Madun siyasetin hesap vermek bir yana, afaki bir hesapsız kitapsız halde daimi kıldığı eylemlerin yekunu o eksiltmeleri de beraberinde net bir biçimde kalıcılaştırır. Bianet’ten aktaralım: “Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Meclis’te basın toplantısı düzenledi.
Konuşmasının önemli bölümünü ekonomik krize ayıran Oluç şunları söyledi:
“İTO’nun açıkladığı enflasyon son 27 yılın rekoru”
“Dün İTO Ekim ayına ilişkin enflasyon verilerini açıkladı. Ekim ayında yüzde 4, yıllık bazda 108,77 olarak bu rakamları verdi. Yani İstanbul Ticaret Odası’nın enflasyon oranı yüzde 109’a gelmişken, TÜİK’in enflasyonu yarın açıklanacak ki geçen ay açıkladığı enflasyon yüzde 83’te idi.
“İTO’nun enflasyon açıklaması her zaman daha inandırıcı ve gerçekçi bir açıklama olmuştur. Yüzde 109’a ulaşmıştır. Bu oran son 27 yılın rekorudur. TÜİK de aşağıda tutmak için her türlü çabayı gösteriyor ama ona rağmen rekor üzerine rekor açıklıyor.
“Enflasyon dünya ortalamasının en az 10 katı”
“Nurettin Nebati, “Enflasyonu dünyadaki gibi algılamıyoruz” dedi. Doğru, çünkü en az dünyadaki ortalamanın 10 katı Türkiye’de. Dünyadaki gibi algılamıyoruz gerçekten en az 10 katını algılıyoruz.
“Belli ki Nebati, AKP Genel Başkanını da bu konuda etkilemiş. O da biraz evvel yeni ekonomi modellerinin başarı ile sürdüğünü söyledi. Nerede sürüyor başarıyla saydı; yatırım, istihdam, üretim ve cari fazlaya dayanan. Cari fazla mı var? İnsaf, daha geçen gün açıklandı dış ticaret verileri.
“İhracatımız arttı diye bas bas bağırılıyor, ithalatın ne olduğu konuşulmuyor. İhracat 2022 Eylül ayında bir önceki yılın aynı ayına göre 9.2 artmış. İthalat yüzde 38,1 artmış, 32 milyar doları aşmış ithalat. Dış ticaret açığı yıllık bazda yüzde 268 artmış Sayın Erdoğan, neden bahsediyorsunuz?
“Dış ticaret açığı yüzde 156 arttı”
“Ocak - Eylül döneminde dış ticaret açığı yüzde 156 artmış. 83 milyar dolar yükselmiş 32 milyardan. Dış ticaret açığından bahsediyoruz. İhracatın ithalatı karşılama oranı 2021 Ocak-Eylül döneminde yüzde 83 imiş. 2022 Ocak Eylül döneminde yüzde 69,4 olmuş. Neden bahsediyorsunuz siz Sayın Erdoğan? Halkı açıkça aldatıyorsunuz.
“Bütçe açığı rekor kırıyor, carı açık rekor kırıyor, dış ticaret açığı rekor kırıyor. Siz bunlara dayanan yeni ekonomi modeli çok başarılı bir şekilde sürüyor diye anlatıyorsunuz. Doğru değil bu, halkı kandırıyorsunuz. Rakamlar ortada ya da sizi kandırıyorlar size yanlış bilgi veriyorlar. Yeni ekonomi modeli çökeli epey oldu, işlemiyor.
“Açlık sınırı, asgari ücretin üstünde”
“Büyüme dediğiniz de bir hikayeye döndü. Kimin için büyüdüğü ortada. İşçi, emekçi, emekli ve orta gelir kuşağında olanlar için, düşük gelirliler için bir büyüme yok ortada.
“TÜRK-İŞ yeni açıkladı. 4 kişilik ailenin açlık sınırı 7 bin 425 lira, asgari ücretin üstüne çıktı. 4 kişilik ailenin yoksulluk sınırı 24 bin 185 lira TÜRK-İŞ'e göre. 4 tane asgari ücretle yoksulluk sınırına ulaşamıyorsunuz.
“10 milyonun üzerinde asgari ücretli var. 10 milyon emekli ve işsizle birlikte Türkiye’de 30 milyonun üzerinde insan bugün açlıkla mücadele ediyor.
“Hangi büyümeden bahsediyorsunuz, hangi istihdam artışından bahsediyorsunuz? Bunların hepsi ama hepsi güzel bir masal. Seçim dönemine girdiğimiz için bu masalı anlatıyorsunuz.
“Bu konudaki verilere ve halkın sofrasındaki duruma, çarşı pazara gittiğinde karşı karşıya kaldığı felakete bakarak ekonomiyi değerlendirmeye devam edeceğiz, sizin masallarınızı dinleyerek değil.”
Enflasyon verilerinin ışığında dahi nasıl bir eksiltmeye rehin olunduğu gözler önüne bariz bir biçimde serilir. Düzenin yirmi birinci yılında, sıradan olana reva gördüğü kötücül hali betimlemeye artık hacet yoktur. Her gün memleketin bir yanından bir fecaat, el aman açık ve yalın bir imdat çığlığı yükselirken, devlet / devletli kurumlarının suna geldiği düşük hep düşük enflasyon rakamlarının vurduğu yerde bıraktığı iz meseledir. Saruhan Oluç’un da bildirdiği gibi, otuz milyon kadar insanın açıktan, açlıkla imtihan olunduğu kalan en az bir on milyonun da yakında, çok yakın zamanda o gruba dahil olabileceği bir zeminde hayat mefhumu eksik kılınandır. Hep eksik, hep eksilerde seyrüsefer eyleme hali sıradana reva görülür. Karın tokluğu, fatura ve kira ücretlerinin ötesinde tek bir düşün kurulmaya derman bıraktırmayan yerin meselesi barizdir zaten. Masallar zikredilip, uçuyoruz, her dem kaçıyoruz, herkesler bizi kıskanıyor lafları yükseltilirken, cilalanıp parlatılan halden ne kadar uzağa düşüldüğü kendiliğinden, kendi yaşamlarımızdaki o gölgelemelerden bir biçimde ifşa olur. Memleketin kan emici sermayedarlarından birisi olan Sabancı Holding 2022'nin ilk 9 ayında 27,2 milyar TL net kar açıklar. Bu 2021'in aynı dönemine göre %297 artış anlamına gelir bilgisini geçer ekonomi portalları. Sadece bu kısacık cümledeki gibi iki arada bir derede sermaye transferleri yapılan bir zeminde sıradanın hakkının da tüm hukukunun da eksiltilmesi bir yandan, bir de açlığın bir standarda dönüşümü diğer yandayken bir de sermayenin semirtilen bir mefhuma dönüşümü var edilir. Bu hallerin yekununda ne eksik değildir ki, yaralarıyla güncelliği var edilen bir menzilde değil mi?
Mustafa Bildircin’in BirGün Gazetesindeki haberidir: “
Yüksek enflasyon karşısında azalan satın alma gücü sofralardan en temel ürünleri eksiltti. Aralık 2021 ile Ekim 2022 arasında temel gıda maddelerinin fiyatlarında yaşanan değişim, krizin sofradaki etkisini ortaya koydu. Aralık 2021’de 17,90 TL olan ayçiçek yağının litresi Ekim 2022’de 48,50 TL’ye, pirincin kilosu 31,90 TL’den 53,29 TL’ye fırladı.
Bu yıl iki kez zam yapılan asgari ücretin fiyat artışları karşısında kuşa döndüğünü söyleyen CHP'li Burhanettin Bulut, “Enflasyonu yenmeden, 'Vatandaşı enflasyona ezdirmeyeceğiz' sözü boş laftır” dedi.
Aralık 2021’de 2 TL’ye satın alınabilen ekmeğin fiyatı Ekim 2022 itibarıyla 5 TL’ye yükseldi. Aralık'ta belirlenen 4 bin 253 TL’lik asgari ücretle 2 bin 127 adet ekmek alınabilirken bu sayı 5 bin 500 TL’lik asgari ücret ile Ekim ayında bin 100’e kadar düştü.
Benzer bir tablo ayçiçek yağı ile yumurtada da yaşandı. Aralık 2021’de maaşı ile 237,5 litre ayçiçek yağı alabilen bir asgari ücretli Ekim 2022 itibarıyla maaşıyla ancak 113,4 litre ayçiçek yağı alabilecek duruma geldi.
Bu yıl iki kez zam yapılan asgari ücret fiyat artışları karşısında kuşa döndü.
Dar Gelirli Enflasyona Ezildi
Fiyatlarda yaşanan değişim ve giderek artan hayat pahalılığıyla ilgili değerlendirmelerde bulunan Bulut, şu ifadeleri kullandı:
“Asgari ücretliler, dar gelirliler, enflasyonun altında ezildi. İşçi, memur, emekli ayın sonunu zor getiriyor. Faturalarını, kirasını ödeyemiyor, en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyor. Geliri giderini karşılamayan vatandaş da mecburen bankaların kapısını çalıyor. Vatandaşların bankalara ve finansman şirketlerine olan borcu ekim ayı itibariyle 1 trilyon 371 milyar TL’ye yükseldi. İcra dairelerinde milyonlarca dosya var. İktidar her fırsatta, ‘Vatandaşı enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz’ diyor. Bu mu ezdirmemek?”
Her gün biraz daha eksik kılınıyor. Behemehal var edilenler, birbiri ardına çıkagelen her bir eyleme / kararname, hüküm birbirinden beter olana çıkışı var ediyor. Vatandaş hiçbir surette ezdirilmedi, ezdirmeyeceğiz denilirken sadece İstanbul’da üstün körü yaşama ait enflasyonun yüzde iki yüzlere çıktığı bir zemin güncelleniyor. Her şey eksiltiliyor. Her an yepyeni bir kuşatma hali var ediliyor. Baş amir ekonomi kalkınıyor dediği yerde insanlar, uzun uzadıya ekmek kuyruklarında sıra bekliyor. Yerli araba ile gururlanması telkin edilip durulurken, bir şeylerden daha fazla mahremiyetin adı konulmadan var edilmesi söz konusu kılınıyor. Yeniden değerlendirme oranı olarak biçimlendirilen giyotinin bir başka türlüsü, cebe girmiş her kuruşu geri alma yollarından birisi yüzde 122 arttırılıyor. Bir yanda dünyanın kıskandığı ülke denilirken, insanların kendi bütçelerine göre uygun, çıplak vergisiz, algısız bir biçimde iki adet telefon ücreti yerine sadece kullanacağı alet için ödeme yapmasına engel çıkartılıyor. Bir telefon alınırken, illa bir telefon parasının devlete hibe edilmesi için kayıt ücreti altı bin liralara yükseltiliyor. Her yandan hemen her fırsat olarak görülen şeyde bu habis bencillik, bu bildiğiniz apaçık hırsızlık kural kaidenin ta kendisi ilan ediliyor. Hayat eksiltiliyor, umutlar çalınıyor. Gel gelelim, telefon için hak olarak görülen bu deli dumrul soygunculuğundan bürokratlara ikinci, üçüncü maaşlar illa ki huzur hakları vesaireler çıkartılıyor. Böyle düzen, böyle bir karar mekanizması, bu kadar aç gözlülük mü olur, oluyor işte, yaşanıyordur.
Basitten zora gidiyor memleket. Eksiltmeler, azaltmalar, müşterek olanın kökünü alenen kazınmasına vesile bildiriliyor. Yurttaşını, hiç ötekileri katmadan, kendisinden saydığını, her ferdini yolunacak kaz olarak görmeye devam eden bir zihniyet arzı endam eyliyor bir kere daha. Yirmi birinci yılının içindeki bu madun siyaset figürünün her anlamda, ceplere girmiş olana müdahilliği, onu da bir biçimde geri toplama heveskarlığı, sürdürülen bütün o hanedanlık güncesinin de nasıl var edildiğini açığa düşürüyor. İktidarın klikleri bunların var edilmesini söz konusu ederken, eline kan oturmuş, yapışmış sermaye de koçundan ol sabancısına, şu şahenkinden bilmiyoruz kimine hangi efendilere / hanımefendilere yepyeni sömürü kanallarını var ettiriyor. Eti sizin kemiği bizim denilerek sunulan çıraklık eğitimi gibi, hayatın eti de sütü de yumurtası da sermayenin kılınıyor. On saatin üstünde her emeğin gasp edilmeye hazır olunduğu bir zeminde açlık sınama olarak çıkartıla geliyor. Malum sermaye çok yaşasın, malum hanedanlık daha da semirsin, malum iktidar yoluna tekinsiz, palaspandıras devam etsin denilerek her gün biraz daha eksiltiliyor. Anılan ve anlatılmaya devam olunan şeyler hepimizin ortak hikayesi. Bir yazgı kabilinden sunulanın aslında insan eliyle şekillendirilmiş bir cerahat sarmalından ötesinin olmadığı bugün kesinlik kazanıyor. Hayat eksiltiliyor, düpedüz, apaçık. Gelecek olanın ol karanlığının neye tekabül ettiği artık afaki. Yol, yordam, anlam, mana, ehemmiyet verilmesi elzem olan yarının neye dönüşeceğidir. Bugünün kader diye pazarlananı, sineye öyle de böyle de çekersiniz diye bildirileni yarın kaderimiz kılınamasın diye itiraz etme ne zamandır, hangi zaman?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Türkiye Sefalet Endeksinde Birinci – Evrensel Gazetesi – Fotoğraf – DHA
1 note · View note
seslimeram · 2 years
Text
Her Şey Birbirine Giriyor
Tumblr media
Her şey birbirine giriyor. Bütünü oluşturan, memleket denilen şeyi var eden tahayyüllerin üstünde tepine tepine bir doğru geriye bırakılmıyor. Muktedir ve avenesi, kendine alenen, doğrudan muhalif olanların ya da olduklarını var sayanların birlikte, bütünlük içerisinde o makamlardan şu sahnede var ettikleri her hamle büsbütün alt üst oluşları beraberinde tekil bir sonuç olarak hanemize yazıyor. Düzeni var eden “pragmatist” siyaset erkinin sunduğu bütün o medyasından, hukuk düzlemine, sokağından evlerin ta içine kadar donattığı aleni bir biçimde var ettiği denetim, gözetim ve tahakkümle birlikte bütün her şey / hemen her şekilde birbirine geçiyor. Ne yol ne yordam, ne anlam, ne çözüm geriye bırakılıyor artık bu sahnede! Bütünüyle var edilmiş olagelen tahakküm, bitimsiz şekillendirilmeye hemen hiç doyulmayan tehdit / nefret / yıkım pratikleri ekseninde bir uzamda hayat ehven olanın uzağına taşınıyor. Karanlığımız sahicidir!
Demokrasi pratiğinin zehirlendiği, gündelik bir unsur halini çoktandır almış esirgemelerin menzili, bir nevi mahrumiyet, mahkumiyet sahnesine dönüşmüş olagelen yerin hakikatini bildirir o karanlık. Her şey birbirine giriyor. Onca laf salatası, uçuyoruz, kaçıyoruz, illa ki kalkınıyoruz falan diye cümleler kurulurken daha ekonomik pozisyonlarda çakılıyor işte bir memleket. Orta ve uzun vadeli programdan, yerli ve milli liranın öne çıkartıldığı hep ama her dem türlü çeşit enstrümanla birlikte bir ranttan diğerine kapılar açılırken çürüme katılaşıyor. Uçmak kaçmak rantiyeden pay almalar olarak biçimlendiriliyor. Muktedir bir başlangıcı tezgahta işlemeye koyuluyor, arkasından çıkagelen her karar, her eylemselliği bir kerede gözler önüne getirdiğimizde bu pratikler bambaşka açmazları var ediyor. İkide bir zikredilen “saldırıyorlar”, “bölmeye çalışıyorlar”, “mihraklar” şunlar bunlar denilirken olmakta olan muktedir kontrolünde bir rantiye transferidir. Her geçen gün, dolar / euro vs. emtialardaki oynaklığın suna geldiği, tam da muktedirin işine gelen şey bu karmakarışık olan pastadan pay kapılmasıdır. Pasta her ne kadar kaldıysa artık!
Misal, yoksulluk sınırı 17.340,00 liraya yükselmiştir. Daha birkaç sene evvelinde bariz bir ucuz telefon markasının ürünü bugün 25 bin lira bandına satışa çıkartılandır. Dahası hep çok daha fazlası olarak haydi geçelim teknolojiyi şunu bunu, ekmek kimi yerde dört kimi yerde beş, kimi yerde on liralardan satışa sunulur. Serbest piyasa denilirken varlığı kutsanmış olanın, eline kan bulaşmış sermayeye arka çıkmak olduğu konuşulmasın diye talep olunurken, o küçük tefek kazıklardan, bir türlü memlekette doymak bilmeyen erkin favorisi cengiz inşaat nam çeteci başının da bulunduğu beşli çeteden, koçuna, sabancısına ve bilumum creme de la creme atfedilen at hırsızı tiplerin memlekete çökmelerine yollar açılır. Bütün her şey birbirine karışırken, mutlak, doğrudan ve kesintisiz bir yağmacılığın peşinde Türkiye anonim şirketi pazarlanmaya devam olunur. Sıradan insanların hayatları o sermaye şu elit, bu muhafazakar bu bilmem ne / kim diye sunulanların insafına terk-i diyar olunur. Budur her şeyden evvel karmakarışık kılınan. Budur başından sonuna kadar tekçi, silme yalanlardan mülhem kılınmış olan ülkedeki bariz hakikat.
BirGün Gazetesinden aktaralım: “Erdoğan, partisinin genel merkezinde Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı'nda açıklamalarda bulundu.
Partisine seçim mesajı veren Erdoğan, "Her seçim önemlidir, her seçim tarihidir, her seçim kritiktir" dedi.
Erdoğan'ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
"Genel merkezimizle il ve ilçe teşkilatlarımızla seferberlik ruhuyla çalıştığımızda milletimizin gönül kapılarının bize açık olduğunu gördük. Bu tempoyu düşürmeden yeni araç ve yöntemlerle sürdürerek çalışmalarımızı 2023 Haziranı'na kadar sürdüreceğiz. 1 yıllık süreyi en güzel şekilde değerlendirerek 16'ncı zaferimize ulaşacağız.
Her seçim önemlidir, her seçim tarihidir, her seçim kritiktir. 2002 Kasım seçimleri tarihi bir dönüm noktasıydı. 2007 seçimleri vesayetle mücadelemizde yeni bir safhaya geçmemizi sağlamıştı. 2011 seçimleri eser ve hizmet siyasetimizi zirveye taşımıştı. 2015 seçimleri eski günlere dönmek isteyenlerle hesaplaşmaya dönüşmüştü. 2018 seçimler darbe teşebbüsü ve yeni yönetim anlayışıyla girdiğimiz imtihandı. 2023 seçimleri de hem ülkemizin AK Parti hükümetleri dönemindeki kazanımlarının muhasebesi hem de 2053 vizyonumuzun habercisi olarak tarihe nakşedilecektir.
İlk işareti 2008 finans kriziyle başlayan, salgınla büyük merhaleye ulaşan sarsıntıya Rusya-Ukrayna savaşı da katıldı. Tehditler yanında önemli fırsatlar da çıkardı. Ülkemize kazandırdığımız demokrasi ve kalkınma sayesinde pek çok sınavı verdik. Milli iradenin üstünlüğünü tesis ettik. Ülkemizin geri kalmışlığını kaldıracak eser ve hizmetleri hayata geçirdik.
Şimdi tüm bu emeklerin, mücadelelerin, fedakarlıklarının asıl meyvesini toplayacağımız bir dönemin eşiğindeyiz. 2023 seçimlerinin öncekilere göre farkı buradan geliyor. Bu seçim; AK Parti için, Tayyip Erdoğan için değil Türkiye için önemli. Türkiye'nin gelişmekte olan ülke zincirini kırıp dünyanın en büyük 10 ülke ekonomisine girmesi 2023'te yapılacak tercihe bağlıdır.
Muhalefet tarafının ülkemize tek taahhüdü ülkemizi 20 yıl öncesine götürmek. Kılıçdaroğlu muhalefet adına yeni ve daha iddialı bir hedef ortaya koydu. Kavga etmeye geldiğini açıkça söyledi. Bu zatın eleştirilerine bakıyor, gerektiğinde hak ettiği cevabı veriyoruz. Uzunca zamandır bu zatın söyledikleri yalan, yanlış.
Dün Meclis'te çıkmış, 'Tayyip Erdoğan Suriye meselesini BM'de dile getirdi mi?' diye soruyor. Bu zat hiçbir BM toplantısını takip etmemiş. Bunların gözü var görmez, kulağı var duymaz. 'Tayyip Erdoğan bu meseleyi Avrupalılarla hiç konuşmadı' diyor.
Devlet yönetmek adına tek bildiği şey, hastanelerinde insanların rehin kaldığı, emekli maaşlarını ödeyemeyecek hale gelen SSK Genel Müdürlüğü'dür. Bürokratik kariyeri ülkemizin en büyük utanç kaynağından birisidir. PKK'sından FETÖ'süne, DHKP-C'sine kadar ülkemizle ve bölgemizle ilgili tüm uluslararası güçlerin maşalığını yaptığının şahidiyiz.
Ankara'dan İstanbul'a teröristlerle yürüdüğünü görürsünüz, çadır kurduğunu görürsünüz. Bütün bu teröristlere yandaşlarıyla cenaze törenlerine katıldığını görürsünüz. Bu tür insandan daha başka ne beklenir.
Türkiye düşmanına kullanmadığı ifadelerle bize saldırmayı siyaset sayana bu zata Parti Sözcümüz gerekli cevabı verdi.
Bunun dışında 'Ya bana katılın, ya önümden çekilin' açıklamasını farklı yere koyuyorum. Ülkemizi kalkındırmak için gerektiğinde yedi düvelle kavga ettik. Milletin emanetine sahip çıkmak için canımız pahasına mücadele ortaya koyduk. FETÖ'cüler kaldığımız yeri bombalamadılar mı? Korumalarımızı şehit etmediler mi? Biz Atatürk Havalimanı'na geldiğimizde Bay Kemal, FETÖ'cülerin desteğiyle çıkıp gitti. Bu böyle ürkek, korkak, pısırık, zavallı birisidir. 'Yeri geldi vesayet odaklarıyla, yeri geldi terör örgütleriyle kavga ettik' diyor. Biz ettik biz, sen edemezsin.
Masa diye kurdukları 6 benzemez ittifakı titremeye, dökülmeye başladı. Ortak aday belirleyemeyenlerin ülkenin kritik meselelerinde kararlı tutum koyamayacaklarını görmek için allame olmaya gerek yok.
Kimi çıkıyor iftihar meselesi eserlere çatıyor, diğeri çıkıyor gençlerin kıyafet ve eğitim haklarına saldırıyor. Kimi çıkıyor sığınmacı düşmanlığı üzerinden nefret suçları işliyor. Kimi çıkıyor kibriyle, hırsıyla herkesi ötekileştiriyor. Kimi çıkıyor kabiliyetsizliğini başkalarına suç atarak gizlemeye çalışıyor. Kimi çıkıyor siyasi ve ekonomik krizlerin ateşiyle yanan dünyada ülkemize köstek oluyor.
Ülkemizde şu anda muhacir olarak bulunan bu insanları biz ne Bay Kemal'in dedikleriyle, ne yandaşlarıyla bu ülkeden bu görevde olduğumuz sürece asla geri itmeyiz. Bay Kemal senin dün söylediğin bugün yoktur. Ama biz farklı bir medeniyetten geliyoruz.
Bize sığınan kapılarımızı nasıl açtıysak bundan sonra aynı şekilde korumaya devam edeceğiz. Bu kardeşlerimizden kendi tasarruflarıyla, kendi inisiyatifiyle geri dönmek isteyenler olduğu zaman zaten onlar geri döneceklerdir.
Ama biz asla silahla düşmana teslim etmeyiz Bay Kemal, bunu böyle bilesin! Biz bu görevde olduğumuz sürece Bay Kemal, yandaşların da dahil, hepinize birden sesleniyorum; Allah'ın izniyle siz bu kardeşlerimizi bu ülkeden geri gönderemeyeceksiniz. Şu an itibarıyla bunu öğrenen, bilen, duyan gerek Suriyeli, gerek Iraklı, gerek Afgan bir gönül huzuru içerisine giriyorlar. Neden? Çünkü onlar ülkelerinden kaçışları, Türkiye'ye gelişleri hepsi sadece bir sığınmadır.
Küresel yönetim ve ekonomi sistemindeki değişimin ülkemize açtığı fırsatları bizleri çok daha farklı yere taşıyacaktır. Küresel ekonomideki sarsıntıların olumsuzluklarıyla yüzleşiyoruz. Tedarik zincirindeki bozulmalar enflasyonu azdırmıştır. Finansal gelişmelerin açtığı sorunlar geçmeden ortaya çıkan bu tablo fiyat artışları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye uzunca bir süreçte döviz kuru ve faiz oranları üzerinden saldırıyla mücadele etmektedir. Fırsatçıların dengesiz fiyatlanmaları da eklediğimizde milletimiz hayat pahalılığıyla karşı karşıya kalmıştır. Vatandaşlarımızın maruz kaldığı sıkıntıları biliyoruz. Ekonomi programımızın ilk ayağı dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girmekten vazgeçememektir. İkinci aşama istihdamdır. Üçüncü olarak da bir yandan fiyat artışlarını kontrol altına almak, diğer yandan geliri yükseltmektir.
Türkiye'nin salgın ve ardından başlayan savaş sürecinde trilyonlarca kaynağı olan ülkelerden çok daha iyi yönetim sergilediğini kimse inkar edemez. Hiçbir sorun çözümsüz değildir. Biz dünyaya açılmayı sürdürüyoruz. Elbette bedeller ödüyoruz, sıkıntılar çekiyor. Hepsinin karşılığını alıyoruz, alacağız. Milletimizden sabırlı olmasını, bize güvenmesini, bizi desteklemesini; muhalefetin yalan ve iftira furyasına aldırmadan ülkemizin kazanımlarına ve hedeflerine sıkı sıkıya sahip çıkmasını istiyoruz."
Her şey birbirine geçiyor. İnatla karıştırılıyor. Duraksamak nedir bilmeden çürümenin insafına terk ediliyor. Muteber addedilmiş, devletin kodlarına göre “zararlı” kılınanların imha süreçlerinde eşikler üçer beşer atlanıyor. Hem hukukmuş, uluslararası nizammış ya da verili haklarmış bunların hepsi vız gelip tırıs gider, götürülür. Kanunun temellerinin en başından, en baştaki temsille parçalandığı örnek ülkelerden birisi olma yolunda ilerleniyor artık. Bunun da reklamını çekip, hukuku insanlarının gözlerine baka baka çiğneyebilen ülkeyi takdim edebilir, muktedir, tektir, adamdır gerçekten yapabilir. Ortada suç isnat edilebilecek herhangi bir konu yokken, Gezi Başkaldırısına dair uyduruk bir mizansen var edilir. Suç tescillenir. Bir yandan da en kolay hedef ana muhalefet partisinin kurmaya çalıştığı ittifak çabası vardır ki, bütün bu karaşınlık içinde eski devlet ile şimdinin her nasıl birbirilerine diş bilemeye devam ettikleri ve dahası sadece Bay Kemal olarak zikrettiği mesellerde dahi nasıl ayrımcılıkla, ötekileştirme ve dahi suç unsurunun ta kendisi olarak ilan etmeye çabaladığı gözlerden kaçırılmaz. Yeni ülke böyle bir pratikler silsilesi içerisinde herkesin düşman ilan edilebileceği bir karmakarışık, kördüğüm menzile evrilir.
Bütünüyle bir mizansenden başkasına koşulurken, konu, hedef, yönelim ne olursa olsun ol sonuç her dem iktidar pratiklerinin de tezahürüdür. Baş Amirin bunca rahatlıkla bir kez değil hemen her defasında var ettiği incelikle işlenmiş tehditler, boyuna her dem sabık bir biçimde suna geldiği ötekileştirme, kemiksiz hedef almalarla yepyeni kıvılcımları var etme ve nicesinin hazin sonuçlarını 2015 yılında görmüştü bu ülke. Mot-a-mot kesintisiz bir halde, üstteki satırlar boyunca avaz, avaz duraksanmadan zikredilen bir kırılmayı yine yeniden var edebilmektir. Faşizmin göndere çekildiği yerde, küçük tefek bir azgın azınlık var edilerek, onlara her durumda iltimas çekilerek, yoksun bırakılan, asgari ücrete mahkum edilmişlere de bunlarla oyalanın diye daldan dala atlayarak var edilen nutuklarla hedef alma / ilan etmelerle günler bir öncesinden de ağır kılınır. Akp’in durmak yok yola devamının tezahürü büsbütün bu tahakküm etme pratikleri arasında kendi iktidarını tam ve eksiksiz muhafaza etmek adına olduğunu görmek için kılavuza hacet yoktur. Meşhur video kaydındaki gibi, anlatmaya gerek yok, görüyorsunuz!
SoL’dan aktaralım: “İngiliz The Guardian gazetesinde Sri Lanka'daki gelişmelere ilişkin bir değerlendirme yazısı kaleme alındı.
Ülkede ekonomik kriz nedeniyle haftalardır süren protestoların ardından başbakan Mahinda Rajapaksa'nın istifa ettiği hatırlatılan yazıda, Sri Lanka'nın ekonomik çöküşünü tamamladığı ve IMF ve Dünya Bankası'nın "kurtarma paketi hazırlama girişimlerinde bulunmalarına karşın ülkenin daha da kötüye gitmesinden" endişelendiği ifade edildi.
Dünya genelinde düşük ve orta gelirli ülkelerin pandemi, borç yükü ve gıda ve akaryakıt fiyat artışının yarattığı krizle mücadele ettiği belirtilen yazıda, bu ülkelerin sırayla ekonomik çöküşe sürüklendiği ifade edildi.
Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) verilerine göre, dünyada söz konusu krizlerin en az birinden etkilenen toplam 107 ülkenin olduğu kaydedilen yazıda, ekonomik çöküş sürecinde "ilk düşen domino taşı"nın Türkiye olmasının beklenmesine karşın, ilk taşın Sri Lanka olduğu belirtildi. Yazıda, "Türkiye, yıllık yüzde 70 enflasyon oranına karşın hâlâ ayakta. Tehdit altında olan diğer ülkelerin aksine Türkiye kendi halkını besleyebiliyor" denildi.
Yazıda, halihazırda borç krizi yaşayan gelişmekte olan ülkelerin, Ukrayna'daki savaşla birlikte krizi daha da derin hissetmeye başladığı belirtildi.”
Büsbütün her şeyin birbirine nasıl itinayla karıştırıldığına dair bütün o meram bir yana salt bu yukarıdaki The Guardian analizinde olduğu gibi, Türkiye’nin yıkıcılığın eşiğine nasıl rehin olduğu gözler önüne serilmesi açısından mühimdir. Bilimselliği bir yana apar topar gündemden aport edilmiş Covid19 ve tüm alt varyantlarının yıkıcılığının ezdiği bir ülke gerçekliği, sessiz sedasız var edilirken güzel günlere değil çok daha berbat günlere yollandığımız kendiliğinden açığa düşer. Ekonomik çalkantıların, korunaklı kılınmış olan çetelerin, seçilmiş zümrelerin günlerini gün, ceplerini ihya etmelerine vesile teşkil edildiği, kan dondurucu sermaye transferleri var edilirken, yeni zenginler inşa edilirken o paravanın hemen yanında iban ile para talep eden bir yönetim hakikati vardır. Gözlerdeki ışıltıdan bahisler açıp, duraksamdan halkın cebini delik deşik kılmaya teşne kurumsal bir yapının var ettiği ekonomik darboğaz, gün aşırı fiyat güncellemesi vardır. Bunları mevzu kılmamak için, sermayenin etiyle kemiğiyle, kaçak çalıştırdığı, can suyu bildiği göçmen, kafa kağıtsızları hedef kılmak vardır. Baş amir bir diyorsa, kendisi operasyon denen şeyin mimarlarından bir zafer part*si denen musibet ırkçı akıma açılan yol vardır, vardır da vardır işte.
Gel gelelim itiraz yükselmesin diye bütün bu çabalar. İlk düşecek domino taşı olmaktan çok daha ötesi, makul bir hayat idesini, asgari bir yaşam pratiğini artık imkansız kılmış, düşündürmeyen, sorgulatmayan, sürekli bir baskının var edildiği yer gerçek kılınır. Bir biçimde mevzu / mesel hayatın normallerinin çalındığı, yerine ikame edilmiş olagelen her şeyle suskunluğun, teslimiyetçiliğin ve mutlak biat etmenin var edildiği bir ülke gerçeğidir. En başından bu yana değindiğimiz üzere, demokrasi ve adalet tahayyüllerinde eksiltmelerin artık aralıksız kılındığı yerde hayat kördüğüm kılınmıştır. Bütünüyle zorbalık, kesintisiz bir faşizm, noksansız bir ayrımcılık ve kural tanımazlık var edilirken hayat hepten çöpe basılandır. Birbiri içerisine geçiyor cümleler, yaraların, mesellerin birini bir tam gün konuşamadan yepyeni yaralara yelken açıyor bir memleket. Tek bir nutuk, tek bir söylev, tek bir hizalama, tek adam, tek millet, tek bayrak fasaryaları aleni olanı göstermeye yetiyor da artıyor. Taarruz altında kalan bir hayat imecesi, ezilip bir de yok edilmeye çalışılan bir müşterek yaşam pratiği söz konusu artık. Her hat bir biçimde o muktedire çıkarken, var edilen her yarada biraz daha ağır sınavlar bu ülkedeki sıradanları kuşatmaya, sınamaya devam ederken yolun da yönün de, dünden pek farklı olmadığı artık afakidir. Karanlığı alaşağı edebilmek için önce aydınlığın her ne olduğunu yeniden bilmek, yeniden sorgulamak, yeniden ortaklaşmak gerekiyor. Ki bu sandık bahsinden de, gündelik polemikler arasında unutturulmaya yüz tutmuş yaraları iyileştirebilmek için her bir Türkiye’li yurttaşın önceliği olmalıdır. Kayda geçsin...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: AFP / Şarkul Avsat
0 notes
seslimeram · 10 months
Text
Hep Eksik Kılınıyor Hayat!
Tumblr media
Didaktik, belirgin bir biçimde saplantılarla donatılmış, duraksamadan yok etmenin yolunu arşınlayan bir biçimde hayata kastın devam olunduğu bir zemindeyiz. İnsanlık mefhumu, insana ait olan hakkaniyet / hak ve hürriyet tanımlamalarının topyekun zehirlendiği, afaki bir biçimde görmezden gelindiği bir zeminin ortasındayız. Her yanımız simsiyah. Hemen her günümüz kapkaranlık. Dünden ağır bir şimdi, şimdiden teyakkuz halinde yıkımlar bir biçimde sınırlandırmalar üstünden ilerleyen, yok etmenin eşiklerini araya duran bir yerin hazin öyküsüdür mesele. Her şekilde hemen her anlamda, sıradanın hakkının, hukukunun alelade değil doğrudan milimetrik yıkıma terk edildiği zeminde mübalağa değil doğrudan yaşadığımız yerin halidir mesele, meselemiz.
Madun siyaset aktörlerinin hepsinin, hep birlikte ama en çok da baş efendi ve şürekasının suna geldiği yenilenmiş ülke şablonunda bu mesel olunan yıkımın / yok etme / çürütmeye dair pek çok örnek birlikte var edilir. Gündelik yaşam tahayyülünün açmazlara rehineliği bir yanda, toptancı bir zihniyetin artık vahamet sınırlarını da aşan sınırlama çabaları diğer yanda, her durumda o yok etme istemi sürekli güncel bir mesele kılınır. Belirsiz değil her anlamda doğrudan yinelenen haller / tahayyül ve pratiklerle birlikte o cürüm sahasına bir adım daha yaklaşılır. Yazılı, verili hakların ters yüz edildiği, ya hiç, ya yok sayıldığı kala kala bir avuç insani mefhumun savunusunun avuntu kabilinden bildirildiği yerde yıkımın her nereyi, her neyi kapsadığı zaten afakidir. Cürümlere tutunarak ilerleyen bir menzilde, salt rakamlardan ibaret görülen asgari ücretin güncellenmesi, memur, emekli maaşlarına doğrudan yapılmış müdahaleler bir iyileştirmeyi değil tam aksine, güncellendikçe daha da dipsiz bir karanlığı arşınlamayı mümkün kılar. Cerahat elinin, eline kan bulaşıp oturmuş o sermaye ile kotardığı vizyonsuz ülke pratikte zorun / ceberut olagelen bir sarmalın kendisi olarak güncellenendir. Budur artık yeni ülke, her dem daha ağır yıkımların sahnelendiği bir cerahat sarmalı.
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “ENAG'ın yüzde 108,58 olarak açıkladığı yıllık enflasyonu TÜİK'in yüzde 38,21 olarak açıklaması üzerine KESK İstanbul Şubeler Platformu Cevahir AVM önünde "İnsanca yaşanacak ücret istiyoruz" şiarıyla basın açıklaması gerçekleştirdi. Tüm illerde ortak gerçekleştirilen basın açıklamasını İstanbul'da KESK İstanbul Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Ayfer Koçak okudu.
"İyileştirme Gerçek Enflasyon Üzerinden Yapılsın"
Basın açıklamasında esnasında "TÜİK şaşırma, maaşımı aşırma", "Rakamlar sahte, yoksulluk gerçek", "Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz" sloganları atıldı. Basın açıklaması öncesinde konuşan Eğitim Sen İstanbul 1 Nolu Şube Başkanı Mesut Mike, "Maaşlarımızın yoksulluk sınırı üzerinde olmasını istiyoruz, bugün yoksulluk sınırı yapılan pek çok araştırmaya göre 34 bin ile 35 bin civarında. TÜİK'in açıkladığı enflasyon rakamlarının doğru olmadığını, bugün bize yansıyan yakıcı enflasyonun ise kesinlikle 100'ün üzerinde olduğunu görüyoruz, biliyoruz ve yaşıyoruz. O nedenle yapılan iyileştirmeler enflasyona ezdirilmeyecek deniyorsa zamların gerçek rakamlar üzerinden yapılması gerektiğini bir kez daha kamuoyuyla paylaşıyoruz" dedi.
"Büyümeyle Övünenler Refah Payını Emekçilerle Paylaşmıyor"
Koçak basın açıklamasına “Alanlardayız. Çünkü güvenli bir gelecek, güvenceli bir iş istiyoruz. Alanlardayız çünkü büyükşehirlerde 12 bin TL’yi aşan ev kiralarını karşılayacak gücümüz kalmadı” diye başladı. TÜİK’in hayat pahalılığını en az yarı yarıya düşük göstererek maaş artışlarımızı bir kara delik gibi yutmaya devam ettiğini ifade eden Koçak, “Yaşadığımız gerçek hayat pahalılığı ile ilgisi olmayan bu sanal rakamlar özellikle maaş zammı alacağımız dönemlerde daha da aşağı çekiliyor. Seyyanen yapılması zorunlu hale gelen artışlar bunun en büyük itirafıdır” dedi.
"22 Bin TL 55 Günde Bile Eridi"
Ülkeyi yönetenler tarafından yıllardır “işçiyi, memuru, emekliyi, asgari ücrete ezdirmedik” nutukları atıldığını vurgulayan Koçak, “Yandaş Memur-Sen yöneticilerinin her toplu sözleşmede iktidarın belirlediği hedef enflasyon rakamlarına imza atmasından bıktık. Türkiye tüm çalışanlar için bir asgari ücretliler ülkesine çevrilmiş bulunuyor. En yüksek ücreti alan kamu emekçisi maaşı dahi yoksulluk sınırı altında kalıyor” ifadelerini kullandı.
Koçak iktidarın seçimlerden önce verdiği “en düşük memur maaşı 22 bin TL olacak” sözünü hatırlatarak Türk lirasının sadece son 55 günde dolar karşısında %25 değer kaybettiğini ifade etti. AKP’nin her fırsatta büyüme rakamları ile övündüğünü vurgulayan Koçak, o büyüme rakamlarını emeği, alın teri ile yaratanlara, bizlere refah payı vermeye yanaşmadığını söyledi.
"Ağustos Ayında Ankara’da Olacağız"
Kamu emekçilerine seslenen Koçak, “Gelin yıllardır tekrarlanan bizi her geçen gün daha sefalete iten bu oyuna artık dur diyelim. Ne TÜİK’in sahte enflasyon rakamlarına ne iktidarın refah payı aldatmacasına kanmayalım. Yandaş basının müjde haberlerine itibar etmeyelim. Bugün sunulan 17.55 + 8077 seyyanen zam ile kamu emekçilerinin eline geçek olan gelir bugünkü yoksulluk sınırının dahil çok altında kalmaktadır” dedi. Toplu iş sözleşmesi süreci için bilerek kamu emekçilerinin tatilde olduğu ağustos ayının tercih edildiğinin altını çizen Koçak, tüm kamu emekçilerini Ankara’ya davet etti.
"İnsanca Yaşanacak Ücret İçin Mücadele Etmek Zorundayız"
Kamu emekçilerini, emeklileri yıllardır kaybettiren bu yoksulluk ve sefalet düzenine karşı insanca yaşayacak ücret, güvenceli iş, güvenli gelecek mücadelesinde omuz omuza vermeye çağıran Koçak, KESK adına talepleri yineledi:
* Bunun için en düşük kamu emekçisi maaşı temmuz ayı itibari ile eş ve çocuk yardımı, yoksulluk sınırının üzerine çıkarılmalıdır.
* Her üç ayda bir yoksulluk sınırında yaşanan artışa göre güncellenmeli, üzerine her çeyrekte yaşanan büyüme rakamları refah payı olarak eklenmelidir.
* Gelir vergisi birinci dilim oranı %15 ten %10’a düşürülmeli, yoksulluk sınırına kadar olan maaşlar-ücretler birinci vergi diliminde sabitlenmelidir.
* Seçim öncesi verilen kira yardımı, mülakatın kaldırılması sözlerinin gereği zamana yayılmadan hemen yerine getirilmelidir.”
Daimi bir biçimde kendi kötülük eşiğini durmadan güncelleyen bir zemindeyiz vesselam. Hiç kimseyi ezdirmedik lafzı döndürülüp, ısıtılıp aralıksız servis edilirken oluşturulan tüm o cerahatin her neye tekabül ettiği zaten başlı başına dile getirilenler ile anlatılmıştır. Bugünün ülkesinin dününden de ağır bir sınamayı, iyileştirme diyerek kaktırma çabasının vardığı düzlemin ne kadar hazin bir sonucu beraberinde getirdiği o eylemlerle çıka geleni, itirazı dikkatle baktığımızda gözler önüne serer. İktidarın yalan / riyayla birlikte kurduğu ve var ettiği ülke tiradının nasıl da boşa düştüğü gözler önündedir. Büyüme rakamları, bir biçimde var edilen muktedir ülke olma halleri, hiçbir surette yaşamda imkanları, olasılık, ihtimalleri bırakılmamış bir kesimi / büyük çoğunluğu sessizlikle kuşatır. Geçinmenin bir biçimde tamama erdirilip, lütfen var edilen iyileştirmeler karşısında anında gerisin geriye iptal olunmasının / heder edilmesinin mesel edilmediği bir yerde emekçilerin sesini kim, nasıl, nerede duyacaktır? Sahiden bunca bodoslamadan ilerlenen bir yok etme kültürünün, ekonomik çökertme halinin ortasında, bütünüyle var edilen imdat çığlıklarını kim nerede, ne zaman duyacaktır?
Düzenleme diye düzensizliğin, iyileştirme diye yoksunlaştırma hallerinin, gelir artırımı ve refah derken yerinde sayan bir eksiltmeyi reva gören, bunu sadece asgari ücretliye değil aynı zamanda kendisinin de oy deposu kıldığı / bildiği emeklilere de var eden bir düzlemde kim neyin hakkını, nerede ne zaman duyacaktır? “Önergelere göre yüzde 25'lik zam, daha önce 5 bin 500 liradan 7 bin 500 liraya yükseltilen en düşük emekli aylığına uygulanmayacak. Emekli zamları sadece kök aylıklara yapılacak. Buna göre örneğin kök aylığı 6 bin lira olup Hazine desteğiyle 7.500 lira aylık alan emeklinin 6 bin liralık kök aylığına yüzde 25 zam yapılacak.” Sonucunda dönüp dolaşıp, batmaya son sürat devam denilen bir menzilde iki gıdım hayat hakkını da çok görmeye devam diyenlerin elinde kalakalır ülke? Misal, hiçbir biçimde görünür kılınmayan, artık mevzu dahi edilemeyen o asgari ücretle / devlet memurunun asgarisi arasındaki uçurum bahsi ne açılır / ne söz hakkı ne de tek bir itiraza yer bıraktırılır. Ülke nüfusunun ekseriyetle ezici çoğunluğuna takdim edilen / eline kan oturmuş sermayenin vermemek için kırk takla atıp, vergisinden düşmeye gayret ettiği asgari ücretin kuş kadar kılınması mesel olunmaz, bu açık imdatları kim ne zaman duyacaktır ki sahiden?
BirGün Gazetesinden iliştirelim: “Temmuz ayı memur maaş katsayısındaki yeni düzenleme kapsamında artırılan sosyal yardım ödemeleri artırıldı.
Düzenlemeye göre, yaşlı aylığı 2 bin 348, yüzde 40-69 engelli aylığı 1874, yüzde 70 ve üzeri engelli aylığı ise 2 bin 811 liraya yükseltildi.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, artışa ilişkin yazılı bir açıklama yaptı.
Göktaş, açıklamasında, "Yapılan yeni düzenleme sonrasında sosyal yardım programlarımızın aylık ödemelerini artışlı bir şekilde hak sahiplerimizin hesaplarına yatıracağız" dedi.
Dezavantajlı durumdaki bireylerin çeşitli hizmet ve sosyal yardım modelleriyle desteklendiğini ifade eden Göktaş, memur maaş katsayısında yapılan düzenleme sonrası sosyal yardım programlarının aylık ödemelerini artırdıklarını belirtti.
Bakan Göktaş, şunları kaydetti:
"Temmuz ayı memur maaş katsayısında yapılan yeni düzenleme sonrasında sosyal hizmet modelleri kapsamındaki yaşlı aylığı 1997 liradan 2 bin 348 liraya, yüzde 40-69 arası engelli oranına sahip vatandaşların aylığı 1594 liradan 1874 liraya, yüzde 70 ve üzeri engelli raporu bulunan vatandaşların aylığı da 2 bin 392 liradan 2 bin 811 liraya yükseldi. Diğer yandan 18 yaş altı engelli yakını olan vatandaşlara ödenen engelli yakını aylığı 1594 liradan 1874 liraya, hafif silikozis aylığı 3 bin 445 liradan 4 bin 50 liraya, orta silikozis aylığı 3 bin 938 liradan 4 bin 629 liraya, ağır silikozis aylığı ise 4 bin 388 liradan 5 bin 158 liraya çıktı."
Her şey ortadayken hangisini neresinden yazarsınız sahiden? Bütünüyle kafasını kuma gömülü tutmaya devam diyen hazirunun varlığı söz konusuyken şu yukarıdaki haberlerin hiçbir anlamı yok mudur? Sokağa çıktığınızda düşünmekten heder olup, dalgın dalgın bir yerlere yetişme telaşında olan insanlara bir tek olumlanabilir bahis açılabilir mi? Yok o iş sandığınız gibi değil denilebilir mi? Marketlerde, öyle on yıldız, beş yıldız, kocaman mega bilmem ne marketlerde değil, un ufak edilmiş hayatlarında hayatta kalmak için bir mücadeleye tutunanların ucuz ürünlerden hangisi daha ucuz bunu alabilmek için bile kırk kez düşünmesinin hesabını mesela kim fark edecektir? Bıraktık, içkiyi, sigarayı, bıraktık o dışarıda yemeği içmeyi, bir yerlerde bir konsere / tiyatroya / sinemaya gidebilmeyi bir tek kitap alabilmenin bile imkansız kılındığı yerde cehaletin yükseltilen duvarlarını bütün bu yoksunluğa dair kime neyi anlatabiliriz sahiden? Bir biçimde sınırlanan, daha da eksik kılınan, her defasında hizaya geçip emir erliğine devam etmesi beklenen, duraksamadan da oyuna talip olunup, yaşam sürmesi beklenen insanların hayatına tek bir iyileştirme sahi ama sahiden de söz konusu edilebilir mi? Markette parası kalmadığı için ketçap çalmaya çalışanı, bir biçimde ekmeğe katık edip onunla yaşayabilmeyi aklında gerekçelendirebilir mi yaygın medya soytarıları, sarayın palyaçoları, üç kuruşa onurlarını satanlar, şunlar ve dahi bunlar! Sahiden!
Didaktik, saplantılarla donatılmış, duraksamadan yok etmenin yolunu arşınlayan bir biçimde hayata kastın devam olunduğu bir zemindeyiz. Ezdirmedik halkımızı derken baş efendi bizatihi nereye yollandığımızı da göstere gelen günlerden geçmekteyiz. Kemerdeki sıkılacak deliğin kalmadığı, katığın ekmekten mülhem ağırlıkta olduğu bir ülkede fikriyat hep geri plana aksettirilirken çığ gibi yükselen faturalar mesela ezdirilmeyen yurttaşları hiç bildirmemektedir. Bütünüyle vergilendirme dilimlerinin tarumar edildiği bir yerde her harcamasını mahsup ettirip, vergi kaçıran mümtaz, müesses nizam asalaklarını mesela kim ne zaman görecektir? Beşli çete nam bir kolektifin memleketin her gününde ol yerli ve milliyi sömüre geldiği bir düzlemde, milletin a. koyacağız buyuranların var ettiği tüm o çürümenin hesabını kim verecektir mesela, sahiden? Devlete ödenen harçların en asgari yüzde elli küsur arttırıldığı, artık bir hayal kılınmış ülke içindeki takoz hiçbir işlemi tek bir kerede var edemeyen dandik telefonların yanında sahiden bir şeye benzeyen, hayır illa ayfon değil, x, y, z marka bir telefonun kayıt ücreti yüzde üç yüz otuz neye dayanarak arttılılır, kaçak şebekesinin başı zaten ak partili bir temsil iken misal! Sahiden yol nereyedir, her neresidir gidilen! Kesintisiz bir girdap halini alıyor koca memleket. Düşman addettiği kesimlerin var edemeyeceği bir ekonomik buhranı memleketin sahici, öz, yerli ve milli denilen evlatları var ediyor. Kış çok daha ağır şartlara gebe kılınırken bir mübalağaya gerek kalmazdan yaşam yağmalanırken, şimşek efendi, hafize hanım, bilmiyoruz kimler kimler için devletin kasası sonuna kadar açılırken, onca yağma var edilip durulurken yıkıma karşı el aman feryadını ne zaman ortaklaştırabileceğiz mesele budur. Tümüyle gemi su aldı, batmaya devam ediyor. Sahiden bunca badirenin ortasında bir imdat çığlığını ortaklaştırmak ne zamandır, iş işten geçmeden...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Nicole TUNG – Bloomberg
2 notes · View notes
seslimeram · 2 years
Text
Çürümüşlüğü Hakikat Olan Ülke
Tumblr media
Çürümüşlüğü mihenk taşı kılmış, var ettiği cerahati günbegün yepyeni evrelere taşıyan ve hemen her durumda zorbalığı ele alan bir iktidar pratiğinin esirleriyiz! Madun siyasete ait o figürasyon tarafından var edilen bir müşterekmiş gibi pazarlanan, vatan, millet, bayrakla ezan dörtlemesi etrafından şekillendirilen her hamlede bu çürümüşlük dört yanı kuşatır. Biyopolitik bir cerahat hamlesinin yekununda, varlığı sabitlenen, geleceğe taşınmak istenen, bugünü hiç eden uğursuz çürüme bu siyaset eliyle var edilendir. Düzen siyasetini var eden temsillerin iktidarından, muhalefet takısına haiz olan aynısının laciverdi kılınan ötekilerine bu doğrultuda bütün bu gümbürtü içerisinde yinelene gelir. Yineleme, yeniden yenileme diye çıkagelen her eylem ve hemen her deneme / dönemeçte vuku bulan hemen her bir tahayyül ve pratiğe evrilmiş olan cerahatle bu çürümüşlük laf değil sahiden kaskatı bir hakikat kılınır.
Bu çürümüşlük meseli demirbaş kılınır. Budur yeni denilen ülke! Kokuşmuşluk dört bir yanı kapsarken, kesif bir çürüme, laf değil hakikatin ta kendisi kılınırken yeni ülkenin ol istikametindeki dehşet tablosuna uyanmak / fark etmek ne zamandır hangi zaman? Madun siyaset pragmatizmi göndere çekerken, cerahat uzak öte değil yalın / doğrudan kesintisiz bir demirbaştır. Bu hallerle tek bir doğrunun muhafazası dahi söz konusu edilemeyecek iken hedef 2023 masallarına inanılır mı? Doğrunun yitiminden sonra var edilen her yeni, her hamle çabasının sonu ufuksuzluk kılınırken, burada halen satılmaya çalışılmasının o akıbeti her ne olacaktır? Bir çürümüşlük yolu / yönü güncellenirken hayat erdemi elden çalınırken, Türklük dışındaki kimliklerin yaşam pratikleri günbegün devletli nezdinde bir biçimde sınırlandırılırken yarın karanlıktan gayri ne getirecektir? Çürümüşlüğü belirgin bir mihenk taşı kılan / bilen / anlayan akımın karşısında yolun yordamın insani olanların yekununa dönüşü her ne zaman söz konusu olacaktır?
Bir biçimde futboldaki şampiyonluğun dahi ırkçı hizipleşme / cepheler arasında zikzaklar çizilerek var edilen nefret turnusolleri imal ettiği menzilde, gündelik yaşama düşürülmüş gölgelerden kim nasıl azade kalabilir ki? Gırtlak gırtlağa düşülmüş bir menzilin gündelik bir normatif kılındığı uzamda o çürüme her yerde yeniden biçimlendirilirken yol nedir, yön her nereyedir? Bitimsiz bir devamlılık bahsi etrafında, kadın sanatçıların sahne aldığı etkinliklerin dahi engellenmeye çalışıldığı, misal Derince Belediyesinin derin araştırma, tahkikatları sonucunda Aynur Doğan konserini iptal etmesi gibi ucubelik kararların var edildiği bir zeminde, zorbalığa karşı kim her nasıl dur diyecektir? Böyle bir idesi var mıdır şu ülkedeki yurttaşların kesin bir biçimde, sorgular mıydınız?
Mezopotamya Ajansından aktaralım: “Yaşamını yitiren Kürt siyasetçi Aysel Doğan’ın cenazesi, memleketi Dersim'de son yolculuğuna uğurlanıyor. Kent girişinde polis tarafından engellenen kitle, oturma eylemi başlattı.
PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın çağrısı ile 1999 yılında Avrupa’dan Türkiye’ye gelen 2’nci Barış Grubu üyesi Aysel Doğan, 11 Mayıs'ta Almanya’nın Köln kentinde tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. Doğan’ın cenazesi, Köln'den Diyarbakır'a hava yoluyla sabah saatlerinde getirildi. Doğan'ın cenazesi, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Saliha Aydeniz, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Ebru Günay, HDP bölge milletvekilleri, Özgür Kadın Hareketi (TJA) aktivistleri, Doğan ailesi ve çok sayıda kişi tarafından "Şehîd namirin" sloganıyla karşılanarak Diyarbakır’dan Dersim'e uğurladı.
Dersimliler tarafından Mazgirt karayolunda bulunan Seyidli Köprüsü’nde karşılanan Doğan'ın cenazesi, yol boyunca kontrol noktalarında durduruldu.
Karşılamanın ardından Doğan'ın cenazesi Dersim merkez Gazik Mahallesi'ndeki evine götürülmek üzere yola çıkarıldı. Turişmek Mahallesi girişindeki kontrol noktasında konvoy ve cenaze aracı yüzlerce polis tarafından durduruldu. Cenazenin Gazik Mahallesi'ndeki eve getirilmesine polisler tarafından izin verilmiyor. Polis cenazenin Asri Mezarlığı'na götürülmesini istemesi üzerine kontrol noktasında yüzlerce kişi oturma eylemi başlattı. Kalabalık grubun karayolunda başlattığı eylem sürüyor.”
T24’den iliştirelim: “Cenazenin Gazik Mahallesi'ndeki eve getirilmesine polisler tarafından izin verilmedi. Polis cenazenin Asri Mezarlığı'na götürülmesini istemesi üzerine kontrol noktasında yüzlerce kişi oturma eylemi başlattı. Polis, cenazeye katılmak isteyenlere gazla ve tazyikli suyla müdahale etti. HDP Tunceli Milletvekili Alican Önlü müdahalede yaralandı, ambulansla hastaneye kaldırıldı.
Aysel Doğan'ın cenazesi belediye mezarlığına götürülürken polis tarafından yeniden müdahale edildi.
Tunceli-Pülümür Karayolu'nda Cemevi yanında uygulama noktasında aile dışında kimsenin giremeyeceği söylendi. Ardından polis cenazeye katılmak isteyenlere tazyikli suyla müdahale etti.”
Zorbalığı ele alırken, gidenin, yitirilen insanların ardında bıraktığı acıya da saldırmayı maharet addeden suç işleri bakanının var olduğu bir zeminde, uydur kaydır gerekçelerle bir kere daha bir yas evi gözaltına alınır. Aysel Doğan’ın politik kimliğini öne sürerek o Dersim sathı mahallini Tunç eli kılmak için eldeki tüm imkanları aralıksız cumhuriyetin en başından bu yana sürdüre duran bir akıl yeniden şiddeti var eder. Bırakalım şerhleri o ama ve fakat bağlaçlarını, kim olursa olsun bir yasa saldırmayı güncelleyen akımın var ettiği çürüme devamlılığa kavuşturulur. Daha önce, Taybet İnan’dan, daha önce Xaci Lokman Birlik’ten, daha önce Cemile Çağırga’dan, daha önce Cizre’de katledilmiş olan yüzlerce insanın / yanmış bedenlerine karşı var edilmiş “milli ve yerli” tahammülsüzlük, Aysel Tuğluk’un annesi Xatun Tuğluk’un mezarsız koyabilmek adına biçimlendirilmiş o faşist saldırı ve nicesinden aşina olduğumuz bir ötekileştirme var edilir bir kere daha. Düşman hukukunda dahi yeri bulunmayan bir cerahati sahiplenen, bununla övünen ve kimi başka devletlerin var ettiği şiddetten hiç geri kalmayan bir zulüm var edilir. Ne hesabı verilir, ne de hesap soracak makam bırakılır. Bu çürüme değilse her nedir ki sahi ama sahiden de çürüten / tüketen ülke!
Artı Gerçek’ten aktaralım: “Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Şikeftan Köyü, Yüksekova’da polis A.K.’nin kullandığı araçta 52 kilo 500 gram patlayıcının ele geçirildiği 21 Mart’tan bu yana asker ablukasında. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, olayın yaşandığı tarihte, Irak’ta patlayıcı madde yüklenen aracın Şemdinli’ye getirildiği ve hedefin de İstanbul olduğunu iddia etti. Soylu’nun açıklamaları sonrası başlatılan soruşturma kapsamında Şikeftan Köyü askerlerce ablukaya alındı. Askerler, “uyuşturucunun yüklendiği yer” olduğu iddiasıyla ablukaya aldığı köye girişlere 40 gündür izin vermiyor.
Mezopotamya Ajansı’nın haberine göre asker baskısı nedeniyle 50 aileden 35’i köyden ayrılmak zorunda kaldı. Köyde kalan ailelerden 14’ünün de ayrılmak için koyunlarını sattığı, satmayan bir ailenin sürekli askerler tarafından taciz edildiği öğrenildi.
Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik 17 Nisan’dan bu yana sürdürülen saldırılar sonrası köydeki baskının daha da arttığı aktarıldı. Yaşadıklarına dair bilgi veren köylülerin, içme sularının 10 gündür kesik olduğunu söylediği kaydedildi.
Evlerinden 100 metre uzaklaşmalarına izin verilmediğini kaydeden köylüler, yaşadıkları mağduriyeti yetkililere iletmelerine rağmen kendilerine yardımcı olunmadığını belirtti. Zor koşullarda yaşamlarını idame ettiklerini aktaran köylüler, erzak almak için köyden dışarıya çıkanların ince aramaya maruz kaldığını ve kimlik kontrolünden geçirildiklerini söyledi.
İstanbul’da görev yapan bir polis Hakkari’de 21 Mart’ta aracında 52 kilo 500 gram patlayıcıyla yakalanmıştı. Polis gözaltına alınırken, patlayıcı madde gerekli tahkikat yapılmak üzere Yüksekova TEM Büro Amirliği görevlilerine teslim edilmişti.”
Çürümüşlük zorbalıkla birlikte çıka gelir her zamanki gibi. Bir asırdır Türkiye sathı mahallinde olsa da, halen onun bir parçasında olduklarına emin olunamayan Kürd’e yönelik baskının biçimi çeşitlendirilir. Kim bilir hangi yarayı var etmekten alıkonulan bir kolluğun yakalanması sonrasında ceremenin sıradan insanlara kesilmesinin utancı kalır geriye. Bunca zamanda var edilen kötülük kafi gelmediğinden bir defa bu hallerle çıka gelen bir devlet pratiği söz konusudur. Dahası hayat hakkının hiç sayıldığı bir yerdir mesel, çürüteni bildirecek olan. İçme sularının kesik olmasından, köyden dışarı çıkmanın handiyse imkansız kılınmasına, bir dolu tehdit / yıldırma hamlesinin refakatinde kim nasıl bir barışı / sulhu var edecektir? Binlerce yıldır bir toprak parçasında var edilen ortak yaşam pratiği de def edilince, geriye bir ülke kalır mı, sahi ama sahiden?
Kocaeli Derince Belediyesi, sanatçı Aynur Doğan’ın 20 Mayıs’ta Derince Açık Hava Sahnesi’nde vereceği konseri iptal etti. Belediye sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada Aynur Doğan’ın ismini vermeden konserin “inceleme sonucunda” iptal edildiği belirtti. Açıklamada “İlçemiz sınırları içerisinde özel bir firmanın yapacak olduğu konser organizasyonunun yapılan detaylı inceleme sonucunda uygun olmadığı tespit edilmiş olup, etkinlik belediyemiz tarafından iptal edilmiştir” denildi.
Gazete Duvar'dan aktaralım: "Gergedan Yapım tarafından yapılan açıklamada kullanılan ifadeler şöyle: “Gergedan Yapım ve BGST Organizasyon olarak, 20 Mayıs'ta Kocaeli Derince Açıkhava sahnesinde yapacağımız Aynur Doğan konserinin iptalini Derince Belediyesi'nin Twitter hesabından öğrendik. Daha önceki tüm işlerimizde olduğu gibi 20 ve 25 Mayıs etkinliklerimizin de ödeme dekontlarımızı ibraz ettiğimiz ve çalışmalarını tamamladığımız halde konser, 'konser organizasyonunun yapılan detaylı inceleme sonucunda uygun olmadığı tespit edildi' gerekçesiyle Derince Belediyesi tarafından konserden beş gün önce bize bir açıklama yapılmadan iptal edilmiş oldu. Aynı koşullarda işlemlerini gerçekleştirip ödemelerini yaptığımız 25 Mayıs tarihindeki konserimiz devam ederken Aynur Doğan konserini yapamıyoruz.
Dünyanın birçok ülkesinde konserler veren ve hayranlıkla takip edilen sanatçımız Aynur Doğan'ın büyük bir heyecanla başladığımız Türkiye turnesinde yaşanan bu olay ve bize göre gerekçesiz alınan bu karar kültür sanat dünyası ve ülkemiz için kaygı vericidir.
Biz birlikte şarkılarımızı söylemeyi bırakmıyoruz. 18 Mayıs'ta İzmir'de başlayacak olan Aynur Doğan Türkiye turnesi Kocaeli dışındaki illerimizde devam ediyor.”
Bir ülkede iki gıdım kendi dilinden, kendi dünyasından bir kelamı sırtlanmış olana yer verilmeyecek olduğunun vahim sureti bir kere daha göndere çekilir. Kürd kimliğini yok saymaların kaçıncı tezahürüdür bu var edilen Derince belediyesi saçmalığı takdirinizedir. Hassasiyet nam bir şeyin icat edilmesinden bu yana süre giden ırkçı ayrımcılığın vardığı o boyut da mı bir şeyleri izah etmemektedir. Türkiyeli bir sanatçının suna geldiği bir tutam kelamın, bir tutam kendiliğinden çıkagelen anlamın, yorumun, nihayetinde musikinin de ta kendisinden nem kapılıyorsa, dahası Kürd hala kırmızı çizgileri harekete geçiriyorsa o memleket sahiden hangi anlamda barışmıştır! Aynur Doğan’ın konserinin engellendiği günlerde, şunlar da var edilir;
AK Partili Çayırova Belediyesi, Amed Şehir Tiyatrosu’nun Kürtçe 'Don Kîxot' oyununu sözleşme yapılmasına rağmen salon vermeyerek engellenir. Metin-Kemal Kahraman kardeşlerin 17 Mayıs'ta yapılması planlanan Muş konseri, Valilik tarafından yasaklanır. Soprano Pervin Çakar, konser yapmak için salon arayışında olduklarında önce repertuarda Kürtçe şarkı var mı yok mu kontrolünün yapılmasından illallah ettiğiden dem vurur. Zafer Part!si başkanı Özdağ’ın hedef göstermesinin ardından Matthaios Tsahouridis’in Trabzonspor şampiyonluk kutlamaları programından çıkarılmasına tepki gösteren Apolas Lermi, siyasi baskılara boyun eğen Trabzonspor yönetimine tepki göstererek sahneye çıkmaz.
Çürümüşlüğü mihenk taşı kılmış, var ettiği cerahati günbegün yepyeni evrelere taşıyan ve hemen her durumda zorbalığı ele alan bir iktidar pratiğinin esirleriyiz! Büsbütün hayatın her hali yerle bir edilmeye çalışılıyor. Müdahaleler müdahaleleri kovalarken, cürmün peşi sıra dizilen, cühela cüretiyle kotarılan her fecaat bir başka zorbalığa dönüşüyor. Kimi zaman hakkaniyet yerle bir ediliyor, kimi zaman cebe bütün gün çalışıp giren üç kuruş tırpanlanıyor. Yoksulluk pay edilirken, direniş unutturuluyor. Eksiklik gündelik bir hale dönüştürülürken sorgulamak imkansızın sınırına terk ediliyor. Fasaryadan bir atılım yapa duran ülke, herkeslerin bizi kıskandığı müjde edilirken daha cümle bitmeden bir tahakküm hamlesi katara ekleniyor. Meram hep eksik kalıyor, ne yazarsak nasıl edersek edelim ortaya çıkan ucubelik dolu yeniyi tam aksettirmiyor. Dününün var ettiği cerahatli o halleri bugün yeniden kullanmaya çaba sarf eden bunu da bir dolu yöntemle ama en çok da insana dair / temel / asgari olan meselleri alt üst ederek kuran bir aklın rehineleriyiz işte. Kötülüğün göndere çekildiği bir zeminde hayatın ehven kılınamayacak olduğunun tanığıyız. Bugün bir asırlık demokrasi deneyiminin izlerinin son kertede silindiği bir yer sahiden var ediliyor. Bütün bu hasbıhal bu çalan ziller, kötülüğün karşısında hayatın her nasıl incecik bir çizgide devam olunduğuna dair beyanatı bildiriyor. Ya sonrası, ya ötesi...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: İstanbul-©- Francisco Seco-Copyright 2022 The Associated Press
4 notes · View notes
seslimeram · 1 month
Text
Yıkıcı Günlerin Kenar Notları
Tumblr media
“Muhtemelen sizin de, hem de çok defa, konuşmanıza "hepimizin hemfikir olduğu gibi" ifadesiyle başladığınız oluyordur. Eminim, insanların da böyle konuştuğunu duydunuz. Ya da bu ifadeyi gazete makalelerinde, özellikle aslında bir tür okura seslenen başmakalelerden okuyorsunuz. Ancak hiç kendinize bu "hemfikir" olan "hepimizin" kim olduğunu sordunuz mu?” Sosyolojik Düşünmek – Zygmunt Bauman – Ayrıntı Yayınları
Doğrudan, yalın, katışıksız bir döngü içinde hayat mefhumu talan ediliyor. Bildik tümce, betimlemelere yer bıraktırmayacak bir açıklıkla, muktedir ve avenesi bir kere daha tüm o seçim sathı mahallini öne sürerek hayatın kuşatılmasını doğru ve apaçık bir yıkım idesini imal etmeye devam ediyor. Biyolojik politik bir sarmal olarak güncellenen yeni ülke fikri doğrudan o faşist amirin, baş efendiye dediği gibi yeni yüzyılın başa örülecek çoraplarını güncellemek için doğrudan tutkuyla iteklenir. Demokrasiyi sahici olarak bir dolgu olarak gören ve amaca ulaşabilmek adına kullanışlı bir aparat kılan / belleyen o muktedir aklının bir tevatür değil doğrudan yönlendiği saha o çitlenmiş, hayat idesinin kuşatıldığı bir yeri de göstere gelir. Yirmi bir yıllık iktidar tahayyülünün var ettiği eşik o dönemeçler içinde, arasındaki zulmü yaşamda sabit kılıyor. Doğrudan müdahalelerle birlikte var edilmiş olan sözüm ona mutabakatlarla madun siyaset pragmatist bir ülkeyi dönüştürür. Ezberler, daim yinelenen masallar ve daima karşılıksız konulan hikayeler / atfetme halleri bu taraz taraz hayatı gösterir. Lime lime edilmiş sıradanın hayatı denetim, gözetim ve tahakküm üçlüsü refakatinde devletlinin propaganda aygıtını değerlendirmesiyle beraberce zehirlenmiş başka bambaşka bir tavra / yönelime evrilir. Bu hallerin istikametin esas var edilen şey o hayatın talan olunmasıdır.
Herkesin hemfikir olduğu yanılgısını kullanışlı addeden, bununla kendisine yepyeni bir istikamet imal etmeyi, yanlışı doğru, eğriyi düz, yalanı hakikat olarak gören bildiren bir toplamla hayat mefhumu topyekun kuşatılır. Sosyal politik deneysellik / deneyi aleni bir yaşam aksiyonu kılan devletlinin var ettiği her şey o tasavvur olunan yıkıcılığı güncel bir mefhuma dönüştürür. Geleceğini bir şimdi içerisinde tüketen, şimdisini dününün devamı kılan, dününü de olabildiğince yalın bir biçimde unutturmaya çalışan aklın sunduğu her şey hayat mefhumunu derdest etmeyi amaç edinir. Cerahat içerisinde, birbirinden bağsız, bağlantısız görünse de her durumda birlikte / hep beraberce okunduğunda gerçekliği tam ve eksiksiz ortaya çıkan bir cerahat imiyle hayat mahvedilir. Baş efendi, baş faşist ve tüm o zümrelerin birlikte imal ettikleri yenilik dolu ülkenin ısrarla geçmişini tekrarlayan, daim bir biçimde yorgun düşüren, kötülüğü önceleyip, hayatı zehreden bir sureti temsile evrimi kesintisiz kılınır. Seçim sathı mahallinde onca tehditle, bir dolu hakaretle, daimi bir ayrım ve ötekileştirmeyi öne sürüp, ardından da kimseler sıkıntı çekmiyor, kimsenin kimliğine karışmıyoruz, hayatın özgürlüğüne saygı duyuyoruz gibi nice çıkarım var edilirken hakiki olan şey bodoslama bir yıkıcılıktır. Her gün her yerde, hemen hemen her şekilde.
Evrensel Gazetesinden Ali Alper Alemdar’ın makalesini aktaralım: “Merkez Bankası son faiz kararı ile havlu attığını ilan etmiş oldu. Burjuva iktisatçıları arasındaki genel kanının aksine, Merkez Bankasının faiz kararını, rasyonel politikalara dönüşten ziyade, panik halinde alında alınmış bir karar olarak görmekteyim. Keza, Şimşek döneminde, rasyonel politikalara dönüş adı altında, kuru kontrol altına almada işe yarayan politikalardan, saatli bomba denilerek, vazgeçildiğini gördük. Elindeki araçlardan vazgeçen Merkez Bankası ve Mehmet Şimşek, son çare olarak faizi beklentilerin üzerinde yükseltti.
Faizi yükseltmek, gerçekten TL’nin değer kaybını engelleyebilir mi? Eğer, bu soruyu 2017 yılı öncesi cevaplamam gerekseydi, bir nebze de olsa evet diyebilirdim. Fakat, 2024 yılında, güncel uluslararası ve ulusal politik ekonomik konjonktürde bunun pek de mümkün olmadığı gözüküyor. Peki, para arzını ‘sıkılaştırma’ ve faizi yükselterek kur şoklarını engelleme politikasının etkileri nelerdir ve özellikle seçim sonrası bizi neler beklemektedir.
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Şimşek dönemindeki para ve maliye politikası, genel seçim öncesi Millet İttifakının önerdiği politikalardan çok farklı değil. İttifak dağılmasına rağmen, ittifakı oluşturan partilerin halen daha aynı çizgide olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Şimşek’in, rasyonele dönüş adı altında uyguladığı politikaların faturasının bedeli ise işçi sınıfı için günden güne artmaktadır. Nebati döneminde başlatılan işçi s��nıfını fakirlikle kontrol altına alma stratejisinin, Şimşek döneminde işsiz ordusunu büyütme stratejisine dönüştüğünü, gerek kemer sıkma gerekse de faiz politikasından görebiliriz. Son alınan faiz kararının etkilerinin, bu yönde olması kuvvetle muhtemeldir. Keza, faiz artışının etkileri, halihazırda olabildiğince baskılanmış ücretlerden ziyade, işsizlik üzerinde olacaktır. Bunun en önemli göstergelerinden birisi kapanan şirketlerinin sayısındaki artış, faiz politikasının sonuçlarını yansıtan önemli göstergelerinden birisidir.
Kur şoku ile başlayan, pandemi kaynaklı üretimdeki azalma ile derinleşen ve şirketlerin süper kârları ile devam eden enflasyonun, nedeni ise halen daha Şimşek ve burjuva iktisatçıları tarafından ücretler ve talep olarak görülmektedir. Halbuki, bu iddiayı kanıtlayacak ne anlamlı bir veri ne de çalışma bulunmaktadır. Buna rağmen, para ve maliye politikası, böylesi bir sorunun varlığı üzerinden yapılmaktadır. Bu politikaların kendi içerisindeki tutarlılığı ya da Şimşek’in gerçek bir politikası var mı tartışılabilir. Fakat, bir sene içinde atılan her adımın, sermaye yanlısı olduğu görülmektedir. Faizlerin arttırılması, kemer sıkma politikaları, küçüklü çaplı işletmelerin kapanmasına, tekelleşmenin ve işsizliğin artmasına neden olmaktadır. Bununla birlikte, reel geliri günden güne eriyen emekçiler, yaşamlarını idame etmek için daha fazla borçlanmak zorunda kalmaktadır. Kamu dışı borçlanma sorununu, işçi sınıfının yaşadığı kriz olarak tanımlamaktan ziyade, aşırı harcama kaynaklı gören burjuva iktisatçıları ise borçlanmanın maliyetini arttırmayı savunmaktadır. Son dönemde yürürlüğe giren kredi standartlarındaki sıkılaştırma ve borçlanmanın maliyetinin arttırılması da tam da bu nedenledir. Bütçe dengesi adı altında yapılan kamu harcamalarının azaltılıp, vergilerin artırılması ise kamu dışı kesimin borçluluğunu arttırmaktan başka bir etkiye sahip değildir. Faiz yükseltme ve parasal sıkılaştırma kararları sonucunda ise kamu harici borçluluğun artmasının yanı sıra, borcun maliyeti ve borca ödenen faiz de artmaktadır. Servet transferini tam da böylesi bir tabloda görmekteyiz. Bu politikalar altında emekçilerin daha fazla borcun içine sürüklendiği ve yeni düzenlemeler nedeniyle, daha fazla faiz ödeyeceği aşikardır.
Her seçim öncesi, seçimden sonrası tufan diyen iktisatçıların aksine, seçimlerden bağımsız olarak, emekçilerin yaşadığı kontrollü tufanı anlamamız gerekmektedir. Keza, deprem sonrası mülksüzleştirme politikaları, vergi politikasının dizaynı ve faiz-kemer sıkma politikaları, emekçilerin, sermaye ve devlet tarafından disipline edilip, kontrol altına tutulmasına yöneliktir. Bahsettiğim politikalar birbirinden bağımsız değildir. Her bir politika birbirine bağlı olarak, işçi sınıfını kontrollü tufanın içinde tutarak, politik gücünü zayıflatmaya yöneliktir. Devletin politikalarını bu şekilde deşifre etmediğimiz sürece, emekçiler, politik güçlerinin zayıflıklarından dolayı AKP ve Yeniden Refah gibi partilerin etkilerinin altından çıkamamaktadır.
Tüm bu resme ve olasılıklara rağmen, seçim sonrası politikalarda değişikler olabilir. Elbette, işçi sınıfı lehine çok da olumlu bir gelişme beklememeliyiz. AKP, yerel seçimlerde büyük bir hezimet yaşamaz ise bu politikalar muhtemelen devam edecektir. Fakat, ciddi bir seçim hezimeti yaşanırsa, Şimşek yönetiminin ömrünün de uzun olacağını düşünmemekteyim. Seçim, AKP lehine sonuçlansa dahi, Şimşek’in ortodoks politikalara dönüş çabaları, Türkiye’yi işsizliğin arttığı ve gelir dağılımın iyice bozulduğu bir döneme sürekleyecektir. Faiz kararını, tam da bu çerçeve içerisinde değerlendirmeliyiz. Merkez Bankasının faiz kararı ne piyasa gerçeklerine göre verilen ne de kısa vadede nefes aldıracak bir karardır. Keza, piyasa gerçekliği diye adlandırabileceğimiz homojen ve mutlak bir yapı yoktur. İşçinin piyasa gerçeği ile burjuvanın piyasa gerçekliği arasında ciddi farklar vardır. Kemer sıkma ve faiz politikalarına, piyasanın da değil de işçi sınıfının gerçekliği üzerinden baktığımızda ise devletin ve sermayenin iş birliğini görmek mümkündür. Seçim öncesi başlayan ve sonrası devam etmesi muhtemel ekonomi politikaları, kuvvetle muhtemel, işçi sınıfının içerisinde bulunduğu kontrollü tufanı ve yoksulluğu derinleştirip, sermayenin, sınıf üzerindeki kontrolünü artırmaya yarayacaktır.”
Tümüyle herkesin hemfikir olduğu yanılgısı karşısında muktedirin ses vermesine müsaade ettiklerinin dışından bir meram her şeyi bir kere daha görünür kılar. Anlatılan ile yaşananların arasındaki derin uçurum halinin gerçekliği acı bir Türkiye imgesini de sunar. Hayat mefhumunun talan olunmasında aşılan ekonomik eşiğin her nasıl biçimlendirildiği, dahası taviz üstüne taviz verdirilen insanların sıradan olanlar harici kimselerin olmadığını gösteren bir tavırla biçimlendirildiği meydana çıkar. Seçim sathı mahalli geçicidir, geriye kalan talan / linç / yoksunluk politikası bir hakikat. Günbegün ezber edilmiş şablonlarla bir memleketin esas yıkımına dair hiçbir ön alma bahsine yer vermeden gününü gün etme hallerinin çeşitlendirilmesine tanık ediliyoruz. Afaki kılınmış ol müşterek, herkesin hemfikir olduğu ülke / yönetim / gündelik yaşam pratiklerinin her neyi kapsamadığını artık çok daha net görüyoruz. Hiç kimselerin, hiç kimselere yanlama ihtiyacı olmayan ol sıradan insanların meramının, mesellerinin her ne olduğuna dair en ufak bir tepkimenin var edilmediği yerde, ekonomik / sosyal politik güncel kabus halinin devamlılığı seçim bahsinin ilerisindeki karanlığı imler. Herkesi ortaklaştırmak yerine inatla ayrımcılığa, bir biçimde ötekileştirmeye çaba sarf eden, buna bel bağlayan bir menzilin katran karanlığı her ne olacaktır, düşünür müsünüz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Bülent KILIÇ – İstanbul 2014
1 note · View note
seslimeram · 8 months
Text
Her Gün Yıkımın...
Tumblr media
Sezgisel değil, doğrudan, yaşatılanlarda, hakikat içerisinde her günü bambaşka bir yıkıma çıkıyor ülkenin. Dönüşüm, yenilenme ve yeniden imal etme vaazları birbirini kovalarken o cürümlerle yol / yön arar ülke. Tahakküm, denetim ve gözetim ikilisine eklemlenerek, ek kılınarak her günü apayrı bir deney sahasına dönüştürüyor bu ülkenin yönetim katı. Ol ülke yaşatan, yaşam veren bir yer olmaktan çekilip kopartılıp cerahatin rehin, cürmün ta kendisine tutsak, tehdit ve tahakkümün türlüsüne batmış bir yere tam da yazılagelen bir mefhum olarak cehennem suretine dönüştürülüyor. Cerahat, denetim, gözetim, tahakküm üçlemesinin ayrışmaz ögesi bildirilir. Ak parti ve beraberindeki garabet temsil / kümelerin sunduğu, bütünüyle var etmek istediği bu kör karanlık cerahat sarmalıdır. Kesintisiz hakikat kılınan tahakküm ögeleriyle yaşam kuşatılandır. Birbirine benzer ve aynı sayılabilecek tezahürler, eylem bütünlüğü içerisinde her güm başka yaralara çıkartılandır. Erk, muktedir, iktidarın suna geldiği daraltma hamleleri, açmazlar içerisindeki ülkeyi de görünür kılar. Tekmili birden her durumda daha da karanlık, daha da derin yaralara meyil eden, bununla günü kapsanan bir menzil meselidir hakikatimiz.
Yıkım anlık var ediliyor. Tüketme üstünden güncellenen devletli hamlesinin kullanışlı addettiği her bir tahayyül ekonomik bir cürmü var ediyor. Çalış, çabala ancak hayatta kal! Çalış, mesai harca eline geçen üç kuruş için mümtaz patronun insafına terk edil. Hem ol asgari ücret neyinize yetmiyor hainler, dış güçler, mihraklar onlar bunlar. Çalış, çabala ol patronajı atlat, gel ev diye var edilmiş, mezarlara avuç avuç para dökmeye alış. Çalıştığını arttırıp eline geçen ücreti kafana göre belirleyeme, gel gelelim mümtaz ev sahiplerinin bol hayır n’olamaz diye sayıklamaları arasında asgari yüzde yirmi beş, tavan gökyüzü kadar açık ve aleni değerlendirme / kira belirleme oranları için müzakerelere düş! Sonunda hep tuş ol, teslim! Kazanan sistem! Çalış mesai harca, geç mesaiye de kal, eline geçenle bırak ev almayı, araba sahibi olmayı ayağına potin dahi alama. Dışarıda yemek fiyatlarına baka baka iç çek, iki yüz elli liraya pizza mı olur diye derde düş, iki yüz ile üç yüz lira arasında burger mi olur diye hayıflan, yerli malı lahmacunun kedi etsiz olanına yetmiş beş liranın her nasıl çakıldığına uyandığında dert sahibi olduğunu fark edip, yemek yerine dayağa hazır olmanın konforunu yaşa. Potin demişken bütün bu badireleri atlatabildiniz gel gelelim o üst, bu baş ne olacak diye hayıflanmaya devam. Bekar olsanız hayat size güzel diye bildirilir, oysa tek pantolon beş yüz / yedi yüz lira. Bir tişört iki tane yüzlük. Evli olunsa kimin sırası öncelikli o da belirsizliğini korur. Bütünüyle sadece gündelik şeylerde dahi bir yıkım yoklaması tezgahlanır.
Dahası da mevcuttur, mevcut iktidarın sermaye şaklabanı bir temsil ile kurduğu ekonomi politikasının bir örneği gençlere verilecek cep telefonunda iltimas gibi gösterilen özel tüketim vergisinin alınmamasına dair düzenlemeden bile okunabilir. Çoğunluk apple iphone ya da samsung diye bekleşe dururken, böyle bir düzenleme ile en azından gençlere dair bir hamle beklerken, o madun siyaset aktörü paragöz herif yerli ve milli diye kodlana durulan kaspır,vest-el,riidır hiçbirisi türkçe değil hiçbirisi yerli üretim de��il fason telefon imalatçılarından birer telefon hakkının olabileceğini bildirir. Bütçe açığını da düşünmek lazım diye çıkagelen notunu da araya sıkıştırıp, iki gıdım umudu da tuzla buz etmekten ne de olsa gençler alışırlar zamanla diye büyüyünce alırlar denilerek komik gerekçelerle hiç umursamadan umut paramparça edilir. Yıkımın vurdu kırdı ile yapılanı değil bir de böyle bir tahayyülle çıka geleni mevcuttur. Bu kadar dominant bir baskıcılık ekseninde, hepten ama her dem bir denetim, gözetim ve tahakküm hamlesi işlevsellik kazandırılırken bütün o anlatılan yeni ülke masalları neye yarayacaktır, gerçeklikte elde kalan sıfıra sıfır hep de sıfır olduktan sonra? Açmazlar içerisinde debelenip dururken sıradan insanlara bir de şu eksik kalmıştı diye var edilen vergilendirmelerden, otomatiğe bağlanan zamlara, eksik var gibi çıkagelen silahın ulu orta herkesin beline takılmasına, yaygın medya kanallarından gün aşırı paylaşılan kin / nefret / linç haberlerine hepsiyle, bir bütün olarak memleketin çürüten, kıyan ve yok eden tahayyülü görünür kılınır. Bunca badirenin ortasında var edilen şey bir yıkım değilse nedir ki?
Bianet’ten aktaralım: “6 Şubat depremlerinin ardından Hatay'ın Defne ilçesine bağlı Aşağıokçular Mahallesi'nde kurulan Yaşam Merkezi'nde dün (25 Ağustos) 200. gün raporuna ilişkin basın açıklaması yapıldı.
"Kamusal hizmetlerin sunumunu düzenleyen hükümet, mülki amirlikler ve belediyeler, kent halkının somut olarak ne halde olduğuna ilişkin yeterli bilgi sahibi olmadığı gibi, bu bilgi eksikliğini gidermek üzere bir çaba içinde de değildir" diyen Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı Evrim Çakır, raporun amacını şöyle özetledi:
"Rapor, Hatay'ın yaşadığı sorunları ve acil ihtiyaçları kent halkının 200 gündür süren yaşamı yeniden inşa etme mücadelesi içinde açığa çıkan verilere dayanarak en dolaysız haliyle ortaya koymayı amaçlıyor."
200 günlük gözlem, deneyim ve araştırma
Hatay'a bağlı Antakya, Defne, Samandağ, Altınözü, Yayladağı ve Belen'de yaklaşık 30 mahallede çalışma yürüten gönüllülerin 200 günlük gözlem, deneyim ve araştırmaları sonucu hazırlanan raporda; barınma, sağlık, eğitim, çocuk ve kadın alanlarına yoğunlaşıldığı görüldü.
Söz konusu başlıklara ilişkin gözlem ve tespitlerin yer aldığı raporda, Hatay'daki temel sorunlara dikkat çekildi:
*Kentin yeniden inşasına dair belirsizlikler ve maliyet kaygısı halkı ağır hasarlılar dahil depremde zarar gören binaları kendi imkânlarıyla onarıp eski evlerine taşınmaya yöneltiyor.
*Devlet kontrolündeki çadır ve konteynır kentlerde sosyalleşme ihtiyacı yok sayılıyor. İmkanlar halkın (kalabalık aile, engelli, yaşlı ve bakıma muhtaç kişiler gibi) özel ihtiyaçlarını gözeten bir planlama ile paylaştırılmıyor.
*Yönetmelikler ve halk sağlığı hiçe sayılarak hızlandırılan yıkım ve enkaz kaldırma çalışmaları nedeniyle sık sık kazalar yaşanıyor, asbest dahil zararlı kimyasallar içeren toz ve moloz kentte ciddi bir hava, toprak ve su kirliliği yaratarak halk sağlığını tehdit ediyor.
*Kentte altyapı sorunları sürüyor, sık sık su ve elektrik kesintileri yaşanıyor.
*Sağlık hizmetleri tam kapasite verilemediği gibi yıkım ve yeniden inşa süreci halk sağlığı hiçe sayarak yürütülüyor.
*Öğrenciler pandemi ve depremle birlikte üç yılın önemli bir bölümünü okuldan uzak geçirdi ancak okullarda telafi eğitimine yönelik gerekli hazırlıklar yapılmadı. 200 günlük süreçte okulların fiziki onarımı için adım atılmadı.
*Kadınlar deprem sürecinde ağır bir bakım emeği yüküyle karşılaştıkları gibi kadını koruyan mekanizmalar, sosyalleşme ve istihdam olanakları ortadan kalktı.
*Çocuklar çadırlara ve konteynırlara kapatıldı. Çocukların sağaltımına yönelik psikososyal destek çalışmaları ve sosyalleşme ortamlarının yaratılması için adım atılmadı.
"Devlet kurumları, halkı eksiksiz bilgilendirmeli"
"Hakikat resmi söylemin değil halkın ve yaşamın hakikatidir" denilen raporun sonuç bölümünde ise şu talep ve tespitler sıralandı:
*Geçim ve yaşam koşulları tahrip olmuş kent halkının barınma, sağlık, eğitim, ulaşım, elektrik, temiz kullanma ve içme suyu, sağlık beslenme, psikososyal destek gibi temel ihtiyaçları devlet tarafından nitelikli, parasız ve sürekliliği olan bir biçimde, kamusal bir hak olarak sağlanmalıdır.
*Halk belirsizlik içinde kaderine terk edilmemeli, devlet kurumları tarafından sağlıklı ve eksiksiz biçimde bilgilendirilmeli, ihtiyaç ve sorunların tespitinde, yeniden inşa sürecinin yürütülmesi ve denetlenmesinde söz, yetki, karar sahibi olduğu mekanizmalar kurulmalıdır.
*Hatay'ın sosyal, kültürel, ekolojik dokusunu tahrip eden politikalardan vazgeçilmeli, demografik yapıyı değiştirmeye; kültürel ve doğal mirası, yaşam ve tarım alanlarını rant projeleriyle ve siyasi hesaplarla tahrip etmeye yönelik adımlar durdurulmalıdır.
*Hatay halkının sorunları 200. günde bütün yakıcılığı ile sürmekte, bu sorunlar çözülmeyi beklemekte, halk iradesinin sorunun ve çözümün belirlenmesinde ve yeniden inşa sürecinin yönetiminde en sağlıklı ve en gerçekçi adres olduğu görülmektedir.”
Her günü bambaşka bir yıkıma çıkan ülkenin hakikatine dair bir tespit silsilesidir Hatay, Antakya’dan var edilen. İki yüz koca gün geçtikten sonra, henüz molozların epey hallice bir kısmının kaldırılmadığı, insanların gündelik yaşamlarından binbir türlü tahayyül ve engellemeyle alıkonulduğu bir zeminde olmakta olanın adı yıkım değilse nedir ki zaten? Daha yeni Dikmece Köyünde var edilmek istenen talan, istimlak edilerek kamulaştırılmak istenen zeytin ağaçları ve buğday tarlalarının olduğu bir zeminin yok edilmesi dirençle ve dayanışmayla aşılmaya çabalanırken görmezden gelenler için iki yüzüncü gün raporu hiç mi bir şeyi dank ettirmeyecektir? Kimliksizleştirilmek istenen, yok edilmenin kıyısından geri dönerken bir de tahakküm nesnelliği ile belirsizliklerle, yok sayılma arasında sınava tabi tutulan bir yerin hakikati ne zaman konuşulacaktır, sahi hangi zaman? Tümden, bariz ve belirgin bir halde cürmün ta kendisine rehin edilen insanların, ne halleri varsa görsünler yollu pratiklerin ortasında, unutmayacağız denilen yıkımların kaçıcısıdır ya da kaçıncı cehennemdir memleket sathında gündem düşürülen. İki yüz koca gün ve birkaç artı saatin geçtiği şu raddede hiçbir olumlanabilir hamlenin var edilmediği, psikolojik ve sosyal yardımların esirgendiği, ekonomik refahın / ulaşılabilirliğin zaten mevzu dahi hiç edilmediği bir zeminde tam olarak istikamet necidir? Yıkım bunca aralıksız zapt ederken o hayatı, sahiden? Tümüyle yaşam eriminin normatif sureti tahayyülü ayaklar altına alınıp cerahate resmen rehin edilirken onca yaranın hesabı ne olacaktır ki? Her günü belirgin bir yıkıma çıkartılan ülkede o rehin edilen hayatların yaşadığı yaraların hesabı sahiden ne olur, olacaktır? Bunca zaman sonra katran karanlığına demirlemiş bir ülkenin, iki yüz küsur gün sonrasında bir menzildeki deprem fecaatinin izlerinin halen yerli yerinde saya durduğu bir uzamın hakikatini kim ne zaman fark edecektir ki? Öylesine, laf olsun diye değil daim bir cürüm hemhal halle sahiden yol nereyedir, düşünür müydünüz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Antakya’dan Artakalan Bir Kesit ::: Ümit BEKTAŞ ::: Reuters
0 notes
seslimeram · 8 months
Text
Kepazelik Hallere Rehin Hayatlar
Tumblr media
Bitmiyor, rezil kepazelik tükenmiyor. Sonlanmıyor hiçbir zaman nihayete ermiyor alenen var edilmiş olan cerahat. Hiç sakınılmıyor ya da esirgenmiyor miadı tükenmiş her nerede ve her ne şekilde olursa olsun madun siyasetin pratikleri. Bir türlü finale varılmıyor. Artık aleni bir biçimde her gün sınav kılınırken, bunların, o aralıkta yaşatılanların bir günlük ya da anlık değil ömürlük bir mesel dayatma olduğu sorgulanmasın isteniyor. Kepazelikler iş bu sahnede eylenirken, linçlerle o mefhum konuşturulmuyor. Bütünüyle yağma var edilip dururken yaygın medyanın çoktandır iktidara rehin olduğu / kılındığı bir düzlem gerçeğin ta kendisi ilan ediliyor. Hakikat ne, gerçeklik nerede, bunlar yanıtsız! Bilindik aşina oluna gelen tekerlemelerle gün fecaat, yarın kapkaranlık. Her şekilde sıradan olanın hayattaki ol var olma isteminin önünde setler, briketler, durdurulamayan barajlar, tuzaklar, engeller ve daha nicesi. Bitimsiz bir kepazelik ilerleme diye dayatılırken madun siyaset, malum olan o medya eliyle, elit denilen bir kesimin onaması / yol vermesiyle beraber toptan bir zifiri karanlık her yerde biçimlendirilir. Rezilliğin, arsızlığın, umarsızca yağmanın şimdisinden bir kesittir nakletmek istediğimiz.
Tümden bütünleşik bir görgüsüzlük hali içerisinde insanları sürüm sürüm süründürmeye devam ederken muktedir, hanedanlık oyunlarının tezgahta halen işlenmesidir misal anlam kazandırmaya çabaladığımız. Geçer akçeli işlerin çoğunda d��n malum mafya tiplemesi ol ülkesini milletini sevdiğini iddia edenlerin bir nesliyle bugün onların hamiliği altında ileri derecede organize çetelerin pat orada küt burada sahneyi zapt ettiği, yönünü hukuki değil tastamam talan ve gücü yetenin yettiğine vurduğu kırdığı bir düzlemdir mesela anlatmaya çabaladığımız. İç edilmiş milyarlarca dolarlık rant pazarları, birer et gibi pazarlanan insan çoğunlukla kadın pazarları, organ mafyalarına peşkeş çekmekten, cinsel tacizlerin katran karası odaklarına demirleyen çocukların hallerine, ihale kovalama hallerinden can yakıcı bir talandan başkasına ulaşan figüratif hallerle o rezil kepazelik ülke titri tükenmiyor. Bir biçimde aralıksız, bir şekilde noksansız bir batağa sürükleniş gerçek kılınır. Her şekilde, her anlama, her karşılaşmada biraz daha mağdur, biraz daha kırılgan bir hayat imgesinin ortasına terk edilirken sıradan insan, hanedanlık, saray sultası ve şürekasının el bebek gül bebek, al takke ver külah soyguncu, talancı, yıkıcı, tahakküme daim istikamet çizdiği yol, yönün meselidir dikkat çekmek istediğimiz.
Mezopotamya Ajansından aktaralım: “Gültan Kışanak ile cezaevinde görüşen EMEP Milletvekili Sevda Karaca, Kışanak’ın ablasının cenaze töreninden sonra depo benzeri bir yerde tutularak, işkence uygulamalarına maruz kaldığını belirtti.
Emek Partisi (EMEP) Dîlok Milletvekili Sevda Karaca, ablası Zeynep Özer’in 9 Ağustos’ta Xarpêt’te düzenlenen cenaze törenine katılan Gültan Kışanak’ın, cenazeye gidişi ve Kandıra Cezaevi’ne dönüşü sırasında işkence uygulamalarına maruz kaldığını duyurdu.
Kışanak’ın yaşadıklarını aktaran Karaca, Adalet Bakanlığı’na “Derhal soruşturma ve açıklama bekliyoruz” diyerek seslendi. Kandıra Cezaevi’ni dün ziyaret eden Karaca, Gültan Kışanak, Figen Yüksekdağ ve Nurhayat Altun’u ziyaret ettiğini belirtti. Ziyarette Kışanak’ın yaşadıklarını öğrenen Karaca, sanal medya hesabından şu paylaşımı yaptı: “Ablası henüz yeni defnedilmişken mezar başından apar topar götürülen Kışanak, Elazığ Havaalanı’ndan uçağa binerek, İstanbul ve ardından Kandıra’ya döneceğini düşünürken, kendisine hiçbir bilgi verilmeden Elazığ Cezaevi’ne götürülmüş. Nedenini sorduğunda ‘Size cenaze için 4 saat verilmiş, süre doldu, o nedenle cezaevine gidiyorsunuz’ cevabını almış.
Depo Gibi Bir Yerde Bekletildi
Yanında ne ilaçları ne de gecelemek için ihtiyaç duyacağı eşyaları olan Kışanak’ı, cenazeye gittiği haliyle cezaevine götürmüşler. Elazığ Cezaevi’nde arkadaşlarıyla kalmak için başvuru yapmasına rağmen depo gibi, oldukça kirli bir yerde geceyi geçirmeye zorlanmış.
Sabah bir yetkili ile görüşme talebine saatlerce yanıt verilmemiş. Nöbetçi müdüre ‘Siz insan mı kaçırıyorsunuz, aileme bile haber vermeme izin vermeden beni buraya getirdiniz, telefon hakkımı kullanacağım, avukatla görüşmek istiyorum’ dediğinde kendisine ‘Sorumlu biz değiliz, sizi getiren jandarmalar, birazdan gelir zaten onlar’ cevabı verilmiş. Kışanak ısrar edince ailesine telefonla Elazığ Cezaevi’nde olduğu bilgisi iletilebilmiş ancak.
Hükümlü Muamelesi
Ailesinin yönlendirmesiyle cezaevine gelen avukatlar, ‘Kışanak hükümlü, hükümlüler öğle arasında ziyaret kabul edemez’ denilerek 1 buçuk saat bekletilmiş. Oysa Kışanak hükümlü değil, tam 7 yıldır adaletsiz, hukuksuz, haksız bir biçimde tutuklu yargılanıyor.
7 Saatlik Eziyet
Yine Elazığ Havaalanı’na gideceğini düşünürken, eline tutuşturulan bir yemek poşeti vesilesiyle öğrenmiş Sivas’a götürüldüğünü. Sivas’a götürülmesinin nedeni ise ‘uçak bulunamaması’! Önceden tüm masrafların idareye yatırıldığı yolculuk, adeta bir işkenceye dönüştürülmüş, Sivas’a kadar 7 saat ring aracında eziyetli bir yolculuk sonrası gece 03.00’ü bulan bir saatte ancak Kandıra Cezaevi’ne varabilmiş Gültan Hanım.”
Bakanlığa Çağrı
Bu korkunç muamelenin hiçbir mahkuma reva görülemeyeceğini ifade eden Karaca, “Hele de taziyesi olan, acısı büyük olan seçilmiş bir siyasetçiye, adeta işkence etmek için böyle bir eziyetin uygulanması hem insanlık dışı hem de hukuksuz” diye belirtti.
Adalet Bakanlığı’na seslenen Karaca, “Acısına saygısızlık edilen, sağlığı konusunda riskler yaratılan, taziye ortamında Gültan Hanım’dan iki gün boyunca haber alamayan ailesini derin endişeye sürüklenmesine neden olan bu tutum, izaha muhtaçtır. Sorumluları ortaya çıkarılmalıdır. Bu konuda Adalet Bakanlığı’ndan bir açıklama bekliyoruz” çağrısında bulundu.”
Kepazelik şu yukarıda Gültan Kışanak’ın başına getirilen değilse ne nedir ki sahi ama sahiden? Tümüyle devletlinin işgüzarlığı, var edilmiş nefret söyleminin hükümlü değil basbayağı siyasi bir rehine olarak yedi yıldır tutsak edilmesinin üstüne bir de acısının o orta yerinde çıkagelen bu şiddet hali kepazelik değilse nasıl tanımlanabilir. Haddin tüm hududun, insani normların alt üst edildiği, yerlere çalındığı bir zeminde kimin, ne zaman hangi yasının bir önemi olacaktır? Gültan Kışanak sözünü sakınanlardan değil hakkını ol yaşamının handiyse tamamını mücadeleyle, 12 Eylül vahşetinin tanığı olarak çıka gelmiş bir temsil, seçilmiş bir vekilken uydur kaydır, kes yapıştır iddianamelerin sunduğu “terör” iltisaklı olarak görülmesi ve tutsak edilmesinin ardından bu çıkagelen yasına saldırmak da neyin nesidir? Tümüyle doğrudan çürümenin kıyısında bir insanın acısının üstünde tepine tepine ilerlemek bir sulh getirir mi? Saatlerce bir depoda saklamaya çalışarak o ailesinden bihaber kaçırmaya teşne olarak, ifşa edilince de biz yapmadık miki yaptı diyecek kadar da aşağılık olabilen bir zihni tezahürün ülkesinde Kürd sorununun sonu hiç getirilir mi, yalın ve gerçekten! Bunca zamansız, bu kadar kör parmağım gözüne bir tahayyülle acıların salt, sırf ezildiği, biçildiği, insanların tutsak edilmelerinin yanında onurlarının çalına geldiği bir zeminde her şey güllük gülistanlık olsa ne yazar, her gün cehennemin tam ortasına çıka dururken.
Bir haber daha aktaralım: “Barış Anneleri, yapılan ev baskınları ve gözaltılara "Yeter artık" diyerek tepki gösterdi. Barış Anneleri Mêrdîn Meclisi, aralarında annelerin de olduğu çok sayıda kişinin yapılan ev baskınlarıyla gözaltına alınmasına tepki gösterdi. Halkların Demokratik Partisi (HDP) Mêrdîn İl Örgütü binası önünde yapılan açıklamaya, onlarca anne katıldı.
Açıklamayı yapan Barış Annesi Perihan Altuğ, “Evlerimize baskın yapıp, dağıtıyorlar. Anneleri gözaltına alıyorlar. Yeter artık. Annelere yönelik baskıya son verin. Adalet istiyoruz, barış istiyoruz” ifadelerini kullandı.
Açıklama alkışlarla sona erdi.
İzmir
Barış Anneleri, HDP İzmir İl Örgütü’nde basın toplantısı gerçekleştirdi. Açıklamaya siyasi parti ve hak savunucusu temsilcileri destek verdi. Toplantıda Barış Anneleri adına söz alan Peyruze Kurt, son dönemde yakınlarına para yatırdıkları için birçok kişinin gözaltı ve tutuklamalara maruz kaldığını hatırlatarak, bunların arasında birçok yaşlı insanın olduğunu ve rahatsızlıklarına rağmen işkenceye maruz kaldıklarını söyledi. Kurt, “Bu zulümden herkes rahatsızdır. Bütün dünya duysun bunu. Annelerimiz hukuksuz bir şey yapmıyor. Çocukları zindandadır. Çocuklarına harçlık yatırmasınlar mı? Çocuklarımız orada aç mı kalsın? Eğer para yatırmalarını engelleyecekseniz onları serbest bırakın. Bu durum hangi adalet hangi hukukla açıklanabilir? Çoğu tutuklu 30 yılı aşkın süredir cezaevinde. Bizler barış annesiyiz. Bu kirli savaşın son bulmasını istiyoruz. Artık barış gelsin. İnsanların cezaevindeki çocuklarına para yatırmalarını artık suç olarak görmesinler” diye konuştu.
Amed
Barış Anneleri Meclisi, gözaltıları Amed’te dernek binalarının önünde protesto etti. “Dayık rûmeta ne ne biji berxwedana dayıkan” pankartının açıldığı açıklamaya Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Amed İl Eşbaşkanı Abbas Şahin, Amed milletvekili Adalet Kaya, KESK, Ekoloji Derneği ve çok sayıda barış annesi katıldı.
‘Herkes Ses Çıkarsın’
Açıklamada konuşan Barış Annesi Nazime Yürek, “Barış anneleri 40 yıldır barışın öncüleridir. Halkın her kesiminin bu baskıya ses çıkarması lazım. 3 çocuğu hapiste olan bir anne para gönderdiği için ceza almasını kabul etmiyoruz. Bu saldırıları kınıyoruz. Annelerimizin yaşları 70-80’leri aşıyor. Bu annelerimize yapılan zulümdür, kabul etmiyoruz. Cumhurbaşkanına da sesleniyoruz, onun da annesi var. Anneler barışın dışında bir şey istemiyor” dedi.
‘Barıştan Vazgeçmeyeceğiz'
Annelerin cezaevindeki çocuklarına para gönderdiği için gözaltına alınmasına tepki gösteren bir diğer anne Nafiye Yiğit ise “Bugün hepimizin çocukları hapiste. Biz para göndermezsek kim gönderecek. 70 yaşındaki annelerimiz gözaltına alınıyor, bu ülkede adalet yok. Adalet Bakanlığına sesleniyoruz, adalet istiyorsunuz ama maalesef bu ülkede adalet yok olsaydı 70 yaşındaki annelerimiz gözaltına alınmazdı, tutuklanmazdı. Barış annesi olarak bunu kınıyoruz. Adalet Bakanlığı, Cumhurbaşkanlığı kendisine insanım diyen herkese çağrımızdır, ellerini vicdanına koysunlar ve barış ellerini bize uzatsınlar. Barış çağrısından başka çağrımız olmadı, ne olursa olsun, bizi tutuklasalar da, öldürseler de barış çağrısında bulunmaya devam edeceğiz. Kan, operasyonlar duruncaya kadar barış çağrısı yapmaya devam edeceğiz” diye konuştu.
‘Gözaltılar Hukuksuzdur’
Son olarak söz alan Yeşil Sol Parti Amed Milletvekili Adalet Kaya, Türkiye’nin her yerindeki barış annelerine yönelik gerçekleştirilen yargı tacizini kınadığını söyledi. Kaya, “Onların bu onurlu mücadelesini büyütmek için onların yürüyüşünü büyüteceğiz. Onlarla beraberiz, Barış Anneleri yalnız değildir. Son zamanlar da özellikle yargı eliyle gerçekleştirilen operasyonlar hukuksuzdur. Kan dökülmesin, savaş olmasın diye mücadele ediyorlar bundan daha onurlu bir mücadele olamaz. Dünyanın her yerinde barış aktivizmi büyük saygınlık taşır ama bu ülkede barış için mücadele edenler gözaltına alınıp, tutuklanıyor. Asla kabul etmiyoruz, annelerin onurlu barış mücadelesinin yanındayız. Yetkililere sesleniyoruz, artık bu yargı tacizine, gözaltı şiddetine son verilsin, annelerin barış mücadelesi haklıdır, bu barış bu coğrafyada yeşerene kadar mücadele sürecek. Bizler de annelerin onurlu mücadelesinin yanında duracağız.”
Açıklama, “Dayika me rûmeta ne ye”, “Jin, jiyan, azadi” sloganları ve alkışlarla son buldu.”
Kepazelikler silsilesine tek başına şu örnek dahi bir dolu şeyi izah etmeye kafi geliyor haddizatında. Barış mefhumu, barışma eylemini, barışta yaşamak istemini çoktandır ama çok uzun zamandır terk etmiş bir ülkenin, bir yandan düşük yoğunluklu savaşı sürdürme, bir yandan da sivilleşmiş, çoktandır mahpus edilmiş olanlara karşı var ettiği tutumla birlikte hayatın her nasıl çepeçevre kuşatıldığı kesintisiz ilan edilir. Dönemsel, gelip geçici değil, Cumartesi İnsanları – Anneleri’nin var ettiği sorgu her nasıl boşa düşürülüp her hafta onlarca insan gözaltına alınıyorsa, Kürd halkının çocuklarına dair ses etmesi ve bu kirli / kindar / kötücül savaş aksiyonuna bir dur diyebilme cüretini de sonuna kadar ve eksisiz bir biçimde sınırlandırma gayretine devam eder cumhuriyet, halkın cumhuriyeti!
Olabildiğince yalın bir biçimde içerideki yakınlarına, ağırlıkla evlatları para göndermenin suç addedildiği, zaten tecrit edilmiş olan hayatlara bir de böyle bir işkenceyle o başkaldıran insanı tamamen izole etmenin yolları aranır. Maddiyattan ziyade yıllar yılıdır süre giden bir hengameden sonra geride kalanların da terörize edilmesine devam olunan bir tahayyül pratiğe kavuşturulur. Terör örgütü sempatizanlığından, finans kaynakçılığına uzanan bir dolu şecere içinde insanlar derdest edilir. Olan bitense, zaten tutsak edilene bir gıdım yardım edebilmek, en yakını on yıllardır mahpus edilmiş olan insanlara el uzatmak bir biçimde hayatta kalmalarını sağlayabilmektir. Barışmaktan devletlinin anladığı şeyin her nasıl bir karabasan fasit döngü olduğu bir kez daha teyit edilir. Söylenen her söz, var edilen her eylem bölgenin barışma ihtimal / gayret ve özeninin de boşa duvarlara çarptığını gösterir. Bu kepazeliğe bir örnek değilse her nedir ki!
Rezil kepazelik bir hayat tahayyülünün ortasına demirliyor ülke! Ne ülke? Duraksamadan çürüten, her daim eksilten, hep bir biçimde noksanın telafisini değil tastamam bunları kalıcı birer eleme tahayyülüne dönüştüren yer gerçek kılınıyor. Hayat idesinin üstünde tepinen bir muktedirin var ettiği dönüşüm, hamle, eylemsellik doğrudan yaşamsal olanın nasıl da çarçur edildiğini örnekliyor. Demokrasi istemi yüzüncü yılında bir cumhuriyetin, öyle olduğu iddia edilen bir yerde hiç kılınıyor. Yaşamsal olanın sahiden masal kılındığı bir zorbalık mefhumu köşebentleri yeniden yeniden imal edilerek o demokrasi isteminin hiç edilmesi kare kare yaşama dahil ediliyor. Konu kilit. Düzen, denetim, gözetim ikilisini tahakküm hamleleriyle birleştirirken olasılıkları da devre dışına iter. Yaşamsal olanın karşısında yükseltilen, yüceltilen kötülük her gün yaşatılanların içeriğindedir. Hal perişan, gün kapkaranlık. Olabildiğince yalın bir halde tefe konulansa insanlıktır, insanın hakkıdır. Artık laf kalabalığına gerek bıraktırmayacak kadar afaki bir dönüşüm ile akp-mhp ve bilumum ırkçı / dinci çetenin / yapının suna geldiği şey dar alana kesintisiz sıkıştırılmış ol insandır. Sıradan insanlara tek bir iyi günü var etmeyen o iktidar kliğidir. Faşizm bayrağı göndere yeniden çekiliyor, bu defasında 1984 edebi kurgusundaki tahayyülleri de aşan bir pratik, yüz yıllık denilen bir deneyimi tamamen sıradanın elinden alabilmek için sürgit yeniden biçimlendiriliyor. Bir pejmürde hal içerisinde türlü çeşit kepazelikle, duraksamak nedir bilmeyen bir linç, yağma ve talan pratikleriyle döngü yeniden var ediliyor. Bu defa kurtarılmasına müsamaha dahi gösterilmeyecek kadar yalın bir çürüme odak. Bu defa hiçbir şeyin düzeltilmeyeceği bir cehennemi pratik. Bu defa...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Those Eyes – Alice SUKIASYAN – Armenia
0 notes
seslimeram · 1 year
Text
Düş Kırımına Karşı Direniş...
Tumblr media
Bir düş kırımı şablonu var ediliyor. Her güne içkin kılınan madun siyaset hamle ve alenen eylemlerinin yekunu ümidin berhava olunduğu bir düş kırıklığı halini mütemadiyen yine, yeniden var ediyor. Biyopolitik tehdit döngüsünün, denetim, gözetim ve tahakküm üçlüsü ve bunların tamamlayıcısı olagelen zorbalık mefhumunun bütünlüğünde hayat un ufak ediliyor. Behemehal, anbean her gün bu hat geliştiriliyor. Yirmi bir yıllı bir iktidar halinin deneyiminin, bizatihi sıradana karşıt, seçilmiş, öncelenmiş ve ayrıcalıklı kılınmış olanlara hizmetkar, kalanlara ise teslimiyetçiliğin dayatıldığı bir uzamda ortamda ortaya çıkan her şey zaten başlı başına bir düş kırımını önceler. Mütemadiyen cerahat duraksamayan tehdit ve tahakküm bitimsiz nefret ve linç döngülerinde yaşam tarumar edilendir. Doğru adamla yola devam bahsi bunun bir tamamlayıcısı, devamlılığının da ikrarıdır. Yirmi bir yılın ol cerahatle dönüştürüldüğü, kesintisiz bir vesayet haline rehin edildiği ve tam teşekküllü bir otokrat rejimin güncellendiği afaki bir meseleyken bir beş sene daha talep olunur. Arasız, kesintisiz kılınan her eylem, düzenleme ve yapımla birlikte bu devinim güncellenir. Baş amirin, yeni ülke tiradı bizatihi düş kırıklığının ta kendisinden kendine yön çizen bir halin taşıyıcısıdır. Yolunu, yönünü bunca karanlığa denk düşüren / kesiştiren bir yer imgesinin kapkaranlık temsili sabitimiz kılınır öyle veya böyle.
Bütünüyle bir seçim imgesi sunulurken, sanki yüz üç yıldır demokrasi söz konusuymuş gibi, yine yeniden ezberlerden mavralar okunur. Atıldı mı mangalda kül bırakılmadan var edilen taahhüt silsilesi, vaatler birer ikişer müjdeler ile göz boyanmaya çalışılırken arasız, duraksız bir yönetim biçemi olarak düş kırıklığının güncelliği söz konusu edilir. Düzlemi simsiyah kılan o aklın eyledikleri kurucu temsilden, partilerden partilere devredilmiş olan tüm o sağcı söylem bütünüyle birlikte yeniden şekillendirildiği uzam / düzlemde yaraların kesintisiz kanatılması tek gailesine çabalanan meseldir. Demokrasinin henüz adımlamaya bile çalışılmadığı bir düzlemin ortasında sağcı / yıkıcı söylemin ezber edilmiş olagelen her türden ırkçı / ayrımcı nefret söylemi ve eyleminin beraberliğinde bir kere daha boşluk imal edilir. Eşitlik, adalet, hürriyet, söz hakkı, yaşamda var olma hakkı, evrensel yazılı ve sözlü pek çok hakkaniyetin, verilmiş olan değerin yerle yeksan edildiği bir düzlemde her şeyin yolunda / rutininde olduğunun yanılgısı devamlı öne sürülendir. Bu kadar pespaye, bu kadar çürümüş bir halde, biteviye ekran şaklabanları, madun siyasetin temsil diye var ettiği çoktan aklını zikrini millete kapatmış bizim doğrumuz var gerisi her şey yalan her şey riyaya çıkar mefhumunun her nasıl ülkeyi bir cendereye dönüştürdüğü kendiliğinden görünürdür artık. Bir düş kırımı sahnesinin imge değil, doğrudan yaşatılan bir hakikatin ta kendisine dönüşümü kesintisizdir.
Bunca yaranın ortasında var edilmiş olagelen her türden tahakküm, denetim ve gözetimin bir kere daha o mutlak temsili / teslim alma adına biçimlendirdiği görünürdür. Ak parti ve Mehape ikilisinin tüm küçük paydaşı olanlarla kurduğu çeteleşmiş, ezberleriyle yolunu ve yönünü belirleyen, her fecaati kendi bekaları adında bir fırsat olarak gören bilen anlayan ve uygulayan zihni garabetliğinin en az üç hafta, en fazla bir beş yıl daha öreceği çoraplar var edeceği eşikler ol düş kırımı menzilini de kısadan bildirir. Mezopotamya Ajansından aktaralım: “Yeşil Sol Parti’nin Moda Sahne’de düzenlediği gençlik forumunda, iktidarın gençlere yıkım bıraktığı belirtilerek, 14 Mayıs seçimlerine işaret edilerek, “Bu nefret ortamını ortadan kaldırmalıyız” mesajı verildi.
Gençlik Devirecek Platformu, İstanbul Kadıköy’de bulunan Moda Sahne’de forum düzenledi. Foruma, Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Milletvekili Musa Piroğlu, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) İstanbul 3. Bölge Milletvekili adayı Kerem Fırtına’nın katıldığı foruma, üniversite gençleri yoğun ilgi gösterdi. Forumun yapıldığı Moda Sahne salonuna, “Bu Mayıs’ta gençlik devirecek, Haydi 1 Mayıs’a” yazılı pankart asıldı.
‘İktidar Gençlere Yıkım Bıraktı’
Musa Piroğlu, AKP iktidarında tüm kazanımların ortadan kaldırıldığını ifade ederek, “İktidar gençlere yıkım bıraktı. Okulda işsizlikle boğulacaksınız, sınavlarda başarılı olacaksınız ama mülakatla uğraşacaksınız. İdarenin iki dudağı arasında olan bir sistem var. 300 bin atanamayan öğretmenler özel okullarda kötü koşullarda çalışıyor. Bu bütün sektörler için böyle” dedi.
Gelecek Ortadan Kaldırıldı
Türkiye’de bütün üniversitelerin çökertildiğini dile getiren Piroğlu, “Gelecek ortadan kaldırıldı. Gençliğe yaşam alanı bırakılmadı. Yaşam koşulları çökertildi. Ağır bir rejim ortamı kuruldu, insanlar nefes alamaz hale getirildi. Üniversite kapılarına güvenlik noktaları kurdular. Devlet üniversiteleri daha kötü durumda. Bu seçim gençliğin karar vereceği bir seçim olacak. İktidara karşı bir tepki var. Bu tepkinin organize olması gerekiyor. Bu dayatılan cehennemden çıkmak zorundayız” şeklinde konuştu.
Türkiye Çözümsüzlükler Ülkesi
Yeşil Sol Parti Milletvekili adayı Kerem Fırtına, değişimin insanın kendisinden başlaması gerektiğini vurgulayarak, “Türkiye çözümsüzlükler ülkesi, ben çözümsüzlükler ülkesinde büyüyen bir gencim. Ülkemizde kadim bir sorunun üstünü kapata kapata bu günlere kadar getirdik. Tayyip Erdoğan kötülüğü karşısında boğuluyoruz, bunun sebebi Tayyip Erdoğan rejimi öncesi, elbette bu düzenin oturduğu tekçi düzenden çok da uzak değil. Sadece uygulamalar sertleşti. Buna zemin hazırlayan bir dönemden geldik buralara” ifadelerini kullandı.
Demokratik Anayasa İhtiyacı
Fırtına, sözlerini şöyle sürdürdü: “Biz birlikte değiştirirsek değişir diyen bir partiyiz. Hiçbir şey kendiliğinden değişmeyecek. En önemli işimiz 14 Mayıs. Tayyip Erdoğan devrildikten sonra iş bitmeyecek. 15 Mayıs sabahında burası gül bahçesi olmayacak. Biz haklı olanız, ülkenin bu hale gelmesine karşı çözüm üreten insanlarız. Bize nefret asla lazım olmayan bir şey. Beraber yaşamaya devam edeceğiz. Tayyip Erdoğan gittiğinde onu seven insanlar bu ülkeden gitmeyecek. Düşünceleri de ertesi gün değişmeyecek. Önümüzde uzun bir yol var. Demokratik bir anayasaya ihtiyacımız var. Bu tüm sorunların kaynağında yatıyor. Temelde bizim anayasa sorunumuz var. Tayyip Erdoğan rejiminin devrilmesi bizi ileriye götürmeyecek. Tekrar bizim şikayetçi olduğumuz yüz yıllık sisteme götürecek. İlerlememiz gerekiyor. Bu ülkenin anayasasını demokratik bir şekilde düzenlemediğimiz sürece faşizmin yolu devam edecektir. Bu yüzden Yeşil Sol Parti milletvekili sayısının önemini belirtiyoruz.
Gençlerin Sorumluluğu Var
Demokratik Cumhuriyet’in yasalarının hazırlanması, güvence altına alınması için ön koşul, 14 Mayıs’ta en yüksek sayıda Yeşil Sol Parti’yi Meclis’e gönderme görevidir. Tayyip Erdoğan’ın sağladığı kutuplaşmayı ortadan kaldırmak gençlere düşüyor. Biz gençler olarak her şeyden önce sorumluluğumuz var. Tavrımızı değiştirmekle yükümlüyüz. Bu nefret ortamını ortadan kaldırmakla yükümlüyüz.”
Ortaya çıkan düş kırımı iklimine karşı itirazlardan birisidir şu yukarıda okuduğunuz o haber metninde çıkagelen. Düzeni var eden, şimdisine ipotek koyanların suna geldiği her hamlenin biraz daha kalıcı / biraz daha ezici / biraz daha sınırlandırıcı olmasına dair itiraz hakkının neden mühim olduğu yaşatılanların karanlığından barizdir. İtiraz edilmeyecekse sonrasının olmadığı, dibinin bırakılmadığı bir karanlık hepimize pay edilecektir. Kürd özgürlük hareketinin yıllar yılıdır savuna geldiği, anlatarak, cesaretle savunarak, birlikte ve beraberce kotarılabilecek bir cumhuriyet idesinin neden elzem olduğu hem aday olan Fırtına’nın, hem de şu anda vekil Piroğlu’nun demeçlerinde barizdir. Bir asırdır süre giden deneyimin, denetim, gözetim ve sadece tahakkümden ibaret kılınmasına karşılık, nihayetinde sivil düşünün neden elzem olduğunun altı kalınca çizilir bir kere daha. Uzun sözün kısası, düş kırıklığını var eden, sistem budur diyenlere karşı alternatiflerin sadece birlikte, Türkiyeli halkların birlikteliğinde mümkün olabileceğinin bir başka evresi açıkta ilam olunur. Duyanı var mıdır ola? Bir düş kırımı menzili güncellemesine devam edilirken hayat elden, umut akıldan, söz ikrar edilen temsilden alıkonulurken, hayatlara en aleni hallerde saldırılar güncellenirken birliktelik için daha neyin var olması gereklidir, hangi sınavın, sınamanın? Duyanı var mıdır ola?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Sedat SUNA – EPA / EFE via Balkan Insight
0 notes
seslimeram · 1 year
Text
İhtimaller Yıkılırken...
Tumblr media
Kötürüm bir istikamet, hep bildik gel gelelim hiç karşılaşılmamış gibi davranılan bir halin ve yönelimin ortasında, yarınsızlığın içinde tüm o hayat mefhumunun bütün ihtimalleri zayi ediliyor. Erk, muktedir, iktidar pratiğinin bir devinim olarak güncellediği her güne içkin kıldığı hallerle bu kötürüm tahayyüllerle bir istikamet bildirilir. Gidilemeyen yollar, şöyle ya da böyle kullanılamayacak hastaneler, asla satın alınamayacak arabalar, hayali kurulup sahip olunamayacak evler ve nicesiyle yapıyorlar / ediyorlar bahislerinin kıyısında tüm şu hayat eriminin zemheri bir karanlığa rehineliği var edilir. Biyopolitik bir tahakküm hali ve kapsamının kıyısında her fırsatta, her ihtimalde bir kere daha cerahatin var edilebildiği bir zeminde baş amir yıkımın taşıyıcısı, kötürüm bir istikametin de mimarıdır. Baş amirin cerahat yükleniciliği, baş faşist ve küçük tefek, ırkçı / dinci / hizipçi akımların birlikteliği bu mefhumun nasıl peyderpey imal edildiğini de göstere gelir. Bu dönüştürme gayretinin içerisinde kötürüm kılınan şey hayattır. Hiçliğin sınırlarına demirlenen şey umuttur. Belli açılardan bol keseden sallanırken vaatler, havayla civanın takdim edilmesidir mesele. Her şekilde linç / nefret pratiklerinin refakatinde bir cerahat düzleminin bina olunmasıdır bir anlamda mesel, hala. Demokrasi edim ve pratiğinin delik deşik kılındığı yerde sözün tam da karşısına bina edilen şiddet ve lincin varlığıdır mesele. Sanılanın ötesinde bir ivedilikle her gün apayrı tarumar edilendir. Böyle bir tahayyüller birlikteliğinin her neresi yenidir, yeni ülkedir!
Aralıksız güncellenen her eylemle baş amir / baş faşist ve zümrelerinin çöreklendiği yerin varmak istedikleri menzilin hakikati de peyderpey karşımıza çıkar. Düzgün adamlarla bir ve beraberce durmak yok yola devam diye çıkılan güzergahta her şekilde zorbalığın, artık gizlenmesi imkansız kılınmış bir iç etme kültürünün devinimi süreğen kılınır. Baş Amirin her köşeye kıstırıldığında yineleye geldiği Kürd nefretinin, ötekilere karşı aralıksız olarak yirmi bir senedir suna geldiği şekilsiz, sınırları hepten daraltılmış olagelen makbul yurttaş profilinin her neye tekabül ettiğinin nişanesi, sözüm ona başlamamış seçim kampanyasına ait birkaç toplantıda zikrettikleriyle çıka gelir. Hemen her akşam, Ramazan ayının da var ettiği ihtimallerle birlikte yemek masalarında kurulan Türkiye imgesinin ortasında baştaki o temsilin cerahatle yüklendiği eylemsellik halleri sunulur. Pay edilmiş, azarlanmış, aleni hor görülmüş olan bir halkın daha da heder edileceğinin nişanesi çıkagelir her veçhe ile bir ve beraber. Muktedir takımının oyuncularının da birörnek ve benzeşen tahayyülleriyle seçimi maniple ettiği, kanıksanmış olagelen kötülük halleriyle ülke yönetimini değil aynı zamanda kötülüklerinin de devamlılığına çaba sarf ettikleri, bunu işaret ettikleri bir zemin sahnede yol o kötürüm / katran karanlığına çıkar, her zamanki gibi.
Kanıksatmaya teşne olunmuş iktidar mefhumunun suna geldiği her şeyin, bariz bir laftan ibaret olduğunun nişanesi her seçim döneminde yinelenen ezberlerden ibaret vaatlerin ta kendisinden de çıkagelir misal. Bu defasında ana muhalefetin suna geldiği proje / öneri ve hamleleri kesintisiz bir biçimde yeniden imal eden, kes kopyala yapıştır ile kendi icraat, taahhütleri arasında suna gelen bir madun siyaset temsilinin elinde o katran karanlığından uzağa düşmek ne zaman söz konusu olacaktır. Suça bulaşmış, suçu içselleştirmiş, gasbın, hırsızlığın ayyuka düştüğü, her gelenin malı götürmek üstünden yol aldığı / kendisine bir hiza biçtiği bir zeminde, yok olan / edilen müştereklerimizin hesabı ne olacaktır. Seçimin basitçe bir dönüşümü değil, hürriyetten, hukuka koca bir zeminin en az beş yıllık yönelim ve tahayyülleri için de bir sınamaya dönüştüğü, madun siyasetten, eline kan bulaşmış olan sermayeye hepsinin birden hücum edip, milli irade diye bir gasp düzeninin devamlılığına tam kapasite çabalandığı bir zeminde katran karanlığının kötürüm bir istikametin ta kendisi olarak imali hiç sonlanır mı?
Bir örneği Bianet’ten Hikmet Adal’ın haberini aktaralım: “4 Mayıs seçimlerinde AKP’nin Urfa’dan milletvekili adayı olarak gösterdiği Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Balıklıgöl'de TRT Haber canlı yayınına katıldı. Urfa’nın sorunlarına ve AKP’nin yaptıklarına ilişkin konuştu.
“İnsanların bıktığı, usandığı iktidar değil” diyen Bozdağ “Her yeni şeyi söyleyen iktidar. Tayyip Bey'den daha yeni şey söyleyen ikinci bir lider yok ama 'eskiye döneceğiz' diyen, Türkiye'nin krizlerine, kaoslarına geri dönmeyi vadeden, eskiyi yeni diye takdim eden zihniyet var. Türkiye'de muhalefet sorunu vardır” ifadelerini kullandı. “Muhalefeti de değişimi yapmaya halk sandıkta mecbur edecektir. 14 Mayıs akşamı Sayın Kılıçdaroğlu da yok, diğer genel başkanlar da partilerinin başında duramayacaktır.” dedi.
Kılıçdaroğlu'nun Kavala ve Demirtaş vaatleri
Bekir Bozdağ, HDP-CHP ilişkisi ile Kemal Kılıçdaroğlu’nun Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala'nın serbest bırakılacağına yönelik vaatlerinin hatırlatılması üzerine de şunları söyledi:
"Sayın Kılıçdaroğlu gitti, görüştü. Meclis'te görüştü, partiye gidemedi. Madem ittifak yapıyorsun partisine git. Partiye gitmeye cesaret edemedi. Bunu da HDP'ye oy veren vatandaşlarımızın dikkatine sunmak isterim, HDP'li vatandaşlarımızın oylarına ihtiyacı varken HDP'yi ziyaret etme cesaretini gösteremeyen, fotoğraf vermekten çekinen birisi seçimden sonra, oy alışverişinden sonra, ihtiyacı kalmazsa o binaya, binanın arkasındakilere dönüp bakar mı, bunu değerlendirmelerini istiyorum. Bu görüşmelerde birtakım ahitleşmelerin olduğu anlaşılıyor.
'Biz gelince falan özgür olacak, filan özgür olacak'. Bunlar yargıya müdahaleden hep şikayet ediyorlar. Biz de yargıya kimsenin müdahale etmesini istemeyiz. Müdahale etmesine de izin vermeyiz ama şimdi Sayın Kılıçdaroğlu yargıç, 'Hemen çıkacak.' Ne yapacaksın? Beraat mı vereceksin? Sen hakim misin, savcı mısın? Yargıtay mısın? İstinaf mısın? Değilsin. Sen nasıl yapacaksın? O zaman işte demek ki başka birtakım kanuni düzenlemeler yapacak. O zaman onu söyle."
Bozdağ, AİHM kararlarına uyulduğunu iddia ediyor
Bekir Bozdağ daha önce en az iki kez Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala'nın tutukluluklarının siyasi olduğunu belirtip derhal tahliye edilmesine hükmetmesine karşı Türkiye'nin AİHM'in kararına uyduğunu iddia etmişti.
Bunu da iki ismin AİHM mahkemesinin verdiği karardan farklı olarak başka dosyadan tutukluluklarını gerekçe göstermişti. Ancak AİHM'nin kararı tutuklulukların siyasi olduğunu belirtip koşullardan bağımsız olarak tahliye edilmeleri yönündeydi.
Erdoğan'ın yargıya müdahalesi
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Gezi davasındaki ilk yargılamada İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi'nin beraat kararı vermesiyle ilgili olarak "Bakınız bunlar masum bir ayaklanma hadisesi değildir. Bunlar ciddi manada perde arkasında soros türü bazı ülkeleri ayaklandırmak suretiyle oraları karıştıran tipler vardır. Onun da Türkiye ayağı malum içerideydi. Bir manevrayla dün onu beraat ettirmeye kalktılar" diye konuşmuştu.
Aynı gün Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) Gezi sanıklarına beraat veren İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 3 üye hakimi hakkında inceleme ve soruşturma başlatmıştı. İlerleyen süreçte de karar istinafça bozulmuş ve sanıklar yeniden yargılanarak yüksek hapis cezalarına çarptırılmıştı.
Erdoğan ayrıca farklı dönemlerde AİHM'nin kararını eleştirmiş birinde "Bu işin AİHM'le alakası yok. Türk yargısının vermiş olduğu bu karara yerlisi yabancısı herkes saygı duymak mecburiyetinde" demişti. Bir diğerinde de Kavala'nın serbest bırakılmasına ilişkin AİHM kararının uygulanmamasıyla ilgili Avrupa Konseyi'nden gelebilecek yaptırım hakkında "Biz bildiğimizi okuruz" ifadesini kullanmıştı.
Öte yandan yeniden yapılan yargılamada mahkeme heyetini oluşturan üyelerden hakim Murat Bircan'ın Bafra Belediyesi Hukuk İşleri Müdürlüğü'nde çalışırken istifa edip hakim olduğu aynı zamanda AKP'den milletvekili aday adayı olduğu çıkmıştı.”
Haber metninde çıkagelen cerahatli devletli müdahalesini pas geçip, paşamız, başımız, her şeyimizin başlangıç noktası diye atfedilen bir temsilin dilinden / elinden çıkagelen hizalama halleriyle yolunu kaybeden adalet makamının, bir seferde çürük halini sunulur Bozdağ efendi eliyle. Akp eliyle kotarılmış olan her hamlede biraz daha gerileyen bir kez daha çürüten / yıkan / ezen bir tahakküm halinin her nasıl kurallar / kanunlar çiğnenerek var edildiği de barizdir artık. Deyim yerindeyse dingo’nun ahırına dönüştürülüp, çetelerin en azılı insanlık düşmanlarının, vatan millet sakarya derken halen yağmaya devam diyen temsillerin el üstünde tutulduğu bir zeminde, önce halk diyen Demirtaş, Kavala gibi AİHM nezdinde de suçsuzlukları kanıtlanmış insanlara reva görülen her şey bu katran karası ülke istikametinin de her nerelerde şekillendirildiğini örnekler. Duraksamadan bir kere daha hukuk da biziz garabetlik hali içerisinde akp yargısının sunduğu hemen her şey bir insanlık suçudur, bariz, amasız, belirgin. Hayatın ihtimalleri daraltılırken sorgusuna düşen herkesten bedel talep edileceği muştulanıyor. Bu satırlar yazılırken boş salona verilen mütalaa ile birlikte Kobane davasında, Demirtaş ve Yüksekdağ’da dahil onlarca insana müebbet hapis talepleri dillendiriliyordu. Kötürüm kılınanın sadece demokrasinin ta kendisi değil aynı zamanda herkese her şeyden elzem olarak var edilmesi gereken adil, adaletli bir hukuk pratiğinin de zehirlendiği meydana çıkar. Budur, bu kadardır ol meşum ülkenin hikayesi.
Diken.com.tr’den aktaralım: “AKP Kayseri milletvekili adayı olan Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, AKP’lilerin “Vur de vuralım, öl de ölelim” sloganlarına “Onun da zamanı gelecek bekleyin” diye karşılık verdi.
Akar, Kayseri Kadir Has Kültür ve Sanat Merkezi’nde düzenlenen aday tanıtım toplantısında, ‘Türkiye olmadan bölgede herhangi bir problemin çözümünün mümkün olmadığını’ iddia ederek “Dolayısıyla Türkiye’nin her zamankinden daha güçlü, daha büyük olması lazım. Güçlü ve büyük Türkiye için hepimizin daha çok çalışması lazım” diye konuştu.
Salondakilerin “Vur de vuralım, öl de ölelim” sloganlarına Akar, “Onun da zamanı gelecek bekleyin. Şu anda Mehmetçik büyük bir başarıyla teröristlerin bütün inlerini, sığınaklarını başlarına yıktı, yıkmaya devam ediyor” diye karşılık verdi.
Akar “İnşallah bu mücadelenin sonunda milletimizi, başına musallat olan bu terör belasından kurtaracağız, bundan kimsenin şüphesi olmasın” diye de ekledi.”
Kötürüm bir istikamette, hep bildik bir halin ve yönelimin ortasında, yarınsızlığın içinde tüm o hayat mefhumu bütün ihtimallerini zayi ediliyor. Akar Efendi’nin terörle mücadele nam kırk küsur yıllık devlet aklının suna geldiği çözümsüzlüğe bir kere daha yıkımla yön tayinine verilmiş yanıt sadece PKK’yi değil aynı zamanda HDP eşittir terörist algısına da doğrudan bir müdahaleyi ihtiva eder. Barış müzakereleri döneminde var edilmiş olan ilgi, alakanın düz ovada siyasetçiler eliyle getirilebilecek, çözümlenebilecek bir mefhumun hiç ama hiçbir gerekçe olmaksızın yıkımı sonrasında kan, kırım ve gözyaşından ibaret bir hal bir toplamın yolunda yürünmeye devam olunacağını bildirir Akar. Çözümü var edebilme ihtimallerini yok etmiş, silahlı örgüt mensuplarını, barışa bir adım için hamlelerini eksik gedik olmadan var eden siyasetçilere tercih etmiş, istemiş bir akımın vur de vuralım öl de ölelim ile karşılanması düşündürücü değilse nedir, neyin nesidir? Didaktik, ezberci ve bir ekonomik çöküşü günbegün yaşarken, sözüm ona yüzün altında terörist / mihrakla uğraşa duran bir iktidar pratiğinin karşılığı ne olacaktır derin bir ayrıştırmadan gayri. Sonlanması imkansız kılınmış bir devlet / gerilla harbinin yanında, bütünüyle açmazların arasında dahi kendini mağdur ilan eden muktedirin bunca kan / kırım ve kıtal haliyle hemhal olması da mı sorun değildir, hala mı!
Bir ülkenin dönüşümü var ediliyor. Dokunulmazlık zırhlarının ardından çıkagelen hemen her muktedir tahayyülünün bir kere daha sıradan insanlar için bir zemin bırakmadığı hiç ama hiçbir biçimde nefes aldırmayacak bir düzlemin binası bir kere daha var ediliyor. Ol denemeler, demokrasi var, hürriyet var, özgürlükler var denilirken çat kapı çıkagelen her bir eylemsellik, mevzu / mesel her ne olursa olsun var edilen eylemsellik ve karşıtlıklarla birlikte cürmün ülkesi hakikat kılınıyor. Ne yol ne izan bırakılıyor. Varsa kötülük, yoksa siz bizi seçmezseniz başınıza getirileceklerle vay hallerinize. Hayat ihtimalleri sıfırlanıp durulurken, yaşamda tutunma gayretinin de önüne türlü çeşit setler çekiliyor. Herkesi her ama her ötekisini öcü düşman kılan bir akıl, kah hizbullahçı milis, kah milliyetçiliğini en öne çeken kukla kılıklılar eliyle asmalı kesmeli cümleler kurduruyor. Bütün bunlar kafi gelmeyince bir asırlık bir masal kılınmış destanlar güncellenip, bugün kazanmalıyız biz birlikte Türkiyeyiz lafzı yinele gelip cürümlerle yollar kesiştirilmeye devam olunuyor. Her halükarda mahvın eşiğine taşınmaktan geri kaçılabilecek hamleleri nihayetinde bir / beraberce var edebilecek midir, şu ülke, meselemizdir. Takdirinize...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: İsimsiz – Outras Palavras
0 notes
seslimeram · 1 year
Text
Yarın Şimdiden Tüketilirken
Tumblr media
Yarının şimdiden tüketildiği bir güncellik içindeyiz. Şimdinin bariz belirgin bir tekrar, her anlamda yinelenen rutinlerle bariz bir devinim içinde dünün her dem yinelendiği bir halin ve güncenin rehinesiyiz. Ne ufak bir umut kırıntısı, ne umuda sahip çıkabilecek iradenin var edilmesi, yaşatılması. Her şekilde müşterek bahsin bütünüyle belirgin bir günce içinde istikrarla yıkıma terki var ediliyor. Dün yinelenirken, şu anın içinde yarının, geleceğin bir biçimde yerle yeksan edilmesine çabalanıyor. Ne eksik, ne fazla, ne boş laf, ne mübalağa kesin olagelen her şeyin aslında bu kısır döngünün yinelenmesinden ibaret olduğu bir kez daha afişe olur. Muhaliflerin belki de bir asır gibi gelen şu yirmi küsur yıllık süreç içinde, belki ilk defa ipi göğüslemeye bunca açık olduğu bir zeminde, madun siyaset aktörlerinin primitif tavırları her şeyin hemen her an tepe takla olabileceğini muştuluyor. Tümden, hiç kesintisiz bir cerahat sarmalının ortasında halen ben, ben, ben diyenlerin var ettiği tüm ol birbirinden beter tahayyüllerle biz elden kaçırılıyor bir kere daha.
Bir yıkım cenderesine rehin ediliyor ülke. Koca bir asırda varılan, ulaşılanın her nasıl da kör karanlık olduğu gözlerden kaçırılmak isteniyor. Daha henüz kırkı çıkmış olagelen ol depremden sonra var edilmiş her hamlede yarının her nasıl tüketildiğini de göstere geldi şu devlet. Kötülüğün arşı alaya nasıl yükseltildiğinin, cukka edilmeye devam olunmuş ol yardım paralarının akıbetinin karanlık kılınmasından dahi bu bahis örneklenebilir. Bir tek değil doğrudan her gün, depreme sahne olan kentlerdeki yıkım / moloz yığınlarının aleni bir biçimde temizlenmesi ( oysa içlerinde hala bekleyen naaşlar var) için verilen emirlerin karşısında yasına dahi başlayamamış insanların varlığından görülebilir yahut bir ihtimal. O bahsi aşan, ötekileştirmeyi her güne içkin bir mesele dönüştüren bir tek gün olsun bölge halkının çok kimlikli halini önemsememiş olagelen cerahatin ta kendisinden belki okuyabilirsiniz nasıl hala dünde kalındığının sebebini. Cerahati var edenlerin cürümlerini sahiplenmeye devam edenlerin onca gündür seçim heyulasını da araya sıkıştırıp, acıların hepsini birden toptan nadasa terk ettiği, muhaliflerin önemli bir kesiminin de ajitasyonun kralı yargılanacaksınız bahsine bel bağlayıp, kafasını kuma gömmeye devam olduğu yerde nedir ki zaten gelecek, değil mi?
Ruken Tuncel'in Bianet'teki haberidir: Deprem felakatinin yaşandığı 11 il arasında yer alan Adıyaman ve Urfa'da sel meydana geldi.
Urfa'da dün (14 Mart) akşam saatlerinden itibaren etkisini sürdüren sağanak nedeniyle merkez Eyyübiye, Haliliye ve Karaköprü ilçelerinde çok sayıda sokak ve cadde su altında kaldı.
Urfa'da, 4 kişi sele kapılarak hayatını kaybetti. Tandoğan Mahallesi'nde bulunan Yavuzlar Apartmanı'nın bodrum katındaki bir dairede ise 5 kişinin cansız bedenlerine ulaşıldı. Öte yandan Abide Köprülü Kavşağı'nın alt geçidinden çıkarılan araçta yapılan incelemede 2 kişinin daha cansız bedeni bulundu.
İlerleyen saatlerde bir kişinin daha cenazesine ulaşıldı. Urfa'da ölü sayısı 12'e yükseldi.
Karaköprü ilçesinde bulunan Akpiyar Deresi'nin bazı yerlerde taşması sonucu yan tarafından geçen 35 Metre Yolu'nda su birikintileri oluştu.
Adıyaman'ın Tut ilçesinde ise; bir bahçeye kurulan konteynerin suya kapılması sonucu 1 kişinin hayatını kaybettiği açıklanmıştı, Adıyaman'da 1 kişinin daha cansız bedenine ulaşıldı.
Adıyaman kent merkezinden geçen Eğriçay'ın taşması sonucu Atatürk Bulvarı'nda trafikte aksamalar yaşandı, cadde ve sokaklarda su birikintileri oluştu.
AFAD, polis, jandarma ve belediye ekipleri, su baskını riski yaşanan çadırlarda tahliye çalışmalarını sürdürüyor.
Malatya'nın Doğanşehir ilçesinde de derenin taşması sonucu sel meydana geldi. İlçe merkezindeki Vahap Küçük Meydanında bulunan çadırları ve ilçe merkezindeki evleri su bastı.
Maraş'ta sağanak yağış nedeniyle çadırkentleri su bastı.
Yağışların ardından sel yaşanan Urfa ve Adıyaman'daki rüzgar ve buzlanma nedeniyle u��ak seferlerinde aksama yaşandı.
Soylu: Dere yataklarından uzak durun
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, yaşanan sel falaketine ilişkin açıklamalarda bulundu.
Soylu, "Buradaki çalışmalar valilerimiz, jandarma komutamız, bölge müdürlerimiz burada. Yollar açık, elektrik, su var. Tedbirlerimiz ve uyarılarımız devam ediyor. Dere yataklarının etrafında bulunmamak gerekir. Tüm tedbirleri ilgili yerlerde arkadaşlarımızın uyarısı var" dedi.
Adıyaman Valisi Numan Hatipoğlu, sağanağın etkili olduğu Adıyaman'ın Tut ilçesinde bir bahçedeki konteynerin suya kapılması sonucu 1 kişinin hayatını kaybettiğini, 4 kişinin kaybolduğunu açıkladı.
AFAD ise; yaptığı açıklamada, "Bölgede meydana gelen aşırı yağışlar nedeniyle Adıyaman ilimizin Tut ilçesinde sel ve su baskınları meydana gelmiştir. Adıyaman, Adana, Kahramanmaraş ve Diyarbakır AFAD ekiplerimiz olay bölgesinde görevlendirilmiştir" dedi.”
Kayıpların sayısı günbegün artar. En son bildirilen ise on sekiz insandır. Mamafih yarının şimdi, şu anda nasıl tüketildiğinin yönelimi / kanıtları zaten kendiliğinden dökülüverir bir kere daha. Kavşak yapılmasına uygun olmayan zeminde nedensiz / yok yere sündürülüp belli bir açıdan abide, eser kılınmak istenen meşum alt geçitten, barınma alanlarının kent çeperi içinde yok edilmenin kıyısına taşınmış olagelen dere yataklarının üstüne bina edilmesine, nicesine ve nice kent suçunun birlikteliğinde hayat un ufak edilir. Geleceğin her ne şekilde şimdiden tüketildiğinin yansısı her fecaatten sonra bir kere daha karşımıza çıkartılır. Bunca sınamanın her defasında zikredilen bu sefer sonuncu olsun seslenişleri ve ötesindeki yıkılmadık / ayaktayız, bir an evvel düzelteceğiz laflarının önünde, cerahatin her nasıl hayatı mahvettiği örneklenir.
Bianet’ten aktarmaya devam edelim: “Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, partisinin Meclis grup toplantısında gündeme dair açıklamalarda bulundu.
Konuşmasına hekimlerin ve sağlık emekçilerinin 14 Mart Tıp Bayramını kutlayarak başlayan Sancar, şunları söyledi:
8 Mart, bu yıl kadın yoldaşlarımızın mücadelesiyle her yerde yükselen büyük bir dayanışmaya sahne oldu. Deprem bölgesinde yaşanan ağır felakete karşı dayanışma ağlarını en fazla örgütleyenler de kadınlar oldu. Başından bu yana yaraları sarmak için, acıları paylaşmak için, hayata tutunmak için canla başla çalışmaya devam ediyorlar. Bu enkaz düzenini hep birlikte değiştirme sözü verdi kadınlar.
Newroz’u bu yıl ağır bir yıkımın ve derin acıların gölgesinde karşılıyoruz. Milyonların Newroz buluşması, meydanların ortaya koyacağı halklar ittifakı aynı zamanda ortak bir gelecek için bir mücadele sözleşmesidir. Newroz da zalimlik, kötülük, adaletsizlik ve yıkım üreten bu çürümüş düzeni değiştirme kararlılığının günü olacaktır. Tüm renkleri, inançları, kadınları, gençleri ve emekçileri, halklarımız Newroz meydanlarında buluşmaya, dayanışmaya ve ortak mücadeleyi büyütmeye çağırıyorum. Newroz’da gerçekleşecek büyük buluşma 1 Mayıs’a akacak, 14 Mayıs’ta da en güçlü değişim ruhuna ve umuduna dönüşecektir. Her der Newroz, her dem Azadî!
Depremin üzerinden 37 gün geçti, geçmeyecek bir keder ve öfke ile hem dayanışmayı hem de hesap sorma iradesini büyütmeye devam ediyoruz. En tepeden en aşağıya kadar tek bir yönetici sorumluluk üstlenerek istifa etmedi. Tek bir istifanın dahi olmaması aynı yanlışları, aynı eksiklikleri, aynı beceriksizlikleri, aynı kötülükleri devam ettirme ısrarıdır. Milyarlarca lira bağış toplandı ama bu paralar yaraların sarılması için kullanılmıyor. Kullanılsaydı insanlar içme suyu, çadır, battaniye, kuru gıda, hijyen malzemesi diye seslerini duyurmaya çalışırlar mıydı?
Çadır ihtiyacı tam olarak karşılanmış değil. Konteyner evler çok acil ihtiyaç olarak durmaktadır. Gıdadan ilaca, su ihtiyacından hijyene ve ısınmaya varıncaya kadar karşılanması gereken temel ihtiyaçlar aciliyetini korumaya devam ediyor. Başka kentlere göç eden depremzedeler büyük bir kira kriziyle karşı karşıya bırakıldı.
Kira yardımı ile tek seferlik bir market alışverişi bile yapılamıyor. Şova dönüştürülen yardım kampanyasında toplanan 116 milyar lira nerede? Depremzedelerin kira giderlerini tamamını karşılayacak kaynak hem bütçede var hem de toplanan yardımlar bunun için kullanılabilir. Savaş harcamalarını durdurursanız, o kaynak depremzedelerin yaralarını fazlasıyla sarmaya yeter de artar bile.
Silah ihracatının, ticaretinin arttığına dair uluslararası raporlar yayımlandı. Evet, Türkiye silah ticaretinde ve ihracatında önemli ülkeler arasında yer alıyor. Silah var ama çadır yok. Mermi var ama konteyner yok. Bomba var ama gıda yok. İşte bu politika, kaynakları ve yaşamı yok ediyor. Buradan açıkça söylüyorum. Tüm depremzede yurttaşlarımız bilsin ki kaynak var! Var! Bu ülkenin kaynakları bütün yaraları sarmaya ve yeni bir inşaya yeter.
Depremzedelere evlerimizi açalım. Konutları yatırım aracına dönüştüren, rant alanına çeviren aç gözlülere karşı depremzedelerle dayanışma içinde olmaya devam edelim. Astronomik kira artışı yapan ev sahiplerini de bu çağrıya uymaya davet ediyoruz. Bu zor dönemde dara düşen çaresiz insanlarla dayanışmak ve paylaşmak insani ve vicdani bir sorumluluktur. Depremzedelerle dayanışmayı sürekli kılmak ve hayatı, işi, aşı ve gönlü paylaşmak için partimizin başlattığı memleketin en şeffaf kampanyası olan “Aileleri Buluşturuyoruz” kampanyasına katılalım. Birlikte barınalım, birlikte doyalım, birlikte güzel bir dünyanın düşünü büyütelim değerli yurttaşlarımız. Hep birlikte yapalım bunu.
14 Mayıs seçimlerine en geniş demokrasi ittifakı ile girmek için her türlü çabayı harcamaya devam ediyoruz. Emek ve Özgürlük İttifakı, Kürt İttifakı ve diğer bütün toplumsal demokrasi güçleriyle kuracağımız birliktelik bizim değişim gücümüzün temel kaynağıdır. Kendi gücümüze ve halkımızın sonsuz güvenine sonuna kadar inanıyoruz. Bu güçle seçimleri de yeni bir başlangıcın miladı haline getirmeye kararlıyız.”
Yarının şimdiden tüketildiği bir güncellik içindeyiz. Mithat Sancar’ın var ettiği tablonun da bu halin bir tezahürü olduğunu anlamak için alim olmaya gerek kalmıyor bu sahnede. Bir yaşam aksiyonunun derininden çürütülmesinin, her dem ötekileştirilecek, düşmanlığa teslim edilecek / rehin bilinecek birilerinin olabilmesinin, aralıksız güncesinde tahakkümü yinelemek tek istikamet bildirilir. Birkaç siyasal yapının direndiği, sonuna kadar bu kötücül, bencileyin umudu çürüten düzene karşı hemavaz merama koştuğu, lafını da eğip bükerek değil doğrudan bildirdiği bir zeminde Halkların Demokratik Partisinin neden mühim olduğu bir kere daha kayda geçmelidir. Bu kadar kısır döngüde, havanda su dövüp memleket kurtarılmaya çalışılırken yaraların sadece deprem, sadece sel, sadece ekonomik çöküş, sadece covid-19 salgınından ibaret değil aynı zamanda onları kalıcılaştıran bariz bir sistem problematiği olduğu bir kere daha bildirilir, duyan var mıdır ola?
Kayıpların henüz telafisinin mümkün olmadığı, dahası enkaz yığınlarında halen naaşların bekletildiği bir ülkedeyiz. Depremin yok ettiği, dümdüz çoraklaştırdığı memleket denilen sahnenin koca bir kesiminin çoraklaştırıldığı, betonla boğulduğuna tanıklık ettiğimiz halde bir güncellikteyiz. Resmi rakam elli bin dolaylarında sabitlenirken, ifade edilmiş olan göçük, ağır hasarlı, yıkılmış olanları hesaba kattığınızda birkaç yüz binlik rakamların, koskocaman hayatların birer rakama dönüştürüldüğü bir zemindeyiz. Kaç canımız gitti bunu bile bilemiyoruz? Bütünüyle insan eliyle kotarılmış bir cerahatli hal, cendereye rehin edilip katliama dönüşmüş olan sel felaketine dair tek bir yetkilinin dahi sorumluluk almadığı bir zeminden bildiriyoruz. Bu kaydı düşerken can kaybı sayısı on altıydı! Dönüp, dolaşıp, batıp çıkıp yarının anlık tükenişini seyrediyoruz. Bütün bu irini, bunca afaki can yakıcı hali, kötülüğü, dibine kadar yok etme siyasetini sonlandırmaya ol seçim tek başına yeterli gelecek midir? Dönüşümünü en olmayacak bet hallerden, fecaat dolu tahayyül ve deneyimlerden var etmiş, ismi yeni kendisi epeski bir ülke mizacının bu kırım halinin bir hesabı verilebilecek midir? Takvim yaprakları üçer beşer düşerken, yaşatılan yıkım / acı eşiklerinin her günü kapsadığı artık bir gerçekken, ömrü hayatımız boyunca bir kere olsun, bu devlet şu halka hesap verecek midir, sahiden! Her şey geriletilip, çürümeye, kokuşmaya teslim edilirken, onca yok etme siyasetinin, göz yumulan şiddet pratiklerinin, bunca bile isteye var edilmiş cinayetin bir dolu şeyin sahiden hesabını verdirebilecek midir, şu menzilin yurttaşları, bir kez olsun sahiden?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Urfa – AP Photos / The Independent
1 note · View note