Tumgik
#derdest
seslimeram · 1 year
Text
Panoptikon
Tumblr media
“Feodal tipteki bir toplumda siyasi iktidar esas olarak yoksulların senyöre ve zaten zengin insanlara vergi ödediği, aynı zamanda onlar için askerlik hizmeti yaptığı bir iktidardı. Fakat kişilerin ne yaptığıyla hiç ilgilenilmiyordu, siyasi iktidar buna, sonuç itibarıyla, ilgisizdi. Bir senyörün gözünde var olan şey, toprak, köyü, köyünde oturanlardı, ailelerdi, fakat bireyler, somut olarak, iktidarın gözüne gözükmüyordu. Bir an geldi ki, herkesin iktidarın gözü tarafından fiilen algılanması gerekli oldu, kapitalist türde bir toplum olsun istendi, yani mümkün olduğunda yaygınlaştırılmış, mümkün olduğunca verimli bir üretimle birlikte; iş bölümünde kimilerinin şu işi, kimilerinin bu işi yapmasına ihtiyaç olduğunda, halkın direniş hareketlerinin, ataletin ya da isyanın, doğmakta olan tüm bu kapitalist düzeni altüst etmesinden korkulduğunda, o zaman, her bireyin somut ve keskin gözetlenmesi gerekli oldu…” Michel Foucault, İktidarın Gözü (İmge Kitabevi)
Panoptikon, İngiliz filozof ve toplum kuramcısı Jeremy Bentham’ın 1785 yılında tasarlamış olduğu hapishane inşa modelidir. Bütünüyle toplumsal bir sınıflandırmayı var eden, ötekilerin / zararlı görülenlerin kuşatıldığı, yedi gün, yirmi dört saat denetlendiği bir zeminin bugünlerin dünyasında artık bir temel argüman haline dönüşümünü yaşamaktayız kesintisiz olarak. Covid-19 salgın sürecinin başından ortasına, şimdisine, normalleşme hal tanımla birlikte güncellenen şu ana, bütünüyle o trajik gözetleme aparatının güncel, bariz bir sabite dönüşümü var edilir. Yolun, yordamın, anlam ve ötesinin topyekun çalındığı bir uzamda, toptan, Foucault’nun yaza geldiği üzere kapitalist düzen alt üst edilebilir bir mesel olarak görüldüğünden, korkulduğundan her bireyin kesintisiz gözetlenmesi hasıl oldu. Bugünün dünyası, Türkiye gibi nesnelliği ile o yeni dünya düzeni aksiyonunun en olmadık hallerine rehin edilen ülkenin gerçekliği bu halle çıkagelir. Yönelimini, düşünce eylemine, sorgulama bahsine, hayatta var olma istemine ketler vurarak var edebilen bir iktidar temsilinin suna geldiği her şey yıkımı bildirir. Bunlarla bir ülkenin yönetim katını var edip, cürümle bütünleşmiş hamlelerle birlikte bir kere daha denetim, gözetim ve tam kapasite tahakkümle hayat hiç edilir.
Kırmızı çizgilerin her an bambaşka bir veçhe / saikten türetildiği, güncellendiği bir yerde olmakta olanın afaki bir cürüm kalıcılığı adına olduğu muhakkaktır. Panoptikon zihninin, tevatür değil doğrudan hepimizi enterese eden bir incitme, eksiltme ve adıyla sanıyla bir biyopolitik cendere sahası olarak güncelliğidir şimdi mesele. Baş Amir ve baş faşistin ol mini mini mikro faşist oluşumlar, bildiğiniz tüm anlamlarıyla yekten solculuğa hakaretin ta kendisi kendini solcu zanneden zevat; perinçekgillerle bütünleşik imaline devam ettiği, yolunda yürüdüğü ülke / yeni yüzyıl şablonu bu bahsin de devamlılığıdır. Böyle bir halle, bunca kesintisiz bir cürüm istemiyle kuşatılan yerde, panoptikon zaten hayatlarımızın tam da merkezinde konumlanan devlettir! O’nun yol verdiklerinin var ettiği her şey, hemen ilk tanımlamada olduğu gibi kuşatan / tüketen, bunu yaparken de denetimi gözetleyerek var eden bir ülkeyi bildirir. Yeni çağ, yüzyıl söylemi sulu sepken kullanıla durulurken asıl olmakta olan bu cendere halinin ta kendisini kanıksatmaktır. Bunun her neresi yenidir, hiç düşündünüz mü?
Diken.com.tr’den aktaralım: “Baş, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, TBMM Genel Kurulunda görüşmeleri devam eden 2023 yılı bütçesinin, ‘iktidarın, halkın parasına çökme planı’ olduğunu söyledi.
‘AKP’nin vatandaşın alın teri ve emeğiyle kasasını doldurmaya çalıştığını, bu nedenle halkın çocuklarına meyve ve süt alamadığını, kirasını ve faturalarını ödeyemediğini’ belirten Baş, enflasyon nedeniyle yurttaşın alım gücünün düştüğünü söyledi.
Baş, “Baz etkisini alın, başınıza çalın. Türkiye, 2022 yılında çocuklarına süt alamayan bir ülke haline geldi. Dünyada çalışma saatlerinin en uzun olduğu ülke olan Türkiye, yoksulluğu yaşamaya mahkum ediliyor” dedi.
Erkan Baş, son dönemde ‘üç harfli’ zincir marketlere yönelik eleştirileri anımsatarak “Olay basit, ekonomiyi mahvediyorlar suçu başkalarına atıp kendilerini aklamaya çalışıyorlar” dedi.
‘Bu karanlıkla ancak laiklikle başa çıkabiliriz’
TİP Genel Başkanı Baş, İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in, kızını altı yaşındayken bir tarikat üyesiyle imam nikahıyla ‘evlendirmesini’ ve çocuğun yıllarca istismara maruz bırakılmasını anımsatarak Türkiye’nin tarikat ve cemaatlerce karanlığa sürüklendiğini dile getirdi.
Baş, konuyla ilgili şunları dedi:
“Bu asla münferit bir olay değil. Bir iki kişinin yaşadığı bir mağduriyet değil. Öyle olsaydı bile dünyayı yakmamız gerekirdi. Aslında Türkiye’de gerici yapılanmalarla çocuklarımızın yüz yüze kaldığı bir sorun bu şekilde açığa çıktı. Konuşamayan binler var. Bunların kaçak yapılarına ruhsat veriliyor. Bunlar belediye ve merkezi bütçeden binlerce lira destek alıyorlar. Bunlar sahte sağlık raporları düzenliyorlar. Bunların para kaynaklarını ve siyasi destekçilerini devletten söküp atmadan hiçbir şey düzelmez. Bu topluma yerleşmiş kanser hücresini içimizden söküp atmalıyız.
Vatandaşlar bu tür olaylara karşı durmadıkça ve yüksek sesle isyanlarını dile getirmedikçe söz konusu yapılanmalar ülkenin her bir yanını sarmaya devam edecek. Bu karanlıkla ancak laiklikle başa çıkabiliriz. Oyları da güçleri de batsın, istemiyoruz. 6 yaşındaki çocuğa tecavüz eden zihniyetin oyunu isteyenin de Allah belasını versin.”
Bir biyopolitik cendere sathı mahallinin ta kendisinde ilerleyen / bunu önceleyen menzilin hal ve gidişatına dair isyanı bildirir Erkan Baş. Tümden, belirgin bir biçimde yaşamsallığı iğdiş edilmiş, sönümlenmiş bir yere doğru evrimin, o nihai teslimiyetin var edildiği bariz bir panoptikona ulaşma hevesinin taşıdığı odağa dair bir seslenişi vardır. Bütçe lafzından o birbiri peşi sıra dökülen tarikat içi, çocuk kırımlarından bir başkasına uzanan şecerenin suna geldiği ülke pratiğinin yozluk / çürüme / eksiltme hallerinin toplamından mürekkep bir yer olduğu gözler önündedir. Yeni ülke denilerek kurumsallaştırılan istikametin her ne şekilde yolun / yordamın, anlam ve karşılıkların yerle bir edildiği bir zemin olduğu artık hiç gizlenmeden sunulur. Bilakis, doğrudan muktedir olanın talimatı, baş amirin ve tüm o avenesinin suna geldiği, yol açtığı, zemini kolaçan ettirdiği haller toplamında büsbütün bir çürüme hali mütemadiyen güncellendir. Ekonomik, sosyolojik, siyasi, hayatın bariz ol abecesinin yerle bir olunmasının istikameti keskinleştirilir. Bunlarla, bütün bu hamlerle bir kere daha aşağıda Timur Soykan’ın BirGün gazetesinde paylaştığı haberin detayları, satır aralarında karşımıza çıkanlarla o panoptikon imgesinin her nasıl hayatı derdest ettiği bir kere daha açığa düşürülür. Olan bitenin vahim tablosu, Karaman Ensar, Gerger, Kilis, Dikili ve nice başka yerde çocuklara yönelik / şiddet ve cinsel istismar ve tecavüz benzeri nice insanlık dışı muamelenin ta kendisine bir son ektir, aktaralım:
“İsmailağa Cemaati’nin ‘Hocaefendi’, ‘Efendimiz’ diye hitap ettiği Yusuf Ziya Gümüşel’in kızı H.K.G. 1998’de İstanbul Fatih’te doğdu. Kadınların çarşaflı, erkeklerin uzun sakallı, cübbeli ve sarıklı olduğu tarikat dünyasında eğitimden uzak ve eve hapsedilmişti. Tarikatın şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu, kız çocukların okutulmasına izin vermiyordu.
H.K.G.’nin iddianamede yer alan ifadesine göre; İstanbul Çengelköy’de yaşarken babası onu 29 yaşındaki müridi Kadir İstekli ile imam nikahıyla ‘evlendirdi’.
Bir gün sonra babası tarafından gönderildiği ve karşı komşuları olan Kadir İstekli’nin evinde cinsel istismar başladı. Kadir İstekli ona bunun bir oyun olduğunu söylüyordu. Yıllar sonra H.K.G. ifadesinde şunları söyleyecekti:
“Ben ağladım. Kadir evlendiğimizi söyledi. Annem, babam nasıl evliyse bizim de evli olduğumuzu anlattı. ‘Sen benim karımsın, ben senin kocanım’ dedi. ‘Evliler böyle oyunlar oynar ama bu oyun kimseye söylenmez’ dedi. Annem ile babam Kadir’e ‘Damadım’ diyordu.”
H.K.G. 13 yaşındayken nişan, 14 yaşındayken düğün yapıldı. Bu sırada baba Yusuf Ziya Gümüşel, İstanbul Sancaktepe’de Hiranur Vakfı’nın devasa ve kaçak külliyesini inşa ediyordu.
17 Ağustos 2012 günü çocuğu, annesi Fatma Gümüşel hastaneye götürdü. Bir doktor, polise haber verdi. Anne ve o zaman 14 yaşında olan H.K.G. kendisine ezberletilenleri söyledi. 17 yaşında olduğunu ve kendi rızasıyla evlendiğini anlattı.
Ancak savcılık akılalmaz biçimde doğum kaydı istemedi. Bunun yerine kemik yaşı testi için Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne sevk ettiler. Burada müritlerin araya girmesiyle teste 21 yaşındaki bir kadın sokuldu. 17 yaşında olduğunu söyleyen kızın kemik yaşı raporda 21 görünüyordu. Buna rağmen soruşturma kapatıldı. Bu dosyanın kapatılması için kimlerin devreye girdiğini halen bilmiyoruz.
H.K.G., 17 yaşına geldiğinde anne oldu. Bir gün radyo programında evlendirilen küçük kız çocukları hakkındaki bir programı dinledi. Artık yaşadıklarının bir oyun olmadığını biliyordu ve bütün çocukluğu boyunca yaşadığı cinsel istismarın altında eziliyordu.
***
İddianamede yer alan ifadesine göre; tekrar içine kapandı, ailesine ve tarikata boyun eğdi. 18 yaşına geldiğinde resmi nikah kıyıldı. Gizlice kullandığı sosyal medya hesabından tanıştığı bir kadına yaşadıklarını anlattı. Bu kadın ona, kocasıyla konuşmasını kaydetmesini ve şikayetçi olmasını söyledi.
İddianameye sunulan bu ses kaydında H.K.G. “6 yaşında nikahımız kıyılmayaydı. Keşke babam ilişkiye izin vermeseydi… Yani bu sıkıntıların hiçbiri olmazdı” diye konuşuyor. Kadir İstekli’nin sözleri ise şöyle: “Var mı yapacak bir şey onu söyle. Dönebiliyoz mu.”
***
İki yıl önce 30 Kasım 2020’de İstanbul Anadolu Savcılığı’nda şikayetçi oldu. Savcılığa, ses kaydının yanı sıra fotoğraflar sundu.
Kadir İstekli, Yusuf Ziya Gümüşel ve Fatma Gümüşel, ifadelerinde H.K.G.’nin 16 yaşında nişanlandığını ve 17 yaşında evlendiğini savundular. 6 yaşında evlendirilmediğini ve cinsel istismara uğramadığını öne sürdüler. Kadir İstekli konuşma kaydı için “Sık sık 6 yaşında evlendiğimizi ve tecavüze uğradığını söylüyordu. Kavga büyümesin diye onu onaylıyordum” dedi.
Bu kez savcılık H.K.G.’nin doğum kaydını Sapanca Nüfus Müdürlüğü’nden istedi. 1998 doğumluydu, üstelik İstanbul’daki Fatih Özel Hastanesi’nde dünyaya gelmişti. Yani H.K.G.’nin ifadeleri doğrulandı. 2012’de doktorun ihbarıyla başlayan soruşturma sırasında sadece 14 yaşındaydı ve evlendirilmişti.
30 Ekim 2022’de İstanbul Anadolu Başsavcılığı’nın iddianamesi tamamlandı. Savcı iddianamede H.K.G.’nin anne ve babasının istismara göz yumduğunu anlattı. Kadir İstekli, tarikat lideri baba Yusuf Ziya Gümüşel ile anne Fatma Gümüşel’in zincirleme şekilde çocuğun cinsel istismarı suçunu işlediklerini belirtti. Ayrıca savcı, Kadir İstekli’ye cinsel saldırı suçundan da ceza istedi.
Ancak 27 yıldan az olmayacak şekilde ceza istenmesine karşın Kadir İstekli, Yusuf Ziya Gümüşel ve Fatma Gümüşel tutuklanmadı.
İsmailağa Cemaati’nden yapılan açıklamada Mahmut Ustaosmanoğlu’nun resmi nikah kıyılmadan imam nikahına izin vermediği savunuldu ve şöyle denildi: “Medyada yer aldığı ve maksatlı olarak cemaatimizle irtibatlandırılmaya çalışıldığı görülen nikah hususunda zikrettiğimiz hassasiyetlerle bağdaşmayan birtakım iddia ve haberlerin Mahmud Efendi Hazretlerimizi ve cemaatimizle herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır. Münferiden gelişen çeşitli hadiseleri cemaatimizle ilişkilendirmeye yönelik yorumlara itibar edilmemesi önemle ricamızdır.”
***
H.K.G. savcılığa henüz 6 yaşındayken imam nikahı kıyıldığında çekilen gelinlikli fotoğraflarını vermişti. Ayrıca 13 yaşındayken nişan ve 14 yaşındayken düğün fotoğraflarını da dosyaya sunmuştu. Meslektaşım Murat Ağırel ile birlikte o fotoğraflara ulaştık. Bu fotoğraflar, bu çağda, laikliğin yok edildiği bu ülkenin utanç fotoğrafları olarak hiç unutulmamalı.
H.K.G. bugün İstanbul’a uzak bir şehirde kendisine hayat kurmaya çalışıyor. Şu an ortaokulu dışarıdan bitirmek üzere. Onun mücadelesi gericiliğin çocukları sürüklediği kabusunu ve Türkiye’de laikliğin önemini gözler önüne seriyor.”
Aralıklarla da olsa bir haftadır gündemin en önünde yer alan / ana akım medyanın, tüm o ekran şaklabanlarının ancak hiza / işaret verildiği vakit ses verebildiği bir kırımın ortasını arşınlıyoruz. Panoptikon olarak gözetlenen / işaretlenen / hedef kılınan / canı yakılan ve bariz bir biçimde buna uygun görülen bir insan suretinin gölgesinde hazin bir hikayenin hiç eksiksiz gösterimi var edilir. Düzenin yol verdiği, kendisine yakın duran, dini değeri artı bir çıkarım, çıkar için yatırım aracı şu ya da bu mevki için elzem olarak aparat kılan bir yapının eylediği nice fecaatten bir diğeri karşımıza çıkartılır. H.K.G döküldükçe, onu isyana sevk ettiren acizlik dolu, kadına kin güdülen bir tecavüz kültürünün, küçüklükten başlayarak süre giden bir ezme / sindirme kültürünün nasıl boyut kazandırıldığı ortaya çıkar. Utançlar altında kalakalmış bir menzilin temsili değil doğrudan yıkımla teşviki hal mesaisinin her ne boyuta geçtiği, önümüzdeki günlerde daha da fazla konuşulacaktır. Ta ki Mayıs ayında var edilecek duruşmaya kadar bütün bu kötülük sarmalı unutulmamış olursa! Bir devri sabık iktidarın suna geldiği yegane şeyin çok daha derin ve kalıcı bir yıkımın, en başta çocuklara kıyılan bir düzlem olduğu artık belirginken, umarız H.K.G unutulmaz!
Somut ve keskin bir biçimde toplumun gözetlenmesi ilelebet muhafaza edilecek bir hale, tavra dönüştürüldü. Dünün yeniliyor sanılan muktedir özentilerinin, bizatihi kendilerine sırça köşkler bina edip, halka kurtarıcıyız diye aksettirenlerin en olmadık halleri var edildi hiç kesintisiz bir biçimde. Önce hamuduyla götürenler türedi. Arkasına servetlerini tek bir alyans, bir tek ceket addedenlerin gemicik koleksiyonları, mülk / emtia dökümleri. Bunlar kesmedi başka yerlerde al takke ver külahlar ile yapılandırılan cemaatçilik oyunları süre gitti. En sonunda değil daha öncesinde, Karaman’dan, Şırnak’a pek çok yerde hiç de öyle gizli örtük kalmayan / bırakılmayan ama adalet makamının zerre kılını kıpırdatmadığı bir vahşilik düzeni güncellendi. Çocukların / kız, erkek fark etmeksizin bedenen / ruhen, akli melaikeleri üstüne yapılan tahakküm etme halleri, bambaşka skandallarla örtüldü. Sus pus olundu ülkece. İstanbul’da, muhterem hoca efendilerinin yerine oynayan, temsillerin de her ne haltlar yediği zaten az yukarıdaki Timur Soykan’ın yazı dizisinden çıka geliyordu bir yandan. Ekonomik yıldırı, hayata yönelik baskılama, her şeyi bir liderin oluru / olmazı arasında sıkıştıran bir düzlemde daha fecileri de yapılır eş zamanlı, kim verecektir ki hesabını! Evrensel hakların talan edildiği, günün karanlık, geleceğin belirsiz bir surete teslim, rehin edildiği bir yerde o panoptikon hayatın her anını derdest etmeye hazır kıta olan devletin sembollerinden birisi kılınmıştır. Yaşadığımız güncellik içerisinde yeni yüzyıl bahsinden önce, var edilmiş bir tüm insanlık dışı muamele, suçlara dair bir ön alma, hesap verme mekanizması kurulmadığı için ötesinin de ne olacağını görebilmek düşündürücüdür. Atanmış bir dahiliye nazırının ağzından salyalar saçarak ötekisi sandığı herkese, herkeslere had bildirirken kullandığı argümanlar / denklemler zaten o panoptikon siyasetinin nasıl bina edildiğini de örneklemektedir. Bunlarla, bu kadarcık kısıtlı bir sayfada paylaştıklarımız o geleceğin çoktandır işlendiğini gösteriyor. Bütün bu haller, her anlamda çürüten / yutan / tüketen / sindiren bir menzili sorgulamak ne zamandır hangi zaman? Sessizliğin bir kere daha cehennemin kapılarını ardına kadar açtığı yer hakikatin ta kendisiyken, varılan eşik de mi bir şeyleri düşündürtmez, sahiden? Bütün bu fasit döngü ile bir ülkenin geleceği, en ufak bir umudu, hayata dair sözü kalır mı, bırakılır mı?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: An Afghan Girl Who Sells Pens Sleeps On A Street In Kabul. Photograph: Mohammad Ismail – Reuters – The Guardian
2 notes · View notes
ertan2618 · 4 months
Text
Tumblr media Tumblr media
Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş:“Her kula helâl, Müslüman’a haram!”
Bursa başkent, tabii Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye…
*Gitmişler kadıya şikâyete, adam yakalanıp yaka-paça huzura getirilmiş. “Bu nasıl fitnedir, dini İslâm, ahalisi Müslüman olan koca devlette sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla! Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?” diye çıkışmışlar adama.
Adam:
- “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır…” dedikçe kadı kızmış:
- “Ne delili, ne ispatı? Sen fitne çıkardın, Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın, katlin vaciptir!” demiş. Demiş ama bir yandan da merak edermiş:
- “Nedir gerekçen?” diye sormuş. Adam:
- “Bir tek Sultan’a derim…” diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Söz Sultan’a gitmiş, adam yaka paça saraya götürülmüş. Padişah da sinirlenmiş ama diğer yandan o da meraklanırmış:
- “De bakalım ne diyeceksen. Bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helâl, Müslüman’a haram yazarsın?” Adam, başı önünde konuşur:
- “Delilim vardır, lâkin ispat ister.”
- “Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?”
- “O zaman boynum, hükme kıldan incedir Sultanım…”
- “Eeee!”
- “Sultanım, herhangi bir havradan (sinagog) rasgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak…” Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, başlarında Museviler, “Ne oluyor, bu ne zulüm? Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim…” Çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş. Bir hafta dolunca, adam:
- “Sultanım, artık bırakmak zamanıdır” demiş. Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan’a teşekkürler, hediyeler.
- “Aynı işi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultanım” demiş. Aynı şekilde bir papaz derdest edilip yaka-paça alınmış Pazar ayininden ve aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar… Din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir sarılmışlar birbirlerine… Sultan:
- “Bitti mi?” demiş adama.
- “Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle” demiş.
- “Şimdi nedir isteğin?”
- “Efendim, payitahtımız Bursa’nın en sevilen, âlimini alınız minberinden…” Adamın dediğini yapmışlar, Ulucami imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler.
Bir Allah’ın kulu çıkıp da, “ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz? Hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz”, gibi tek bir kelâm etmemiş, imamın peşinden giden, arayan-soran olmamış… Geçmiş bir hafta, “Nerde imam” diye gelen-giden yok! Halk hâlinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta tutuklanan koca âlim için:
- “Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik…”
- “Kim bilir ne suç etti de tevkif edildi!”
- “Vah vah! Acırım arkasında kıldığım namazlara…”
- “Sorma, sorma…”
Padişah, kadı ve adam izliyorlarmış olup-bitenleri. Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş:
- “Eee, ne olacak şimdi? Adam:
- “Bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helâllik almak lâzımdır hocadan.” “Haklısın” demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş. Adam başı önünde konuşmuş:
- “Ey büyük Sultanım, siz irade buyurunuz lütfen, böyle Müslümanlara su helâl edilir mi?”
Sultan acı acı tebessüm etmiş:
- “Hava bile haram, hava bile!” demiş.
VATANINA, BAYRAĞINA, MİLLETİNE, DEVLETİNE SAHİP ÇIKMAYANA Herşey haram...
23 notes · View notes
1-yolcu · 6 months
Text
ey hükümleri asla değiştirilemeyen ve ahkâmında kullarına katiyen zulmetmeyen Rabbimiz. şüphesiz kullarına en şiddetli eziyetlerin altında dahi her şeyin bir şekilde tesellisini ihsan edersin.
lakin ya rabbi zalimlerin azgınlığı şiddetiyle artmakta.
ya rabbi senin bir ismin de müntakimdir. bu zalimleri en şiddetli şekilde derdest et, büyük musibetleri kendilerine çevir ve hiç kımıldayamayacakları şekilde kabza-ı tasarrufuna al.
46 notes · View notes
ervah · 8 months
Text
bir hal varsa üzerimde, içime birşey sinmiyorsa, göğümden bulut ciğerimden sızı eksilmiyorsa uykum hep bir yerde yarımdır. kalbimi hırpalayan pusu dağıtmayan ne varsa, hepsini, derdest edeceğim. bir gün.
35 notes · View notes
s-o-n · 2 months
Text
beni derdest eden halkım, sana tapmış nasıl yaptın?
6 notes · View notes
Text
Yaşamak Gibi
Sevda, saçlarını kazıtıp da gönlü viran sabahlara açmış bağrını ve sen sevgilim, hangi mutluluğu kalbimden almaya ramak trenindesin, bilmiyorum. Sevdanın abdestini sana alıyorum, şükür nimetleri sensiz soframa gelmiyor; Sen bir başkasının gözlerinde doyum, ruhunda yaşamak oldukça... Acı gemileri çağırıyor beni sensizliğe, denizin türküsünde ölüm gerekçesi yazıyorlar adımı; çok acıyor...
Bir aşk düşün, ölümün hasret fırtınasından derdest sabahlara yürüyen bir çaresizlik olmuş; seni seviyorum, umurumun yorgun düşleri bir seni özlüyor, o kadar zor ki... Başka bir zamanın başka tanrılarında yeniden doğmalıyız seninle aşka. Çünkü vakit ölüme zorluk, yokluğuna kolaylık sitemlerinde... Seni vermiyorsa kader, ne yapmalıyım? Aşkın kaç çilesinde bir yorgun düş olmalı çareler? Kanıyorum sevgilim, soyadım hazan; adım, adım adım sensizlik yokuşu... Kalbimin atmayı unuttuğu zor savaşlarda bir seni sevdirdi bana Tanrı. Varış istikametince ölüm döşeğinde sensiz kalbim...
Şimdi söyle sevgilim; adresler, senin kalbinde gecekonduya çıkarken merdivenler nefessiz bırakmaz mı bu sevdayı?
Seviyorum ve ölüyorum sevgilim, hakikat cetvelleri bir bir dövüyor bahtımı; madem, seni bana vermeyecekti kader, neden çok sevdim söylese ya Tanrı'm... Acıyor, sevdamın öz suyundan bülbüllere konan mutlu yaşamak ölüm gibi akıyor kanıma. Ölüyorum sevdiğim; vakit bu, sen, orada; ben sensizlikte konaklayan imdat sefiriyim, hakkım mutlu olmaktı, ölmek değil...
Elinde bir türkü olsam, bağrının misafir cennetine yaşamak gibi açsan beni. Ölmeden önce son isteğim, hakkım olmayan kalbinin ufak köşesinde dahi olsa bir saniye nefes alabilmek gerçeği... Bak! Ağlamak da geldi, kondu gözlerimin son yalnızlığına; bekledim, hep bekledim, yaşamak gibi seni...
Dilara AKSOY
13 notes · View notes
harfzen · 11 months
Text
dalga 45
Politik olmak zorunda değilim. Apolitik hakeza. Taraf olmak zorunda değilim. Bitaraf olmak hakeza. Bitaraf olanın bertaraf olacağını söylerdin eskiden. Bazen, belki de çok defa erkenden bertaraf olmak, savaşı sürdürmeye çalışıp, sonunda yine kaybetmekten, yanlış tarafta bulunup sürünmekten evla olabilir. Bu seçim sürecinde en çok rahatsız olduğum muhalefetin ajitasyondan başka bir şey söylemiyor olmasıydı. İktidar şu kötülükleri yaptı, vah ne kadar kötülük yaptı, tüh ne kadar kötülük yaptı. Etkili bir propaganda aracı olduğu aşikar. Hepimizde etkili oluyor. Bununla beraber ajitasyona başvurmak zorunda kalmak aslında dünya hakkında, ülke hakkında söyleyecek bir şeyiniz olmadığını gösteriyor. KHK'lılara kötülükler yapıldı diyor mesela. Doğrudur, benim etrafımda Fetö iltisakından dolayı keşke daha çok kötülük yapılsaydı dediğim bir iki kişi dışında zarar gören olmadı ama bu memleketin adalet mekanizmalarının nasıl çalıştığına şahit olmuş biri olarak kurunun yanında yaşın da çokça ateşe atıldığını kabul edebilirim. Yine de bunu seçim meselesi haline getirdiğinde, söyleyeceğin şey KHK'lılara af olamaz mesela. Falanca kişi zarar gördü, filanca yanlışlıkla hapse atıldı, o halde oylar Kılıçdaroğlu'na diye propaganda yapıldığında bütün Fetö gerçeğini görmezden geldiğiniz, bu yolla kazanılacak üç beş oy uğruna bunlara yeniden örgütlenme gücü kazandıracağınız düşünülür. Ben öyle düşünürüm. Fetö'den hala nefret eden milyonlar da öyle düşünür. Herhangi bir tekil hikaye okuduğumda, Soma işçileri veya maktul kadınlar veya bebeğiyle hapse atılan KHK'lı gibi hikayeler okuduğumda, bunların etrafındaki, gelmiş geçmiş hikayeyi, dosyanın tamamını görmediğimi düşünüyorum. Hikayenin yarısını dinleyerek neden gaza geleyim? Daha kötüsü de bu insan beni neden bu hikayelerle gaza getirmek istiyor? Yargıyı bağımsızlaştıracak mısın? Bunu partini bir Alevi partisi haline getirdiğin gibi mi yapacaksın mesela? O düzenin bugünkü kimsenin güvenmediği yargı düzeninden ne farkı olacak? Hakimler karar verirken, suça değil, sanıkların kim olduğuna bakmayı bırakacaklar mı? Bu ajitasyon yaparak oy toplamaktan daha zor. Bugünkü politik sistemde neredeyse imkansız. Yargıç dediğin adam da ailesi, çevresi, statüsü olan, aynı ekonomik düzende yaşadığın bir adam. Yargı dünyanın hiçbir yerinde bağımsız değil. Çünkü bağımsızlık ancak güçle mümkün. Güç dediğimiz de dünyanın her yerinde yürütme erkinin elinde. Arada trafik cezası yazılan bakan haberi okuduğumuz ülkelerde de asıl mesele o başbakanın sınıfsal güveni. Yargıya güveniyoruz, çünkü o da bizden. Yargı erkini bürokratik lüzumsuzluktan kurtarıp, gerçekten adalet dağıtan, iyiyi kötüyü birbirinden ayıran bir yere götürmek sadece kanun çıkarmakla, parlamenter sisteme dönmekle veya şu olaydan sonra atanan hakimleri derdest etmekle mümkün değil. Burada erkin tabiatına dair bir mesele var. Türkiye'nin rüşvet düzenini nasıl değiştireceksin mesela? Bunun en temel sebebi devletin ekonomideki yeri ve gücü. Bu gücün kırılması için devletin hemen her konuda en büyük müşteri olmadığı bir düzen kurman gerek. Bunu kurmak da popülizmin tam tersine yapmanı ve birden fazla ekonomik güç odağına izin vermeni gerektirir. Giderek korporatizme evrilen ekonomik sistemimizde, popülizm dozunu azaltarak nasıl seçim kazanacaksın? Bunlar fukaralık ajitasyonu yaparak çözülemeyecek meseleler. Muhalefetin bunları düşünecek zamanı da yok değil ama maksatları yeni bir şey söylemek veya olan düzeni daha iyisiyle değiştirmek olmadığı, sadece bu düzenden daha fazla pay kapmak için muhalefet ettikleri için konuşmak istemeyecekleri şeyler. Zamansız Mektuplar https://ift.tt/ebiyA9m
2 notes · View notes
baybaykus · 11 months
Text
BU ALÇAKLARI SUSTURACAKSINIZ!
DEVLET ERKÂNINA VE TÜRK MİLLETİNE!
Devletin kurucusuna, o devletin kahramanlarına sövülürken susanlar ve hatta bıyık altından sırıtanların tamamı, devletin en tepesinden en sade vatandaşına kadar haysiyet ve şereflerini kaybetmiş olmuyorlar mı?
Unutmayınız ki;
Haysiyet, şeref, namus dâhil olmak üzere, milli, insâni, İslâmi tüm değerler ancak ve ancak Milli Egemenliğe sahip olunduğunda korunabilirken, o milli egemenliği Türk milletine kazandıran ATATÜRK'E sosyal medyada olsun, yazılı ve görüntülü medyada olsun sövmek, hakaret edip yeni yetişen nesillerin gözünden düşürmek ne kadar büyük bir alçaklık ise, bu iğrenç duruma sessiz kalmak da o denli bir seviyesizliktir.
Atasını koruyamayan,
Atasına sahip çıkamayan,
Atasına söven veya sövdürenlerin yakalarından tutarak derdest etmeyenler kendi analarına da sahip çıkamaz ya da gereksiz görüp çıkmak istemezler!
KAHRAMANLARA SÖVEN İTLER TÜREDİ!
Bu toplum neden ağlar?
Tüm dünyada olmak üzere, kahramansız kalan ve de kahramanlarının kıymetini bilemeyen menfaat ve makam düşkünü idrak fukarası toplumların, itilip kakılmaya, kahranıp aşağılanmaya, sömürülüp talan edilmeye mahkûm bir hayatın pençesinde izzet-i nefissizce ağlamaktan gayrı bir işleri olamaz.
Kahramanlarının değerini bilmeyen milletler bir müddet sonra kahramansız kalıp şerefsizlerin ellerine düşerek zelil ve sefil bir hayatın cenderesinde izzet, namus ve şereflerini kaybederek kısa bir zaman sonra da tarihin çöplüğündeki yerlerini almaya mahkûm olurlar.
15 Haziran 2015
ORHAN KILIÇOĞLU
1 note · View note
okur46blog · 2 years
Text
Uykusu bölünüyor düşlerimin Şûride
Yarım yamalak aldığım nefeslerimin kıyısında
Cezbe duruyorken hayalin;
Kursağıma
Hiçliğin diziliyor
Ahh Şûride
Ölüm meleği her gece gelip
Bölse de intiharlarımı
Adın geçiyor dimağımdan
Aklım
Uçurumlara kayıyor
Adın, uçurum oluyor Şûride
Adım adım,
Uçurum oluyor
Bir masal ile büyütülüyorum Şûride
Kurşundan askerler tahta atlarla gelip
Kurşun döküyor gözbebeklerime
Sonra sen çıkageliyorsun
Ellerin dolanıyor ellerime
Ellerin ki mahsenimde mihenk taşı
Ellerin ki her şiirde özne
Ahh Şûride
Nasıl anlatır seni
Mahfilde canınla susturulan dilim
Sensiz derdest edildiğim bezminde
Söyle
Seninle ölüp
Seninle nasıl dirilirim
Bu mai gök
Bu mai gece şahit
Çarmıha gerilmiş ruhum ve ben
Bir hülyanın tavafında
Z'amansız
Recm edildik Şûride
Mil diye çektiğim g'özümden
Sen diye
Düşe düşe
Azl edildik
Ve şimdi
Sen Şûride
Dar ağacının gölgesinde
Sus'an
Susa'yan senliliğimin
Karşı yakasında
Tebessümlerinden bir kuple
Bağışlar mısın Şûride
Son nefesimde
Nefesinden
Bir c'an
Bahşeder misin
Ruhu Azade
Tumblr media
18 notes · View notes
seslimeram · 8 months
Text
Ucu Ucuna Hayat
Tumblr media
Her şey ucu ucuna yetişiyor. Hayatta var olmak ucu ucuna. Düzene tabi olmadan, erkanı muktedirin boyunduruğu altına düşmeden hayatta kalabilmek ucu ucuna. Sözün kıymeti harbiyesinin delik deşik olunduğu bir menzilde sözde yol ve rotalar belirleyebilmek hala ucu ucuna. Demokrasi, eşitlik, adalet pratiklerinin boşa düşürüldüğü bir zeminde sukutu terk edip hak aramak ucu ucuna, o da gücünüz / gücümüz yettiği kadarıyla. Derdiniz ya da dert bildiğinizi paylaşmak ucu ucuna, tıpkı bir yerden bir yere yetişme telaşının en çok da işe yetişirken ucu ucuna olduğu gibi bir tahayyül pratiğe dönüştürülür. Her şey hemen, hemen her şey böyle bir girift kapkaranlık fasit döngüye rehin olunandır. Yaşamda yerini muhafaza edebilmekten, sözüne sahip çıkmaya çabaya her şey ucu ucuna denk getirilir de o keskin / yapış yapış ayrımcılık bir yerlerde sökün etmeye devam eder. Bütünüyle bir yer bir yurt imgesinin çürütülmesi bu raddede söz konusu edilir. Kimin yarasının önemli kim ya da kimlerin önemsiz olduğuna dair bir yanılsama süreğen kılınır. Bunlar ucu ucuna var edilmez, hep vardır, her gün yeniden imal edilir. Evde, işte, sokakta, şok doktrinlerinin ol tam ortasında hemen her fırsatta bir yıkım güncellenir. Duraksamak nedir bilmeyen, bariz ve belirgin bir istikamette her gün bu tahayyüle içkin kılınır. Her gün, an, beklentilenin o ötesinde bir süreklilikle ucu ucuna.
Aralıksız kılınmış bir girdap hali içerisinde emek sömürüsü güncellenir. Sömürüyü alenen var eden sermayenin, eline kan oturmuş, servet dışında da hayatta hiçbir telaşeleri, endişe halleri kalmamış zavallı insanımsılar elinde cürümler var edilir. Ne sağlık hakkı meseledir ne hayatta onca yıldır kesilmiş, biçilmiş olan vergilerle olası bir emekliliğin yolu açılır. Bir biçimde sıra neferi olunduğu, ailenin bir üyesi olarak tanımlanmak güncellenirken bir yandan da kapısını süpüren kadar değer vermemenin acı tecrübeleri var edilir. Ucu ucuna kılınmış hayatta her şeye yetişmesi beklenir çalışanın. Ne derdi, ne tasası mühimdir. Tatili rüyasında görmesi beklenirken, hak gasplarına sesi çıkmasın istenir. Günbegün aralıksız bir halde bu satırların yazarının da başına getirilen gündelik baskılama / tehdit / aşağılama ve ötesinde insani hiçbir koşulu var ettirmeyen bir ücrete talim ettirme seçeneğinin aleni kılındığı bir zeminde ucu ucuna olan da görünür kılınır. Siz kimsinizdir ki emekli olmaya ya da geçinemediğiniz ücretinize birazcık iyileştirme talebiniz olsun. Otuz koca yıldır var olan bir emekçilik geçmişine nazaran, büyüklük, efelenme, sen bilemezsin ile geçiştirilen talepler arasında yaşamın doğrudan şekli şemaili, şaftı kaydırılandır. Doğrunun göreceliği alt üst edilirken, bir gıdım yaşama tahayyülüne dahi itirazlar ardılı sıra getirilir. Susmak, sadece susmak değil teslim olmak tek beklentidir. Bunca açık bir devinim, tehdit döngüsü ve hiç kesintisiz baskılama arasında işte o ucu ucuna kalakalmış yaşama eylemi var edilir. Sadece bize değil her yerde, her şekilde. İyi de hayat böyle bir mesele midir, sahiden de?
Bianet’ten aktaralım: “Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ) ‘geçim şartlarını’ ortaya koymak için her ay düzenli olarak yaptığı ‘Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması’nın Ağustos sonuçlarını yayımladı.
Araştırmaya göre;
*Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 12 bin 198 TL’ye,
*Gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 39 bin 733 TL’ye,
*Bekar bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ de aylık 15 bin 813 TL’ye yükseldi.
TÜRK-İŞ, Ocak’ta açlık sınırını 8 bin 864, yoksulluk sınırını 28 bin 874, bekar bir çalışanın ‘yaşama maliyetini’ ise 11 bin 556 TL olarak ölçmüştü. Ocak'tan bu yana açlık sınırı 3 bin 334, yoksulluk sınırı da 10 bin 859 TL arttı.
Temmuz’da ise açlık sınırını 11 bin 658, yoksulluk sınırını 37 bin 974, bekar bir çalışanın ‘yaşama maliyetini’ de 15 bin 123 TL olarak vermişti.
"Daha zor bir yaşam mücadelesi"
Araştırmada ekonomik göstergelere de değinen TÜRK-İŞ, şu yorumu yaptı:
"Hayat pahalılığı, yüksek enflasyon altında satın alma gücü gerileyen ücretler, geçim sıkıntısı, özellikle gıda fiyatlarındaki sürekli gerçekleşen sert yükselişler insanların daha da zor bir yaşam sürmesine neden oluyor. Artan vergiler, akaryakıt fiyatları, kiralar vs. haneleri fedakârlık yapmaya zorluyor.
"Türkiye ekonomisinde makro görünümdeki bozulma ile enflasyonun yarattığı olağanüstü talep artışı, büyümenin küçülmeye dönüşmesini ve işsizliğin artmasını engelliyor. Ancak kamu tasarrufu olmadan talebi düşürebilmek ve makroekonomik koşulları en azından Eylül 2021 öncesi seviyeye getirmek mümkün gözükmüyor.
"Resmi açıklamalara göre önümüzdeki süreçte enflasyonun artma eğiliminde olduğu ve ancak 2024 ortasından itibaren düşüşe geçeceği belirtilirken, geçtiğimiz aylarda baz etkisi ile gerileyen yıllık enflasyonun yönünü tekrar yukarıya çevirme eğiliminde olduğu gözlemleniyor. Faiz artırımları gibi parasal sıkılaştırıcı düzenlemelerle talep kaynaklı enflasyon bir miktar hız kesebilecek olsa da birikmiş maliyetler ve beklentilerdeki bozulma bunun en önemli nedenleri arasında. TÜİK verilerindeki görece yüksek çekirdek enflasyondan da bu durum izlenebiliyor."
Her şey ucu ucuna yetişiyor. Laf değil, kuru kalabalık bir mesele değil, doğrudan asgariyi müşterek bir yaşam idesinin köküne dikilmiş olanın her nasıl bir cendereden / kapandan ibaret kılındığını gösteriyor açlık ve yoksulluk sınırı araştırması. Her ay, mütemadiyen bir tırpan halini alan, ele avuca geçen üç kuruşu da tastamam un ufak eden bir enflasyon hali, zam tufanı, iktidarın allem edelim kallem edelim bu badireleri de bir mizansen / kurgunun ta kendisi sayalım yollu izahatı arasında cürümlere rehin edilmiş halk görünür kılınır. Bir biçimde oyun / simülasyon / kurgu addedilen yoksulluk da mihraklara bağlandığından bu yana, operasyon çekmelere karnımız tok diye duran muktedir eliyle bizatihi sıradan insanın hayatı dümdüz altüst olunur. Böyle bir halde, bu kadar afaki bir biçimlendirme ile birlikte bir yarın tahayyülüne de yer bıraktırılmaz. Yoksulluk ve açlık sınırı bir paydaş olarak takdim edilir. Yüzüncü yılındaki bir cumhuriyet olgusunun var edebildiği yegane şey bu katran karanlığı haldir. İyi midir?
Cumhuriyet Gazetesinden aktaralım: “Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine bağlı Koyunağılı köyünde bulunan, SSS Yıldızlar Holding’e bağlı Doruk Madencilik’e ait Yunus Emre Termik Santrali olarak faaliyet gösteren kömür maden ocağında çalışan işçiler haklarını alamadıkları için önce 5 gün oturma eylem gerçekleştirdi.
Taleplerine karşılık bulamayan işçiler, ekmek parasını kazandıkları madene bu sefer eylem için girdi. Maaşlarını alamadıkları ve sosyal haklarına şirket tarafından el konulduğunu belirten işçilerin açlık grevi 48’i saati geçti. Şu zamana kadar ise 165 işçiden 2’si rahatsızlanarak dışarı çıkartıldı.
“Yeraltında 163 Arkadaşımız 48 Saattir Aç Ve Susuz”
Türkiye Maden İşçileri Sendikası Orta Anadolu Şubesi Şube Sekreteri Selim Arslan, yaşadıkları sıkıntıların giderilmediği için bu şekilde bir eyleme başladıklarını söyledi. Arkadaşlarının yer altında 48 saati geride bıraktıklarını ifade eden Arslan, yaşanan süreci ve taleplerini şu şekilde dile getirdi:
“12 Aralık 2022 tarihinde burası TMSF’den Yıldızlar Es Holding'e devredildi. Yaklaşık 9 ay oldu. 250 kişiyi süresiz izne ayırdılar. Bu izne ayrılan arkadaşlardan 240’ı başka sektörlere gittiler. Giden arkadaşların tazminatlarını bize en geç 3-4 ayda ödeme vaadinde bulundular. Ama yaklaşık 9 ay geçmesine rağmen hiçbirine ödeme yapılmadı. Akabinde çalışma sürerken çalışan arkadaşlarımızdan kesilen paralar hesaplarına aktarılmadı. İcra kesintileri hesaplarına aktarılmadı. Temmuz ayı itibariyle 165 kişi habersiz bir şekilde yer altında çalışırken yer üstüne çıkartıldı. Normalde kendilerine tebliğ edilmeleri lazımdı. Bunların hiçbiri olmadı. Bu da bardağı taşıran son damla oldu. Pazartesi günü eylemi başlattık. Oturma eylemiydi. Ne devletin, ne şirketin malına zarar vermeden, şirkette işleri aksatmadan vardiyası gelen arkadaşlarımız işlerinde çalıştı. Vardiya çıkışında oturma eylemine geçtiler. Dört günde biz sonuç alamadık. Arkadaşlar daha sonra yeraltında 'oturma ve açlık grevi yapıyoruz' dediler. Bu karar Perşembe günü saat 16’da alındı ve yer altına indiler. Eylem 48 saate yaklaştı. İki kişi rahatsızlandı, onları hastaneye gönderdik. 112’yi aradığımız zaman ambulanslar geliyor, rahatsızlananları hastaneye götürüyorlar. Yeraltı eylemi başladığında müdürler geldiler. Birkaç teklifte bulundular. Şu ana kadar vaatler yerine gelmediği için arkadaşlarımız onlara inanmıyor. Paramızı istiyoruz dediler. Yeraltında şu anda 163 kişi var. 48 saattir aç ve susuzlar.”
“Yer Üstü Sigortası Yaparak Maaş Ödemek İstediler”
Madende 48 saattir açlık grevinde bulunan Sinan Koçak isimli işçi ise yaşadıkları sorunu yerin altında kayda aldı. Yaşadıkları sorunları ve taleplerini madende çektiği video ile anlatan Koçak, diğer arkadaşları adına da şöyle konuştu:
“TMSF’den SSS Yıldızlar Holdinge bağlı Doruk Madenciliğe devrolmuş bulunan madencilik çalışanlarıyız. Bizler şirketimizden devr olduktan sonra 250 kişi ücretsiz izne çıkarılmaya zorlandık. Geriye kalan arkadaşlarımız ise maaşlarını düzensiz ve zamanında alamadılar. Bu süreçte bu ücretsiz izin sürecine dayanamayıp işten ayrılan arkadaşlarımıza da vaat edilen kıdem tazminatları ödenmedi. O gündem bugüne kadar bizler bu şartlara katlandık. 7’inci ve 8’inci ayın maaşları bize bildirim yapılmaksızın yer üstü sigortası ve yer üstü maaşı olarak yatırılmış durumdadır. Bu noktada bizler sendikamız öncülüğünde yönetime başvurduk, sendikamız birçok görüşmeler yaptı fakat olumlu neticeler alınmamıştır. Pazartesi günden itibaren işimizi aksatmadan vardiyalarımıza gelerek vardiya sonlarında evlerimize gitmek yerine oturma eylemi yaprak hak aramak başladık. Bundan da bir netice alamadığımız için sendikamız öncülüğünde yer altında eylem kararı alınmıştır. Bu karara uyarak bizler de haklarımızı alabilmek için sonuna kadar bu eylemi devam ettirmeyi düşünüyoruz.” Çekilen videoda diğer işçiler de yaşanan sıkıntı ve taleplerde bulunarak yetkililere seslendi.”
Her şey ucu ucuna yetişiyor. Hayatta var olmak ucu ucuna. Eskişehir’de Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonundan, Doruk Madenciliğe devredilmiş olan maden sahasındaki sesleniş aynı zamanda müştereken bir yurtta emeğin nasıl bilinçle sömürüldüğünü de göstere geliyor. Patronajın eline geçtikten sonra kamusal bir sahanın cendere kılınması, kapana benzetilmesinin yolu ve rotası belirgin kılınır. İnsani yaşama gailesi ve tahayyülü hiç addedilir. Verili haklar ya eksiltilir ya da ismi dahi anılmaz. Sözleşmeler, hükümlülük halleri geçersiz konulur. Uyarılar, imdat çığlıkları “vardiya” öne sürülüp devamlı unutturulur. Hal böyleyken yüz altmış beş insan için direnişten gayrı bir yol kalmaz. Hak mücadelesinin, emeğin karşılığının mütemadiyen yok sayıldığı, ezildiği bir zeminde onun temini / tadili için mücadeleyi var ederler. Durum yukarıda okuduğunuz gibidir, açlık ile sınanırken yer üstünde, yeraltında da ümit var olabilmek için aç kalınmaya devam edilir. Hayatı bir badireler sarmalı, yaşamdan alıkoyan bir kısır döngüye dönüştürmüş, ne çoluk çocuk sahibi, evli barklıya, ne kendi halinde yaşayan, sıradan ötekisine ya da gencine ol nihayet bekarına hiçbir yaşamsal ümidi vermeyen / bırakmayan düzen sömürüsüne karşı direniş devam edendir. Görünen her şey ulu orta ucu ucuna yetiştirilmeye, yetişilmeye çabalanan hayatta var olma mücadelesinin de bir yüzüdür. Fark ediyor musunuz?
Her şey ucu ucuna yetişiyor. İmdat seslenişleri, avazlar, çıplak hakikati anlatmaya devam ederken kimseler ayırtına varmasın diye gümbürtüde yaşam kuşatılıyor. Her şekilde tam teşekküllü bir yoksunlaştırma tek gaile / istikamet kılınıyor. Ele geçen ile bir hayat idamesi mümkün değilken, yaşarsınız, tasarruf da edersiniz bahisleri birbiri peşi sıra zikrediliyor. Çarşının, pazarın ateş kılındığı, dokunduğunuz her şeyin pahasının uçtuğu bir zeminde, içeriklerin bozulduğu, yenilenin gıdadan çok endüstriyel atıkların birleşimi, bir kompost halini aldığı, bunun da önünün alınması bir yana gizli / örtük desteklendiği bir zeminde yoksullaştıkça, her şeyden mahrum kalmak söz konusu ediliyor. Önce açlık sonra yitirilen sağlık. Ucu ucuna yetişilen bir hayatta var olma hakkı, cumhurun elinden öyle ya da böyle alınmaya devam olunuyor aralıksız. Binbir badirenin ortasında cambazlık etmeden yaşamda kalabilmenin hiç mümkün kılınmadığı zeminde masallar anlatılırken, kıyıda köşede berhava edilen umudun külleri dağıtılmaya devam olunuyor. Hiçbir biçimde yaşamsal idesini tam sağlayamayan, dahası günü de geleceği de karanlık, yıkıcı ve öğütücü bir cendere / sarmal kılan bir ülkenin hali nice olur? Bütünüyle gemi battı batıyorken, anlatılan kahramanlıklar, şanlı destanlar, kutlu zaferler, biraz daha sıkın dişinizi halleri arasında bir gelecek söz konusu edilebilir mi? Bu ucu ucuna yetişilen ya da öyle sanılan gümbürtüde hayat ne olacaktır, sahiden hayat! Bütünüyle bozguna çıkartılırken yaşam hakkı, geleceğin karanlığı da mı bir şey anlatmamaktadır, sahiden!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Image Credit: Euronews
1 note · View note
avukatbirlikrehberi · 4 months
Text
📍 Boşanma sürecine mi girdiniz ve eşlerin durumunu merak ediyor musunuz? Avukat Saim İncekaş'ın "Boşanma Davası Sırasında Eşin Ölmesi" başlıklı yazısında bu karmaşık konuya dair bilgi edinin.
🔹 Boşanma sürecinde eşin vefatı ne anlama gelir? 🔹 Miras ve mal paylaşımına nasıl etkisi vardır? 🔹 Kusur tespiti ve miras hukuku nasıl işler? 🔹 İlgili tazminat, nafaka ve velayet hakları neler?
👉 Bu detaylı yazıda, https://av-saimincekas.com/aile/bosanma/bosanma-davasi-sirasinda-esin-olmesi/ tüm bu soruların cevaplarını ve daha fazlasını bulacaksınız. Söz konusu yazı ve yasal düzenlemelere siz de bir göz atın ve davanızın seyrinde siz de doğru adımlar atın! 📚✅
Yazıyı inceleyin ve bu konuda merak ettiğiniz her şeyi öğrenin! 💼📚
0 notes
Text
Beni derdest eden halkım, sana tapmış nasıl yaptın?
0 notes
gundemarsivi · 5 months
Text
Tumblr media
Bektaşi Fıkralarından Zemzemül Ala
✍🏻 Hayati Sarnık
https://www.gundemarsivi.com/bektasi-fikralarindan-zemzemul-ala/
Ne varsa Bektaşi’likte var. Anadolu’daki var sayılan evliya mezarlarına; Ali baba, Düzgün baba, Hacı Bektaşi Veli hazretleri deniyor da neden, Ahmet İmam, Mehmet hafız, Süleyman müezzin, Ömer hoca denmiyor? Bizde ölmeden ölmek var. Her yaratığı sevmek var. Akan sudan su içince suya minnet etmek var. Tek tanrı diktatörlüğü yok…
*
İzmir -Tahtacı Bektaşilerinden Neyzen’in bir anısı:
Osmanlı sultanı “Sarıkla kimse meyhanede içemez” diye fetva çıkarır. Neyzen sarığı takıp Beyoğlu’nda meyhaneye gider. İçmeye başlar. Şeyhülislâm ve saray zaptiyeleri meyhaneyi basar. Zaptiye şefi bağırır. “Bre zındıık. Sarıkla nasıl meyhanede içersiiin” Neyzen hemen masanın, üzerine çıkar ve bağırmaya başlar. “Padişahııım çok yaşaaa, Allah başımızdan eksik etmesiiin seniii”… Dışarıda halk toplanıp seyretmeye başlar. Zaptiye şefi bakıyor ki olay büyüyecek. Adamlarına “Bir daha bu adamı görürseniz, görmemezliğe gelip hemen oralardan uzaklaşın” deyince adamları sorarlar “Neden şefim”. Şef “Biz bunu tutuklarsak, halkta kadıya gidip “Bu adam padişahı överken zaptiyeler derdest edip zindana attılar derse, kellelerimiz gider. Bunu gören yolunu değiştirsin” der.
*
Hacıdan ,hocadan, şeyhten olmaz evliya. Olsa bile sokma onları avluya. (Bektaşi deyimi)
*
Bektaşi camiye gider. Millet saf tutmuş namaza başlayacak. Namaz başlar. Bektaşi namaz bitmeden dışarı çıkıp oturur. Namaz biter cemaat etrafına toplanır “Neden namazı yarım bırakıp çıktın?” derler. O da “Camide imam yoktu. İmamsız namaz olur mu?” deyince millet “Vardı ya görmedin mi?” deyince “İmama soralım camide miydi?” der. Çağırırlar. Bektaşi “İmam efendi, namazda var mıydın?” diye sorunca. İmam “Bedenen vardım ama ruhen Yoktum. Eşim bazı siparişler istedi. Cebimde o kadar param yok. Hep siparişleri düşündüm.” der.
*
Hoca camide vaaz veriyor. Bektaşi de meraktan gitmiş dinliyor. Hoca “İçki içenler, içtikleri şişeleri boyunlarına bağlanarak ahirette gezdirilip teşhir edilecekler”der. Bektaşi “Hocam şişeler boş mu, dolu mu?” Deyince hoca ağır olsun diye “Dolu doluuu” demiş. Bektaşi de “Desene hocam, bu meret orada da var. Yaheeeyy…”
Hayati Sarnık
0 notes
ihaledanismani · 10 months
Link
idarenin ihalede  hak edişten kalan miktarı süresinde ödemediği ve imalatlara başlanması için gerekli bilgileri yükleniciye verilmemesi
0 notes
Text
Kendimle kalamıyorum artık; birdenbire yıldızlar sönüyor kalbimde ve sömürüyor zaman, kalıbına sığamayan derdest tutucu hayatımı. Aşındırıyorum, balçıkla sıvandığım gecelerin iyi geceler adresi oluyorum, çabucak uyutuyor ninnilerimde beni yaşamak. Bir vakitler yaşamadan da yazardım, artık ne yazarım ne yaşar... Saatin hatırından vuruyor beni hayallerim. Asıldığım ağaçtan kovuyor kovanıyla arılar, baldan daha tatlı bir umut göremiyorum.
 
Heyecan suikastına uğradım, hız yapıp da kalbim; çevirmiyor beni aşk. Bir ceza bile yazılmıyor kalbime. Sevemiyorum, yaşayamıyorum, İstanbul sokaklarından bir aşina mutluluk kaçıramıyorum. Hemen tanıyor beni kader, kalbimin sessizliği borcunu ödüyor yaramazlıklarına. Bir vakitler severdi sevmeyi, bilye kaçırır gibi gönlü haddinden çok seveni kaçırırdı sevgiyle. Adresim, külliyen yalnız sokak duvar kıblesi ve öteye beriye kaçan caddesi.. salkım saçak gözaltına alınan sevda dedikleri aşk acısı hanım köylü no imdat 1000... Histanbul Hüzüntürküye...
 
Beni aradığınız hasrette bulamazsanız bilin ki ben zaten çok vakittir kendimi kendimde bulamadım. Sıfatı karışırsa fidan boylu rüzgara değen umuda, hazin öyküler belletmeyin. Neyi ezberlerse ona koşar gönül, durun bir; şimdilik ses etmeyin...
 
Dilara AKSOY
4 notes · View notes
medyaberlin · 11 months
Link
0 notes