Tumgik
seslimeram · 12 hours
Text
Yıkıcı Günlerin Kenar Notları
Tumblr media
“Muhtemelen sizin de, hem de çok defa, konuşmanıza "hepimizin hemfikir olduğu gibi" ifadesiyle başladığınız oluyordur. Eminim, insanların da böyle konuştuğunu duydunuz. Ya da bu ifadeyi gazete makalelerinde, özellikle aslında bir tür okura seslenen başmakalelerden okuyorsunuz. Ancak hiç kendinize bu "hemfikir" olan "hepimizin" kim olduğunu sordunuz mu?” Sosyolojik Düşünmek – Zygmunt Bauman – Ayrıntı Yayınları
Doğrudan, yalın, katışıksız bir döngü içinde hayat mefhumu talan ediliyor. Bildik tümce, betimlemelere yer bıraktırmayacak bir açıklıkla, muktedir ve avenesi bir kere daha tüm o seçim sathı mahallini öne sürerek hayatın kuşatılmasını doğru ve apaçık bir yıkım idesini imal etmeye devam ediyor. Biyolojik politik bir sarmal olarak güncellenen yeni ülke fikri doğrudan o faşist amirin, baş efendiye dediği gibi yeni yüzyılın başa örülecek çoraplarını güncellemek için doğrudan tutkuyla iteklenir. Demokrasiyi sahici olarak bir dolgu olarak gören ve amaca ulaşabilmek adına kullanışlı bir aparat kılan / belleyen o muktedir aklının bir tevatür değil doğrudan yönlendiği saha o çitlenmiş, hayat idesinin kuşatıldığı bir yeri de göstere gelir. Yirmi bir yıllık iktidar tahayyülünün var ettiği eşik o dönemeçler içinde, arasındaki zulmü yaşamda sabit kılıyor. Doğrudan müdahalelerle birlikte var edilmiş olan sözüm ona mutabakatlarla madun siyaset pragmatist bir ülkeyi dönüştürür. Ezberler, daim yinelenen masallar ve daima karşılıksız konulan hikayeler / atfetme halleri bu taraz taraz hayatı gösterir. Lime lime edilmiş sıradanın hayatı denetim, gözetim ve tahakküm üçlüsü refakatinde devletlinin propaganda aygıtını değerlendirmesiyle beraberce zehirlenmiş başka bambaşka bir tavra / yönelime evrilir. Bu hallerin istikametin esas var edilen şey o hayatın talan olunmasıdır.
Herkesin hemfikir olduğu yanılgısını kullanışlı addeden, bununla kendisine yepyeni bir istikamet imal etmeyi, yanlışı doğru, eğriyi düz, yalanı hakikat olarak gören bildiren bir toplamla hayat mefhumu topyekun kuşatılır. Sosyal politik deneysellik / deneyi aleni bir yaşam aksiyonu kılan devletlinin var ettiği her şey o tasavvur olunan yıkıcılığı güncel bir mefhuma dönüştürür. Geleceğini bir şimdi içerisinde tüketen, şimdisini dününün devamı kılan, dününü de olabildiğince yalın bir biçimde unutturmaya çalışan aklın sunduğu her şey hayat mefhumunu derdest etmeyi amaç edinir. Cerahat içerisinde, birbirinden bağsız, bağlantısız görünse de her durumda birlikte / hep beraberce okunduğunda gerçekliği tam ve eksiksiz ortaya çıkan bir cerahat imiyle hayat mahvedilir. Baş efendi, baş faşist ve tüm o zümrelerin birlikte imal ettikleri yenilik dolu ülkenin ısrarla geçmişini tekrarlayan, daim bir biçimde yorgun düşüren, kötülüğü önceleyip, hayatı zehreden bir sureti temsile evrimi kesintisiz kılınır. Seçim sathı mahallinde onca tehditle, bir dolu hakaretle, daimi bir ayrım ve ötekileştirmeyi öne sürüp, ardından da kimseler sıkıntı çekmiyor, kimsenin kimliğine karışmıyoruz, hayatın özgürlüğüne saygı duyuyoruz gibi nice çıkarım var edilirken hakiki olan şey bodoslama bir yıkıcılıktır. Her gün her yerde, hemen hemen her şekilde.
Evrensel Gazetesinden Ali Alper Alemdar’ın makalesini aktaralım: “Merkez Bankası son faiz kararı ile havlu attığını ilan etmiş oldu. Burjuva iktisatçıları arasındaki genel kanının aksine, Merkez Bankasının faiz kararını, rasyonel politikalara dönüşten ziyade, panik halinde alında alınmış bir karar olarak görmekteyim. Keza, Şimşek döneminde, rasyonel politikalara dönüş adı altında, kuru kontrol altına almada işe yarayan politikalardan, saatli bomba denilerek, vazgeçildiğini gördük. Elindeki araçlardan vazgeçen Merkez Bankası ve Mehmet Şimşek, son çare olarak faizi beklentilerin üzerinde yükseltti.
Faizi yükseltmek, gerçekten TL’nin değer kaybını engelleyebilir mi? Eğer, bu soruyu 2017 yılı öncesi cevaplamam gerekseydi, bir nebze de olsa evet diyebilirdim. Fakat, 2024 yılında, güncel uluslararası ve ulusal politik ekonomik konjonktürde bunun pek de mümkün olmadığı gözüküyor. Peki, para arzını ‘sıkılaştırma’ ve faizi yükselterek kur şoklarını engelleme politikasının etkileri nelerdir ve özellikle seçim sonrası bizi neler beklemektedir.
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Şimşek dönemindeki para ve maliye politikası, genel seçim öncesi Millet İttifakının önerdiği politikalardan çok farklı değil. İttifak dağılmasına rağmen, ittifakı oluşturan partilerin halen daha aynı çizgide olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Şimşek’in, rasyonele dönüş adı altında uyguladığı politikaların faturasının bedeli ise işçi sınıfı için günden güne artmaktadır. Nebati döneminde başlatılan işçi sınıfını fakirlikle kontrol altına alma stratejisinin, Şimşek döneminde işsiz ordusunu büyütme stratejisine dönüştüğünü, gerek kemer sıkma gerekse de faiz politikasından görebiliriz. Son alınan faiz kararının etkilerinin, bu yönde olması kuvvetle muhtemeldir. Keza, faiz artışının etkileri, halihazırda olabildiğince baskılanmış ücretlerden ziyade, işsizlik üzerinde olacaktır. Bunun en önemli göstergelerinden birisi kapanan şirketlerinin sayısındaki artış, faiz politikasının sonuçlarını yansıtan önemli göstergelerinden birisidir.
Kur şoku ile başlayan, pandemi kaynaklı üretimdeki azalma ile derinleşen ve şirketlerin süper kârları ile devam eden enflasyonun, nedeni ise halen daha Şimşek ve burjuva iktisatçıları tarafından ücretler ve talep olarak görülmektedir. Halbuki, bu iddiayı kanıtlayacak ne anlamlı bir veri ne de çalışma bulunmaktadır. Buna rağmen, para ve maliye politikası, böylesi bir sorunun varlığı üzerinden yapılmaktadır. Bu politikaların kendi içerisindeki tutarlılığı ya da Şimşek’in gerçek bir politikası var mı tartışılabilir. Fakat, bir sene içinde atılan her adımın, sermaye yanlısı olduğu görülmektedir. Faizlerin arttırılması, kemer sıkma politikaları, küçüklü çaplı işletmelerin kapanmasına, tekelleşmenin ve işsizliğin artmasına neden olmaktadır. Bununla birlikte, reel geliri günden güne eriyen emekçiler, yaşamlarını idame etmek için daha fazla borçlanmak zorunda kalmaktadır. Kamu dışı borçlanma sorununu, işçi sınıfının yaşadığı kriz olarak tanımlamaktan ziyade, aşırı harcama kaynaklı gören burjuva iktisatçıları ise borçlanmanın maliyetini arttırmayı savunmaktadır. Son dönemde yürürlüğe giren kredi standartlarındaki sıkılaştırma ve borçlanmanın maliyetinin arttırılması da tam da bu nedenledir. Bütçe dengesi adı altında yapılan kamu harcamalarının azaltılıp, vergilerin artırılması ise kamu dışı kesimin borçluluğunu arttırmaktan başka bir etkiye sahip değildir. Faiz yükseltme ve parasal sıkılaştırma kararları sonucunda ise kamu harici borçluluğun artmasının yanı sıra, borcun maliyeti ve borca ödenen faiz de artmaktadır. Servet transferini tam da böylesi bir tabloda görmekteyiz. Bu politikalar altında emekçilerin daha fazla borcun içine sürüklendiği ve yeni düzenlemeler nedeniyle, daha fazla faiz ödeyeceği aşikardır.
Her seçim öncesi, seçimden sonrası tufan diyen iktisatçıların aksine, seçimlerden bağımsız olarak, emekçilerin yaşadığı kontrollü tufanı anlamamız gerekmektedir. Keza, deprem sonrası mülksüzleştirme politikaları, vergi politikasının dizaynı ve faiz-kemer sıkma politikaları, emekçilerin, sermaye ve devlet tarafından disipline edilip, kontrol altına tutulmasına yöneliktir. Bahsettiğim politikalar birbirinden bağımsız değildir. Her bir politika birbirine bağlı olarak, işçi sınıfını kontrollü tufanın içinde tutarak, politik gücünü zayıflatmaya yöneliktir. Devletin politikalarını bu şekilde deşifre etmediğimiz sürece, emekçiler, politik güçlerinin zayıflıklarından dolayı AKP ve Yeniden Refah gibi partilerin etkilerinin altından çıkamamaktadır.
Tüm bu resme ve olasılıklara rağmen, seçim sonrası politikalarda değişikler olabilir. Elbette, işçi sınıfı lehine çok da olumlu bir gelişme beklememeliyiz. AKP, yerel seçimlerde büyük bir hezimet yaşamaz ise bu politikalar muhtemelen devam edecektir. Fakat, ciddi bir seçim hezimeti yaşanırsa, Şimşek yönetiminin ömrünün de uzun olacağını düşünmemekteyim. Seçim, AKP lehine sonuçlansa dahi, Şimşek’in ortodoks politikalara dönüş çabaları, Türkiye’yi işsizliğin arttığı ve gelir dağılımın iyice bozulduğu bir döneme sürekleyecektir. Faiz kararını, tam da bu çerçeve içerisinde değerlendirmeliyiz. Merkez Bankasının faiz kararı ne piyasa gerçeklerine göre verilen ne de kısa vadede nefes aldıracak bir karardır. Keza, piyasa gerçekliği diye adlandırabileceğimiz homojen ve mutlak bir yapı yoktur. İşçinin piyasa gerçeği ile burjuvanın piyasa gerçekliği arasında ciddi farklar vardır. Kemer sıkma ve faiz politikalarına, piyasanın da değil de işçi sınıfının gerçekliği üzerinden baktığımızda ise devletin ve sermayenin iş birliğini görmek mümkündür. Seçim öncesi başlayan ve sonrası devam etmesi muhtemel ekonomi politikaları, kuvvetle muhtemel, işçi sınıfının içerisinde bulunduğu kontrollü tufanı ve yoksulluğu derinleştirip, sermayenin, sınıf üzerindeki kontrolünü artırmaya yarayacaktır.”
Tümüyle herkesin hemfikir olduğu yanılgısı karşısında muktedirin ses vermesine müsaade ettiklerinin dışından bir meram her şeyi bir kere daha görünür kılar. Anlatılan ile yaşananların arasındaki derin uçurum halinin gerçekliği acı bir Türkiye imgesini de sunar. Hayat mefhumunun talan olunmasında aşılan ekonomik eşiğin her nasıl biçimlendirildiği, dahası taviz üstüne taviz verdirilen insanların sıradan olanlar harici kimselerin olmadığını gösteren bir tavırla biçimlendirildiği meydana çıkar. Seçim sathı mahalli geçicidir, geriye kalan talan / linç / yoksunluk politikası bir hakikat. Günbegün ezber edilmiş şablonlarla bir memleketin esas yıkımına dair hiçbir ön alma bahsine yer vermeden gününü gün etme hallerinin çeşitlendirilmesine tanık ediliyoruz. Afaki kılınmış ol müşterek, herkesin hemfikir olduğu ülke / yönetim / gündelik yaşam pratiklerinin her neyi kapsamadığını artık çok daha net görüyoruz. Hiç kimselerin, hiç kimselere yanlama ihtiyacı olmayan ol sıradan insanların meramının, mesellerinin her ne olduğuna dair en ufak bir tepkimenin var edilmediği yerde, ekonomik / sosyal politik güncel kabus halinin devamlılığı seçim bahsinin ilerisindeki karanlığı imler. Herkesi ortaklaştırmak yerine inatla ayrımcılığa, bir biçimde ötekileştirmeye çaba sarf eden, buna bel bağlayan bir menzilin katran karanlığı her ne olacaktır, düşünür müsünüz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Bülent KILIÇ – İstanbul 2014
1 note · View note
seslimeram · 4 days
Text
Özgürlük Mefhumu
Tumblr media
“Özgürlükle ne kastettiğimiz konusunda açık olmalıyız, zira özgürlük başından beri, bireye ait olan serbestiyle aynı şey değildi, toplumsal olarak koşullanan ve toplumsal olarak paylaşılan bir şeydi. Özgürlük, hayatın belirli bir toplumsal ve siyasal örgütlenişinin sonucu olarak kazanıldığı için, diğerleri özgür olmadığı sürece hiçbir insan özgür değildir.” Wendy Brown - Eleştiri Seküler Midir? - Açılım Kitap
Sınırları afaki kılınmış bir yaşamsal pratiğin / hayatın temel odaklarından birisi olarak var edilen özgürlüğün nasıl da laf kılındığını sorgulayan bir meram ortadadır. Wendy Brown, çağın var edilmiş bir salgın gibi ötekisini def etme alt etme çabalarına karşı sözün bizatihi eylemin nasıl da yaşamdan yana kurulması gerektiğini göstere gelir. Erk, muktedir pratiği olarak nakşedilmiş olagelen tahakküm olgusunun, tehdit / terör / taciz üçlemesinin arasız, fasılasız her güne içkin addedildiği bir zeminde, öteki sanılan özgür kılınmadıkça kimseyi özgür olarak göremeyeceğimiz bir dünyanın binasına devam olunuyor. Ne yol, ne izan, ne anlam, ne yön, ne tek satır açıklama. Tümüyle afaki bir biçimde bütünüyle çitlenen, sınırlı ve her günü muğlak bir özgürlük kırımının orta yerinde yaşam mahvedilmeye sevk olunur artık. Tümüyle kesintisiz bir halde tahakküm veçhesi imal edilirken toplumsal ve siyasal özgürlük metaforu da yerle yeksan edilir. Ötekiler yeniden kamusal olarak addedilen sınır dışına itilir.
Birbirinin aynısı, yekpare bir ezberden meram eyleyen, baş efendi ve baş faşistin ortaklığı dahilinde sunulmuş olagelen şeyin de aşağı yukarı bu minvalde bir toplamı imal ettiğinin altını çizebiliriz. Özgürlük mefhumunu sınırlandırırken, bununla bir gelecek tahayyülünü imal ettiğini, kimselerin ne fikrine, ne yaşam görüsüne karışmadıklarından bahis açarken bir yandan da en olmayacak şeyleri olur addeden, tüketen, yıkıcı ve özgürlüklere kastın her ana pay edildiği bir memleket bina olunur. Tümüyle seçim sathı mahallinin var ettiği açıklardan da feyiz alarak yinelenen bir tahakküm şeceresi hakikatimiz kılınır. Gün aşırı, iki miting, onlarca farklı mekanda zikredilen onlarca bahisle bir memleketteki yaşamak olgusunun talan edilmesi, özgürlük mefhumunun da sınırlı bir kesime ait kılınmasının yolu açılır. Ak parti iktidarının sunduğu, faşistler ve kendisinin laciverdi olagelen küçük tefek partilerin fundamentalist, kati ve kötücül eksenlerinde cirit atan bir tahayyül gerçek kılınır. Demokrasi sizlere ömürdür bir kere daha.
Bianet’ten aktaralım: “Ya Kanal Ya İstanbul Koordinasyonu, bugün (Mart 23) İstanbul’daki Kadıköy İskelesi’nde "İstanbul'da talana, kanala, Murat Kurum'a izin verme" sloganıyla basın açıklaması düzenledi.
Açıklamada, Kanal İstanbul Projesi’ne karşı verilen mücadelede aktif rol alan ve 30 Ocak 2024’te Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekilliği düşürülen avukat Can Atalay’ın fotoğrafı da yer aldı.
Açıklamada, projenin İstanbul’a vereceği zararlar vurgulanırken, AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Adayı Murat Kurum’un projeye dair net bir tutum almadığına da dikkat çekildi.
“İlave 1,5 milyon insan”
İstanbulluları Kurum’un İBB adaylığına ve rant projelerine karşı mücadele etmeye çağıran koordinasyonun açıklaması kısaca şöyle:
“Kurum’un ‘gündeminde olmayan’ ve hatta Erdoğan’a ‘başka önceliklerim var’ diyebileceğini iddia ettiği sırada Kanal İstanbul projesinin ‘kalbi’ olarak ifade edilen Arnavutköy Dursunköy’de bir projenin ihalesi daha yayımlandı. Gerçeklerin gizli kalmamak gibi bir huyu var, tıpkı Kurum’un mal varlığı beyanında unuttuğu üçüncü evi gibi… Yıllardır söylüyoruz, bu proje İstanbul’un son tarım alanlarını, göllerini, derelerini, ormanlarını, bizimle birlikte yaşayan hayvanları, endemik bitki çeşitliliğini ve İstanbul’un tarihini yani bölgedeki binlerce yıllık kültür varlıklarını yok edecek.
“Kanal İstanbul’un, İstanbul için ilave minimum 1,5 milyon insan demek olduğunu biliyoruz. İstanbul’un ciddi bir ulaşım sorunu olduğu da hepimizin malumu, İstanbullunun bu sorununu çözecek en önemli vaat ‘toplu taşıma’ iken Murat Kurum metro projeleri yerine yol/otoban vadediyor. Niye? Cevabı biz verelim, çünkü en ucuz ve doğaya da en az zarar verecek çözüm kendisinin ve iktidarın umurunda değil.
“İmar aflarının mucidi”
“Biz bu filmi daha önce gördük. İmar aflarının mucidi, Kanal İstanbul’un en büyük savunucusu, 6 Şubat depremlerinin Şehircilik Bakanı Murat Kurum İstanbul’u en iyi ben yönetirim iddiasında ama deprem bölgesindeki halkın bir yıldır yaşadıklarını da bildiğimizden bu sözlerin ‘boş seçim vaadi’ olduğunu ve halkın bu vaatlere karnının tok olduğunu söylüyoruz.
“Ya Kanal Ya İstanbul Koordinasyonu olarak ilân ediyoruz: Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı olarak işlediği suçlara yenilerini eklemek isteyen Murat Kurum’a biz İstanbullular geçit vermeyeceğiz. Yeni rant ve talan politikalarına izin vermeyeceğiz. Bugüne kadar olduğu gibi bu seçimde de ‘atı alan Üsküdar’ı geçti’ deseniz de mücadele etmeye devam edeceğiz, size ‘Kanalı yaptırmayacağız’. İstanbul halkını yerel seçimlerde Murat Kurum’a oy vermemeye, her daim kenti ve doğayı talan eden rant projelerine karşı mücadele etmeye çağırıyoruz.”
Basitçe ve doğrudan bir talanın önünü alabilmek için birkaç satırlık bir itiraz ancak var edilebiliyor. Düzenin, özgürlükler, hürriyetin tam ve eksiksiz hali, eşitliğin tabandan başlayarak herkesi kapsadığı bir tahayyül olarak yaşatılmadığı bir zeminde, kapalı kapılar ardından bir cendere, doğa için de bir kere daha katliamın çıkmaması için ses veriliyor iş bu menzilde. Rant için var edilen talanın bir kere daha hayatı gölgelediği bir zeminde olan bitenin kesintisi bir yok etme kültü olduğu bir kere gözler önüne seriliyor. Velev ki seçildi Kurum, hemen arkasından bina edileceklerle birlikte bir yaşam hattının daha bile isteye mahvedilmesinin İstanbul sathı mahalline hangi yaraları beraberinde getireceği en kestirmeden açıklanıyor. Özgürlük bahsi kullanışlı bir aparat kılınırken, tahakküm etmeyi aralıksız var eden, sonsuz bir girdap halinde parayı veren düdüğü çalar istediğini de yapar istikametinin zorbalığını içselleştiren, sahip çıkan bir iktidar mefhumunu gözler önüne getirdiğimiz vakit, doğanın yıkımını dahi kendilerine kar sayanların halini açığa düşürür. Olmayan / belki var edilemeyecek bir kanal hikayesinden, yıkıcı olacağı bağır çağır bildirilen depreme karşı önlemleri öncelemeyen, buna dair tespit / eylem planlarını daimi bir biçimde unutturmaya sevk eden, göz ardı eden bir iktidar pratiğinin İstanbul’u toptan yok etmesinin önünü alabilecek her ne vardır bir seçimden gayri. Bir de 2019’dan bu yana sürekli güncellenen bir buçuk milyon konutu dönüştüreceğiz mevzusu vardır ki, her seçim döneminde bizzat Murat Kurum tarafından zikredilip daha sonra denilmemiş gibi yapıla yapıla bugünlere gelinmiş bir tavır söz konusuyken, İstanbul’un sonunun da sonu olagelen ciğerlerinin talan edilmesi özgürlüklerin neresine dahil olur. Bir kere daha hayatı mahvetmenin bir olur hali var edilirken buna dur diyebilecek bir itiraz mekanizması söz konusu olacak mıdır? Düşünür müydünüz...
Tek bir konuda dahi nasıl bir istikametin yakalandığı ortadayken, memleketin genelinde var edilen o tahakküm halinin iç parçalayıcı sureti önümüze düşüyor. Her defasında yeni, yepyeni masallar anlatılırken, kapı eşiklerinde halklar alınıp satılıyor. Haklar yeniden ve yılmadan kırpılıyor. O doğa kırımı senin, bu düzlem benim, şu rant sizin, bu takiye her ama herkesin denilerek muktedir makamı kendi içinde bölüşümlere girişirken sıradanın hayatta var olma hakkı en baştan talan ediliyor her gün bir kere daha. Müştereklerimizin yerle bir edildiği bir zeminde özgürlüklerin talanı önce yaşamsal olan hak / ide / eylemi derdest ederek söz konusu edilir. Biteviye ardından çıkagelen yok etme, ezme ve biçme hallerinin yekununda o müşterek olanın talanı bitimsiz bir yağmaya dönüştürülür. Böyle bir menzilde hayatın ehven olanı nerededir? Bunca karanlığın ortasında bir yarın sahiden söz konusu edilebilir mi?
Özgürlük, hayatın belirli bir toplumsal ve siyasal örgütlenişinin sonucu olarak kazanıldığı için, diğerleri özgür olmadığı sürece hiçbir insan özgür değildir bahsinde değindiği gibi o Wendy Brown’ın dizdiği meram bir şeyleri şimdi aksettiriyor mudur? Otuz iki kısım tekmili birden, yetmiş iki milletin var ettiği bir bileşkeye haiz olduğu zikredilen bir zemin bugün en tahakküm ötesi, tahayyül edilenin dışındaki bir zorbalıkla kuşatılmaya devam olunuyor. Ol iktidar / avenesi / tayfası / çetesi şu ya bu isimlerle anılan takımı, seçilmişler için hayat her gün yeniden bir kazanıma dönüştürülürken, sıradan olanın hakkı da hukuku da topyekun lağvedilir. Bütünüyle özgürlük / eylemsellik / hak arama mücadeleleri “öcü” bilinip, terörize edilerek sorgulanmasın hiçbir şey istenir. Hizada durulan, üsttekilerin alt, en altta olanların canlarını okuduğu, dilediğini sınırlandırıp, dilediğini yok ettiği, kiminin bir ekmek için saatlerini harcaması lazımken, kimisinin komple fırını götürmesine karşın halen doymadığı bir oburluk ile sınanır ülke. Deneyimlenen, gerçekliğine kavuşturulan ol sınama, yeniden pay etme, hakkaniyet kavramları kendilerini ayrıcalıklı ilan edenler için bir başkalaşmış, dönüşmüş, teslim olmuş ülkeyi bir oyun parkına dönüştürür. Kasanın ve kasaya yakın duranların çıkar çatışmaları, rantiye, talan oyunlarında ne gün kalır ne de sahici bir gelecek. Önümüzdeki hafta bir yoğun gündem sarmalı içinde yine vatan, millet hikayeleri aksettirilirken bir seçim daha geçip gidecek. Tümüyle bir başına konulanların ol sahiden kimsesizlerin, ötekilerin, elinden hakkı, hukuku, sözü çalınanların birbirlerine derman olmak için mücadeleden gayri bir şans / ihtimallerinin olmadığı yer artık enikonu görünüyor. Tahakküm ve tehdidin bini bir paraya çıkarken bu gidişata, birbirinin aynısı bir kısır döngüde her gün yeniden sınanmaktan illallah etmediniz mi, hala mı... Hal, gidişat perişanlığın ta kendisiyken... Sahiden...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Mediaethics – Shadow – Dean STUART
1 note · View note
seslimeram · 8 days
Text
Vahamet Sarmalı
Tumblr media
Tahayyül edilenin ötesinde bir vahamet sarmalı birbirinden beter tevatür ve karşıtlıklarla bir ülkenin imali güncelleniyor. Ülkenin dönüştüğü düzlem bir pratik olarak zorun, bet ve fecinin izleri üstünde yükseliyor. Tümüyle politik bir cerahat sarmalı kendiliğinden aleni bir halde hakikat kılınıyor. Baş efendi ve zümresi aralıksız bir halde o dönüşüm mefhumu ve makamını tüm o vahamet sarmalında debelenmeye devam diyen ülkeyi güncelliyor ne eksik, ne fazla. Her günü yıkıcılık ile kuşatan bir anlayış elinde hayatın ehven olandan el ayak çektirilmesi söz konusu ediliyor. Fecaat kötülüğün bir aparatı olarak kalıcılaştırılıyor artık. Bet, bir ihtimalin ta kendisine dönüştürülüyor. Yıkıcılık, zor olanın yönünde ileriye atılan hamleleri var eden bir yönetimin tek ülküsü. Despotizm gemiyi azıya alırken var edilmiş olan her hamle aralıksız bir vahamet sarmalına dönüşen ülkeyi de bildiriyor. Ak parti ve Milliyetçi hareket partilerinin birleşiminden oluşan yeni ülke tahayyülü büsbütün o vahamet sarmalını pazarlamaya devam ediyor, her yerde, hemen her şekilde.
İktidarın seçim olgusunun, yerel seçimleri bir savaş halinin ta kendisine dönüştürmesinin istikametinde o dönüşümü, vahim olana çıkışı süreğen bir mesel kılıyor. Yoksunluğun tek bir istikamet addedildiği, genel geçer değil doğrudan birkaç hamlede esaret altına alınmış bir hayat imgesinin savunulduğu zemin gerçek kılınıyor. Ekonomik bir adaletin, aleni bir halde herkes için bir refahın var edilmediği / ayrıştırmaların, ayrı konumlandırmaların bir menzilde yegane istikamete dönüştürüldüğü zeminde çürüme kesintisiz kılınır. Tahakküm ve köleleştirmenin makul bir tavra indirgendiği sahada, emeğin karşılığının yerle yeksan olunmasına devam olunur. Her şey toz pembe masallarının ardına saklanırken gerçekliğin üç kuruşa talim ederek, günü kurtarmak olduğu konuşulmasın istenir. Asgari ücretten ve bir kademe onun üstünde birleşen milyonlarca yurttaşın bırakın birikimi, şimdi, şu an dahi pek çok şeyden eksik kaldığı bir düzlemde, eşitlik bahsinin yerinde yeller estirilir. Vahim olan onca nutka rağmen, tam teşekküllü bir yıkıcılığın istikametinde yürünen menzil tam anlamıyla gerçek kılınmaktadır. Yönelimini yoksulu artık içinden çıkılamayacak bir radde ile sınırlandırmak, umudunun elinden çalınmasını kanıksayacak olduğu bir merhaleye esir etmek gerçek kılınır. Bunlarla bir vahamet sarmalı güncellenirken bir yarın neyi getirecek sahiden.
Mustafa Bildiricin’in BirGün Gazetesindeki haberidir: “Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 2023 yılı verilerini içeren raporları, Türkiye'deki yoksullaşmayı ve giderek derinleşen ekonomik bunalımı bir kez daha gözler önüne serdi.
Bakanlığın verilerine göre, ekonomik krizin altında ezilen 4 milyon 989 bin 456 hane 2023 yılında sosyal yardımlardan yararlandı. Öz ailesinin bakımını sağlayamadığı 164 bin 995 çocuğa ise sosyal ve ekonomik destek verildi.
2022 yılında 151 milyar 900 milyon TL olan devletin sosyal yardım harcaması, 2023 yılında 305 milyar 900 milyon TL olarak gerçekleşti.
2023 yılında gerçekleştirilen 305,9 milyar TL’lik sosyal yardım harcamasının gayri safi yurt içi hasıla içindeki payının yüzde 1,2 olduğu bildirildi. Türkiye’de 2023’te 4 milyon 989 bin 456 hane sosyal ancak sosyal yardımlar ile ayakta kalabildi.
Utandıran Tablo
2023 yılında gerçekleştirilen tüm yardımların içinde nakdi yardımların oranı yüzde 98 oldu. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, sosyal yardımların türlerine göre dağılımını da paylaştı. Bakanlığın verilerine göre, 2023 yılında 957 bin 164 hanede yaşayan toplam 3 milyon 509 bin 427 yurttaş, karnını gıda yardımı ile doyurabildi. Gıda yardımlarının maddi karşılığı ise 1,2 milyar TL ile ifade edildi.
Bakımsız Binlerce Hane
Oturulamayacak derecede eski, bakımsız ve sağlıksız hane sayısı da çarpıcı tabloyu ortaya koydu. Buna göre, 2023 yılında bakımsız ve sağlıksız olduğu belirlenen 20 bin 846 hanedeki yurttaş için 271,8 milyon TL’lik kaynak aktarıldı. Kaynağın, evlerin bakım ve onarımı için kullanıldığı belirtildi.
2023 yılında 1 milyon 966 bin 429 öğrenci eğitim yaşamını, sosyal yardım ile sürdürebildi. Buna göre, ihtiyaç sahibi olan ailelerin çocukları için 1 milyon 966 bin 429 fayda sahibine yapılan ödeme tutarı, 1,5 milyar TL olarak kaydedildi. İşsiz ve çalışmayan yurttaşların kâbusu olan Genel Sağlık Sigortası (GSS) prim borcunu ödeyemeyen kişi sayısının 9 milyonu aştığı da bakanlığın verileriyle ortaya konuldu. Ödeme gücü olmadığı için GSS primlerini ��deyemeyen ve sağlık hizmetlerinden yararlanamayan 9 milyon 21 bin 162 kişi için yapılan destek ödemesi faaliyet raporuna, 61,1 milyar TL olarak yansıdı.
Fatura Yükü
Yurttaşın elektrik, doğalgaz ve kömür gibi ihtiyaçlarını ancak sosyal yardımlar ile karşılayabildiğini gözler önüne seren diğer bazı veriler ise rapora şöyle geçti:
Elektrik tüketim desteği: 4 milyon 378 bin 839 hane.
Doğalgaz tüketim desteği: 162 bin 666 hane.
Yakacak yardımları: 2 milyon 66 bin 649 hane.”
Düpedüz yalın bir biçimde yaşamı vahamete rehin kılan / böyle gören bir aklın sadakayı sürekli kılarak, insanları canından bezdirdiği bir yerdir artık Yeni Ülke. Dönüşümünü tam ve eksiksiz bir biçimde yaşamı dar ederek, noksansız bir rehineliğin önünü açabilmek için her durumda muhtaç kılarak bina eden bir aklın sunduğu yegane şey ortaklaşılan yoksun, yoksulluk halleridir. Elektrik, doğalgaz, kömür’den gündelik yaşamı idame ettirmek için gereksinim duyulan temel gıdaya kadar her şeyin gasp olunduğu bir zeminde, müştereğin salt / sadece belirli kesimlere takdim edildiği bir coğrafyada hangi gün iyi olur ki? Hemen her durumda başkalaşmış, bir örnek, yabanıl kalınan bir düzlemde o müşterek yaşam idesi her ne haldedir, sahiden? Tahayyül edilenin ötesindeki bir vahamet sarmalına, bildiğiniz o bataklığa saplanırken bir ülke, her şey toz pembe olarak zikredilmesi / bildirilmesi sahici olarak düşündürücü değil midir? Karanlığın ortasında zifiri bir ortamda gün geçirilen bir menzilde, umudun kırıntısının da talan edilmesinin önünü alabilecek hiçbir makam, hiçbir ortak itiraz, müşterek bir muhalefet tahayyülü kalmış mıdır, bırakılmış mıdır?
Cerahat eksenini, vahim olan kötülüğün sathı mahallini, hiç kesintisiz bir zorbalık iklimi içerisinde denekliği müjdeleyen bir zeminde hayatın olur nedir ki? Geriye sıradan olana her ne kalmıştır. Elinde imkanı olanın, babasının malı gibi söğüşleyip memleketin has insanları olarak pastadan pay kapıp, rantiyesini kovaladığı bir menzilde bunca sıkışık ve apaçık yoksulluğa mahkum kılınanların hali nice olacaktır? Behemehal Baş Efendinin ol meramlarının arasına gizlenmiş olan farkındayız, düzelecektir her şey bahsinin her nesi, herhangi anlamda gerçekliği bildirmektedir. Soran edeni olur mu acaba? BirGün Gazetesinden aktaralım: “AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Isparta'da açıklamalarda bulundu.
Konuşmasında, ekonomide yaşanan krize ilişkin değerlendirmelerle başlayan Erdoğan, yurttaşın hayat pahalılığıyla sınandığını ve refah kaybı yaşadığını kabul etti.
Yurttaşın yaşadığı ekonomik krize rağmen, ekonomik gstergelerin iyi durumda olduğunu savunan Erdoğan, ekonomik toparlanma ve enflasyonda düşüş için yılın ikinci yarısına işaret etti.
Bir Kez Daha Sabır İstedi
Bir kez daha 'sabır' isteyen Erdoğan, "Enflasyon düştükçe ekonomideki olumlu tabloların getirilerini çalışanlar ve emekliye daha iyi yansıtacağız" dedi.
Devamla, Cumhuriyet Halk Partisi'ni (CHP) 'para sayma' soruşturması üzerinden hedef alan Erdoğan, "CHP'nin belediye başkan adayı deste deste dolarla kazanmak istiyorlar. Isparta'daki kardeşlerim İstanbul'daki hemşehrilerini arayıp onları da uyarmalarını istiyorum" ifadelerini kullandı.
Erdoğan'ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
"Türkiye son 10 yıldır terörden darbe girişimine kadar ardı arkası kesilmeyen nice sınamalara maruz kaldı. Asrın felaketi depremler üzerimizdeki yükü daha da artırdı. Şu anda geldiğimiz noktada yerel seçimlere gidiyoruz.
Sabit gelirli insanımızın refah kaybıyla sınanıyoruz. Uyguladığımızın politikaların sonucunu bu yılın yarısı itibarıyla görmeye başlayacağız. Allah'ın izniyle bunların üstesinden geleceğiz. Uyguladığımız ekonomi programının sonuçlarını yılın ikinci yarısından itibaren göreceğiz.
Enflasyon düştükçe ekonomideki olumlu tabloların getirilerini çalışanlar ve emekliye daha iyi yansıtacağız. Milli gelirimizi 2 kat daha yükseltebiliriz. Ama bunu sadece eleştirerek değil çalışarak hem de çok çalışarak yapmamız gerekiyor.
Kim bu ülkenin yandığını bittiğini söyleyerek umutsuzluk saçıyorsa kafasında başka hesap vardır. Milletimizin moralini çökertme taktiği uyguluyorlar. Bu milletin morali en zor şartlarda verdiği milli mücadelede çökmedi."
"Burdur Eser ve Hizmet Siyasetinden Yana Tavır Alacak"
Erdoğan, Isparta'nın ardından Burdur'da partililerine seslendi.
Yerel seçimler için destek isteyen Erdoğan, "31 Mart'ta yerel yöneticilerimizi belirleyeceğiz. Seçimlere 10 gün kaldı. Bundan 10 gün sonra sandık bir kez daha önümüze gelecek. Bu sefer yerelde kimler ve hangi zihniyet tarafından idare edileceğinizin tercihini yapacaksınız. İnanıyorum ki 31 Mart'ta Burdur eser ve hizmet siyasetinden yana tavır alacak" dedi.
Burada yaptığı konuşmada da ekonomik krize dikkati çeken Erdoğan, "Birçok ülkede olduğu gibi enflasyon bizi de zorluyor" dedi.
Emeklilerden gelen serzenişlere kulaklarını tıkamadıklarını iddia eden Erdoğan, "Amacımız, kalıcı refah artışını sağlamak. Bunun için enflasyonu tek haneli rakamlara düşürmemiz gerekiyor. Daha önce bunu nasıl yaptıysak, yine başaracağız. Emeklimizin yükünü hafifletmeye çalıştık. Emeklinin bayram ikramiyesini nisan ayının ilk haftasında hesaplara yatırıyoruz" ifadelerini kullandı.
CHP'ye yönelik 'para sayma' görüntüleri soruşturmasına da değinen Erdoğan, "Hiç kimse böyle bir skandalı üç maymunu oynayarak geçiştiremez. Çantalar dolusu bu paraların kimden alındığı, nereye harcandığı, belgeleriyle, kayıtlarıyla, şeffaf bir şekilde açıklanmak zorundadır" dedi.”
Kendisini tekrarlayan nutuklar, birbirinin aynısı vurgulamalar ile iyi bir hatip olduğundan bahis açılan bir temsilin vardığı eşik, memleketin kalanı için korkunçluğu da göstere gelir en kestirmeden. Kendi ayakları üstünde hayatı var etmesi beklenen insanların ceplerine girecek olan üç kuruştan, seçimde tercih edecekleri siyasi partinin rengine, hayatın hemen her alanında bir vurgunu / gizli örtük bir teslimiyeti ardışık bir biçimde reçetelendirip sonra da biraz daha sabredin demek nasıl bir anlayışın esiri olunduğunu da gösterir. Baş efendinin zulmeden olduğunu bile bile emeklisinden, emekçisine, kamu personelinden sıradan götürü vergisine tabi küçücük dükkanında kendi yağında kavrulmaya çabalayan esnafına doğrudan tek bir çözümlemesi söz konusu mudur? Yerel seçimlerde, memleketin bir numarasının ne işi vardır? Birikiyor yanıtsız kılınmaya mahkum edilmiş sorular. Hiç ama hiçbir biçimde gerçeklikten yana bahisler açılmayan bir zeminde doğrudan ve yalın bir çürüme hattında yürünüyor. Gel gelelim, uzak / öte addedilen her şey burnumuzun tam da ucunda, hayatımızın tam da merkezine konumlandırılmaya devam ediliyor işte. Bir vahamet sarmalı içerisinde dört bir yanda, hemen her gün bir çürümenin esaretine tanıklık ediyor seksen altı milyon küsur insan. Bunca afaki kılınmış olanın lafta bir mesel, gelişigüzel bir hadiseler toplamı, mübalağa bir benzetme olmadığı hemen her gün yaşanan, kendi başımıza getirilenlerden kanıtlanabilir. Bu haller bir çıkışı değil tam tersine bir çöküşü simgeleştirmektedir. Türkiye’nin yenisinin de dününde kalakaldığı, dününü şimdiye taşıdığı artık afakidir. Bunca yara bere içerisinde bir hayat imgesi un ufak edilendir, bilelim. İtirazı var edemezse bu ülke, sonrası hep karanlıktır.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: İllüstrasyon – Chiara GHIGLIAZZA – Picame
0 notes
seslimeram · 8 days
Text
Sesli Meram #451 - Yersiz Yurtsuz (18.03.2024)
Tumblr media
"Bütünleşik, birbirini sahiden önemseyen, duyan ve anlayan bir ülkenin imaline daha çok var mıdır? Sosyal medya platformlarında önce Ermeni, sonra Yahudi, dün Rum bugün Kürd, yarın Alevi’ye doğrudan saldırıların var edilebildiği, iktidarın da bile isteye göz yumarak önemsizleştirdiği, inkar ettiği ayrımcılığın bu ülkeyi taşıyacağı yer hiç mi ama hiç mi sorun değildir. Bir koca asrı heder eden, dönüştüreyim derken içinden çıkılamaz bir fasit daireye mahkum kılan o ezberci aklın, devleti önceleyen hallerinde insana salt, sadece insana hiç sıra gelir mi? Bir kabus halinin ortasına demirleyen yerde yarını şimdi, şu andan tüketen bir zeminden herhangi bir umut söz konusu olur mu? Sorular birikiyor, bütünüyle yanıtsız kılınan bir menzile varılıyor. Büsbütün kendini bile duymayan, kendi için dahi endişelenmeyen, varsa şimdi, yoksa şimdi içinde debelenip dururken kendisinin ötesini görmeyen, bırakınız görmeyi sormayan, merak etmeyen, ezberlerinde boğulan bir Türklük ile yarına nasıl varılabilir. Her şekilde vatan bir ev olmaktan alıkonulurken. Her durumda hayatta olmak örselenip dururken. Her gün, yeniden yıkıcılık kutsanırken… Her gün…" sesli meram
podcast image credit: to gather together:::mp5:::wunderkammern
0 notes
seslimeram · 11 days
Text
Kâbus
Tumblr media
Kabusun orta yerinde yol almaya devam diyen bir ülke söz konusu artık. Biteviye olağan bir tahayyül gibi noksansız badireler sarmalında canı çıkartılmaya ant içilen sıradan insan için reva görülenlerin yekunu kabusu imliyor eksiksiz, boşluksuz. Her ne yana dönülürse dönülsün, herhangi bir tedbir alınırsa alınsın sonunda mutlak iktidar pratiği için zehirlenip sınırlanan, kuşatılan bir hayat imgesinin var edildiği kabus gerçekliğimiz kılınıyor. Seçim öne sürülerek günbegün arttırılan bir tahakküm halinin, ya bizimle, bizdensiniz yahut da o mihrak, ayrımcı, terörist, düşkün, nefret kümesinin ta kendisine payanda bilinirsiniz halini mütemadiyen arşınlayan bir mefhum gerçekliğimiz kılınıyor. Medeniyet seviyesinde eşiği atladığımız bugün yarın üstüne basılarak zikredilirken aralıksız yoksunlaştırma halinin bir gerçeğe dönüştüğü, üçüncü dünyanın oyuncusu olduğumuz gerçekliği yüzümüze çarpılır. Belli belirsiz bir yarına kavuşacağı, bunun da müjdeli doğrudan iyimser bir ülke olacağını bildiren seslenişler varken her şey kaypak bir zemine çekiliyor. Kabusu yönlendiren yalın bir terörün, devlet şiddetinin ta kendisinin, hayatta tek söz sahibi olma imgesinin yolu ve zemini sağlama alınıyor.
Baş efendi, son birkaç mitinginde değindiği gibi, bir ana muhalefet olduğunu zikreden ol yapıyı, bir de bu memleketin görüp görebildiği nadir bir çatı olmasını hasetten çekemeyip hedef kılmaya doymadığı Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’ne doğrudan saldırarak kabusun şekillendirilmesinde başat oyun kurucu olduğunu göstere gelir. Tam anlamıyla dişine göre değerlendirdiği Cumhuriyet Halk Partisini saf dışına öteleyebilmek için en akla seza kurguları hakikaten var olmuş gibi gösteren demeçlerle çıkagelir. Bütünüyle bir menzildeki yaşam istinadının tükettirilmesi gailesini nasıl var edip herkesin refah içinde bir hayat sürdüğü yanılgısını duraksamadan pazarlıyorsa kendileri ve bütünüyle o iktidarı var eden Adalet ve Kalkınma Partisi bugünlerde de o minvalde bir yanılgının etrafında tüm o kabus halini güncellemektedir. Salt siyaset sahnesinden çıkagelen anlık tahayyüller değil aynı zamanda gündelik yaşamın orta yerinde kurumsallaştırılan bir kesintisiz nefret edimiyle o kabus hali her yerde var edilir. Cerahati güncelleyen devlet erkanının sunduğu, yönlendirdiği, geliştirdiği her tahayyül bambaşka açmazlara seyrüsefer eden ülkeyi de açığa düşürür.
Bugününden geleceğini zehirleyen bir aksiyon şimdi her yerdedir. Geçmişinin yara verme halini, yıkıcılığın ardından ortaya çıkan insani katastrofu görmezden gelip bugün halen oh olmuş iyi olmuşlar havalarda uçuyorsa o kabustan hiçbir zaman uyanmak söz konusu olur mu, olabilir mi? Daha yepyeni seçim güncesinin kıyısında kim necidir tartışmalarının orta yerinde, bu ülkede kala kala birkaç bin kalmış Rum’un yaşadığı bir sınama halini anmayı dahi çok görüp küfürlerle mukabele eden bir z kuşağı varken bir yarın ümidinden bahis açılabilir mi? 1964 yılında, 24 saat içerisinde 20 dolar ve 20 kiloyu aşmayacak bir yük ile memleketi terk etmek / tehcir olunmanın bahsini sorgulamak onca sene sonra halen mümkün değil midir? Yıkıcılığı, yaşatılan kötülüğü, etme bulma dünyası diye geçiştirmek hangi hukuki terimlere sığar misal? Basit gibi görünen oysa canı esas yakan şeyin komşuların birdenbire sizleri ihbar eden, sizden kalanları talan eden bir cenaha dönüşmesi halinin utancını kendine yük etmeyen, sormayan bir ülkede, yukarıda kırık dökük anlatmaya çalıştığımız o kabusun neye tekabül ettiğini idrak ettirecek bir arayış söz konusu olur mu? Nefret söylemini yaşayan / geçip gitmiş / onca sınamayı sineye çekip bir biçimde yaşamda kalmaya devam edenlerin gözleri önünde sürekli yineleyen bırak konuşmayı, sahici bir özür için devletine baskı dahi kuramayan bir Türk kimliği söz konusuyken o memleketin kabuslarına hiçbir zaman bir son verilebilir mi? Soruyor musunuz? Daha halen 20 Dolar 20 Kilo’yu bilmeyenler için şuraya bıraktığımız röportaj bir şeyleri aksettirebilir mi, okur muydunuz?
Dönelim günümüze, Hüseyin Kalkan imzasıyla Yeni Yaşam Gazetesinde yayınlamış olan haberi aktaralım: “Dillere pelesenk edilmiş bir söz var. “İstanbul en büyük Kürt kentidir.” Doğrudur da Kürtlerin haklarını inkar etmek için bir giriş cümlesi olarak kullanılmasa. DEM Parti İstanbul Belediye Eşbaşkan adayı Meral Danış Beştaş, “İstanbul’da Kürtler var ama hakları yok” diyor. Beştaş, bu konuyu şöyle açıklıyor: “İstanbul’un en büyük Kürt kenti olduğu doğru. Sonuçta 5 milyonu aşkın Kürt yaşıyor burada. Ama nasıl ki ülke genelinde Kürtlerin özgürlükleri, hakları, talepleri tanınmıyorsa, karşılamıyorsa ve bir savaş politikası hüküm sürüyorsa bunun yansımalarını illerde de tek tek görüyoruz. Genel siyaset illere tek tek sirayet ediyor. İstanbul’da Kürtler var doğru ama İstanbul’da Kürd’e dair bir şey yok. Bazı şeyler yerel yönetimin yapabileceği çerçevededir. Kürtlere dair özgün bir hak yok. Dille olabilir, kültürle olabilir. Kimlik hakları ile ilgili olabilir. Ya da mücadelelerinin önündeki engelle ilgili olabilir. Kürtlerin günlük hayatta görünür olmasıyla ilgili olabilir. Kürt var ama görünmüyor. Kürtlerin kendi güçleri ile oluşturdukları bazı müzik grupları, MKM gibi, Kürt enstitüsü gibi örgütlenmeler var, bu konuda büyük bir çaba var. Ama merkezi yönetimden destek görmedikleri gibi yerel yönetimden de destek görmüyorlar. Günlük hayatta yapılacak bazı ufak değişiklikler, küçük jestler Kürtlerin görünür olmasını sağladığı gibi daha büyük resimde Kürt sorununun çözümüne katkısı olabilir. Mesela toplu taşıma araçlarında Türkçenin yanında Kürtçe anonslar da yapılabilir. Bazı tarihi mekanların yön levhaları diğer dillerin yanı sıra Kürtçe de olabilir. Bunlar yerel yönetimlerin yapabileceği şeyler, onun için bunlara değiniyorum.”
Bu hem hak hem bir hizmet
Beştaş, yerelde atılacak bazı küçük adımların Kürt sorununun çözülmesine katkı sağladığı gibi bunun aynı zamanda bir hak olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Bunu Meclis’te de çok konuştuk. Wan uçağı, Amed uçağı, Êlih uçağı bunlarda Kürtçe anons yapılabilir. Basit şeyler gibi görünüyor, ama bunlar Kürt sorununun çözümü için ortam hazırlayan uygulamadır. Mevcut nizamın buna direnmesinin nedeni de budur. ‘Kürtler TC vatandaşı olduğuna göre Türkçeyi bilmeli.’ Sağlık Bakanı da öyle demişti. ‘Kürtlere ayrıca bir dil hizmeti verilmez, çünkü onlar Türkiye’nin vatandaşları’ demişti. Tamam da vatandaşın bu dili bilmiyor. Mesele orada. İstanbul’a indirgeyecek olursak metroda İngilizce yapılıyor anonslar, Kürtçe yapılmıyor. Bu hem bir haktır hem bir hizmettir. İstanbul’da yaşayan ve Türkçe bilmeyen birçok Kürt var, özellikle kadınlar arasında. Kürtlere hizmet götürmeliyim diye bakarsan, bu aynı zaman da bir hizmettir. Daha yakınlarda İstanbul Havalimanı’nda bir anne Türkçe bilmediği için havaalanı içinde mahsur kaldı. Bunlar çok kolay alınacak kararlarla hayata geçirilebilir. Sonuçları büyük olur. Kamusal yaşamda kendi dilini kullandığını gören insan kendini mutlu hisseder.”
İstanbullularla yönetmek
Parti olarak önemli bir yerel yönetim deneyimine sahip olduklarını belirten Beştaş, İstanbul’u yönetirken bu deneyimden yararlanacaklarını söylüyor. Beştaş, yerel yönetim deneyimi ve İstanbul’a uygulanması ile ilgili şunları söylüyor: “Biz İstanbul’u İstanbullularla birlikte yönetmeyi hedefliyoruz. İstanbul’daki tüm farklılıkların, toplumsal kesimlerin, farklı kimliklerin, inançların katılabileceği bir yerinde yönetim model ile yönetmeyi öngörüyoruz. Biz DEM Parti olarak yerinde demokratik, kadın özgürlükçü ve ekolojik bir yerel yönetim anlayışına sahibiz. En önemli farklılığımız, kentlilerle o kenti yönetmek. Kentlilerin yönetime katılmasını sağlamaktır. Biz bunu mesela Amed’de sağlamıştık. Bizim çok ciddi bir yerel yönetim deneyimimiz var. Diyelim kadınlarla ilgili bir meselede karar alınacak, kadınların katıldığı süreçler sonucu bu karar alınırdı. Diyelim Gazi Mahallesi ile ilgili bir karar alınacaksa karar sürecine Gazi halkının katılmasını sağlayacağız. Diğer bir yaklaşımımız bütçeyi halkın lehine kullanmaktır. İstanbul, dünyanın en güzel şehirlerinden bir tanesi, bir avuç zengine hizmet ediyor. İstanbulluların büyük bölümü bu güzelliklerden yararlanamıyorlar. Kentlilerin büyük bölümü denize bile ulaşamıyor.”
Yaşam standardını yükseltmek
Belediyenin imkanlarını öncelikle emekçilere ve yoksullara tahsis edeceklerini beliren Beştaş, onların hayat standartlarını yükseltmenin öncelikli hedefleri olduğunu söylüyor: “Yoksulların ihtiyaçlarının öncelikle ele alındığı bir sistem öngörüyoruz. Örneğin emeklilerin, örneğin işe gitmek için sabahın erken saatlerinde yol düşen işçilerin yaşam standartlarını yükseltmek için hizmetler üretmeyi temel alacağız. Bunu ulaşımdan tutun da sosyal ve sanatsal yaşam için olanaklar yaratmayı sayabiliriz. İstanbul bir işçi ve gençlik kenti. Gençlik denilirken sadece öğrenciler akla geliyor. Ama İstanbul’da milyonlarca emekçi genç de var. Onların ihtiyaçlarının gözetildiği bir yerden yaklaşıyoruz. Belediye hizmeti halka hizmettir. Yaşamı kolaylaştıracak yerde kararlar alacağız. Toplumsal odaklarla birlikte tartışmak gerek. Belediyelerin yolun yapımından tutun ulaşıma kadar, çocukların eğitiminden kreş hizmetlerine kadar yapabileceği çok fazla hizmetler var. Ve İstanbul Belediyesi dünyanın en fazla olanağına sahip belediyelerinden, 16 bakanlığın bütçesine denk bir bütçesi var. Bu bütçe nasıl harcanıyor, kim denetliyor, nerelere harcanıyor, neler önceleniyor bunlar aslında büyük soru işareti olarak ortada duruyor. Diğer bütün belediyeler gibi. Biz bunları şeffaf hale getireceğiz.”
Barışı bir kuvvet haline getirmek
Özellikle CHP’ye yakın çevreler “DEM Parti, İstanbul’da kazanamayacağına göre neden seçime giriyor? Aldığı oylar Ekrem İmamoğlu’nun kaybetmesine yol açacak” diyor. Burcu Köksal’ın ırkçı çıkışını tartışacaklarına, Köksal’ın çıkışının İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun Kürtlerden alacağı oyu etkileyip etkilemediğini tartışıyorlar. Beştaş, bu yaklaşımı sert bir şekilde eleştirerek şunları söylüyor: “Bu bizim siyasi kimliğimizi görmezden gelen bir yaklaşım. Bizim siyasal perspektifimizi, barış politikalarımızı, yerinde yönetim anlayışımızı ve mücadelemizi görünmez kılan bir yaklaşım, biz bunu her zaman reddettik. Biz kazandırmak ve kaybettirmek için bu seçimlerde değiliz. Biz kendimiz için bu seçimdeyiz. Biz siyasi rekabet etmek için bu seçimdeyiz. Sonuçta biz kökleri çok eskiye dayanan bir geleneğin partisi olarak iddiamızı ortaya koyuyoruz. Nedir bu bizim için kazanmak? Kazanmak sadece alınan oy yüzdesi ile ölçülmez. Kazanmak şu kadar yüzde oy almak değildir. Kazanmak barış politikasını bir kuvvet haline getirmektir. İktidar bütün seçimleri savaş politikası üzerinden götürüyor. Kürt düşmanlığı üzerinden götürüyor. Kürtlere karşıtlık üzerinden götürüyor. Bu seçimde de aynı dil devam ediyor. Biz, savaş politikasının karşısına barış politikasını koyuyoruz ve İstanbul da bunu en güçlü anlatacağımız merkezdir. Hem Kürtlerin, hem Türklerin, Ermenilerin, Rumların, Alevilerin, Sünnilerin bir arada yaşadığı, kısaca Türkiye’nin bütün farklılıklarının bir arada yaşadığı bir merkez olma özelliğini taşıyor. Medya üstten bakan bir yerden yaklaşıyor partimize. Demleniyor gibi söylemlerle bizi ötekileştiriyorlar. Biz bunu tamamen reddediyoruz. Biz, savaş siyasetinin karşısına barış siyasetini koyuyoruz. Tecridin karşısına özgürlük siyasetini kurduğumuzu belirtiyoruz. Türkiye’de Kürt meselesini demokratik temelde çözümünü savunduğumuzu ortaya koyuyoruz. Böylece barış siyasetini bir kuvvet haline getiriyoruz.” Beştaş, Burcu Köksal’ın ırkçı çıkışına değinerek aynı zamanda CHP’nin bu çıkış karşısındaki tutumunu da eleştirdi. “Bu ırkçılık CHP’lileri çok rahatsız etmedi, daha çok bu durumun Ekrem İmamoğlu’nun Kürtlerden alacağı oyu etkileyip etkilemediği tartışıldı. Parti olarak Köksal’a karşı bir tutum almadılar.”
Savaşa değil, seçime gidiyoruz
Beştaş’ın üstünde durduğu başka bir konu ise iktidarın sürdürdüğü militarist politika, “Seçime değil, sanki savaşa gidiyoruz” diyor. Ve iktidarın yaklaşımını şöyle eleştiriyor: “Biz Türkiye’nin en büyük problemini çözmeye adayız. Bunun tarafıyız. Barış elini tutmayan devlettir. Sayın Öcalan’ın barış eli hâlâ havada duruyor. ‘Bir haftada çözerim’ dediği bir durumda hâlâ insanlar ölmeye devam ediyor. AKP silaha dayalı bir seçim propagandası yapıyor. Her gün yeni ürettikleri silahları tanıtıyorlar. İHA’lar, SİHA’lar, uçaklar tanıtılıyor. Yerel seçime değil, sanki savaşa gidiyoruz. Böyle bir siyasi akıl var. Ve açıkçası iktidar dışındaki partiler de bunun karşısında çok net bir pozisyon almıyor. Alamıyor demiyorum, almıyor. Kürtler söz konusu olunca, Kürt meselesi söz konusu olunca, tecrit olunca, anadilde eğitim olunca, Kürtlerin temel hak ve özgürlükleri olunca hepsi bir hizada duruyorlar. İşte biz o hizada değiliz diyoruz. Biz başka türlü bakıyoruz.”
Çocuk dostu bir kadın kenti
Beştaş, kadın politikalarını anlatırken İstanbul’un çocuk dostu bir kadın kenti olacağını söylüyor. Bu politikayı şöyle detaylandırıyor: “Bizim politikamız bir kadın politikasıdır aynı zamanda. Sadece İstanbul için değil, her kentte öyledir. Bir kere eşbaşkanlardan biri kadın olacak. Belediye meclisinde kadınlar eşit sayıda olacak. Belediyede kadına dair başkanlık kurulacak. Tamamen kadınlara özgü çalışmalar yürüten, kadınların ihtiyaçlarını gözeten, önerilerini dikkate alan bir sistemle çalışacağız. Yine en önemli maddelerden biri toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçeleme yapacağız. İBB bütçesi kullanılırken toplumsal cinsiyet rolleri gözetilecek. Kadınlara öncelik verilecek, buna duyarlı olacak ve çocuk dostu bir kadın kenti olacak İstanbul.” Kadın hakları ve kadınların maruz kaldığı şiddete Beştaş yabancı değil. İstanbul Sözleşmesi’ni kuran davanın avukatı kendisi. Beştaş kadın sorununa yaklaşımla ilgili şunları söylüyor: “Ben kişisel olarak kadın alanında çok çalıştım. İstanbul Sözleşmesi’ni kuran davanın avukatıyım. O anlamda bildiğim ve yaşadığım bir mesele. Günde 7-8 kadın öldürülmeye başlandı. Toplumsal cinsiyetler konusuna belediyede başlayarak çok geniş bir eğitim çalışması, bilinçlendirme çalışması yürütülmeli. Biz öyle yapacağız. Kadınlar bir kadın belediye başkanı yönetiminde kendilerini çok daha güvende hissedecektir. Ve kadınların ihtiyacını bir kadın en iyi bilir.”
Memleketin muhalefet olgusunu biçimlendiren bir siyasi çatının İstanbul’da gösterdiği adaylardan Beştaş’ın sözleri yeterince açık bir biçimde kabusunun içinde yaşamaya devam diyen ülkenin istikametine bir dur diyebilmek için elzem bir uyarıdır. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi – Dem Parti’nin savuna geldiği biçimlendirme, asırdan da uzunca bir süredir eşitlik / adalet / hakkaniyet temelli bir hürriyet olgusunun yerelden başlayarak nasıl ülkede var edilebileceğini de örnekleyen denemeler barındırır. Kelimesi kelimesine anlatılanlara uyulmasını değil, bir biçimde diyaloğun neden elzem olduğuna dair seslenişlerle bir kabus sonlandırılabilir. İstanbul’un çoğulcu kimliğinin, binlerce ve binlerce yıllık yan yana kadim halklarla imal ettiği o yaşama deneyimine vurulmak istenen tüm ayrımcı yaftalama, kimliklerin birbirini tamamlamasına ön alma hallerini alt edebilmek için bir kez olsun bu ülkede anılıp durulan mozaik mozaik, medeniyetler eşiği / beşiği laflarının gerçekliğine ulaşabilmek için Beştaş ve eş başkan adayı Çepni’nin Dem Parti ile verdiği mücadele bütün meramın da sınırlarını oluşturuyor.
Bütünleşik, birbirini sahiden önemseyen, duyan ve anlayan bir ülkenin imaline daha çok var mıdır? Sosyal medya platformlarında önce Ermeni, sonra Yahudi, dün Rum bugün Kürd, yarın Alevi’ye doğrudan saldırıların var edilebildiği, iktidarın da bile isteye göz yumarak önemsizleştirdiği, inkar ettiği ayrımcılığın bu ülkeyi taşıyacağı yer hiç mi ama hiç mi sorun değildir. Bir koca asrı heder eden, dönüştüreyim derken içinden çıkılamaz bir fasit daireye mahkum kılan o ezberci aklın, devleti önceleyen hallerinde insana salt, sadece insana hiç sıra gelir mi? Bir kabus halinin ortasına demirleyen yerde yarını şimdi, şu andan tüketen bir zeminden herhangi bir umut söz konusu olur mu? Sorular birikiyor, bütünüyle yanıtsız kılınan bir menzile varılıyor. Büsbütün kendini bile duymayan, kendi için dahi endişelenmeyen, varsa şimdi, yoksa şimdi içinde debelenip dururken kendisinin ötesini görmeyen, bırakınız görmeyi sormayan, merak etmeyen, ezberlerinde boğulan bir Türklük ile yarına nasıl varılabilir. Her şekilde vatan bir ev olmaktan alıkonulurken. Her durumda hayatta olmak örselenip dururken. Her gün, yeniden yıkıcılık kutsanırken... Her gün...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
İllüstrasyon: Mert TUGEN – Karbon Galeri v/ BCCT
0 notes
seslimeram · 15 days
Text
Masalların Meseli
Tumblr media
Kimseyi ayrı koymadık. Hiç kimseyi ayırmadık. Birliğimiz, beraberliğimiz ilelebet kaim olacak. Dönüp dolaşılıp ezber cümleler kurulurken, cürmün kıyısında, cerahatin ortasında gündelik bir yaşam pratiğini zapturapt altına almanın istikametinde kim kimi ayırmamıştır ki. Baş efendinin doğrudan var ettiği ya bizimlesiniz yahut da hiçsiniz mefhumu tümü bir, beraberce doğrudan yinelenen birlik, beraberlik vurgusunu alt etmektedir. Tahakkümü var edip hayatı güncel bir kırım haline esir eden siyasetin pragmatist yüzü, politik bir aksiyon olan doğrudan, birlikte bir hayat imgesini mahveder. Müşterek bir yaşam idesinin alenen cürümlerle yerle bir edilmesinin akıbeti ne olacaktır. Kimse ayrı konulmaksızın bu kadar cümle, fikir beyanat var edilirken, hayatı daralatan, kuşatan, çitleyen bir dönüşüm halinin tam da ortasında kime ne verilebilecektir? Yaygın medya yalanlarla muktedir payandalığı yaparken o birlikte yaşama isteminin laf kılınmasının akıbetini kim nasıl anlayacaktır ki, sahi ama sahiden?
Tümüyle seçim sathı mahallinde her gün bir kere daha ayrıştırma var edilirken, nice irili, ufaklı söz ortaya saçılırken, muhalefetin beş on parçalı hali ortadayken iktidarın var ettiği o kesintisiz ayrıştırma halinde hangi gün var edilebilir. Biçimsiz değil doğrudan baştaki o temsilin suretinden çıkagelen her yönelim bu ayrıştırma, eliminasyon, hedef kılma halleri içerisinde dört dolanan ülkeyi gösterir. Ucubelik halini almış demokrasi deneyiminin tam anlamıyla çürümeye terk olunduğu bir zeminde, her şey rutinde ilerliyormuş izlenimi var edilirken her şeyin yerle bir olunmasına devam olunur. Kimseyi ayırmadık derken erkanı muktedir, yıkımın ortak payda ilan olunduğu, kısıtlı bir zümre haricindeki herkesin tam anlamıyla derdest edilmeye mahkum kılındığı bir ülkeyi bildirir. Cerahat baş efendi eliyle ya da yönlendirmesiyle kurgudan öte bir hakikate dönüştürülürken cürmün sahanlığındaki tahayyüle esaret bir yenilenme olarak sunulur. Kimsenin ayrılmadığı yerde ekmek aslanın değil, bizatihi patronajın istediği kadar uzaktadır. Ne ulaşılabilir, neyle hayatta kalınabilir bunlar bir mevzu edilemez. Muktedir için enflasyon yenilmeye başlamış denilirken günün her defasında daha ağır sınamalara gebe kılınmasının sorgulanması imkansız addedilir.
Hiç kimseyi ayırmadık derken, daha sokakta sözünü iktidardan yana değil onu eleştirmek adına kuran insanların gündüz gözüyle kameralar kayıttayken derdest edilmeye çalışıldığı bir zeminde hayatın ehveni her ne hale konacaktır ki. Ezber edilmiş nakaratlar arasındaki o tekerrür eden halinize şükredin yollu göndermelerin ortasında gasp edilmesi sürdürülen yaşam hakkının meseli ne olur misal? Günbegün ekonomik bir darboğaz içerisinde bir o yana bir bu yana savrulurken insanlar, enflasyon verisinin sürekli tahrif edildiği bir yerde hakkaniyetli bir açlık sınırında yaşam hakkı ne zaman söz konusu olabilecektir o kimseyi ayırmadık dedikleri yerde. Hiç kimselere iltimas geçmeden herkesi, ötekileştirmeden de her bir bireyin hakkının talan olunduğu bir yerde onca sosyal ekonomik ve dahi politik bir doğruculuktan bahis açılabilir mi? Hayat günbegün zora koşulurken, yarınsızlık bir siyasi aksiyonun temeli ilan olunurken, gözdağı ve korkulara galebe çalınan bir uyaran silsilesi etrafında yol nereye çıkar koca bir girdaptan gayrı! Tümüyle karanlıklara rehin edilen bir yerde, bir yarın umudu söz konusu edilebilir mi?
Mücadele edimini sahiplenen, iktidar ya da muhalefet tarafından sıklıkla terör ile iltisaklı addedilen gel gelelim sorduğu, soruşturduğu, bugünlerde de halen geçerliliğini koruyan tüm sorunlara karşı çözüm ihtimallerinin diyalogdan geçtiğini zikreden Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi – Dem Parti Eş Genel Başkanı Bakırhan Xizan’da konuşur. Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Sêrt’teki seçim ziyaretlerinin ardından Bêdlis’e geçti. İl girişindeki Buzlupınar Dinlenme Tesisleri’nde karşılanan Bakırhan ve beraberindekiler ardından konvoy şeklinde Xîzan (Hizan) ilçesine doğru yola çıktı. Coşkulu konvoy Xîzan’a bağlı Tatik (Yolalan) Beldesi’nde onlarca kişi tarafından karşılandı.
Yapılan selamlamanın ardından Bakırhan ve beraberindekiler, Xîzan ilçe meydanında çok sayıda kişinin katılımıyla halk buluşması gerçekleştirdi. Halk buluşmasında konuşan Bakırhan, Xîzan’ın ilmin, alimlerin yetiştiği bir ilçe olduğunu belirtti.
Xizan’ın Said-i Nursi’nin ve onun gibi önemli isimlerin ve kahramanların mücadele ettiği bir merkez olduğunu söyleyen Bakırhan, 2014 belediye seçimlerinde Xîzan Belediye Eşbaşkanı olarak seçilen ve yerine kayyım atandıktan sonra cezaevine konulan İhsan Uğur’a selam gönderdi.
Doktora kaynak yok, koruculara kaynak var!
Xîzan’a girince başka ülke sınırlarına girildiği hissinin uyandığını söyleyen Bakrıhan, 50 bin kişilik Xîzdan’da sadece 4 uzman doktorun olduğunu söyledi. Bunun yanı sıra Xîzan’da çok sayıda asker ve korucunun bulunduğuna işaret eden Bakırhan, “Doktora, işsizliğe kaynak yok ama güvenlik ve koruculara kaynak var. Türkiye’nin tanka, topa, silaha ihtiyacı yok. Niye yok? Kürtler bu ülkede kendi dillerini, kültürlerini yaşatmak istiyorlar. Eşit yurttaş olmak istiyorlar. Kürtler bu topraklarda anadilini konuşmak istiyor. Bu Kürde tankla, topla cevap vermek neye neden oldu? Ülkenin ekonomisini batırdı. Topa tüfeğe verdikleri parayı emekliye, askeri ücretliye verselerdi, daha zengin bir ülke olacaktı” dedi.
‘Böyle kardeşlik mi olur?’
Şex Seid’lerden, Seyit Rıza’lara ve günümüze kadar anadili konuşmak, diğer halklarla eşit olmak istediklerini belirten Bakırhan, “Bunun için tanka topa niye ihtiyaç var? Erdoğan çıkmış yerel seçimden ziyade silahtan, savaştan bahsediyor. Kürtlerin yaşadığı yerleri ‘teröristan’ olarak görüyorlar. Kürdün yaşadığı her yerde arama noktaları var, askerler var. Ama doktor yok, sağlık yok, anadilde eğitim yok. Sonra da diyorlar, ‘kardeşiz.’ Böyle kardeşlik mi olur?
Biz kardeşsek Kocaeli’ndeki bir fabrikayı Xîzan’a kursana. Kardeşsek, Kürt gençleri neden metropollerde inşaatta çalışmak için ailesinden uzaklaşıyor? Biz kardeşsek Kurdistan’daki uyuşturucu bataklığına kim sebep oldu? Kürt genci uyuşturucu içsin ama partisiyle, halkıyla birlikte olmasın. Bunların derdi, ‘aç kalıp, işsiz kalıp, anadilinizi konuşmayın, kendi belediye başkanınızı seçmeyin’ Bizim topraklarda ne Arap’a, ne de Türk’e düşmanlığımız yoktur. Hepsi bizim kardeşimizdir. Biraz önce Tatik Beldesi’nden geldik, burada eskiden Kürtçe tabela vardı ama kaldırılıyor. Anadil tabelasını kaldıran bir insan, insan değildir. Anadil tabelasını söken bir yönetici, sizin kardeşiniz değildir. Anadilini yok sayan kesinlikle atalarının, dedelerinin geçmişine ihanet ediyor. Dolayısıyla biz kardeş ve eşit olalım istiyoruz ama onlar bunu istemiyor. Biz bu ikiyüzlü siyaset karşısında ne yapacağız? 31 Mart’ta İhsan başkanın demokratik yerel yönetimler anlayışını yeniden hayata geçireceğiz. Xîzan’da 7’den 70’e herkesin belediyesi olacağız. Biz böylesine insanca çalışıp, hizmet ederken onlar kayyım atıyor. Kayyım önce belediye önünü beton duvarlarla kapatıyor, belediye kapısını halka kapatıyor” ifadelerini kullandı.
‘Önce Xîzan’la barış ki, sonra dünya alem sana itibar etsin’
Hangi partiden olursa olsun halkın seçtiği adaylara kayyım atanmaması gerektiğini vurgulayan Bakırhan, “Bunların eli havada, başı seccadede ama aklı haramda. Erdoğan çıkmış İstanbul’da ‘Uluslararası Barış Konferansı’ yapıyor ama Xîzan’da operasyon, baskın, gözaltılar yapıyor. Bürokrasi AKP’ye çalışıyor. Önce Xîzan’la barış ki, sonra dünya alem sana itibar etsin. Kendi ülkende 80 yaşındaki insanları tutuklayıp, katledeceksin sonrada İstanbul’da çıkıp ‘barış konferansı’ diyeceksin. Hadi oradan hadi! Ne Xîzanlılar ne de Kürtler senin ikiyüzlü politikalarına inanmayacak” tepkisinde bulundu.
Kürtçeye tahammülsüzlük
Çatı ve balkonlardan izleyenlere de seslenen Bakırhan, “Biz Meclis’te iki kelime Kürtçe konuştuğumuzda ne yapıyorlar? Mikrofonu kapatıyorlar. Parlamentoda sizin dilinizi kapatan ve buna itiraz etmeyen diğer siyasi partilere nasıl oy vereceksiniz? Bunu nasıl kabul edeceksiniz?” diye sordu.
Seid-i Nursi’nin sözleriyle konuşmasını sürdüren Bakırhan, “Xîzan toz, duman, çamur içinde. Mahallerde doğru düzgün yol yok. Çocuğumuz hastalandığında 50 bin kişilik ilçede uzman doktor yok. Buna kaynak yok ama operasyona kaynak var. Kürt’ün başına vurulacak cop için kaynak var, hizmet için yok” dedi.
‘Hırsızlıklarını saysak buradan İstanbul’a yol olur’
Emeklilere 10 bin TL ile geçinip geçinmediğini soran Bakırhan, 3 maaş alanları hatırlattı. Bakırhan, “Bir oyunuz var, sizin için mücadele edenlere verin. Diğer siyasi partiler sizin, gençlerinizin geleceği için on yıllarca süre cezaevinde kalacaksa, gidin onlara verin. Bizim belediyelerde yolsuzluk, hırsızlık yok. Halka hizmet var. 25 yıldır belediyecilik yapıyoruz ama hiç duydunuz mu, ‘Hırsızlık yapan Kürt belediye başkanı var’ diye? Kayyımlara, AKP’lilere bakın, hırsızlıklarını saymaya başlasak buradan İstanbul’a yol olur” diye konuştu.
Bakırhan son olarak, iktidar partisinin hizmet getirmeyeceğini söyleyerek, “Sizlere çok önemli belediye eşbaşkan adayları getirdik, sizlere emanet ediyorum” dedi.”
Kimseyi ayırmadık, öteki bellemedik, hizmet götürdük, hizmetkar olduk diye bildirirken muktedir tekzip Xizan’dan çıkagelir. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi Eş Genel Başkanı Bakırhan, inatla görmezden gelinene karşı bir meramı eyler, tıpkı tüm diğer paydaş parti üyeleri gibi. Basite indirgenemeyecek bir terörist yaftalaması, illa ki birileri ya da bir partiye esir oldukları zikredilen halkın kapalı kapılar ardındaki işlerin değil en kestirmeden halkın dertlerini duyup, çözmeye namzet bir profilin, projeksiyonun neden elzem olduğunu göstere gelir Bakırhan ve beraberindeki heyet. Ayrımcılığın, dibine kadar nefret söylem ve eylemlerinin bitimsiz kinin, ötekisi addedilerek hedef göstermelerin tam da karşısında bir bakış var edilir, belirgin bir direniş hattı. Halkların ortak mücadelesinin neden elzem olduğu, ama ve fakat şerhlerine düşmeden bir alternatifin var edilebilmesinin niye gereksinim dahilinde olduğu bütünüyle konuşulanların satır aralarındadır. Bakur Kürdistan’ı sathı mahallinde olan biteni merak edenlere değil, Türkiye’nin kalanında her neyin var edilmeye devam olunduğunun da sorgusu karşımıza çıkartılır. Bu hiddetle sahiden nasıl bir kardeşlik söz konusu edilebilir?
Kimseyi ayrı koymadık. Hiç kimseyi ayırmadık. Birliğimiz, beraberliğimiz ilelebet kaim olacak. İşlerin hiçbir anlamda düzgün gitmediği bir zeminde onca yalanla, birbirinin daim tekrarı olagelen nutukların karşılığının koca bir boşluk olmasının utanmazlığıyla çepeçevre kuşatılıyor bu ülke. Seçim pratiklerinin gündelik yaşamı dar eden ekonomik yönetimin sunduğu darboğaz halinin, kısılan muslukların, zora koşulan hayatta var olma isteminin karşısına koca koca yalanlarla gün geçirmek bırakılıyor. Ekranlar derseniz hali hazırda binbir mavranın esiri, her akşam bir tespit taneciğine ev sahibi yapıp, ne kadar da mühim bir yerde, her şeyden nasıl da habersiz yaşadığımızı, halimize şükretmemizi en başta salık veren bir dominant haberimsi önermelerin kuşatması altında. Hemen arkasına bolca entrikalı, çokça uydur kaydır hayatların, paldır küldür zenginleşmiş insanların artık acayip olmaktan çok ucube hallerinde bir ülke mizanseninin peşkeşi var edilir. Gel gelelim onca laf arasına sıkıştırılan ayrımsız, iltimassız, kimselerin ötekileştirilmediği ülke bahsine dair tek bir kanıt ortalarda dolaşmaz. Sadece X için değil genel anlamda bu sahnede, bir ev olma halinin tarumar edildiği zeminde Y olmayan herkesi ötekileştirmeye devam denilir. Bariz, belirgin, dipsiz bir katran karanlığının ortasında seyrüseferine devam diyen bir menzilde hangi haktan, nasıl bir hukuktan bahis açılabilir ki! Gerileme, gemiyi azıya alan bir yok sayma, bedene, akla yönelik müdahalelerin sonsuzluğu ve tümü yukarıda bildirilen onca yaraya yenilerini ekleme hevesi bu kadar gerçekken ne olur ki yarın, her ne getirir ki onca kuru kalabalık, boş laf...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Babel Tower – Shirin ABEDINIRAD – Official Site
0 notes
seslimeram · 15 days
Text
Sesli Meram #450 - Yersiz Yurtsuz (11.03.2024)
Tumblr media
"Toplumsal dönüşümü mutlak, kati teslimiyetçilik olarak ele alan bir iktidar kliği yirmi bir yıldır var ettikleriyle hayatı çepeçevre kuşattı. Ama öyle ama böyle ana muhalefet ve tüm o eski altılı masa projesine dahil olanların bugün yeniden kartlar dağıtılıp dururken var ettiği bakışım / yönelim bizatihi o iktidar şablonunun da hem onaylanmasını hem de halen sürgit devam olunan Türkün Türk’e düşmanlığını da bildirmeye devam ediyor. Ezcümle birbirini takip ede duran bir akıl, fikirle bir asırdır aşılamayan engebeli halleri yeniden imal ederek bir alternatif oluşturulmaz. Türkiye’nin asırlık demokrasi deneyimi diyerekten kestirmeden geçiştirilen o muasırlaşma hamlelerini birbirinin tıpkısı yöntemlerle içinde yaşayanlarına dar ederek var etme söz konusu olmaz, olamayacaktır. Düpedüz yalın bir ırkçılıkla, ikrah edileni ikrar ederek, kimi yerde sahip çıkarak bir ilericilik söz konusu olmaz, oldurulamaz. Yönelimini tek renkten, tekillik ısrarından ele alan, Sünni, Müslüman, Türk, Hanefi diyerek kodlanmış olagelen yapı / kümenin dışında kalanların ülkesi değil midir bu ülke? Bir kere daha dönüşüm diyerekten tarihindeki acılarını yeniden sahiplenen, yineleyen, onlarla bir yol / yön çizmeye çalışan yerdeki hayat imecesi her ne olacaktır! Türkiye kimindir, kime reva bilinendir, sahiden nedir; ev mi, mahpushane mi? Ayrımcılık, ırkçılık her seçim pratiği öncesinde gemiyi azıya alıp dururken, burası cennet midir, cehennemin ta kendisi midir, ayırtına varabiliyor musunuz! Türkiye nedir, neden bunca afaki ayrıma, ırkçılığa, sözü çiğneyen bir tahakküme rehindir, umursuyor musunuz?" sesli meram
podcast image credit: let go:::gabriel isak:::art upon
0 notes
seslimeram · 18 days
Text
Türkiye Kime Reva Bilinendir
Tumblr media
Toplumsal dönüşümü, demokrasicilik pratiklerinden dem vurulurken, hürriyetten bahisler açılıp dururken yerle bir ederek / sınırlayarak var ediyor bir ülke. Siyaset ahvalinin suna geldiği, muktedirden sözüm ol meclisten içeri muhalif görünümlü şaklabanlara birbirilerini eyleyip, al gülüm ver gülüm bir tahakküm döngüsü içerisinde o dönüşüm mutlak yıkımın kılınır. Korkunç badirelerin arasında seyrüsefer eylemiş olan bir menzilde dönüşümü mutlak korkulara, kati kesintisiz bir teröre rehinelik olarak ele alan iktidar tahayyülü o teslimiyetçi / içten içe esir alan ve geleceği çürüten bir pratiği var eder. Birbirini tamamlayan bir kurgu ile anlamı aleni bir halde çarçur edildiği, yerine ikame edilmiş ön yargıların bir geçerlilik addedildiği cürüm bütünleşik menzil gerçek kılınır. Sene 2024 halen “istibdat” rejiminin eksiklerini tamama erdirme gayretini odağına alan bir aklın var ettikleriyle güncellik kuşatılır. Dört bir yanda, o tahayyül edilmiş olan daraltma ekseninde yepyeni cürümlere meyil eden bir menzil var edilir. Tümüyle, kesintisiz, cerahati merkezine alan, dediğim dedik bir yönetim anlayışı, duraksamadan güncellenen ötekileştirme hali içerisinde bir dönüşüm, toplumun çöküşünü simgeler.
Genel geçer değil doğrudan bir demokrasi isteminin bile isteye zehirlendiği zeminde her bir dönemeç biraz daha ağır yıkımı beraberinde getirir. İktidarın, baş efendinin sunduğu o zeminin etrafında oynamaya devam diyen muktedir yancısı tiplemelerin / çetelerin ve bir tabi alternatif oldukları iddiasını yineleyen muhaliflerin önemli bir kısmının bu bir örnek, basmakalıp dönüşümü, tekinsiz bir sınıra evrimi bir daimi hale evirme çabası bugün iş bu raddede düşündürücü değil midir? Tümüyle nobran, bizatihi kaskatı bir kötülük hali artık bitimsiz olagelen bir yadsıma, yok sayma ve eliminasyon ile birlikte dönüştürülen yerde bir hayat mefhumu çıkartılabilir mi? Kalır mı böyle bir şey. Ak parti iktidarının tüm öge, bileşenleriyle var ettiği açmazlar, kötülüğü sırtlayan, savunan hamlelerinin kepazelikleri yetmiyor gibi bir de ana muhalefet olduğu iddiasını güncelleyen, kimine göre demokrat, kimine göre atanmamış despotizmi destekleyen, bir öyle bir böyle ama illa ki tek adamın başka başka suretlerini savunagelen Cumhuriyet Halk Partisinden çıkagelen son iki çıkışı göz önüne getirdiğinizde o dönüşümün istikameti de yeterince açık bir utanç vesikasını oluşturacaktır. Hep iktidardan / kendi çetelerinden / yancı olanlarından değil ya bu defa da o iklimin değirmenine su taşımaktan kaçınmayan bir muhalifler silsilesinden iki örnek yeterince hazin olanın sağlamasını yapar. Buyurunuz!
Gazete Duvar’dan aktaralım: “Cumhuriyet Halk Partisi Afyonkarahisar Belediye Başkan adayı Burcu Köksal Seçim Koordinasyon Merkezi’nde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kapsamında düzenlenen basın toplantısında konuştu. DEM parti ile ilgili ifadeleri gündem olan CHP Afyonkarahisar Belediye Başkan adayı Burcu Köksal, "Genel başkanımızın söylediği Afyonkarahisar’ı tüm Afyonkarahisarlılarla birlikte yöneteceğiz. Genel başkanla karşı karşıya geldi, yan yattı çamura battı gibi söylemleri de kabul etmiyoruz" dedi.
Köksal’ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
"Belediye başkanı olduğumda belediyeyi DEM ve HÜDAPAR ile yönetmeyeceğim
Tüm seçim dönemlerinde partimize yönelik yalan, sahte iddialar ve belgeler üretmekten çekinmeyen AKP, bu kez de Afyonkarahisar’da bizimle ilgili ‘terörle iş birliği yapıyor, PKK’lıları işe alacak’ gibi propagandası yapmaya başlamıştı. Kurtuluş Savaşı’nın başladığı memleketimde yalanlardan oluşan bu söylemle pirim kazanmaya çalışanlara toplu olarak yanıt verdik. Seçim süreci boyunca söylediğim gibi AKP’nin yalanlarına, montaj videolarına karşı söylemim nettir. Belediye başkanı olduğumda belediyeyi DEM ve HÜDAPAR ile yönetmeyeceğim. Afyonkarahisar İttifakı’nda DEM ve HÜDAPAR yoktur.
'Belediyenin Kapısı Herkese Açık'
Hiç kimse cümlelerimi kesip biçip cımbızlayıp başka anlamlar çıkarmaya çalışmasın. Tavrım nettir. Belediye başkanı olduğumda etnik kökeni ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan, bu ülkeyi seven, bu ülkenin birliğini ve bölünmez bütünlüğünü savunan herkese ardında kadar açık olacaktır.
'Genel Başkanla Karşı Karşıya Geldi Söylemlerini Kabul Etmiyoruz'
Belediyeler hiçbir ayrım gözetmeden tüm halka eşit hizmeti götürmekle yükümlüdür. Ataköy’den Kışlacık’a Karşıyaka’dan Dumlupınar’a kadar tüm mahallelerimiz Afyonkarahisar’da belediye başkanlığımızda eşit hizmet alacaktır. Bu türde ayrımcılık insani değildir hem de parti kültürümüze aykırıdır. Genel başkanımızın söylediği Afyonkarahisar’ı tüm Afyonkarahisarlılarla birlikte yöneteceğiz. Genel başkanla karşı karşıya geldi, yan yattı çamura battı gibi söylemleri de kabul etmiyoruz. Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı olan insanların yeri CHP’dir.
Ben bu partinin bir evladıyım. Grup Başkanvekili ve belediye başkan adayıyım. Sayın Genel Başkanımızın liderliği yapılan milli takım gol attığında ayağa kalkanların, filenin sultanları kazandığında göz yaşı dökenlerin oluşturduğu Türkiye İttifakı’nı yurdumuzun dört bir köşesinde kararlıkla kuracağımız ve büyüteceğimizi vurgulamak isterim. CHP’nin yönettiği 11 büyükşehri tekrar kazanacağız ve belediye sayımızı artıracağız. Hiç şüphem yok ki Afyonkarahisar Belediyesi’ni de kazacağız. Ben tüm Afyonlu hemşerilerime bu memleketin bölünmez bütünlüğünü savunan herkese kendimi emanet ediyorum. 31 Mart’ta bu memleketin yiğit bir evladı olarak onlardan destek bekliyorum.
Soru Almadı
Köksal, basın toplantısı biter bitmeden soru almadan masadan kalkarak basın mensuplarına teşekkür etti ve salondan ayrıldı.”
Irkçılığı var edip, yükselen tepkimeler sonrasında tornistan edip, ben aslında bunu dedim de şunu dedim halleri içerisinde bir kere daha dönüşümün her nasıl var edildiği görünür kılınır. İktidar kanadının teröristlerle birliktelik sergiliyor diye coşup durduğu, parti ismine atfen demli çay içiyorlar, beraber demleniyorlar, birlikte bu vatanı bölecekler gibi nice argüman, deli saçmasını aşmayan tahayyül karşısında bir refleksmiş gibi Köksal kendini korumaya aldığını bildirir. Afyonkarahisar gibi küçük bir ilde dahi bu bahisleri miting meydanlarında teröristlerle iş birliğine girildiği sanrısını aştığını zannetmek için yurt genelinde sekiz milyona yakın oy almış olagelen bir Kürd seçmeni hedef kılmaktan zerre gocunmaz. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisinin sunduğu perspektifi topyekun nefret sarmalında yok sayarak hakaretlerle, ötekileştirme ve bildiğiniz ayrıştırma ile kimi nasıl buluşturacaktır misal Köksal. Vatan millet sevgisinin belirli sınırlarının olduğundan bahis açıp illa ki o katı, tek tip akılla hareket edileceğini kalanların da göz ardı edilmeye devam olunacağının bildirildiği bir yerde toplumsal huzur nedir ki, bir kuru laf kalabalığından gayri değil mi? Ayrımcılığı, iktidar ve üyelerinin suna geldiği kini bir hal bir şekilde yeniden sahip çıkarak kurumsallaştıran, bunu sözüm ona muhalif bir kimliğin içine yedirebilen bir temsilde, Türk dışında kalakalan insanların hali nice olacaktır? Dönüşüm nam yenileme, giderek bir Nazi Almanyası haline savrulurken, baş efendiden, mimli nam faşistine eyledikleri yetmezken bir de kendini eşitlikçi, adil, hakkaniyetli bir demokrat olarak bildiren bir yapıdan çıkagelen bu tahayyül, şimdi şu aşağıda okuyacak olduğunuz bahis söz konusuyken bu ülke gün yüzü görebilir mi?
“CHP Grup Başkanvekili Burcu Köksal'ın ardından CHP'li Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan da DEM Parti'ye karşı ayrımcı ifadelerde bulundu. Özcan, "Ben bırakın DEM Parti ile işbirliği yapmayı, DEM Partililerle aynı kaldırımda bile yürümem" dedi.
CHP'li isimlerden DEM Parti'ye dönük ayrımcı ifadeler gelmeye devam ediyor.
"DEM Parti'lileri kapıdan içeri almam" diyen Afyon Belediye Başkan adayı Burcu Köksal'ın ardından CHP'li Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan'da milyonlarca DEM Parti'liyi hedef aldı.
Sözcü TV yayınına katılan Özcan DEM Parti ve CHP ilişkisine dair süren tartışmalara ilişkin şu açıklamayı yaptı:
"Ben DEM Partisi'yle işbirliği yapılmaması görüşündeyim. Bolu'da zaten böyle bir şey söz konusu değil, olmaz da. Başkası farklı düşünebilir, Cumhuriyet Halk Partisi'nde farklı düşünceler de olabilir. Ben DEM Partililerle bırakın işbirliği yapmayı, aynı kaldırımda bile yürümemeyi tercih ediyorum. Etnik milliyetçilik yapanlarla benim işim olmaz."
Bolu’yu daha önce başta Suriyeli olmak üzere tüm mültecilere hayatı dar ederek var etmiş bir ismin, ırkçılığında kendisine yeni eşikler açabildiği bir zemini göstermesi açısından ol dönüşümün ne kadar hazin bir istikameti beraberinde taşıyor olduğunu nihayet fark ediyor musunuz? Kürdün, Alevinin, Arabın, Ermeni’nin, Rum’un, Laz, Çerkes, Pomak’ın ve daha nicesinin hakkını göz ardı ederek onları mimleyerek, öteki ilan ederek, Bolu’nun başına gelebilecek en büyük facialardan birisi olagelen Özcan gibi temsillerin nefretiyle birlikte bir ortak yaşam söz konusu edilebilir mi? İnsanların aidiyetlerinin bunca kurcalanıp, oy verdikleri bunca tefe konmak için yeterli görüldüğü bir zeminde demokrasi neyin nesidir sahiden de? Kötülüğü bir yönetim biçimi olarak ele alanların iktidara alternatif olmak gibi bir durumları söz konusu mudur, hepsi aynısının laciverdi olmakta bunca çaba sarf ederken. Milyonlarca insanı bir anda terörün destekçisi, terörist ilan edip, akla gelen her şekilde bir hedef kılarak, CHP’yi tam da aşil topuğundan vurmak için hazır bekleşenlerin de ekmeğine yağ sürerek ne alternatifi olunabilir, her şey iktidarın mot-a-mot aynısıyken, bir bunda ısrarcı olunurken, düşünür müsünüz?
Toplumsal dönüşümü mutlak, kati teslimiyetçilik olarak ele alan bir iktidar kliği yirmi bir yıldır var ettikleriyle hayatı çepeçevre kuşattı. Ama öyle ama böyle ana muhalefet ve tüm o eski altılı masa projesine dahil olanların bugün yeniden kartlar dağıtılıp dururken var ettiği bakışım / yönelim bizatihi o iktidar şablonunun da hem onaylanmasını hem de halen sürgit devam olunan Türkün Türk’e düşmanlığını da bildirmeye devam ediyor. Ezcümle birbirini takip ede duran bir akıl, fikirle bir asırdır aşılamayan engebeli halleri yeniden imal ederek bir alternatif oluşturulmaz. Türkiye’nin asırlık demokrasi deneyimi diyerekten kestirmeden geçiştirilen o muasırlaşma hamlelerini birbirinin tıpkısı yöntemlerle içinde yaşayanlarına dar ederek var etme söz konusu olmaz, olamayacaktır. Düpedüz yalın bir ırkçılıkla, ikrah edileni ikrar ederek, kimi yerde sahip çıkarak bir ilericilik söz konusu olmaz, oldurulamaz. Yönelimini tek renkten, tekillik ısrarından ele alan, Sünni, Müslüman, Türk, Hanefi diyerek kodlanmış olagelen yapı / kümenin dışında kalanların ülkesi değil midir bu ülke? Bir kere daha dönüşüm diyerekten tarihindeki acılarını yeniden sahiplenen, yineleyen, onlarla bir yol / yön çizmeye çalışan yerdeki hayat imecesi her ne olacaktır! Türkiye kimindir, kime reva bilinendir, sahiden nedir; ev mi, mahpushane mi? Ayrımcılık, ırkçılık her seçim pratiği öncesinde gemiyi azıya alıp dururken, burası cennet midir, cehennemin ta kendisi midir, ayırtına varabiliyor musunuz! Türkiye nedir, neden bunca afaki ayrıma, ırkçılığa, sözü çiğneyen bir tahakküme rehindir, umursuyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Illustration For An Article About A Journalist Being At War With Self-Care, Home and Abroad – ANXY Magazine – Max LÖFFLER
0 notes
seslimeram · 22 days
Text
Yıkım Sahası...
Tumblr media
Duraksamayan bir yıkım tahayyülünün ortasına demirliyor ülke. Bir viranelik toplama iş bu menzilde evrilen handiyse her gün bambaşka açmazları, yara kılan, eyleyen bir yerde yıkım tahayyülü gündelik bir mefhum kılınıyor. Her şey pejmürde bir katran karanlığının esrarengiz olmayan sisli bir düzlemine rehin. Her an bambaşka bir cerahat istemine doğru dibine kadar esir. Her şey bildiğimiz tüm normallerin yıkımını bildiren bir kısır döngünün insafına terk. Her gün alelade sıradan bir hayatın dahi esirgendiği bir biçimde müdahaleye açık konulduğu bir hamleler toplamına teslim. İnsani olanın çoktandır zayi olunduğu bir zeminde gündelik yıkımın her ana içkin kılınan tahakkümün suretiyle yaşam çepeçevre kuşatılıyor artık. Bildiğimiz tüm anlamlarıyla yaşatan bir yer olan, olması gereken vatanı, memleket kavramını çürütmeye terk eden bütünüyle ve doğrudan müdahalelerin oyuncağı eyleyen bir aklın temsilinde günler geçiriliyor. Demirlenen sahne, yıkım tahayyülünü her anlamda güncel, her günün başat ögesi kılıyor. Bu toplamda, böyle bir hareket tablosunda bir yarının bırakılmayacağı muhakkaktır.
Baş Efendi, baş faşist ve tüm küçük ortakların, ana muhalefetin, birbirilerine vurdu kırdı halleri hiç bitmeyen iyisi, geleceği, deva ya da saadet partileri ve tüm diğer küçük payda temsillerin birlikte, doğrudan çekiştirmeye devam ettikleri ülke gerçekliğinde o cürümler hayatımıza demirler. Covid19 salgın döneminden bu yana günbegün arttırılan bir tehdit, tahakküm ve biyopolitik bir cendere halinin süreğen kılınmasına tanıklık ediyoruz. Tehdit boyutuna, devletin algısına göre şekillendirilen o cerahat isteminin yaşamı doğrularından arındırdığı yerin gerçekliği seçim zamanlarından da belirgin kılınıyor. Bugün, şu raddede o kırılmalar, ayrıştırma, elemeler ve toplumu kutuplaştırma siyasetinin halihazırda ısrarla devam olunan bir mesele dönüşümü günceldir. Her gün o burjuva siyasetinin pragmatist temsilcileri, en baştaki isimlerden bu ülkeyi sahiden yönetmeye çaba sarf edeceğini iddia eden ötekilerine aralıksız birbirileriyle paslaşarak bir kırım tahayyülünü güncelliyorlar. Gösteri toplumunun gereklerini yerine getirirlerken, gerçekten yaraların onarılmasını ya da süreçlerin insani normlara göre şekillendirilmesini değil havanda su döverek günü geçirmeyi var ediyorlar. Her günün kapkaranlık sureti temsile rehineliğinin bunca açmaz, bir dolu kendini tekrar eden pratiklere, onca yaşanmışlığa rağmen halen bir örnek tekil bir hatta çürümeye meyil ettirilmesinin önü alınamıyor. Ne fena...
Bianet’ten aktaralım: “Uluslararası ilişkiler alanında "demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti" ilkelerinin gerçekleşmesini ABD bakış açısından izleyip değerlendiren düşünce kuruluşu Freedom House 2024 raporunda Türkiye'yi Kamboçya, Guatemala, Polonya, ve Zimbabwe ile birlikte iktidarın seçim mücadelesini denetim altına alma çabası içinde olduğu, siyasal muhalifleri engellediği, ya da seçim sonrasında iktidarı devralmaktan alıkoyduğu ülkeler kategorisinde sınıflandırdı.
Rapor 2023 milletvekili ve cumhurbaşkanı seçimlerinde eşit koşullarda rekabetin bulunmadığını kaydetti.
ABD'de Cuma günü yayımlanan "Dünyada Özgürlük 2024: Hileli Seçimler ve Silahlı Çatışmaların Artan Zararı" başlıklı raporda "2023'te küresel özgürlüklerin gerilemesinin önde gelen nedenlerinden biri[nin] seçimlerin manipüle edilmesi" olduğu tespitine yer verildi.
"Eşitsiz oyun sahası"
Türkiye, Kamboçya ve Polonya'daki seçimlerin manipülasyon altında gerçekleştiği ileri sürülen raporda "Muhalefet için eşitsiz bir oyun sahası kuran ve uzun zamandır yerleşik bir hal almış olan seçim manipülasyonları demokrasiyi ciddi bir biçimde tehdidi sürdürerek Kamboçya, Polonya ve Türkiye'deki seçimleri etkilemiştir." dedildi.
14 Mayıs'ta görevdeki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, eski Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu karşısında yarışı ikinci turda az farkla kazandığı seçimler sonrasında "ülkenin demokratik açmazları yerine muhalefetin yetmezliklerine odaklandığı" tespit edildi.
Medya manipülasyonu ve gazetecilere baskı
Freedom House raporunda AKP iktidarının siyaset tarzı sert ve açık bir eleştiriye tabi tutuldu: "Türkiye'deki seçimler, uzun zamandan beri muhalefet liderleri ve gazetecilere yönelik taciz, tutuklama ve cezai kovuşturmalar yanında iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) medya üzerindeki egemenliği ve devlet kaynaklarını suistimaline sahne oluyor."
"İktidarın ihlalleri yerine, adaletsizliğe uğrayan muhalefet eleştirildi"
Freedom House raporu, "sistematik ihlaller" yerine gündeme muhalefetin adaletsiz bir rekabeti yetirmiş olmasının getirilmesini eleştirdi.
"Sonunda, ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve muhaliflerin kovuşturulması türünden hükümetin sıkça başvurduğu büyük sistematik ihlaller, muhalefet güçlerinin adil olmayan bir yarışı kazanamayışının gölgesinde kaldı." denildi.
Türkiye "özgür bir ülke" değil
Araştırmada, 2023'te 15 bölgedeki 195 ülkede özgürlüklerin durumu ele alındı. Ülkeler 100 üzerinden notlanarak "özgür", "kısmen özgür" ya da "özgür olmayan" kategorileri altında sınıflandırıldı.
Rapora göre, dünya nüfusunun yaklaşık 38'i "özgür olmayan", yüzde 42'si "kısmen özgür", yüzde 20'siyse "özgür" ülkelerde yaşıyor.
Avrupa'daki sıralamaya göre, Finlandiya 100/100, İsveç 99/100, Norveç 98/100 puanla "özgür" ülkeler kategorisinin ilk sıralarını paylaşıyor. Türkiye 33/100 puanla "özgür olmayan" kategorisinin en sonunda yer alıyor. Türkiye 51/100 puanla Bosna Hersek ve 57/100 puanla Sırbistan'ın da gerisinde.
Freedom House nedir?
Wikipedia'nın derlediği bilgilere göre, Freedom House, Washington, D.C. merkezli, kâr amacı gütmeyen bir kuruluş. Demokrasi, siyasi özgürlük ve insan hakları konularındaki savunuculuk çalışmalarıyla tanınıyor.
Ekim 1941'de, İkinci Dünya Savaşı'nın başladığı günlerde kurulan Freedom House'un ilk fahri başkanları Wendell Willkie ve Eleanor Roosevelt'ti. Eleanor Roosevelt ABD'nin 32. Başkanı Franklin D. Roosevelt'in eşi ve kuzeni, ABD'nin 26. Başkanı olan Theodore Roosevelt'in yeğeniydi. Başkan Truman döneminde ABD'nin Birleşmiş Milletler temsilciliğini yapmış, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin hazırlanmasına büyük katkıda bulunmuştu. Wendell Lewis Willkie ise ABD'li bir avukat ve Franklin Roosevelt karşısındaki Cumhuriyetçi Parti Başkan adayıydı.
Kuruluşun yıllık "Dünyada Özgürlük" raporu, her ülkenin siyasi özgürlük ve medeni haklar düzeyini değerlendirir. Freedom House ayrıca her yıl dünyada"İnternet Özgürlüğü" başlığı altında önemli bir başka yıllık rapor yayınlıyor. Siyaset bilimciler, gazeteciler ve politikacılar tarafından sıklıkla referans gösterilmekle birlikte kuruluşun demokrasi endeksleri eleştirilerle de karşılaşıyor.
1970'ler ve 2000'ler arasında eleştiriler çoğunlukla, hükümet fonları nedeniyle kuruluşun Amerikan çıkarlarına öncelik verdiği yönündeydi. Ayrıca kuruluşun neredeyse tek başına Raymond Gastil tarafından oluşturulan demokrasi endekslere olan dayanması başka bir eleştiri kaynağıydı. 2018'de, kuruluşun Sivil Toplum Kuruluşu (STK) olmasına ve "muhafazakara karşı" olduğu algısına yönelik olarak "National Review" adlı muhafazakâr bir gazete tarafından sıralama eleştirildi.
Freedom House'un CIA tarafından fonlandığı da ileri sürülmüştü. 2015'te yayımlanan bir haberde, eski ABD Başkanı Ronald Reagan'ın başkanlık kütüphanesinden çıkan belgelerde, Freedom House'un CIA'in 1980'lerde yürüttüğü propaganda çalışmalarında rol aldığı iddia edilmişti.”
Dünyanın enikonu mutlak tahakkümcü devletinin güdümündeki bir yapı olarak bilinen ol Freedom House için dahi yerin dibinde bir ülke gamının var edilmiş olduğu yerin meselini bildirir demir atılan saha. Cürmün demokrasiyi, cerahatin hürriyeti, sonsuz bir kısır döngü içerisinde terörist ilan etme cüret ve yetisinin tastamam eşitliği altüst ettiği bir yerde halihazırdaki durumun felaketine dair bir önerme karşımıza çıkartılır. Kanunsuzluk devletinin ta kendisinden kopan bir yapının sunduğu perspektif Türkiye gibi modernliği en olmadık hallerinde yaşayan, var ettiği sentezle pek çok yıkıcılığı beraberinde hakikatin ta kendisi kılan ülkenin aciz halini sunar. Türkiye modernlik, muasır medeniyet trenini en olmadık hallerle düzenleyen, o erki bambaşka yıkımlara galebe çalması için kullana gelen bir iktidar tahayyülü elinde bugün dününden de beter bir katran karanlığının esiri olur. O görünen köy kılavuz istemeyen Freedom House raporundaki satır aralarında tekrar tekrar yinelenir.
Mezopotamya Ajansından Tolga Güney’in haberini, Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “Kamuoyunda “8. Yargı Paketi” olarak bilinen Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 659 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 1 Mart’ta Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı. Emeklilere bayram ikramiyesinden Ceza Kanunu’na kadar birçok alanda değişiklik içeren yasa, AKP’nin yıllardır her şeyi torbaya doldurduğu paketlerden oldu. Muhaliflere yine yargı sopasını gösteren iktidar, 2019 yılından itibaren Meclis’ten geçirdiği 8 “yargı paketi” ile icra ve iflas kanunundan ticaret kanununa, infaz kanunundan ceza kanununa kadar birçok yasayı kendine göre değiştirdi.
Yargı yap boz tahtasına döndü
Son paketle birlikte Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından 26 Ekim 2023 tarihinde iptal edilen “Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme” maddesi tekrar getirildi.
TCK’de yapılan değişiklikle, “Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme” fiili müstakil bir suç olarak düzenlendi ve bu maddeden yargılananlara ayrıca 2 yıl 6 aydan 6 yıla kadar hapis cezası verilebilecek. “Örgüt adına suç işleyen” kişi, hem işlediği suçtan hem de “Örgüt adına suç işleme” cürmünden ayrı ayrı cezalandırılacak. Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması (HAGB) ve kişisel verilerin saklanması gibi birçok düzenleme yapılırken, yargı adeta yaz-boz tahtasına çevrildi.
Tek adam rejimi güçlendirildi
Bu süreçten sonra elindeki yürütme ve yasama gücüne yargıyı da ekleyen iktidar, Kanun Hükmünde Kararname ve Olağanüstü Hal (OHAL) KHK’leri ile adeta yargıyı kendine bağladı. 2017 yılında gerçekleşen Anayasa değişikliği referandumu ise tüm dengeleri değiştirdi. Yapılan değişiklikle Cumhurbaşkanı hem devletin hem de hükûmetin başı ilan edilerek, başbakanlık kaldırıldı. Cumhurbaşkanı, yardımcılarını ve bakanları hem atama hem de görevlerine son verme yetkisine sahip oldu. Kendisine, Anayasa değişikliği yapan kanunları gerekli görürse halkoyuna sunma ve yürütmeyle ilgili konularda “Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” çıkarma yetkisi verildi. Yine Cumhurbaşkanı’na OHAL ilan etme yetkisi ve Meclis’e bunu onaylama, süresini uzatma veya kaldırma yetkisi verildi. Meclis’in savaş haricinde OHAL’i dört aya kadar uzatabileceği belirtildi ancak üst üste OHAL ilan edebilme yetkisi kısıtlanmadı.
29. maddeyle AİHM engeli
Düzenlemenin 29’uncu maddesinde “İfade özgürlüğü suçları” olarak tanımlanan suçlara temyiz yolu açıldı. Ancak hukukçular, bu düzenlemeyi “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Yolunda Bir Yeni Engel” olarak değerlendirerek, AİHM başvuru sürecini geciktirme potansiyeli taşıdığı için tepki gösterdi.
Siyasi tutsaklar yine yok
Nisan 2020’de yapılan düzenlemede ise, yaklaşık 90 bin tutuklunun cezaevlerinden tahliyesini sağlayan ve kamuoyunda “infaz düzenlemesi” olarak bilinen kanun Meclis’ten geçti. Hayatlarını cezaevinde yalnız idame ettiremeyen 65 yaşını bitiren hükümlülerin cezasının denetimli serbestlik tedbiri altında infaz edilmesi imkanı tanınırken, siyasi tutsaklar bu yasanın dışında tutuldu.
5’inci Yargı Paketi olan “İcra ve İflas Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi” de 25 Kasım 2021’de Meclis’te kabul edildi. Yapılan düzenleme de salgın sebebiyle, açık ceza infaz kurumlarında bulunanlarla kapalı ceza infaz kurumunda bulunup da açık ceza infaz kurumlarına ayrılmaya hak kazanan hükümlülerin, denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak, cezasının infazına karar verilen hükümlülerin bu kapsamdaki izin süresi 31 Mayıs 2022’ye kadar uzatıldı. Fakat yine siyasi tutsaklar bu kapsamın dışında bırakıldı.
İstismarcılara yine ödül
9 Haziran 2021’de, 4’üncü Yargı Paketi olarak bilinen “Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” Meclis’te kabul edilerek yasalaştı. Yargı paketinde, “terör, soykırım, insanlığa karşı suçlar, kasten adam öldürme, çocuğun cinsel istismarı” suçlarının da aralarında bulunduğu “katalog suçlar”dan tutuklamada “somut delil” aranması koşulu getirildi. Bu koşul siyasi suçlarda işletilmezken, “çocuk istismarı” ve “tecavüz” suçlarından yapılan yargılamalarda uygulandı. Kadın örgütleri, bu düzenlemeyle çocuğa yönelik cinsel suç işleyen faillerin tutuklanmasının zorlaştırılmasına tepki gösterdi.”
Freedom House’un neden bu ülkeyi demokrasi liginde en diplere yolladığının da ayan beyan hikayesidir şu yukarıdaki haber metni. Bunun gibi nicesini görebilmek mümkün bu sahanlıkta. Her yargı paketinde biraz daha un ufak edilen, düzenlendiği zikredilirken daha da karmaşık kılınan hakkın, hukukun lağvedilmesini, daha doğrusu erkanı muktedirin aklı ve zikrine göre yönlendirilmesine zemin kılan her tahayyül bambaşka yıkımları beraberinde getirir. Bu hallerin yekununda kurumsallaştırılan bir ülke izleğinde o yıkımın her ana içkin kılınması söz konusudur. Dur durak bilmeksizin bir yıkım tahayyülünün tam da ortasına demirliyor ülke. Birilerinin bildirmesine, kimi kurumların iş işten geçmiş olan şu halde bildirimine gerek kalmaksızın o var edilen cerahat hayatı her nasıl örseliyor bunu bilmek bile ağır geliyor. Bir cendere sarmalına rehin ediliyor ülke denilen sahne. Yönerge ve kanun / nizam diye sunulagelen her şeyin bir biçimde o cendereyi var ettiği gerçekliği sorgulanmıyor artık. Tümüyle yıkım dört bir yanda var edilirken nihai teslimiyet için her gün yeniden güncellenen bir tahakküm haresi ile kuşatılıyor müştereklerimiz. O müşterek mesellerin en büyüğü olanlardan ortak, eşit, adil bir ülke hayalinin köküne de kibrit suyu tüm kibirli hallerle birlikte dökülmeye çabalanıyor. Her günün başat ögesi kılınmış olan o yıkım tahayyülünün kıyısında umut hiç yaşar mı? Bir şeyler yazmamıza gerek olmaksızın kendi gözlerinizle, gündelik yaşama düşürülen gölgeleri takip ettiğinizde zaten her ne demeye çalıştığımız da meydana çıkacaktır. Dönüp, durup, bir saniye bakıyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Inclusion And Diversity – Nanzeeba IBNAT – Behance
1 note · View note
seslimeram · 23 days
Text
Sesli Meram #449 - Yersiz Yurtsuz (04.03.2024)
Tumblr media
"Naz, niyaz yok olduğu gibi paldır küldür bir tahakküm boyunduruğu, daimi bir sınamalar silsilesi içerisinde köşeleri çoktan kırılmış, sürprizsiz bir hayat var ediliyor artık. Erkanı muktedir ve avenesinin sunduğu yeni ülke, bağır çağır bir hizalama ekseninde, duraksama nedir bilmeden imal edilen çetrefilli bir tahakkümün boyunduruğu altına terk ediliyor. Hiç olmadığı kadar zor şartların, bellekte yer etmemiş dayatma hallerinin mütemadiyen sahici bir istekle savunulduğu / yinelendiği bir zeminde mutlak doğru, eksik hayatlardan ibaret bir biçimde güncelleniyor. Neyi doğru ki şu ülkenin derken, her an bambaşka yaraların tam da göbeğinde seyrüsefere çıkartılıyor seksen dört milyon kusur insan. Sürpriz kılınamayacak kadar doğrudan yıkımlar icraatmış kabilinden bildirilmeye devam olunuyor. Yerel seçim gümbürtüsü içerisinde doğal / en direkt hak bildiği bir tavırla beraber muktedir saldırmaya / hayatı dönüştürmeye devam diyor. Hiçbir biçimde yarınını sorgulamayan, şu andan başlayarak kitleleri kuşatan, esir alan, yerinden yurdundan eden, aç koyan ya da açlıkla sınayan bir menzilin tek bir iyi günü söz konusu olabilir mi? Öyle bir yerin demokrasi, hukuk, hürriyet, adalet, eşitlik gibi kavramları tabeladaki boşluklara yazılması dışında icra edilebilir, yaşamda bir karşılığı söz konusu edilebilir mi? Pragmatist siyasetin, sığ söylemlerin, birbirinin tekrarı, beteri olagelen çıkarımların ve nizam belirleyici olarak öne sürülen hamlelerin refakatinde bir demokrasi bahsi, cumhuriyet tahayyülü, ülke mefhumundan söz açılabilir mi? Her şey alabildiğine çürümeye yüz tutarken… sahi… öyle… gerçekten…" sesli meram
podcast image credit: what keeps a social state going?:::francesco ciccolella:::fc official
1 note · View note
seslimeram · 25 days
Text
Ümitsizliğin Meseli
Tumblr media
Naz, niyaz yok olduğu gibi paldır küldür bir tahakküm boyunduruğu, daimi bir sınamalar silsilesi içerisinde köşeleri çoktan kırılmış, sürprizsiz, düş kırıklığında bir hayat var. Doğrudan doğruya bu döngünün daimi olmasına çalışan bir baş efendi söz konusu artık. Hiçbir ümidi yirmi dört saat yaşatmayan bir aklın var edeceği her türden bet / feci için bir zemin kılınıyor ismi bir biçimde yeni diye anılan ülke. Tek hedeflenen şeyin sadece baskın bir ülke imajını / dikta eden bir temsilin arkasını kollamak olarak biçimlendirildiği zeminde paldır küldür fecaati var etme hali devamlılığa kavuşturulur. Tümüyle nobran, hiç mübalağasız bir tehdit halini o sarmal içerisinde yeniden güncellemek rotasına düşülen bir mesel kılınır. Cerahatin nesi nasıl düzeltilebilir ki, bunca her şey eğrelti bir halde yarım / eksik kılınırken yanıtsızdır iş bu menzilde. Seçim sathı mahallinde, ister genel ister yerel olsun biteviye tükenişin tam ve eksiksiz bir biçimde öne sürüldüğü yer gerçekliğidir mesele. Ya bizimlesiniz yahut da kara toprağın yollu göndermelerin, biz varsa o, bu, şu var biz yoksak hiçbirisi yok üstüne de havayla cıvayı alırsınız yollu göndermelerin ortasında o tahakküm boyunduruğu altına yollanmış bir hayat imgesi var edilir, ne eksik, ne laf kalabalığı.
Hiçbir şeyin doğru izlekte var edilmediği bir zeminin hikayesidir bu sürprizsiz hayat imge ya da anlatımı. Doğrudan doğruya tek adam rejiminin katkı sunan çete üyeleriyle birlikte, en kestirmeden memleketi tımarhaneden hallice kıldığı bir iklimin meselesi bugünün açık kestirmeden en kalıcı sonuçlarından birisidir. Her gün bir acayipliği düşünüp, taşınıp var ederken muktedir eliyle o kesintisiz cürüm bütünleşik menzil güncellenendir. Sonu daimi bir biçimde karanlıklara çıkagelen yerde hayatın sürprizlerini, çekilebilir yanlarının da en kestirmeden törpülenmesi var edilendir. Yirmi bir yıllık iktidar tahayyülünün, kolaylıkla birlikte alt ettiği muhalefet nam çatının bütün o yüzeylerinin de teslimiyetçi hallerinin refakatinde bu dönüşüm var edilir. Birbirlerinin gırtlağına çökmekle meşgulken Özel ile Akşener, küçük tefek yüzdeler partilerinin başkanları vesairesi bir kenardan bütün bu oyun kurma halini, yok etme sistematiğini, hayatı dar etme / dar bir kalıpta var etme ihtimal ve olasılıklarına artık yeter diyebilen Halkların Demokratik Partisi gibi küçücük direniş odakları olmazsa o mutlak karanlık her yeri kuşatacaktır. Zaten amaç da bir asırdır dün Ermeni, Süryani, Rum nasıl duyulmayıp, yok olmanın kıyısına taşındıysa, bugün bir kez daha Alevi / Kürd / Sol titrine haiz olan kesimleri bu toplumdan ilelebet def etmek adına bir istikamet güncellenir. Ki bunca yaranın ortasında o gri, kurşuni, simsiyah haller içindeki memleket denilen yer imal olunur.
Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “Colemêrg’in Rubarok ilçesine bağlı Düve köyünün girişine X Ray cihazı konuldu. 90’lı yılların OHAL uygulamalarını hatırlatan görüntülerde, köylüler evlerine gidebilmek için her seferinde askerlerin aramasına maruz kalıyor.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Colemêrg (Hakkâri) Milletvekili Öznur Bartın, sanal medya hesabı X’ten bir video paylaşarak Rubarak’un (Derecik) Düve köyüne askerler tarafından X Ray cihazı konulduğunu ve köy halkının evine gitmek için her seferinde çıplak aramaya maruz kaldığını aktardı.
Bartın’ın paylaşımında yer verdiği videoda köyün girişine kurulan kulübenin içinden köylülerin aranarak geçtiği görülüyor. Görüntüler, 90’lı yıllarda OHAL döneminde köylere kurulan arama noktalarını hatırlattı.
Bartın’ın paylaşımı şöyle: “Yok, bu kadarı da olmaz demeyin. Söz konusu Kürtler olunca oluyor! Derecik Düve köyünün halkı evine gitmek için köyün girişindeki askeri noktada X-Ray cihazından geçiriliyor, çıplak aramaya maruz kalıyor, kimliklerine el konuluyor. Zulmünüz batsın. Nedir bu halkın sizden çektiği!”
Bartın, konuyu Meclis gündemine de taşıdı. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın cevaplaması istemiyle verilen önergede şu sorulara yer verildi:
“* Hakkâri Derecik ilçesine bağlı Düve köyünde yaşayan yurttaşların köylerine gidebilmek için askeri kontrol noktasında X-Ray cihazından geçtiklerine, askerlerce kimliklerine el konulduğuna dair bilginiz var mıdır?
* Düve köyü girişindeki askeri kontrol noktasında köy halkının X-Ray cihazından geçirilmesinin, askerlerce yurttaşların kimliklerine el konulmasının ve yurttaşlara karşı yürütülen onur kırıcı muamelenin hukuki gerekçesi nedir?
* Derecik Düve köyüne giriş-çıkışlarda köy halkına verilen rahatsızlık ve uygulanan baskı nedeniyle hakkında işlem yapılan asker sayısı kaçtır?
* Köye giriş-çıkışlarda Düve köyü halkına yönelik yürütülen bu askeri baskı uygulamasına dair bir araştırmanız var mıdır? Köy halkının X-Ray cihazından geçirilmesi başta olmak üzere yaşanan bu hukuksuz ve onur kırıcı uygulamaya ne zaman son verilecektir?
* Yurttaşlara karşı askeri baskıların ciddi boyutlara vardığı belirtilen Düve köyünün yol, su, elektrik gibi temel hizmetlerden yoksun bırakılmasının gerekçesi nedir?
* Düve köyü halkının temel hizmetlere erişimi noktasındaki sorunların giderilmesine dönük bir çalışmanız var mıdır? Köyün yol, su, elektrik sorunu ne zaman çözüme kavuşturulacaktır?”
Köşeleri kırılmış olagelen ol sürprizsiz hayat imgesinin her nasıl bir cendereye dönüştüğü halihazırdaki şu tek örnekten dahi belirgindir. Düve Köyünde insanlara salt aidiyetleri bir başka halktan olduğu için zulmetmek olağan bir halle karşılanır. Doksanlı yılların cendere ile işkence hallerini birbirine yakın tutan, iç içe geçmiş mahvetme şablonunu daimi bir hal ve istemle birlikte derdest etmek adına kullana gelen bir aklın sunduğu şeyin geçmişi birebir tekrarlamaktan ötesi olmadığı muhakkaktır. Yolun yordamın, izah ve izanın birlikte yok edildiği bir zeminde askeri baskıların orantısız bir şiddet sarmalını gündelik bir hale taşımasının hesabı ve akıbeti her ne olacaktır ki? Süreğen kılınan bir şiddet sarmalı, denetim, gözetim ve tahakküm üçlüsüyle Kürd sorununun neresi çözümlenebilir ki! Asırdır heder olunan, ötekisine karşıtlıkla birlikte imal edilen demokrasinin yerine ikame edilmiş otokrasi ile işkenceye varan uygulamalar, hakir görmeler, hukuku çiğnemeler arasındaki bağı görebiliyor musunuz? Bir halkın var olma mücadelesini her seçim sathı mahallinde inatla “terörize” ederek kurulacak dostluktan / kardeşlikten kime ne fayda vardır! İlişikteki haber metnindeki gibi Bakur Kürdistan’ında ve Rojava’da işgal edilmiş olan Afrin gibi kentlerde icrasına devam olunan o şiddet / dayatma kültürü karşısında insani normu kim ne zaman fark edecektir, sahiden sorgular mıydınız.
Bianet’ten aktaralım: “İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) bugün yayımladığı bir raporda, Türkiye'nin Kuzey Suriye'de kontrolü altındaki bölgelerde kendi güçleri ve desteklediği yerel silahlı gruplar tarafından işlenen hak ihlalleri ve potansiyel savaş suçları konusunda sorumluluğu olduğunu belirtti.
"Her Şey Silah Zoruyla: Türkiye İşgali Altındaki Kuzey Suriye'de Hak İhlalleri ve Cezasızlık" başlıklı 76 sayfalık rapor, silahlı gruplardan oluşan Türkiye destekli bir koalisyon olan Suriye Milli Ordusu ve 2018'de Suriye Geçici Hükümeti ile Türkiyeli yetkililer tarafından ihlalleri önleme amacıyla kurulan Askeri Polis yapısının kaçırma, keyfi gözaltı, hukuksuz alıkoyma, cinsel şiddet ve işkence eylemlerini belgeliyor.
HRW ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile istihbarat teşkilâtlarının ihlallerin gerçekleştirilmesinde ve denetlenmesinde rol oynadıklarını tespit etti.
Raporda öne çıkanlar şöyle:
"Türkiye, Kuzey Suriye'de işgali altındaki topraklarda kendi güçleri ve desteklediği yerel silahlı gruplar tarafından işlenen ciddi ihlallerin ve potansiyel savaş suçlarının sorumluluğunu taşımaktadır.
Türkiyeli yetkililer ihlallere seyirci kalmanın ötesinde işgalci güç olarak sorumluluk taşımakta ve bazı durumlarda "güvenli bölge" olarak adlandırdıkları yerlerde açık savaş suçlarına doğrudan dahil olmaktadırlar.
Türkiye kamu düzeni ve güvenliğini yeniden tesis etmek, bölge sakinlerini korumak, ihlallerin faillerini sorumlu tutmak ve mülk sahipleri ile geri dönenlerin haklarını güvence altına almakla yükümlüdür.
Türkiye, sivil halkın güvenliğini ve refahını sağlamakta başarısız olmuştur. Bölgede yaşayan 1,4 milyon kişi için hayat hukuksuzluk ve güvensizlik içinde sürmektedir. Geçmişte Suriye Milli Ordusu yönetimi altında yaklaşık üç yıl yaşamış olan bir kişi: "Her şey silah zoruyla oluyor."
Türkiye'nin 2018'de Afrin'de gerçekleştirdiği "Zeytin Dalı Harekâtı" ve 2019'da gerçekleştirdiği "Barış Pınarı Harekâtı"ndan bu yana bölgede yaşayan yüz binlerce kişi yerinden edildi.
“Güvenli bölge”
HRW Orta Doğu Direktör Yardımcısı Adam Coogle, raporla ilgili "Kuzey Suriye'de Türkiye'nin otoritesi altında yaşayanlara yönelik işkence ve zorla kaybetme gibi süregelen ihlaller, Türkiye tarafından sorumluluk alınıp durdurulmak için harekete geçilmediği sürece devam edecektir," dedi ve ekledi:
"Türkiye'nin Kuzey Suriye'de bazı bölgeleri işgal etmesi, hukuksuzluk, cezasızlık ve ihlal ortamını kolaylaştırdı. İlgili bölge ‘güvenli bölge’ olmaktan çok uzak.”
Basitçe hayata müdahalelerin “terör” öne sürülerek nasıl yeniden güncellendiği bir kere daha resmen rapor edilir. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Kuzey Suriye sahanlığında Türk devletinin var ettiği açmazların pek de öyle insani bir koruma olmadığını tam tersine etnik bir dönüşümü, bitmeyen bir savaş menzili kılınmış Suriye sahnesinde bir kere daha yaraları deşme adına olduğunu göstere gelir. Hak kavramının, hukuksuzluğa resmen esir edildiği, cezasızlık politikasının kentleri / çeper ve çevreleriyle bir deney sahası kıldığı yerde onca zamanda sunulanın hazin sureti zaten bütün meramı da özetler. Bu arada o rapor satırlarına yansımamış olsa da zeytin ağaçlarının bulunduğu tarlaların imha edilmesi sürecinden, yerel halkın yaşama / beslenme ve barınma kaynaklarına kurulmuş olagelen tüm tahakküm / esirgeme hallerinin de nasıl bir köşeleri kırılmış, yok ediciliği mutlak kıla gelen bir tahayyüle evirdiğini gösteren kimi yansılar, sosyal medya sitelerinden ara sıra görünür kılınır. Bunca can havliyle yaşamı zehirlemeye çalışmanın sahiden bir sonu olacak mıdır. Nereye kadar bu “güvenli bölge” senaryosunda gündelik yaşam ihtimalleri, kentlerin müşterekleri, sıradan insanların hayatları yerle bir edilecektir.
Naz, niyaz yok olduğu gibi paldır küldür bir tahakküm boyunduruğu, daimi bir sınamalar silsilesi içerisinde köşeleri çoktan kırılmış, sürprizsiz bir hayat var ediliyor artık. Erkanı muktedir ve avenesinin sunduğu yeni ülke, bağır çağır bir hizalama ekseninde, duraksama nedir bilmeden imal edilen çetrefilli bir tahakkümün boyunduruğu altına terk ediliyor. Hiç olmadığı kadar zor şartların, bellekte yer etmemiş dayatma hallerinin mütemadiyen sahici bir istekle savunulduğu / yinelendiği bir zeminde mutlak doğru, eksik hayatlardan ibaret bir biçimde güncelleniyor. Neyi doğru ki şu ülkenin derken, her an bambaşka yaraların tam da göbeğinde seyrüsefere çıkartılıyor seksen dört milyon kusur insan. Sürpriz kılınamayacak kadar doğrudan yıkımlar icraatmış kabilinden bildirilmeye devam olunuyor. Yerel seçim gümbürtüsü içerisinde doğal / en direkt hak bildiği bir tavırla beraber muktedir saldırmaya / hayatı dönüştürmeye devam diyor. Hiçbir biçimde yarınını sorgulamayan, şu andan başlayarak kitleleri kuşatan, esir alan, yerinden yurdundan eden, aç koyan ya da açlıkla sınayan bir menzilin tek bir iyi günü söz konusu olabilir mi? Öyle bir yerin demokrasi, hukuk, hürriyet, adalet, eşitlik gibi kavramları tabeladaki boşluklara yazılması dışında icra edilebilir, yaşamda bir karşılığı söz konusu edilebilir mi? Pragmatist siyasetin, sığ söylemlerin, birbirinin tekrarı, beteri olagelen çıkarımların ve nizam belirleyici olarak öne sürülen hamlelerin refakatinde bir demokrasi bahsi, cumhuriyet tahayyülü, ülke mefhumundan söz açılabilir mi? Her şey alabildiğine çürümeye yüz tutarken... sahi... öyle... gerçekten...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: “For Ann Babe’s Article ‘On The Other Side’ For The California Sunday Magazine.” - Hokyoung KIM – Commarts
0 notes
seslimeram · 29 days
Text
Bir Kısır Döngü - Güç Savaşları
Tumblr media
Belirgin bir halde, sessiz sedasız bir güç savaşı var ediliyor. Kimin kime güce yeterse ol ötekisini darmaduman ettiği bir zemin hakikatin ta kendisi kılınıyor. Cerahate, dibine ta dibine kadar çürümeye, bitimsiz bir mahvetme retoriğine esir olunan yerde hayatiyet o güç savaşlarında üçer beşer az, çok harcanıyor artık. Belirgin, bariz ve muğlak olmayan bir güç savaşında sıradan insanın hayattaki vat olma emel / istemi delik deşik olunuyor. Erk, muktedir, iktidar pratikleri zamanla çeşitlendirilip çoğaltıldıkça var edilmiş eşik her defasında apayrı bir cerahati nüksettiriyor. Sınırı kalmamış, hegemonya düzeninin açık, aleni binasında ya da yapılandırılmasına tükeniş herkese pay olunuyor. Doğrunun ve açık bir biçimde hakikatin yerine ikame edilmiş cerahat eliyle bu döngü süreğen bir meselin ta kendisi kılınıyor. Her gün yeniden, her an mükerrer bir halle dinamikleri kolaçan edilen ve yeniden biçimlendirilmeye çalışılan bir devinim içinde o güç savaşları hepimiz için en kestirmeden yıkımı sağlıyor ne eksik, ne fazla. Gün, dününden beter kılınırken şimdiden yarının mahvına ön ayak olunuyor. Bütünüyle ön yargılar genelleme sınırlarından günce, ana dahil edilenler, cerahatli kabuller, görüş ve tahayyüllerle birlikte o açmazlar içindeki yer ve yurt olgusu gerilemeye rehin ediliyor. Güç savaşlarında normatif yıkıma terk edile gelen bir mefhuma dönüşüyor. Muktedir ve avenesinin sunduğu ülke vizyonu her dönemi ile ama özellikle de seçim sathı mahallinde, bu günce içerisinde o yıkım hallerini eksiksiz tehditlerle birlikte sürekli yeniden imal ediyor. Bedene yönelik olarak imal olunan politik tavır cehennem eşiğini çoktandır geçmiş ülkeyi göstere gelir. Bütünüyle mahvetme haline esir, her gün, her şeyden yoksun kılan bir ide ile kuşatılan o kırılgan yer gerçektir.
Güç savaşları içerisinde yolun / yordamın / anlamın çürütülmesi de kesintisiz kılınır. Bir hal, bir devinim içerisinde gücü elinde tutan ister muktedir, ister muhalif kesimler ya da onlarla birlikte harekete geçmiş, mobilize yapılar bu hali, mütemadiyen o kırılganlıklarla esir alınmış menzili günceller. Demokrasi isteminin çoktan rafa kaldırıldığı kimisinin ol nihai ülkücü nam mefhumun ardından gizli örtük değil açık ırkçılığı yücelttiği bir zemini yoklama çabası süreğen kılınır. Beriki tarafından laik ülke kavramının törpülenmiş olması ya da anayasa mahkemesi gibi toplumsal sözleşmenin / yaşamın teminatı olagelen yapılar ya da kavramların un ufak edilmesini yetersiz görüp bir de şeriat hükmünün peşi sıra koşa koşa o siyasal dinciliği öne çekenlerin sahnesinin imali söz konusu olur. Gücü tek adamın ta kendisinde buluşturup, birleştirip, kurucu önder olarak anılanı dolaylı olarak tekrardan var eden bir temsil ile ülkenin başında bulunan “baş efendi” için danışman olan Mehmet Uçum nam zatın belirttiği siyasi niteleme açısından olmasa da pratikte sola en yakın lider olarak göstermesi gibi nice çıkışların var edildiği bir sahneleme söz konusu olur. Gücünü elinde tutanların, güç paylaşımları sırasında en olmadık hamlelerini ardıl sıra yineleye geldiği bir zeminin varlığı söz konusudur. Yoksunlaştırma, eksiltme mütemadiyen haktan ve hukuktan ıramanın gerçekliği mevzubahis kılınırken bunların yok sayıldığı zeminde o güç savaşları etrafında ülke delik deşik olunur, paylaştırılır.
Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “Cizîr’de sokağa çıkma yasağı sırasında katledilen gazeteci Rohat Aktaş’ın ölümünün üzerinden 9 yıl geçti ancak hiçbir sorumlu yargılanmadı. O günleri anlatan anne Meliha Aktaş, ‘Çiçeklerimize kıydılar’ dedi.
AKP iktidarının Kürt sorununda çözümsüzlük politikalarıyla savaş konseptine geri döndüğü 2015 yılı, ilan edilen sokağa çıkma yasaklarıyla Kürdistan kentlerinde dönük topyekûn saldırıların da başlangıcı oldu.
Yüzlerce kişinin ölümüne neden olan bu konseptle, kentler yakılıp yıkıldı, binlerce insan göçe tabi tutuldu. Şirnex’ın Cizîr ilçesinde ise 14 Aralık 2015 tarihinde ilan sokağa çıkma yasakları sırasında ilçede haber takibi yapan Azadiya Welat Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Rohat Aktaş’ın da arasında olduğu yüzü aşkın kişinin yakılarak katledilmesinin üzerinden 9 yıl geçti.
Sokağa çıkma yasağının ilan edilmesiyle “Eğer ben buradaki gerçekleri yansıtamazsam, benim bu mesleği yürütmemin bir anlamı kalmaz” diyen Aktaş, ilçeyi terk etmeyerek hakikati kamuoyuna duyurdu.
Çatışmaların birinci ayında kaldığı evin bombalanması sonucu yaralanan Aktaş’ın, diğer yaralılarla birlikte hastaneye götürülmesine izin verilmedi. Yüzü aşkın kişinin yakıldığı katliama dair herhangi bir soruşturma başlatılmazken, ailelerin yerel mahkemelere yaptığı başvurular ise “Kovuşturmaya yer olmadığı” gerekçesiyle reddedildi, ret kararlarına yapılan itirazlar da sonuçsuz kaldı.
Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yapılan başvurular da, “Yaşam hakkı ihlal edilmedi” yönünde kararla sonuçlandı. Yakınlarını kaybeden aileler, dosyaları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıdı. Ancak yıllar geçmesine rağmen katliamın sorumluları hakkında tek bir soruşturma dahi açılmadı.
‘Anlatırken boğazım düğümleniyor’
Oğlu yaralandığı sırada Cizîr yolu üzerinde bulunan Nisêbîn’in Girê Mîra köyünde başlatılan nöbet eyleminde yer alan Meliha Aktaş, Mezopotamya Ajansı’ndan Emrullah Acar’a o süreçte ve aradan geçen 9 yılda yaşadıklarını anlattı.
Oğlu Rohat’ı anlatırken duygulanan Aktaş, “Rohat’ı anlatırken kelimeler boğamıza düğümleniyor. Anlatacak birçok şey var ancak dile dökülmüyor” dedi.
Son telefon konuşması
Girê Mîra nöbetinde olduğu sırada oğlunun yaralandığı bilgisini aldığını belirten Aktaş, Cizîr’e gitme yönündeki çabalarının kolluk güçleri tarafından engellendiğini kaydetti. Ambulansların ilçeye girişinin de engellendiğini hatırlatan Aktaş, “Yaralılar günlerce aç susuz bir şekilde bodrumlarda ambulans bekledi. Yardım yerine üzerlerine bombalar yağdırıldı. İlçe komple yıkıldı” diye anlattı.
Girê Mîra eyleminde oğlu Rohat’tan telefon aldığını dile getiren Aktaş, son olan görüşmeye dair şunları söyledi: “Telefonum çaldı, ses Rohat’ındı. Bana ‘Anne kendine iyi bak’ dedi ve bunu 3 kez tekrarladı. Bodrumda telefonun çekmediğini ve telefonla konuşmak için merdivenden birkaç basamak yukarı çıktığını söyledi. Bunları söylerken arkadan da yoğun bombardıman ve silah sesleri geliyordu. Ona bir şey olmasın diye aşağıya inmesini ve güvenli bir yere geçmesini söyledim.”
‘Çiçeklerimize kıydılar’
Oğluyla yaptığı telefon görüşmesinde duyduğu yoğun bombardıman ve silah seslerinin aradan geçen 9 yılda hala kulağında olduğunu vurgulayan Aktaş, “Yaşadığım sürece bu sesi unutmayacağım. Kent yerle bir edildikten ve yasak bittikten sonra ilçeye gittim. Gördüklerimizi kelimeler ile dile getirmemiz imkansız. O yaşananları anlatmaya kelimeler yetmez. ‘Ülkemizde nasıl böyle bir katliam yaşanabilir?’ diye kendimize sorular sorduk” ifadelerini kullandı.
Katliamın üzerinden geçen 9 yılda sorumluların cezalandırılmamasının bir devlet politikası olduğunun altını çizen Aktaş şunları söyledi:
“Bir daha Rohat ve Mehmetler (Mehmet Yavuzel) katledilmesin istiyoruz. Bunun için o dönem yetkili olan herkesin cezalandırılması gerek. Bu kişiler cezalandırılsın ki bir daha Rohat ve Mehmetler katledilmesin. Onlar baharımızın en güzel çiçekleriydi. Çiçeklerimize kıydılar. Türkiye’de hukuk olduğundan bahsedilir, ancak biz bugüne kadar böyle bir şeye şahit olmadık. Yüzlerce çocuğumuz katledildi, ancak mahkemeler bir dava dahi açmadı.”
Sessiz sedasız var edilen güç savaşları politik sahnede imal edilirken, sıradan insanların ol yaşantılarında bir daha düzeltilemeyecek olanı, yepyeni yaraları beraberinde getiren açık kırımı var eder. Güç dengelerini muhafaza edebilmek için Ankara kendi rotasında ilerler, yepyeni düşmanlar, hedefler belirlerken onca yapı / güruh / çetenin ortasında Kürd illerini bir deney sahnesi kılmaktan geri kalmaz. Bunun can yakıcı örneklerinden birisi de 2015 yılında icra edilmiş, terör öne sürülerek hal yola konulmuş olagelen o yıkım sürekliliğidir. Abluka güncesinde ortaya serilmiş olagelen nefretle Bakur Kürdistan’ı illeri yıkımın esiri kılınır. Rohat Aktaş gibi, Cemile Cağırga, Taybet İnan, Hacı Lokman Birlik, Kader Kevser Altürk gibi nicesine eklenen son bir ektir. Cinayet mahallini terk etmeyen devletin bugün de halen tek bir sorumluyu ele vermediği bir yerde, o güç savaşlarının hayatları her ne halde zehirlediği zaten kendiliğinden sökün eder. 2015 ablukasından bu yana ismi her dem değiştirilmeye devam edilse de sistemin ana hedef kıldığı Halkların Demokratik Partisi / DEM Parti özelinde on altı binin üstünde insan gözaltına alınır. Binlercesi tutsak, yukarıda hakikatinden bir kesit paylaşılan Rohat Aktaş gibi nicesi de partili olsun ya da olmasın katledilir. Daha yeni Şırnak’taki bir miting sonrasında “yasadışı” slogan attıkları gerekçesiyle insanlar gözaltına alınır. Yerine kayyım atanan İdil Belediyesi Eşbaşkanı Murat Şen ile DEM Partili gençlerden Vahap Admış, Zennur İrmez, Hüseyin İrmez, Fırat İke ve Ahmet Kaplan emniyette alınan ifadelerinin ardından serbest bırakılırlar. Ekranlara yansıyan işkence görüntülerinden sonra serbestliğin çıkagelmesi düşündürücü değil midir, misal!
Belirgin bir halde, sessiz sedasız bir güç savaşı var ediliyor. Seçim sathı mahallinin vurdu kırdı halinin ortasında bir biçimde öteki addedilene karşıtlık yeniden biçimlendiriliyor. Bir kere olsun demokrasi mefhumunun peşinden gitmemiş, gidememiş olagelen bir yerin hakikati sökün ediyor. Ezberlerinin ortasında demirlemiş, dününü şimdiye taşımış, şimdi var edilenlerle yarını yerle bir etmenin yollarını arşınlamaya devam diyen bir ülkede o güç savaşlarının sunduğu perspektif koca bir acıdan ötesi değildir. “İHD Amed Şubesi, 2023 yılında Kurdistan’da en az 7 bin 229 hak ihlali yaşandığına dikkati çekerek, Kürt meselesindeki çözümsüzlüğün ihlalleri arttırdığını vurguladı.” Süreğen kılınmış olagelen her tahakküm çabası bir biçimde asırlık yaralara yenilerinin eklenmesine vesile kılınıyor. Bir kere daha ama son kez değil güç savaşlarında kurban bilinenler daimi bir biçimde sıradan olan insanların ta kendisi oluyor ki, İnsan Hakları Derneği Amed Şubesinden çıkagelen sesleniş bunun bir kanıtını oluşturur. Tümden başkalaşmış bir zeminde her yeni güç değişimi / savaşımı bir kere daha can yakıcı neticeleri beraberinde getirir. Burası gibi, çoğunlukla kabuslar ile karanlıklar arasında seyrüsefer eyleyen bir zeminde olan bitenin salt bir kavga, rant paylaşımı, dönüşüm adına hamle değil olan / var edilen müştereklerin de talanı adına yinelendiği muhakkaktır. Bunca yalın olanın kıyısında hayatı geri kazanma adına yapılması elzem olanlar hepimizin ödevidir, sorguluyor musunuz? Sahi anlıyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Democratic Movements – Matt ROTA – New York Times
0 notes
seslimeram · 30 days
Text
Sesli Meram #448 - Yersiz Yurtsuz (26.02.2024)
Tumblr media
"İnsani normun paramparça edildiği, herkesin bir diğerini öteki / hedef / nefrete yem kıldığı bir zeminde bunca canı gönülden savunulanlarla hayat un ufak edilmez de ne olur ki! İktidarı, muhalefeti her hamlesiyle bir başka açmazı bina ediyor. Genişçe bir kesimin dilinde pelesenk olmuş olagelen iktidar bu, muhalefet şu isimler etrafından şekillendirilip yoluna devam edecek argümanının günbegün hakikate dönüştüğü bir zemin üstünde zorbalık mefhumu kendisine yeni yollar çiziyor, bu kesin bilgi. Tümden başkalaşmış bir yer imgesi karşımıza çıkartılırken, asırdır birbirinin tıpkısı tepkimeler, nefret söylemleri ve had bildirimlerinin doğrultusunda bir gıdım dahi olsa yol gidilmemiş olmasının utancı her ne yana düşer sahiden? Düzensiz değil, bir göçerler toplamından mürekkep bir yerin o geçmişi bir kalemde silip atması, yerine ikame ettiği yeni ülkede de biçimsiz bir halde hep tekrar, daimi bir inkarla yeni gelenlerin üstüne çöreklendiği, nefretini saçtığı, ayrıştırıp hedef kıldığı zeminde vatan nedir ki, kuru kuruya toprak parçasından gayrı. Bir tek gün olsun iyi günü var etmeyen bir menzilin istikameti her ne olur ki bu kadar ağır, bu kadar kesif kokuşmuş ırkçılığın vahasında bir çölden gayrı. Sahiden düşünür müsünüz…" sesli meram
podcast image credit: gyumri:::asparez:::flickr
1 note · View note
seslimeram · 1 month
Text
Un Ufak Hayat
Tumblr media
Alışılanın ötesinde bir tehdit / tahakküm döngüsü içerisinde hayat un ufak ediliyor. Bariz açık ve aleniyette var edilmiş bir kısır döngü içerisinde hayat mefhumunun çürümesine en kestirmeden ataklar güncelleniyor. Ne insani norm, kimsenin umurunda, ne bundan sonra her ne getirir kimseler kestirmekte, her şey bir şimdi içerisinde olabildiğince yalın bir hale esir edilmekte. Erkanı muktedirin gücü yettiğince var edebildiği her fecaat / tehdit / terör ve benzerleriyle birlikte ol cerahat kültü yinelemekte. Kimsenin bir başkasının / ötekisi ol sanılanın yarasını görmediği önemsemediği bir zeminde hayatiyet mefhumu / meselesini ne anlatır. Bedene / zihne / eylem ve fikriyata doğrudan müdahalelerin çağında her şey ol muktedir elinden çıkagelirken yol / yön nereye tekabül eder ki? Her şey yalın bir katran karanlığına çıkartılırken, dur durak bilmeden ilerlenen istikamette kotarılmış olagelen her şey bitimsiz bir tükenişi imlerken un ufak edilenin farkına kim ne zaman / sahiden nasıl varacaktır?
Neredeyse son yirmi bir yıldır benzeş bir hattan daima ilerleme, sürekli yenilenme, hemen hiç kesintisiz bir biçimde atılım ve benzeri onlarca lafla çıkagelirken muktedir bizatihi var ettiği yegane şey o tehdit / tahakküm döngüsünü yinelemektir. Kimi zaman demokrasinin adı çokça anıldığı vakit zorbalık / istibdat göklere çekilir. Kimi yerde haktan hukuktan bir bahis açılırken darbeci bir anayasanın dahi ezilip geçildiği bir güncellik hasıl olur. Ne hali haldir memleketin, ne gidişatı gidişat. Muktedirin tahakkümünün var ettiği açmazları belli bir biçimde yol / yönelim / istikamet olarak bildirirken hayatın ehveni alıkonulur. Sürekli bir halde yinelenen her eylemle, bir dolu tezatla, aralıksız denetim, gözetim ve tahakkümü yineleyerek hürriyeti men etmekten çekinmez. Çoklu katmanlarıyla, her güne içkin kılına gelen her hamleyle birlikte çitlenen, kuşatılan bir hayattan geriye her ne kalacaktır ki sahi ama sahiden? Un ufak edile gelen hayat isteminin yıkımına devamlılıkla bir tek iyi gün var edilebilir mi? Bütünüyle bunca açık bir halde, doğrudan bir yönelim / sürekli kılınan her hamleyle, devinimi sağlama alınan o çitleme hali içerisinde hayat berhava ediliyor en kestirmeden, yalın, çok acı!
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “Ankara’nın CHP'li Mamak Belediye Başkan adayı Veli Gündüz Şahin, sokakta karşılaştığı göçmen çocuklara ayrımcı ifadeler kullandı. Çocukları işaret ederek "Gönderirim ben bunları memleketine. Bunlar büyünce memlekete büyük sorun olacak” dedi. Şahin'in ifadelerine tepki yağdı. Tepkilerin ardından "özür" açıklaması yayımlayan CHP'nin Mamak adayı Veli Gündüz Şahin, "amacını aşan ifadeler" dedi, tepki gösterenleri "Partimizi yıpratmaya çalışan fırsatçılar" diye suçladı.
Sosyal medyada yayımlanan görüntüde Veli Gündüz Şahin'in sokakta gördüğü çocuklar üzerine yanındakilere, "Bunlar Iraklı değil mi?” diye sorduğu görüldü. "Iraklı başkanım…” yanıtını aldıktan sonra Şahin, ayrımcı ve ırkçı ifadeler kullandı: "Bunlar büyüyünce memleketine gitmesi gerekir. Onun için, bana oy vermeyen insanlar bunu duysun. Gönderirim ben bunları memleketine. Oy da vermesin… Anladın mı; kimse oy vermesin. Bunun için benim adaylığımı çekseler, bu çocuklar yarın büyüdüğü zaman bizim memleketimize büyük sorun olacak.” Şahin’in yanındakilerin ayrımcı sözleri alkışladığı "Helal olsun başkanım” dediği görüldü.
Görüntülerin sosyal medyada paylaşılması üzerine Şahin’in ifadelerine tepkiler yükseldi.
EMEP’in Mamak Adayı Işık’tan Şahin’e Tepki
EMEP’in Mamak Belediye Başkan adayı İlke Işık, Evrensel'e yaptığı değerlendirmede bir belediye başkanının halka eşit hizmet sunmakla yükümlü olduğunu vurgulayarak "En temel vaadinin de bu olması gereken bir belediye başkan adayının küçücük çocuklara unutamayacakları travmalar yaşatacak sözler sarf etmesi kabul edilebilir değil. Her çocuğun hiçbir ayrımcılığa uğramaksızın güvenli bir geleceği için yerel yönetimler çalışmalı ” dedi.
"Hakaret Ettiği O Çocuklar Uzun Süredir Mamak’ta Yaşıyorlar"
Mamak’ta çok fazla Iraklı Türkmen ailenin yaşadığını ifade eden Işık, göçmen nüfusun çok yoğun olduğu bir bölge olduğunu vurgulayan Işık, “Özellikle CHP adayının hakaret ettiği o çocukluklar, çok uzun süredir Mamak’ta yaşıyorlar. Burada hayatlarını sürdürüyorlar. Göçmen oldukları için yapılan bir saldırı var. Göçmenleri göndermeyi iddia eden, bunu belediye başkanlığı görevi biçen ve gayet hakaretvari şekilde söyleyebilen bir yönetim anlayışı kabul edilebilir değil” diye konuştu.
"Ayrımsız Her Çocuk Güvenli ve Mutlu Bir Hayat Geçirmeli"
Yerel yönetimlerin görevinin partiye verilen oylara göre hizmet sunmak olmadığını belirten Işık şöyle devam etti: "Bölgesindeki herkese hizmet sunmak, insanca koşullarda yaşayabilmesi için halka hizmet yürütmektir görevi. Eşit hizmet sunmakla yükümlüdür. En temel vaadinin bu olması gereken bir belediye başkan adayının küçücük çocuklara unutamayacakları travmalar yaşatacak sözler sarf etmesi kabul edilebilir değil. Uluslararası, ulusal sözleşmeler çocuğun üstün yararından söz eder. Çocuklar itilip katılıp ayrımcılık muamelesi yapılacak kişiler değillerdir. Korunması gereken bireylerdir. Biz bunu mücadelesini veriyoruz. Çocuklar açlar çünkü. Bir öğün ücretsiz yemek kampanyamız tam da böyle bir şeye denk düşüyor. Biz çocukların nereli olduklarına bakılmaksızın, dili, dini, hiçbir ayrım gözetmeksizin her çocuğun Mamak’ta güvenli, mutlu bir hayat geçirmesini istiyoruz. Belediyenin bir görevi varsa ancak bu olabilir. Belediye ayrımcılık yapamaz, hele ki küçük çocuklara bunu yapamaz. Asla kabul edilir bir şey değil. Her çocuğun hiçbir ayrımcılığa uğramaksızın güvenli bir geleceği için yerel yönetimler çalışmalı. Bunun için yıllardır Emek Partisi olarak çalışıyoruz. Seçim çalışmalarımıza da böyle devam ediyoruz.”
"Herkes İçin İnsanca Bir Yaşamı Savunmaya Devam Edeceğiz"
Emek Partisi Genel Başkanı Seyit Aslan da sosyal medya hesabından Şahin'e tepkisini şu ifadelerle dile getirdi: "Savaşı ve yoksulluğu yaratan emperyalistlere karşı tek söz etmeden, mülteci çocuklar üzerinden geri gönderme tehdidi yaparak siyaset olmaz! Siyaset mülteci çocuklar ile yerli çocukların eşit bir biçimde yaşayabilmeleri için emperyalistlerden ve onların işbirlikçilerinden hesap sormak için yapılır. Herkes için insanca bir yaşamı savunmaya devam edeceğiz!"
CHP’li Vekil: Kabul Edilemez
CHP İzmir Milletvekili Yüksel Taşkın, sosyal medya hesabından Şahin'i eleştirdi, "Bu davranış partimizin değerleri ve en temel insani değerler bakımından da kabul edilemez. Yurt dışında ülkemiz insanlarına böyle davranıldığında nasıl yanlış buluyorsak burada da yanlış buluruz." dedi.
"Seçim Malzemesi Yapmaktan Vazgeçin"
Göçmen Sendikası Girişimi'nden yapılan açıklamada "Göçmen karşıtlığıyla oy toplamaya çalışan CHP Mamak adayını ve tüm siyasetçileri uyarıyoruz: Göçmenleri seçim malzemesi yapmaktan vazgeçin! Bizim memleketimize büyük sorun olacak şey bu nefret dilinin yönetime gelmesidir. Halkların bir arada yaşamasına engel sizsiniz" denildi.
Tepki Gösterenleri Fırsatçılıkla Suçladı
Gündüz tepkilerin ardından yazılı açıklama yaptı. İfadelerinin maksadını aştığını savunan Gündüz, kendisine yönelik tepkileri "fırsatçılıkla" itham etti. Gündüz şu ifadeleri kullandı: "İlçe Başkanlığı, milletvekili adaylığı ve belediye başkan adaylığı görevlerinde bulunarak hizmet ettiğim partimin göçmenlere değil göç yaratan politikalara karşı olduğu, hepinizin malumudur. Asla niyetim olmadığı halde, amacını aşan ifadelerim nedeniyle, başta oradaki evlatlarımız olmak üzere hassasiyet duyan herkese samimi özürlerimi iletiyorum. Beni yakından tanıyan herkesin, bu ifadelerin görüşlerim olmadığını bildiğine inanıyor, bu konu üzerinden, partimizi yıpratmaya çalışan fırsatçıları da kınıyorum"
Alışılanın (sanki alışılabilir bir seviye hiç kalmış gibi) ötesinde bir tehdit / tahakküm döngüsü içerisinde hayat un ufak ediliyor. CHP'nin Mamak Belediye Başkan adayı Veli Gündüz Şahin, sokak ortasında yakaladığı üç küçük çocuğa karşı bu tahakküm ve illa ki tehdit dilini kullanmaktan çekinmez. Siyasal kutuplara ayrılmış bir menzilde, bütünüyle Veli Gündüz Şahin’in söylemini onayan, tabi canım az bile yapılmış orada yakalanıp tüm ailenin birlikte anında deport edilmesini savunan insanlar arasında bir hayat imgesi ya da tahayyülü söz konusu olunabilir mi? Şahin’in kibirli tavrı bir yanda, daha kendilerine en yakın duran bir kimliği dahi öfkeyle def etmeye çalışmanın manası hayatı un ufak etmek değilse her nedir ki? Düzenli aralıklarla güncellenen bir ayrımcılık şablonunda sahiden de hayata dair hiçbir söz bırakılmayacak mıdır? Düzen partilerinin iktidarından, suç ortakları olagelen o hizipçi / ırkçı ekiplerine, muhalif görünümlü çete yapılarından, ırkçılığın iktidar kanadındaki sureti temsilin laciverdi olanlara bir dolusunun gün aşırı bir hedef hal ve istemini doğrudan var ettiği yerde o hayatı kim nasıl savunabilecektir ki!
Yerel bir yönetim için seçimde dahi ırkçılık / ayrımcılığa yol kestirilen bir menzilde hayat mefhumu dümdüz edilmiş değil midir? Bu kadar afaki bir biçimde nefreti Türk’ün Türk’e doğrudan var edilebildiği bir sahada, ötekilerin hakkını kimsenin korumayacağı afaki bir haldedir. Bunca sınama bir dolu tecrübeden sonra halen içinde yaşayan insanları ayrıştırıp bir potada birleştirme emellerinin yolunda yürüyen bir ana muhalefet, sahiden muhalefet midir? Sosyalist enternasyonal toplantısında vurgularını, sol, sosyalist, sosyal demokrat diye bildiren genel başkanlarının gözleri önünde bir tarafta mimli bir ırkçı olarak Bolu’da yaşayan Suriyeli mülteciler başta olmak üzere tüm göçmenlere despotluk yapan Tanju Özcan gibi bir figür varken misal hayat un ufak edilmiyor da ne oluyordur? Yahut da daha çok yakın zamanlardan Afrin’e atılan bombalardan birisinin üstüne ismini yazdırma hakkını kendisinde bulan Aydın belediye başkanı Özlem Çerçioğlu misal bir şeylerin her nasıl da aşıldığını aktarmıyor mudur? Bütünüyle hayata kastı, yere batasıca bir iktidar hali için sürekli yeniden imal etmenin sonucu nereye varacaktır ki bir başka cehennemden gayri!
İnsani normun paramparça edildiği, herkesin bir diğerini öteki / hedef / nefrete yem kıldığı bir zeminde bunca canı gönülden savunulanlarla hayat un ufak edilmez de ne olur ki! İktidarı, muhalefeti her hamlesiyle bir başka açmazı bina ediyor. Genişçe bir kesimin dilinde pelesenk olmuş olagelen iktidar bu, muhalefet şu isimler etrafından şekillendirilip yoluna devam edecek argümanının günbegün hakikate dönüştüğü bir zemin üstünde zorbalık mefhumu kendisine yeni yollar çiziyor, bu kesin bilgi. Tümden başkalaşmış bir yer imgesi karşımıza çıkartılırken, asırdır birbirinin tıpkısı tepkimeler, nefret söylemleri ve had bildirimlerinin doğrultusunda bir gıdım dahi olsa yol gidilmemiş olmasının utancı her ne yana düşer sahiden? Düzensiz değil, bir göçerler toplamından mürekkep bir yerin o geçmişi bir kalemde silip atması, yerine ikame ettiği yeni ülkede de biçimsiz bir halde hep tekrar, daimi bir inkarla yeni gelenlerin üstüne çöreklendiği, nefretini saçtığı, ayrıştırıp hedef kıldığı zeminde vatan nedir ki, kuru kuruya toprak parçasından gayrı. Bir tek gün olsun iyi günü var etmeyen bir menzilin istikameti her ne olur ki bu kadar ağır, bu kadar kesif kokuşmuş ırkçılığın vahasında bir çölden gayrı. Sahiden düşünür müsünüz...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Clacton-On Sea’de Bir İtiraz – Banksy – New York Times
1 note · View note
seslimeram · 1 month
Text
Çözümsüzlük
Tumblr media
Çözümsüzlük vaaz olunuyor. Bitimsiz bir halde var edilen yeni ülke tiradında biteviye bir süreklilik olarak her şeyin o çözümsüzlük bağına terk edilmesine devam olunuyor. Yolun, yordamın, anlam ve sözün, meramın her şekilde tüm o bağnazca halin içinde tümden açık bir biçimde çözümsüzlük sapağına meyil ettirilmesi kesintisiz kılınıyor. Durup da bir kere tek bir an ne oluyor diye soran eden yok artık. Durup da bu hal perişanlık nicedir diye hiç hayıflanan yok. Sosyal, politik, ekonomik ve müşterek hakların / eylemin talan edildiği bir zemin aralıksız bir biçimde o çözümsüzlük ekseninde bina ediliyor. Yarın şimdiden ol mahvın pençesine rehin kılınıyor. Her gün bir öncesinden de ağır sınavların esiri kılınıyor artık. Behemehal reel politiğin sunduğu her dönemeç / her hamle tüm bu halin bütün bütün ol çözümsüzlük girdabının da nasıl temellendirildiğini göstere geliyor. Dirençli bir yok sayma, süreğen bir hakir görme, aralıksız bir nefrete yem kılma halleri içinde ülkenin feleği şaşırtılıyor artık. Topyekun kurumsallaştırılan nefret edimi, yeniden ve yılmadan var edilegelen ayrımcılık halleri, yaftalamalarla bir ve beraber o çözümsüzlük aksi tüm bu modern zamanları, şu yeni ülkeyi bir açık cezaevi kılıyor kim ne derse desin.
Bir cerahat sarmalının ortasına konuşlandırılıyor ülke. Yaşatan, yaşam veren, ufuk açan bir yerden çıkış peyderpey kılınıyor. Bugünün mahveden retoriklerinin peşinde koşan eden yer ülke vasfını yitiriyor artık. Bütünleşik olagelen madun siyaset aktörlerinin eline oyuncak kılınmış bir menzilin varlığı söz konusu ediliyor. Geçmeyen geçmişi tekrarlayan, bununla övünerek bir yarın projeksiyonuna girişilen yerde hayat mahvın kılınıyor artık. Tümü birden bir istikamet devşiren madun siyaset aktörlerinin yıkıcılığı, çözümsüzlüğü tam anlamıyla var eden muktedirin yolunda yürüyen muhalif partilerin birlikteliğinde bu kavramlar birbirini tamamlar. Bir deney sahnesi kılınmış olagelen yerde hayatın ehveni kalmaz, bırakılmaz. Mutlak teslimiyetçiliğin vaz olunduğu bir zeminde genel geçer değil artık doğrudan bir şiddet mefhumunun / aba altından sallanan sopaların refakatinde belli bir yoğunluk var edilir. Yeni ülke, yenilenmiş demokrasi denilirken, kırk bir parça yama ile çıkagelen / bugünlere getirilmiş ol anayasanın dahi üstünün çizildiği bir mahvetme hal ve isteminde hak talanına devam olunur. Bütünüyle çözümsüzlük girdabına düşmüş olan yerde seçim gümbürtüsü sırasında sökün eden tavırlarla, yönlendirme ve yinelemelerle bir ve beraberce o madun siyaset aktörlerinin vurdulu / kırdılı halleri bir ülkeyi geriye doğru taşır. Bugünün hali, bugün şimdi var edilenlerle yarına taşınanların sunduğu her şey, imge o primitif yapının, gücü elinde tutan muktedirin var ettiği ülkenin hali perişanlığını göstere gelir.
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “İstanbul Havalimanında bir yurttaş Türkçe bilmeyen annesini 2,5 saat boyunca havalimanından çıkaramadığını söyledi, Kürtçe hizmetin olmamasına tepki gösterdi.
Tepkisini videoya kaydederek paylaşan yurttaş, "2,5 saattir annem okuması yazması olmadığı için rehin, vergisini ödediğim ülkenin memuru görevlisi bana yardımcı olmadılar. Arabın dili var, Azerinin dili var, İngilizin dili var, benim annemin yok. Benim annem anlatamadı kendisini, 2,5 saat boyunca şu kapıdan dışarı çıkaramadım" ifadelerini kullandı.
İstanbul Valiliği tarafından yapılan açıklamada video "art niyetli", "devlet aleyhine propaganda" ile itham edildi. Olayın 17 Ocak 2024'te yaşandığı belirtilen açıklamada, Van'dan İstanbul Havalimanı'na gelen kadının uçağa binmeden önce Refakatlı Tekerlekli Sandalye hizmeti için başvurmadığı savunuldu.
Açıklamada şu ifadeler yer aldı:
"17.01.2024 TK2751 Van'dan İstanbul Havalimanı’na gelen 1944 doğumlu S.Ç.’ nin uçaktan iniş süreci şu şekilde gerçekleşmiştir:
14.26 Uçak piste iner,
14.36 Körük kapısındaki uçaktan çıkar,
14.44 Tekerli sandalye ile alınır,
14.51 Bagaj alım salonuna bırakılır,
15.05 6A bagaj bandı yanına geçer,
15.39 Bagajını alır,
15.41 Bagaj alım salonundan çıkar,
15.42 Bagaj alım salonu önünde video çekilir.
S.Ç. isimli vatandaşımız, Van’dan İstanbul Havalimanı’na gelmiştir. Vatandaşımızın ya da yakınlarının, uçağa binmeden önce talepte bulunması gereken Wheel Chair (Refakatli Tekerlekli Sandalye) hizmeti için başvurmadığı, Van’dan hareket ederken anlaşılmış ve İstanbul Havalimanı’nda gerekli talep, uçak ekibi tarafından yapılmıştır. Uçuş ekibinin yaptığı talep doğrultusunda vatandaşımıza uçaktan inişinden, Havalimanı çıkış noktasına kadar talep edilen hizmet verilmiştir.
Yaşlı vatandaşımızla ilgili çekilen videonun tamamı en hafif tabirle art niyetli olup, devletimiz aleyhine propaganda yapmaktan öte amaç taşımadığı anlaşılmaktadır."
Çözümsüzlük nasıl da kendiliğinden görünür kılınan bir mefhum oluyor bir kere daha en küçük vakada dahi ötekileştirme / ayrıştırma hamlelerinden görünür kılınır. Görünen ve kayıt altına alınmış olanın olabildiğince hızlı bir biçimde inkarla yolunu bu devletin her ne şekilde kesiştirmiş olduğunu da örnekler tek bir vaka. Kürd dilini bu ülkenin kadim halkları olarak değerlendirilen gel gelelim hiçbirisini anmadıkları bir çerçeve içerisinde yok addeden devletlinin bugün ulaştığı merhalenin utancı her ne yana düşer sahiden de! Bitimsiz bir kindarlıkla, çözümsüzlüğü bir çözüm hali olarak dayatarak, güncelleyerek hiç aralıksız bu önyargı hallerini devam ettirerek ama öyle ama böyle Kürd halkının varlığını da dilini de inkar etmeyi sürdürerek hangi ülkeye varılabilir ki. Sözüm ona sorunları çöze duran bir iktidar kliğinin ulaştığı seviye günbegün daha kalıcı bir biçimde Kürd siyasetini, yaşayışını, eylemini, dilini ve kültürünü hedef kılarken, kuru kuruya öyle değildir aslında böyledir yollu ezber okuyan açıklamaların ışığında hangi sorun çözülebilir. Dahası bu ülkenin heder edeceği bir asrı daha var mıdır? Düşünür müydünüz?
Mezopotamya Ajansına bağlanalım: “Gazete Sabro, Süryani Dernekler Federasyonu (SÜDEF) ve İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, 21 Şubat Dünya Anadil Günü kapsamında Beyoğlu’nda bulunan İHD binasında “Dünya Anadil Günü’nde Süryanicenin Dünü ve Bugünü” başlıklı bir panel gerçekleştirdi.
Toplamda 2 oturumdan oluşan panelin moderatörlüğünü gazeteci Marta Sömek yaptı. Panelde, SÜDEF Başkanı Evgil Türker, Süryani Kadın Derneği’nden (SÜRKADİM) Teodora Hobil, İHD Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon adına Gülistan Yarkın, aktivist Altan Açıkdilli, Jineps’ten Yaşar Güven ve İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Bülent Bilmez konuşmacı olarak yer aldı.
‘Süryanice Türkiye’de Yok Olma Tehlikesi Yaşıyor’
Panelin açılış konuşmasını yapan Evgil Türker ilk olarak Süryaniler’in yaşadıkları coğrafyalarda karşılaştıkları sorunlara değindi. Süryanice’nin bugün Türkiye’de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu vurgulayan Türker, “ Asırlar önce Mezopotamya’nın ve Ortadoğu’nun en güçlü eğitim, bilim, edebiyat, ticaret ve iletişim dili olan Süryanice, bugün Türkiye’de yok olma tehlikesini yaşamaktadır” diye ifade etti.
Açılış konuşmasının ardından söz alan Gülistan Yarkın, konuşmasına SÜDEF’in tarihçesi ve faaliyetleri hakkında bilgi vererek başladı. Komisyonun 1994’te yılında, Azınlık Hakları İzleme Komisyonu olarak kurulduğunu, 1997’de ise şu anki ismini aldığını belirten Yarkın, “6-7 Eylül olayları Türkiye’de konuşulmazken komisyon pogromla ilgili bir sergi hazırladı. 2005 yılında ise Ermeni Soykırımını ilk defa soykırım kelimesini kullanarak andı. 2013’te komisyon Süryanilere dair de bir sergi düzenliyor. Devamında da Zaz ve çevresindeki Süryani köylerine dönük saldırılarla ilgili bir rapor hazırladık” diye belirtti.
Bethnahrin Kadınlar Birliğinden Anadil Mesajı
Yarkın’ın konuşmasının ardından Bethnahrin Kadınlar Birliği’nin (HNB) panele gönderdiği mesaj okundu. Anadilin öneminin belirtildiği mesajda, “Dünya üzerinde farklı coğrafyaların, tarihsel, siyasal etkilerin doğurduğu renk, karakter, kültür, dil, din farklılıkları çoğu zaman sekter görüşler tarafından bir organizma hatası, bir zayıflık olarak görülse de; aslında dil, kültür, din farklılığı ve çokluğu büyük bir zenginliği tasvir etmektedir. Tek bir çiçekten oluşan bir bahçe bir yandan güzel olsa da, farklı renk, boyuttaki çiçeklerin oluşturduğu bahçe daha zengin, daha sağlıklı ve göz alıcıdır” ifadeleri kullanıldı.
Ardından aktivist Altan Açıkdilli konuşmasına; Çerkesçe, Kürtçe, Lazca, Ermenice, Hemşince, Zazaca, Rumca, Çeçence, İbranice, Boşnakça, Pomakça, Süryanice dillerinde merhaba diyerek başladı. 2012 yılında birçok kurum ile beraber Türkiye’de ilk defa Taksim Meydanı’nda Dünya Anadil Günü’nü kutlamak için meydana çıktıklarını belirten Altan, ”Bu 2007’den beri süren; halkların, kurumlarının, temsilcilerinin, bir araya gelerek ‘asimilasyonu engellemek için bir şeyler yapabilir miyiz’ sorusunun sonucuydu” diye ifade etti.
‘Anadilimizi Kaybetmemeliyiz’
Panelin ikinci oturumu Teodora Hobil’in Süryanice yaptığı konuşma ile başladı. Etkinliği düzenleyenlere derneği adına teşekkür ederek sözlerin başlayan Hobil, “Biz halk olarak ana dilimizi kaybetmemeliyiz. Çünkü onu kaybettiğimizde kimliğimizi, vatanımızı, ailemizi, annemizi kaybetmiş olacağız. Süryanice, Ortadoğu’da, Bethnahrin yani Mezopotamya’da ve hatta tüm dünyada tanınan ve mirası olan eski bir dil. Fakat bugün maalesef unutulmaya ve kaybolmaya yüz tutmuş bir dil. Bizler de dilimizin gittikçe zayıfladığının farkındayız. Bu nedenle de Süryani kadını olarak, ilk eğitim olan annelerin, dilimizi yaşatmanın önemini kavraması için uğraşmaktayız” diye ifade etti.
Panel, Jineps Gazetesi’nden Yaşar Güven’in konuşmasıyla devam etti. Türkiye’de birçok anadilin yok olduğuna vurgu yapan Güven, “Bu coğrafyanın yeni anadillere mezar olmaması gibi bir sorumluluk bizi bekliyor” diye konuştu. Ülkedeki “tekçi yapıya” karşı ortak bir dayanışmayla mücadele edilmesi gerektiğine vurgu yapan Güven, “Mücadeleyi omuzlarımız birbirine değdirerek sürdürmek durumundayız” diye ifade etti.
Dilsel Soykırım Da Kabul Edilmeli
Panelde son olarak eğitimci ve yazar Muzaffer İris söz aldı. Türkiye’de anadillerinin unutulmaya yüz tuttuğunu ve bugün birçok insanın anadilini bilmediğini belirten İris, “Biz hep Seyfo’yu, soykırımı konuşuruz. Ben dilsel soykırımın da kabul edilmesi gerektiğine inanan bir insanım. Ben soykırıma uğradığımda dilim de soykırıma uğradı” diye konuştu.
Konuşmaların ardından soru cevap bölümüne geçildi. Daha sonra, SÜDEF ve Gazete Sabro’nun Anadili Günü’ne dair talepleri okundu. Talepler şöyle sıralandı:
*Tehlike altındaki diller arasında yer alan Süryanicenin öğrenilmesi, kullanımı ve koruma altına alınması için hukuki haklar sağlanmalı ve somut adımlar atılmalıdır.
*Süryanice anadilinde eğitim hakkı tanınmalı, devlet tarafından okul açılmalı, öğretmen istihdam edilmeli ve materyaller sağlanmalıdır.
*Birçok ülkede sahip olunan Süryanice teolojik ve diğer eğitim hakları, Türkiye'de akademik olarak kabul edilmeli, resmi ve idari yetkiler sağlanmalıdır. Bu bağlamda okullar ve enstitülerde Süryanice kaynak ve kapasite sağlanmalıdır.
*Süryanice anadili üzerine çalışmalar yürüten basın organları ve kurumlar desteklenmelidir.
*Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 2 Eylül 1990’da yürürlüğe giren ve Türkiye tarafından 2 Ekim 1995’te onaylanan Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin anadilini kapsayan üç maddesine Türkiye tarafından konulan çekinceler kaldırılmalıdır.
*Anadili yaşatmak bir halkı yaşatmaktır. Tüm dillerin Anadili Günü kutlu olsun.
Çözümsüzlük bir istikamet kılınırken, Türkiye sathı mahallinde yaşayan öteki olaraktan anılan Süryani halkının var ettiği bu sesleniş o yakıcı yok saymaya karşı bir istenci ortaya serer. Tümüyle göz ardı edilmiş olan bir halkın hakikatinden bir kesiti var eder. Bugün ol sözüm ona yenilendiği söylenen menzilinde daha bir asır öncesinde konuşulabilen, çokça nüfuzu bulunan bir kitlenin anadil hakkının dahi çok görülmesinin utancı çözümsüzlüğün her nerelere sirayet etmiş olduğunu da göstere gelir. Yok sayılanlar için, Memduh Çalışkan’ın Kürtçe için dediği bahislerin birebir karşılığını Süryanilerin kelamında ortak bir izlekte görebilmek mümkündür. Anadili var etmek bir halkı yaşatabilmektir. Bugünün ülkesinde, bir kelaynak sürüsü kadar bırakılmış Süryani halkının, Ermeni, Rum, Yahudi, Kıpti gibi pek çok farklı inanç ve dile haiz insanların ortak istenci de bir kere daha günyüzü bulur. Türkiye Cumhuriyetinin var ettiği Türkçe sınırlarının ötesinde kendisinin yaşamasındaki bir temel olan dilini, yaşam pratiklerini, her anlamda iletişim ve diyalektik bağları muhafaza edebilmek. Hiç bitimsiz bir kısır döngü tartışması içerisinde unutuşa terk edilmek istenen o ötekinin asli unsur olduğu gerçekliğini göz ardı etmeden sahiden de hakkı tanzim edebilmek mesel edilmeyecekse, onca eşit yurttaşlık lafzı boş laftan ötesi olmaz, değil mi?
Çarçabuk, doğrudan var edilmiş iki örnek çözümsüzlük bağında bu ülkenin yönetim katı ve tüm o sabit fikirliliğin her neyi yok saydığını örneklemeye yeter. Şubat’ın 21’i Anadil Günü olarak kutlanırken, meclis oturumunda önce Kürtçe, ardından Lazca engellenir. Ol hassasiyetlerini başka konularda göstermesi gereken saray soytarısı meclis başkanı tipin var ettiği istemezükçülük / değnekçi kılınmış mecliste yer işgal eden muktedir ve faşist akım temsilinin sunduğu harala gürele içerisinde gerçeklik bir kez daha unutturulur. Tüm ve yaygın bir biçimde çözümsüzlük vaaz olunurken, geleceğini her nerelerde şekillendirip yoluna devam edecektir bu ülke! Anti-faşist ve bir gelenek gibi sarıp kuşatan tekillik dolu sığ sulardan ötede başkalarının da bu ülkede haklarının olduğunu sahiden idrak etmeye daha çok var mıdır? İstibdat güncelliğini yinelerken, gücünü her defasında daha ağır bir yıkım adına toparlayıp dururken, çözümsüzlükte ısrar, karanlıkta kalmaktaki bu inadın sonu cehennemin ta kendisi değil midir? Ezber şablonlar, benzeş tepkimelerden illallah gelmemiş midir, hala gelmemiş midir?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Artwork By Nask via Rudaw
0 notes
seslimeram · 1 month
Text
Sesli Meram #447 - Yersiz Yurtsuz (19.02.2024)
Tumblr media
"Denek kılınmış hayatların orta yerine bırakılmış / kurulmuş olagelen tuzaklardan, her gün apayrı odaklardan var edilen sınama hallerine bir süreklilik hali içerisinde biyolojik ayrım ve faşizan bir diskur imal ediliyor. Erkanı muktedir, baş efendinin dilinin altından çıkan o söylem yığını bizatihi dönüştürülen ülkenin rotasını belirginleştiriyor. Dur durak nedir hiç bilinmeden vazedilen ve yeniden biçimlendirilen algı / olgu hallerinin ortasında faşizmin göndere çekilmesi eksiksiz var ediliyor. Bir buna çaba sarf ediliyor. Yirmi bir yıllık olan o iktidar olma halinin güç zehirlenmesinden payını almış olanın sureti temsilinde icrasına devam etmek istedikleriyle yaşamın yaralanması söz konusudur. Tümden benzersiz bir mahvetme halini sürekli / rutin kılarak yoluna devam etmek isteyen akparti ve siyasi çete nam yapıların koalisyonu bu biyo-faşizan akımı güncellemektedir. Gittiğimiz ya da bir hal bir biçimde yollandığımız istikamet budur, bu kadar keskindir. Seçimi bir tantana ile geçiştirirken, illa ki araya vatan, millet sıkıştırırken bir yandan da gerçekçi bir yıkıcılığı ileriye taşımak tek gaile kılınandır. Muktedir ve sistematiğinin sunduğu yeni ülke halinin, projeksiyonunun var ettiği gerçekliği burada bir kez daha teyit edebilmek mümkündür işte." sesli meram
podcast image credit: genova, cimitero monumentale di staglieno:::sven kaiser:::flickr
0 notes
seslimeram · 1 month
Text
Biyofaşizm
Tumblr media
Biyofaşizmin gündelik bir mesel kılınmasının tanıklığını yapıyor sıradan insanlar. Yaşamı mutlak bir biçimde var eden, yeniden kervana dizen, güncelleyen, düştüğü yerden kalkıp bir kere daha başlamaya teşne olunan her ihtimalin üstüne çöreklenmiş nihai anlamda bir çürütücü olarak biyofaşizm göndere çekiliyor. Sıradan insanın bir biçimde kast sisteminin bireyleri gibi değerlendirildiği bir zeminde herkese apayrı bir cerahat biçimlendirilip pay olunuyor. Düpedüz, yalın bir mahvın retoriği siyasi icraatmış gibi duyurulurken en alttaki o kitlelerin birbirilerine kati / mutlak düşmanlıkları oy uğruna / beka adına sürekli kaşınan bir mesel kılınıyor. Doğrudan düşmanlık besleniyor, hiç değilse en başat medet umulan ol kestirmeden dayanak ilan ediliyor. Mutlak, sabık bir aklın suna geldiği sistemin tam da en kısacık bir halde toplumu dönüştürmesi var ediliyor. Tebaa aşağı tebaa yukarı biçimlenen, yeniden kotarılan dinamiklerle birlikte o biyofaşizm bir çok farklı etmenle beraberce tüm bu hayat akışını çevreliyor, kuşatıyor.
Denek kılınmış hayatların orta yerine bırakılmış / kurulmuş olagelen tuzaklardan, her gün apayrı odaklardan var edilen sınama hallerine bir süreklilik hali içerisinde biyolojik ayrım ve faşizan bir diskur imal ediliyor. Erkanı muktedir, baş efendinin dilinin altından çıkan o söylem yığını bizatihi dönüştürülen ülkenin rotasını belirginleştiriyor. Dur durak nedir hiç bilinmeden vazedilen ve yeniden biçimlendirilen algı / olgu hallerinin ortasında faşizmin göndere çekilmesi eksiksiz var ediliyor. Bir buna çaba sarf ediliyor. Yirmi bir yıllık olan o iktidar olma halinin güç zehirlenmesinden payını almış olanın sureti temsilinde icrasına devam etmek istedikleriyle yaşamın yaralanması söz konusudur. Tümden benzersiz bir mahvetme halini sürekli / rutin kılarak yoluna devam etmek isteyen akparti ve siyasi çete nam yapıların koalisyonu bu biyo-faşizan akımı güncellemektedir. Gittiğimiz ya da bir hal bir biçimde yollandığımız istikamet budur, bu kadar keskindir. Seçimi bir tantana ile geçiştirirken, illa ki araya vatan, millet sıkıştırırken bir yandan da gerçekçi bir yıkıcılığı ileriye taşımak tek gaile kılınandır. Muktedir ve sistematiğinin sunduğu yeni ülke halinin, projeksiyonunun var ettiği gerçekliği burada bir kez daha teyit edebilmek mümkündür işte.
BirGün Gazetesinden aktaralım: “Yerel seçimlere iki aydan az zaman kala partilerin seçim hazırlıkları sürüyor. Halkın sorun ve talepleri karşısında çözüm üretemeyen AKP iktidarı ise seçim çalışmaları kapsamında bir yandan muhalefeti hedef almaya devam ederken bir yandan da seçmene tehditler savuruyor.
Partisinin aday tanıtım toplantısı için Ordu’ya giden AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan seçmeni bir kez daha tehdit etti. Doğalgazın bölgeye kendi dönemlerinde hizmete açıldığını söyleyen Erdoğan, “Biz varsak doğalgaz var, biz yoksak doğalgaz yok” dedi. Daha önce birçok kez merkez-yerel vurgusunu dile getiren Erdoğan bu sefer de üstü kapalı bir şekilde seçmene seslendi. Halka hizmet gelmesi için belediyelerin AKP’de olması gerektiğini savundu. Konuşmasının devamında muhalefeti de hedef alan Erdoğan, yaşanan depremlerden, gerçekleşen saldırılara kadar en küçük bir zafiyetlerinin olmadığını iddia etti.
Seçim Öncesi Kese Açıldı
Yoksulluk ve açlık sınırının altında ücretlere mahkûm ettiği emeklilere de vaatte bulunan Erdoğan, bayram ikramiyelerinin 3 bin TL olarak yatırılacağını açıkladı.
Yatırılacak ikramiyeyi ‘müjde’ “Bütçeyi tekrar zorlama pahasına düzenlemeye gidiyoruz” ifadelerine yer verdi. Konuşmasını muhalefete yüklenerek sürdüren Erdoğan, depremlerden ülkedeki yaşanan saldırılara kadar hiçbir zafiyetlerinin olmadığını da iddia etti. AKP iktidarı 6 Şubat Maraş merkezli depremlerin yıldönümünde birçok ilde protesto edilmişti.
Sahil Yolu İle Övündü
Uyguladıkları ekonomi politikaları ile yaratılan krizin faturasını halka kesen Erdoğan, konuşmasında gelir adaletsizliğinin farkında olduğunu dile getirdi. Seçimlerde oy isteyen Erdoğan gelir adaletsizliği ile partisinin mücadele ettiğini iddia etti.
Merkezi iktidardan yardım almak için belediyelerin aynı partide olması gerektiğini savunan Erdoğan, kasım ayında çöken ve kabararak denizle birleşen sahil yolu projesini yapmakla övündü. Erdoğan, "Biz seçimi kazanınca şunu söyleyeceksiniz. Belediyede de AK Partili belediyeler olduğunda Ordu'nun kılına zarar gelmez. Samsun ile Hopa'yı birbirine bağlayan sahil yolunu kim yaptı?" dedi. Daha önce birçok kez çöken sahil yolu ile övünen Erdoğan’ın bu sözleri ise tepki çekti.
∗∗∗
Hatay’ı Da Tehdit Etmişti
AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim şovuna dönüştürdüğü deprem bölgesi ziyaretlerinde de seçmenleri tehdit etmesi ile tepki çekmişti. Erdoğan Hatay’da gerçekleştirdiği aday tanıtım toplantısında “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse o şehre bir şey gelmez, Hatay’a geldi mi?’ Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı, mahzun kaldı” ifadelerini kullanmıştı.
∗∗∗
Tehdidi Yasalaştırdı
Merkez-Yerel tehdidini sık sık tekrarlayan Erdoğan, muhalif belediyelerin elini kolunu bağlayacak bir yasayı da onayladı. Geçtiğimiz hafta Hazine ve Maliye Bakanlığı, belediyelerin yatırımlarını gerçekleştirmek için yurt içinden yapacakları borçlanmayı Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Bakanlığının onayına bağladı. Resmi Gazete’de yayımlanan ilana göre, bundan böyle yatırım amacıyla borçlanmak isteyen belediyeler sarayın onayı olmadan borçlanamayacak.”
Nefes nefese bir cerahat imalinin, biyofaşist bir tahayyül toplamının her nerelerden itibaren şekillendirildiğini de gösteren bir toplamdır, baş efendinin malum beyanları. Hiç ama hiçbir değeri kalmamış addedilen sıradan insanların önce yıldırı, ardından da olabildiği kadar açık bir halde tehditlerle hizada tutulması gayreti artık doludizgin günlük bir mefhuma dönüştürülür. Hizmet şartını, eşit yurttaşlık haklarını devlet yönetiminden ol yerel / mahalli seçimlerdeki irade beyanlarını dönüştürmeye bütünleşik bir halde kullana kullanana bir demokrasi isteminden uzak kalınması kesintisizleştirilir. Despotluk bu bahis ile çıkagelen bir mesele değilse her nedir ki zaten? Hatay’da insanların onca can ağrılarını çiğneyerek her şey sanki rutini içindeymiş gibi davranıp bir de iktidar reklamına girişirken ya da memleketi dolaylarında söz alırken duraksamadan, x, y, z partilerini değil sadece kendileri olduğunda bir şeylerin değiştirilebileceğine olan biati satışa koymak biraz utanç verici değil midir? Asırlık demokrasi tahayyülünü bir biçimde kerhen de olsa, eksik gedik kalsa da var edebilen bir ülkede, onun da imhasına girişmek biyofaşizm hali ve pratiği değil midir? Bunca yönlendirme, dikkat öcü çıkabilir, aman oyunu verirken iki kere düşün, sonra şundan mahrum kalma, bundan eksik olma diyerek bir özgür irade hal ve beyanı söz konusu olunabilir mi? Nedir ki bu cendere?
Elif Ekin Saltık ve Özkan Zülfikar'ın Evrensel Gazetesinde yayınlanmış haberidir: "İliç’te yaşanan maden faciası sonrası ailelerin ve yurttaşların bekleyişi devam etti. Madende yaşanan facia civar köyleri de etkiledi. Maden ocağının en yakınındaki köylerde yaşam ise korku içinde sürüyor. Bağıştaş köyünün mezrası olan Bahçecik’e gidiyoruz.
Bu köyden 11 işçi madende çalışıyor. Köyden genç bir kadını yolda görüyor, madenden nasıl etkilendiklerini soruyoruz. Evine davet ediyor, “Orada devam edelim” diyor. Evin genç kızı, anne, baba, bir de komşu köylü anlatmaya başlıyor: “Bizler korkuyoruz. Hiçbir önlem alınmamış, bile bile bir ihmal olduğu söyleniyor. Doğaya verdikleri zarar yetmiyormuş gibi bir de bu olay. İnsanlar toprağa dokunmaya korkuyor. Bizim içme suyumuz tehlike. Siyanür patladı, içme suyumuz da o yönden geldiği için tedirginiz. Havada da kötü bir koku var, ta İliç’den bile alınıyor, hissediliyor o kötü hava. Siyanür şimdi araziye dağıldı, oradan da içme sularına, nasıl etkileyecek bakalım.”
Köyün suları heyelandan bu bu yana kesilmiş, köyün suyu maden bölgesinden motorla basılarak geliyor. Katliam sonrası vanaları kapatmışlar. Köylülerden biri devam ediyor: “Bize daha önce bununla ilgili eğitim verdiler madende. Bizi madene çağırıp orada anlattılar. Suyu bulana kadar siyanür gider, sıcak havalarda buharlaşıp havaya gider. Onun için tedirginiz suya basılırsa ve o suya siyanür karışırsa diye. Su sorunumuzun ne olacağını öğrenmek için madenin halka ilişkilerini aradım, ‘Yarın size döneceğiz’ dediler. Net cevap da alamıyoruz. Bu durum bizi korkutuyor. Şu an ilçeden içme suyu getiriyoruz.” Hayvancılıkla geçinen köylüler günlerdir işlerini yapamaz durumda, banyo yapamadıklarını, ihtiyaçlarını gideremediklerini söylüyorlar. Köylülerden biri “Maden kapatılsın, zehir bizim üzerimizde. Kapatılmasın diyenler var, onlar da böyle yaşasınlar o zaman. Madenin bize faydasından çok zararı var. Bu köyden çalışan birkaç kişi var madende ancak emek veren herkes her türlü karşılığını alır zaten.”
Eskiden 2 Tır Siyanür Gelirdi, Sonra Daha Yüklü Siyanür Gelmeye Başladı
Bahçecik’ten sonra Bağıştaş köyünün kahvesine de uğruyoruz. Köy kahvesinde karşılaştığımız köylülerden biri madende çalışıyor. Anlatıyor maden işçisi: “Siyanür dediğiniz şey küp şeker gibi paketli gelir. Orantılarsınız. Mesela yüz damla suya bir damla siyanür koyarsınız. Ya da binde bir oranında damlatırsınız. Siyanür kamyonları eskiden güpegündüz gelirdi. Çok rahat bir şekilde girerdi maden alanına. Kimsenin umurunda değildi. Çünkü şirket halkı göbekten bağımlı hale getirmişti. Halkı borçlandırıp şirkete çalışmayı mecbur hale getirmişti. Sonraları siyanür kamyonları gece gelmeye başladı. 2 tır gelirken, 4 tır, 6 tır gelmeye başladı siyanür. Halk da yavaş yavaş farkına varıyordu olanın…”
"Çatlağa Rağmen Dinamitle Patlatma Yaptılar"
Son zamanlarda maden ocağında biriken liçte çatlaklar gözlemlendiği bilgisini de veren işçi şöyle devam ediyor: “Normalde çatlak oluşan yerde herhangi bir çalışma olamaz. Olmamalı. Verdikleri eğitimde de ısrarla bunun üzerinde duruldu. Ama bırakın çalışma yapmayı kamyonların taşıyacağı cevheri dinamitlerle patlattılar. Dinamitle patlatma işlemi yoğun bir titreşime neden olur. Çalışırken biz bile titrerdik. Çatlakların etkilenmemesi mümkün değil. Çok yüksek desibelde bir ses çıkıyor patlatma işleminde. Göz göre göre kâr ve rant uğruna bu kaza geliyorum dedi, ama kimse umursamadı. Bu maden ocağı da çalışmak zorunda. Kapatmayacaklar asla. Eskiden buralarda hayvancılık yapılırdı. Tarım yapılırdı. Herkes bıraktı, şimdi mecburen bir iş bulup çalışmak zorunda. İşlerinden olma korkusu kimseyi konuşamaz hale getirdi. Kimse de kapısının önündeki bu ocağın kapanmasını istemiyor. Çok sonradan zararlarını görecekler.”
"Numuneler Doğru Yerden Alınmıyor"
Numune alımına dair de bilgilerini paylaşıyor işçi. Numunelerin doğru yerlerden alınmadığını iddia ediyor. “Toprağa karışan siyanür hemen yüz metre ötede çıkmaz ki Kılcal damarlar gibi yayılır, karışır toprağa suya” diyen işçi, “Mesela barajın üstünden numune alırsanız hiçbir şey çıkmaz. Barajın altından almanız gerekir. Belki Kemaliye’den çıkacak asıl siyanürlü su” ifadelerini kullanıyor.
"Bu Olay Da Kapanıp Gidecek"
Köy kahvesinde sohbet esnasında başkaları da söze karışıp olayın bilirkişisi gibi, konulara hakim bir şekilde anlatıyorlar: “En fazla on kilo koyacağın yere yüz kilo koyarsan taşımaz. Bunlar da koyulması gerekenden fazla malzeme yığdıkları için bu kazanın yaşanması kaçınılmaz oluyor. Şimdi köylerimiz risk altında. İçme suyu kullanırken korkuyoruz. Ne olacak bilmiyoruz.”
Kahvede sohbete dahil olan başka bir vatandaşın tepkisi ise şöyle. “Nasılsa bir şey olmuyor. Anlatsak ne olacak ki? Ne yapabilirsiniz? Bu olay da kapanıp gidecek. Ölenler öldükleriyle kalacak. Hiçbir şeyin anlamı yok. Olmaması gereken tonajda yığınak yapıp kullanmışlar. Çatlaklar oluşmuş ona rağmen çalıştırmışlar insanları. Seni beni mi dinlerler?”
Uğur Yıldız’ın Eniştesi: Ailelerle Görüştürülmedik
İliç’in merkezindeki kahvelerden birinde ismini vermek istemeyen bir avukatla görüşüyoruz. Ailelere hukuki destek sağlamak için geldiğini ancak kimi ailelerin bu desteği garip karşıladığını, altından bir şey aradıklarını ve tedirgin olduklarını ifade ediyor. Sohbet esnasında adliyeye getirilen gözaltılar için aileler adına hiçbir avukatın olmadığını, ailelere de sağlıklı bilgi verilmediğini belirtip Uğur Yıldız’ın yakınlarının ailelerle görüşmek istediği ancak görüştürülmediği bilgisini veriyor. Bu bilgi üzerine ulaştığımız Uğur Yıldız’ın eniştesi, Uğur Yıldız’ın kullandığı kamyonun arka kısmının bulunduğunu ancak Yıldız’ın cenazesine henüz ulaşılmadığını söyledi. Ailelerin çökme olan alana götürüldüklerini de söyleyen Uğur Yıldız’ın yakını, “Çok büyük bir alan, dün akşam biraz çalışma yapmışlar ancak bugün yağmur var, çalışma yapılmıyor. Cenazeleri bulmak çok mümkün gözükmüyor” dedi. Yakın yoğun bir bilgi kirliliğinin olduğunu söyledi. “İşçiler çatlağa rağmen çalıştırılmış, ciddi bir ihmal var. İşçilerin raporlama için oraya gittikleri söyleniyor ancak teknik bir eleman yerine neden bir kamyon şoförü gitsin ki oraya? Şirket yetkilileri bize net bir şey söylemiyor, hukuki süreci işleteceğiz diyorlar” dedi. Dün 6 kişi tutuklandığını, ön bilirkişi raporunda Anagold’un asli kusurlu bulunmadığını hatırlattığımız Yıldız, “Koskoca şirket, madenin yüzde 80’i onların elinde, onların kusurlu olmaması mümkün değil, böyle bir şey olabilir mi?” dedi. Yıldız diğer ailelerle de görüşmek istediklerini ancak yetkililerin ısrarla kendilerini diğer ailelerle görüştürmediğini, bazı ailelerin de görüşmek istemediğini aktardı."
Yok etme halinin nasıl da süreğen bir meseleye dönüştürüldüğü Erzican’ın İliç ilçesinde bulunan altın madeni sahasından bir kere daha görülür. Nihai anlamda, iktidarın kıyağına mazhar olmuş bir holding ile yurtdışı sermayesinin güçlü oyuncularından bir başkasının ne kadar olduğu muamma bir altın rezervi için var ettikleri açgözlülük sonucunda dokuz insanın akıbeti liç yığını altında kalakalır. Doğayı talan etmeyi müreffeh, güçlü bir ülkeyi var etmek adına temel bir oryantasyon olarak gören zihniyetin ucuz mavraları, berhava edilmiş olan hayatlarla bir kere daha nasıl bir yıkıma dönüştürüldüğünü bildirir. Kamusal alanı, parası gelsin de ne isterlerse onu yapsınlar diyerek peşkeş çekebilen zihni garabetlik aklın yıllar yılıdır görmezden geldikleri bir kere daha ihmaller zinciriyle birleşip dokuz insanın canından olmasına neden olur. Kanada / ABD ortaklı şirketin çekip gitmesinin, madenin lafta kapatıldığı bildirilirken, taşeron firmanın işçileri bu haldeyken o saha tekrardan mesaiye çağırabildiği bir zeminde yaşanan her şey biyofaşizmin de sınırlarını bildirir. Can almalar, yok etmeler sadece insana değil doğrudan doğruya hayatı var eden, edecek olan doğanın kendisine karşı bir tahribatı süreğen kılarak, toprağa ve su kaynaklarına sızıp sızmadığı henüz kestirilemeyen bir siyanür sızıntısı karşısında sessizliği muhafaza ederek yok etmelerin bir başka evresine ilerlemek meselesini ihtiva eder. Biyofaşizan devlet tahayyülünün, sermayesiyle birlikte var ettiği yıkıcılık / kök katran karanlığının var ettiği şey yukarıdaki tanıklıklarla çıka gelendir. Görünen köye kılavuza hacet olmaz.
Biyofaşizmin gündelik bir mesel kılınmasının tanıklığını yapıyor sıradan insanlar. Herkes ve hepimizi kapsayan, kuşatan, tıpkı o virüslerin çeşitlendirilmiş olan şu son salgın günlerindeki gibi hayatı felce uğratan bir yapının, insan eliyle kotarılmış bir cerahat istem ve halinin esiri kılınıyor modern zamanlar. Bir ucu bucağı olmayan, bırakılmayan bütün o denetim, gözetim ve tahakküm şablonları arasında hayat un ufak olunuyor, ne eksik ne de fazla. Düzenin var ettiği her yeni dönemeç, sorgusuz ve sualsiz bir halde o un ufak edilenin kapsamını daha da kalıcı kılma adına yineleniyor. Biyofaşizan bir diskur üstünden ilerleyen menzilde hiçbir yaranın farkına varılamayacağı, dahası var olan tüm yaraların yanına pek çok yenilerinin de ekleneceği bir biçimde aksettiriliyor. Bir girdabın tam da ortasında yarınsızlık gözlerimiz önünde bina ediliyor. Günler, gelişmeler, vakalar birbiri peşi sıra yinelenirken olan biten yegane şey o biyofaşist akımın sürekliliğidir. Bunca sınama, bir dolu yaradan sonra, her şey denenmiş olmasına rağmen karanlıktaki inat, belirsizliklerdeki ısrar, bitimsiz heveslere kurban edilen müştereklerle bir tek iyi gün kalmaz, bırakılmaz. Bırakılmıyor da, bilmek isterseniz, takdirinize...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Nicolas BRUNO – From The “Sleep Paralysis Photography”
1 note · View note