Tumgik
#müştereklerimiz
seslimeram · 5 months
Text
Yoksunluk Meseli
Tumblr media
Yoksunlaştırma bir çıkarım hali olmaktan ötede hayatlarımızın yegane ortak bileşenini bu sahnede imliyor. Muktedirin zorbalığı aşan pratiği, hayatın her gün biraz daha yoksunluk ile bütünleşik suretini var ediyor. Kimseler artık sıradan insanların derdine yanmıyor iş bu cenahta. Öylesine afaki, o kadar lalettayin bir yıkıcılık ekseni, sureti temsil ediliyor ki hiç ama hiçbir biçimde normatif ne hallere konulmuş düşünülmüyor. Bencileyin, kötülüğü ta ortasından var eden, katran karanlığına demirlemiş bir ülkede asgari müştereklerin alenen tarumar olunmasına devam olunuyor. Hiçbir yere ilerlemeyen bir ülkenin var edebileceği o katran karanlığının bir ilerleme, dönüşüm için elzem bir istikamet / ivme kazandırıcılığı üstüne sözler sarf edilirken cürüm konuşulmasın isteniyor. Tümüyle bozgunculuk, hemen her anlamda yağmacılık, her türden ama her anlamda çürümenin ortasında dımdızlak bir hale terk ediliyor sıradan insanın hayatı. Hayatlarımız çepeçevre kuşatılırken yoksunluğu da aralıksız var edilmiş olan devletli argümanlarının eyleme dönüşmesi neticesinde birer hakikat olarak karşımızda, yanı başımızda buluruz. Tümü birden en ince detayına kadar hesaplanmış olagelen o yoksunluk hallerinin refakatinde bir memleketteki yaşam halinin her nasıl çürümeye terk edildiği de ortaya çıkar.
Yoksunluğu lafta değil doğrudan var edilmiş bir eylem sonucu olarak suna gelir devletli. O yeni yüzyıl şablonu zikredilirken, bir asırlık gelenekselleşmiş kılınan öcü / korkutucu olagelen tüm bileşenlerin gözetiminde yoksunluk kısıtlamalarla birlikte var edilir. Sıradan insanın hayatına konulan gözün, geleceksizliği bir laf değil sonuç olarak var eden cürüm hemhal memleketin tahayyülü artık ulu ortadadır. Ekonomik yoksunluğun biçarelik dolu sahnesinde nefes alın buyrulur. Günlerdir sulandırılan, bir gün şöyle yükselecek bir gün de böyle yükseltilecek, halkımızı enflasyona ezdirmeyeceğiz, yedirmeyeceğiz lafzının bir sakız gibi çiğnendiği o asgari ücret zammının belirsizliği içerisinde misal yoksunluk ortak paydaya dönüştürülür. İnsanların umutlarının yerle bir edildiği, buna çabalanan bir yerde o iki gıdım maaş artışının dahi çok görülmesi mesel edilmesin istenir. Zaten başlı başına en kestirmeden devletlinin kendi kendisine var ettiği yeniden değerlendirme oranı ve benzeri olagelen vergilendirme / tahsilat / yenileme vakalarındaki artışla bir başına konulup, cebine ortak olunan insanlara iki gıdım nefes alma hakkı dahi çok görülür. Her durumda yüzde otuz, kırk, elli gibi rakamlar telaffuz olunurken ele geçmeden o paranın bir biçimde hiç edilmesinin zemini çoktan kotarılır. Daha rakam telaffuzuna girişilmeden bir kere daha karavana vuracak olan sıradan insanlara umut pazarlanır. Sonuç daimi bir hal ile hüsran! Sonuç her zamanki gibi martaval okunurken, canı daha da fazla yakılacak biraz daha yoksun / yoksul kılınacak bir halk.
Genel geçer değil hayatlarımızın tam da ortasından geçen bu asgari ücret tahayyülünün her ne olacağının belirsiz bir geleceği işaret etmesinin yanında bir de sosyal / politik ola gelen tahayyüllerin yekunda müştereklerimizi eksiltmesi söz konusudur. Aleni bir halde kuşatmanın lafta değil doğrudan imalinin yamacında hayatın her ne şekilsiz hallere terki diyar edildiği meseledir. Gündelik şartların zora koşulduğu, kimsenin yarınına dair kısa, kesin bir ifadeyle umudunun kalmadığı / bırakılmadığı bir zeminde yoksunluk sadece ve sadece maddi değildir. BirGün Gazetesinden aktaralım: “AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan, Haliç Kongre Merkezi'nde 'Dünya İnsan Hakları Günü İnsanlığın Yüzü Programı'nda konuştu. Konuşmasının büyük kısmında yine İsrail'in Gazze'de yaptığı katliamlardan bahseden Erdoğan, kendi iktidarında Türkiye'nin insan hakları alanında ciddi aşama kaydettiğini iddia ederken yerel seçimlere yönelik mesajlar da verdi.
Konuşmasında İsrail'in Gazze'deki katliamları üzerinden Batı'ya yüklenen Erdoğan, Batı'nın üzerine medeniyet inşa ettiği 5 değerin 4'ünün Batı ile ilgisi olmadığını öne sürdü. "Batı'nın barbarlık vasfının örneklerini doğrudan yaptığı ve dolaylı olarak destek verdiği olaylarda daha sık görmeye başladık" diyen Erdoğan, Batı'daki nefret suçlarının da arttığını söyledi.
Erdoğan, Batı ülekelrinde gelişen protestoların önemine de değindi. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin Gazze'de çiğnendiğini ifade eden Erdoğan, "Gazze halkının her türlü hakkı işgalci israil güçleri tarafından pervasızca yok edilmektedir. 18 bini aşkın Gazzeli kardeşimiz şehit oldu" diye konuştu.
Abd Nasıl Sahip Çıkacak?
İsrail'e verdiği destek üzerinden ABD'yi eleştiren Erdoğan, "ABD, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ne nasıl sahip çıkacak?" diye sordu.
70'den fazla basın mensubunun Gazze'de öldürüldüğünü vurgulayan Erdoğan, BMGK'nin İsrail'i koruma ve kollama konseyine dönüştüğünü söyledi. BM Genel Sekreteri Guterres'in çabalarının yeterli olmadığını söyleyen Erdoğan, ABD'nin veto etmesi nedeniyle Gazze'de ateşkesin yürürlüğe konamamasından hareketle "Dünya 5'ten büyüktür" sözünü tekrarladı.
"Adil Bir Dünya Abd İle Mümkün Değil"
"Bu BMGK ile insanlığın bir yere varması mümkün değil. Adil bir dünya mümkün ama Amerika’yla değil" diyen Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti:
"BM'nin aciz ve işlevsiz yapısının tüm dünyada sorgulanacağına inanıyorum. Gazze'den sonra hiçbir şey 'eski tas eski hamam' zihniyetiyle devam edemez. Gazze kasapları uluslararası mahkemelerde insanlığa karşı suç teşkil eden eylemlerinin hesabını vermelidir. Bu meselenin takipçisi olacağız."
"Kimsenin Ötekileştirilmesini Kabul Etmedik"
Türkiye'nin insani değerleri öncelediğini iddia eden Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı hiç kimsenin kıyafeti, etnik kökeni veya dini inancı nedeniyle ötekileştirilmesini kabul etmediklerini öne sürdü.
Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti:
"Türk demokrasisi dünyada örnek gösterilen bir seviyeye ulaşmıştır. Tek parti döneminde cumhurla cumhurbaşkanı arasında örülen duvarları yıkıp milli iradeye vurulan zincirleri parçaladık. Bazı süreçler vakit alsa da her meseleyi hallediyoruz."
Yerel Seçim Mesajı
Yerel seçimlere ilişkin de mesaj veren Erdoğan, "31 Mart için 'Yeniden İstanbul', 'Yeniden Ankara' diyoruz yola devam ediyoruz" diye konuştu.”
Yoksunluk kavramının kesintisiz erkan-ı muktedir elinde nasıl yeniden biçimlendirildiği meselesini görebilmek için tek örnek yeterlidir. Dümdüz bir yasak savma hikayesi olarak o ağza sakız edilmiş olagelen tek parti rejiminin tüm hatları, eylediği haltları yeniden ve yine yeniden üstlenirken bir cerahat erki insanlık mefhumuna dair nutuk çekebilmektedir. İnsan Hakları Gününde, yozluğun, zorbalığı, kesintisiz bir kuşatma pratiğinin ortasındaki menzilde olmakta olanı görünmez addetmek zaten baş efendinin en büyük hobilerinden birisini oluşturur. Bir tahakküm bataklığı haline gelmiş modern zamanlarda yönetimi var eden katmanların kendi sınırlarının içinde her türlü zorbalığı yapıp dışarıya akıl satmalarının şeceresini bir kere daha yeniden bina eder baş efendi. Kurgu değil hakikatte o çemkirip duruyor görünen malum İsrail devletiyle ticaretin halen devam olunduğu silah parçalarından, askeri giyim malzemesine, gıdadan tekstile her şeyin gemi gemi yollandığı bir zeminde, Gazze sınırlarında / Batı Şeria’da ve tüm sahada var edilen yıkımın önemine vakıf olunmadığı açıktır. Yoksunluk bunları kapsar, yoksul kılınanın, hayatına gölgelerin eksiksiz düşürülmüş insanların karşısına hamasi nutukları çıkartırken kendi bildiğini eylemeye devamlılıkla sanki her şeyi mükemmel bir ülkede yaşıyormuşuz savına tutunulur. Böyle bildirilir, oysa kepazelikler içinde kalakalmış bir yerdeyizdir. Halimiz her anlamda perişan.
BirGün Gazetesinden aktaramaya devam edelim: “Bugün Dünya İnsan Hakları günü. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabulünün üzerinden 75 yıl geçti. Ancak ülkede temel hak ve özgürlükleri budayan AKP’nin insan hakları sicili utanç verici. ‘Dünya İnsan Hakları Günü İnsanlığın Yüzü Programı’nda konuşan AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, ayrımcılık olmadığını ve ‘Türkiye demokrasisinin örnek gösterildiğini’ öne sürdü.
Erdoğan’ın bu iddialarının yanında gerçek başka. Ülke bugün baskı sansür, hak ihlali ve adaletsizliğin gölgesinde.
Ülkedeki hak ihlalleri şöyle:
• 6 Şubat depremlerinde 50 binden fazla kişi hayatını kaybetti.
• “Cumhurbaşkanı’na hakaret” ve “hükümeti aşağılama” suçlamasıyla 2022’de 16 bin 753 kişi hâkim karşısına çıktı. 1872 kişi tutuklandı.
• Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yapılan bireysel başvuru sayısı 2023’ün ilk 9 ayında 80 bin 218.
• Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) 2022’deki başvuruların oranı yüzde 26,9.
• Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş hakkındaki AİHM kararları hâlâ uygulanmadı.
• Can Atalay’ın tutukluluğuna ilişkin AYM kararı uygulanmadı.
• Dezenformasyon Yasası hâlâ yürürlükte.
• İktidarı, Erdoğan’ı ve ailesini konu alan 1770 habere erişim engellendi.
• Freedom House’un raporuna göre Türkiye 32 puanla “özgür olmayan ülke” oldu.
• Düşünceyi ifade nedeniyle 6’sı çocuk 86 kişi tutuklandı.
• Umut Vakfı’nın verilerine göre 2022’de 3 bin 984 silahlı şiddet olayında 2 bin 278 kişi öldürüldü.
Öte yandan CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun raporuna göre 31’i çocuk en az 3 bin 301 kişinin yaşam hakkı ihlal edildi.
İzmir Barosu’ndan yapılan açıklamada ise insan haklarının enkaz altında kaldığına aktarıldı. Açıklamada konuşan Avukat Ayşe Kaymak şunları söyledi: "Depremde yardım eşit dağıtılmadı. Mülteci depremzedelere yardım edilmeyeceğine dair talimatlarla ayrımcılık yasağı ihlal edildi."
Yoksunluk hallerinin her nasıl bile isteye, muktedir eliyle örneklendiğini yeniden imal edile geldiğini gösteren bir utanç tablosudur şu yukarıdaki. Yukarıdaki listeye sebepsiz bir biçimde uzun tutukluluğa maruz bırakılan Gültan Kışanak eklenebilir. Hakkındaki iddialar için tek bir elle tutulur kanıt bulunamayan eski HDP eşgenel başkanı Selahattin Demirtaş eklenebilir. Yüksekdağ, Tuncel gibi yüzlerce siyasetçi eklenebilir. Hastalıkları yaşam / ölüm çizgisinin arasını muğlak kılmış, buna rağmen tutsak edilmelerine devam olunan binlerce insandan bahis açılabilir. Gün aşırı var edilen ötekileştirmenin Filistin’de cereyan eden olayları öne sürüp sunulagelen Yahudi nefreti eklenebilir. Sokağa taşa duran ve ne hikmetse asırdır çözülememiş Noel ile Yılbaşını birbirinden ayıramayan bir zevatın elinde hedef kılınan Hristiyan azınlıkların durumu eklenebilir. Ötesi berisi uzunu kısacası yok her şekilde kendisinden saymadığı kim varsa buna karşı bir nefreti / hiddeti / lincin ta kendisini sürekli imal eden, bununla gününü geçirip, bir geleceği şimdiden hiç etmeye ant içen bir yerde yoksunluk laf değildir. Müştereğimiz kılınan bir tahayyül olarak her çaba sonrası karşımızda yükseltilen bir cerahat meselidir. Bu kadar...
Yönelimini, güncesini zordan / betten yana kuran bir yerde hayatın biricikliğinden hemen hiç bahis açılamıyor artık. Muktedir olagelen yönetimin sunduğu her şey bütünüyle aleni bir halde eksiltmeyi / yoksun kılmayı süreğen hale getiriyor. Yolun, yordamın, anlamla bir ve beraberce bir ülkedeki hayat gailesinin hem ekonomik hem sosyopolitik hem de güncel / gündelik sınırlarının yerle bir edilmesine devam olunuyor. Yirmi bir yıllık bir iktidar pratiğinin enikonu var ettiği şeyin artık adı dahi doğru düzgün bildirilemiyor. Ol özgürlükler ülkesinde tiratlar, söylevler çekilip durulurken bağnazlığa esir edilmiş, suspus kılınmış olan geniş kitlelere bunlara da alışırsınız denilerek bir kere daha teslimiyetçilik vaaz ediliyor. Tümden nobran, afaki bir biçimde yıldırı / kör şiddet / hayat memat halini alaşağı eden bir bakışımla sanki her şey normalmiş gibi davranılması isteniyor. Yaralarla, berelerle, bir dolu yük edilmiş olagelen elem ve kederle birlikte bir yaşam tahayyülü açık bir biçimde mahvediliyor. Yoksun, eksik, yarım yamalak hale terk edilmiş olanın içinden de bir hikaye kalmasın diye her gün yeniden var ediliyor o yoksunluk. Gelişim, ilerleme ve yenilenme denilirken cerahatin kollarında geçmişinin karanlığından zerre ayrışmamış olagelen yerde bir hayat tecrübe ettiriliyor. Adına hayat denilebilirse şayet. İtiraz edilmesi bir yana sessizliği bir kenara terk etmedikçe, sorgulanmadıkça, hak aranmadıkça daha da güçlü bir biçimde var edilecek bir cehennemî tahayyüle esaret devam olunuyor. İyi midir böyle... sahiden...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Ruminations By Robert Rauschenberg – Asheville Art Museum
2 notes · View notes
sonhaberim · 7 years
Text
Başkan Mustafa Çelik,”bizim Asgari Değil, Azami Müştereklerimiz Var”
Başkan Mustafa Çelik,”bizim Asgari Değil, Azami Müştereklerimiz Var” Son Haber
BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI MUSTAFA ÇELİK, ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI MEHMET ÖZHASEKİ İLE BİRLİKTE ULUSLARARASI UZUNYAYLA ÇERKES KÜLTÜR FESTİVALİ’NE KATILDI. PINARBAŞI-KAYNAR’DA YAPILAN FESTİVALDE HALKA HİTAP EDEN BAŞKAN ÇELİK, FARKLI YERLERDEN GELEREK ANADOLU’YU YURT EDİNDİĞİMİZİ BELİRTTİ VE “BİR OLMUŞUZ, BÜTÜN OLMUŞUZ, EN ÖNEMLİSİ DE MİLLET OLMUŞUZ” DEDİ.
Başkan Mustafa Çelik,”bizim Asgari Değil, Azami Müştereklerimiz Var” Son Haber
Devamını Gör http://ift.tt/2uLZcGh via SonHaber.im http://ift.tt/eA8V8J
0 notes
seslimeram · 6 days
Text
Ezberler İçinde Yıkımı Var Eden Ülke
Tumblr media
Duraksamayan, bitimsiz, hiç tekinsiz bir ezber şablonunun içerisinde debelenip duruyor iş bu memleket. Zatı alileri, baş efendinin seçim hezimetini, kendi bekası adına yönlendirip, yeniden tanımlayarak oluşturduğu haleti ruhiye sırasında, ezberlerle bir kere daha hayatın akışı tersine işleniyor. Ya tahakküm resmen savunuluyor. Ya bitimsiz bir cerahat. Ya belli başlı bir tahakküm nesnelleştiriliyor. Yahut da inkarın biri bitmeden bir başkası var edilip, yollar çiziliyor. Duraksamadan, bitmeyecek bir kısır döngü içerisinde giderek eleştirdiği o tek adam rejiminin ta kendisine dönüşen bir sureti temsille hayat her anlamda ‘çepeçevre’ kuşatılıyor. Tek adam rejiminin en güncellenebilir sürümü içerisinde mahzun / mağdurun ta kendisi olduğunu bildiren bir temsil bugün en karanlık suretleriyle birlikte bir ülkenin yönelimini belirginleştiriyor. Her şey ezber edilmiş şablonların arasında hem nalına hem de mıhına bir tezahürle birlikte biteviye bir yıkıma çıkartılır. Yeni ülke tiradının ardılı ola gelen her şey bu tahayyülün izleri üstünde bina edilir.
Tekdüze, tekil bir uzamdan biçimlendirilen akla seza her ne varsa bununla yolunu alenen kesiştiren bir aklın tezahürü olarak var ettikleri açmazları, her açmaz dipsiz karanlıktaki bir eşiği göstere gelir. Hayatın ehven olandan men edilmesinin neticesinde çıkagelmiş ol her hamleyle birlikte bu cürüm hemhal ülke de gerçekliğini pekiştirir. Didaktik, kendisini mütemadiyen tekrarlayan bir fasit döngü içerisinde bu hazin sularda yürüyen ülkenin hali, gerçekliği karşımızdadır ne eksik, ne fazla. Yalnız ve doğrudan müdahalelerle birlikte bir istikametteki hayat akışına karşıtlık, olağanı, normali zayi etmek kesintisiz kılınır. Yerel seçimleri mütemadiyen genel seçimlerle karıştıran, bunu da bir savaş sahnesindeki en son hamlenin ta kendisiymiş gibi pazarlayan muktedirin o hezimeti sindirmesinin yolu daimi bir biçimde ezberlerine tutunarak, sürekli nefreti, daimi ayrımcılığı, arasız ve fasılasız bir halde kötülüğü eyleyerek, arka çıkarak, yol vererek mümkün olur. Yenginin arkasından ol çıkagelen ilk meclis grup toplantısında baş efendinin var ettiği sözler zaten belirgin olana dair bir izahattir.
Evrensel Gazetesine bağlanalım: “Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yerel seçim yenilgisinden sonraki ilk grup toplantısında, AKP’nin oy kayıplarını katılımın düşmesine bağladı. Parti içindeki itirazları eleştiren ve değişime gideceklerini savunan Erdoğan, geçim derdi ve işsizlik konularına ise değinmeyip sadece “Enflasyonla mücadeleye devam” demekle yetindi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yerel seçimlerin ardından AKP’nin ilk grup toplantısında konuştu. Seçim sonuçlarına ilişkin partisine moral vermeye çalışan Erdoğan, parti genel merkezinden köy temsilcilerine kadar herkese sırayla teşekkür etti. Erdoğan partisinin oy kaybını kabul etse de Cumhur İttifakının yüzde 40.5 oy oranıyla seçimlerde üstünlükle çıktığını savundu. Seçimlere katılımdaki düşüşe dikkat çeken Erdoğan, “Katılım oranının düşüklüğü partimizin oylarını da etkilemiştir” dedi.
"Partiye Ayar Verdirmeyiz"
Seçim sonucunu AKP’den öz eleştiri talebi olarak değerlendiren Erdoğan, “Kendi bünyemizde gerekli değişimi gerçekleştireceğiz” dedi. Öte yandan parti yöneticileri arasında yükselen eleştirilere de seslenen Erdoğan, “AK Parti’yi eleştiri ya da öz eleştiri maskesi altında hırpalamaya kalkışanlara da asla müsaade etmeyiz. AKP’ye ayar vermeye çalışanlara kesinlikle rıza göstermeyiz. Buradan muhalefete de ekmek çıkmaz. AKP üzerinden kendilerine şahsi ikbal devşirmek isteyenlere ekmek çıkmaz” dedi.
"81 İlde Tek İktidar Var"
Bu yerel seçimde de muhalefetin yeni belediyeler kazanmasına ilişkin ise Erdoğan, “Bunun bir yerel seçim olduğunu unutup şımaranlar pervasızlaşanlar hatta farklı heveslere kapılanlar olduğunu görüyoruz. 81 ilimizde tek bir iktidar var o da Cumhurbaşkanı ve kabinesidir. Şunu herkes görsün ve bilsin, biz bitti demeden hiçbir şey bitmez” diye konuştu.
İsrail’le Ticaret Eleştirilerine Savunma
İsrail’le ticarete yönelik eleştirilerin karşılık bulduğunu kabul eden Erdoğan, bu eleştirileri “alçakça iftiralar” diye suçladı. Erdoğan, “Hiç kimse ne şahsımın ne bu kadronun Filistin hassasiyetini sorgulayacak kalibrede, kapasitede değildir” diyerek kendisini savundu. İsrail’i “Bunlar Hitler’i çoktan geçti” diye eleştirdi. Erdoğan devamında "Haftasonu Filistin davasının lideri misafirim olacak. Beraber pek çok şeyleri dertleşeceğiz konuşacağız." dedi.
Şimşek Programına Devam
Erdoğan’ın halkın geçim derdiyle ilgili sorun ve taleplerine konuşmasında değinmemesi dikkat çekti. Ekonomiye ilişkin sadece önümüzde seçimsiz döneme ilişkin çizdiği rotaya kısaca değinen Erdoğan, “Şunu herkes görsün ve bilsin, biz bitti demeden hiçbir şey bitmez. Artık seçimin de olmadığı önümüzdeki dört yıl içinde enflasyonla mücadelemizi inşallah zaferle sonuçlandıracağız. Geçmişte yaptık, yine yapacağız” dedi. Erdoğan seçim sonrası yürütecekleri politikada yine “terörle mücadele” vurgusu yaptı.”
Dön baba dönelim. Birbirini bir türlü tutmayan bir demeçler silsilesi. 1 Nisan sabaha karşı söylenenlerle daha yeni meclis grup toplantısında ortaya çıkan farklılık başlı başına her nasıl bir cendereye tutulduğunu ülkenin bildirir. Duraksamadan mütemadiyen ezberlerle birlikte var edilen nobran / ketum değil çalçene kesintisiz bir itham ve yaftalama sürekliliği ile birlikte bir seçim tahayyülü kenara terk edilir. Yerel seçimin, genel seçimler gibi bir savaşa bizatihi kendi eliyle dönüştürüldüğünü bilmesine rağmen baş efendi hiçbir türlü memleket idaresi için gerekli düzenlemelerden yana bahis açmaz. Bütünüyle sıkıntılar içerisinde hayatta / ayakta kalmaya çalışan asgari ücretliden / emekliye kimseler için bir doğru düzgün iyileştirmeden bahis açmaz. Salt ekonomik parametreleri yandaşlar için kıyak / cukka / indirmeden ibaret olan bir menzildeki yağmacılığa bir dur demez hiç ama hiçbir zaman diyemez. Büyükşehir belediyelerinden belde belediyelerine kadar hemen hepsinde borç hanelerinin en az birkaç yüz milyon liradan, birkaç milyar liraya kadar uzanabildiği bir sarmalın içerisinde ezberlerle maval okuyarak hangi günü kurtulur. Seçim hezimeti bir yana onu dahi sürekli istismar edip, genel seçimlerde kim ne olacak herkes görecek yollu aba altından sopa sallamalara devam olunurken, katılımın düşüklüğü dert bildirilirken yarının ehven değil fenalıklara gebe olduğunu / bırakıldığını kim her nasıl fark edecektir. Şimdi ağzımızın tadını bozmayalım yollu göndermeler var edilirken bizatihi ortamı değiştirmeye yönelik, militarist, faşist, ayrımcı ve nefretten yön bulanlara zemin sağlanırken sahiden yolu nereye çıkar bu ülkenin? Soran edeni olur mu acaba?
Genel geçer değil, insana dair umudun var edilebildiği her eşikte kendini tekrar eden bir soluksuz yok etme isteminin olduğu zeminde hayata tek bir an olsun yeni ufuklar çizilebilir mi? Baş efendi kadar, apaçık bir biçimde memleketin başına gelebilecek en büyük zül temsillerden faşist efendinin ayarları hep bozulan memlekete dair önermeleri, o önermelerdeki saçmalıklar boyutunu ne yapacağız misal? Memleket yönetim katının tüm o curcuna hallerinin kıyısında gündelik yaşama vurulan ketleri nasıl / ne zaman konuşacak bu ülke misal? Gelişigüzel atfedilmiş / serpiştirilmiş olagelen ezberlerden biraz öteye geçildiğinde yansıyan çürümenin, vizörün kıyısında kalakalan insanların ol hayat haklarının akıbeti her nice olacaktır, sahi ama sahiden de?
Şirnex’te seçim günü gasp edilmiş iradeye karşı sesini yükselten ve günlerce konuşulan ol “konuş sen nerelisin” sözünün sahibi Süleyman Salğucak için misal soruşturma açılmasının utancı ne yana düşer? Hakkaniyetsizce bir kentin idaresinde dahi son sözü, en son sözü söylemesi gereken yurttaşların gözlerine baka baka ama hile hurda, ama kolluk kuvvetlerini kullanarak, zoraki belki de oy verdirerek bir seçimi heder etmenin, kenti bir kez daha gasp etmenin hesabı bu ileri demokrasi ülkesinde ne yana düşer sahiden de? Bir biçimde onca hedef almaya, şiddete, ötekileştirmeye rağmen ayaklarının üstünde durmayı başarıp, Wan, Amed, Merdin, Colemerg gibi pek çok yerde seçilmiş Dem Parti (Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi) iradesi ne olacaktır misal? Tümüyle nobran bir pratikle, yine aynı ezberci kin kusan / ayrıştıran / haddizatında Merdin ve Amed / Sur Belediyeleri için soruşturmalara gark olunan bir zeminde, seçmenin mesajı, iradesinin sunduklarına yanıt yine zorbalık mı olacaktır, nedir, nicedir?
Duraksamayan, bitimsiz, hiç tekinsiz bir ezber şablonunun içerisinde debelenip duruyor iş bu memleket. Tüketilenin hayat olduğu akla düşürülmeden bir heyula içerisinde yedi gün, yirmi dört saat duraksamaksızın bir cerahat var ediliyor. Denetim, gözetim ve tahakkümü her yere taşıyan, her günün asal demirbaşı ilan eden bir iktidar pratiğinin aldığı hemen her yengi sonrasında olduğu gibi önce naralar, sonra eylemlerle birlikte bir cerahat ekseni var ediliyor. Modern zamanların yıkıcı iktidar pratiklerine misal Zeybekçi efendi’nin bahsettiği gibi “Yani eyvallah, İsrail'in yaptığı katliamı kınıyoruz ama diğer taraftan da İsrail 6 satıp 1 aldığımız bir ülke. O anlamda, daha hassas olmamız gerektiğine inanıyorum.” Yıkıcı iktidar pratiğinin salt / sırf / sadece emtia üstünden güncellendiği, ol para için ne taklalar atıla geldiği, dahası da kırım / cinayet / terör konusunda sayılı azılı devletlerden birisine özenilip, imrenirken bir yandan ithama devam bir yandan da ticari faaliyetlere olanak için zemin yoklanan bir yerde her türlü ezberle günler geçirilir. Hamaset, ayrımcılık, nefret üçlemesini sınır içinde satmaya devam ederken, sınır dışında var edilen açmazları ticari fırsatlara dönüştürme gailesinden de çekinmeyin, gocunmayın o ayrı bu ayrı diye çıkagelen bir zihni tezahürün kimselere faydası dokunur mu? Doğrudan ve yalın ezber edilmiş replikler, siyasal demagoji / ajitasyonlarla birlikte ucuza kapatılmış bir ülkenin her anında apayrı fecaatler var ediliyor. Bir hikaye ki otuz iki kısım tekmili birden yepyeni yaralara mahal veriyor. Demokrasi, adalet, hürriyet, eşitlik vesair ol müştereklerimizin köküne dökülmek istenen kibrit suyu, 2028’e kadar var edilebilecek bir deneyimi vaaz ediyor. Tümüyle, doğrudan, bariz bir çürümeyi. Dipsiz, eksiksiz bir yok edişi. Süreğen, aralıksız bir muhtaç kılmayı. Bunlarla mı yeni ülke, bu bahisler miydi, onca öykünülen...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Selma GÜRBÜZ – The Night, El Yapımı Kağıt Üzerine Guaj 2005 – ArtDog
1 note · View note
seslimeram · 1 month
Text
Vahamet Sarmalı
Tumblr media
Tahayyül edilenin ötesinde bir vahamet sarmalı birbirinden beter tevatür ve karşıtlıklarla bir ülkenin imali güncelleniyor. Ülkenin dönüştüğü düzlem bir pratik olarak zorun, bet ve fecinin izleri üstünde yükseliyor. Tümüyle politik bir cerahat sarmalı kendiliğinden aleni bir halde hakikat kılınıyor. Baş efendi ve zümresi aralıksız bir halde o dönüşüm mefhumu ve makamını tüm o vahamet sarmalında debelenmeye devam diyen ülkeyi güncelliyor ne eksik, ne fazla. Her günü yıkıcılık ile kuşatan bir anlayış elinde hayatın ehven olandan el ayak çektirilmesi söz konusu ediliyor. Fecaat kötülüğün bir aparatı olarak kalıcılaştırılıyor artık. Bet, bir ihtimalin ta kendisine dönüştürülüyor. Yıkıcılık, zor olanın yönünde ileriye atılan hamleleri var eden bir yönetimin tek ülküsü. Despotizm gemiyi azıya alırken var edilmiş olan her hamle aralıksız bir vahamet sarmalına dönüşen ülkeyi de bildiriyor. Ak parti ve Milliyetçi hareket partilerinin birleşiminden oluşan yeni ülke tahayyülü büsbütün o vahamet sarmalını pazarlamaya devam ediyor, her yerde, hemen her şekilde.
İktidarın seçim olgusunun, yerel seçimleri bir savaş halinin ta kendisine dönüştürmesinin istikametinde o dönüşümü, vahim olana çıkışı süreğen bir mesel kılıyor. Yoksunluğun tek bir istikamet addedildiği, genel geçer değil doğrudan birkaç hamlede esaret altına alınmış bir hayat imgesinin savunulduğu zemin gerçek kılınıyor. Ekonomik bir adaletin, aleni bir halde herkes için bir refahın var edilmediği / ayrıştırmaların, ayrı konumlandırmaların bir menzilde yegane istikamete dönüştürüldüğü zeminde çürüme kesintisiz kılınır. Tahakküm ve köleleştirmenin makul bir tavra indirgendiği sahada, emeğin karşılığının yerle yeksan olunmasına devam olunur. Her şey toz pembe masallarının ardına saklanırken gerçekliğin üç kuruşa talim ederek, günü kurtarmak olduğu konuşulmasın istenir. Asgari ücretten ve bir kademe onun üstünde birleşen milyonlarca yurttaşın bırakın birikimi, şimdi, şu an dahi pek çok şeyden eksik kaldığı bir düzlemde, eşitlik bahsinin yerinde yeller estirilir. Vahim olan onca nutka rağmen, tam teşekküllü bir yıkıcılığın istikametinde yürünen menzil tam anlamıyla gerçek kılınmaktadır. Yönelimini yoksulu artık içinden çıkılamayacak bir radde ile sınırlandırmak, umudunun elinden çalınmasını kanıksayacak olduğu bir merhaleye esir etmek gerçek kılınır. Bunlarla bir vahamet sarmalı güncellenirken bir yarın neyi getirecek sahiden.
Mustafa Bildiricin’in BirGün Gazetesindeki haberidir: “Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 2023 yılı verilerini içeren raporları, Türkiye'deki yoksullaşmayı ve giderek derinleşen ekonomik bunalımı bir kez daha gözler önüne serdi.
Bakanlığın verilerine göre, ekonomik krizin altında ezilen 4 milyon 989 bin 456 hane 2023 yılında sosyal yardımlardan yararlandı. Öz ailesinin bakımını sağlayamadığı 164 bin 995 çocuğa ise sosyal ve ekonomik destek verildi.
2022 yılında 151 milyar 900 milyon TL olan devletin sosyal yardım harcaması, 2023 yılında 305 milyar 900 milyon TL olarak gerçekleşti.
2023 yılında gerçekleştirilen 305,9 milyar TL’lik sosyal yardım harcamasının gayri safi yurt içi hasıla içindeki payının yüzde 1,2 olduğu bildirildi. Türkiye’de 2023’te 4 milyon 989 bin 456 hane sosyal ancak sosyal yardımlar ile ayakta kalabildi.
Utandıran Tablo
2023 yılında gerçekleştirilen tüm yardımların içinde nakdi yardımların oranı yüzde 98 oldu. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, sosyal yardımların türlerine göre dağılımını da paylaştı. Bakanlığın verilerine göre, 2023 yılında 957 bin 164 hanede yaşayan toplam 3 milyon 509 bin 427 yurttaş, karnını gıda yardımı ile doyurabildi. Gıda yardımlarının maddi karşılığı ise 1,2 milyar TL ile ifade edildi.
Bakımsız Binlerce Hane
Oturulamayacak derecede eski, bakımsız ve sağlıksız hane sayısı da çarpıcı tabloyu ortaya koydu. Buna göre, 2023 yılında bakımsız ve sağlıksız olduğu belirlenen 20 bin 846 hanedeki yurttaş için 271,8 milyon TL’lik kaynak aktarıldı. Kaynağın, evlerin bakım ve onarımı için kullanıldığı belirtildi.
2023 yılında 1 milyon 966 bin 429 öğrenci eğitim yaşamını, sosyal yardım ile sürdürebildi. Buna göre, ihtiyaç sahibi olan ailelerin çocukları için 1 milyon 966 bin 429 fayda sahibine yapılan ödeme tutarı, 1,5 milyar TL olarak kaydedildi. İşsiz ve çalışmayan yurttaşların kâbusu olan Genel Sağlık Sigortası (GSS) prim borcunu ödeyemeyen kişi sayısının 9 milyonu aştığı da bakanlığın verileriyle ortaya konuldu. Ödeme gücü olmadığı için GSS primlerini ödeyemeyen ve sağlık hizmetlerinden yararlanamayan 9 milyon 21 bin 162 kişi için yapılan destek ödemesi faaliyet raporuna, 61,1 milyar TL olarak yansıdı.
Fatura Yükü
Yurttaşın elektrik, doğalgaz ve kömür gibi ihtiyaçlarını ancak sosyal yardımlar ile karşılayabildiğini gözler önüne seren diğer bazı veriler ise rapora şöyle geçti:
Elektrik tüketim desteği: 4 milyon 378 bin 839 hane.
Doğalgaz tüketim desteği: 162 bin 666 hane.
Yakacak yardımları: 2 milyon 66 bin 649 hane.”
Düpedüz yalın bir biçimde yaşamı vahamete rehin kılan / böyle gören bir aklın sadakayı sürekli kılarak, insanları canından bezdirdiği bir yerdir artık Yeni Ülke. Dönüşümünü tam ve eksiksiz bir biçimde yaşamı dar ederek, noksansız bir rehineliğin önünü açabilmek için her durumda muhtaç kılarak bina eden bir aklın sunduğu yegane şey ortaklaşılan yoksun, yoksulluk halleridir. Elektrik, doğalgaz, kömür’den gündelik yaşamı idame ettirmek için gereksinim duyulan temel gıdaya kadar her şeyin gasp olunduğu bir zeminde, müştereğin salt / sadece belirli kesimlere takdim edildiği bir coğrafyada hangi gün iyi olur ki? Hemen her durumda başkalaşmış, bir örnek, yabanıl kalınan bir düzlemde o müşterek yaşam idesi her ne haldedir, sahiden? Tahayyül edilenin ötesindeki bir vahamet sarmalına, bildiğiniz o bataklığa saplanırken bir ülke, her şey toz pembe olarak zikredilmesi / bildirilmesi sahici olarak düşündürücü değil midir? Karanlığın ortasında zifiri bir ortamda gün geçirilen bir menzilde, umudun kırıntısının da talan edilmesinin önünü alabilecek hiçbir makam, hiçbir ortak itiraz, müşterek bir muhalefet tahayyülü kalmış mıdır, bırakılmış mıdır?
Cerahat eksenini, vahim olan kötülüğün sathı mahallini, hiç kesintisiz bir zorbalık iklimi içerisinde denekliği müjdeleyen bir zeminde hayatın olur nedir ki? Geriye sıradan olana her ne kalmıştır. Elinde imkanı olanın, babasının malı gibi söğüşleyip memleketin has insanları olarak pastadan pay kapıp, rantiyesini kovaladığı bir menzilde bunca sıkışık ve apaçık yoksulluğa mahkum kılınanların hali nice olacaktır? Behemehal Baş Efendinin ol meramlarının arasına gizlenmiş olan farkındayız, düzelecektir her şey bahsinin her nesi, herhangi anlamda gerçekliği bildirmektedir. Soran edeni olur mu acaba? BirGün Gazetesinden aktaralım: “AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Isparta'da açıklamalarda bulundu.
Konuşmasında, ekonomide yaşanan krize ilişkin değerlendirmelerle başlayan Erdoğan, yurttaşın hayat pahalılığıyla sınandığını ve refah kaybı yaşadığını kabul etti.
Yurttaşın yaşadığı ekonomik krize rağmen, ekonomik gstergelerin iyi durumda olduğunu savunan Erdoğan, ekonomik toparlanma ve enflasyonda düşüş için yılın ikinci yarısına işaret etti.
Bir Kez Daha Sabır İstedi
Bir kez daha 'sabır' isteyen Erdoğan, "Enflasyon düştükçe ekonomideki olumlu tabloların getirilerini çalışanlar ve emekliye daha iyi yansıtacağız" dedi.
Devamla, Cumhuriyet Halk Partisi'ni (CHP) 'para sayma' soruşturması üzerinden hedef alan Erdoğan, "CHP'nin belediye başkan adayı deste deste dolarla kazanmak istiyorlar. Isparta'daki kardeşlerim İstanbul'daki hemşehrilerini arayıp onları da uyarmalarını istiyorum" ifadelerini kullandı.
Erdoğan'ın açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:
"Türkiye son 10 yıldır terörden darbe girişimine kadar ardı arkası kesilmeyen nice sınamalara maruz kaldı. Asrın felaketi depremler üzerimizdeki yükü daha da artırdı. Şu anda geldiğimiz noktada yerel seçimlere gidiyoruz.
Sabit gelirli insanımızın refah kaybıyla sınanıyoruz. Uyguladığımızın politikaların sonucunu bu yılın yarısı itibarıyla görmeye başlayacağız. Allah'ın izniyle bunların üstesinden geleceğiz. Uyguladığımız ekonomi programının sonuçlarını yılın ikinci yarısından itibaren göreceğiz.
Enflasyon düştükçe ekonomideki olumlu tabloların getirilerini çalışanlar ve emekliye daha iyi yansıtacağız. Milli gelirimizi 2 kat daha yükseltebiliriz. Ama bunu sadece eleştirerek değil çalışarak hem de çok çalışarak yapmamız gerekiyor.
Kim bu ülkenin yandığını bittiğini söyleyerek umutsuzluk saçıyorsa kafasında başka hesap vardır. Milletimizin moralini çökertme taktiği uyguluyorlar. Bu milletin morali en zor şartlarda verdiği milli mücadelede çökmedi."
"Burdur Eser ve Hizmet Siyasetinden Yana Tavır Alacak"
Erdoğan, Isparta'nın ardından Burdur'da partililerine seslendi.
Yerel seçimler için destek isteyen Erdoğan, "31 Mart'ta yerel yöneticilerimizi belirleyeceğiz. Seçimlere 10 gün kaldı. Bundan 10 gün sonra sandık bir kez daha önümüze gelecek. Bu sefer yerelde kimler ve hangi zihniyet tarafından idare edileceğinizin tercihini yapacaksınız. İnanıyorum ki 31 Mart'ta Burdur eser ve hizmet siyasetinden yana tavır alacak" dedi.
Burada yaptığı konuşmada da ekonomik krize dikkati çeken Erdoğan, "Birçok ülkede olduğu gibi enflasyon bizi de zorluyor" dedi.
Emeklilerden gelen serzenişlere kulaklarını tıkamadıklarını iddia eden Erdoğan, "Amacımız, kalıcı refah artışını sağlamak. Bunun için enflasyonu tek haneli rakamlara düşürmemiz gerekiyor. Daha önce bunu nasıl yaptıysak, yine başaracağız. Emeklimizin yükünü hafifletmeye çalıştık. Emeklinin bayram ikramiyesini nisan ayının ilk haftasında hesaplara yatırıyoruz" ifadelerini kullandı.
CHP'ye yönelik 'para sayma' görüntüleri soruşturmasına da değinen Erdoğan, "Hiç kimse böyle bir skandalı üç maymunu oynayarak geçiştiremez. Çantalar dolusu bu paraların kimden alındığı, nereye harcandığı, belgeleriyle, kayıtlarıyla, şeffaf bir şekilde açıklanmak zorundadır" dedi.”
Kendisini tekrarlayan nutuklar, birbirinin aynısı vurgulamalar ile iyi bir hatip olduğundan bahis açılan bir temsilin vardığı eşik, memleketin kalanı için korkunçluğu da göstere gelir en kestirmeden. Kendi ayakları üstünde hayatı var etmesi beklenen insanların ceplerine girecek olan üç kuruştan, seçimde tercih edecekleri siyasi partinin rengine, hayatın hemen her alanında bir vurgunu / gizli örtük bir teslimiyeti ardışık bir biçimde reçetelendirip sonra da biraz daha sabredin demek nasıl bir anlayışın esiri olunduğunu da gösterir. Baş efendinin zulmeden olduğunu bile bile emeklisinden, emekçisine, kamu personelinden sıradan götürü vergisine tabi küçücük dükkanında kendi yağında kavrulmaya çabalayan esnafına doğrudan tek bir çözümlemesi söz konusu mudur? Yerel seçimlerde, memleketin bir numarasının ne işi vardır? Birikiyor yanıtsız kılınmaya mahkum edilmiş sorular. Hiç ama hiçbir biçimde gerçeklikten yana bahisler açılmayan bir zeminde doğrudan ve yalın bir çürüme hattında yürünüyor. Gel gelelim, uzak / öte addedilen her şey burnumuzun tam da ucunda, hayatımızın tam da merkezine konumlandırılmaya devam ediliyor işte. Bir vahamet sarmalı içerisinde dört bir yanda, hemen her gün bir çürümenin esaretine tanıklık ediyor seksen altı milyon küsur insan. Bunca afaki kılınmış olanın lafta bir mesel, gelişigüzel bir hadiseler toplamı, mübalağa bir benzetme olmadığı hemen her gün yaşanan, kendi başımıza getirilenlerden kanıtlanabilir. Bu haller bir çıkışı değil tam tersine bir çöküşü simgeleştirmektedir. Türkiye’nin yenisinin de dününde kalakaldığı, dününü şimdiye taşıdığı artık afakidir. Bunca yara bere içerisinde bir hayat imgesi un ufak edilendir, bilelim. İtirazı var edemezse bu ülke, sonrası hep karanlıktır.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: İllüstrasyon – Chiara GHIGLIAZZA – Picame
0 notes
seslimeram · 1 month
Text
Masalların Meseli
Tumblr media
Kimseyi ayrı koymadık. Hiç kimseyi ayırmadık. Birliğimiz, beraberliğimiz ilelebet kaim olacak. Dönüp dolaşılıp ezber cümleler kurulurken, cürmün kıyısında, cerahatin ortasında gündelik bir yaşam pratiğini zapturapt altına almanın istikametinde kim kimi ayırmamıştır ki. Baş efendinin doğrudan var ettiği ya bizimlesiniz yahut da hiçsiniz mefhumu tümü bir, beraberce doğrudan yinelenen birlik, beraberlik vurgusunu alt etmektedir. Tahakkümü var edip hayatı güncel bir kırım haline esir eden siyasetin pragmatist yüzü, politik bir aksiyon olan doğrudan, birlikte bir hayat imgesini mahveder. Müşterek bir yaşam idesinin alenen cürümlerle yerle bir edilmesinin akıbeti ne olacaktır. Kimse ayrı konulmaksızın bu kadar cümle, fikir beyanat var edilirken, hayatı daralatan, kuşatan, çitleyen bir dönüşüm halinin tam da ortasında kime ne verilebilecektir? Yaygın medya yalanlarla muktedir payandalığı yaparken o birlikte yaşama isteminin laf kılınmasının akıbetini kim nasıl anlayacaktır ki, sahi ama sahiden?
Tümüyle seçim sathı mahallinde her gün bir kere daha ayrıştırma var edilirken, nice irili, ufaklı söz ortaya saçılırken, muhalefetin beş on parçalı hali ortadayken iktidarın var ettiği o kesintisiz ayrıştırma halinde hangi gün var edilebilir. Biçimsiz değil doğrudan baştaki o temsilin suretinden çıkagelen her yönelim bu ayrıştırma, eliminasyon, hedef kılma halleri içerisinde dört dolanan ülkeyi gösterir. Ucubelik halini almış demokrasi deneyiminin tam anlamıyla çürümeye terk olunduğu bir zeminde, her şey rutinde ilerliyormuş izlenimi var edilirken her şeyin yerle bir olunmasına devam olunur. Kimseyi ayırmadık derken erkanı muktedir, yıkımın ortak payda ilan olunduğu, kısıtlı bir zümre haricindeki herkesin tam anlamıyla derdest edilmeye mahkum kılındığı bir ülkeyi bildirir. Cerahat baş efendi eliyle ya da yönlendirmesiyle kurgudan öte bir hakikate dönüştürülürken cürmün sahanlığındaki tahayyüle esaret bir yenilenme olarak sunulur. Kimsenin ayrılmadığı yerde ekmek aslanın değil, bizatihi patronajın istediği kadar uzaktadır. Ne ulaşılabilir, neyle hayatta kalınabilir bunlar bir mevzu edilemez. Muktedir için enflasyon yenilmeye başlamış denilirken günün her defasında daha ağır sınamalara gebe kılınmasının sorgulanması imkansız addedilir.
Hiç kimseyi ayırmadık derken, daha sokakta sözünü iktidardan yana değil onu eleştirmek adına kuran insanların gündüz gözüyle kameralar kayıttayken derdest edilmeye çalışıldığı bir zeminde hayatın ehveni her ne hale konacaktır ki. Ezber edilmiş nakaratlar arasındaki o tekerrür eden halinize şükredin yollu göndermelerin ortasında gasp edilmesi sürdürülen yaşam hakkının meseli ne olur misal? Günbegün ekonomik bir darboğaz içerisinde bir o yana bir bu yana savrulurken insanlar, enflasyon verisinin sürekli tahrif edildiği bir yerde hakkaniyetli bir açlık sınırında yaşam hakkı ne zaman söz konusu olabilecektir o kimseyi ayırmadık dedikleri yerde. Hiç kimselere iltimas geçmeden herkesi, ötekileştirmeden de her bir bireyin hakkının talan olunduğu bir yerde onca sosyal ekonomik ve dahi politik bir doğruculuktan bahis açılabilir mi? Hayat günbegün zora koşulurken, yarınsızlık bir siyasi aksiyonun temeli ilan olunurken, gözdağı ve korkulara galebe çalınan bir uyaran silsilesi etrafında yol nereye çıkar koca bir girdaptan gayrı! Tümüyle karanlıklara rehin edilen bir yerde, bir yarın umudu söz konusu edilebilir mi?
Mücadele edimini sahiplenen, iktidar ya da muhalefet tarafından sıklıkla terör ile iltisaklı addedilen gel gelelim sorduğu, soruşturduğu, bugünlerde de halen geçerliliğini koruyan tüm sorunlara karşı çözüm ihtimallerinin diyalogdan geçtiğini zikreden Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi – Dem Parti Eş Genel Başkanı Bakırhan Xizan’da konuşur. Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Sêrt’teki seçim ziyaretlerinin ardından Bêdlis’e geçti. İl girişindeki Buzlupınar Dinlenme Tesisleri’nde karşılanan Bakırhan ve beraberindekiler ardından konvoy şeklinde Xîzan (Hizan) ilçesine doğru yola çıktı. Coşkulu konvoy Xîzan’a bağlı Tatik (Yolalan) Beldesi’nde onlarca kişi tarafından karşılandı.
Yapılan selamlamanın ardından Bakırhan ve beraberindekiler, Xîzan ilçe meydanında çok sayıda kişinin katılımıyla halk buluşması gerçekleştirdi. Halk buluşmasında konuşan Bakırhan, Xîzan’ın ilmin, alimlerin yetiştiği bir ilçe olduğunu belirtti.
Xizan’ın Said-i Nursi’nin ve onun gibi önemli isimlerin ve kahramanların mücadele ettiği bir merkez olduğunu söyleyen Bakırhan, 2014 belediye seçimlerinde Xîzan Belediye Eşbaşkanı olarak seçilen ve yerine kayyım atandıktan sonra cezaevine konulan İhsan Uğur’a selam gönderdi.
Doktora kaynak yok, koruculara kaynak var!
Xîzan’a girince başka ülke sınırlarına girildiği hissinin uyandığını söyleyen Bakrıhan, 50 bin kişilik Xîzdan’da sadece 4 uzman doktorun olduğunu söyledi. Bunun yanı sıra Xîzan’da çok sayıda asker ve korucunun bulunduğuna işaret eden Bakırhan, “Doktora, işsizliğe kaynak yok ama güvenlik ve koruculara kaynak var. Türkiye’nin tanka, topa, silaha ihtiyacı yok. Niye yok? Kürtler bu ülkede kendi dillerini, kültürlerini yaşatmak istiyorlar. Eşit yurttaş olmak istiyorlar. Kürtler bu topraklarda anadilini konuşmak istiyor. Bu Kürde tankla, topla cevap vermek neye neden oldu? Ülkenin ekonomisini batırdı. Topa tüfeğe verdikleri parayı emekliye, askeri ücretliye verselerdi, daha zengin bir ülke olacaktı” dedi.
‘Böyle kardeşlik mi olur?’
Şex Seid’lerden, Seyit Rıza’lara ve günümüze kadar anadili konuşmak, diğer halklarla eşit olmak istediklerini belirten Bakırhan, “Bunun için tanka topa niye ihtiyaç var? Erdoğan çıkmış yerel seçimden ziyade silahtan, savaştan bahsediyor. Kürtlerin yaşadığı yerleri ‘teröristan’ olarak görüyorlar. Kürdün yaşadığı her yerde arama noktaları var, askerler var. Ama doktor yok, sağlık yok, anadilde eğitim yok. Sonra da diyorlar, ‘kardeşiz.’ Böyle kardeşlik mi olur?
Biz kardeşsek Kocaeli’ndeki bir fabrikayı Xîzan’a kursana. Kardeşsek, Kürt gençleri neden metropollerde inşaatta çalışmak için ailesinden uzaklaşıyor? Biz kardeşsek Kurdistan’daki uyuşturucu bataklığına kim sebep oldu? Kürt genci uyuşturucu içsin ama partisiyle, halkıyla birlikte olmasın. Bunların derdi, ‘aç kalıp, işsiz kalıp, anadilinizi konuşmayın, kendi belediye başkanınızı seçmeyin’ Bizim topraklarda ne Arap’a, ne de Türk’e düşmanlığımız yoktur. Hepsi bizim kardeşimizdir. Biraz önce Tatik Beldesi’nden geldik, burada eskiden Kürtçe tabela vardı ama kaldırılıyor. Anadil tabelasını kaldıran bir insan, insan değildir. Anadil tabelasını söken bir yönetici, sizin kardeşiniz değildir. Anadilini yok sayan kesinlikle atalarının, dedelerinin geçmişine ihanet ediyor. Dolayısıyla biz kardeş ve eşit olalım istiyoruz ama onlar bunu istemiyor. Biz bu ikiyüzlü siyaset karşısında ne yapacağız? 31 Mart’ta İhsan başkanın demokratik yerel yönetimler anlayışını yeniden hayata geçireceğiz. Xîzan’da 7’den 70’e herkesin belediyesi olacağız. Biz böylesine insanca çalışıp, hizmet ederken onlar kayyım atıyor. Kayyım önce belediye önünü beton duvarlarla kapatıyor, belediye kapısını halka kapatıyor” ifadelerini kullandı.
‘Önce Xîzan’la barış ki, sonra dünya alem sana itibar etsin’
Hangi partiden olursa olsun halkın seçtiği adaylara kayyım atanmaması gerektiğini vurgulayan Bakırhan, “Bunların eli havada, başı seccadede ama aklı haramda. Erdoğan çıkmış İstanbul’da ‘Uluslararası Barış Konferansı’ yapıyor ama Xîzan’da operasyon, baskın, gözaltılar yapıyor. Bürokrasi AKP’ye çalışıyor. Önce Xîzan’la barış ki, sonra dünya alem sana itibar etsin. Kendi ülkende 80 yaşındaki insanları tutuklayıp, katledeceksin sonrada İstanbul’da çıkıp ‘barış konferansı’ diyeceksin. Hadi oradan hadi! Ne Xîzanlılar ne de Kürtler senin ikiyüzlü politikalarına inanmayacak” tepkisinde bulundu.
Kürtçeye tahammülsüzlük
Çatı ve balkonlardan izleyenlere de seslenen Bakırhan, “Biz Meclis’te iki kelime Kürtçe konuştuğumuzda ne yapıyorlar? Mikrofonu kapatıyorlar. Parlamentoda sizin dilinizi kapatan ve buna itiraz etmeyen diğer siyasi partilere nasıl oy vereceksiniz? Bunu nasıl kabul edeceksiniz?” diye sordu.
Seid-i Nursi’nin sözleriyle konuşmasını sürdüren Bakırhan, “Xîzan toz, duman, çamur içinde. Mahallerde doğru düzgün yol yok. Çocuğumuz hastalandığında 50 bin kişilik ilçede uzman doktor yok. Buna kaynak yok ama operasyona kaynak var. Kürt’ün başına vurulacak cop için kaynak var, hizmet için yok” dedi.
‘Hırsızlıklarını saysak buradan İstanbul’a yol olur’
Emeklilere 10 bin TL ile geçinip geçinmediğini soran Bakırhan, 3 maaş alanları hatırlattı. Bakırhan, “Bir oyunuz var, sizin için mücadele edenlere verin. Diğer siyasi partiler sizin, gençlerinizin geleceği için on yıllarca süre cezaevinde kalacaksa, gidin onlara verin. Bizim belediyelerde yolsuzluk, hırsızlık yok. Halka hizmet var. 25 yıldır belediyecilik yapıyoruz ama hiç duydunuz mu, ‘Hırsızlık yapan Kürt belediye başkanı var’ diye? Kayyımlara, AKP’lilere bakın, hırsızlıklarını saymaya başlasak buradan İstanbul’a yol olur” diye konuştu.
Bakırhan son olarak, iktidar partisinin hizmet getirmeyeceğini söyleyerek, “Sizlere çok önemli belediye eşbaşkan adayları getirdik, sizlere emanet ediyorum” dedi.”
Kimseyi ayırmadık, öteki bellemedik, hizmet götürdük, hizmetkar olduk diye bildirirken muktedir tekzip Xizan’dan çıkagelir. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi Eş Genel Başkanı Bakırhan, inatla görmezden gelinene karşı bir meramı eyler, tıpkı tüm diğer paydaş parti üyeleri gibi. Basite indirgenemeyecek bir terörist yaftalaması, illa ki birileri ya da bir partiye esir oldukları zikredilen halkın kapalı kapılar ardındaki işlerin değil en kestirmeden halkın dertlerini duyup, çözmeye namzet bir profilin, projeksiyonun neden elzem olduğunu göstere gelir Bakırhan ve beraberindeki heyet. Ayrımcılığın, dibine kadar nefret söylem ve eylemlerinin bitimsiz kinin, ötekisi addedilerek hedef göstermelerin tam da karşısında bir bakış var edilir, belirgin bir direniş hattı. Halkların ortak mücadelesinin neden elzem olduğu, ama ve fakat şerhlerine düşmeden bir alternatifin var edilebilmesinin niye gereksinim dahilinde olduğu bütünüyle konuşulanların satır aralarındadır. Bakur Kürdistan’ı sathı mahallinde olan biteni merak edenlere değil, Türkiye’nin kalanında her neyin var edilmeye devam olunduğunun da sorgusu karşımıza çıkartılır. Bu hiddetle sahiden nasıl bir kardeşlik söz konusu edilebilir?
Kimseyi ayrı koymadık. Hiç kimseyi ayırmadık. Birliğimiz, beraberliğimiz ilelebet kaim olacak. İşlerin hiçbir anlamda düzgün gitmediği bir zeminde onca yalanla, birbirinin daim tekrarı olagelen nutukların karşılığının koca bir boşluk olmasının utanmazlığıyla çepeçevre kuşatılıyor bu ülke. Seçim pratiklerinin gündelik yaşamı dar eden ekonomik yönetimin sunduğu darboğaz halinin, kısılan muslukların, zora koşulan hayatta var olma isteminin karşısına koca koca yalanlarla gün geçirmek bırakılıyor. Ekranlar derseniz hali hazırda binbir mavranın esiri, her akşam bir tespit taneciğine ev sahibi yapıp, ne kadar da mühim bir yerde, her şeyden nasıl da habersiz yaşadığımızı, halimize şükretmemizi en başta salık veren bir dominant haberimsi önermelerin kuşatması altında. Hemen arkasına bolca entrikalı, çokça uydur kaydır hayatların, paldır küldür zenginleşmiş insanların artık acayip olmaktan çok ucube hallerinde bir ülke mizanseninin peşkeşi var edilir. Gel gelelim onca laf arasına sıkıştırılan ayrımsız, iltimassız, kimselerin ötekileştirilmediği ülke bahsine dair tek bir kanıt ortalarda dolaşmaz. Sadece X için değil genel anlamda bu sahnede, bir ev olma halinin tarumar edildiği zeminde Y olmayan herkesi ötekileştirmeye devam denilir. Bariz, belirgin, dipsiz bir katran karanlığının ortasında seyrüseferine devam diyen bir menzilde hangi haktan, nasıl bir hukuktan bahis açılabilir ki! Gerileme, gemiyi azıya alan bir yok sayma, bedene, akla yönelik müdahalelerin sonsuzluğu ve tümü yukarıda bildirilen onca yaraya yenilerini ekleme hevesi bu kadar gerçekken ne olur ki yarın, her ne getirir ki onca kuru kalabalık, boş laf...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Babel Tower – Shirin ABEDINIRAD – Official Site
0 notes
seslimeram · 4 months
Text
Çürüten - Tüketen - Yok Eden
Tumblr media
Bir menzilin çürüten / tüketen / yok eden bir sahneye dönüşümü nihayete erdiriliyordu. İş bu raddede şu devinimin içerisinde o memleket pratiğinin köküne kibrit suyu dökülmesini görmemek ne mümkündür. Düzen sahibi olagelen baş efendinin / ırkçı yobaz takımının ol en cüretkar / yıkıcı kümeleriyle kurduğu menzilin istikameti bugün o çürüten yerin her ne, nasıl biçimlendirildiğini de örneklemeye kafidir. Boyunduruk altına alınmış halka ısrar ve inatla yalanlar sunulurken, savunulurken bir kenarda bildik akçalı işlere devam olunur bir misal. Seçim sathı mahalline girilmesinden az önce çıkagelen terörü aralıksız kucaklayan, bununla kendine yön çize duran bir menzilin var edilebilmesidir misal tüketen yeri sahici olarak bildirecek olan. Ötesi berisi ama yahut da fakat şerhlerine gerek bıraktırmayacak ol açıklıktaki tahakküm hallerinin yekununda yok eden yerin meselidir az biraz da bu ülkeyi bildirecek olan. Uçurumun kıyısına taşınıp derdest olunan hayatların sahnesi aralıksız bir biçimde kafamıza düşürülürken yolun / yordamın tüketilmesi o çürütme, bu tüketme ve tüm o yok etme sürekliliği ile sağlama alınır. Birbirini tamamlayan üçleme ile birlikte tüm o mutlak teslimiyetçiliğin var edildiği bir menzilin binasına devam olunur. Sene 2023.
Genel geçer değil doğrudan güncellenen her hamleyle bir kere daha o çürüten, tüketen ve sahici anlamda yok eden yerin kurgudan öte bir hakikat olarak var edilmesi söz konusudur. Hakikatini tümüyle bu kısır döngü birlikteliğinden el alarak var eden iktidarın ve tüm kliklerinin var ettiği yegane şey içinden çıkılamayacak bir cerahat sarmalını ülke diye pazarlamaya devam etmektir. Tümüyle kesintisiz bir biçimde yaşam olgusunun aleni bir biçimde tarumar olunmasına devam olunur. Nerede bir fecaat varsa orada kendisini en başa konumlayan bununla bir biçimde hayatı da mahvetmeye devam diyen bir yönetim hal ve istemiyle birlikte ol çürüten, tüketen ve sıfırlayan ülke gamı gerçekliğe kavuşturulur. Enikonu yapayalnız bir tahakküm hali içerisinde cerahatin kesintisizliğine verilen önemle birlikte yaşam altüst edilir. Hiçbir türlü olumlanabilir olanın var edilemediği bir düzlemde her şey o gümbürtü içerisinde eylenen hamlelerle birlikte bir ve tek istikamette cürmün kılınır. Süreğen politikaların var ettiği açmazlar, her birimizi dibine kadar taşıdığı odağın karanlığı zaten her durumda özetin de özetini oluşturacaktır. Hayat ehven olandan kopartılırken, cürmün sınırlarından duhul ettirilip sonsuz bir karanlık, habis bir döngüye evrim hakikat kılınır. Yolun sonrası nereyedir meçhul da değil, mübalağa da değildir, farkında mıyız?
Diken.com.tr’den aktaralım: “TÜRK-İŞ’in, çalışanların geçim koşullarını ortaya koymak ve temel ihtiyaç maddelerindeki fiyat değişikliğinin aile bütçesine yansımalarını belirlemek için her ay yaptığı ‘Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması’nın Aralık 2023 sonuçları açıklandı.
Araştırmaya göre, aralık ayında dört kişilik ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarını ifade eden açlık sınırı 14 bin 431 lira.
Gıda ile giyim, konut, ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarına denk gelen yoksulluk sınırıysa 47 bin 9 lira olarak hesaplandı.
Bekar bir çalışanın yaşama maliyeti aylık 18 bin 796 lira. Ankara’da yaşayan dört kişilik ailenin gıda için yapması gereken asgari harcama tutarı bir önceki aya göre yüzde 2,89 arttı. Son 12 ay itibarıyla değişim oranı yüzde 77,50 olarak hesaplandı.
Et fiyatları geçen yılın aralık ayına göre iki kattan fazla arttı
Beyaz peynirin kilogram fiyatı, bu ay marketlerde ortalama 190 lira oldu. Süt ve yoğurt fiyatları kasımdaki seviyesini korudu.
Et fiyatlarında bu ay ciddi bir artış görüldü. Dana kıymanın kilogram fiyatı, geçen aya göre 46 lira artarak marketlerde ortalama 377 lira, dana kuşbaşının kilogram fiyatı geçen aya göre 37 lira artarak 393 lira oldu. Et fiyatları geçen yılın aralık ayına göre iki kattan fazla arttı.
Yumurta fiyatları aralıkta geçen aya göre yüzde 17 yükseldi, yumurtanın tanesi ortalama 4,45 liradan satıldı.
Tavuk gövdesi, ortalama kilogram fiyatı 72 lirayla marketlerdeki yerini aldı.
Balık çeşitliliğinin artması sebebiyle tezgahlarda en çok talep gören deniz balıkları, bu ay kilogramı ortalama 175 liradan satıldı.
Bulgur fiyatında yüzde 5 artış
Kuru baklagiller ve yağlı tohum ürünleri geçen ayki seviyelerini korudu. Aralık ayında kuru fasulye, kilogramı 92 liradan, ceviz, fındık, yer fıstığı ve ay çekirdeği gibi yağlı tohumlar, kilogramı ortalama 336 liradan satışa sunuldu.
Tahıllar grubunda geçen aya göre sınırlı fiyat artışı oldu. Grupta en yüksek artış yüzde 5’le bulgurda görüldü.
Muzun fiyatı arttı
Bu ay ortalama sebze fiyatlarında artış görüldü. Geçen aya göre en yüksek artış, domates, patates, köy biberi ile sivri biber fiyatlarında oldu.
Ispanak, pırasa, brokoli ve kereviz, tezgahlarda geçen ayki fiyatlarını korurken, lahana fiyatında kısmi düşüş oldu.
Meyve tezgahlarında mevsiminden kaynaklı portakal ve mandalina fiyatları düşerken, muz fiyatı arttı.
Bu ay en düşük fiyatlı meyve greyfurt oldu. Greyfurt, ortalama kilogram fiyatı 12,5 liradan tezgahlarda yer aldı.
Ortalama sebze kilogram fiyatı 32,23 lira, ortalama meyve kilogram fiyatı 31,64 lira oldu.
Balın kilogram fiyatı arttı
Türk İş’e göre zeytinyağı fiyatları artmadı ve marketlerde litresi ortalama 300 liradan satılmaya devam etti.
Aralıkta zeytin fiyatlarında da önemli değişiklik olmadı. Salça, reçel, ıhlamur ve şeker fiyatları geçen ayki seviyelerini korudu, balın kilogram fiyatı 16 lira artarak ortalama 293 lira oldu.
Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu’nun verilerine göreyse açlık sınırı 16 bin 483 liraya, yoksulluk sınırı 46 bin 837 liraya yükselir.
Geçtiğimiz hafta içinde yaşanan bir intihar girişimi haber değeri taşımasının yanında asıl insanların her ne hallere taşındığını da göstere gelen bir durum tespitini bildirmişti. Maltepe’de yer alan bir alışveriş merkezinin üçüncü katında, korkuluklardan sarkan bir insanın 15 bin liralık bir borç nedeniyle girdiği sıkıntı yüzünden intihara meyletmesinin bütün bu sayfalarda anlatmaya çalıştığımız Türkiye gerçekliğinin her nasıl bir korkunçluk boyutuna taşındığını da yekten örnekler. O arada malum medyanın gündemden alelacele düşürdüğü, görülmesin, bilinmesin istediği o hayat memat mücadelesinin ucundaki insanlara dair en keskin örneklerden birisinin ardılını Anka Haber Ajansı haberinden öğreniriz. Tümüyle sınırlandırılmış, her anlamda kuşatılmış, yoksulluğu, yoksunlukla bir ve beraberce yaşayan insanların hayatlarının hiçbir istatistiki veriye gerek kalmadan apaçık yağmalandığı meseli olduğu gibi gerçekliği yüzümüze çarpar. Yoksulluk sınırının altında ortaklaşılan bir menzilde yarının kapkaranlık olması dışında her neyi sahiden biliyor bu ülke, farkında değilmişiz. Sorun yokmuş gibi yapıla durulurken “Açım ben aç, çocuklarım aç” diye ünleyen, sesini duyurabilmeye çalışan insanın çaresizliğe mahkum halinde kendinizi de, geleceğinizi de görmüyor musunuz, sahiden? Devam etsin mi bu düzen hep böyle...
Anka Haber Ajansından, Edda Sönmez ile Sadık Karakuloğlu’nun haberini aktaralım: İstanbul'un Maltepe ilçesinde önceki gün bir AVM'de "Açım, çocuklarım aç, borcum var" diyen vatandaşın canına kıyma girişimi sosyal medyada yankı bulmuştu. İmam nikahı ile birlikte yaşadığı Yılmaz Çakır'ın işsiz, kendisinin de kağıt toplayıcısı olduğunu belirten Leyla Gedik, ANKA Haber Ajansı’na konuştu. Akşamları kağıt toplamaya çıktığını, marketlerin kapıya koyduğu, tarihi geçmiş ürünleri çocuklarına yedirdiğini anlatan 39 yaşındaki Leyla Gedik, "Devlet büyüklerine ne diyeyim. Fakirin halinden anlamıyorlar. İşte biz bu durumdayız .Onların karnı tok sırtı pek ne diyeyim ki onlara. Eşim benimle gelip kağıt toplamaya çıkıyordu. Şimdi gelemez. Ne yapacağımı şaşırdım. Bir de eşim bu hale geldi hiç çalışamaz" dedi.
Maltepe'deki bir AVM'de önceki gün bir vatandaşın onlarca insanın gözü önünde "Açım, çocuklarım aç, borcum var" diyerek intihar girişimi üzüntüye yol açmış, sosyal medyada da yankı bulmuştu. Çok sayıda kemiği kırılan ve halen ağır yaralı şekilde hastanade tedavisi süren 42 yaşındaki Yılmaz Çakır'ın kağıt toplayıcısı immalı nikahlı eşi Leyla Gedik, yaşadıkları sıkıntıları, içinde bulundukları durumu ANKA Haber Ajansı'na anlattı.
“Fakirin Halinden Anlamıyorlar. İşte Biz Bu Durumdayız Onların Karnı Tok Sırtı Pek”
İstanbul'un Pendik ilçesinde yaşayan 39 yaşındaki 4 çocuk annesi Leyla Gedik, akşamları kağıt toplamaya çıktığını, marketlerden kapıya koyduğu, tarihi geçmiş ürünleri alıp onları çocuklarına yedirdiğini ifade ederek şunları söyledi:
"Birisi ona gıda yardımı yapacakmış o yüzden oraya gitti. Sonrası ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum. Oraya çıkmış. Doktorlar eşimin düştüğünü durumunun çok kötü olduğunu söylediler. Sonrası hastaneye gittim eşimin her tarafı kırık. Ayaklarında, belinde kırık var. Yürümeyecek hala gelmiş. Doktorlar 'Yürüyebilir ama bir mucize' diyorlar. Eşim utangaçtı biraz. Kendinden utanıyordu çalışamıyor diye. İş bulacaktı ama psikolojisi bozuktu. Onun için doğru düzgün bir iş bulamadı. Daha önce hamallık yapıyordu. Benimle kağıt toplamaya çıkıyordu. Akşamları olduğu zaman ikimiz kağıt toplamaya çıkıyorduk. Rahatsız olduğu için ben gidiyordum onunla. Devlet büyüklerime ne söyleyeyim ablam. Fakirin halinden anlamıyorlar. İşte biz bu durumdayız, onların karnı tok sırtı pek. Ne diyeyim ki onlara. Kağıt toplamaya çıkıyorum fabrikaya veriyorum. Günlük 100 TL, 120 TL para veriyorlar. Yani ne kadar çok toplarsak o kadar çok kazanıyorsun. Çok toplarsam çok, az toplarsam az. Bel fıtığı ve boyun fıtığım var hastayım ama kağıt toplamaya çıkıyorum. Zor oluyor işte. Yine eşim benimle gelip kağıt toplamaya geliyordu, şimdi o da gelemez. Ne yapacağımı şaşırdım. Kime bağırsan, kime sesini duyursan, kimse yardım etmez herkes kendi derdinde. Allah çocuklarıma sağlıklı ömür versin. Ben çalışarak çocuklarıma da bakarım.
“Çocuklarımın Aldığı Maaşın İçinden Devlet Kesiyor, Vermiyor Bize"
Borcumuz var, maddi durumuz iyi değil. Ben çocuklarıma sosyal yardım alıyorum. Önceden bir tane araba almıştık kağıt toplamak için onu sattık. Borçlar üst üste katlandı, biz de yatıramadık. Çocuklarımın aldığı maaşın içinden devlet kesiyor, vermiyor bize. Kağıt toplayarak geçiniyoruz. Bir de bu ev 750 TL idi şimdi 2 bin TL oldu. Vallahi akşamları oldu mu kağıt toplamaya çıkıyorum. Marketlerde tarihi geçmiş ürünleri atıyorlar onunla geçiniyoruz Allah’ıma bin şükür. Maddi sıkıntımız var, bir de biraz borcumuz var. Ne yapacağımı şaşırdım. Bir de eşim bu hale geldi hiç çalışamaz çünkü her tarafı kırık platin koymuşlar. Bir daha çalışamaz eşim."
Anlatılanların tersine doğru ilerleyen, güncellenen bir haberdir şu yukarıdaki birkaç paragraf boyunca aksettirilen. Doğrudan ve yalın bir biçimde yurttaşın yaşam hakkının hiç addedildiği, sıkıntılarıyla bir başına konulduğu, çaresizliğin ortasına terk edildiği yerde, kim sahiden yıkımın farkına varacaktır? Onların karınlarının tok, sırtlarının pek olduğu gerçekliği karşımızda yükselirken kim anlayacaktır ki, bunca yoksulluğun ortası bir hayat imgesi var olamaz, olmuyor işte! Ağır yaralı olarak kurtulanın, geride bıraktığı ya da gündelik yaşamına devam etmesi elzem olan bakmakta olduğu insanların halleri ol hayatın her nasıl var edilemediğini de göstere geliyor bir kere daha. Bir kez olsun sahici bir biçimde insanların yaralarına ehemmiyet verilmesinin söz konusu edilmediği bir yerde bunca afaki bir biçimde cürümler / yıkımlar ve küçük kıyametler hayatı kuşatmaya kesintisiz bir biçimde devam edecektir. Bir gün marmaray’da, bir gün bir başka sokakta, bir iş yerinde ya da böyle janjanlı sunumların var edildiği plastikleştirilmiş bir alışveriş merkezinde onca yalanla, riyayla kurumsallaştırılan mutlu, mesut, refah içinde yüzen ülke titri boşa düşer. Yıkımın aralıksız hali karşısında insanların canlarından gayri var edeceği, sunacağı bir isyan çığlığı kalmamıştır. Bu hallerin yekununda, iki üç gün sonra unutulacak olan bu kaçıncı yaradır, sahiden? Kim nasıl edecektir ki Yılmaz Çakır hayata tutunacak, Leyla Gedik çocuklarıyla var olabilecektir, sıkıntısız, gündelik rızık için tasasız, sahiden?
Bir menzilin çürüten / tüketen / yok eden bir sahneye dönüşümü nihayete erdiriliyordu. Tümüyle yaşamın yerle yeksan edildiği bir menzilin güncellemesi konusunda ilerlemeye devam diyordu muktedir, o meşum meselle durmak yok yola devam! Sesli meramın sınırlı sayfalarına sığmayacak kadar afaki yıkımların var edildiği bir güncellikte yaşam her nasıl muhafaza olunacaktır? Tümüyle bariz belirgin bir biçimde arasız, eksiksiz, hiç bitimsiz sınamalar yeniden ve yeniden imal olunurken bundan sonrası neyi getirir ki bariz bir kıyametten öte. Umut verilip durulurken hemen ardından çıkagelen yıkıcılığa, aşağılama ve hakaretlere eşlikçi olarak devam olunan tehditlerle bir biçimde yaşama eylemi kepaze edilirken nedir ki yani gelecek, neyi getirecektir? Tümden dönüşümünü sağlama alan bir iktidar mefhumu, geleceği bu şimdi içerisinde çürütürken, tüketirken, yok etmenin eşiğine taşırken hamasi nutuklar, atıldı mı mangalda kül bıraktırmayan vaat ve imlemeler / yönlendirmeler hangi hayatı / hayatları kurtarabilecektir, sahiden düşünür müydünüz? Ezdirmedik, yedirmedik derken herkese hapı yutturmaya bir yanılsama içinde dört bir yanda küçük kıyametlerle ilerlemeye devam mıdır? 2024 ne getirecektir sahiden, düşünür müsünüz? İlginize...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: No Justice No Peace – Lara JAMESON – Pexels
1 note · View note
seslimeram · 6 months
Text
Düzenekler Altüst!
Tumblr media
“Özgürlük, ancak her şey anlamını yitirdiği zaman ortaya çıkabilir; çünkü anlam, ne tür olursa olsun, yalnızca ideolojik bir kabuktur.” Jean Paul SARTRE
Düzenekler altüst oluyor. Gündelik bir yaşam pratiğinin imkansız kılındığı bir heyulanın orta yerine demirliyor ülke. Genel geçer değil hep kalıcı, daim yıkıcı, çokça karanlık olan o tahakküm nesnelliği ile düzen / düzeneklerin altı üstüne getiriliyor. Her şey pejmürdelik içerisinde, paramparça. Her gün biraz daha ağır sınamaların meskeni / fonu kılınıyor. Her şekilde Türklük imgesinin başat bir figüratif olarak kodlandığı zeminde, kalanların canını önemsemek detayın ta kendisi kılınıyor. Varsa yoksa seçilmiş zümreler, her dem arkaları toplanan seçkinler. Öyle acayip bir pespayelik haller silsilesi ki, enerji diye bir tarafından sesler çıkartarak medya şaklabanı bir temsilin iç ettiği milyonlarca dolarlık rant çemberi magazinsel bir laf kalabalığı ilan ediliyor. Milletin orasını şey yapacak olan tahayyülün ta kendisi, inşaat ya resullallah müteahhitlerinden cengiz efendinin ilhak edildiği öne sürüle durulan bir sahanın geri kazanımı sonrasında oranın da şeyini şey yapabilmesi için kapılar sonuna kadar açılıyor, memleketten tıs yok. Tahakkümü var eden, ister beyaz, ister mavi yaka işçiler olsun her durumda sömüren, altı aylık bilançolarında semirip durmaktan bir halde, bir biçimde milletin parasını iç edip net kar rekorları açıklamayı sürdüren devletli onaylı, sabancı, koç, demirören, şahenk mahenk nice at hırsızının sponsorluğunda bir yer, bir ülke cumhuriyet bayramı merasimi gerçekleştiriyor. İki satır geçmişin kökünde yer bulan kimliklerin varlıklarını iç edip, adıyla sanıyla çöküp, yutan hırsız takımının bugün iyi insanlar, memleket sevdalıları diye anılmaları dert olunmuyor. Mekanizma, düzenek hep sıradana karşıt işliyor. Düzenek daim bir tarumar etme halini güncelliyor aralıksız bir halde.
Duraksamadan, ikiletmeksizin var edilmiş tahakküm nesnelliğinin ayrımcılık ve nefret edimi ile birlikte kurgudan gerçeğe dönüştürüldüğü zeminde sıradan insanların hayattaki hakları ne olacaktır ki! Biteviye bir yeni yüzyıl şablonu zikredilirken daha ekonomik hali perişanlık olan bir ülkenin yönelimi ne olacaktır misal? Sadaka kültürü gibi, çalışmayan o emekliye vaat edilmiş cumhuriyet ikramiyesi 5000 liranın bugünün şartlarında bir kişinin üst başını tamamlamaya dahi kafi gelmediği bir zeminde müşterek nasıl savunulabilir. Ya o tek maaşla geçimini var etmeye mecbur olanlar ne edecektir, 7500 lira ya da asgari olan 11 bin dört yüz iki lira neye merhem olur misal? Masallar anlatılırken, itibardan tasarruf mu olur canım diye geçiştirilip, baş efendi kendi maaşına kırk küsur bin lira dokunuş, bir biçimde gırtlak gırtlağa düştükleri zikredilen meclisteki vekillerin / vekil emeklilerinin de maaşlarına iyileştirmeler apar topar var edilirken, o makam bu mevkideki seçilmişler tüm o yozlaşmış sermayenin kan emici sülükleri gibi / onlar kadar açık bir yağmaya devam edip dururken müştereken, sıradan insanların çektiklerinden kim nasıl bahis açacaktır sahi ama sahiden? Noksansız bir biçimde sıradan insanın hakkaniyetsizce haklılığının üstünde çizikler atılmaya devam ediliyor daha bu bir tek konu, yaralar, bereler hep ortada, hep ayan beyan gün yüzü görmeye devam ediyor. Düzenin, düzeneği kendi sabık yolunda ilerlemeyi muteber bir meseleymiş gibi duyururken her şey alt üst edilmeye devam olunurken hayatın / elden kaçırılanın meselesi ne olacaktır, sahi ne olacak?
BirGün Gazetesi’nden aktaralım: “Cumhuriyet’in 100. Yılında ülkeyi her alanda uçuruma sürükleyen iktidar yargıyı da baştan başa kuşattı. Başkanlık rejimine geçilmesiyle birlikte Meclis işlevsiz hale getirilirken yargı Saray’ın kontrolüne geçti. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) kararlarını hiçe sayan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AHİM) bağlayıcı hükümlerini görmezden gelen hükümet, ‘tek adam’ yönetimini Türkiye Yüzyılı etiketiyle ülkenin ikinci yüzyılının kurucu rejimi haline getirdi. Devletin kurumları yargı kararları yerine Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet temsilcilerinin sözlerini kutsal bir metin gibi uygulama yarışına girdi. TİP’ten Hatay milletvekili seçilen Can Atalay, AYM’nin hak ihlali kararına rağmen şu ana kadar serbest bırakılmadı. Eski Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Gültan Kışanak, yedi yıl olan azami tutukluluk süresini doldurmasına rağmen tahliye edilmedi. AYM kararına rağmen yürüyüşü engellenen Cumartesi Anneleri her hafta gözaltına alındı. Son olarak Antalya’daki özel bir okulda 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında AKP’nin ‘Türkiye Yüzyılı’nı eleştiren öğretmen gözaltına alındı.
AYM Kararları Yok Sayılıyor
AYM’nin Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekili Can Atalay’ın tutukluluk halinin hak ihlali olduğuna yönelik kararının İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tahliye kararı verilmeden dosyası Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne gönderilmesine tepkiler sürüyor. AYM’nin 25 Ekim tarihinde verdiği kararda, Atalay’ın “seçilme hakkı” ve “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı”nın ihlaline hükmetse de dosyanın sevki iktidardan talimat beklendiği eleştirilerini de doğurdu. Atalay’ın tutukluluğuna karşı çıkılırken MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız’ın AYM’e Başkanına “Yargısal aktivizmde bulunamaz” sözleri ise tepki çekti. Dosyanın sevkine ilişkin sosyal medya hesabından açıklama yapan Atalay ise, “Başka bir merciye ‘gereği için’ göndermesinin hukuka aykırılığının HSK tarafından soruşturulmasını talep ediyorum” dedi. AYM’nin kararının yerine getirilmediği her anın devletin niteliklerine zarar verdiğini aktaran Atalay, “İkili devlet anlayışını kabul etmiyoruz. Buna alışmayacağız. Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmamasına ilişkin bir ‘irade’ var ise bu iradenin 13. Ağır Ceza Mahkemesi başkanına ait olamayacağı açık olduğundan hukuka bağlı olmayan Devlet hayalinin sahipleri kimlerdir?” diye sordu. Atalay şu ifadeleri kullandı: “Üyesi olduğum TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nu yargı kararıyla oluşan hak ihlalinin giderilmesi için verilen karara uyulmayarak ihlalin devam ettirilmesinin araştırılması başlıklı gündemle toplantıya davet ediyorum. TBMM’yi yargının yerine geçerek karar verenlerin kim olduğunu araştırmaya ve Anayasal düzeni askıya almaya teşebbüs edenleri tespit etmeye davet ediyorum.” Atalay’ın arkadaşları ve meslektaşları, 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne tepki gösterdi. Çağlayan Adliyesi önünde konuşan Avukat Volkan Gültekin, "Bu basın açıklaması bir suç ihbarıdır" ifadelerini kullandı.
Talimat Bekleniyor
AYM kaynakları, yerel mahkemenin kararı uygulamamasına karşı Türkiye’nin "hukuk devleti" olduğu anımsatması yapmakla yetinildi. Gazeteci Alican Uludağ’ın haberine göre, Yargı kulislerinde ise yerel mahkemenin altı gün bekleyerek karar vermemesi, "yukarıdan talimat" beklendiği şeklinde yorumlandı. MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız’ın karardan saatler önce yaptığı paylaşımın tartışmaya etki yaptığı belirtiliyor. Ancak ne Adalet Bakanlığı’ndan ne de Hakimler ve Savcılar Kurulu’ndan tartışmaya ilişkin resmi bir açıklama yapıldı.
“Hukuk Devleti Olmaktan Uzak”
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Erinç Sağkan, son dönemki hak ihlallerini BirGün’e değerlendirdi. Antalya’da Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında AKP’nin ‘Türkiye Yüzyılı’ kampanyasını eleştirdiği için hakkında soruşturma başlatılan öğretmene ilişkin konuşan Sağkan, “Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 216. maddesi kapsamında soruşturma başlatıldığını yapılan açıklamadan anlıyoruz. Hangi söyleminin halkı kin ve tahrik anlamın değerlendirildiği ve bu anlamda soruşturma açacak ciddiyete hangi söylemin neden olduğunu, kamuoyunda yaratılacak infialin neye dayanarak tespit edildiği gibi hiçbir unsur belli değilim” ifadelerini kullandı.
Sağkan, AYM kararına rağmen cezaevinde tutulan Can Atalay hakkında ise şu değerlendirmeyi yaptı: “Can Atalay konusu ise yargının yaptığı yanlışlara ağır olarak tekabül eden bir işlemdir. Can Atalay kararında AYM iki ayrı konuda hak ihlali tespit etti. Kişinin seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ihlali tespiti yaptı, devamında da tutukluluk ile kişi hürriyet ve güvenliği ihlali tespitini yaptı. Devamında da hangi işlemlerin yapılması gerektiğini karar altına aldı. Anayasa’nın 153. Maddesi çok açık, AYM kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları ile idari makamlarını bağladığını belirtiyor. Yeniden yargılama işlemini ilk derece mahkemesinin yapması gerekiyordu.”
Soruşturmaya Skandal Gerekçe
Antalya'da özel bir okuldaki Cumhuriyet’in 100. Yılı kutlamalarında Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği yapan Emine Karakaş, AKP'nin sıkça dile getirdiği 'Türkiye Yüzyılı' söylemi hakkında yaptığı konuşma nedeniyle evinden gözaltına alındı. Daha sonra serbest bırakılan öğretmenin gözaltına alınmasına ilişkin Antalya Emniyet Müdürlüğü’nden skandal bir açıklama geldi. Açıklamada, “Konuşma yapan şahsın bir öğretmen olduğu, konuşması içeriğinde Türkiye Yüzyılı’nı hedef aldığı, bir eğitim kurumunda siyaset yapıldığı ve birlik ve beraberliği zedeleyerek, ayrıştırıcı tutumun sergilendiği vb.” ifadeleri kullanıldı.
İmajı Zedelenmiş
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin de TOBB Türkiye Eğitim Meclisi toplantısında hakkında soruşturma başlatılan ve gözaltına alınıp serbest bırakılan öğretmen hakkında konuştu. Bakan Tekin, “Sektör olarak sizi kamuoyu nezdinde zor durumda bırakabilecek olumsuz örneklere karşı siz de tedbirlerinizi alırsanız bizim de sizin adınıza yürüttüğümüz mücadelede taleplerimizin karşılanma oranı yükselir… Başka bir sürü örnek zikredebiliriz. Bunlardan bir tanesi pazar günü Antalya’da yaşanan olay. Bu ve benzeri olaylar, imajımızı, ilişkimizi kamuoyunda farklı ve tartışılır bir hale getiriyor. Bunlara bir tedbir almak lazım” dedi.
Soruşturmaya tepki gösteren Eğitim-İŞ Antalya Şube Yönetimi’nin yaptığı açıklamada ise şu ifadeler yer aldı: “Öğretmen arkadaşımız sosyal medyada paylaşıldığı kadarını izlediğimiz konuşmasında cumhuriyet kazanımlarının önemini vurgulamaya çalışmış ve hiçbir siyasi kişiyi, partiyi ya da oluşumun ismini kullanmamıştır. Asıl işini, yani eğitim çalışanlarının, memurların ve memur emeklilerinin sorunlarının çözülmesi görevini yerine getiremeyen bu şahsın fikirlerini beğenmediği bir öğretmeni hedef göstermesi açıkçası bizleri şaşırtmadı. Eğitim-iş Antalya Şubesi olarak hiçbir eğitim çalışanının fikirleri ve bunları paylaşmaları sebebiyle hedef gösterilmesinin ya da gözaltına alınmasının karşısında olduğumuzu, yaşanan bu sürecin takipçisi olacağımızı belirtmek istiyoruz.”
Kocaeli’de Eylem Yasağı
Kocaeli Kürt Dili Hareketi Derneği'nin, yapacağı bir etkinlik paylaşımını gerekçe gösteren Kocaeli Valiliği, şehirde yürüyüş, toplantı, basın açıklaması, oturma eylemi, stant açma, çadır kurma, bildiri dağıtma gibi eylem ve etkinlikleri 7 gün süreyle yasakladı. Resmi sitesinden açıklama yapan Valilik, "milli güvenliğin sağlanması, kamu düzeni ve güvenliği ile genel asayişin korunması" amacıyla bazı kararların alındığını belirtti.
Kararı İhlal Ettiler
Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray Meydanı’nda yapmak istediği basın açıklaması geçtiğimiz hafta 29'uncu kez engellendi. Eylemin 970'inci haftasında polis ablukasıyla Cumartesi Anneleri ve hak savunucuları gözaltına alındı. Gözaltına alınan 27 kişi, yaklaşık 5 buçuk saat sonra serbest bırakıldı. Cumartesi Anneleri’nin 700’üncü hafta eyleminde polis tarafından yaralanan Aydın Aydoğan’ın başvurusuyla ilgili Anayasa Mahkemesi (AYM) hak ihlali kararı verdi. Yüksek mahkeme, kolluk kuvvetlerinin kötü muamele yasağını ihlal ettiğini belirterek Aydoğan’a 60 bin TL manevi tazminat ödenmesine hükmetti.”
Düzenekler altüst ediliyor. Gündelik bir yaşam pratiğinin imkansız kılındığı bir heyulanın orta yerine demirliyor ülke. Tümden baskıcılık, daimi bir tahakküm ekseninde günbegün bir kesim / güruh / yapı hedef alınmaya devam olunuyor. Kanun dairesinde Kürd’ün hakkının hiç edildiği bir zeminin hallerine dair Kobane Davası ve tutsak edilmiş nice insan koca bir yazı konusu kılınabilir. Gündelik hayatın ehven ile bağlarını, çok kimlikli ve beraberce eylenecek bir mesel olduğunu savunan, bu toprağın kültürünün peşinden ilerleyen Osman Kavala gibi bir insanın tutsaklığından okunabilir mesela hak / hukuk ve adaletin eksik gedik halleri. Tümüyle gasp edilmiş olagelen bir hayat akışının ortasında ol sivil itirazların en büyüklerinden birisi olagelen Gezi Parkı direnişinin itham edilmesine hala ve hala çalışılmasına, Çiğdem Mater’den, Tayfun Kahraman’a pek çok insanın rehin kılınmasında ne / nerede kim nasıl düzenekleri altüst ediyor görebilmek söz konusudur, ki görmek isteyene daha ne ibretlik tanıklıklar / ön almalar / yok saymalar mevcuttur. Bütün bu yukarıdaki mesellere dair kelam etmenin / sözü hakikatten yana kurmanın dezenformasyon olarak görüldüğü bilindiği bir zeminde 2022 Ekim’inde çıkartılan torba yasanın ilgili kanun maddesine göre haberdar etmenin suç kılınabilmesinin yolu açılmıştır. Bu hallerin böyle bir tevatürün birlikteliğinde zaten norm / normatif kalmaz, hiç bırakılmaz. Bu hallerin gölgesinde bir tek gün olsun demokrasiden, eşitlikten ve adalet bahsinden mevzu açılamaz. Bir kıyamın ortasına gümbür gümbür giden menzilde hayatın ehvenden alıkonulması mefhumunu kim nasıl engelleyecektir, bu bile bir şeyleri aksettirmeye kafidir, görmek isteyene!
Düzenekler altüst ediliyor. Gündelik yaşam pratiğinin lime lime edildiği bir güncellik hasıl oluyor. Her yandan her şekilde bir tahakküm, bir biçimde sınırlandırma halinin en kestirmeden sureti temsiliyle hayat kuşatılıyor. Ayrımcılığın, elitler ve öteki herkes diye var edildiği bir zeminde müşterek temel insan haklarının her nasıl lime lime edildiğidir biraz da mesele. Düzen sahiplerinin kendilerine göre var ettiği düzenekler / sıradan olan eliyle kurulmuş, düşe kalka ama öğrenerek, ama çözümleyerek, ama yeniden ve yılmadan var ederek bina edilmiş olagelen düzenekleri, yaşam biçimlerini altüst ediyor artık. Yeni yüzyılını arşınlıyor denilirken bir menzil, toplumsal dinamikleri çürümeye eskisinden de süratli halde saldırılarla devam olunuyor. Yarını şimdiden tüketilmeye çalışılan bir zeminde, sorgunun, yanlışa yanlış diyebilmenin önünün alınmasıyla bir tek iyi gün var edilebilir mi? Demokrasi deneyimini artık laf olsun kabilinden bir eylemselliğe iktidarı, muhalefeti el ele koşa koşa var ederken, acil çözülmesi elzem sorunların hakikati her ne olacaktır? Kim derman olacaktır, bunca kötürüm kılınmış, kangren kılınmak istenen yara bereye. Dahası nereye kadar böylesi bir tahakküm, ayrımcılık, yok sayma hallerinde bir ileri ülke, muasır medeniyet lafzı devam olunabilir! Her şey tersine, dipsiz bir karanlığın esiri kılınırken. Sahiden istikamet nereyedir...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Francisco SECO – AP Photo
1 note · View note
seslimeram · 10 months
Text
Müştereklerimiz
Tumblr media
Müştereklerimiz delik deşik kılındı. Bugün ismen yeni denilen, yepyeni bir yüzyılın eşiği içerisinde geleceğine adım attığı bildirilen bir yerde müştereklerimiz tarumar ediliyor her dönemeçte, anbean. Sınırsız, arkası kestirilemeyen bir cerahat isteminin refakatinde artık her şey olması gerekenin ötesinde bir dirençle kuşatılıyor. Bütünüyle sönümlenmesi için, adına kurgudan gerçeğe taşınan her eylemle yaşam istemi çevreleniyor. Sınırlar hep biraz daha daimi bir istemle az biraz denile denile çürümenin kılınıyor. Her şey rotası, yönünü kaybederek duraksamadan bir lincin ortasına terk ediliyor. Hakkaniyet yerle bir, eşitliğin mevzusu söz konusu değil, demokrasi lafta bile ortalarda anılmayan, hürriyet zaten alenen esarete dönüştürülmüş birer mesele kılınıyor. Yıllar yılıdır süre duran eşitlenme, adaletin ta kendisine haiz bir yerin akamete uğratılması 28 Mayıs seçimlerinden hemen sonra var edilmiş yepyeni ülke koalisyonunda o sağcı / ırkçı / siyasal islami motiflerden el bularak, yön tayin eden, memlekete hiza biçenler eliyle müştereklerin talanını da mümkün kılar.
Vilnius’ta Nato toplantısı sırasında, demokrasinin beşiği, hukukun var edildiği bir ülkeye dair sözler sarf eden baş efendinin tarifesinin her neye tekabül ettiği az çok eylediklerinin kıyısında kendiliğinden görünür kılınır. Müşterek kırımının her nasıl var edildiğinin de en köşe başlarını görmek o demokrasi bahsini açmaktan ne kadar da uzaklarda olunduğunun da ifşasıdır, sahiden sorgulayana. Demokrasi ve özgürlükten bahis açılacaksa şayet onun da tek sahibi baş efendi olduğunu göstere gelir, tek bir soru. “Görüyorum ki birinci derecede Türkiye’yi tanımıyorsun, Türkiye’nin demokrasi hak ve özgürlükler konusunda bir sıkıntısı yok. Dünyada yüzde 90’a yakın katılımla seçim yapıldığı kaç ülke var, bizim son seçim yüzde 88 ile yapıldı ve ben oradan seçildim. Hak ve özgürlükler konusunda eksik olan hiçbir şey yok.” Fazla uzaklardan değil, daha Şubat ayında yayınlanmış olan Demokrasi Endeksi raporunda Türkiye ile ilgili maddenin bir kısmı zaten bütünü tekzibe yeterlidir, aktaralım: “Türkiye, Demokrasi Endeksi'nde 2022 yılında 167 ülke arasında 103'üncü sırada yer aldı. 10 puan üzerinden yapılan değerlendirmede Norveç, 9,81ile listenin zirvesinde bulunuyor. Yunanistan ise "en kayda değer genel iyileşmeyi" gerçekleştirdi.
Türkiye'de "demokrasinin ciddi şekilde sınırlandığı" belirtilen raporda "Seçimler genellikle özgür ve adil değil, medya sansüre tabi, hukukun üstünlüğü zayıf ve yolsuzluk yaygın." şeklinde değerlendirme yapılıyor.
'Otoriter rejim' kategorisinin 6 basamak üzerinde yer alan Türkiye'nin ortalama puanı 2012'deki 5,76 seviyesinden 2022'de 1,41 puan düşerek 4,35'e geriledi.
Raporda "Bu düşüş eğilimi cumhurbaşkanının giderek artan otokratik yönetimini yansıtmaktadır." deniliyor.” Bütünüyle pervasız bir biçimde yaşam isteminin ta kendisi hedef kılınıyor. Cerahat eksik kılınmaz her güne sabit olunurken, demokrasi edimi ve tüm anlamlarıyla yaşamdaki pratiklerinin köküne kibrit suyu dökülür. Bütün bunlar aynı anda hep eş zamanlı olarak var edilir. Yönetim katının yönelimi duraksamadan bir biçimde her türlü hür iradenin önünü almak olduğu hemen her eyleminde topluca müştereklerimiz söz konusu olduğunda eylediklerinden bariz kılınır. Bir cerahat sarmalına rehin edilmiş olagelen her şeyle, hep şablon ezber edilmiş eylemsellikle birlikte o nüktedan değil de sahiden de can yakıcı demokrasinin kırımı kesintisizleştirilir. Bir ülkedeki hayat hakkını, yaşamda var olma istemini, sözünü savunabilme hürriyetini, oyuna sahip çıkıp yönetimde baskı unsuru, otoriterliğe geçit vermeme hakkını sorgusuz sualsiz yerle yeksan eder ol baş efendi ve şürekası. Bu muydu yeni ülke, bunlarla mı yeni yüzyıl, şahlanış vesaire.
Artı Gerçek’ten aktaralım: “Diyarbakır'ın Lice ilçesinin Türeli kırsal mahallesine bağlı Kalkanlı mezrasında çobanlık yapan Yalavuz ailesinden dört kişi askerlerin işkencesine maruz kaldı. 3 Haziran'da yaşandığı belirtilen olay, "Uzman Çavuş Komutan Berk" adlı TikTok kullanıcısının görüntüleri sosyal medyada "intikam" ifadesiyle paylaşmasıyla ortaya çıktı.
Görüntülerde, üç kişinin ters kelepçe takılarak yere yatırıldıkları, bir kişinin ise oturmuş bir vaziyette bir askerle konuştuğu görülüyor. Yine operasyona çıkan birçok askerin de ters kelepçeli yerde uzanan kişilerin başında beklediği görüntülere yansıdı. Yere yatırılan bir kişinin “Ekmek için yatıyorum burada” dediği ve görüntü çeken askerin ise, “Allah sizi var ya…” ifadelerini kullandığı duyuluyor.
Asker İşkencesini Anlattı
Görüntülerde yer alan ve ters kelepçeli bir şekilde yere uzatılan Hanifi Yalavuz, yaşananları anlattı. Yalavuz, "Olay 3 Haziran’da yaşandı, gece hayvanların yanındaydık. 4 kişiydik. Ben ve kardeşim, amcam ve oğlu. Saat 03.20 idi, çatışma çıktı, çatışamadan sonra bizi yakaladılar ve suçladılar. ‘Sizsiniz bize sıkanlar’ dediler. Sonra yere yatırdılar, ters kelepçe yaparak işkence ettiler, hakaret ettiler. Başımıza tekmelerle vurdular" dedi.
'Çağırıp Özür Dilediler'
Şiddet gördükten sonra mahalle karakolunda ifade verdiklerini aktaran Yalavuz, şunları söyledi:
"Sabah 05.00 gibi karakoldan bırakıp, köye gönderdiler. ‘Gidin orada askerler sizi bekliyorlar’ dediler. Gittik ifade verdik bıraktılar. Ertesi gün de beni karakola çağırdılar. Bana, ‘Onlar adına özür diliyorum, bilmiyorduk. Size işkence ve hakaret etmişler, onlara gereken cezayı uygulayacağız’ dediler. Sonra beni saldılar. O görüntüde konuşan bendim, daha çok konuşmuştum, konuşmamı kesmişler. Para kazanmak için gece gündüz orada çalıştığımı söyledim. Ekmeğimiz için hayvanların yanındayız. Gece gündüz bir buçuk aya yakındır oradayız."
Müştereğin yağmalanmasına net bir örnektir işte Lice’de yaşatılan tehdit / sanal agoraya saçılan linç. Bütünüyle yaşamın normunu alt üst etmek söz konusudur. Bir de Bakur Kürdistan’ı gerçekliğini ilave ettiğimizde o cerahatli hal daha da büyük istem / şevkle aleni bir biçimde yaşama müdahaleyi kendisine hak görür. Kötülüğün en üstteki sureti temsil eliyle olağan addedilmesi sonrasında yaratılan her eylem daha beterlerini görünür kıldı. Bakur Kürdistan’ı cenahında, 2015 kent ablukaları güncesinde ortaya çıkan imgeyi, Türk’ün Gücünü gösterme hevesi bir kere daha bir yaşama müdahale etmeyi olağan addeder. Bunu uygulamaktan çekinmez. Sosyal medyada kendi namı ile paylaşabilmeyi var eder. Kürd anlattığında yalan, dolan, inkar edilenlerin Türk’ün vizöründe kendi kendiliğinden kanıtlanması dışında ortada bir hak gasbı vardır. Yaşama müdahale, hemen her yurttaşı terörist ilan edebilme cüreti. Dahası kötülüğü bir norma dönüştürüp, her -x- için kullanıla gelen terörist, hain, mihrak yakıştırmasının, lince davetin bir kere daha ama son kez değil karşılık bulması mesele değil midir sahiden?
Devam edelim Mezopotamya Ajansından : “Riha’nın Wêranşar ilçesinde Dicle Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi’nin (DEDAŞ) uyguladığı elektrik kesintilerini protesto eden en az 20 çiftçi askerler tarafından darp edilerek gözaltına alındı. Elektriklerin kesik olmasından kaynaklı ekinlerini sulayamayan çiftçiler Riha - Mêrdîn kara yolunu taşlar ile trafiğe kapattı. Kapanan yol nedeniyle uzun araç kuyruğu oluştu.
Olay yerine gelen asker, çiftçilere saldırdı. Askerlerin saldırısını telefon ile kayıt altına alan yurttaşların da içinde yer aldığı en az 20 çiftçi gözaltına alındı. Gözaltı işlemlerinden sonra çiftçilerin yol kenarında kalan traktörlerine de el konuldu. Askerlerin müdahalesi sonucu yolun kenarında bulunan tarlalarda yer alan anızla alev aldı.
Çiftçiler Eylemde
Aynı saatlerde çiftçiler kenttin bir diğer noktası olan Wêranşar-Sêwereg arasında yer alan Karakeçi Karayolunu trafiğe kapatarak DEDAŞ’ı protesto etti. Ellerinde dövizler ve sloganlarla DEDAŞ'ı protesto eden çiftçiler, elektrik kesintilerinin son bulmasını ve sorunların çözülmesini istedi. Bir süre yolu taşlar ile trafiğe kapatan çiftçiler, sorunların çözülmemesi durumunda eylemlerine devam edeceklerini belirterek yolu tekrardan trafiğe açtı.”
Bütünüyle müdahaleden kastın her neye tekabül ettiği nasıl bir ülkeye dönüşüldüğünü tek bir kerede anlatan nice haber eklenebilir. Riha’dan çıkagelen şiddetin artık gündelik bir hal, bir itiraz karşısında dahi kullanılmasındaki cürettir. Devlet erkanının, kurumlarının birer birer hiç addettiği seçilmişler yerine kayyımların idaresi altına terk edilmiş yönetim anlayışlarının, içleri çoktan söğüşlenmiş kurumların aralıksız zulme devam ettikleri bir zeminin inşasında kaçıncı etaptır mesela elektrik kesintilerine itiraza gözaltı ile yanıt vermek. Tümüyle, doğrudan bir hayat istemi, oradaki eksiklikleri sormak, akabinde bir sözleşme ile temin edilen elektrik gibi ulaşılması problem olmaması gereken ama bizler gibi üçüncü dünya ülkelerinde marsa seyahat kıvamına dönüştürülmüş olagelen ticaretin hangi boyutu düzeltilecektir her nasıl? Hiçbir surette yaraları onarmayı düşünmeyen bizatihi onları yerle bir etmeyi, çözümsüz kılmayı amaç edinen bir coğrafyada hayatın hakkı ne olur, olacaktır, olmuştur, düşündünüz mü?
Bianet’ten aktaralım: “Anayasa Mahkemesi'nin Cumartesi Anneleri/İnsanlarının eyleminin yasaklanmasına ilişkin verdiği "ihlal kararı"na rağmen polis yine açıklamaya müdahale etti.
Eylemlerinin 955. haftasında karanfillerle İstiklal Caddesi'ne çıkan Cumartesi Anneler/İnsanları, meydandaki polis bariyerlerinin önünde ablukaya alındı. Cumartesi Anneler/İnsanları Galatasaray Meydanı'na erişemeden, Meşrutiyet Caddesi girişinde engellenerek gözaltına alındı.
Öte yandan PİRHA muhabiri de (Dilan Şimşek) kelepçelenerek gözaltına alındı.
Gözaltına alınan arasında Hanife Yıldız, İrfan Bilgin, Mikail Kırbayır, Besna Tosun, Ali Tosun, Hasan Karakoç, Gülseren Yoleri, İsmail Yücel, Davut Arslan, Cihan Kaplan, Cüneyt Yılmaz, Maside Ocak, Leman Yurtsever, Hatice Onaran ve Dilan Şimşek'in de olduğu kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları akşam saatlerinde serbest bırakıldı.
Gözaltılara ilişkin Cumartesi Anneleri/İnsanları "Sesimiz insanın zulme, zorbalığa karşı itirazıdır, susmayacağız," dedi.
Ne olmuştu?
İstanbul Beyoğlu Kaymakamlığı 25 Ağustos 2018'de yapılan Cumartesi Anneleri'nin 700. buluşmasını 'herhangi bir bildirimde bulunulmadığı' gerekçesiyle yasakladı.
Galatasaray Meydanı'nda toplanan Cumartesi Anneleri'ne saldıran polis 23 kişiyi gözaltına aldı. Ardından 46 kişiye "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet" suçlamasıyla dava açıldı.
1995'te gözaltında kaybedilen Hasan Ocak'ın ablası Maside Ocak, darp edilerek gözaltına alınanlar arasındaydı. 82 yaşındaki annesi Emine Ocak da polis şiddetine maruz kaldı.
Maside Ocak, kolluk görevlileri ve amiri hakkında suç duyurusunda bulundu. Ancak Başsavcılık 'soruşturmaya yer olmadığına' karar vermesi üzerine başvurduğu İstanbul Sulh Ceza Hakimliği de itirazı kesin olarak reddedince Ocak dosyayı AYM'ye taşıdı.
Yüksek mahkeme, şubat ayında verdiği kararda Anayasa'nın 34. maddesinde düzenlenen "toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal" edildiğine hükmetti.
Maside Ocak'a 13 bin 500 TL manevi tazminat ödenmesine karar verdi.”
Üç aydan uzunca bir süredir işkence İstanbul Galatasaray Meydanında, ona çıkan hemen tüm sokaklarda var edilir. 2018 yılındaki 700. hafta buluşması sonrasında çıka gelen her hafta bir kere daha sessizce yaralarının akıbetini sual eden insanlara zulüm reva görülür. Kaybedenlerin, kamu önünde ifşası, kayıp edilenlerin muamma konulan akıbetlerine dair belki bir bilgi kırıntısı, bir iz bulunabilir umuduyla yola çıkılan bir direniş hattını, sorguyu alt edebilmek için insanın aklının almayacağı zorbalıklar var edilir. Köşe bucak insanların etrafı kuşatılır. Meydana çıkan yollar kapatılır. Galatasaray Meydanının karakteristik hali olagelen kırmızı karanfillerin oradaki varlığı suç ilan edilir. Cumartesi anneleri, insanları eliyle kotarılmış olan itiraz hakkının yeni ülkede geçersiz kılındığı ima olunur. Temel bir hak olagelen adalet talebi hiç edilir. İnsan Hakları Derneğinin başkanı da dahil üyeleri, gerektiğinde avukat, gerektiğinde gazeteci, gerektiğinde sıradan bu tabloya itirazını sunmak isteyen herhangi bir insan / sıradan öylece insan gözaltına alınır, saatlerce. Hiç bitimsiz bir bekleme, sorgulama sürecini hayatlarının her anında var etmiş, kayıplarına dair sessizce ama kamunun sessizliğini de bozarak bunca kuşatmaya rağmen ses veren, sorgulayan insanlara reva görülenler bir müşterek krizi değilse nedir? Anayasa mahkemesi kararlarının tanınmadığı, zorbalığı halef-selef bakan değişimleri sonrasında artık bir kademe daha üste taşındığı, her haftanın işkenceyle, kelepçelenerek sonlandığı bir zeminde nedir ki adalet, kim verir ki bunca can kırığının hesabını?
Müştereklerimiz delik deşik kılındı. Her gün bir öncesini aşan nice sınavla kuşatılıyor iş bu güncellik. Tarumar eden devletli aklının suna geldiği her şey salt yıkım kılınıyor hal, behemehal. Var edilen her eşik başka bir çıkmazı bina ediyor. Bütünüyle normatif yerle yeksan edilirken, hak, hukuk, adalet tahayyülleri çöp kılınıyor. Demokrasinin lafta dahi olsa savunulmasının önü ardı muktedir eliyle kesiliyor. Sözden eyleme geçen her kimse onun karşısında zorbalığını dikte eden, var eden, dayatan bir ezici iktidar hegemonyasına koşar adım gidiyor ülke. Yirmi bir yıllık iktidar deneyiminin, bir denetim, gözetim, açık ve eksiksiz bir tahakküme imkan sağlamasının yolunda ilerlerken muktedir cürümlerinin görünürlüğüne kafayı takmıyor, bunları da sineye çekersiniz nasılsa buyuruyor. Bir yanda 15 temmuz kalkışmasına dair tutarsız yayınlar, yanıt verilemeyen sualler var edilirken her durumda demokratik ülke nidaları, bölünmeyecek bir millet imgesinden bahisler açılıyor. Gel gelelim daha cümle tamamlanmadan bir başka cürme yol açılıyor. Yaşamdaki ortaklık halinin, müşterek olanın imhasına devam olunuyor. Bunca demokrasi, bu kadar hak, hukuk denilirken zorbalık müessesi, madun siyasetin, müesses nizamına eklenmeyen insanlara reva görülüyor. Hak biliniyor, esas zulmetme bundan sonra çıka geliyor. Bir fasit döngü ki ne başı belli, ne nerede durulacağına dair tek bir emare. Müştereklerimizin, gerisin geriye artık kurtarılamayacak kadar derdest edildiği yerin her nere yenidir, neyin nesidir şahlanan ülke? Bütünüyle bütün haklar, verili / yazılı dahi bütün pratiklerin çarçur edildiği, duraksamadan lince terk edildiği bir zeminde demokrasi kenar süsüdür. Artık bu haldedir, bu mudur yeni ülke? Bir hiçliğin, hak gasbının, nedensiz değil illa bir sebebe bağlanan linçlerin, kötülüğün bitimsiz kötülüğün, adaletsizliğin çokça adaletsizliğin olduğu yerde yeni ülke necidir, ne iş görür! İlginize...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: 25 Ağustos 2018 Cumartesi Anneleri / İnsanları – Yasin AKGÜL – AFP – Tıme Of Israel
0 notes
seslimeram · 10 months
Text
Sesli Meram #000 - Yersiz Yurtsuz (26.06.2023)
Tumblr media
şirazesinden çıkmış bir şimdi yaşanırken... bir soluk arası. sesli meram hiatus. kulağa yer etmiş, sınırın ötesinden buralardaki dertlerin bir başka suretiyle hemhal olmak.. duymak... sahiden.
sesli meram ::: haymatlos
3.33 - կակաչ (new remix 2022)
yellowheart. - հանգիստ
yellowheart. - ասա հիմա
artem valter - կտավ
vnasakar - ura gnum
vnasakar - es chem uzum asem
narek mets hayq - կես մարդ (feat. felo 3.33)
narek mets hayq - kuzenayi asel
mi qani hogi - nkariq
misho - kardacats kirq (feat. hrant)
kami friends - հետդ կգամ (առաջին ստուդիա)
podcast image credit: portrait of melineh, by yervand kochar, 1930 - yervand kochar museum
1 note · View note
seslimeram · 1 year
Text
Yol Sahiden Nereye!
Tumblr media
Şiddet, kırım ve bolca paradoks içerisinde yüzüyor memleketin yenisi. Yenilendiği anılıp, zikredilip, işaretlenen bir yerde geçmişin nasıl da geçip gitmediğini muştulayan haller ve hamlelerin yekununda cürümlerle birlikte bir hayat imgesi çürümeye terk ediliyor. Seçim, oy, demokrasi, eşitlik, adalet gibi kavramların önü alınabilsin diye kırk kere tekrarlanmış bir senaryonun zikredildiği bir kırım çabası tezgahta işleniyor. 2015 yılında var edilmiş ol mağlubiyetin ardından bir türlü kurulamayan iktidar yüzünden tarihinin en karanlık haller ve günlerini geçirerek ikinci bir seçimi var eden ülkenin ulaştığı katran karasının tekrarına çabalar gizli değil ulu orta var ediliyor. Şiddeti övmek serbest kılınıyor. Kırım için nerede bir fırsat varsa bu değerlendiriliyor. Kendilerinin de savuna geldiği barış idesinin tapusu, yönelimi sadece kendilerindeymiş gibi, memleketten gidersek, el çektirilirsek sonunuz hiç de iyi olmazlara bağlanıyor hayat kademe, kademe her gün her yerde bir kere daha.
Nefret dilini kullanırken elini korkak alıştırmayan baş amirin vurgularından, kendisini hal ve gidişat içerisinde halen içişleri bakanı zanneden bir temsilin suna geldiği alttan alta destek çıktığı hizalama / kin kusma / linç ettirme pratiklerine bir devinime devam olunur. Seçim kaç turdur, birinci turda iş biter mi, ikincisine kalır mı yollu göndermelerin ortasını ol “on dört gün” yakalanabilecek fırsat dahilinde memleketi bir kere daha cehennemin bizzat sureti temsiline dönüştürme gailesi gibi nice tevatür aralıktan sızdırılır. Baş amirin ta kendisinden başlayarak bir çirkefleşme, çeteleşmenin ta kendisinin her nasıl bina edilmiş olageldiğini muştulayan ifşalar da cabasıdır. Beşli çete nam yapı / kolektifin tümü 418 milyar dolarlık yağmasının geri isteneceğinin duyurulması sonrasında çıkagelen bütün o katmerli yalanlar, engellemelere rağmen başta Kemal Kılıçdaroğlu ve destekçisi siyasi partilerin pratikleriyle kötülüğe karşı mücadelenin elzem hali yeniden tanımlandırılır. Durum sanılan gibi, sanıldığından da kalıcı bir yıkıma rehinelik yahut da sahiden hayata varabilmenin eşiğidir.
Evrensel Gazetesi’nden aktaralım: “Millet İttifakının Cumhurbaşkanı adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu sosyal medya hesabından "Bay Kemal çıktığı yoldan asla dönmez. Milletimiz için, milletimizle birlikte. Allah yardımcımız olsun" notuyla bir video paylaştı. Videoda, Kılıçdaroğlu'nun grup toplantısında tehditlere karşı yaptığı açıklaması yer aldı.
Kılıçdaroğlu'nun Twitter hesabından yayımladığı yayımladığı videoda 17 Ocak 2023'te partisinin grup toplantısında yaptığı konuşma yer aldı. Kılıçdaroğlu açıklamasında şunları söylemişti:
“Silahlı insanların olduğu reklamla güya beni tehdit ediyorlar. O resimdeki mesaj net: sizin için geleceğiz diyorlar. Bu paramiliter artıklar daha büyük bir resmin sadece bir parçası. Her şeyin temelinde aslında tek bir şey var para, çok para... Doymayacakları kadar para. Halkımızdan çalınan bu para ve bu parayı çalan beşli çeteler var. Bunların kod ismi beşli. Aslında bunlar binlerce. Bu iktidar döneminde çalınan, çetelerin çaldığı mafya artıklarının çaldığı, uyuşturucu baronlarının çalıdığı 418 milyar dolar. Sonra çıktım çok açık bir biçimde söyledim. Defterinize yazdım sizden, 418 milyar doları iktidarımızda tahsil edeceğiz ve alacağız. Önce benimle konuşmak istediler. Anlaşmak istediler. Kapıyı yüzlerine kapattım! Her türlü operasyona başvurdular. Ve artık son aşamaya geldik; silah ve suikast tehditleri. Son uyarılarını yapıyorlar akıllarınca. Be gafiller, be şerefsizler, be akılsızlar, be müptezeller, be çakallar! Siz mi beni korkutacaksınız? Sizin önünüze diz çöküp yaşamaktansa, ayakta ölmeyi tercih ederim! Hodri meydan, gelin görüşelim. Ha Allah nasip eder de yaşarsak, hayatınız boyunca görüp göreceğiniz en büyük kabus olmaya devam edeceğim. Eğer bana bir şey olursa halkıma emanetimden o 418 milyar doları siz tahsil edeceksiniz. Her kuruşunu 85 milyona tahsil edeceksiniz. Benim size vasiyetimdir.”
O sırada baş amirin var ettiğidir, onu da aktaralım: “İstanbul Sultangazi düzenlediği seçim mitingde sahte Kemal Kılıçdaroğlu videosunu izletmek istediği sırada aksaklık yaşayan Recep Tayyip Erdoğan, danışmanı Orhan Karakurt'a fırça attı. Erdoğan, "Ya Orhan bunlar manyak mıdır nedir! Beni küfrettirmeyin! Geri alacak icabında" diye fırça attı.
Erdoğan, daha önceki seçim mitinglerinde de gösterdiği, manipülatif şekilde montajlanmış sahte "Haydi" videosunu Sultangazi'de de izletti. Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Haydi, birlikte sandığa" çağrısı yaptığı reklam filmine PKK mensuplarının montajlanmasıyla oluşturulan söz konusu sahte videonun ekrana yansıtılacağı sırada aksaklık yaşanması ise gerilime neden oldu.
"Seni başkan yaptırmayacağız" sözleri sonrası tutuklanan, tahliye kararlarına ve AİHM hükmüne rağmen yaklaşık 7 yıldır cezaevinde tutulan Selahattin Demirtaş'ı hedef alıp Kılıçdaroğlu'na yüklenen Erdoğan, "Şimdi ne diyor bak bakalım. Şimdi Selo'yu kurtaracak" dedikten sonra bir süre durakladı.
Bu sırada sahnenin kenarında bulunan danışmanı Orhan Karakurt'un, Erdoğan'ın önündeki monitörleri ve kulaklarını işaret ederek teknik ekip ile sert şekilde konuştuğu görüntülere yansıdı. Erdoğan da Karakurt'a dönerek asgresif şekilde "Ya Orhan bunlar manyak mıdır nedir!" dedi. Karakurt ise "Yeni ekip. Yani mahvolduk ya vallahi" yanıtını verdi. Erdoğan ise "Beni küfrettirmeyin! Küfrettirmeyin! Geri alacak icabında" diyerek Karakurt'u fırçaladı.
Ardından konuşmasına devam eden Erdoğan, sahte videoyu izleterek şu sözleri sarf etti:
"Bunun bir Selo'su var. Bay bay Kemal'in Selo'su. 'Selo'yu kurtarmak istiyorsanız oyu bana vereceksiniz' diyor. İşten bunlar şimdi hep teröristler. Bu teröristler ile beraber yürüyor bay bay Kemal. Bu Selo ne yaptı, Diyarbakır'da… Buyurun, bak şu görüntüye tekrar geri dönelim. Kimlerle haydi diyor. Kandil'in teröristleriyle haydi diyor…"
Her tarafından sapır sapır dökülmeye devam diyen düzenin aslında her nasıl yürütüldüğü de gözler önündedir. Bir tarafın yok edilmiş umutlara, elden çalınmış milyarlara dair sözü ve hesap sorma istemi, diğer yanın duraksamadan ezber ettiği, ezber bildiği, kötülüğünde yön / yol açmaya çabaladığı zeminin katran karanlığı çıkagelir. Salt baş efendinin kendisi değil, beraberindeki tüm avenesi ile birlikte kurumsallaştırılmış nefretin / ayrıştırılamayan o şiddet isteminin ve bir tabi ki Kemal Kılıçdaroğlu ekseninde, Aleviliğinden, ötekilere ol öteki sanılanlara dair tüm kelamları çoraklaştırmak, ıssızlaştırmak ve unutturma gailesinin evreleri arşınlanır. Bitimsiz bir hal ve daimi bir tevatürle birlikte rakip olarak kolay lokma sayılana dahi bunlar ve nicesi reva görülür ki, upuzun bir hikayedir Türkiye’de siyasetin her neyi var ettiğini gösterecek bir utanmazlık sarmalıdır mesele.
Şiddet, nefret ve aralıksız korkuların salındığı bir cerahat menziline dönüştürülmüş olagelen yerin hikayesine tamam mı, devam mı kararı nihayetinde verilecektir Türkiyeli halklar eliyle. Dolambaçlı, uzun uzun bir tahakküm karşısında sıradan insanların elinde kalakalan tek hak olarak zikredilen oy / rey ile birlikte bir katran karanlığına devam mı, yoksa her şekilde yeniden yola çıkılacak, dahası unutturulan demokrasiyi inşa ederek bir restorasyona girişebilecek midir memleket bunun arafındadır yer, zemin, şu ülke. Arasız, fasılasız bir biçimde en sonunda saçmalama boyutunu aşan bir iğneleme halini sahiplenen o da kesmeyip küfür ettiğini bile algılamadan dan dun sallayan bahçesiz efendinin hiddeti zaten olan biteni de özetlemektedir. Baş amirin kurgusunun, montajlarının, yalanlarla bir ve beraber çakma goebbels eliyle suna geldiği itham / yafta ve kırım hallerinin yamacında oluşturulan çeper zaten memleketi çoktan iki kutba ayrıştırmıştır. Gören gözler için ne kadar hazin bir tablonun var edildiği, düşman, hain, mihrak, terörist, affedersiniz, biliyorsunuz, sürtük, çürük, ahlaksız, kitapsız, dinsiz, imansız uzaya giden bir sürünceme taşımayan kin gütme halinde bizatihi birinci elden yürütülen bir simya ile sunulandır. Yol nereye?
Genel geçer değil, ibadethaneleri birer siyasal islami / dinci kurgular için zemin, sahne kılan, bunu yeterli görmeyip, hutbelerden, fetvalara sürekli olarak baş amire güzellemeler, bolca da sabırlar var edilen, dikte edilen bir zeminde, demokrasinin, eşitliğin ve hürriyetin vardığı eşik düşündürücü değil midir, hala değil midir? Madun siyaset, pragmatist halleri, düşman yaratacağım diye çıkagelen nice uydurma halle sürekli kaşınırken memleketin tüm hatları, bağlar kesintisiz kopartılmaya devam olunurken komşularla, yol nereye sahi ama sahiden de? Asırlık bir ülke tahayyülünün toplamında, yeniden kötülüğü vaz ederek, en başa kutsiyet atfedilmiş oysa insanların var ettiği bir devlet kurgusunu, düşmanlaştırma ve ötekileştirme için stepne kılan bir akılla yol nereyedir, hangi karanlıklara?
Hepinizin malumu olduğu üzere, bütün tanımlardan öte halen düşman, kötü, küfre özne bilinen kırk beş küsur bin Ermeni’den birisi olarak şu aşağıdaki Nor Zartonk inisiyatifinin sunduğu şeyi de göz önünde bulundurursak yol nicedir, sahiden? “21 yıldır sürmekte olan ve her geçen gün daha da otoriterleşen AKP iktidarı, toplumun tüm kesimlerinde olduğu gibi Ermenilerde de onarılmaz yaralar açmıştır. Vakıf ve patriklik seçimlerine yapılan doğrudan ve dolaylı müdahaleler ile Ermeni halkının sadece maddi kaynakları değil çok daha kıymetli ve sınırlı olan insan kaynağı da aşındırılmıştır. Liyakatsizlik ve vasatın tahakkümü genelde Türkiye halkları özelde ise Ermeniler nezdinde benzer sonuçlara yol açmıştır. Nitekim bu yozlaşmanın açık örneklerinden biri olarak, geçtiğimiz günlerde AKP milletvekili adayının, “kayyum patrik” himayesinde Ermeni Kilisesinde din adamları ile birlikte seçim çalışması yürütmesine şahit olduk. Bugün Ermeni Kilisesini siyasallaştırarak ikballeri uğruna firavunların yanında saf tutanlar yarın “iğnenin deliğinden geçebilirler” mi bilinmez ama Ermeni halkın hafızasından silinmeyecekleri kesindir.” Düşünür müydünüz, misal?
Şiddet, kırım ve bolca paradoks içerisinde yüzüyor memleketin yenisi, yenilenmiş denilen bu sahnesi. Kötülüğün, arşıalaya çıkmış olagelen cerahat kültünün, ötekisini yok sayma hal ve istemlerinin kıyısında bir ülke dönüşümü süreğen kılınıyor. Durmak yok yola devam tahayyülünün, sloganlaştırılmış olan içeriğinin var ettiği tek şey, geçmişten el aldığı tekil / tektip, tek düşün imalatının sabit olunmasıdır. Bugün varılan eşikte yirmi bir yıl içerisinde zaten toplumun hemen her kesimi kendi payına düşürüleni aldı, bir kalıbın içerisine mahkum edildi. Tırpanlanan, engellenen, hakir görülen ve dahası çalınan her şey bir müşterek ülke tahayyülünü de imha etti, ediyor, edecek. Görünen köy kılavuz istemiyor artık. Yirmi bir yıllık iktidar pratiğinin suna geldiği şeyin ışıltılı ambalajı, neon lambaları, tek adam imgesi ve kurgusu ötesinde, dışında sonsuz bir karanlığa çıka geldiği unutturulmak isteniyor. Oysa daha üç ayı yeni geçmiş olan deprem felaketinin vurduğu ol illerden görünüyor her şey.
Yıkımın yok ettiği kentlerin etraflarının kuşatıldığı, yaşamın her anlamda zehir edildiği bir coğrafya, kadermiş gibi dayatılıyor, yaralar henüz kanamaya devam ederken, sahiden? Sözün özü, lafın kısası, akp ve baş amirin yeni ülkesi o alışılageldik gündelik rutini dahi imkansız koydu. Hayata dair en ufak bir olumlamayı bile çok görerek, yaraların sarılabilmesi, insani koşullarda bir hayatın tesisi, demokrasisi, eşitliği, adaleti çok görüldü, çok bilindi. Hikayenin gerisinin her nasıl getirileceğine seksen beş milyonun aksiyonunun her ne olacağı pazar günü yapılacak seçimlerde meydana çıkacaktır, muhakkak. Bildiğimiz ezber ettiğimiz hallerle, bir kabustan başkasına mı uyanılacak, yoksa, yeniden bu defasında bambaşka idelerle sorgulayan, müştereken hayatı umursayan, her türlü eksikliğe rağmen demokrasinin yaşatılabilirliği için çabalayacak bir temsil mi gelecektir, yaşayarak göreceğizdir. Bir tevatür değil her şeyin çürümeye, kötülüğe esaretine tanıklık edip ah vah çekilecektir ya da bütün bu kaos haline cidden bir son verilecektir. Her şey ortada, anlatmaya hiç gerek yok...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Ankara’dan Bir Kesit – Reuters – Arab Weekly
0 notes
seslimeram · 1 year
Text
Müştereklerimiz Meseli
Tumblr media
Müşterek olanın köküne kibrit suyu dökülmeye devam diyor muktedir. Demokratikleşme nam mefhumu çoktandır, çok uzun zamandır bir kenara terk etmiş olagelen aklın sunduğu ve her güne pay ettiği tahakküm / zorbalık mefhumu ile müşterek olanın dibi kazılıyor iş bu sahnede. Eşitlik, adalet, hürriyet, ortaklaşma ve söz hakkının tamamı, evrensel verili ol hakların handiyse tümü birden çeşitli bahanelerle def ediliyor, en olmadı derdest etmenin kıyısına terk ediliyor. Süreğen kılınan tehditlerle, biteviye güncellenen göz dağı hallerinin refakatinde müşterek bir demokrasi savunmasının da dibi kazılıyor. Böyle bir toplamdan, bu kadar afaki bir cerahat halinin izlerinden yarının imal edilebileceği muştulanıyor. Olsa olsa dününe geri dönecek, yirmi bir koca yıldır sunula gelen iktidar pratiklerinin ikliminin kalıcı kılınacağı / yol vereceği bir gerileme söz konusu edilebilecekken sahi ama sahiden! Gerilemenin topyekun bir teslim alma haline indirgendiği yerde, müştereklerimizin de bir biçimde yok edilmesinin yolu ve zemini taranır, aranır, elde edilmeye çabalanır.
1984 kurgusunun suna geldiği cerahatin çoktandır ötesine geçmiş olagelen bir menzildeki hemen her gün müşterek olanın köküne kibrit suyu dökülmeye tabi kılınır. Ezber edilmişi yeniden var eden / tümden güncelleyen bir düzlemde, barışı savaşarak, dirliği yıkımların ta kendisine bel bağlayarak, geleceği salt sırf korkulardan ibaret addederek hep tersi, açık ve aleni bir biçimde kötülük istikametindeki eylemsellikten el alarak güncelleyen bir ülke yönetim katının tecrübesidir mesele. Yaşatılanların yekununda her şeyin ama en başta bir menzilin yaşatan yer olma halinin ivedilikle çürütülmesinin zemini sağlama alınır. Bir yer bir yurt olmaktan imtina edilen, duraksamadan öne sürülen masal tiradın etrafında sunula gelen ve bütünleştirilenlerle birlikte hayat mefhumu sınırlandırılır. Bu hallerle sahiden de bir ülkeye varılabilir mi? Böyle bir toplamda, bırakalım dünü, yarını bir şimdi bahsinden hiç bahis açılabilir mi? Nasıl / ne şekilde, nereye kadar döngüsü kırılgan, bir yerle yeksan etme üstünden bina edenlerin elinde bir ülke var edilecektir! O şeyin hali, toplamı, ederi ve anlamı halen ülke midir, böyle midir? Bu hallerle, böyle bir yekunla bırak yüzyılı tek bir iyi gün var edilebilir mi, sahiden var mı böyle bir şey!
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü bir soruşturmada, Diyarbakır 3’üncü Sulh Ceza Hakimliğinin 216 kişi hakkında yakalama kararı verdiği ve şu ana kadar aralarında gazeteci, avukat, siyasetçi, tiyatrocu, sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin olduğu 110’ünün üzerinde kişinin gözaltına alınması Amed’te kitlesel bir şekilde protesto edildi. Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti), Halkların Demokrasi Parti (HDP), Demokratik Bölgeler Partisi (DBP), üye yönetici ve temsilcileri ile sivil toplum örgütü temsilcilerinin aralarında bulunduğu açıklama, polis tarafından engellenmeye çalışıldı. Merkez Yenişehir Ofis Semti’nde bulunan Sanat Sokağı’nda yapılan protesto gösterisi için açıklamanın yapılacağı alanı ve sokağı ablukaya alan polis, kitlesel bir şekilde yürümesini engellemeye çalıştı, direnme sonucu yolu açmak zorunda kaldı. Polis kitlenin direnmesiyle açıklama yapılacak alan olan Yeşil Sol Parti Ofis Seçim Bürosu’na gidişine izin verildi.
Abluka altına alınan alanda açıklama yapan HDP Êlih milletvekili Rüştü Tiryaki, “Kurduğumuz cümlelere karşı, kurduğumuz söze karşı, yürüttüğümüz siyasete karşı siyaset üretmeyen siyasi iktidar, yalnızca yapabildiği tek şeyi yapıyor: Avukatları gözaltına alıyor, parti yöneticilerini gözaltın alıyor, tiyatro sanatçılarını gözaltına alıyor ve bununla siyaset yürütebileceğini düşünüyor. Bunu protesto ediyoruz. Bunu asla kabul etmeyeceğiz” dedi.
‘Sizi 14 Mayıs’ta Göndereceğiz’
Tiryaki’nin sözü sık sık “Baskılar bizi yıldıramaz” sloganıyla kesilirken, Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü İbrahim Akın da, “Her yerde söylüyoruz: Tarihi bir seçimle karşı karşıya kaldığımız bu ortamda her şeye rağmen, her türlü operasyona rağmen, her tülü engellemelere rağmen biz burada direnerek sözümüzü söylemeye, halkımıza sesimizi ulaştırmaya çalışıyoruz. Evet bu gün Diyarbakır başta olmak üzere çeşitli illerimizde operasyonlar yapıldı. Sanatçılar, avukatlar, HDP eş genel başkan yardımcılarımız, örgütleme sorumlu yardımcılarımız gözaltına alındı. Bu arkadaşlarımız şu anda birlikte seçim çalışması yürüttüğümüz arkadaşlarımız. Buradan iktidara sesleniyoruz: Yaptığınız bir seçim kumpasıdır. Bizim karşımızda bir seçim kampanyasını gözaltına alarak yapıyorsunuz. Bizi sizin karşınızda sözümüzü söylüyoruz. Bu halka karşı sözümüz var ve işte buradayız, sizleri 14 Mayıs’ta göndereceğiz” diye belirtti.
‘Bir Adım Geri Atmayacağız’
AKP’nin seçimi kaybettiğinin farkında olduğunu ve bundan dolayı baskıları artırdığını ifade eden Akın, “Sözümüze bakıyorsunuz biz de sizin sözünüze bakıyoruz ve bu iktidar, saray rejimi, ülkede her tarafta kaybettiğinin farkındadır. Artık sözü bitmiştir. Çürümüş, bitmiş, artık tahammülü kalmamış bir iktidar ile karşı karşıyayız. İşte görüyorsunuz: Burada bir basın açıklaması yapacağız ama her türlü engelle karşı karşı kalıyoruz. Biri her türlü olanağı kullanan, ama öbür taraftan inancıyla, kararlılığıyla bu seçimi götürmeye çalışan bir düşünce var, bir mücadele var. İşte halkımız burada. Biz halkımızı temsil etmeye çalışıyoruz, onların sözünü kurmaya çalışıyoruz. Ülkenin her yerinde bu mücadeleyi yürütüyoruz. Asla geri durmayacağız, bir adım geri atmayacağız ve bu iktidarı 14 Mayıs’ta göndereceğiz” diye konuştu.
‘Barışı Getirmeye Söz Veriyoruz’
Sözleri alkış ve zılgıtlarla kesilen Akın, “Hem Diyarbakır’da hem bölgenin hem de ülkenin batı yakasında Yeşil Sol Parti adı altında kurduğumuz güçlü ortak ittifakımızla bu iktidarı artık Türkiye de dünya da biliyor” sözleriyle devam ettiği konuşmasını şu ifadelerle sürdürdü: “Türkiye’ye de dünyaya da buradan sesleniyoruz: Bu seçimde her türlü zorbalığa karşı, her türlü provokasyona karşı, her türlü darbeye karşı, yapacaklar her şeye karşı buradayız ve bunları göndereceğiz artık. Güvenlik güçlerine de başka güçlere de sesleniyorum: Bundan sonra bunları yapamayacaksınız. 14 Mayıs sonrasını düşünün ve yaptığınız her şeyin hesabını soracağımızı bilin. 20 günümüz kaldı. 20 günde hiçbir provokasyona meydan vermeden, ne yaparsa yapsınlar, gideceklerini kaybedeceklerini bildikleri halde, yapmaya çalıştıkları her türlü kötülük karşısında barışı, özgürlüğü, demokrasiyi savunmaya, bu ülkeyi adaleti ve barışı getirmeye söz veriyoruz. Bunu başaracağız. 14 Mayıs’ta gidecekler.”
Konuşması “AKP halka hesap verecek” sloganıyla kesilen Akın, şunları söyledi: “81 ilde yapılan çalışmalardan bir dakika bile geri durmadan, bütün programlarını uygulayarak, bütün arkadaşlarımız eksilmeden güçlenerek seçim çalışmasını yürütsünler ve sandıkta bunları gömeceğimizi, iktidardan düşüreceğimizi, yeni demokratik, ekolojik cumhuriyeti kuracağımızı buradan bir kez daha ilan ediyoruz.”
2 Kişi Gözaltına Alındı
Akın’ın konuşmasının ardından “Direne direne kazanacağız” sloganıyla dağılan kitle polisin saldırısına uğradı. Polisler tarafından kurulan kalkanlarla kitle ablukaya alındı. Yürütülen müzakerelerle kitlenin kısım kısım dağılmasına izin verildi. Ancak kitlenin gidiş güzergahları sık sık polis tarafından kesildi. Burada HDP basın çalışanı Tümen Anli, polisin küfürlü saldırısına tepki vermesi sonucu gözaltına alındı. Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) üyesi Serhat Eren adlı bir genç gözaltına alındı.
Öte yandan polis ablukası altında bir anne şöyle haykırdı: "Zulme, faşizme ve hakarete karşı başkaldırın!"
25 Nisan’da 21 kentte yapılan, açık tanık Ümit Akbıyık'ın ifadeleri doğrultusunda başlatılan operasyonda, dün Sulh Ceza Hakimliği’ne tutuklama istemiyle sevk edilen Mezopotamya Ajansı (MA) Editörü Abdurrahman Gök, JINNEWS Muhabiri Beritan Canözer ile gazeteciler Mehmet Şah Oruç ve Remzi Akkaya "örgüt üyesi olmak" iddiasıyla tutuklanmasının ardından gece saatlerinde Sulh Ceza Hakimliğine sevk edilenlerden toplam 28 kişi tutuklandı.
Sulh Ceza Hakimliğine sevk edilen Devrim Roni Atik, Kadir Şenci, Berfin Can, Muhsin Acar, Osman Demir, Rumet Çetin, Mehdi Kaya, Cotkar Amara Yürek, Hamza Cihangir, Hasret Yelboğa, Suat Arda Işık, Şahin Biçimli, Hakim Kaya, Mikail Barut, Tacettin Araz, Nurullah Özgün, Abdulbari Mavlay, Ferit Aktepe, Şervan Doğan, Cesur Yılmaz ve Süleyman Ulucan "örgüt üyeliği" suçlamasıyla tutuklandı.
Gözaltına alınan avukatlardan Serhat Hezer, Burhan Arta ve Özüm Vurgun savcılık ifadelerinin ardından tutukla istemiyle Sulh Ceza Hakimliğine sevk edildi. Sulh Ceza Hakimliği avukatlar Hezer, Arta ve Vurgun hakkında “örgüt üyeliğinden” tutuklama kararı verdi.
Amed'teki gözaltı operasyonunda, oğlu Agit İpek'in kemikleri kargoyla kendisine gönderilen Halise Aksoy ve kızı Mizgin Karataş da tutuklandı.”
Dahası da mevcuttur, bu da Cumartesi günündendir;
Ankara merkezli bir soruşturma gerekçe gösterilerek bazı kentlerde evlere baskın düzenlendi. Baskınlarda aralarından ajansımızın editörü Sedat Yılmaz ve DFG Eşbaşkanı Dicle Müftüoğlu’nun bulunduğu birçok kişi gözaltına alındı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın başlattığı bir soruşturma kapsamında 15 kentte 49 kişi hakkında yakalama kararı çıkarıldı. Soruşturma kapsamında birçok kentte evlere baskın düzenlendi. Baskın yapılan evlerde arama yapıldı. Baskınlarda Amed’de, Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eşbaşkanı Dicle Müftüoğlu, Mezopotamya Ajansı (MA) Editörü Sedat Yılmaz ve eşi Selma Yılmaz; İstanbul’da ise Sedat Yılmaz’ın kızkardeşi Filiz Yılmaz’ın da aralarında bulunduğu birçok kişi gözaltına alındı. Soruşturmada gözaltına alınanlar için 24 saatlik avukat görüş kısıtlaması getirildi.
Müşterek olanın köküne kibrit suyu dökülmeye devam diyor muktedir. Hazır şimdi fırsatı varken en olmadık şeyleri öne sürüp, açık tanık eliyle bir linci var etmeye çabalıyor AKP, MHP rezilliği. Yirmi birinci yılına varırken, 2015 karanlığında Bakur Kürdistan’ında açık bir biçimde var edilmiş olagelen abluka bu defa yıkılacak kentler kalmadığından, insanlar üstünden var edilmek istenir. Tahakküm, biyopolitik bir mücadeleye evrilir. Duraksamak nedir bilmeden yukarıdaki satırlar boyunca fark edebileceğiniz üzere, itirazlarını müşterek bir mesel kılan insanların hayatları tarumar olunur. Ezber edilmiş bir devletli geleneği hal ve istemi, ne zaman baş sıkışsa çıkagelen düşmanlaştırma dili ve hızar gibi toplumu ayrı, apayrı kutuplara böldüren bir tehdit / yıldırı / terör var edilir. Her Kürd eşittir terörist algı ve imasını yeniden ve yeniden imal etme gayretlerinin hazin tablosu şimdilik, bu satırlar yazıla dururken iki yüzün üstündedir.
Siyasi tutsak kılınan Selahattin Demirtaş’ın da bildirdiği gibi, temsiliyet konusunda sıkıntı, bekasına dair belirsizliği muhafaza eden AKP-MHP kliği, PKK lideri Abdullah Öcalan ile münazara eder. Dostlar alışverişte görsün diye de değildir büyük ihtimalle, Kürd halkının yıllardır ezilmiş olagelen bir hakikat temsilinin o diğer kutba yönelik olumlama, diyalog gayretine ket vurmak için bir asırdır sürdürülen bir teşebbüs yinelenir. İddiadır, neticesinde her şeyin hakikati de o masada devlet ile Öcalan arasındaki görüşmelerin detaylarında saklıdır. Devletin şimdisinin taleplerinin reddiyesi ile bir kere daha saldırılar yoğunlaştırılır, henüz seçime iki hafta vardır. Sulh böyle mi sağlama alınacak, hayatlardan çok daha değerli kılınan, aman şimdi koltuğumuzdan da olmayalımcılık için en olmadık işler yeniden sahnelenip o makamlar yeniden baş amire mi gidecektir? Bölgenin, Bakur Kürdistan’ından, Kuzey Doğu Anadolu’ya hiç de baş eğecek gibi olmadığı zaten malumdur. İyi de tahakkümle yol nereyedir, sahiden?
Kalem kırılınca, kelam susturulmuş olur mu sahiden? Düne kadar özgürleşmeden bahisler açarak ilerleyen, daha birkaç yıl önce demokratikleşme / reform paketini suna gelen, dağa değil ovaya yüzünü çevirmiş insanlarla bir gelecek binasına girişilecek olduğundan sözler edilmiş bir yerde varılan yer hiç mi utanç verici değildir? Bakur Kürdistan’ı halkının var ettiği mücadele, ortaya serdiği şartsız / koşulsuz desteğe seslerini pısarak kenarda bekleşip duran, muhalefetin kalanının diyecek hiç mi sözü yoktur, olmaz, olmuyor! Yerli yerine oturunca taşlar, Meşruiyet ve birinci anayasa yazım süreçlerinin şafağında ortalığa saçılmış o hürriyet / istiklal / geleceğini birlikte var edecek bir ülke tezahüründen, nasıl bir Ermeni soykırımı / vatanından çekip alınması / silinmesi var edildiyse, bugün de ihtimal olarak her dönemeçte, cumhuriyetin ilk gününden bugünlere aralıksız olarak bir yıldırı / tehcir / tehdit döngüsü güncellenir. Bu hallerle sahiden bir müşterek hayat imgesi muhafazası mümkün olabilir mi? İktidar klanları, devletin sahipliliği konusunda kendisinde yetki bulan herkesin bir biçimde ötekisine hayatı dar ederek, onu sınırlayıp, enikonu çekilmez kılarak var edeceği şeyin ta kendisi bir ülke olabilir mi? Daha hangi seçim, sınama, gelecek tahayyülü için Kürdistan halklarının bedel ödeyeceği bir ülke gerçekliği var edilecektir, nereye kadar? Amed’den, Ankara’ya var edilmiş cerahatli gözaltı furyasından, tutsak edilmiş başta Demirtaş, Yüksekdağ, Tuncel, Kışanak gibi nicesine, elde kıyıda hemen hazırda tutulan Paylan, Önder, Uca gibi nice fezlekeyle mahkum kılınabileceklere, İstanbul’un ortasında Cumartesi Anneleri / İnsanlarına hiç kesintisiz sürdürülen şiddete, En son bugün sabah saatlerinde ESP baskınına nicesine, nicesiyle hangi müşterek var edilebilir, bir cürüm hemhal ülkeden gayri, nasıl? Gerileye gerileye sonunda un ufak edilmiş bir demokrasi geleneğinin ortasına çakılı kalmış bir yerde yeni yüzyıl nedir ki, onca her şey dünün karanlığına çıkarken, hala ve hala...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Emrah GÜREL – AP Photo via The Nation
1 note · View note
seslimeram · 1 year
Text
Kördüğüm
Tumblr media
Bütün bağlar kördüğüm kılınıyor. Hayatiyet mefhumun her ögesi, bu ülkedeki yaşam hali ve idesinin topyekun temsili 32 kısım tekmili birden bir cerahat eliyle kördüğüm ediliyor. Müştereklerimiz harap viran. Demokrasi pratiği yıkık dökük. Hürriyet enkaz altına terk-i diyar. Genel geçer değil laf diye değil birbiri ardına yaşamın kırılma, afet ve sıkıntıların üstünden yükseltilen biyopolitik devlet pratiği bu kördüğüm halini kalıcı kılar. Bir temsil, bir lider değil her anlamda birbirlerinin gözlerini oymaya hazır akımların günbegün iyice zıvanadan çıkartıldığı bir zamanda cürümler ekseninde yol yürünür. Madun siyasetin tüm aktörlerinin suna geldiği bu cerahat hali bir istikamet kılınır. Her gün harap viran. Her bir gün zifiri kapkaranlık. Bir tahakküm veçhesi gerisin geriye dönülmeyecek bir yıkım hali, şablonunun güncesinde olan biten yegane şey müşterek bahsin karanlığın kılınmasıdır. Hiçbir çözüm sunmayan bir yıkım bina olunmaktadır. Hiçbir iyilik ihtimalini var etmeyen düşündürmeyen yerin gerçekliğidir mesele. Her denemede, kimlerden olunduğu nasıl birer insan olunduğundan önce sorgulandığı bir zeminin yansısıdır kördüğüm kılınan tüm hayat imgesi. Sürgit bir yıkım halinin devamlılığıdır kördüğüm edilip de çözümsüzlüklere rehin edilen.
Biteviye bir katran karanlığının imali süreğen kılınıyor. Kimse kimsenin ne dediğine sahi ama sahiden de kulak vermiyor. Bütünüyle derdest edilmiş, her anlamda kuşatılmış, artık her gün sınanan bir yurttaşlık profili söz konusuyken, bunlara kayıtsızlık güncelleniyor. Bir biçimde 1984 yazınsalı içinden çıkagelen tahayyüllerin yegane gerçekliği kılınmış ola gelen bir zeminde bunlar gibi nice pratiğin, gözeten / tehdit eden / sınayan ve sindiren ol devlet aksamının sorgusu eksik kılınıyor. Devletin yenisi, eskisini aratmıyor. Eskisi zaten olduğu gibi yerli yerinde duruyor. Düzeltmeler, yenileme ve restorasyon bahisleri birbiri ardına çıkagelirken var edilen tek şey ol kötürüm hallerden mülhem kılınanın muhafazası olduğu yineleniyor. İyi de nereye kadar? Daha ne kadar? Çoraklaşan, dümdüz bir dehlizin ta kendisine dönüştürülen, tahakkümün ta kendisinin insafına terk olunan yerde hayatiyeti mahva sevk ederlerken, her şeyi kördüğüm kılarken muktedir bunca açmazdan bir çıkışı kim nasıl / ne şekilde var edecektir, düşünen taşınanı var mıdır?
Mahir Bağış'ın Anka Haber Ajansındaki haberidir: "Kahramanmaraş merkezli depremlerin üzerinden 40 gün geçti, binlerce yurttaş yaşamını yitirdi, yüzbinlerce yurttaş yurdunu terk etmek zorunda kaldı. 11 ilin etkilendiği deprem bölgesinde yurttaşlar bu sıralar sağanak yağışın neden olduğu sel ile mücadele etmek zorunda kaldı.
Depremlerde en büyük yıkımın yaşandığı bölgelerden birisini de Hatay’ın Samandağ ilçesi oluşturuyor. Samandağlı kadınlar, bugün depremin 40’ıncı günü nedeniyle yitirdikleri için yürüyüş düzenledi. Kadınlar ellerinde bölgenin yöresel ritüelleri olan bahhur ve rihen dalları ile yürüdüler, tütsü yaktılar. Kadınların yürüyüşünü bölgedeki birçok siyasi parti, sivil toplum örgütü de destek verdi.
Kadınlar yürüyüş sırasında “Hüznümüz İsyanımızdır”, “Afet Değil Katliam” yazılı pankartlar taşıdı. Büyük kesimini Arap Alevi kökenli yurttaşların oluşturduğu Samandağ’da düzenlenen yürüyüşte kadınlar “Gitmedik Buradayız” anlamına gelen Arapça “Ma Rıhna Nıhna Hovn” ve 'Helalleşmek yok, affetmek yok" sloganını attı.
Yürüyüşe destek veren HDP Adana Milletvekili Tülay Hatimoğulları, ANKA Haber Ajansı’na şu açıklamayı yaptı:
“Bu yürüyüş depremin 40’ıncı günü vesilesiyle gerçekleşti. Bütün Samandağ halkı, canlarını yitiren bütün insanlar burada ve bugün bizim Samandağ’ın, Hatay’ın bölgede yaşayan bütün Arap Aleviler için çok önemli bir ritüel olan bahhurlarımızı yaktık, tütsülerimiz yaktık. Ellerimizde reyhanlarımız var. Bugün cenazelerini tam anlamıyla gelenek ve göreneklere göre uygun bir biçimde yapamadığımız bütün canlarımız için içeriden bedenleri simsiyah kararmış olarak çıkmış ve bir an önce artık toprağa kavuşması gereken canlarımız için bizler onlarla ilgili ritüelleri yerine getiremedik. Bugün 40’ıncı gününde depremde yaşamını yitirmiş bütün canlarımız için bahhurlarımızla, reyhanlarımızla onları sonsuzluğa uğurluyoruz.
Siz de gördünüz yol boyunca atılan sloganları ve halkın ne demek istediğini, halk diyor ki ‘Biz ölüme terk edildik, bize arama kurtarma çalışmaları ve yardımlar gelmedi.’ Halkın en büyük tepkisi bu, bu bir deprem sonrası yıkım evet ama daha sonra yaşamını o enkaz altından ‘Bizim canlarımızı kurtarın’ diyen insanları kurtarmayanlar, buraya ekiplerini göndermeyenler, AFAD’ı kazmasız, küreksiz gönderenler, bu iktidar bunun hesabını verecek. Bu halkın şu anda yüreğindeki en büyük acı ve isyanı tam anlamıyla ölüme terk edilmiş olmamızdır, kurtarılmamamızdır, yardım elinin hale şu güne kadar kamu tarafından yeterince uzatılmamasıdır.”
Yürüyüş sırasında konuştuğumuz Samandağlı bir yurttaş ise şunları söyledi:
“Ne olsun? Biz 3 gün boyunca kimseyi görmedik, sessiz, karanlık, sessiz çığlıklar içinde sesimizi duyan var mı diyen insanların biz seslerini duyduk ama kimse gelip yardım edemedi. AFAD vardı malzeme yoktu. Bizim canlarımız sessiz sedasız karanlığın altında öldüler. Kimse gelmedi, hiç kimse yoktu. Biz burada iletişim kuramadık kimseyle, kimse kimseye ulaşamadı. Bütün canlarımız enkaz altında kaldı, evlerimiz, yaşamlarımız, hayatlarımız söndü ve bizden helallik istiyorlar, helallik yok biz herkesle hesaplaşacağız.”
Hayatın kördüğüm kılınmasının her nasıl var edildiğinin de bir suretidir, Antakya’daki ol yürüyüş boyunca bildirilenler. Yardım elinin gerektiği vakit, imdat çığlıklarının en elzem olduğu anlarda duyulmamasının yarattığı öfkenin sureti temsilidir misal kördüğüm halin var ettiği. Aralıksız kırk küsur gündür ortalarda olan kentlerin talan edilmiş, yerle yeksan olunmuş suretlerinden geriye kalanın simsiyah bir toplam olduğuna dair tahayyülün her neden var edilmiş olduğu sorgulanır. Neden, hangi şartlar, sebepler öne sürülerek bir yıkım halinin ortasına terk edilmiştir bir halk. Ülkenin yurttaşları olmalarına karşın istisna taşımaksızın bir nefret sembiyotiği içinde hedef kılınmalarının akıbeti her ne olacaktır ki sahiden? Antakya / Hatay yöresinde özellikle kaldırılmayan enkaz yığınlarının arasındaki hala bekleyen naaşların akıbeti her ne olacaktır sahi ama sahiden? Kaçıncı gününde bu ülkede bir yas başlar, sahiden yaralar sarılmaya başlar ki! Oraya el verenler dışında kala kalan kesim / kurum ve yapıların, devletlinin kendisi ve kurumlarıyla kura geldiği halin bir strateji değil doğrudan cürüm olduğunu görmek, adalet çağrısını duyurmak dışında her ne gelir elden, müştereken, sahiden!
Ayça Söylemez'in Bianet'teki haberidir: Hatay, Defne’de akrabasının hasarlı evinden eşyaları almak isteyen H.K. bekçilerce darp edildi.
H.K. maruz kaldığı şiddete dair polis merkezine giderek “kasten yaralama” suçundan şikayetçi oldu.
Eşi de sosyal medya hesabından H.K.’nın yaralanan yüzünü paylaşarak “Eşim evden eşyalarımızı çıkarmaya çalışırken darp edildi, dinlemeden sormadan darp ettiler, ters kelepçe takıp sürüklediler, gereken acilen yapılmalı. Deprem felaketinin şokunu henüz atlatamamışken…” diye yazdı.
Çevredeki vatandaşlar kurtardı
Polis merkezinde dün (17 Mart) verdiği ifadesinde, sabah saat 11.00 sıralarında eşinin kardeşinin evindeki eşyaları almak için, aynı apartmanda oturan arkadaşı M. ile apartmana gittiklerini söyledi:
“İki bekçi bina içinde bulunduğumuz sırada yanımıza geldi. Biri bize bağırarak ‘Ne yapıyorsunuz burada’ dedi. ‘Baldızımın peteklerini indiriyoruz’ dedim. Aynı bekçi yine bağırarak ‘Burada mı ikamet ediyorsunuz’ dedi, arkadaşım M. e-devlet’ten binada oturduğunu gösteren adresini ibraz etti. Ben de bekçilere burada ikamet etmediğimi, baldızımın eşyalarını indirmeye yardıma geldiğimi söyledim. Bunun üzerine, ‘Bunları indirin bir daha çıkış yok’ dediler. Ben de ‘Kapının önünde daha önceden söktüğümüz kombi var, onu da indirelim’ dedim.
Aynı bekçi ‘Elinizdeki petekleri bırakın dışarı çıkın’ diye bağırdı. Biz de neden bağırdığını sorduk. Bekçi bize ‘Burası OHAL’ dedi ve bana kafa attı, ‘Neden vuruyorsun’ deyince de yüzüme yumruk attı. Kendimi korumak amacıyla bekçiye sarıldım, beni iterek uzaklaştırdı ve tekrar yüzüme yumruk attı. M.’yi diğer bekçi tutuyordu, daha sonra bıraktı ve benim yüzüme biber gazı sıktı. Bana vuran bekçi ‘Burada OHAL var, devlet yok, devlet de yargı da biziz’ dedi ve silahını çıkarttı ancak bize doğrultmadı. Ardından M. ve ben dışarı çıktık, biber gazından gözlerim yanıyordu.
Bekçiler yine yanımıza geldi, bana vuran bekçi beni yerden kaldırdı ve kolumdan tutarak yere doğru vurdu ve ters kelepçe taktı. Arkadaşım M. bekçiyi sakinleştirmeye çalışıyordu ancak bekçi sert bir şekilde kafama ve vücuduma eliyle ve ayağıyla vurmaya devam etti.
Bekçiye ‘Ben çoluk çocuk sahibiyim, ne yapmaya çalışıyorsun bana vurarak, kelepçeleyerek’ dedim, bekçi bana ‘Senin çoluğunu çocuğunu s…, git beni Allahına, Cumhurbaşkanına şikayet et’ dedi. Diğer bekçi ben kelepçeliyken bana vurmadı ancak vuran bekçiye müdahale de etmedi.
Bu esnada çevredeki vatandaşların tepki göstermeleri üzerine beni bıraktılar, ellerimdeki kelepçeyi çıkardılar. Anons etmeden veya tutanak tanzim etmeden uzaklaştılar.
Ardından ben ve arkadaşım hemen sahra hastanesine gittik, doktor raporu aldım. Sonra da şikayetçi olmak için polis merkezinize intikal ettim. Biz bekçilere direnmedik, hakaret etmedik. İkametindeki eşyaları almamı baldızım İ.R. rica etmişti ve anahtarını vermişti. Hırsızlık yapmak gibi bir amacım yoktu. Şikayetçiyim.”
H.K.’nin başına gelenler kördüğüm kılınmış olagelen Türkiye’deki yaşam meselinin de her nasıl / ne şekilde elden çalındığını da anlatır. Kolluk personelinin kendisini kuralların üstünde konumlamasının, deprem bölgesinde yaratılmış olağanüstü hal faslının sunduğu her ihtimali fecaat adına yineleye gelebilmenin utancı o kördüğüm meselini de özetler işte. Günlerdir bir başlarına, kaderlerine terk edilmiş olanların hayat haklarının tümden yok sayılmasının, yaşamda tutunanlara da en olmadık yaraları var etme hevesinin her neyi öncelediği ortadadır. Hiçbir hizmetin tam olarak var edilemediği bir zeminde devletlinin tüm yalınlığıyla şiddeti yeniden yeniden üretmesinin travma dolu halinin hesabını kimler verecektir? Duraksamayan bir cerahat ikilimin aralıksız güncellene geldiği bir zeminde ol Antakya’lı H.K. ve binlerce yurttaşın, daha enkazların başında bekleyen insanların pek çok farklı zeminde / düzlemde kayıplarının yasında bir başına bırakılanların devletin şefkati değil de sillesiyle, şamarıyla bir başına konulması düşündürücü değil midir, hala!
Bütün bağlar kördüğüm kılınıyor. Hayat imecesi, müşterek bir meselin kökünün toptan kazılmasının cerahatli yüzeyleri arasında günler geçiriliyor. Günbegün, anbean, biyopolitik bir tahakküm portresinin ortasına demirlemiş, ne hakkından, ne hukukundan, ne hürriyetinden ne de yaşamsal dayanaklarından habersiz kılınıp, bunlardan mahrum koyulan bir ülke, vatan diye bildiriliyor. Depremin ardından kırk beşinci gününü geride bırakırken, elli bin resmi rakamlı can kaybının yanı sıra telafisi imkansız olan bir kırımın, eksiltme ve yok saymanın tekrardan katara dizildiğini görürüz. İyi de nereye kadar bütün bu karabasan sarmala devam olunacaktır. Bütünüyle yaşam renklerinden kopartılırken, söz çürütülürken, umut yerle bir edilirken, hayatta kalmak bir mucizenin ta kendisinden ötesi kılınmazken, her şey kördüğüm kılınırken fecaatin, onu var edenlerin farkında mıyız, meselemizdir.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Yıkıntılar Arasında – İlyas AKENGİN – AFP / Getty Images / Al Jazeera
0 notes
seslimeram · 1 year
Text
Müşterek Hayata Ne Olacak
Tumblr media
Bilinçli olarak var edilmiş kötülükler sarmalında basbayağı dipsiz bir karanlığa doğru tüm hızıyla bir seyrüsefer var ediliyor. Biteviye çürümenin bağrında kotarılan, her yeni eylem, söylem yığını bu seyrüseferin başka bir durağını oluşturuyor. Düzen erk, muktedir, iktidar eliyle her pratiğiyle bu tahakküm cenderesini yeniden var eder. Yinelenen, yeniden, daimi bir biçimde güncellenen tahakküm / tehdit / terörle birlikte bir sarmalın dipsiz koyakları arşınlanır. Daha önce gördüğümüzden de beter, yarın neyle karşılaşacağımızın da meçhul kılındığı bir denklem karşımızda bina edilir. Deprem fecaati sonrasında bütünüyle kralın nasıl çıplak olduğunun imgesi kesintisiz karşımızdadır. Düzen afetten bile kendisi için bir beka inşa etmeye girişirken, olan biten yine yeniden sıradana olur. Sıradan insanların en yakınlarını yitirdiği, tanışlarından ayrı düştüğü, dahası kaybın telafi edilmesinin imkansız olduğu kayıpların, zayi etmelerin, yok saymaların bağında o karanlığa doğru seyrüseferin bir girdap hali sürekli yenilenir.
Baş amirinden baş faşistine, bu yıkımın etrafından dolaşan, gel gelelim yaraya merhemin ta kendisi olmayı değil, onu icap ettiği kadar kanatıp, yok sayıp, kimi zaman da hakaretler sıralayarak bir geçiştirme hali ivedilikle var edilir. Her şey gelip geçmiş gibi bir fasıl, ara, nefes almak için bir boşluk tamamlanmış gibi bir basiretsizlikler zinciri içerisinde olmaya devam eden her şey sindirilir. Böyle bir toplamla, bu kadar afaki bir tahayyülle her şeyin unutulabileceği varsayılır. Bir sarmal içinde debelenip dururken her dem fenanın, hep, her defasında apayrı bir yıkımın rotası takip ediliyor bugün şu ülkede, o devlette. Devlet her nerede sorgusunun var edilmesi üstünden haftalar geçtikten sonra şiddetiyle İstanbul’da ve Ankara’da kendini gösterendir misal o yapı. Hatay, Defne’de imece usul ortak yaşam çabasının, bir imdat çığlığının duyulduğu, yaraya merhem olma gailesini yok etmeyi tam anlamıyla var ederken çıka gelendir devlet. Devlet fecaatin ta kendisi olarak bile isteye bir çiftliğe dönüştürdüğü, eline ulaşan yardım malzemelerini satmaktan çekinmeyen ol Kızılay’dan görünür misal. Bilinçsiz değil basbayağı derli toplu bir tahayyüller toplamı ile çıkagelen bir yıldırı halinin ta kendisinden günceldir devlet. Önümüz, ardımız, sağdan sola dört bir yanımız bu karanlıkları var eden devlettir, nerede olduğundan artık eminizdir bu kadar.
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “Maraş merkezli depremler ve Emeklilikte Yaşa Takılanlar (EYT) toplanan Meclis Genel Kurulu’nda konuşan Halkların Demokratik Partisi (HDP) Tülay Hatimoğulları, depremin enkaza dönüştürdüğü memleketi Hatay’da yaşananları ve tanıklıklarını anlattı. Depremin ilk saatlerinde yola koyularak Hatay’a gittiğini söyleyen Hatimoğulları, “Benim ailemin yaşadığı mahallede şu an 5 ev ayakta ve tamamı yıkılmış durumda; şu an ne bir komşumuz kaldı ne bir yakınımız kaldı” dedi.
"Oradaydım, Hiçbiriniz Yoktunuz"
AKP ve MHP’nin “Burada depremin yaralarını sardık” diyemeyeceğini vurgulayan Hatimoğulları, “Siz yara sarmadınız; depremin ilk saatlerinden itibaren ben oradaydım. Bazı bölgelerde iki gün, bazı bölgelerde üç gün boyunca devlet yoktu, yoktu, yoktu; yoktunuz, hiçbiriniz yoktunuz. Ailesini kaybetmiş olanla, hangi siyasi partiden olursa olsun, başım gözüm üstüne, aynı acıyı yaşadık. Herkese başsağlığı diliyorum. Ama giderken, radyoda dinledim; Milli Savunma Bakanı ‘Askerimizle enkaz kaldırma çalışmalarındayız’ dedi, Bir asker yoktu. Yurttaş çatlamış yollarda mandalina sandıklarıyla trafik polisliği yaptı adeta” diye aktardı.
"AFAD Küreği Benden İstedi"
Günlerce enkazlardan “Kurtarın bizi” seslerinin yükseldiğini aktaran Hatimoğulları, “Dışarıdaki ailelerin çığlığına ortak olduk. Önlüklü AFAD'cılar geldi, elinde bir kürek, bir kazma yoktu, küreği benden istediler; kepçeyi Samandağı Cumhuriyet Mahallesi'nde ben buldum, küreği ben verdim onlara; ağlayan AFAD'çıya tanık oldum, ‘Elimiz kolumuz böyle gönderildik, yurt dışından gelecek ekiplerin ekipmanını kullanacağız’ demişler onlara, oysa yurt dışından gelen ekiplerin Adana Havalimanı'nda nasıl bekletildiğine de ben tanığım; oradan oraya nasıl havale ettirilmesi gerektiğine, AFAD'la olan protokollerinin karşılığının verilmediğine canlı tanık benim” şeklinde konuştu.
3 Hafta Geçti: Devlet Yok
Yaşananların utanç verici olduğunu ifade eden Hatimoğulları, “Burada çıkıp kimse hikâye anlatmasın, Utanç verici bir şey ya, yüzü olan Kızılay'ın yüzüne tükürür. Kızılay çadır sattı, kan sattı, konserve sattı. Biz ise yana yana çadır aradık. Su aradık, yemek aradık akrabalarımıza, ailelerimize, komşularımıza vermek için. Gidin, bakın, bugün Cumhurbaşkanı, İçişleri Bakanı, Milli Savunma Bakanı açıklama üstüne açıklama yapıyorlar; gidin herhangi bir deprem bölgesine; normal yurttaşla, önceden planladığınızla değil, gerçek yurttaşla gidin konuşun ‘Defolun gidin’ diyecekler size. ‘Gelmeyin’ diyecekler, ‘Yoktunuz’ diyecekler size. Demeye de devam edecekler, çünkü üç hafta geride bıraktık devlet hâlâ yok” ifadelerini kullandı.
Toplumsal Dayanışmaya Operasyon
Parlamentonun depremzedelerin taleplerini kararlaştırarak yaraları sarması gerektiğinin altını çizen Hatimoğulları, “Depremzede hâlâ çadırsız, hâlâ kuru gıdaya muhtaç, hâlâ hijyen malzemesine muhtaç ve toplumsal dayanışma ağları bunları hâlâ karşılamaya çalışıyor. Şimdi ise toplumsal dayanışma ağlarına operasyon üzerine operasyon çekmeye çalışıyorsunuz; utancın daniskası. Bakın, bir tane depremzede ne dedi biliyor musunuz? Dedi ki: ‘Bugün bir utanç müzesi kurmalıyız’. Bir depremzede hayatta tanımadığım ve bu utanç müzesine AKP iktidarının yandaşlarının fotoğraflarını sergileyeceğiz. Yüz yılın utancıdır bu; bu yüz yılın utancıyla yaşayacaksınız, bu yüz yılın utancıyla bu iktidardan alaşağı edileceksiniz, bunu böyle bilin” dedi.
"Yeniden İnşayı Konuşmalıyız"
Hatimoğulları, şöyle devam etti: “Acımız çok derin, yaramız çok derin, kentlerimiz yıkıldı, hâlâ kentlerimiz üzerinde ‘Nasıl ticaret yaparız, çadırla nasıl ticaret yaparız?’ diyen içi bomboş AFAD, bomboş Kızılay’la karşı karşıyayız. Bu kürsüden çıkıp asla konuşma hakkına sahip değilsiniz. Bu iktidar derhâl istifa etmelidir, bir dakika bile burada kalamazsınız. Bu iktidar derhâl istifa etmelidir ve bundan sonraki süreçte bu Parlamentonun en temel görevi: Depremzedelerin yaralarını nasıl saracağız? Depremzede, evi yıkılmış, ertesi gün ne olacağını bilmiyor, nasıl bir sabaha uyanacağını bilmiyor. Burada, biz, hep birlikte, meslek odaları, kitle örgütleri depremzedelerle birlikte yeniden kentlerimizi nasıl inşa edebileceğimizi konuşmak zorundayız. 5’li çeteyle, tüccarlarla değil, çadır satanlarla değil, gerçekten kamusal anlayışla bizim buna çözüm üretmemiz lazım. Bugün depremzede bunları bekliyor; evim yıkıldı, ne olacak? Yerine kim, ne inşa edecek? Ne karşılığında bu evler bize verilecek? Göç mü ettirileceğiz? Bütün bu soruların yanıtlanması gerekiyor, yanıtlaması gereken de bu Parlamentodur.”
AKP’li sıralardan sataşmalara da Hatimoğulları, “Utanmadan konuşuyorsunuz bir de değil mi? İnsanlar öldü. AFAD’ın eli bomboştu ya. Utanmadan konuşuyorlar” diyerek yanıt verdi.”
Bir sarmal ki her yanından cerahat akmaya devam ediyor. Bir hal bir gidişat ki bütünüyle yaraların onarılması değil kanatılması önceleniyor hala ve hala. Tülay Hatimoğulları’nın suna geldiği, bütünüyle içten gelen o isyanı meramı olabildiğince yalın bir halde devletin eylediklerinin hasarın ta kendisinin ne olacağını sorgulamaya davettir. Bütünüyle bariz bir girdap haline rehin edilenin hayatlar olduğunun ikrarından evvel, suçlunun her ama her zamanki gibi devlet olduğunun bilinmezlikten gelinmesine itirazdır mesele. Tülay Hatimoğulları’nın aksettirdiği itiraz, dayanaksız değil yok yere değil bile isteye açıkça mahvedilmiş, çalınmış hayatların akıbetini sual etmektedir. Yıkıntılar arasında unutturup gidilmeye çalışılan o karanlığın mimarlarından hesap sorulmasının elzem hali bir kere daha en yüksek perdeden sorgulanandır. Cürümlerin peşi sıra yepyeni cerahat hallerinin var edildiği bir düzlemde, evin, ev olmaktan alıkonulması karşısında hazirunun sofrasında edilmiş kelamın, bugün üçüncü haftasını çoktan geride bırakmış olan depremin kalıcı var ettiği hasarları onarabilme derdine düşmek ne zamandır, sahiden ne zaman?
Kötülükler sarmalında dipsiz bir karanlığa doğru tüm hızıyla bir seyrüsefer var ediliyor. Biteviye çürümenin bağrında kotarılan, her yeni eylem, söylem yığını bu seyrüseferin başka bir durağını oluşturuyor. Deneyimlenen ile gerçeklik arasında bağlara yapılan her bir müdahale çok daha derin açmazları var ediyor. Deprem fecaatinin üstünden bir aya yakın zaman geçti. Geldiğimiz noktada doğrudan bir yardıma ulaşamayan insanların halleri, bölge dahilinde yaşanan kırılmalara halen kulak kapatılan bir zemini gösteriyor. Muktedir kendi bildiğini okurken, depolardan malzemelerin istif edildiğine dair haberler düşüyor. Kızılay nam bir zamanlar devlet üstü bir kurumun dahi içinin boşaltılıp bir çiftlik kılındığının tahayyülleri ulu orta internette yayılıyor. Saklanmış yardımlar, üst üste biriktirilmiş bir moda markasından gelen pahalıca montlardan, hazır monte edilmiş özellikli konteynerlara yapıştırılmış etiketlerden bir yağmadır sürdürülüp duruyor. Olası İstanbul, Malatya, Bingöl, İzmir depremleri için de ne kadar hazırlıklı olunduğunun hesabı her dem meclis tutanaklarında sus konuşma, edepsiz, hain, mihrak söylemlerinin arasında yitip gidiyor. Bütünüyle derli toplu bir çürümenin ortasında cümbür cinnet ilerliyor memleket. Bir çuval inciri berbat etmekle meşgul kılınmış muhaliflerin, her şeyi tam da istediği gibi maniple eden iktidarı ve bunlardan azade kalarak mücadele vermeye çalışan, hdp, tip, halkevleri, sykp, tkp, sol parti, töp ve nicesi. Görünen köy kılavuz istemiyor artık. Bildik cümleler yaraları sarmaya da kafi gelmiyor. Bir türlü yas tutulamayan, bir türlü yaraya merhem olunamayan, bir türlü hakikatten bahis açılamayan bir düzlemde kime neyi nasıl aksettirip anlaşılır kılabilirsiniz. Eksik kılınan hayatların hiç ama hiçbir türlü fark edilemeyecek yaraların, sürekli şüphe ve daimi psikolojik yıkımların ortasında gümbür gümbür gelmekte olan karanlığın karşısında kim neyi, nasıl, ne halde kurtaracaktır, muhafaza edecektir. Vardığımız odağın orta yerinde sora geldiğimiz yegane şey budur! Kimimiz var sahiden, kimler var gerçekten! Müşterek hayat deneyimini bütün bu hengame / katran karanlığı içinden nasıl geri kurtarabileceğiz, düşünüp taşınmamız en elzem olan bahistir. Düşünür müydünüz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel İçin Kaynakça: #Kahramanmaraş, Şubat. 8, 2023. (AP Photo/Hussein Malla)
Tumblr media
0 notes
seslimeram · 1 year
Text
Asgari Ücret, Kısıtlanan Hayat!
Tumblr media
Hiçbir yere ilerlemeyen, her durumda kendi yerinde saymalarla gününü geçiren bir yerin hakikati karşımızda yükseliyor. Devletlinin alaya aldığı, iktidar pratiğinin konforundan ol türetilen her hamlenin başat bir eksiltmeyi, eksik kılmayı var ettiği bir düzlemde hayatın tam anlamıyla sabitlenmesi, bildiğiniz ol gerilemeye demir attırılması meselesi bugünün hakikati olarak var ediliyor. Bir yeni yılın daha ilk haftasında savunula gelenlerle birlikte imaline devam olunanlar bu açmazlar silsilesini bildiriyor bir kere daha. Hiçbir yere ama hiçbir yere ilerlemeyen, her dem kendi eksenine demirlemiş, dibine göçmeye devamlılığı sağlama alan bir cerahatle memleket / yaşatan yer olmaktan alıkonuluyor vesselam. Tümü birden bir badireler sağanağı altında kalakalıyor memleket. Topyekun bir devamlılığa tam ve eksiksiz halde rehin edilerek kendi döngüsünü yeniden var ediyor memleket. Çürüten, eksilten ve tükenişi bir menzilde düpedüz bir normatif kılan akılla hayat zehir ediliyor her anlamda.
Daha senenin başında kendi vurgununu yeniden imal ederek herkesi bir doğrultuda esir edip, eksik gedik kılan bir yurt tahayyülü hakikatine kavuşturulur. Sabitlenmiş olagelen asgari maaşların handiyse toplumun yüzde altmışını esir aldığı bir zeminde, sabit fiyatlarla tüm o enflasyon yenildi, ezildi masalları zikredilirken çürüme sabitlenir. Hiçbir umudun yirmi dört saatten uzun yaşatılmadığı bir düzlemde, asgari hayatlar için iki gıdım nefes almanın dahi önü alınır. Topyekun sekiz bin beş yüz liralık bir tahayyülle, geçinirsiniz buyrulur. O araftan çıka gelen enflasyon yenildi denilip durulurken, yoksulluk sınırının dokuz bin lirayı çoktan geçtiği bir menzil gerçekliği mesel olunmasın istenir. Hem zaten yaşamanın bir tek sermaye, özel sektör, patronaja çalışmaktan ibaret bir mesel olduğunun altı bir kere daha çizilir. Tümüyle minimum on saatten, on dört saatlere kadar çalışmanın şart koşulduğu, modern kölelik şartlarında, ne izinin var edilebilip, ne en ufak bir hakkıın tam anlamıyla tanzim olunabildiği, geçerli kılınabildiği bir güncellik yaşamak diye bildirilir. Onu tamamlayan bir devlet ahkamının sunduğu, kesesinden sadece memurlarına yüzde 30 civarında bir zammın reva görüldüğü, özel sektörün de onları takip ederek, asgari ücretten beyan edip, minimum altı – maksimum yedi bin liralara çalıştırmanın değer, kazanım ve hakkaniyet olarak bildirildiği bir zeminde kim nasıl gerilemeden bahsedemez ki sahiden?
Ankara, Sincan Organize Sanayi Bölgesinden Bir Metal İşçisinin Evrensel Gazetesinde yayınlanmış meramını aktaralım: “Erdoğan’ın asgari ücreti 8500 TL olarak açıklamasının ardından Sincan Organize Sanayi Bölgesindeki fabrikalardan arkadaşlarla zammı konuştuk. Çoğu AKP’ye ve MHP’den kopmuş, bir kısmı hâlâ hükümeti savunan, bir kısmı da eskiden beri AKP’ye muhalif işçiler. Zam öncesi beklenti daha yüksek, tahmin 8 bin-8 bin 500 lira arasında idi. Bu bakımdan hükümet işçilere bir sürpriz yapmadı. Bazı işçilerin umutla sorduğu “Bakalım görelim seçim yılı iyi bir zam yapacak mı yoksa yine kodamanlara mı çalışacak?” sorusu da cevabını bulmuş oldu. Zammı beğenen, “Ancak bu kadar olurdu daha ne yapsınlar” diyen yok. Hemen arkasından marketlere gelen zam yağmuru, yakında Ankara’ya da gelir dedirten İstanbul ulaşım zamları da üstüne tuz biber ekti. Ama konuşmak gereken bazı başka konular var. Ben biraz bunlarla ilgili gördüklerimi ve düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Örgütsüz İşçiler Enflasyon Nedeniyle Zam Almaya Korkar Hale Geldi
“Ücretlere zam geldikçe enflasyon artar” mı? Şu anda işçilerin çoğunda buna benzer düşünceler var. Doğrudan böyle söyleyenlerin yanında buradan etkilenen değerlendirmeler yapanlar da az değil. “Yeter ki hiçbir şeye zam gelmesin, gerekirse asgari ücrete de zam yapmasınlar” diyenlerin sayısı geçen senelerden çok. Örgütsüz ve mücadele edemeyen işçiler, enflasyon nedeniyle neredeyse zam almaya korkar hale geldiler. Ama az sayıda da olsa “Patronlar kârlarından vazgeçmiyor, kaşıkla verdiklerini kepçeyle geri almaya çalışıyorlar” diyen işçiler de var. Elbette fiyatlar ve enflasyon, ücretlere zam geldi diye artmıyor. Önceki yıllarda fiyatların patladığı dönemleri hatırlarsak hiçbiri zam dönemleri de değildi zaten. Geçen sene ekim ayında döviz ve enflasyon patlamıştı. 2018 yılında başlayan ekonomik kriz öncesinde de enflasyonun en çok arttığı aylar Haziran-Ekim ayları idi. Hatta asgari ücret zammının açıklandığı aralık ayında TÜİK enflasyonda küçük bir düşüş bile açıklamıştı.
“Asgari ücret çok artarsa enflasyon aşırı yükselir” değerlendirmesi özellikle son yıllarda bir şekilde işçilere yedirildi ama bir yalandan ibarettir. Yandaş medya, patronlar ve hükumet bu propagandayı işçileri sindirmek için bir araç olarak kullanıyorlar. Biz işçiler olarak dün satın aldığımız şeyleri bile alamaz olduk, enflasyonu nasıl biz arttırıyor olabiliriz? Uzun lafın kısası patronlar kaşıkla verdiklerini kepçeyle geri alıyorlar. Hükumet de artan vergiler sayesinde, para daha elimize geçmeden geri alma çabasında.
"Yüksek Maaş Yüzünden İflas Eden Patron Yok!"
Çeşitli fabrikalarda ortak olan bir başka söylenti de asgari ücret yükseldi diye işçi çıkarılacağı şeklinde. Oysaki patronlar bizim sayemizde ödedikleri ücretten çok daha fazla kâr ediyorlar. Yapılacak iş olduğu sürece ödediği ücrete bakmadan bizi çalıştırırlar. İş olmayan dönemlerde ise asgari ücrette hiç zam gelmese bile yine işçi çıkarıyorlar. Bu da patronların işçileri sindirmek için yaydığı söylentilerden biri. “Ücretler çok artarsa batarız, işçi çıkarırız vs.” diyerek işçileri sindirmek istiyorlar. Ama maaşlar yüksek olduğu için iflas eden ya da işi olduğu halde işçi çıkaran patron da görmüyoruz hiç. Sincan organize sanayide zam döneminden çok önce de çok sayıda işçi çıkaran fabrikalar oldu. Aralık ayı itibari ile de çıkaranlar var. Ama işleri açılan, işçiye ihtiyacı olan fabrikalardan çok sayıda işçi alanlar da var.
"Sendikayı Biz Değiştirmezsek Kimse Değiştirmez"
Türk-İş’in ve diğer sendikaların bu süreçte hiçbir şey yapmamaları da çok konuşuluyor. Genel olarak sendikalara bir öfke var. Bakanın “8 bin liranın çok üzerine çıkmayın diyen sendikacılar var” şeklindeki sözleri de bu öfkeyi arttırdı. Tabi bakan da bu öfkeden nasibini aldı arada. “Elini tutan mı var, madem çok düşünüyorsun işçiyi, sen verseydin zammı” diyen işçi sayısı da az değil. Biz işçiler olarak sendikalarla sendikacıları birbirinden ayırmayı öğrenmek zorundayız. Mücadele etmek, birlik olmak, durumumuzu düzeltmek için bu sendikalara ihtiyacımız var. Ama şu anda sendikaların yönetimlerinde oturan sendikacılar yüzünden sendikalar mücadele araçları olarak değil, işçinin elini kolunu bağlama kurumları olarak çalışıyor. Bunu işçiler olarak biz değiştirmezsek kimse değiştirmez. Çünkü patronlar, hükümet ve sendika bürokratları, yöneticileri bu durumdan gayet memnun. Mücadele etmek ve sendika yönetimlerine mücadeleci gerçek işçileri getirmek zorundayız. “Çok işçi çalıştırsam fazla mesai yaptırmam” diyen patronlar. Son yıllarda patronlardan ya da müdürlerinden buna benzer şeyler de duyar olduk. Bir miktar işçiyi de ikna etmese bile kafalarını karıştırabiliyor. İşçiler ancak fazla mesai ile geçinebildikleri için bazı fabrikalarda müdürler, patronlar “maaşlar düşük olduğu için çok işçi almıyorum ki siz fazla mesai yaparak en azından biraz durumu kurtarın, ama mesai istemiyorsanız işçi alayım, size vereceğim parayı ona veririm, benim için fark etmez” diyorlar. Bu utanmazlığa ne demek lazım? Kıdem tazminatı, servis, yemek, iş kıyafetleri, makine alet sayısı gibi harcamaları hesaplıyorlar, az işçiyle çok iş yapmak daha kârlı geldiği için fazla mesaili çalışma düzenliyorlar. Yoksa işçiyi düşündüklerinden falan değil. Zam konusunun daha pek çok yönü var tabi konuşulan, ama en sık duyduklarımız bunlardı. Bir zam daha açıklandı. Şimdi artık ne yapacağımızı düşünüp, konuşup harekete geçme zamanıdır.”
Hiçbir yere ilerlemeyen, olduğu yere mıh gibi saplanan bir cerahat sarmalı, boyunduruk kılınmış olagelen asgari ücret zammının var ettiği eşiği göstermesi açısından düşündürücü bir eşik bildirilir. Bir kere daha ezberleriyle yol alan / bulan / yönünü belirleyen, sermaye, devlet ve aynı yıkıcılığı sahiplenen sendikaların suna geldiği cürmün / sessizce riayet etme halinin tümden bir sınırlandırma halini var etmesi imgelenir. Her şey yerli yerinde bir gerilemeye çıkarken, her gün bir öncesinden de ağır kılınmış bir muteberlik hallerinin savaşına dönüştürülürken bir de açlık oyunları güncellenir. Geleceksiz yoksunlaştırılması kadar ümidi de zayi edilmeye çalışılan bir ülkenin genel geçer değil doğrudan imalinin var edilmesine karşı bir isyana meram ortaya serilir. İktidar partili, düz yolcu, ortanın sağı ya da herhangi bir başka cenahtan olsun emekçilerin siyaset üstü birlikteliği ya da tümü birden bir yaşama istemi, müşterek bir savunuya karşıt yükseltilen direnç / sınırlandırma hali karşısında hayat ne haldedir, buna dair bir tahayyüldür. Ne yapılacağının sorgusunun ne kadar elzem olduğu bir kere daha seslendirildiği, yazıya düştüğü gibi konuşup, eyleme geçerek, itiraz hakkını yükselterek mümkün olacaktır. Asgari yaşam ücretinin, yaşamsal o hakların talan edildiği, imhasının önünün açıldığı bir zeminde hiç kimse için bir iyileştirme olmadığı afakiyken, yarının her nasıl muallak olduğunun meselesi artık gözler önündedir, sahiden duyanı var mıdır?
Yerinde saymalara devam diyen bir ülkenin sureti kendiliğinden bir kere daha görünürlük kazanır. Yinelemekte fayda olan, asgari ücret ile yoksulluk sınırının paralelliği arasında kurumsallaştırılan her ön alma bir kere daha sıradan insanların deneye kobay her nasıl kılındığı da göstere gelir. Cürme rehin, geleceğinden umutsuz, yarınından çoktan feragat etmiş bir yerin imali söz konusudur artık. Enflasyonun başını ezdik, yeni yüzyılın şartları gereği herkesin refah payını arttırdık, uçuyoruz, kaçıyoruz, şahlanıyoruz bahislerinin hemen dibinde bir çürüme gerçekliğine kavuşur. Kesintisiz olagelen her eylemin ardılı gibi bu tahayyüller silsilesi, duraksamadan var edilen müdahalelerle birlikte kölelik bir kere daha sabitlenir. Hiçbir yere yetişmeyen bir ücret için feragat ettirilen şey koca bir hayat imgesidir. Ne okuyan, ne duyan, ne seyreden, ne sorgulayan, ne itiraz hakkını var eden, ne hükümlere karşı hakkını savunan bireylere dönüşüm sürdürülür. Daha yılın en başında, daha henüz hiçbir şeyin yaşanmadığı bir güncellikte, bir arafta bu satırları yazarken, yarının belirsizliği bütün ümidi de berhava etmektedir. Bir yerlere sabitlenmiş olagelen bu zehir zemberek kısır döngünün bir çıkışı sahiden olmalı, olabilmelidir değil mi? Müştereken, bir hayat imgesi için, en ufak bir itirazın dahi gümbürtüde boğulmaya bunca afaki devam olunduğu bir yerde belirgin bir gelecek tahayyülü için elzem olanı, o hakkı, şu savunuyu, gerekli olanı kim / kimler her nerede var edecektir? Muktedir hayatı kuşatırken, yarının ne hallere konulacağı bunca afaki cürmün kılınırken, dur diyebilmek o gidişata ne zamandır!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Rachael – I Can’t Breathe via Unsplash
1 note · View note
seslimeram · 1 year
Text
Güncenin Meramı
Tumblr media
Bir yıl daha geride kaldı, gitti. Üç yüz altmış beş gün altı saatlik bir döngünün hemen her dönemecinde kendini yeniden var eden bir cerahat kültü ile bir yıl daha bitti gitti. Hayatı, yönelimi, gelişimden yana değil gerilemeden yana kullanan bir aklın var ettiği garabetlik hallerde bir kere daha ömürden bir sene geçti. Her şeyin fecaat ekseninden biçimlendirilip icra edildiği bir uzamda ortaya çıkan tablo düşündürücü değil midir? Biyopolitik kılınan bir cenderenin ta kendisine dönüştürülen, gel gelelim her dönemecinden daha da feci olan bahislerin deneyimlendiği, var edildiği bir uzamda hala her şey yerli yerinde midir? Tüm o güllük gülistanlık bir menzil sayıklaması, aralıksız, sorunsuz dertsiz bir yerin imajı için var edilenler, sıralanan bahisler zikredilirken oluşturulan cerahat her necidir, her neyin nesidir? Yol, yordam bunca açık bir biçimde sıradana karşıtlıkla kurulduğu yerde yeni ol yıl her neyi getirecektir bayat bir kısır döngüden gayrı? Umudun çürümeye rehin edildiği yerde hayatiyet mefhum / meseli eksiktir. Koca bir yıl geride kaldı, her şey olduğundan da afaki bir biçimde kötürüm kök kötülüğün kılınırken, tükeniş vaaz edilirken yaşamak eğrelti bir bahis kılınıyor, ya sonra. Bütün paramparça edilirken bir mekanizma olarak o devlet hayatı hedef almayı sürdürürken yarın her ne getirecektir.
Her şeyin kötülükle bağdaşık bir kısır döngü içinde rehin edildiği yerde yaşam ediminin, eyleminin sınırları bunca daraltılırken her anlamda eksiltilirken insan hakkı, hukuku yol, yön bir katran karanlığından gayrısına çıkar mı, sahiden mümkün müdür? Yoksulluğu tek bir ortak ide kılan / ele geçmesine daha bir ay olan yüzde elli zamlı! / maaşların daha ele geçmeden tükendiği bir zeminde tek bir umudun bir gün yaşatılması mümkün müdür hiç. Öylesine değil, laf olsun diye değil doğrudan doğruya kölelik düzeninin mimarlarından ol iktidar pratiğinin sermayesiyle birlikte var ettiği, karın tokluğuna yaşamanın da birer birer geriletilmesinin hazin sonucu ne olacaktır? Yoksulluk yoldan çıkmayı, iktidarın ve tüm ol çetelerinin var ettiği arsızlık / hırsızlık / uğursuzluk dolu nice ara yöne sapmayı var ederken, insanlar ekmeği için bedenini satışa koyarken, bunu var edebilirken, salt seks de değil, organ satışı gibi artık geri dönülemeyecek yıkımların eşiğinde tercihlere buyur edilip, çekilirken salt o muhalefet liderinin yükleniyor, geliyor gelmekte olanıyla bir sorun, tek bir sorun halledilebilir mi? Bütünüyle yoksulluk kuşatması altında, güç bela elde edilmiş olan hakların da talan edilmesine çalışılan bir zeminde hangi tılsım, hangi hal ve hamlelerle o iyi gün çıkagelir ki sahiden? Topyekun teslimiyet var edilirken, aman şimdi şey olmasın diye çıkagelen bir rehinelik akımı dört bir yanı kuşatırken, nasıl? İstanbul Ticaret Odası'ndan (İTO) yapılan açıklamaya göre, aralıkta perakende fiyat hareketlerinin göstergesi olan İstanbul Ücretliler Geçinme İndeksi, bir önceki aya göre yüzde 2,94, toptan fiyat hareketlerini yansıtan Toptan Eşya Fiyatları İndeksi ise yüzde 3,71 yükseldi. Yüzde yüze yaklaşmış olagelen gayriresmi olan çökertmenin kıyısında ol enflasyon oranının alaşağı olunduğu sözüm ona asgari ücret zammının var edildiği bir zeminde kimin hakkını kim nasıl savunacaktır. O kadar elzem bir dille şekillendirilen kul hakkı falan diye cümleler kurulurken bu iç edilmiş hak kulun değil midir? O bahisleri hiç mi kapsamamaktadır, nedir ki yani?
Çetelerin cirit attığı, bir yandan haramzadelerin doymak bilmeyen iştahlarına kafi gelsin diye sağda solda kalan hangi saha / yer / mal / mülk varsa bunun talan edilmesine devam olunduğu bir yerde o koca yılın ardından durmaya devam eden yanıtsız sorular mesele ne olacaktır? Zeytin arazilerinden, doğal kaynak sahalarının tüketilmesinden, birbiri ardında çıkagelen yangınlarla tahrif edilmiş doğanın ortasında pat diye konumlandırılan inşaatlar, peyderpey peşkeş çekilen ihaleler ve daha neler nelerle o devri sabık iktidar tahayyülünün devamlılığı sağlama alınırken kim ne zaman bu ülkedeki sıradan insanlara hesap vermeyi var edecektir? Siyasetin pragmatist yöneliminden kendisine diskur ve yollar açmaya devam eden zihni garabetlerin oluşturduğu bu cürüm eksenli ülkede hangi hakkın hangi ol hukukun ta kendisi var edilebilecektir, sahiden? Her şekilde iç edilmeye, yağmalanmaya ve aralıksız bir biçimde tüketilmeye devam olunan hayat isteminin, gündelik kılınmış tüm cürüm hemhal hallerin kıyısında, bir sulta eliyle kurula gelmiş, güncellenen söğüş etmeler arasında, giderek yolunu yitiren bir ülkenin profili karşımıza çıkarken, sonra her neye tekabül edecektir. Hamuduyla götürenler, götürdüklerini gizlemeye gerek duymadan mal beyanına girişenler, semirenler, hep semirenler, fırsat bu fırsat devletin malı deniz yemeyen keriz sayıklamasına haiz yozlaşmış tipler, fundamentalist kuklalar, lider tapıcı, ihale kovalayıcı ve daha bir sürü nebati. Bu iç karartıcı tahayyüller toplamının ortasında bir yıkımdan kaçış söz konusu edilebilir mi?
Bianet’ten aktaralım: “AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından yasaklanmasına rağmen Kocaeli Bekaert Çelik'te süren grevin 18. gününde Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'na (DİSK) bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası, grevin kazanımla sonuçlandığını duyurdu.
Erdoğan, Resmî Gazete'de yayımlanan kararla Bekaert Çelik şirketinin Kocaeli'ndeki iki fabrikadaki grevleri 60 gün süreyle ertelemişti. Birleşik Metal-İş ve Özçelik-İş sendikalarının grev kararlarının ertelenmesine gerekçe olarak Erdoğan "milli güvenliği bozucu niteliği" göstermişti. Kararın 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nun 63'üncü maddesi gereğince verildiği belirtilmişti.
Yüzde 84,83 zam
Birleşik Metal-İş Sendikası, Bekaert Çelik işçilerinin kazanım sürecini şöyle anlattı:
"Bekaert grevimiz başarıyla sona erdi. 13 Aralık 2022 günü başlayan grevimiz 18. günün ardından, bugün saat 23.00'de yapılan anlaşma ile sona erdi. Anlaşma öncesi, gelinen aşama hakkında işçilere bilgi verildi, işçilerin onay vermesi üzerine grev sona erdirildi ve anlaşma tutanağı imzalandı.
"Ücret zammı olarak ilk 6 aylık dönem için işveren yüzde 50 oranında artış önermişti ve bu oranın işçiler tarafından kabul görmemesi üzerine başlayan grevimiz sonrası ilk 6 aylık dönem için yüzde 84,83 oranında zam alındı. Diğer 6 aylık dönemlerde ise enflasyon artı 2 puan şeklinde zam uygulanacak. Sosyal haklarda ise ilk yılı için yüzde 100 oranında artış elde edildi.
"İşçi sınıfına hayırlı olsun"
"Grev nedeniyle ücretlerde bir kesinti yapılmayacak. Bilindiği üzere, grev kararımız Milli Güvenlik gerekçesiyle 'erteleme' adı altında yasaklanmıştı. Birleşik Metal İş üyesi Bekaert işçileri, Anayasadan doğan haklarını kullanarak grev yasağını tanımadılar ve 18 gün boyunca şanlı bir direniş gerçekleştirdiler.
"Bekaert grevimiz ile işçiler önemli kazanımlar elde ettiler. Ancak, bu grev esas olarak mali sonuçları üzerinden değil Türkiye işçi sınıfı tarihindeki önemli yeri ile anılacaktır.
"Bu başarı aynı zamanda dayanışmanın, birlikte mücadelenin başarısıdır. #Bekaert grevi, tüm işçi sınıfına hayırlı olsun."
AKP döneminde 19 grev ertelendi
AKP'nin iktidara geldiği Kasım 2002'den bugüne kadar toplamda 19 grev milli güvenlik, genel sağlık, ekonomik ve finansal istikrar ile şehir içi toplu taşıma hizmetlerini bozucu gibi gerekçelerle ertelendi.
2016 öncesi Bakanlar Kurulu kararıyla ertelenen grevler 2018'e kadar OHAL'le, bu tarihten sonra da Cumhurbaşkanı kararlarıyla ertelenmeye başladı. Ertelenen 19 grevden bugüne kadar 195 bine yakın işçi etkilendi.
Erdoğan: OHAL'den istifade grev tehdidine anında müdahale ediyoruz
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 12 Temmuz 2017'de yabancı sermayeli yatırımcılarla Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin kabul salonunda düzenlenen toplantıda bir araya gelmiş ve grevlere ilişkin şu açıklamayı yapmıştı:
"Biz göreve geldiğimizde OHAL vardı. Ama bütün fabrikalar grev tehdidi altındaydı. Hatırlayın o günleri. Şimdi böyle bir şey var mı? Tam aksine.
"Şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL'den istifadeyle anında müdahale ediyoruz. Diyoruz ki hayır, burada greve müsaade etmiyoruz, çünkü iş dünyamızı sarsamazsınız."
Ağır yoksulluk ile kuşatılırken bir ülke, Bekaert Çelik işçilerinin var ettiği mücadele ve bütün o grev kırıcı / imkansız hale getirmeye çalışılan hak gasbına karşı kazanımın inatla ve ısrarla var edilebildiği yerledir meselemiz. Bütünüyle, yaşam edim ve eyleminin açık, aleni bir biçimde tarumar edilmesine karşı direnişin kazanımı da mühimdir. Herkesi ama her bir bireyini handiyse asgari ücrete mahkum etmiş bir düzlemde, yüzde elli küsuratlı bir takviyenin, gerçek enflasyonun yüzde iki yüzlere sıçradığı İstanbul gibi bir şehirde misal kuşa döndüğü bir zeminde Bekaert Çelik emekçilerinin haklarını tanzim edebilmeleri bütün o yıkıcı / ezici / sindirici olagelen devletli ahkam / eylemine karşı, tüm o sermayedarın emir erine dönüşmüş olagelen prekarya karşıtı sendikaların ezberlerine indirilmiş bir şamar olduğu muhakkaktır, var olsun direnenler, var olsun haklarının tanzimi için didinenler, var olsunlar ekmeklerine göz koyanları dize getirenler.
Ne ajitasyon, ne popülist bir propagandaya ihtiyaç yoktur artık. Düpedüz narin, kırılgan, daim bir biçimde sınanan bir ülkede olduğumuz gerçekliği daha senenin en başında bir kere daha kendini gün yüzüne kavuşturur. Cürüm ve cühela cüretinin, ceberut devletlinin var ettiği hamleler toplamında bir kere daha yaşamın sekteye uğratıldığı zemin gerçektir belki de yegane gerçek. Her şeyin fecaat ekseninden biçimlendirildiği bir zeminde hayat mefhumunun istikameti her ne olacaktır, ezber edilmiş bir kısır döngü tiradından gayrısı hiç söz konusu edilebilecek midir? Koca bir yılın devinimi içerisinde tek bir gün olsun soluk dahi aldırmayan bir cerahatli yönetim katının karşısında hayatın hali nice olacaktır her ne olacaktır, düşünür müydünüz? Direnerek, müşterekleri için buluşarak, itiraz edip, o hakkını savunarak, demokrasiyi hasbelkader sandık meselinden değil doğrudan her günün başat ögesi kılarak bir mücadele hattı, bir yeni yıl ümidi söz konusu edilebilir sade ve sadece. Anlıyor muyuz, umursuyor muyuz, sahiden fark ediyor muyuz...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: A Man Looks At A Butcher Shop Window In Ankara, Turkey February 16, 2022. Çağla GÜRDOĞAN – Reuters
1 note · View note
seslimeram · 2 years
Text
Sesli Meram #241 - Karşı Radyo (02.08.2022)
Tumblr media
"Ülkede sabahtan akşama kadar var edilen tüm ol yıkıcı gündemin farkında dahi olmayan milyonlarca yurttaşın varlığı söz konusu ve hâlâ seçimle gidecekler bahsinden başka bir tahayyül hakikat kılınmış değil. Sahiden emin misiniz, son kararınız mı bunca demokrasi katledilmişken. Sahiden emin misiniz, hayat aralıksız bir biçimde kuşatma altına alınırken ve kuşatılmışken. Sahiden emin misiniz, ekranlardan gazetelere yedi gün yirmi dört saatin tamamında kendi propagandasını örgütlerken kalan herkesi düşman diye kodlarken erkanı muktedir. Basitçe bir demokrasi kırımının, adalet gasbının, nihayetinde hürriyeti tehlikeye atan çabaların toplamında tam da kestirmeden bedene / akla / fikir ve eylemselliğe karşıt, dediğim dedik çaldığım düdük diye çıkagelen bir iktidar pratiği karşısında seçim / sandık ve oy neye yarayacaktır ki? Her şekilde bunca dipsiz karanlıklara rehin edilmiş olagelen bir yerde, şimdiki ev sahiplerinin siyasal islamcı tavırlarının, kural kanunu – şeriata kadar tanıya gelenlerinin paylaşımları, eylemleri bir yandayken nedir ki seçim tek başına. Bir de o kimlik karmaşıklığından nereye yaslanacağını artık karmaşık kılan kurucu önder partisi ve onunla birliktelik sergileyen altılı grubun suna geldiği birbirinden betere çıka gelen ol tavırlarla / aynısının laciverdi arasında hayat her nereye konumlandırılabilir ki?" sesli meram
podcast image credit: dream until its your reality:::jon tyson:::unsplash
1 note · View note