Tumgik
#biyopolitika
seslimeram · 4 months
Text
Korkunç İmge
Tumblr media
Korkunç bir düzlem imgesine rehin artık şimdiki zaman. Bir yılın daha geçip gittiği iş bu şimdi içerisinde yaşamın normatif olgusu, verili haklarının gündelik değerlerinin belirgin bir biçimde hiç edildiği zeminde korkunç pratiklerle yaşam eylemi kuşatılıyor. Sorgunun, eylemin kırıldığı, günün dünden de ağır yıkımlara rehin edildiği bir zeminde cerahatin ol nesnel halidir misal korkunçluk. Bir yılın hemen her gününe apayrı tahakküm veçheleri, hamlelerinin eklendiği, yaşamın salt mutlak biate indirgendiği ötesinden tek satır dahi olsa bahis açılmadığı bir zeminde bu var edilmiş imgenin ta kendisidir korkunç. Yıkıcılık halinin, istimlak etmelerin, perişanlığın hududuna terk etmelerin, birbiri ardına pejmürde tavırlara esaretin sofralarına buyur olunan bir yerde ortaya çıkan imdir korkunçluğu açık, kestirmeden bildirecek olan. Müşterek yaşam idesinin her gün koşulsuz şartsız daraltılıp durulduğu bir zeminde, alttakiler ve tepedekiler dışında hiçbir kesimin anılmadığı, belirli bir biçimde gelir adaletsizliğinden, sözün tarumar edilmesindeki sürekliliğe, hemen her durumda demokrasinin var edildiği zikredilirken yerle yeksan olunmasındaki daimi hale bu korkunç imgeler sarmaları güncelleniyor. Hakikat ancak hilkat garibesi kılınıyor.
Özgürlük sadece boş beleş bir laf kalabalığı. Demokratik ülke lafta dahi var edilmeyen bir pratik. Cumhurun egemenliği bahsinin yerinde yeller esiyor. Varsa yoksa, kısır döngünün tam da ortasında memleketi bu hallere koyanların avazları, birlikte var ettikleri bir pembe ülke tablosu. Pembe, kan kırmızı tonlarından, toz pembe, kimin kanının karıştığı belirsiz kılınan, yıkımın, ölümün, cürmün var edildiği bir acayip ülke imgesi. Her gün her durum içerisinde bir cerahat sürekliliği güncelleniyor. Cumhurun hakları talan edilirken, gelecek kapkaranlık kılınmaya devam olunurken, buna da alışırsınız çıkışı var ediliyor dört yanda her an. Biteviye bir korkunç imgeler sahnesine dönüştürülmüş olan yerde vekillerin al takke ver külah hallerinden misal korkunçluk imgesi çıkabilir. Hiçbir yerden maaş temin etmeyen, almayana 110 bin lira, iki dönem vekillik yapıp emekliliği sağalama alanların da iki yüz on bin ile iki yüz otuz bin liralar dolayında parayı iç ettikleri zeminde halka da üç kuruşa talim edin diyebilme cüretidir korkunçluk. Misal, meclis lokantasında bir tabağına elli lira dolaylarında ödenirken et yemeğine, gündelik yaşamın aktığı, sıradan insanların o karınlarını doyurmak için ellinin birkaç katını ödemeye mecbur kılındığı yerdeki uçurum halidir korkunçluğu bildirecek olan. Halkı temsil ettiği rivayet olunanların ellerini ceplerine atmak bir yana, her durumda halkı daha da fazla sömürmeye devam etmelerinin o ucubelik suretidir misal korkunç.
Koca bir yılı devirirken, geride kaldığı sanılan demokrasi, eşitlik ve adaletteki eksiklikleri telafi etmek bir yana çam devirir gibi aralıksız linç rejiminin yepyeni halleri, eylemlerine de devam olunduğu yerin meselesidir korkunçluk. Düzen devamlılığı adına hak ihlallerini süreğen kılan yerin meselesidir bu korkunçluk. Türkiye İşçi Partisi milletvekili ol Avukat, Can Atalay için Anayasa Mahkemesinin serbest konulabilir kararının bir kere daha önce alt mahkeme ardından da Yargıtay eliyle yok sayılmasının garabet halinin ortasında hangi düzlem korkunç değildir ki? Hukuk dilinden aktaralım: “AYM, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığının yargısal makamlar tarafından tartışılamayacağını vurguladı. Anayasa’nın, daha önce dosyayı Yargıtay’a gönderen İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne böyle bir yetki vermediğinin de altını çizen AYM, yerel mahkeme ile kararı uygulamayan ve AYM üyelerini "suç işlemek"le itham eden Daire’nin Anayasa'ya açıkça aykırı hareket ettiğini vurguladı. AYM, “Sonuç olarak, mahkemelerin izlemiş olduğu yöntem, başvurucuyu yargılama güvencelerinden tümüyle yoksun bırakmıştır. Başka bir ifadeyle yeniden yargılama dosyası görevi ve yetkisi olmayan bir mahkemece karara bağlanarak Anayasa'nın 142. maddesinin amir hükmüne ve Anayasa'nın 37. maddesinde yer alan tabii hâkim ilkesine açıkça aykırı hareket edilmiştir” dedi.” Bu bahsi takip eden süreçte, kendiliğinden hiçbir şey olmamış gibi davranan bir alt mahkeme, olanı biteni sorgulamayın diye direktifi yerine bir kere daha getiren Yargıtay kararının yeknesak tekrarıyla birlikte korkunçluk bahsi kendiliğinden diriltilir. Gözler önüne serilmiş olagelen pratiklerle birlikte, baş efendinin terörist / devlete kastı olan bir zat diyerek akla seza bir tahayyülle hedef kıldığı bir avukatın özgürlüğü bir kere daha elinden çalınır. Bunlar korkunç meselleri izaha yetmezse ne yeterli gelir!
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “Koç Üniversitesinde TÜBİTAK birincisi F. B. İsimli gencin, Kürt Alevi olduğu için aynı odada kaldığı 2 öğrenci tarafından saldırıya uğramasına ilişkin DEM Parti Gülcan Kaçmaz Sayyiğit ve İstanbul Milletvekili Celal Fırat Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in cevaplandırması ile ilgili soru önergesi verdi.
Ülkede siyasi iktidarın oluşturduğu politik atmosferde; toplumsal kutuplaştırma ve ötekileştirme refleksi gelişirken bölgesel ve inançsal farklılıklar ile etnik aidiyetin bir saldırı sebebi olmaya devam ettiği belirtilen önergede; “Özellikle son yıllarda farklı kesimlerce Kürt, Alevi ve mültecilerin hedef gösterildiği görülmektedir. Siyasi söylemlerin etkisiyle farklı olanı yok sayma ve düşman görmenin son örneği, Koç Üniversitesinde yaşanmıştır. Kamuoyuna da yansıdığı üzere; Koç Üniversitesinde TÜBİTAK birincisi F. B. İsimli genç, Kürt Alevi olduğu için aynı odada kaldığı 2 öğrenci tarafından saldırıya uğramıştır. F.B. ile aynı odada kalan Hasan Ege K. ve Arda D. aralarında süren tartışma nedeniyle önceleri F.B.’nin odayı terk etmesi için baskı uygulamaya başlamış, daha sonra şiddet uygulamaya başlamıştır. 15 Kasım 2023 gecesi yaşanan olayda Hasan Ege K. tarafından kemerle dövülmüş, yüzüne sıcak ütü bastırılmaya çalışılmış ve şiddetli saldırıya uğramıştır. Arda D. ise F.B.’yi neşter benzeri kesici bir aletle yüzünden ve karnından yaralamış ve yumrukla vurmaya devam etmiştir. Olay sonrası ambulansla hastaneye kaldırılan F.B.’nin tedavi masraflarının Koç Üniversitesi tarafından karşılanarak kamuoyunun duymaması için çaba sarf edildiği iddiaları vardır” denildi.
“Esas Sorumluluk İktidardadır”
Yurt odasında yaşanan dehşete ilişkin yapılan suç duyurusu sonrası yürütülen soruşturmada yüzünden ve belinden yaralanan F.B.’nin ifadesinde; “Hasan Ege K., ben Alevi olduğum için ve bana karşı ayrımcılık yaptığından dolayı beni odadan atmak istiyordu. Kendisinden şikâyetçi olacaktım. Ancak, öğrenci olduğu için sabıkasına yansımasını istemediğim içim şikâyetçi olmadım. Halen bana ayrımcılık yapmaya devam ediyor” dediği hatırlatılan önergede şöyle denildi; “Savcılık soruşturmasında F.B. tarafından kaydedilen 5 ayrı ses kaydının çözümünde ise saldırganların ayrımcı, ırkçı dehşet verici ifadeler kullandığı görülmektedir. Kendisini odadan atmaya çalışan Hasan Ege K., ‘Türkiye’nin, belli bir noktadan sonraki doğusu olduğu gibi ateşe verilse…’ diyor. F.B.’nin etnik kimliği için ‘Alt ırksınız. İtlaf edilmeniz lazım. Köle olduğunuzu kabullenmelisiniz. İtaat etmek zorundasınız. Seni bu odadan istemiyoruz. Buradan gitmezsen seni öldürürüz’, ‘Siz kader olarak, Yahudilerle birbirinize çok benzeşiyorsunuz. Zafer Partisi iktidarında benzer şeyler yaşayacaksınız’ ifadelerini kullanıyor. Her ne kadar olayla ilgili Başsavcılıkça soruşturma başlatılmış olsa da Üniversitenin olayın üzerinden iki ay geçmesine rağmen herhangi bir adım atmaması kabul edilemez. Çünkü söz konusu olay münferit değildir; son yıllarda sıkça yaşanan Kürt-Alevi öğrenci ve işçilere yönelik saldırıların bir parçasıdır. Bunda esas sorumluluk ise tek tipçi ve baskıcı bir öğrenme ortamı yerine eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik öğrenme ortamının oluşmasını sağlayamayan siyasi iktidardır.”
Önergede son olarak; “Koç Üniversitesinde yaşanan bu ırkçı saldırının, eğitim sisteminde dahi insanları kutuplaştıran bir noktaya götürdüğü, Kürt ve Alevi kimliğine yönelik nefret suçlarının işlendiği bu tür vakalarda etkin bir yaptırım uygulanmaması ve cezasızlık politikasına devam edilmesi halinde geçmişte yaşanan örneklerde olduğu gibi gelecekte de daha vahim olayların yaşanmasına sebep olabilecek tehlike barındırmaktadır” denildi.
Bakan Tekin’in Yanıtlaması İstenen Sorular
Koç Üniversitesi Alevi ve Kürt kimliği nedeniyle saldırıya uğrayan F.B.’yi neden okuldan uzaklaştırmıştır?
Bu vahşeti tertipleyen diğer oda arkadaşına neden hiçbir yaptırım uygulanmamıştır?
Olayın üzerinden iki ay geçmesine rağmen olayda ihmali bulunan üniversite yönetimi hakkında neden etkin bir soruşturma yürütülmemiştir?
Alevi ve Kürt öğrenci F.B.’ye saldıran Hasan Ege F. ile Arda D. hakkında herhangi bir işlem yapılmış mıdır? Bu iki şahıs Koç Üniversitesinde eğitime devam etmekte midir? 5. Koç Üniversitesi öğrencisi F.B.’nin ırkçı söylemlere maruz bırakılıp darp edilmesi ile ilgili Bakanlığınızca bir işlem başlatılmış mıdır?”
Saldırıya uğrayan öğrencinin avukatı Alper Sarıca sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, ses kayıtları ve yaralamaya rağmen 1 aydan fazla bir süredir, savcılığın Hasan Ege Karanfil'in ifadesini almadığını belirtti:
"Dosyaya bugüne kadar duyduğum en ırkçı söylemlerin yer aldığı (haberlerde çoğuna yer verilmeyen) 6 adet ses kaydını sunmamıza, faillerce suçları örtbas edilmek için sözde cinsel saldırıyla suçlanan müvekkilimin olaydan sadece yarım saat önce üniversite güvenliğini aradığına dair arama kayıtlarını sunmamıza, odanın kartlı giriş kayıtlarından ve failin adli muayene ve karakol ifadesine yansıyan anlatımlarındaki çelişkilerden cinsel saldırının hiç vuku bulmadığının açıkça anlaşılmasına, (muayenede sözlü taciz diyor.) müvekkilin yüzüne ve karnına onlarca dikiş atıldığını gösteren adli raporlara rağmen savcılıkça şüpheli H.E.K.nin ikmalen istendiği için 1 ayı aşkın süredir ifadesi bile alınamadı."
'Soyut İddialarla Adli Kontrol Kararı Verildi'
Saldırganların cinsel saldırı iddiası gerekçesiyle saldırıya uğrayan müvekkili hakkında adli kontrol kararı verildiğini aktaran Sarıca, "Oysa aynı savcılık canını zor kurtaran, ırkçılığa uğrayan müvekkilim için sırf faillerin soyut iddiaları nedeniyle adli kontrol kararı verdirdi ve kaldırılması taleplerimizi reddetti" dedi.
'Canına Kastedilen Müvekkilim Sınavlara Alınmadı, Şimdi De Kaydını Dondur Diyorlar'
Koç Üniversitesi'nin F.B'nin üniversiteye girişini yasakladığını belirten Sarıca, "Irkçılığa uğrayan, canına kastedilen müvekkilimin Koç Üniversitesi tarafından 1 ay süreyle okula ve binalara girişi yasaklandı. Bizzat gidip hukuk müşavirliğine delileri sunup anlatmama rağmen sınavlarına bile alınmadı. Telafi sınavı da açılmadı. Şimdi de kaydını dondur diyorlarmış. Başınıza benzer bir olay gelirse üniversitenizde güvende olduğunuzu ve hak ettiğiniz adil muameleyi göreceğinizi düşünmüyorum. Not: Üniversite yurt disiplin kurulu müvekkil hakkında cinsel saldırı iddiası sübut bulmadığından müvekkile ceza verilmemesine karar verdi" ifadelerini kullandı.
Bir korkunç sarmal artık vakayı adiye kılınıyor. Tümüyle bir menzildeki yaşam hakkının üstüne konulan korkunç ipoteği, bitimsiz nefreti, sonsuz garabetlik bir eleme çabasının her neyi var ettiği günbegün ortaya çıkarken, sözüm ona okul olduğu iddiasındaki bir yer, bir mesken dahilinde dahi gündelik bir yaşam pratiğinin ta kendisi olarak nefret işkence ve ithamlarla biçimlendiriliyor. Hasan Ege Karanfil’in titrinde ırkçı / turancı / türk ibaresi yanı sıra bir de edebiyatçı / şair kimliğine de haiz olmasının, kendisine yakıştırmasının ol nihai utancı ne yana düşer mesela. Koç Üniversitesi gibi, memleketin soyguncu / yağmacı ve talancı çetelerinin devletle beraber iş bitiricisi, sermaye denilince akla düşen eline kan oturmuş, gayrimüslim mallarından devşirme bir birikimden yükselmiş Koç’un da varlığı misal korkunçluğu, bireysel bir suç gibi yansıtılanın korkunç imgesini anlatmaya yetmez mi, hala! Sosyal medyada yansıması, bildirimi ve ifşası söz konusu edilmemiş olsaydı ol yıkım daha kaç kere tekrarlanabilirdi. Kendisini bir şair olarak tanıtabilen bir şahsın böyle afaki bir biçimde bir insana kastı var ederek doğru düzgün tek bir satır yazması söz konusu edilebilir mi? Dahası insan içine çıkmamaları gereken Karanfil ve arkadaşı Arda Demir için herhangi bir soruşturmadan ileri, insanlık hakkı için bir adalet tahayyülü söz konusu edilecek midir, gerçekten?
Korkunç bir düzlem imgesine rehin artık şimdiki zaman. Var edilmiş toplum birbirine en kestirmeden düşmanlık beslemeye devam diyen zümrelerin oyun sahası kılınıyor. Her şey her an bambaşka yıkımlara, her gün bambaşka teferruat değil sahici bir halle törpülenmeye devam olunan bir fasit dairenin esiri kılınıyor. Ne gam ne keder ne acı ne de birlikteliği bunca açık bir biçimde zehirleyen sistem sorgulanabilir kılınıyor. Bir koca yılın ardından yenisinin ilk on gününde ortaya çıkan imge, yerin her nasıl bir badirelerin sahası kılındığını örneklemeye yeterli gelecektir sanırız. Korkunç bir imgenin hakikatinde ne bir şimdi, ne de bir yarın söz konusu edilebilir sahiden de. Hakikatin hilkat garibesinin ta kendisine dönüştürüldüğü bir zeminde yaratılan / yaşatılan / yaşatmaya devam olunan her fecaatle birlikte bir korkunç düzlem imgesi hayatı kuşatıyor. Geleceği bunca belirsiz konulan bir yerde hayat mefhumu yerle bir olunuyor, derdiniz olur mu sahiden? Düşünür müsünüz yol nereye...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Adam CALDWELL via Official Site
3 notes · View notes
panoptik · 9 months
Text
Tumblr media
George Tsakraklides, Mutsuzluk Makinesi.
Kitle kültürü kavramını temel alarak günümüz tüketim kültürünün bireylerde yaratmış olduğu mutsuzluk üzerine bir kitap. Sosyal konular üzerine düşünmeye meraklı ancak dili ağır kitaplar okumak istemeyen insanlar için faydalı olmuş. İleri okuma yapan bireylerin ise bir çırpıda bitireceği, spesifik olarak çok kazanım elde edemeyeceği bir kitap.
Livera'dan çıkan ve aslen hiç de kabul etmediğim şekilde "günümüz aklını" "tümden reddetmeye" çalışan iki kitap okuduktan sonra faydalı olacağına inandığım Metamorfozlar'ı okumuştum. O kitap "Meşhur günümüz aklını" reddetmenin imkanı olabilmesine dair birazcık da ışık tutan kitaplardan biri oldu. Çünkü içinde bedene, ölüme, doğuma karşı farklı bakış açıları geliştirmeye çalışan bir anlatı vardı. Ondan sonra da Foucault biyopolitika ve Homo Sacer kavramı üzerine ilerleyen Agamben okuması yaptım. Onu da bir sonraki gönderi de paylaşacağım.
4 notes · View notes
malummedya · 2 years
Text
Kadın Eki’nin 44’üncü sayısı çıktı
Kadın Eki’nin 44’üncü sayısı çıktı
HABER MERKEZİ – Yeni Yaşam Kadın Eki’nin 44’üncü sayısı “Türkiye’de cinsiyetçi sağlık sistemi: İktidar biyopolitika uyguluyor” kapağıyla yayınlandı.    15 günde bir çıkan Yeni Yaşam Kadın Eki’nin 44’üncü sayısı “Türkiye’de cinsiyetçi sağlık sistemi: İktidar biyopolitika uyguluyor” kapağı ile yayınlandı. Yeni sayıda, “AKP’nin pronatalist politikaları: Üreme sağlığı hizmeti verilemiyor”…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
lolonolo-com · 2 years
Text
Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları 2022 Üç Ders Sınav Soruları
Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları 2022 Üç Ders Sınav Soruları
Toplumsal Cinsiyet Tartışmaları 2022 Üç Ders Sınav Soruları 1- Biyopolitika açısından özneleşmek ne anlama gelir? A) Toplumsal dönüşümde güç sahibi olmak B) Başka insanları yönetebilecek kapasitede olmak C) Yalnızlaşmak D) Belli yetenek ve özellikleriyle öne çıkmak E) Toplumsal normlar tarafından düzenlenebilir olmak Cevap : B) Başka insanları yönetebilecek kapasitede olmak 2- “Eski Çağ, Yeni…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
dusunumsel · 4 years
Text
Yeni İktidar Teknikleri
Geçenlerde bir hayli ince ama ufuk açıcı bir kitap okudum. Byung- Chul Han’ın ‘Psikopolitika Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri’ adlı kitabı. Esasen Han, Foucault, Marx, Deleuze, Hegel, Nietzsche okumaları ile bugüne bakmaya, neoliberal politikaları bu isimler ile değerlendirmeye gayret etmiş. Bir takım önemli satır başlarını sizlerle paylaşacağım. Han ‘Akıllı İktidar’ başlıklı bölümde günümüzde güç kullanmak ve yasaklamak yerine insanların kendiliğinden boyun eğmesine sebebiyet veren iktidar pratiklerine değiniyor: “Güç kullanarak insanlara emir ve yasaklardan oluşan bir korse giydirmek için büyük çaba harcayan disiplinci iktidar verimsizdir. İnsanların kendiliğinden egemenlik ilişkilerine boyun eğmelerini sağlayan iktidar tekniğiyse çok daha verimli. Engellemek ya da baskılamak yerine harekete geçirecek, motive edecek, optimizasyon sağlayacaktır. Kendine has verimliliği, yasak ve yoksun bırakma yerine hoşnutluk ve tatmin sağlamasından kaynaklanır. İnsanlara boyun eğdirmek yerine, onlarda bağımlılık yaratmayı amaçlar. Akıllı ve dost iktidar kendisine tabi öznelerin iradelerine karşı cepheden iş görmez, onların iradelerini onların çıkarları doğrultusunda yönlendirir. “Hayır”dansa “evet” der, baskılayıcı olmaktan ziyade ayartıcıdır. Olumlu duygular uyandırıp bunları sömürmeye çalışır. Yasaklamaktansa ayartır. Özneye karşı çıkmak yerine ona yaklaşır.” Han, Read the full article
0 notes
tegmen-drogo · 2 years
Text
Birinci aydinlanma
Istatistik bilgiyi mitolojiden ayirdi.
Istatistik mitolojik anlatinin yerine sayisal bilgiyi koyar. Ama teori hep vardir
Ikinci aydinlanma olan dataizm ise seffafliktir. Teori yoktur. Sadece data vardir.
Bu acidan dataizm bir cesit nihilizmdir.
Quantified self
Selfknowledge through numbers
Ortopedi/estetik
Panoptikon&dijital izleme
Bigbrother&big data
Biyopolitika
&
Psikopolitika
Chul han
0 notes
sizekitap · 4 years
Text
Önce Mekan Vardı
Önce Mekan Vardı Abdurazack Karriem Edebi Şeyler
Bir tarafta ordularıyla, sermayeleriyle, bütün yıkıcılıkları ile devletler ve şirketler; sürekli biçimde ele geçirilmeye, temellük edilmeye ve “yeniden yapılandırılmaya” çalışılan mekanlar. Diğer tarafta, kendi yaşam alanlarını, topraklarını, evlerini, mahallelerini, ormanlarını, kısacası mekanlarını savunanlar…Önce Mekan Vardı, devletlerin ve şirketlerin bu topyekûn saldırısına karşı mekanların söylediğini ve eylediğini kayıt altına alan, bunlar üzerine düşünen ve söz üreten yazıları bir araya getiriyor. Derleme; mekanın siyaset, bellek, praksis felsefesi, işgal ve biyopolitika ile olan bağları üzerine sohbet edip, zamanın ve mekanın dört bir yanında direnenleri; Topraksızlar Hareketi’nin, Sitüasyonistlerin, İtalyan Otonomcu Hareketin ve kent yoksullarının mekânı savunma hikayeleri üzerinden anlamaya ve anlatmaya çalışıyor.Önce Mekan Vardı, mekanını savunanların kitabı. Kitapta, Stuart Elden’dan Bob Jessop’a, Metin Yeğin’den Bülent Diken’e, Neil Gray’den Abdurazack Karriem’e birçok düşünürün makalelerini ve denemelerini bulabilirsiniz. Önce Mekan Vardı’yı, Önder Kulak ve Soner Torlak derledi.
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara
devamı burada => https://sizekitap.com/sosyoloji/once-mekan-vardi/
0 notes
dunyalardan · 4 years
Link
0 notes
captain-hasan-kaya · 4 years
Text
Yaşatmak ve Ölüme Atmak:
Mart 1976’da filozof Michel Foucault Batı liberal toplumlarına özgü yeni bir yeni yönetim mantığının gelip kapıya dayandığını anlatmıştı. Bu mantığa biyopolitika adını koymuştu. Devletler, nüfuslarının sağlık ve refahına takıntılı hale gelmeye başlamıştı.  Sonunda, bu tespitin üzerinden kırk yıl geçtikten sonra Batılı devletler sağlıklı yiyecekleri teşvik etmekle, sigarayı yasaklamakla, göğüs…
View On WordPress
0 notes
guncelpdfindir-blog · 6 years
Text
Politik Aklın Eleştirisi: Foucault'nun Modern Yönetimsellik Çözümlemesi
Politik Aklın Eleştirisi: Foucault’nun Modern Yönetimsellik Çözümlemesi Michel Foucault’nun bugün büyük ölçüde Türkçede de yayınlanmış olan Collège de France derslerinde geliştirdiği yönetimsellik çözümlemesi, ‘modern devletin soybilimi’ ile ‘modern öznenin soybilimi’ arasındaki dâhili bağa işaret eder. Böylelikle Foucault, ‘biyopolitika’ ve ‘ırkçılık’, ‘özgürlük’ ve ‘güvenlik’, ‘sosyal devlet hizmetlerinin çözülmesi’ ve ‘kendi kendine yeterlilik’ ve ‘kendilik kaygısı’ eğilimlerinin giderek artması arasındaki yakın ilişkileri serimlemeyi başarır. Nitekim neoliberalizm yeni bir toplumsalın yanında yeni bir (‘otonom’) öznellik de icat eden bir politik rasyonelliktir. Neoliberalizmde ekonomik refah ve kişilerin esenliği birbiriyle birleşirken, yalnızca bireysel beden değil, politik bir beden olarak devlet de ‘ince’ ve ‘formda’ olmak zorundadır. Thomas Lemke’nin zahmetli bir araştırmaya ve kısa bir süre öncesine değin pek de bilmediğimiz zengin arşiv materyallerine dayanan çalışması ilk yayınlanmasınının ardından neredeyse yirmi yıl geçmesine karşın bugün hala Foucault’nun iktidar çozümlemesinin en kapsayıcı ve materyal açısından en zengin tartışması olma özelliğini koruyor.                                Foucault’nun iktidar analizine bir giriş kitabı olma işlevi yanı sıra, Foucault’nun öğrencileri olan Daniel Defert, Giovanna Procacci, Jacques Donzelot gibi önemli isimlerin çalışmalarını da tartışmaya açan eser, düşünürün çalışmasının sosyal bilimsel araştırmalara ve sorgulamalara ne tür açılımlar getirebileceğini görünür hale getiriyor. Hem konunun uzmanlarınca hem de Michel Foucault’nun çalışmalarına ilgi duyan ve onu ilk defa okuyacak olanlar için temel referans kitap olma özelliği taşıyan bu çalışma, Foucault’nun mühim bir yeniden değerlendirmesi ile politik ve sosyal bilimsel nitelikteki çalışmalarının en kapsamlı kaynakçasını sunmakla kalmıyor; aynı zamanda, bizzat ‘politik aklın eleştirisi’ için bir araca da dönüşüyor.
Politik Aklın Eleştirisi: Foucault'nun Modern Yönetimsellik Çözümlemesi
0 notes
Text
Bilişsel Kapitalizm! & Eğitim ve Dijital Emek
Bilişsel Kapitalizm! & Eğitim ve Dijital Emek Bilişsel kapitalizm tartışmaları her ne kadar yeni görünse de tarihsel kökenleri Deleuze ve Guattari’nin Kapitalizm ve Şizofreni, Foucault’un biyopolitika çalışmalarında ve başta Hardt ve Negri olmak üzere otonomist hareket içerisinde gözlemlenebilir. Günümüze yaklaşıldığında ise önce enformasyon toplumu, ardından Web 2.0 ve maddi olmayan emek tartışmaları ile birlikte bilişsel kapitalizm tartışmalara daha da somutlaşıp yaşamımıza girdi.
Marksist kuram açısından bilişsel kapitalizm tartışmaları ise farklı yaklaşımları içerisinde barındırıyor. Christian Fuchs gibi isimler sermayenin yeni birikim stratejileri ile birlikte geçirdiği dönüşümleri açıklarken kavramın kendisine, bilişsel kapitalizme, karşı çıkıyor; buna karşın otonomist hareket içerisinde yer alan isimler özellikle maddi olmayan emek tartışmaları üzerinden farklı bir tanımlama yoluna giriyorlar. Kapitalizmin geçirdiği dönüşümler ile birlikte sınıf yapısının değişip değişmediği tartışmaları da bu tartışmaların içerisinde yer alıyor. Bazı isimler bu dönüşümlerle birlikte yeni sınıf yapılarının oluştuğunu ( ör; yaratıcı sınıf) ısrarla dillendirirken bazıları da kapitalizmin ana karakteristiğini koruduğunu ve dolayısıyla sınıf yapısında çok ciddi değişikliklerin olmadığından söz ediyorlar.
Bilişsel Kapitalizm, Eğitim ve Dijital Emek bir yandan bilişsel kapitalizm ile ilgili kafaları karıştıran farklı sorulara yanıtlar bulmaya çalışıp kuramsal bir zemin oluşturmaya çalışırken öte yandan bu “yeni dönem”in eğitim ile ilişkisine, başta yükseköğretim kurumları olmak üzere, odaklanıyor ve neoliberalizm ile birlikte eğitimin geçirdiği dönüşümü de merceği altına alıyor.
Bilişsel Kapitalizm! & Eğitim ve Dijital Emek
0 notes
seslimeram · 3 months
Text
Adaletsiz, Eşitliksiz, Ahparigsiz!
Tumblr media
Doğrunun esamesinin okunmadığı bir zeminde her şey eğri, yanlış ve karanlığın kılınıyor bir kere daha. Bir asrı aşkın demokrasi deneyiminden feyiz alındığı, rehber edildiği ifade olunan bir sahadan mutlak ve kesin bir doğrunun imali söz konusu edilmiyor. Tümden ve doğrudan yıkıma işlevsellik kazandırılıyor. Tek adam rejiminin güncelliği içerisinde tüm o doğru yerle bir edilirken yerine ikame olunan her şeyle bir yalan tiradı güncelleniyor. O yıkım daimi bir biçimde hep sıradana reva görülüyor. Hayatın ehemmiyeti, biricikliği bir biçimde talan edilirken, cerahat ve cürümle el yükseltilen bir iktidar şablonu eliyle açıkta doğrunun yıkımı gerçek kılınır. Bugünün yeni yepyeni ülkesi denilen sahnesinin yönetim katıyla iktidar ve tüm bileşenleriyle birlikte kurumsallaştırdığı yerin yönelimi ve sonuçları böyle bariz bir eksiltme halidir. Biyopolitik bir cerahat sarmalı, bütünüyle yaşamı kuşatan bir denklemler toplamında mutlak, kesintisiz bir cerahat imal olunur. Her yanlış her türlü riya, her güne sığdırılan tahakküm / tehdit ve ötesiyle bu cerahat hali ülke diye sunulur. Gündelik yaşam zora koşulurken cerahat, cürüm, cinnet üçlemesine rehin olagelen bir yer var ediliyor, ne eksik, ne fazla.
Düpedüz yalın bir riya ikliminin aralıksız muktedir eliyle çoğaltıldığı zeminde olmasına devam olunan hamlelerle hayat ehveninden alıkonuluyor. Artık itiraz edebilecek bir cüret, bunu ortaklaştırabilecek bir irade, öteki değil bizatihi bu ülkenin ortak yaşam pratiklerine dair bir şeyler söylemek imkansız kılınıyor. Tahakkümü, denetim ve gözetimi var eden ol siyasi manevra kümesinin, onadığı, izin verdiği kesimlerin patırtısı içerisinde doğruluğun izleri yerle bir olunur. Yoksunlaştırma, eksiltme ve tekdüze ezber olunmuş bir ahkam hali eylem bütünlüğünde demokrasinin izleri de tahrif edilir. Bugünün ülkesinin bunca alenen bir sorunlar toplamından mülhem yere dönüşümü ol izahatı, şu anlama gayretin ve bütün o sorgulayabilme çabasının önünün alınmasıyla birlikte söz konusu edilir. Hakikatimiz en kestirmeden yalın bir buhrandır. Birbiriyle bütünleşik, varsılların iktidar kümesindeki erk ile birlikte yazıp, çizip, oynadıkları bir tahayyüller birlikteliğinde o mutlak yazgıymış gibi var edilen yalanlarla hayat dönüştürülür. Milenyumun bir çeyrek asrı devrilirken olmakta olan bütünüyle devamlılığa kavuşturulan bir kere daha devletlinin izninden azade tek bir günün var edilemeyeceğidir. Bütünüyle dibine kadar bodoslama dibine doğru seyreden bir yerde bundan daha açık bir yıkım istikameti söz konusu edilebilir mi? Bu hallerle yol nereye çıkar ki!
Artı Gerçek’ten aktaralım: “Maraş merkezli 6 Şubat depremlerinin üzerinden 11 ay geçmesine rağmen depremzedelerin mağduriyetleri sürüyor. Depremlerin vurduğu 11 kentten biri olan Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Birlik Mahallesi ile Şüktmeyik mezrası da yaşanan felaketten etkilendi.
Herhangi bir can kaybı yaşanmayan her iki yerleşim yerinde evler ağır hasar gördü. Birlik Mahallesi’nde bulunan 19 hanenin 15’i, Şüktmeyik mezrasındaki 15 hanenin ise 13’ü hakkında yıkım kararı verildi.
Uzun süre çadırlarda kalan depremzedeler sonrasında konteynerlere yerleştirildi. Ancak konteynerde yaşamanın özellikle çocuklar, yaşlılar ve engelliler için getirdiği zorluklar var.
Depremzedeler konteynerlerin yetersiz olmasından kaynaklı kendi imkânlarıyla barınak, lavabo ve duş yerleri inşa ettiklerini kaydetti. Yaşamlarını koşullarını kolaylaştırmaya çalışsalar da bir an önce kendileri için ev yapılması talebinde bulunan depremzedeler, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) yapılacak evler için kendilerinden 1,5 ile 4 milyon TL arasında ödeme yapılmasını istediğini söyledi. Depremzedeler, bu parayı verecek imkanlarının olmadığını da ekledi.
'Aylar Geçti, Evler Yok'
Birlik Mahallesi’ndeki evi ağır hasar gören depremzede Hayriye Benice, yetkililerin ‘bugün, yarın, bu ay yapacağız’ dedikleri evler için bugüne kadar adım atılmadığını belirtti. Benice, “Küçücük bir konteyner vermişler, o da su kaçırıyor, soğuk alıyor. Konteynerlerin içinde soğuktan ölüyoruz. Hastalığım var, dizimden ve kalbimden ameliyat oldum. Zaten bu hastalıklarımın hepsi bu soğuktan kaynaklı oluştu. Ne tuvaleti ne mutfağı ne de banyosu, hiçbir şeyi yok. İnsan gıdalarıyla beraber orada nasıl yaşasın?” diye sordu.
'Ev İçin 1.6 Milyon TL İstendi'
AFAD’ın ev için kendilerinden 1 milyon 600 bin TL istediğini söyleyen Hayri Benice, tepkisini “O parayı verebiliyor olsaydık, bir senedir kendi evimizi kendimiz yapardık” diyerek gösterdi. Yaşlı ve hasta olduğunu, bu nedenle daha fazla konteynerde idare edemediklerini dile getiren Benice, evlerinin bir an önce yapılarak, kendilerine verilmesini istedi.
9 Kişi Konteynerde Yaşıyor
9 kişi bir konteynerde kaldıklarını belirten Cemile Yakacı da konteyner yaşamının zorluklarını şöyle dile getirdi: “Bebeğim ve yaşlılarım var. Yaşlı teyze yatalak, kalkamıyor. İhtiyaçlarını 2-3 kişi kaldırıp indirerek karşılıyoruz. Banyo yaptırıyoruz, tuvaletini yaptırıyoruz çok zorluk yaşıyoruz. Bu bir senedir perişan olduk. Şimdiye kadar çadırda kalıyorduk. Bayramdan sonra konteyner geldi. Tuvaleti, banyosu yok.”
Yakacı, Mart ayına kadar temelleri atılacağı söylenen evlerinin bir an önce yapılmasını istedi.
‘Biz Evimizi, Hayatımızı İstiyoruz’
Ailesiyle konteynerde kalan depremzede Remziye Yakacı ise, geçen 11 aylık zamanda yaşadıklarını “Deprem sonrası hayatımız rezillik içinde geçti. Her türlü sorunu yaşadık Kimse sorunlarımızı dinlemek için gelmiyor. Biz evimizi, hayatımızı istiyoruz” diyerek söze döktü.
5 Bin TL Elektrik Faturası
Konteyneri ısıtmak için elektrikli ısıtıcı kullanmak zorunda kaldıklarını fakat bu kez de 5 bin TL fatura geldiğini söyleyen Benice, TEDAŞ’a gidip ödeyemeyeceklerini söylediklerinde faturanın 2 bin 300’e düşürüldüğünü, onu da borç yaparak ödeyebildiklerini kaydetti. Ev için kendilerinden 4 milyon TL talep edildiğini paylaşan Behice, “İmkanımız yok, bunları düşünmeleri gerekirken milleti daha çok mağdur ediyorlar” diyerek, yapılacak evler için para alınmaması istedi.
AFAD'a Ulaşılamadı
Depremzedelerin dile getirdiği para talebini sormak için aranan AFAD yetkililerine ise ulaşılamadı.”
Doğrunun esamesinin her nasıl okunmadığına başlı başına bu örnek kafi gelecektir. Bir biçimde on bir aydır kendi hallerine terk edilmiş insanların deprem felaketi sonrasında bir kere daha bu defa da devlet eliyle izole edilmelerinin utancı ne yana düşmektedir. Sorgu, sual edeni kalmadığı için artık bir yıkımdan kurtulan insanlara reva görülenler insanlığa sığıyor mudur, sığar mı? Duraksamadan güncellenen her hamleyle bir kere daha yaşama eyleminin önüne setler çekilmeye devam ederken, onca badireden sonra halen ellerindeki o umudu törpüleyebilmek, yok etmek adına olmadık işlerin altına imza atmak neyin nesi, neresi doğrudur? Bitimsiz bir girdabın ortasına terk edilip, kendileri hayatta kalabildikleri için suçluymuş gibi davranılan, bir temel insanlık hakkı olagelen barınma hakkını parasını verirseniz neden olmasına indirgeyen bir yapının hangi eylemi o müşterekleri sağlayacak, sahiden insanların geleceğini düşünmesine müsaade edecektir.
Doğrunun esamesinin okunmadığı bir zeminde her şey eğri, yanlış ve karanlığın kılınıyor bir kere daha. 2007 yılının 19 Ocak tarihinde bünyemizde açılmış olan koca bir yaranın ta kendisini de bu bağlamda görmek mümkündür. “Agos Gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, 19 Ocak 2007'de gazete binası önünde o dönem 17 yaşında olan Ogün Samast tarafından düzenlenen suikast sonucu yaşamını yitirir.” Koca bir boşluk. Bir biçimde hayatlarımızı topyekun etkileyen, bir daha düzeltilemeyecek bir yaranın özneleri arasında yerini alan bir cinayetin ardından çıkagelen her şey bu eğrelti, şu yanlış ve daimi bir biçimde karanlık olageleni de bildirir. Bir düzlemdeki Ermeni kimliğinin hakikatinden bahisler açabilmenin yollarını onca engellemeye rağmen açabilen bir temsilciydi Hrant Dink. 1915’te yaşatılan Medz Yeghern’in hemen ardından sessizliğe gömülmüş, ancak 1965 yılından, birkaç jenerasyonun devinimi sonrasında kendi belleğinde yer edileni arar, sorar, sorgular hale gelmiş bir kimliğin elinde kalanları birleştirerek bir hikayenin tam ve eksiksiz anılmasını / anlaşılmasına çaba sarf eden bir temsildi Hrant Dink. 19 Ocak 2007 günü onu, tüm doğrularından, belleğimizin dibinde kalakalmış olagelen korkuların hiç de uzakta ötede olmadığını bilerek, göstermek isteyen bir çete / yapı / küme bir tetikçi eliyle, onu yönlendirenler sayesinde katletti. 1915 sonrasında var edilmeye çalışılan bir avuçtan az kalan Ermeni’nin meramını bildirebilme çabasının elbet bir karşılığı olacaktı. O melun günün ardından kalakalan yegane şey susun çağrısının artık aleni kılınmasıydı. Eğrelti, yalan, yanlış ve kötücül bir aksin eline rehin kılınmış olagelen yerde, baş efendinin tabiri ile kendisini de aşan bir cinayet sistematiği ile bir can katledilir. O günden bu yana adaletin her nerede olduğu muallaktır.
Hrant Dink’in katledilmesine giden sürecin başlangıcını oluşturan Sabiha Gökçen’in yetim bir Ermeni kızı olmasının hikayesinden sonra devamlılığı sağlama alınan sürek avı o eğrelti yolun nasıl da biçimlendirildiğini örnekler. 2019’dan bir haberi aktaralım: “2002-2008 yılları arasında İstanbul Valiliği’nde azınlıklarla ilgili iş ve işlemlerden sorumlu olan Ergun Güngör, 24 Şubat 2004'te Hrant Dink'le valilikte görüştüklerini, bunu MİT'in istediğini beyan etti.
Güngör, Dink'in Agos Gazetesi'nde Sabiha Gökçen'in Ermeni olduğunu iddia ettiği yazının o dönemde infiale yol açtığını söyledi. İstihbarattan gelen kişilerin Dink'le bir görüşme ayarlanmasını istediklerini aktaran Güngör, "Böyle bir görüşmenin vali izni olmadan yapamayacağımı söyledim. Dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler’in olur vermesiyle bu görüşme gerçekleşti. İstihbarat görevlileri yanımdayken Dink’i aradım. Kendisiyle toplumda oluşan bu hassasiyeti konuşmak istediğimizi ve habere konu olan belgeleri görmek istediğimizi söyledim. Kendisi davetimiz üzerine geldi" ifadeleri kullandı.
Güngör, MİT mensuplarına "Sizi Dink'e ne olarak tanıtayım?" diye sorduğu, MİT çalışanlarının "Yakınlarım dersiniz" dediklerini iddia etti. Dink'in verdiği evrakları MİT mensuplarının aldığını söyleyen Güngör, “Bu görüşmenin ardından vatandaşlar tarafından suç duyuruları, protestolar oldu. Emniyet bununla ilgili önlemler aldı. Dink’in hayatının tehdit altında olduğuna dair bize aktarılan herhangi bir bilgi yok. Resmi nezaket kuralları içerisinde yapılmış bir görüşmedir” dedi.
Güngör'e mahkemede MİT mensuplarının konuyla ilgili ifadeleri hatırlatıldı. MİT çalışanları söz konusu görüşmeyle ilgili "Valilik'e gittiğimizde tesadüfen Dink de oradaydı" yanıtını vermişti. Güngör bunu reddederek “Hayır bu mümkün değil. MİT’in talebi üzerine bu görüşme yapıldı” sözlerini kullandı.”
Doğrunun varlığının hiç edildiği bir zeminde sadece Ergun Güngör’ün açık ettikleri dahi her nasıl bir karanlık kozanın imal olunduğunu örnekler. İçine çekilen ötekisi için alenen kurulmuş olagelen yok etme şablonunun istikametini bildirir, zamanında. On yedi koca yıl sonra varılan menzilde, adaletin küflü bir tahayyüle indirgenişi söz konusu olur. Ol samast denen meczubun arkasının toplandığı, çetenin diğer üyelerinin de kahraman edasıyla karşılandığı bir zeminde her yanlış, her kötülük bir kere daha devletli eliyle ya da yönlendirmesiyle taltif olunur. Ki kamu personelinin Cerrah’tan, Güler’e, Öz’den, Uzun, Akyürek, Güngör ve nicesinin davada yargılanmaları bir yana, o cinayetteki payları göz ardı olunur, olundu. Bu kadar zaman sonrasında elde kalakalan sadece bir avuç hayalden ötesi kılınmaz. Düzenin var ettiği öteki nefretinin bugünün çok daha açık bir biçimde hedef kılmaları beraberinde taşıdığı bir zeminde Devletin tüm kliklerinin bir düzlemde pay ve eylemde fail olduğu cinayetlerden birisi olarak kalmaya devam edendir Hrant Dink cinayeti. Onca zaman sonrasında ortaya çıkan garabetlik adalet seremonisinin hiçbir biçimde / anlamda hakikate yer bıraktırmayan bir eğrelti, eksik, gedik haller toplamında o adalet çalınmıştır. Hrant Dink Vakfı’nın sitesinden davanın geniş bir özetine, alınan karar ve ardından çıkagelen karanlığın nasıl biçimlendirilmeye devam olunduğunun yansısına göz atılabilir. Bir memleketin alnına çalınmış koca bir leke haline dönüşen, Ermeni’nin yarasının da ötesini simgeleştiren, onca zaman sonrasında halen yerinde sayan ülkenin korkunç hayal kırıklığından bir kesit yaşamdaki yerini muhafaza etmeye devam ediyor. Öyle ya da böyle doğrunun esamesinin geçmediği / bilinmediği bir zeminde takvimler bir kere daha acıya çıkıyor. Adaletsiz, hürriyetsiz, eşitliksiz, Ahparigsiz... Eksik. Umursuyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Berge ARABIAN – Agos Gazetesi
6 notes · View notes
herkesicinmimarlik · 7 years
Text
Görünmez |Buluşma #4
“Gözden Kaçmasın!” Konuşmacılar: Bahtiyar Mermertaş, Dijan Özkurt, Egemen Yılgür, Elif Demirkaya, Murat Arpacı, Serhat Arslan, Sibel Yardımcı
5. yıl etkinliklerimiz kapsamında gerçekleşen buluşma serisinin sonuncusu 11 Nisan 2017 Salı günü Studio X'te gerçekleşti. Sosyolog ve akademisyenleri içeren bir konuşmacı ekibi ile sürdürülen “Gözden Kaçmasın!” başlıklı buluşmada, Bahtiyar Mermertaş, Dijan Özkurt, Egemen Yılgür, Elif Demirkaya, Murat Arpacı, Serhat Arslan ve Sibel Yardımcı Türkiye’nin farklı yerlerinden ve sinemadan derledikleri örneklerle mekânın nasıl tekrar tekrar üretilip yeniden anlamlandırıldığını tartıştı.
Buluşmanın moderasyonunu üstlenen Sibel Yardımcı ilk sözü alarak, sosyolojide mekanın toplumsal olarak üretilen bir durum olarak ele alındığını, aynı zamanda toplumun mekan üzerinden üretilmesinin söz konusu olduğunu belirtti. Buluşmadaki örneklerin mekanın nasıl kurulduğunu, nasıl yeniden üretildiğini, belli süreler içerisinde gerçekleşen kurulum sürecinin izin verdiği ilişki biçimlerini aktaracağını belirten Yardımcı, ne tür bir özne kılındığımızın mekanlarla ilişkili olduğunu söyledi. Yardımcı’nın yaptığı girişten sonra ilk bölümde sırasıyla Egemen Yılgür, Murat Arpacı ve Serhat Arslan sunumlarını gerçekleştirdiler.
Tumblr media
Egemen Yılgür 1877-88 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Bulgaristan’ın kuzeyinden İstanbul’a göçen insanlar arasında yer alan ve çeşitli geçici barınmalardan sonra imkanları olmadığı için sokakta kalan hamal, küfeci, paçavrası gibi mesleklerden yaklaşık 5000 kent yoksulunun kurduğu teneke mahallelerinden bahsetti. Yılgür, gaz tenekeleri, çerçöp, eski tahta parçaları gibi malzemelerle kurulan barakalardan oluşan mahallelerin başka yoksul ve göçmen gruplara da örnek olarak 20. yüzyılın önemli bir bölümünde kentte görülebilen bir yerleşim birimi türü olduğunu söyledi. Yılgür’den sonra söz alan Murat Arpacı, Erzincan’a gelen 200 kadar Afgan mülteci için kent merkezindeki atıl bir okulun bahçesine kurulan mülteci kampının durumunu aktardı. Arpacı, mültecilerin gelecekleri hakkındaki belirsizliğin, onların yerleşimi için seçilen mekanın belirsizliğinde de okunan bir bir durum olduğunu ve okul duvarlarının kesin bir sınır algısı yaratarak mültecilerin marjinal konumunu yeniden ürettiğini belirtti. İlk bölümün son konuşmacısı Serhat Arslan ise Diyarbakır Sur’da 2008’den bugüne yaşanan dönüşüm süreci üzerine bir sunum gerçekleştirdi. İlk önce belediye ve Toki’nin planladığı dönüşümün karşı çıkılarak durdurulduğunu, ancak son dönemdeki abluka ve çatışmalarla bölgenin dümdüz olduğunu belirten Arslan, mahalle dokusunu ve planlanan dönüşümleri güvenlik, ekonomik ve kültürel açılardan yorumladı.
Tumblr media
Verilen kısa aranın ardından buluşmanın ikinci bölümü Dijan Özkurt’un Eskişehir Ermeni Kilisesi’nin zaman içerisinde geçirdiği değişimleri anlattığı sunumuyla başladı. Özkurt 1860’larda inşa edildikten sonra kilise, sinema, erotik sinema ve en son kültür merkezi olarak kullanılan binanın tarihini kültürel soykırım olarak tanımladı. Özkurt’tan sonra söz alan Bahtiyar Mermertaş Yeşilçam Sineması’nda gecekondunun kurgusal dönüşümünü farklı dönemlerden filmlerden örneklerle anlattı. Gecekondunun ve göçmenlerin rahatsız edici, modernleştirilmesi, dönüştürülmesi gereken bir yer ve kitle olarak görüldüğünü söyleyen Demirtaş, bununla beraber sinemanın toplumsallaşmasının gecekondulaşmayla paralel geliştiğinden bahsetti. Son konuşmacı Elif Demirkaya ise emek ve üretim süreciyle ilişkili sinema yaklaşımları olduğunu söylediği Harun Farocki'nin ve diğer yönetmenlerin filmlerinden örnekler verdi. Demirkaya; fabrika, hapishane, işyerleri, alışveriş merkezleri, kamplar gibi mekân örnekleri içeren bu filmlerdeki gözetim, iktidar ve üretim ilişkilerinin aktarılma biçimlerine dikkat çekti. 
Tumblr media
Sunumların ardından gerçekleşen soru cevap bölümünde, sosyoloji ve mimarlık alanlarının temsil ve aktarım biçimleri arasındaki özellikle görsel farklılar ve mekanın anlamında tercihlerin rolü tartışılarak buluşma sona erdi.
*Bahtiyar Mermertaş, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nden, “Biyo-Politika, Özneleş(tir)me ve Milliyetçilik: Kürt Toplumsal Hareketleri” isimli teziyle yüksek lisans derecesini aldı. Hâlen aynı üniversitede Sosyoloji Bölümünde doktora öğrencisidir.
*Dijan Özkurt, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde "Uzunyayla Çerkeslerinde Ritüel Oyun ve Karnaval" isimli yüksek lisans çalışmasını tamamladı. Halihazırda aynı üniversitede Sosyoloji Bölümünde doktora öğrencisidir. 2014 yılından beri Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde araştırma görevlisidir. 
*Egemen Yılgür, 2005 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünü bitirdi. 2008 yılında yüksek lisans ve 2014 yılında doktora eğitimini Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Genel Sosyoloji ve Metodoloji Programında tamamladı. Halen Nişantaşı Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümünde öğretim üyesi olarak çalışan Yılgür, kent yoksulluğu alanında araştırmalarını sürdürmektedir. *Elif Demirkaya, Lisans derecesini İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden aldı. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde "Çağdaş Paylaşım Kültürü ve Armağan" adlı yüksek lisans çalışmasını tamamladı. Halihazırda aynı üniversitede Sosyoloji Bölümünde doktora öğrencisidir ve İstanbul Arel Üniversitesi'nde araştırma görevlisidir. Biyopolitika, nekropolitika, insan-sonrası ve tekillik konularında araştırmalarını sürdürmektedir.  *Murat Arpacı, Lisans derecesini Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümünden aldı. Yüksek lisans ve doktorasını Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde tamamladı. Beden politikaları, tıp tarihi, etnisite ve nüfus sosyolojisi alanlarında çalışmalarını sürdürmektedir. Halen Erzincan Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde öğretim üyesidir. *Serhat Arslan, Yüksek lisansını Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde yaptı. Aynı üniversite ve bölümde doktora yapmakta; sömürgecilik, iskan, asimilasyon ve özneleşme konularında çalışmalarını sürdürmektedir. *Sibel Yardımcı, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesidir. Doktorasını Lancaster Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde tamamladı. Tezi Türkçe olarak Küreselleşen İstanbul’da Bienal (İletişim, 2005) adıyla basıldı. Sonraki çalışmaları, göç ve milliyetçilik, biyopolitika, queer kuramı ve sakatlığa odaklanmaktadır. Bu konulardaki makaleleri çeşitli dergilerde ve derleme kitaplarda yayımlandı. Hacıyatmazı Devirmek (Yordam, 2010), Sakatlık Çalışmaları (Koç Üniversitesi Yayınları, 2011) ve Queer Tahayyül (Sel, 2013) başlıklı kitapları farklı kişilerle birlikte derledi. Halen çeşitli dergilerin yayın kurullarında görev yapmaktadır.
0 notes
kitapindiroku · 7 years
Text
İlişkisel Sosyal Bilimler Dergisi Sayı: 2 Temmuz 2015 / Modus Operandi Kitabı pdf indir pdf indir
İlişkisel Sosyal Bilimler Dergisi Sayı: 2 Temmuz 2015 / Modus Operandi Dosya: “Türkiye’de Sosyoekonomik ve Beşerî Bilimlerin Halleri – 2” Belgin Aksoy, Mesleki Uygulamalar ve Akademik İçerikler Arasında Bir Sosyal Bilimin Portresi: Arkeoloji Çiler Çilingiroğlu, Collingwood’un İzinde: Türkiye Arkeolojisinde Malûmatçılık ve Pozitivizm Üzerine Handan Üstündağ, Aynı Kemikler, Değişen Anlamlar: Irk Biliminden Biyoarkeolojiye Cem Özatalay, Türkiye’nin Toplumsal Yapısının Temsili Meselesi Bağlamında Sınıflar ve Sınıflandırma Savaşları Gürhan Özpolat, Türkiye’de Biyopolitikanın Ölü Doğuşu: Türkçe Akademik Yazın Alanında Biyopolitika Kavramının Alımlanma Biçimleri Makale Ümit Kurt, Erken Dönem Türk Milliyetçiliğinde Irk Kavramı ve Irkçı Söylemler, Tınılar, Dokular ve Renkler: Türk Yurdu Dergisi Örneği (1911-1916) Söyleşi Ali Çarkoğlu ile söyleşi: “Siyaset bilimcinin işi kâhinlik değildir” (Emrah Göker) Müdahaleler Pınar Özgüner, Türkiye Arkeolojisinde Kavramsal Problemler ve Kronolojik Kısıtlamalar Üzerine Tansel Güçlü, Değerin Finansallaşması Cem Orhan, “Danışıklı Dövüş” Kestirme Yolunun Tözcülük Potansiyeli Vefa Saygın Öğütle, Türkiye’de Sosyal Bilimler Felsefesinde Açık Unutulmuş Bir Yangın Alarmı Ertuğrul Ahmet Tonak, Eşitsizliklerin Ahlâksız Teorisini Terk Ederken İnceleme Tuğçe Ellialtı, [Lynn Welchman, Sara Hossain (2014) ‘Namus’: Suçlar, Paradigmalar ve Kadına Yönelik Şiddet, BGST Yayınları.] Deniz Sert, [Murat Somer (2015) Milada Dönüş: UlusDevletten Devlet-Ulusa Türk ve Kürt Meselesinin Üç İkilemi, Koç Üniversitesi Yayınları] Anıl Başaran, [Thorstein B. Veblen (2015) Aylak Sınıfın Teorisi: Kurumların İktisadi Bir İncelemesi, Heretik] Turgay Yerlikaya, [Howard Becker (2014) Hariciler (Outsiders): Bir Sapkınlık Sosyolojisi Çalışması, Heretik] İlişkisel Sosyal Bilimler Dergisi Sayı: 2 Temmuz 2015 / Modus Operandi Kitabı pdf indir pdf indir oku
0 notes
dunyalardan · 4 years
Link
0 notes
ozgurlukyazilari · 11 years
Photo
Tumblr media
Beden teknolojisi: "Tek tip"ten "tek et"e
Aşağıdaki yazım 1999’da kaleme alındı. Doğrusu, Bedenin Tarihibaşlıklı kitabın üçüncü cildinin (A.…
View Post
0 notes