Tumgik
#türkiye gerçekliği
seslimeram · 13 days
Text
Memleket Hâli
Tumblr media
Seçim tahayyülü öyle ya da böyle bitti. Genel geçer bir tahayyülün değil Türkiye siyasal sahnesinin her nasıl bir cendere içerisinde mutlak sağcı bir söylemle, fundamentalist bariz bir hat üstünde biteviye sınanması karşısında bir kez daha dur denilir. Muktedir kanadının o mesajı aldık çıkışının paralelinde, daha cümlenin noktası konulmadan baş efendinin bir biçimde kazandık, daha güçlü kazanacağız meydan okuması geçen haftaya damga vurur. Bir biçimde soluk aldırmaya dahi müsamaha göstermeyerek olduğu gibi katran karası bir menzilin yönetim katının yeniden bildiği, hep ezber ettiği güzergahtan yoluna devam, işi ve gücüne odaklanıyor görünürken hayatlarımızın çanına ot tıkamakla meşguliyetlerinin sürekliliği ile karşılaşılır. Otoriteye mutlak itaat dışında hiçbir şıkkı var etmeyen, bununla ilgili herhangi bir düzenlemeyi var etmeyen, sordurmayan bir “kepazelik” süreğen kılınır. Muktedir elinde tuttuğu güçle, yaygın medyada esir ettiği kimi temsillerle, kanaat diyerek köşelerinden çapraz ateş aman iktidar gitmesin diye dövünen tiplemelerle birlikte, sokağı kapsayan umudu da heder etmek ister. Tümüyle on kısa günün sonunda ulaşılan yeni ülke seçim sonrasındaki müşterek bir uzlaşma halini değil tam tersi bir istikametteki ayrımcılık halini önemser / önceler. Akp siyasetinin / baş efendiyle temsil olunan memleket pratiğini bir kere daha cendereye alıp / kötülükten yana inşa etme sürecine devam olunur.
Tümden gelişigüzel serpiştirilmiş bir tahakküm veçhesi, bunu tamamlayan bir tehdit hali, ardıl sıra yinelen bakın bizi seçmediniz akıbetiniz nice olacak çekin / birbirinize çektirin gibi nicesiyle bir sarmal güncellenir. İktidardaki yirmi bir koca yılın ardından çıkagelen o ikinci uyarının akıbeti de güvenlik edimi, yıkıcı ekonomik parametreler, nasılsa koltuğun ta kendisi bizde kıllık da bizde anlayışıyla bütünleşik bir mahvetme retoriğini toplumun tüm kesimlerine dayatır. Ezberci baş efendi, baş faşist ve beraberindeki zümrelerin emir eri diye tanıtılan kolluk kuvvetinden bakan / gören diye bildirilen sınıfın enselerini iyice kalınlaştırıp koltuklarında kaykılıp dururken var ettikleri incilerin ışığında on kadar günde ümidi derdest etmek mümkün kılınır. Bayram tebriği diye var edilen kayıttaki gibi açıktan dik bakışlar, hakir görmeler, tehdidi vücut diliyle yinelemek işin bir başka evresidir. Ümit yaşatılmasın, aman şimdi muktedirin ağzının tadı kaçıp da memleketi daha iyi söğüşleyip, herkesin geleceğinden çalmaya devam etsin diye bir uyaranlar silsilesi var edilir. Ne hal, ne bayram.
Bir yandan da akp-mhp kliklerinden çıkagelen yağma haberlerinin üstü örtülür. Derdest edip, halka ait olanın gözlerinin içine baka baka sömürüldüğü, çalındığı belediyelerdeki uçuk kaçık rakamların yeni yönetimlere terk edildiği bir güncellik hasıl olur. Kayyumlar eliyle Bakur Kürdistan’ı sathı mahallinde var edilmiş kara delikler gibi paraların yutulup, sindirildiği, çoktan tuz buz edildiği bir zeminde bunlar gibi nice örnekle birlikte sağcı ol fundamentalist diktanın ezberden hak yemez olduğu bir kere daha tescillenir. Digor’dan, Amed’e, Colemerg’ten, Wan’a pek çok yerde kayyım felaketinin, hamlesinden çıkagelen her türlü yağmacılığın lira karşılığı milyarları bulur. Emval-i metruke gibi, hiçbir hakları / tasarrufları söz konusu olmadığı halde babalarının malıymış gibi iç ettikleri gayrimüslim mallarından kendilerine / ismen yeni ülkelerine kurucu sermaye edinen, bunlarla yepyeni imtiyazlı sınıflar kuran aklın, bir başka tezahürü bu defasında çaktırma gereği duymadan, her şeyin kalem üstünde kitabına uygun kılarak doğal rezerv alanlarını, kamuya ait olan her şeyin ama her şeyin iç edildiği / peşkeş çekildiği bir başka evre takip eder. Tümüyle yerel seçim yengisini aşabilmek için bulunan yöntem yeniden ve çok daha organize bir biçimde hayata saldırmak olduğunu da kendiliğinden kanıtlar muktedir, tüm o avenesi. Kesintisiz bir cerahat sarmalında dünyadaki insan hakları, hukuk, siyasi, ekonomik denge, yaşatma hali düzeneklerinde çarpıcı bir biçimde dipleri boylamış bir ülkenin hakikati cürümlere tutunarak var edilir. İyi de daha nereye kadar, daha kaç zaman?
BirGün Gazetesinden aktaralım: “Ticaret Bakanlığı'nın İsrail'le ihracat kısıtlaması açıklamasının ardından Selçuk Bayraktar ile kardeşi Haluk Bayraktar'ın da olduğu Filistin mitinginden bir fotoğrafı "Jet yakıtı satmışlar" yorumuyla paylaşan siyasal iletişimci Evren Barış Yavuz bugün gözaltına alındı ve akşam saatlerinde tutuklandı.
Yavuz hakkında, "Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama" suçlamasıyla soruşturma başlatılmıştı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, resen başlattığı soruşturma kapsamında "Alevilerin neden bir PKK'sı olmalıydı" yazısını kaleme aldığı belirtilen Evren Barış Yavuz hakkında gözaltı kararı vermişti.
Ne Olmuştu?
Ticaret Bakanlığı, 9 Nisan’da 54 ürün grubunda İsrail’e ihracat kısıtlaması getirdi.
Kısıtlanan ürünler arasında ‘uçak benzini ve jet yakıtı’nın bulunması gündem olmuştu.
Siyasal iletişimci Evren Barış Yavuz da sosyal medya plaltformu X'ten (Twitter) iktidar destekçilerinin düzenlediği Filistin mitinginden bir fotoğraf paylaşarak “Jet yakıtı satmışlar” diye yazmıştı.
Birçok kişinin bulunduğu fotoğrafta Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Naci İnci ve SİHA üreticisi ‘Baykar’ın sahipleri AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın damadı Selçuk Bayraktar ile kardeşi Haluk Bayraktar da yer alıyordu.
Baykar Genel Müdürü Haluk Bayraktar, X'ten Yavuz’un paylaşımının ekran görüntüsünü paylaşarak Yavuz'un İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı (İBB) Ekrem İmamoğlu’nun ‘ekibinde yer aldığını’ iddia etmişti.
Bayraktar, “Bu PKK’lıları besleyen Ekrem İmamoğlu’na sesleniyorum: Tasmalı köpeklerini saldırtmayı bırak. Yalandan başka söyleyecek lafın varsa, mertçe yüzümüze söyle de cevabını verelim” diye yazmıştı.
Baykar yöneticisi ayrıca, Yavuz’un eski internet sitesinde yayınlandığı iddia edilen ‘Alevilerin neden bir PKK’sı olmalıydı’ başlıklı yazının ekran görüntüsünü de paylaşmıştı.
İBB'den yayınlanan açıklamada Bayraktar’ın açıklamaları ‘yalan’ ve ‘iftira’ olarak değerlendirilirken Baykar yöneticisi hakkında suç duyurusunda bulunulacağı açıklanmıştı.
Soruşturma Başlatılmıştı
İstanbul Başsavcılığı ise söz konusu yazı nedeniyle Yavuz hakkında ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama’ ve ‘suç işlemeye tahrik’ten soruşturma başlattı.
"İBB'ye Bağlı Hiçbir Birimde Çalışmadım"
Evren Barış Yavuz gözaltına alınmadan önce ise sosyal medya hesabından bir açıklama yayımladı. Yavuz açıklamasında İmamoğlu’na saldırmak için bahane olarak kullanıldığını belirtti. Yavuz’un açıklamasının satır başları şöyle:
"Sayın Ekrem İmamoğlu’na saldırmak için bir bahane olarak kullanıldığımı da biliyorum. İddia edildiği gibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı hiçbir birimde hiç çalışmadım. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile beş kuruşluk değil, bir kuruşluk ticari ilişkim bile olmadı. Bu iddiayı kanıtlamayan da müfteridir. Bu konuda da hukuki haklarımı sonuna kadar kullanacağım. 16 milyon İstanbulludan, birçok çevreyi rahatsız eden bu zaferin gönüllü neferlerinden sadece biriyim. Sayın Ekrem İmamoğlu benim seçilmiş başkanım. İlişkim bundan ibarettir.
Ben gerçek bir insanım. Bir twitter hesabından ibaret değilim. Aynı anda binlerce sahte hesap üzerinden, bir anda şahsımın hedef gösterildiği bir gün yaşadım. Günlerdir bana, aileme edilen hakaretler, tehditler ve topyekun hedef gösterilmeye maruz kaldım. Bu yalan ve iftira gösterisine maruz kalmak zorunda değilim. Hesabımı bu yüzden kapattım. Kimsenin şamar oğlanı değilim. Birileri linçten para kazanacak, birilerine yaranacak diye küfre nesne olmak gibi bir zorunluluğum yok."
Evren Barış Yavuz’un açıklamasının devamı ise şöyle:
"Şahsıma atfedilen yazı, 11 yıl önce yöneticisi olduğum bir sitede başkası tarafından kaleme alınmış bir yazı. Artık arşiv çöpü haline gelmiş, yazar isimleri silindiğinde adminlerin adıyla görülen bu içerik üzerinden beni terörist ilan ettikleri görmek şok ediciydi. Şeytanın bile aklına gelmeyecek, zorlama bir bağlantıyla bir anda düşman ilan edildim. Bu iftira ve karalamanın failleri hakkında da her türlü hukuki hakkımı kullanacağım...
"Korkacak, Sinecek Değilim"
Muhalif kimliğimi hiç gizlemedim. Kendim gibi olmayan; kimi ülkücü kökenli, kimi muhafazakar hareketten gelen, kimisi Kemalist, kimisi liberal her kesimden insanlarla bu ülkede insan gibi yaşamak isteyen ülkesini çok seven, onurlu bir yaşam değerlerini savunan milyonlarca demokrattan biriyim.
Korkacak, sinecek değilim. Sevdiğim insanların zarar görmesine göz yumacak ve üstüme atılan terörist iftirasını kabullenecek de değilim. Tüm iftiralarla ilgili, başta hedef gösterenler olmak üzere; öncelikle bunu korunaklı zannettikleri köşelerinden, anayasa önünde eşit olduklarını unuttukları için dillendirebilenler ve bu iftira kampanyasının parçası olan istisnasız herkese tazminat davası açacağım. Haklarımı milletimiz adına karar veren vicdanlı, adaletli yargıçlara emanet edeceğim.
Tazminat davalarından elde edilecek tüm geliri de Gazzeli çocuklara ulaştıracak bir uluslararası yardım kuruluşuna ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'ne bağışlayacağım."
Genel geçer değil, devletli aklının hiç de dostane olmadığını bir kere daha kanıtlayan, bu hali, istemi olduğu gibi yeniden biçimlendiren bir cerahat vakası olarak siyasal iletişimci Evren Barış Yavuz tutuklanır. Seçim tahayyülü sırasında atılan onca nutka, var edilmesi için çabalandığı zikredilen eşit, hür, demokratik bir ülkeden kaç adım daha geride olunduğu bir kere daha efendilerin mahdumu olagelen bir silah tüccarının ardı kollanarak var edilir. Sistemin çarkları onca lafza rağmen aylardır dönmeye devam ederken, bilfiil İsrail devleti ile ticaretin varlığı kesintisiz sürdürülürken bunu sistemin başat oyuncuları arasında yer alan bir isim üstünden eleştirmeye çalışmanın ardı önce lince çıkartılır. Sosyal medya platformlarını sadece kendi siyasi / dünyevi görüşlerine göre görmekten bir adım ötesini düşünmeyen zevatın, koşa koşa yargıyı harekete geçirmesi neticesinde o lincin ardı gözaltı, arkası da bugün çoktan unutulmuş bir anonim yazılamanın ta kendisi üstünden Yavuz’un tutuklanması olmuştur. Demokrasiyi bir biçimde var etmekten bunca özenle imtina edilirken, her eleştirinin sonunda tutsak mı edilecektir insanlar? Bütün o hal ve nümayişler tertip edilirken bir cerahat erkinin siyaseti başka, ticareti bambaşka kılması meselesi ne olacaktır misal? Evren Barış Yavuz gibi insanların tutsak edilmesiyle devletin ali kılınabileceği bir düzlemi geçeli bu topraklar bile bir yüz koca seneyi geçmemiş midir, hala değil midir?
Seçim gümbürtüsü geçti, gitti. Görünürde ortaya çıkan yegane imge, baş efendi ve hemen tüm şürekasının birlikteliğinde bir yeniden mahvetme retoriği olduğu kendiliğinden gözler önüne serilir. Hazmedilemeyen seçim mağlubiyetinin failleri olarak sıradan insanlar arasında kalıcı / keskin ayrıştırmaların yolunda yürünür. Doğrudan yenilenme ya da halktan gelen mesajı aldık / gördük, kendimize çeki düzen vereceğiz değil bildiğimiz o yoldan ayrılmamaya devam edeceğiz çıkışının ardı nereye varacaktır, sahi ama sahiden de! Haziran 2015 seçimlerinin hemen ardından çıkagelen kaotik ortam, yıkıcı iktidara dair tahayyül ve eylemlerin kıyısından geçmiş / sınanmış bir ülke yeniden o karanlıklara mı meyil ettirilecektir, hali nicedir? Dönüp dolaşıp hep benzeş, hep aynı noktalarda takılıp kalakalan bir ülkenin şimdisi dününden de ağır, yarını afaki bir halde meçhul kılınmaya teşne olunurken sıradan insanların durun artık çıkışı fark edilebilecek midir? Sıradan olan insana denk düşen sınama hali, süresiz daimi yoksunluk hali, birbirlerine kırdırma halleri gibi nice unsur / etmen / faktör sonlandırılacak mıdır? Bu bahisler etrafında, yapılacak hamlelerle bir gelecek çizilecektir, sahiden varsa bir ihtimal demokrasi adına, eşitlik istemi adına, hürriyet adına, söz adına. Düşünür müydünüz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Erdem ŞAHİN – EPA – The Economist
0 notes
onlyalperend · 3 months
Text
Tumblr media Tumblr media
‘Gerçek ne? Kurmaca ne?’
Bir kitap hayatları altüst edebilir mi? Netflix'te gösterime giren KÜL’ü filmin yönetmeni Erdem Tepegöz ve senaristi Erdi Işık’la konuştuk. Filmde Funda Eryiğit, Alperen Duymaz ve Mehmet Günsür rol alıyor.
Çağla Meknuze Kırant: Bilimkurguya ilgili sosyal gerçekçi bir yönetmen ve ilişkiler üzerine çokça düşünen, üreten bir senaristi KÜL’de buluşturan nedir? Neler size ‘bu filmi çekmeliyiz’ dedirtti?
Erdem Tepegöz: Hikaye anlatıcıları olarak gerçeklik ve kurmaca benim için hep ilginç bir zıtlık ve ortaklık içeriyor. Bu iki kavramın arasındaki o ince sınır çok sinematografik. Kül’de anlatılan temel soru da bu; ana karakterin yaşadığı şey, başkasının kurmacasının kendi gerçekliği haline gelmiş olması. Bu hem ilginç bir durum yaratırken hem de sinemasal olarak güçlü bir çatışmayı ve merak duygusunu da içinde barındırıyor. İlk okuduğumda da aynı heyecanı hissetmiştim.
Erdi Işık: Filmin kurmaca & gerçek tarafının izleyiciye geçmesi için, iyi bir yönetmenle çalışmak istiyordum. Bu yüzden, sinemasını çok beğendiğim ve kendi vizyonunu Kül’e aktaracak olan Erdem Tepegöz’le ilerleme fikri bana çok iyi geldi. Kurmaca ve gerçeği, ilişkilerle birleştirme, anlatma fikri bize bu filmi çekmeliyiz dedirtti.
ÇMK: ‘Belki de hepimiz birinin hayalinde yaşıyoruz…’ sözleriyle açılıyor ve kapanıyor film. Siz kimin hayalinde yaşamak isterdiniz?
E.I.: Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir kişiyle aynı hayalleri kuruyor olabilirsiniz; hatta aynı rüyaları bile- ki bunun filmi var- görüyor olabilirsiniz :) Bana herhangi birinin hayalinde yaşama fikri bile yeterince ilgi çekici geliyor, özellikle şu kişinin hayalinde yaşamak isterdim gibi bir düşüncem olmadı.
E.T: Tek bir kişinin değil, birçok farklı düşüncenin yaratımlarına dahil olup hepsini reenkarnasyon gibi deneyimlemek heyecan verici. Kitaplar, sinema, diziler ve görsel dünya aslında kısmen buna hizmet ediyor. Serüven duygumuzu bir tek onlar taze tutuyor.
ÇMK: ‘Gerçek ne? Kurmaca ne?’ izleyiciyi bu soruyla baş başa bırakıyorsunuz. Sizce ne?
E.T: Büyük bir soru bu tabii, buna cevap vermek kolay olmasa da kendimce fikrim, ikisinin de birbirine iç içe geçmiş çengeller gibi olduğu. Birbirinden bağımsız değil ama farklı düzlemdeler ve biri diğerini doğuruyor sanki. Kurmaca olarak düşündüğünüz bir üst veya alt gerçeklik, sizin sonradanasal gerçekliğiniz olabiliyor. Bir film izleyip etkilenip yollara düşmemiz ve yaşamak istediğimiz o kurmacayı kendi gerçekliğimiz ile yaşamış olmamız bunun örneğini oluşturuyor.
E.I: Evet bu konuda okuyucuyu da yönlendirmek istemem açıkçası. Gerçek yaşadıklarımız; kurmaca hayal ettiklerimiz gibi basit bir açıklamada bulunabilirim ama belki de hayat hepimizi kandırıyor :) Gerçek birilerinin kurduğu bir yalan olamaz mı? Ya da aslolan kurmaca? Misal, Kül’de kurmaca karakteri olarak düşünülen Metin Ali, aslında benim hayatımda olan bir kişi üzerinden ilham alarak yazdığım birisi, yani gerçek olan, filmde gerçek karakter olarak gördüğümüz Gökçe ise aksine kurmaca.
ÇMK: Fictophilia eğiliminiz var mı? Varsa hangi karaktere karşı hisler besliyorsunuz?
E.T: Çocukken hepimiz bence bu eğilime sahiptik. Herkes bir çizgi film karakterine aşıktı. Kurmacayı kendi gerçekliğin gibi yaşamak küçük yaşta ediliniyor. Büyüyünce artık olaylara ve kişilere değil, düşüncelere fikirlere karşı bir bağımlılığın oluyor. Bu açıdan aslında çok fazla yazara ve düşünüre karşı onlar gibi düşünme eğilimini seviyorum. Fikir tartışmalarında bunu çok kullanıyorum. Şu karakter, bu durumda ne düşünürdü, ne yapardı diye. Bu da sanırım fictophillia kapsamına girebilir.
E.I: Böyle bir eğilimim yok ama bunun üzerine çok okudum, düşündüm. Dünyanın farklı bölgelerinde, gerçekten böyle insanlar var. Özellikle Türkiye gibi televizyon dizilerinin çok izlendiği ülkelerde, insanlar dizi karakterlerinin gerçekte var olduğuna inanıyor, onlarla böyle bir özdeşlik kuruyorlar. Hatırlayın, Kurtlar Vadisi’ndeki Çakır ya da Aşk-ı Memnu’daki Bihter karakterleri için cenazeler düzenlendi bu ülkede. Bu törenleri düzenleyen insanlara da bir nevi fictophilia diyebilir miyiz?
ÇMK: ‘Yerine geçmek, hayatını yaşamak isterdim’ dediğiniz kurgusal karakterler var mı? Neden?
E.I: Geleceğe Dönüş serisinin baş kahramanı olan Marty McFly’ın yerinde olmak isterdim sanırım. Çocukluğumun kahramanı olduğu için belki de, kaykayına çok özenirdim mesela :) Yazar olma sebeplerimden birisi aynı zamanda, her ne kadar ‘Geleceğe Dönüş’ benim yazabileceğim tarzda bir film olmasa da, benim en büyük ilhamlarımdan birisi.
E.T: O konuda çok değişken bir ruh halindeyim. Okuduğum kitapta veya izlediğim filmde hızlı birinden etkilenip onun gibi yaşamak istediğim çok oluyor. Örneğin Martin Eden’i okuyup onun gibi denizlere açılmayı isterdim. Veya Asimov kitaplarındaki gezegenler arası seyahat eden karakterlerin yerine geçmeyi. Beni en çok yolculuğa çıkan ve serüven yaşayan kurgusal karakterler çekiyor. Sırf bu yüzden küçük bir karavan aldım ve serüven yaşamak için fırsat buldukça yollara düşüyorum.
ÇMK: Sistemi sorgulayan bir yönetmensiniz hatta dönemin işci sınıfı sinemasına yön veren yönetmenlerinden olduğunuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. KÜL’de de ana çatışma karakterler arasında olduğu kadar aslında bir yandan da toplumsal sınıflar ve temsil ettikleri üzerinden kurulu… Sizi mevcut toplumsal düzende en çok ne rahatsız ediyor?
E.T: Teşekkür ederim, umarım öyledir. Mevcut toplumsal düzende belki dünya tarihi kadar eski olan en temel şey ayrımcılık duygusu gibi geliyor. O kadar bölünmeye odaklıyız ki örneğin her şeyimiz tek tip olmasına rağmen, askerde bile ranzanın altında yatan ile üstüne yatan arasında ayrım ve görünmez bir sınıf oluşmuştu. Bu sanırım insan doğası ile alakalı. Kendi harici her şeyi farklı sınıfa ait görmek. Kül aslında bu konuya çok güzel bir yerden bakıyor ve birbirinden bağımsız iki temsilin, birbirinin içinde olduğunu ve birbirinden bağımsız kabul edilemeyeceğini görselleştirilmiş oluyor.
ÇMK: Hem üretiminizde hem de röportajlarınızda ikiyüzlülükle, dürüst ve açık olunmamasıyla ilgili meseleniz olduğunu görebiliyoruz. Peki bazı yalanlar mutlu ederse? Yine de dürüstlüğü mü seçmeli karakterleriniz ? Siz kendi yaşamınızda hangisini tercih edersiniz, kesin konuşmak mümkün mü bu konuda?
E.I: Ben dürüstlüğü tercih ederim. Ama bu konuda kesin konuşmak dediğiniz gibi pek mümkün olmayabilir. Projelerimde bu kavramları tartışıyorum, ilk filmim tamamen ikiyüzlülük üzerineydi hatta. Yazdığım tiyatro oyunlarında da da bunu görebilirsiniz. Burada kişiliğimden ziyade, yaşadığımız toplumun çok belirleyici olduğunu düşünüyorum. Fransa’da yaşıyor olsaydım, belki bambaşka konular üzerine eğilirdim ama Türkiye’de ikiyüzlülük- dürüstlük kavramı- kapıların arkasında konuşulanlar- ilişkiler çok daha fazla ilgimi çekiyor, mümkün olduğunca yazar olarak cesur olmaya çalışıyorum. Ama insan olarak cesur muyum? Hayır. Karakterlerimi de bu ikilemde (dürüst olup olmamak) bırakmak bana iyi geliyor çünkü izleyicinin de bu konularda kendilerini o karakterlerin yerine koymasını istiyorum. Zaten tartışma da buradan çıkıyor.
0 notes
cep59com · 1 year
Text
REEDER S19 Max 4/64 GB (Reeder Türkiye Garantili)
Şaşırtıcı Ekran Büyük ekran deneyimini bir de S19 Max ile yaşayın. Her baktığınızda akan görüntüler ve fotoğrafların gerçekliği ve ekranın büyüklüğü karşısında şaşıracaksınız. Uzun Saatler Yeten Güç S19 Max’in 3950 mAH bataryası, telefonunuzda keşfetmek istediğiniz her şeyi yapmaya yeter. Daha Fazlasını Saklayın S19 Max’in en seveceğiniz yönü dev depolama alanı! 128 GB dahili hafızası…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
huseyinerol3453 · 1 year
Photo
Tumblr media
Değerli dostlar, Güzel bir ata sözümüz vardır. İtler ürür, kervan yürür. Lütfen tarihi geçmişimizi biraz daha hakkaniyetli değerlendirelim. Başta ATATÜRK 'ün manevi şahsiyeti olmak üzere, Milletimizi,, devletimizi, sefaletten, zülümden, dışlanmışlıktan, keyfilikten, insan hakları ihlallerinden Kısaca karanlık dünlerden, bugünkü aydınlık günlere öncelikle yine Adnan Menderes, Turgut Özal, Recep Tayyip Erdoğan gibi Milletimizin değerli, fedakar evlatları sayesinde kurtulmuştur. Aslında Atatürk öldükten sonra en büyük Atatürk düşmanları, yine CHP yönetimi olmuştur. Öncelikle paralardan resmi kalkmış, kendisine bir mezar bile yapılmamış, resmi törenlerde adeta unutulmuştu. ATATÜRK'ün, hem Anıtkabir'e,nakledilmesi, hem tekrar paralara konulması, hem de hakkında koruma kanunu çıkması Adnan Menderes ' büyümüzün gayretleri ve girişimleri sayesinde olmuştur. Aslında gerçek Atatürk'ün bugünkü CHP ile fazla bir gerçekliği yoktur. Tabiiki konjektürel olarak Atatürk'ün gerçekleştirdiği, Bazan ölçüsünü kaçırdığı bazı uygulamaları CHP ne yazık ki çok daha rahatsız edici boyutlara taşımıştır. CHP adeta Milletimizin hayati milli ve manevi değerlerini yok saymıştır. Lütfen, tüm gerçekleri hakkaniyetli bir şekilde araştıralım. Bizler, her şeye rağmen huzur, barış , refah ve güven içinde, kardeşçe, Hakça, sağlıklı, başarılı, tüm sevdiklerimiz ile birlikte, gönlümüzce yaşayabileceğimiz bir Türkiye, bir Dünya diliyoruz. İnşaAllah diyelim. En içten dileklerimle selam 👋, sevgi 💓, saygı 🙏 ve dua ile 👐. https://www.instagram.com/p/Ck2SJxAKPnC/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
if-haber · 2 years
Text
TÜSED Başkanı Erdem, İkinci El Otomobil Alacakları Uyardı!
Tumblr media
Türkiye Sigorta Eksperleri Derneği, ikinci el otomobil satın alacak tüketicileri aydınlatacak önemli açıklamalarda bulundu. Kaza geçmişi olan otomobilleri değerinden daha yüksek fiyata satmak adına sıklıkla başvurulan hile ve yalanlara açıklık getiren TÜSED Başkanı Ahmet Nedim Erdem, "Karşı tarafın hasarı TRAMER'e yansıtılmış, sigorta şişirmesi hasar kaydı mevcut, hasar kaydı var ancak tutar yok gibi söylemlerin hiçbiri gerçekliği yansıtmamaktadır." açıklamasını yaptı. Ülkemizde dolandırıcılık vakalarına en çok konu olan ikinci el araç pazarıyla ilgili olarak Türkiye Sigorta Eksperleri Derneği'nden uyarılar peş peşe geldi. Haksız kazanç elde etmek adına bilinçli olarak yanlış beyanda bulunan satıcıların söylemlerinin zaman içerisinde "doğru bilinen yanlışlar" haline geldiğinin altını çizen TÜSED Başkanı Ahmet Nedim Erdem, hasar kaydı konusunda tüketicileri aydınlattı.
"Sigorta şişirmesi hasar kaydı" tüm sürece aykırı ve mümkün değil
Satılan araçtan daha yüksek kar elde etmek için en sık başvurulan "kaskodan para almak için sigorta şişirmesi hasar kaydı mevcut" söylemine açıklık getiren TÜSED Başkanı Erdem, "Bir kaza yaşandıktan sonra, onarım için araç servise gönderilir, servisteyken kaza nasıl olmuş, onarım maliyeti nedir, birçok hususu göz önünde bulundurarak bağımsız ve tarafsız sigorta eksperi tespit eder. Ekspere rağmen servis ya da araç sahibi istek ve arzularına göre bir onarım bedeli çıkaramaz. Bu durum tüm sürece aykırı ve mümkün değil. Aslında çok küçük bir hasarı vardı fakat kaskodan para almak adına sigorta şişirmesi hasar kaydı mevcut söylemlerine karşı tüketicilerin dikkatli olmasını tavsiye ediyoruz." dedi.
"Karşı tarafın hasar bedeli suçlu olunsa da aracın TRAMER kaydına işlenmez"
Yine en sık başvurulan yalan beyanlardan biri olan "karşı tarafın hasar bedeli araca işlenmiş" konusuna da değinen Erdem, böyle bir durumun da sistemsel olarak mümkün olmadığını söyledi: "Hangi araca, kaza sonrası onarım için hangi işlem yapıldıysa, tekil olarak ayrı ayrı her bir aracın şasi numarasına işlenir. Mevzuat gereği hiçbir sigorta şirketi, karşı tarafın hasarını suçlu olunsa dahi aracın hasar bedeline ekleyemez."
Her hasar kaydının bedeli mutlaka sistemde var
TRAMER kayıtlarında bedelsiz hasarlarla karşılaşılabildiğini ifade eden TÜSED Yönetim Başkanı Ahmet Nedim Erdem, eksperlerin tam zamanlı veri aktarımı gerçekleştirdiğini; ancak hukuki süreçler, sigorta şirketlerinin olası hatalı bildirimleri, hatalı poliçe numaraları sebebiyle hasar kaydı tutarının plaka sorgulamalarında ortaya çıkmadığını belirtiyor. Bu gibi durumlara karşı bir araç satın almayı düşünen tüketicilerin, satın almayı düşündükleri aracın şasi numarası üzerinden sorgulama yapmasını tavsiye ediyor.  Read the full article
0 notes
veganlogicdinamo · 2 years
Photo
Tumblr media
Bu yorum için teşekkür ederim. 🙏🏼 #Repost @veganokur ・・・ 🐁 Kitap adı: Vegan Devrimi ve Hayvan Özgürlüğü Yazar       : Zülâl Kalkandelen Yayınevi  : @yeniinsanyayinevi Sayfa s    : 368 .        Son zamanlarda okuduğum en ufuk açıcı kitaplardan biri oldu benim için Vegan Devrimi ve Hatvan Özgürlüğü. Bu yalniz vegan olduğum için gerçekleşen bir sarsılma değil. Bu kitabı okuyan, vegan olan olmayan herkesin yaşayacağı bir sarsıntıydı yaşadığım. Bir etik vegan olarak hayvanların mezbahalarda, fabrikalarda ve diğer her ortamda endüstrinin içinde yaşadığı zulümü biliyordum lakin bunu örnekleriyle, Türkiye' de olan ana akim medyanın göstermediklerini görmek beni içinden çıkılması imkansız bir hale soktu. Nerdeyse kitabın başından sonuna dek gözyaşı döktüm. Demek ki bazen bir şeyi bilmek yetmiyor, atlattım denilen atlatilamiyor, insanın vicdanı asla susmuyor. En azından insan olanın.       Kitap, Türkiye ve Turk toplumu acısından veganligi ve vegan mücadeleyi anlatması acısından tamamen ayrı bir yere sahip. Bunu yaparken yaşanan gelişmelerden, arka planda yaşanan mücadeleden ve bir vegan aktivistin yaşadığı düşmanliklardan, ayrımcılık ve yok sayilmalardan bahsettiği için de ayrıca kıymetli. Üstelik veganligin sürekli bir beslenme biçimi gibi yansıtılması konusunda da şiddetli bir eleştirel. Türcülük, ideolojilerle veganizm, veganizm gerçekliği, salgın hastalıklar ve hayvanlar arasındaki etkileşim, hayvan hakları, politika ve hayvan hakları, aktivist yaklaşımlar, veganizmle çevrenin ilişkisi ve aktivist tepkiler gibi genel ve geniş konu içeriğiyle de oldukça tatmin edici. Bunlarin yaninda dünyanın önde gelen veganlariyla yaptığı söyleşiler ise paha biçilemez. 🐶 #bookstagram #books #booklover #book #profilkitap #bookstagrammer #reading #bookish #pulitzer #bookaddict #bibliophile #instabook #booksofinstagram #readersofinstagram #andrewseangreer #kitapkurdu #booksbooksbooks #bookphotography #çoksatan #vegandevrimi #hayvanhakları #veganizm #yeniinsanyayinevi #zülalkalkandelen   #vegan #vegandevrimivehayvanözgürlüğü https://www.instagram.com/p/CeZU2MBrBn3/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
anzacdaygallipoli · 2 years
Text
Antik dünyaya zamansız bakış - Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/antik-dunyaya-zamansiz-bakis.html
Antik dünyaya zamansız bakış
Tumblr media
Efnan Atmaca x [email protected]
Alain Corbin, “Sessizliğin Tarihi” adlı kitabında sessizliğin bir anlamda tanrıların müziğini işitebilmenin koşulu olduğunu yazar. Antik kentler, üzerlerine sinen sessizlikle bu müziği en güzel yansıtan yerlerdir. Ünlü fotoğrafçı Axel Hütte de fotoğraflarında müziği duyabileceğiniz bir sanatçı. Borusan Contemporary’nin sağlık tedbirleri nedeniyle bir süredir kapalı olan Borusan Perili Köşk’te açtığı “Chronostasis” adlı sergi bu üçünü bir araya getiriyor ve Hütte’nin objektifinden sanatseverleri Anadolu’nun antik kentlerinin zengin tarihini yeniden keşfetmeye çağırıyor.
Bir diyalog çağrısı
28 Ağustos’a kadar ziyaret edilebilecek sergi için Hütte, 2017 ve 2018 yıllarında Türkiye ziyaretleri gerçekleştiriyor ve Efes, Milet, Perge, Sagalassos, Hierapolis ile Afrodisias’ın da aralarında bulunduğu 14 antik kenti kapsayan rotada bir dizi çekimler yapıyor. Projeye sanatçının inisiyatifiyle Didim ile Milet gibi farklı yerleşimler de dâhil oluyor ve söz konusu proje Ege ve Akdeniz coğrafyasındaki antik kentlerin yorumlanıp belgelendiği görkemli bir “Asya Minör antik kentleri” projesine dönüşüyor. Sergiye bir kitabın da eşlik ettiği projede yer alan fotoğraflar aslında bir diyalog çağrısı. Dünün bilgeliğini bugüne taşıyan birer köprü. Çünkü Hütte antik dünyayı zamansız bir bakışla bugüne getiriyor. Sanatçı, fotoğraflamayı seçtiği âna odaklanarak, bakışı donduruyor ve izleyeni, düş gücünü harekete geçirmeye davet ediyor. Bu davetle antik yerleşimleri ölümsüzleştirmeyi amaçlıyor Hütte ve izleyiciyi zaman ve mekân algılarından azade kılarak büyüleyici güzellikteki imgelerle baş başa bırakıyor. Antik kentlere ait alışılagelmiş fotoğrafların donukluğunun aksine onlara yaşanmışlık katmaya çalışıyor Hütte. Kullandığı tekniklerle üzerlerindeki tozu siliyor. Tüm mekânları tarihin gölgesinden çıkarıp günümüze ulaştırarak görsel bir canlılığa kavuşturuyor. Fotoğraflarında mutlaka bir sonrakine göndermede bulunan Hütte, bu sergide de imgeler arasında bağlar kurarak antik şehirlerin taşıdığı müziği fotoğraflarına yansıtıp bir bütün oluşturuyor. Serginin adı “Chronostasis”i küratörü Hans Irrek açıklıyor: “Chronostasis bir çeşit anlık yanılsamadır ve bu esnada yeni bir uyaranın beyinde yarattığı ilk zlenim süresi, olduğundan uzunmuş gibi görünür. Bu sergi de zamanla ilgili algı dönüşümlerinden yola çıkarak hazırlandı. Hütte’nin anlayışına göre fotoğraf, bir yanda bakışın dondurulduğu, sükûnete kavuştuğu bir anı yansıtırken öte yanda izleyenin düş gücünü harekete geçiren bir kıvılcımdır. Hütte için fotoğraf, anın özü anlamına gelir.” Axel Hütte ise Borusan Contemporary’nin siparişi üzerine hazırladığı proje için “Bir fotoğraf projesi, gerçekliği imgelerin şiirsel görünüşlerine dönüştürmek için yeni bir yol bulmak dışında özel bir amaç taşımayan bir yaklaşımla başlar. Manzaranın zamansız olduğunu düşünmek yanlıştır. Yalnızca çeşitli estetik stratejilerle zamansızlık illüzyonu yaratılabilir. Fotoğraflarımda insanlara yer vermekten kaçınırım ve bunun yanında görüş alanının kesilmiş olması da oluşturduğum görüntünün kurgulandığına işaret eder” diyor.
0 notes
gallipolidaytours · 2 years
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/antik-dunyaya-zamansiz-bakis.html
Antik dünyaya zamansız bakış
Tumblr media
Efnan Atmaca x [email protected]
Alain Corbin, “Sessizliğin Tarihi” adlı kitabında sessizliğin bir anlamda tanrıların müziğini işitebilmenin koşulu olduğunu yazar. Antik kentler, üzerlerine sinen sessizlikle bu müziği en güzel yansıtan yerlerdir. Ünlü fotoğrafçı Axel Hütte de fotoğraflarında müziği duyabileceğiniz bir sanatçı. Borusan Contemporary’nin sağlık tedbirleri nedeniyle bir süredir kapalı olan Borusan Perili Köşk’te açtığı “Chronostasis” adlı sergi bu üçünü bir araya getiriyor ve Hütte’nin objektifinden sanatseverleri Anadolu’nun antik kentlerinin zengin tarihini yeniden keşfetmeye çağırıyor.
Bir diyalog çağrısı
28 Ağustos’a kadar ziyaret edilebilecek sergi için Hütte, 2017 ve 2018 yıllarında Türkiye ziyaretleri gerçekleştiriyor ve Efes, Milet, Perge, Sagalassos, Hierapolis ile Afrodisias’ın da aralarında bulunduğu 14 antik kenti kapsayan rotada bir dizi çekimler yapıyor. Projeye sanatçının inisiyatifiyle Didim ile Milet gibi farklı yerleşimler de dâhil oluyor ve söz konusu proje Ege ve Akdeniz coğrafyasındaki antik kentlerin yorumlanıp belgelendiği görkemli bir “Asya Minör antik kentleri” projesine dönüşüyor. Sergiye bir kitabın da eşlik ettiği projede yer alan fotoğraflar aslında bir diyalog çağrısı. Dünün bilgeliğini bugüne taşıyan birer köprü. Çünkü Hütte antik dünyayı zamansız bir bakışla bugüne getiriyor. Sanatçı, fotoğraflamayı seçtiği âna odaklanarak, bakışı donduruyor ve izleyeni, düş gücünü harekete geçirmeye davet ediyor. Bu davetle antik yerleşimleri ölümsüzleştirmeyi amaçlıyor Hütte ve izleyiciyi zaman ve mekân algılarından azade kılarak büyüleyici güzellikteki imgelerle baş başa bırakıyor. Antik kentlere ait alışılagelmiş fotoğrafların donukluğunun aksine onlara yaşanmışlık katmaya çalışıyor Hütte. Kullandığı tekniklerle üzerlerindeki tozu siliyor. Tüm mekânları tarihin gölgesinden çıkarıp günümüze ulaştırarak görsel bir canlılığa kavuşturuyor. Fotoğraflarında mutlaka bir sonrakine göndermede bulunan Hütte, bu sergide de imgeler arasında bağlar kurarak antik şehirlerin taşıdığı müziği fotoğraflarına yansıtıp bir bütün oluşturuyor. Serginin adı “Chronostasis”i küratörü Hans Irrek açıklıyor: “Chronostasis bir çeşit anlık yanılsamadır ve bu esnada yeni bir uyaranın beyinde yarattığı ilk zlenim süresi, olduğundan uzunmuş gibi görünür. Bu sergi de zamanla ilgili algı dönüşümlerinden yola çıkarak hazırlandı. Hütte’nin anlayışına göre fotoğraf, bir yanda bakışın dondurulduğu, sükûnete kavuştuğu bir anı yansıtırken öte yanda izleyenin düş gücünü harekete geçiren bir kıvılcımdır. Hütte için fotoğraf, anın özü anlamına gelir.” Axel Hütte ise Borusan Contemporary’nin siparişi üzerine hazırladığı proje için “Bir fotoğraf projesi, gerçekliği imgelerin şiirsel görünüşlerine dönüştürmek için yeni bir yol bulmak dışında özel bir amaç taşımayan bir yaklaşımla başlar. Manzaranın zamansız olduğunu düşünmek yanlıştır. Yalnızca çeşitli estetik stratejilerle zamansızlık illüzyonu yaratılabilir. Fotoğraflarımda insanlara yer vermekten kaçınırım ve bunun yanında görüş alanının kesilmiş olması da oluşturduğum görüntünün kurgulandığına işaret eder” diyor.
0 notes
turkeytraveltours · 2 years
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/antik-dunyaya-zamansiz-bakis.html
Antik dünyaya zamansız bakış
Tumblr media
Efnan Atmaca x [email protected]
Alain Corbin, “Sessizliğin Tarihi” adlı kitabında sessizliğin bir anlamda tanrıların müziğini işitebilmenin koşulu olduğunu yazar. Antik kentler, üzerlerine sinen sessizlikle bu müziği en güzel yansıtan yerlerdir. Ünlü fotoğrafçı Axel Hütte de fotoğraflarında müziği duyabileceğiniz bir sanatçı. Borusan Contemporary’nin sağlık tedbirleri nedeniyle bir süredir kapalı olan Borusan Perili Köşk’te açtığı “Chronostasis” adlı sergi bu üçünü bir araya getiriyor ve Hütte’nin objektifinden sanatseverleri Anadolu’nun antik kentlerinin zengin tarihini yeniden keşfetmeye çağırıyor.
Bir diyalog çağrısı
28 Ağustos’a kadar ziyaret edilebilecek sergi için Hütte, 2017 ve 2018 yıllarında Türkiye ziyaretleri gerçekleştiriyor ve Efes, Milet, Perge, Sagalassos, Hierapolis ile Afrodisias’ın da aralarında bulunduğu 14 antik kenti kapsayan rotada bir dizi çekimler yapıyor. Projeye sanatçının inisiyatifiyle Didim ile Milet gibi farklı yerleşimler de dâhil oluyor ve söz konusu proje Ege ve Akdeniz coğrafyasındaki antik kentlerin yorumlanıp belgelendiği görkemli bir “Asya Minör antik kentleri” projesine dönüşüyor. Sergiye bir kitabın da eşlik ettiği projede yer alan fotoğraflar aslında bir diyalog çağrısı. Dünün bilgeliğini bugüne taşıyan birer köprü. Çünkü Hütte antik dünyayı zamansız bir bakışla bugüne getiriyor. Sanatçı, fotoğraflamayı seçtiği âna odaklanarak, bakışı donduruyor ve izleyeni, düş gücünü harekete geçirmeye davet ediyor. Bu davetle antik yerleşimleri ölümsüzleştirmeyi amaçlıyor Hütte ve izleyiciyi zaman ve mekân algılarından azade kılarak büyüleyici güzellikteki imgelerle baş başa bırakıyor. Antik kentlere ait alışılagelmiş fotoğrafların donukluğunun aksine onlara yaşanmışlık katmaya çalışıyor Hütte. Kullandığı tekniklerle üzerlerindeki tozu siliyor. Tüm mekânları tarihin gölgesinden çıkarıp günümüze ulaştırarak görsel bir canlılığa kavuşturuyor. Fotoğraflarında mutlaka bir sonrakine göndermede bulunan Hütte, bu sergide de imgeler arasında bağlar kurarak antik şehirlerin taşıdığı müziği fotoğraflarına yansıtıp bir bütün oluşturuyor. Serginin adı “Chronostasis”i küratörü Hans Irrek açıklıyor: “Chronostasis bir çeşit anlık yanılsamadır ve bu esnada yeni bir uyaranın beyinde yarattığı ilk zlenim süresi, olduğundan uzunmuş gibi görünür. Bu sergi de zamanla ilgili algı dönüşümlerinden yola çıkarak hazırlandı. Hütte’nin anlayışına göre fotoğraf, bir yanda bakışın dondurulduğu, sükûnete kavuştuğu bir anı yansıtırken öte yanda izleyenin düş gücünü harekete geçiren bir kıvılcımdır. Hütte için fotoğraf, anın özü anlamına gelir.” Axel Hütte ise Borusan Contemporary’nin siparişi üzerine hazırladığı proje için “Bir fotoğraf projesi, gerçekliği imgelerin şiirsel görünüşlerine dönüştürmek için yeni bir yol bulmak dışında özel bir amaç taşımayan bir yaklaşımla başlar. Manzaranın zamansız olduğunu düşünmek yanlıştır. Yalnızca çeşitli estetik stratejilerle zamansızlık illüzyonu yaratılabilir. Fotoğraflarımda insanlara yer vermekten kaçınırım ve bunun yanında görüş alanının kesilmiş olması da oluşturduğum görüntünün kurgulandığına işaret eder” diyor.
0 notes
seslimeram · 1 month
Text
Kâbus
Tumblr media
Kabusun orta yerinde yol almaya devam diyen bir ülke söz konusu artık. Biteviye olağan bir tahayyül gibi noksansız badireler sarmalında canı çıkartılmaya ant içilen sıradan insan için reva görülenlerin yekunu kabusu imliyor eksiksiz, boşluksuz. Her ne yana dönülürse dönülsün, herhangi bir tedbir alınırsa alınsın sonunda mutlak iktidar pratiği için zehirlenip sınırlanan, kuşatılan bir hayat imgesinin var edildiği kabus gerçekliğimiz kılınıyor. Seçim öne sürülerek günbegün arttırılan bir tahakküm halinin, ya bizimle, bizdensiniz yahut da o mihrak, ayrımcı, terörist, düşkün, nefret kümesinin ta kendisine payanda bilinirsiniz halini mütemadiyen arşınlayan bir mefhum gerçekliğimiz kılınıyor. Medeniyet seviyesinde eşiği atladığımız bugün yarın üstüne basılarak zikredilirken aralıksız yoksunlaştırma halinin bir gerçeğe dönüştüğü, üçüncü dünyanın oyuncusu olduğumuz gerçekliği yüzümüze çarpılır. Belli belirsiz bir yarına kavuşacağı, bunun da müjdeli doğrudan iyimser bir ülke olacağını bildiren seslenişler varken her şey kaypak bir zemine çekiliyor. Kabusu yönlendiren yalın bir terörün, devlet şiddetinin ta kendisinin, hayatta tek söz sahibi olma imgesinin yolu ve zemini sağlama alınıyor.
Baş efendi, son birkaç mitinginde değindiği gibi, bir ana muhalefet olduğunu zikreden ol yapıyı, bir de bu memleketin görüp görebildiği nadir bir çatı olmasını hasetten çekemeyip hedef kılmaya doymadığı Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’ne doğrudan saldırarak kabusun şekillendirilmesinde başat oyun kurucu olduğunu göstere gelir. Tam anlamıyla dişine göre değerlendirdiği Cumhuriyet Halk Partisini saf dışına öteleyebilmek için en akla seza kurguları hakikaten var olmuş gibi gösteren demeçlerle çıkagelir. Bütünüyle bir menzildeki yaşam istinadının tükettirilmesi gailesini nasıl var edip herkesin refah içinde bir hayat sürdüğü yanılgısını duraksamadan pazarlıyorsa kendileri ve bütünüyle o iktidarı var eden Adalet ve Kalkınma Partisi bugünlerde de o minvalde bir yanılgının etrafında tüm o kabus halini güncellemektedir. Salt siyaset sahnesinden çıkagelen anlık tahayyüller değil aynı zamanda gündelik yaşamın orta yerinde kurumsallaştırılan bir kesintisiz nefret edimiyle o kabus hali her yerde var edilir. Cerahati güncelleyen devlet erkanının sunduğu, yönlendirdiği, geliştirdiği her tahayyül bambaşka açmazlara seyrüsefer eden ülkeyi de açığa düşürür.
Bugününden geleceğini zehirleyen bir aksiyon şimdi her yerdedir. Geçmişinin yara verme halini, yıkıcılığın ardından ortaya çıkan insani katastrofu görmezden gelip bugün halen oh olmuş iyi olmuşlar havalarda uçuyorsa o kabustan hiçbir zaman uyanmak söz konusu olur mu, olabilir mi? Daha yepyeni seçim güncesinin kıyısında kim necidir tartışmalarının orta yerinde, bu ülkede kala kala birkaç bin kalmış Rum’un yaşadığı bir sınama halini anmayı dahi çok görüp küfürlerle mukabele eden bir z kuşağı varken bir yarın ümidinden bahis açılabilir mi? 1964 yılında, 24 saat içerisinde 20 dolar ve 20 kiloyu aşmayacak bir yük ile memleketi terk etmek / tehcir olunmanın bahsini sorgulamak onca sene sonra halen mümkün değil midir? Yıkıcılığı, yaşatılan kötülüğü, etme bulma dünyası diye geçiştirmek hangi hukuki terimlere sığar misal? Basit gibi görünen oysa canı esas yakan şeyin komşuların birdenbire sizleri ihbar eden, sizden kalanları talan eden bir cenaha dönüşmesi halinin utancını kendine yük etmeyen, sormayan bir ülkede, yukarıda kırık dökük anlatmaya çalıştığımız o kabusun neye tekabül ettiğini idrak ettirecek bir arayış söz konusu olur mu? Nefret söylemini yaşayan / geçip gitmiş / onca sınamayı sineye çekip bir biçimde yaşamda kalmaya devam edenlerin gözleri önünde sürekli yineleyen bırak konuşmayı, sahici bir özür için devletine baskı dahi kuramayan bir Türk kimliği söz konusuyken o memleketin kabuslarına hiçbir zaman bir son verilebilir mi? Soruyor musunuz? Daha halen 20 Dolar 20 Kilo’yu bilmeyenler için şuraya bıraktığımız röportaj bir şeyleri aksettirebilir mi, okur muydunuz?
Dönelim günümüze, Hüseyin Kalkan imzasıyla Yeni Yaşam Gazetesinde yayınlamış olan haberi aktaralım: “Dillere pelesenk edilmiş bir söz var. “İstanbul en büyük Kürt kentidir.” Doğrudur da Kürtlerin haklarını inkar etmek için bir giriş cümlesi olarak kullanılmasa. DEM Parti İstanbul Belediye Eşbaşkan adayı Meral Danış Beştaş, “İstanbul’da Kürtler var ama hakları yok” diyor. Beştaş, bu konuyu şöyle açıklıyor: “İstanbul’un en büyük Kürt kenti olduğu doğru. Sonuçta 5 milyonu aşkın Kürt yaşıyor burada. Ama nasıl ki ülke genelinde Kürtlerin özgürlükleri, hakları, talepleri tanınmıyorsa, karşılamıyorsa ve bir savaş politikası hüküm sürüyorsa bunun yansımalarını illerde de tek tek görüyoruz. Genel siyaset illere tek tek sirayet ediyor. İstanbul’da Kürtler var doğru ama İstanbul’da Kürd’e dair bir şey yok. Bazı şeyler yerel yönetimin yapabileceği çerçevededir. Kürtlere dair özgün bir hak yok. Dille olabilir, kültürle olabilir. Kimlik hakları ile ilgili olabilir. Ya da mücadelelerinin önündeki engelle ilgili olabilir. Kürtlerin günlük hayatta görünür olmasıyla ilgili olabilir. Kürt var ama görünmüyor. Kürtlerin kendi güçleri ile oluşturdukları bazı müzik grupları, MKM gibi, Kürt enstitüsü gibi örgütlenmeler var, bu konuda büyük bir çaba var. Ama merkezi yönetimden destek görmedikleri gibi yerel yönetimden de destek görmüyorlar. Günlük hayatta yapılacak bazı ufak değişiklikler, küçük jestler Kürtlerin görünür olmasını sağladığı gibi daha büyük resimde Kürt sorununun çözümüne katkısı olabilir. Mesela toplu taşıma araçlarında Türkçenin yanında Kürtçe anonslar da yapılabilir. Bazı tarihi mekanların yön levhaları diğer dillerin yanı sıra Kürtçe de olabilir. Bunlar yerel yönetimlerin yapabileceği şeyler, onun için bunlara değiniyorum.”
Bu hem hak hem bir hizmet
Beştaş, yerelde atılacak bazı küçük adımların Kürt sorununun çözülmesine katkı sağladığı gibi bunun aynı zamanda bir hak olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Bunu Meclis’te de çok konuştuk. Wan uçağı, Amed uçağı, Êlih uçağı bunlarda Kürtçe anons yapılabilir. Basit şeyler gibi görünüyor, ama bunlar Kürt sorununun çözümü için ortam hazırlayan uygulamadır. Mevcut nizamın buna direnmesinin nedeni de budur. ‘Kürtler TC vatandaşı olduğuna göre Türkçeyi bilmeli.’ Sağlık Bakanı da öyle demişti. ‘Kürtlere ayrıca bir dil hizmeti verilmez, çünkü onlar Türkiye’nin vatandaşları’ demişti. Tamam da vatandaşın bu dili bilmiyor. Mesele orada. İstanbul’a indirgeyecek olursak metroda İngilizce yapılıyor anonslar, Kürtçe yapılmıyor. Bu hem bir haktır hem bir hizmettir. İstanbul’da yaşayan ve Türkçe bilmeyen birçok Kürt var, özellikle kadınlar arasında. Kürtlere hizmet götürmeliyim diye bakarsan, bu aynı zaman da bir hizmettir. Daha yakınlarda İstanbul Havalimanı’nda bir anne Türkçe bilmediği için havaalanı içinde mahsur kaldı. Bunlar çok kolay alınacak kararlarla hayata geçirilebilir. Sonuçları büyük olur. Kamusal yaşamda kendi dilini kullandığını gören insan kendini mutlu hisseder.”
İstanbullularla yönetmek
Parti olarak önemli bir yerel yönetim deneyimine sahip olduklarını belirten Beştaş, İstanbul’u yönetirken bu deneyimden yararlanacaklarını söylüyor. Beştaş, yerel yönetim deneyimi ve İstanbul’a uygulanması ile ilgili şunları söylüyor: “Biz İstanbul’u İstanbullularla birlikte yönetmeyi hedefliyoruz. İstanbul’daki tüm farklılıkların, toplumsal kesimlerin, farklı kimliklerin, inançların katılabileceği bir yerinde yönetim model ile yönetmeyi öngörüyoruz. Biz DEM Parti olarak yerinde demokratik, kadın özgürlükçü ve ekolojik bir yerel yönetim anlayışına sahibiz. En önemli farklılığımız, kentlilerle o kenti yönetmek. Kentlilerin yönetime katılmasını sağlamaktır. Biz bunu mesela Amed’de sağlamıştık. Bizim çok ciddi bir yerel yönetim deneyimimiz var. Diyelim kadınlarla ilgili bir meselede karar alınacak, kadınların katıldığı süreçler sonucu bu karar alınırdı. Diyelim Gazi Mahallesi ile ilgili bir karar alınacaksa karar sürecine Gazi halkının katılmasını sağlayacağız. Diğer bir yaklaşımımız bütçeyi halkın lehine kullanmaktır. İstanbul, dünyanın en güzel şehirlerinden bir tanesi, bir avuç zengine hizmet ediyor. İstanbulluların büyük bölümü bu güzelliklerden yararlanamıyorlar. Kentlilerin büyük bölümü denize bile ulaşamıyor.”
Yaşam standardını yükseltmek
Belediyenin imkanlarını öncelikle emekçilere ve yoksullara tahsis edeceklerini beliren Beştaş, onların hayat standartlarını yükseltmenin öncelikli hedefleri olduğunu söylüyor: “Yoksulların ihtiyaçlarının öncelikle ele alındığı bir sistem öngörüyoruz. Örneğin emeklilerin, örneğin işe gitmek için sabahın erken saatlerinde yol düşen işçilerin yaşam standartlarını yükseltmek için hizmetler üretmeyi temel alacağız. Bunu ulaşımdan tutun da sosyal ve sanatsal yaşam için olanaklar yaratmayı sayabiliriz. İstanbul bir işçi ve gençlik kenti. Gençlik denilirken sadece öğrenciler akla geliyor. Ama İstanbul’da milyonlarca emekçi genç de var. Onların ihtiyaçlarının gözetildiği bir yerden yaklaşıyoruz. Belediye hizmeti halka hizmettir. Yaşamı kolaylaştıracak yerde kararlar alacağız. Toplumsal odaklarla birlikte tartışmak gerek. Belediyelerin yolun yapımından tutun ulaşıma kadar, çocukların eğitiminden kreş hizmetlerine kadar yapabileceği çok fazla hizmetler var. Ve İstanbul Belediyesi dünyanın en fazla olanağına sahip belediyelerinden, 16 bakanlığın bütçesine denk bir bütçesi var. Bu bütçe nasıl harcanıyor, kim denetliyor, nerelere harcanıyor, neler önceleniyor bunlar aslında büyük soru işareti olarak ortada duruyor. Diğer bütün belediyeler gibi. Biz bunları şeffaf hale getireceğiz.”
Barışı bir kuvvet haline getirmek
Özellikle CHP’ye yakın çevreler “DEM Parti, İstanbul’da kazanamayacağına göre neden seçime giriyor? Aldığı oylar Ekrem İmamoğlu’nun kaybetmesine yol açacak” diyor. Burcu Köksal’ın ırkçı çıkışını tartışacaklarına, Köksal’ın çıkışının İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun Kürtlerden alacağı oyu etkileyip etkilemediğini tartışıyorlar. Beştaş, bu yaklaşımı sert bir şekilde eleştirerek şunları söylüyor: “Bu bizim siyasi kimliğimizi görmezden gelen bir yaklaşım. Bizim siyasal perspektifimizi, barış politikalarımızı, yerinde yönetim anlayışımızı ve mücadelemizi görünmez kılan bir yaklaşım, biz bunu her zaman reddettik. Biz kazandırmak ve kaybettirmek için bu seçimlerde değiliz. Biz kendimiz için bu seçimdeyiz. Biz siyasi rekabet etmek için bu seçimdeyiz. Sonuçta biz kökleri çok eskiye dayanan bir geleneğin partisi olarak iddiamızı ortaya koyuyoruz. Nedir bu bizim için kazanmak? Kazanmak sadece alınan oy yüzdesi ile ölçülmez. Kazanmak şu kadar yüzde oy almak değildir. Kazanmak barış politikasını bir kuvvet haline getirmektir. İktidar bütün seçimleri savaş politikası üzerinden götürüyor. Kürt düşmanlığı üzerinden götürüyor. Kürtlere karşıtlık üzerinden götürüyor. Bu seçimde de aynı dil devam ediyor. Biz, savaş politikasının karşısına barış politikasını koyuyoruz ve İstanbul da bunu en güçlü anlatacağımız merkezdir. Hem Kürtlerin, hem Türklerin, Ermenilerin, Rumların, Alevilerin, Sünnilerin bir arada yaşadığı, kısaca Türkiye’nin bütün farklılıklarının bir arada yaşadığı bir merkez olma özelliğini taşıyor. Medya üstten bakan bir yerden yaklaşıyor partimize. Demleniyor gibi söylemlerle bizi ötekileştiriyorlar. Biz bunu tamamen reddediyoruz. Biz, savaş siyasetinin karşısına barış siyasetini koyuyoruz. Tecridin karşısına özgürlük siyasetini kurduğumuzu belirtiyoruz. Türkiye’de Kürt meselesini demokratik temelde çözümünü savunduğumuzu ortaya koyuyoruz. Böylece barış siyasetini bir kuvvet haline getiriyoruz.” Beştaş, Burcu Köksal’ın ırkçı çıkışına değinerek aynı zamanda CHP’nin bu çıkış karşısındaki tutumunu da eleştirdi. “Bu ırkçılık CHP’lileri çok rahatsız etmedi, daha çok bu durumun Ekrem İmamoğlu’nun Kürtlerden alacağı oyu etkileyip etkilemediği tartışıldı. Parti olarak Köksal’a karşı bir tutum almadılar.”
Savaşa değil, seçime gidiyoruz
Beştaş’ın üstünde durduğu başka bir konu ise iktidarın sürdürdüğü militarist politika, “Seçime değil, sanki savaşa gidiyoruz” diyor. Ve iktidarın yaklaşımını şöyle eleştiriyor: “Biz Türkiye’nin en büyük problemini çözmeye adayız. Bunun tarafıyız. Barış elini tutmayan devlettir. Sayın Öcalan’ın barış eli hâlâ havada duruyor. ‘Bir haftada çözerim’ dediği bir durumda hâlâ insanlar ölmeye devam ediyor. AKP silaha dayalı bir seçim propagandası yapıyor. Her gün yeni ürettikleri silahları tanıtıyorlar. İHA’lar, SİHA’lar, uçaklar tanıtılıyor. Yerel seçime değil, sanki savaşa gidiyoruz. Böyle bir siyasi akıl var. Ve açıkçası iktidar dışındaki partiler de bunun karşısında çok net bir pozisyon almıyor. Alamıyor demiyorum, almıyor. Kürtler söz konusu olunca, Kürt meselesi söz konusu olunca, tecrit olunca, anadilde eğitim olunca, Kürtlerin temel hak ve özgürlükleri olunca hepsi bir hizada duruyorlar. İşte biz o hizada değiliz diyoruz. Biz başka türlü bakıyoruz.”
Çocuk dostu bir kadın kenti
Beştaş, kadın politikalarını anlatırken İstanbul’un çocuk dostu bir kadın kenti olacağını söylüyor. Bu politikayı şöyle detaylandırıyor: “Bizim politikamız bir kadın politikasıdır aynı zamanda. Sadece İstanbul için değil, her kentte öyledir. Bir kere eşbaşkanlardan biri kadın olacak. Belediye meclisinde kadınlar eşit sayıda olacak. Belediyede kadına dair başkanlık kurulacak. Tamamen kadınlara özgü çalışmalar yürüten, kadınların ihtiyaçlarını gözeten, önerilerini dikkate alan bir sistemle çalışacağız. Yine en önemli maddelerden biri toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçeleme yapacağız. İBB bütçesi kullanılırken toplumsal cinsiyet rolleri gözetilecek. Kadınlara öncelik verilecek, buna duyarlı olacak ve çocuk dostu bir kadın kenti olacak İstanbul.” Kadın hakları ve kadınların maruz kaldığı şiddete Beştaş yabancı değil. İstanbul Sözleşmesi’ni kuran davanın avukatı kendisi. Beştaş kadın sorununa yaklaşımla ilgili şunları söylüyor: “Ben kişisel olarak kadın alanında çok çalıştım. İstanbul Sözleşmesi’ni kuran davanın avukatıyım. O anlamda bildiğim ve yaşadığım bir mesele. Günde 7-8 kadın öldürülmeye başlandı. Toplumsal cinsiyetler konusuna belediyede başlayarak çok geniş bir eğitim çalışması, bilinçlendirme çalışması yürütülmeli. Biz öyle yapacağız. Kadınlar bir kadın belediye başkanı yönetiminde kendilerini çok daha güvende hissedecektir. Ve kadınların ihtiyacını bir kadın en iyi bilir.”
Memleketin muhalefet olgusunu biçimlendiren bir siyasi çatının İstanbul’da gösterdiği adaylardan Beştaş’ın sözleri yeterince açık bir biçimde kabusunun içinde yaşamaya devam diyen ülkenin istikametine bir dur diyebilmek için elzem bir uyarıdır. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi – Dem Parti’nin savuna geldiği biçimlendirme, asırdan da uzunca bir süredir eşitlik / adalet / hakkaniyet temelli bir hürriyet olgusunun yerelden başlayarak nasıl ülkede var edilebileceğini de örnekleyen denemeler barındırır. Kelimesi kelimesine anlatılanlara uyulmasını değil, bir biçimde diyaloğun neden elzem olduğuna dair seslenişlerle bir kabus sonlandırılabilir. İstanbul’un çoğulcu kimliğinin, binlerce ve binlerce yıllık yan yana kadim halklarla imal ettiği o yaşama deneyimine vurulmak istenen tüm ayrımcı yaftalama, kimliklerin birbirini tamamlamasına ön alma hallerini alt edebilmek için bir kez olsun bu ülkede anılıp durulan mozaik mozaik, medeniyetler eşiği / beşiği laflarının gerçekliğine ulaşabilmek için Beştaş ve eş başkan adayı Çepni’nin Dem Parti ile verdiği mücadele bütün meramın da sınırlarını oluşturuyor.
Bütünleşik, birbirini sahiden önemseyen, duyan ve anlayan bir ülkenin imaline daha çok var mıdır? Sosyal medya platformlarında önce Ermeni, sonra Yahudi, dün Rum bugün Kürd, yarın Alevi’ye doğrudan saldırıların var edilebildiği, iktidarın da bile isteye göz yumarak önemsizleştirdiği, inkar ettiği ayrımcılığın bu ülkeyi taşıyacağı yer hiç mi ama hiç mi sorun değildir. Bir koca asrı heder eden, dönüştüreyim derken içinden çıkılamaz bir fasit daireye mahkum kılan o ezberci aklın, devleti önceleyen hallerinde insana salt, sadece insana hiç sıra gelir mi? Bir kabus halinin ortasına demirleyen yerde yarını şimdi, şu andan tüketen bir zeminden herhangi bir umut söz konusu olur mu? Sorular birikiyor, bütünüyle yanıtsız kılınan bir menzile varılıyor. Büsbütün kendini bile duymayan, kendi için dahi endişelenmeyen, varsa şimdi, yoksa şimdi içinde debelenip dururken kendisinin ötesini görmeyen, bırakınız görmeyi sormayan, merak etmeyen, ezberlerinde boğulan bir Türklük ile yarına nasıl varılabilir. Her şekilde vatan bir ev olmaktan alıkonulurken. Her durumda hayatta olmak örselenip dururken. Her gün, yeniden yıkıcılık kutsanırken... Her gün...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
İllüstrasyon: Mert TUGEN – Karbon Galeri v/ BCCT
0 notes
traveltourstrips · 2 years
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/antik-dunyaya-zamansiz-bakis.html
Antik dünyaya zamansız bakış
Tumblr media
Efnan Atmaca x [email protected]
Alain Corbin, “Sessizliğin Tarihi” adlı kitabında sessizliğin bir anlamda tanrıların müziğini işitebilmenin koşulu olduğunu yazar. Antik kentler, üzerlerine sinen sessizlikle bu müziği en güzel yansıtan yerlerdir. Ünlü fotoğrafçı Axel Hütte de fotoğraflarında müziği duyabileceğiniz bir sanatçı. Borusan Contemporary’nin sağlık tedbirleri nedeniyle bir süredir kapalı olan Borusan Perili Köşk’te açtığı “Chronostasis” adlı sergi bu üçünü bir araya getiriyor ve Hütte’nin objektifinden sanatseverleri Anadolu’nun antik kentlerinin zengin tarihini yeniden keşfetmeye çağırıyor.
Bir diyalog çağrısı
28 Ağustos’a kadar ziyaret edilebilecek sergi için Hütte, 2017 ve 2018 yıllarında Türkiye ziyaretleri gerçekleştiriyor ve Efes, Milet, Perge, Sagalassos, Hierapolis ile Afrodisias’ın da aralarında bulunduğu 14 antik kenti kapsayan rotada bir dizi çekimler yapıyor. Projeye sanatçının inisiyatifiyle Didim ile Milet gibi farklı yerleşimler de dâhil oluyor ve söz konusu proje Ege ve Akdeniz coğrafyasındaki antik kentlerin yorumlanıp belgelendiği görkemli bir “Asya Minör antik kentleri” projesine dönüşüyor. Sergiye bir kitabın da eşlik ettiği projede yer alan fotoğraflar aslında bir diyalog çağrısı. Dünün bilgeliğini bugüne taşıyan birer köprü. Çünkü Hütte antik dünyayı zamansız bir bakışla bugüne getiriyor. Sanatçı, fotoğraflamayı seçtiği âna odaklanarak, bakışı donduruyor ve izleyeni, düş gücünü harekete geçirmeye davet ediyor. Bu davetle antik yerleşimleri ölümsüzleştirmeyi amaçlıyor Hütte ve izleyiciyi zaman ve mekân algılarından azade kılarak büyüleyici güzellikteki imgelerle baş başa bırakıyor. Antik kentlere ait alışılagelmiş fotoğrafların donukluğunun aksine onlara yaşanmışlık katmaya çalışıyor Hütte. Kullandığı tekniklerle üzerlerindeki tozu siliyor. Tüm mekânları tarihin gölgesinden çıkarıp günümüze ulaştırarak görsel bir canlılığa kavuşturuyor. Fotoğraflarında mutlaka bir sonrakine göndermede bulunan Hütte, bu sergide de imgeler arasında bağlar kurarak antik şehirlerin taşıdığı müziği fotoğraflarına yansıtıp bir bütün oluşturuyor. Serginin adı “Chronostasis”i küratörü Hans Irrek açıklıyor: “Chronostasis bir çeşit anlık yanılsamadır ve bu esnada yeni bir uyaranın beyinde yarattığı ilk zlenim süresi, olduğundan uzunmuş gibi görünür. Bu sergi de zamanla ilgili algı dönüşümlerinden yola çıkarak hazırlandı. Hütte’nin anlayışına göre fotoğraf, bir yanda bakışın dondurulduğu, sükûnete kavuştuğu bir anı yansıtırken öte yanda izleyenin düş gücünü harekete geçiren bir kıvılcımdır. Hütte için fotoğraf, anın özü anlamına gelir.” Axel Hütte ise Borusan Contemporary’nin siparişi üzerine hazırladığı proje için “Bir fotoğraf projesi, gerçekliği imgelerin şiirsel görünüşlerine dönüştürmek için yeni bir yol bulmak dışında özel bir amaç taşımayan bir yaklaşımla başlar. Manzaranın zamansız olduğunu düşünmek yanlıştır. Yalnızca çeşitli estetik stratejilerle zamansızlık illüzyonu yaratılabilir. Fotoğraflarımda insanlara yer vermekten kaçınırım ve bunun yanında görüş alanının kesilmiş olması da oluşturduğum görüntünün kurgulandığına işaret eder” diyor.
0 notes
huseyinerol3453 · 1 year
Photo
Tumblr media
Değerli dostlar, Güzel bir ata sözümüz vardır. İtler ürür, kervan yürür. Lütfen tarihi geçmişimizi biraz daha hakkaniyetli değerlendirelim. Başta ATATÜRK 'ün manevi şahsiyeti olmak üzere, Milletimizi,, devletimizi, sefaletten, zülümden, dışlanmışlıktan, keyfilikten, insan hakları ihlallerinden Kısaca karanlık dünlerden, bugünkü aydınlık günlere öncelikle yine Adnan Menderes, Turgut Özal, Recep Tayyip Erdoğan gibi Milletimizin değerli, fedakar evlatları sayesinde kurtulmuştur. Aslında Atatürk öldükten sonra en büyük Atatürk düşmanları, yine CHP yönetimi olmuştur. Öncelikle paralardan resmi kalkmış, kendisine bir mezar bile yapılmamış, resmi törenlerde adeta unutulmuştu. ATATÜRK'ün, hem Anıtkabir'e,nakledilmesi, hem tekrar paralara konulması, hem de hakkında koruma kanunu çıkması Adnan Menderes ' büyümüzün gayretleri ve girişimleri sayesinde olmuştur. Aslında gerçek Atatürk'ün bugünkü CHP ile fazla bir gerçekliği yoktur. Tabiiki konjektürel olarak Atatürk'ün gerçekleştirdiği, Bazan ölçüsünü kaçırdığı bazı uygulamaları CHP ne yazık ki çok daha rahatsız edici boyutlara taşımıştır. CHP adeta Milletimizin hayati milli ve manevi değerlerini yok saymıştır. Lütfen, tüm gerçekleri hakkaniyetli bir şekilde araştıralım. Bizler, her şeye rağmen huzur, barış , refah ve güven içinde, kardeşçe, Hakça, sağlıklı, başarılı, tüm sevdiklerimiz ile birlikte, gönlümüzce yaşayabileceğimiz bir Türkiye, bir Dünya diliyoruz. İnşaAllah diyelim. En içten dileklerimle selam 👋, sevgi 💓, saygı 🙏 ve dua ile 👐. https://www.instagram.com/p/Ck2MAfZKpbU/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
epifizz · 3 years
Note
Dünyada insanlar olmasaydı da dünya yok olmaya doğru gider miydi? Giderse bu yok oluşa ne sebep olurdu?
Giderdi ancak bunu dünya üzerinde yaşayan belirli bir tür besliyor olmazdı elbette. Yıldızımız kendi iç yakıtını tüketip patlamaya doğru ilerliyor örneğin ya da entropisi artan evrenimiz her geçen gün dağılmaya doğru ilerliyor. Kambriyen patlamada ortaya çıkan 3 faunadan ikisinin yittiği gerçekliği mesela bu durumu daha anlaşılır hale getirebilir. Bunun dışında Osman Nuri Bey'in 1926 yılında kaleme aldığı, "Bu dünyanın sonu nasıl gelecek?" adlı denemesinde üzerine düşündüğü seçeneklerin çoğu insan etkeninin dışında ele alınmıştı mesela. Osman Nuri Bey'in hem Osmanlı hem de erken Türkiye Cumhuriyetinde önemli bir bakteriyolog ve kimyager olduğunu da ekleyelim. Denemesine çok detay vermeden başlık olarak kendisinin sıraladığı şeyler şöyle:
Birinci İhtimal: Şems (Güneş) ve seyyarat (gezegenler) ile Arz (Dünya) fezada giderken başka dünyalarla müsademe (çarpışma) eylese
İkinci İhtimal: Arzımız bir kuyruklu yıldızla çarpışması halinde Dünya ya cehenneme veya cennete mukabil olur (burada cennet çıkarımını dünyanın sınırından geçen bir yıldızın azotları kendine bağlayarak atmosferde azalan azot miktarı ile soluduğumuz havanın sarhoş edici hale gelmesi çıkarımına, her canlının sürekli sarhoşlaşması ile gittikçe her şeyin hezeyana, azgınlığa ve deliliğe kayması sonucu yaşanacak kaos halinin ihtimalini özel olarak ele almıştır)
Üçüncü İhtimal: Bu Dünya kopacak umumi bir tufan neticesi ile bütün mahlukat boğulacaktır (burada ana sebep olarak okyanusların kıyılardan parça parça kopardığı kara parçalarıyla git gide yükselerek bir etiği aştığı uzak gelecek ihtimalini merkeze almıştır)
Dördüncü İhtimal: Havada sular kalmayacak... Güneş sönecek, Arz donacak. Bütün mahlukat karlar altında kalacak, ölecek
1. Dünya savaşı yıllarını en aktif zamanlarında deneyimleyen birinin, dünyanın o zamanlar sadece ölümü düşündüğü zamanlarda böyle sonlanma tasarıları yapması da pek tabiidir sanırsam... İhtimaller yaratıcılığa göre çeşitlenebilir, Osman Nuri Bey'in azot gazının çekilmesi ile dünyayı saracak deliliğin kaosu düşüncesi mesela fazlasıyla ilgi çekici ve kendine münhasır sayılabilir.
3 notes · View notes
hetesiya · 3 years
Text
Yeni Yaşam Gazetesi | Yeni Yaşam
Tüm Türkiye Diyarbakır Cezaevidir
Kürt işçilerine, halkına ve gençlerine saldırmak Türkiye’de normal hale getirilmiş. Kürtlere parya ve birçok ülkede görüldüğü gibi saldırılması gereken mülteciler olarak yaklaşılıyor. Amedli bir Kürt ile Yozgatlı bir Türk aynı görülmüyor. Bu ayrımcılığı da bizzat Türk devlet yöneticileri yapıyorlar. Kürtler, Aleviler ve başka kimlikten topluluklar bu ülkenin özgür ve eşit vatandaşları olarak görülmüyor. Ne anayasal ne yasal ne de toplumsal kültürde bu topluluklar eşit görülüyor. Bunu yaratan da Türk devlet politikalarıdır. AKP-MHP iktidarı ise bu kutuplaşmayı derinleştirmiş, kapsamlılaştırmış ve normal hale getirmiştir. Bu iktidar Türkiye’de her farklılığı kutuplaştırmıştır. Bu nedenle Kürtler, Aleviler, gazeteciler ve muhalif siyasetçilere saldırı sürekli bir hal almıştır. Hatta bu iyi zamanlarınız, daha kötü zamanlarınız gelecek, denilerek saldırganlar teşvik edilmektedir.
Kürtlere yönelik saldırılar kesinlikle planlıdır. Devlet içinde illegal biçimde örgütlendirilmiş özel savaş organları var. Bunlara bağlı tetikçi birimler var. Öte yandan zaten MHP ve bazı partiler içinde Kürtleri sindirmek için saldıracak bir zihniyet var. Bunlar da devlet yetkililerinin söylemlerine göre harekete geçiyorlar. Özel savaş organının da MHP ya da başka partiler içinde talimat alınca harekete geçen elemanları bulunmaktadır. Bunları geçmişte çok yazıldığı ve çizildiği için belirtiyoruz. Öyle ki, MHP’li yetkililer bile bu durumu kabul etmişlerdir. Son zamanlarda Kürtlere yönelik saldırı gerçekleştirenlerin de bozkurt işareti yapmaları da bir tesadüf değildir. Şimdi sahiplenilmese de ileride bunlara kahraman muamelesi yapılacağını geçmişten çok iyi biliyoruz.
90’lı yıllardan bu yana Türkiye’nin il ve ilçelerinde Kürtlere yüzlerce saldırı yapılmıştır. Bunların çoğunluğu da linç amaçlı toplu yapılan saldırılardır. Çarpıtıldığı gibi bu saldırılar toplumdaki herhangi bir husumetten kaynaklanmış saldırılar değildir. Kürtlerin ötekileştirilmesi, terörist ya da terörü destekleyenler olarak gösterilmesi Kürtlerin hedeflenmesini beraberinde getirmektedir. Kürtlerin Kürtçe konuşmasına, Kürtçe müzik dinlemesine tahammül edilmemesi terörist ve terör denilirken neyin kastedildiğini de gözler önüne sermektedir.
Bu saldırıların neden yapıldığını artık tüm Kürtler de demokrasi güçleri de biliyor. Kürtleri sindirmekten çok, daha da öfkelendiriyor. Kürtlerin ulusal bilinçlerini geliştiriyor. Çünkü bu saldırılar Kürtlerde dayanışma bilincini geliştiriyor. Kürt oldukları için hedeflendiklerini düşünerek toplumsal duyguları artıyor. Bir zamanlar Diyarbakır Zindanı’nda Türk olduğunu kabul etmeyenler işkence görüyordu. Tüm tutsakların Kürtlüğünü inkar edip Türkleşmeleri dayatılıyordu. Sonuçta bu politika ve uygulamalara karşı büyük bir direniş gelişti. Öyle ki, Türkiye’de birçok kesim PKK’yi Diyarbakır Zindanı’ndaki baskılar yarattı, demiştir. Kuşkusuz PKK’yi bu zindan yaratmadı. PKK’yi 70 yıllık Kürt soykırımını hedefleyen politikalar ortaya çıkardı. Şark Islahat Planı bu devletin Kürtler üzerinde nasıl bir soykırım politikası uyguladığının somut belgesidir. Zaten 70 yıllık tüm uygulamalar bu gerçekliği ortaya koymuştur. PKK’yi ortaya çıkaran bu politikalar ve uygulamalar olmuştur. Ancak 12 Eylül ve Diyarbakır Zindanı’ndaki uygulamalar PKK’nin ortaya çıkış gerekçelerini ve tezlerini doğruladığından, oradaki uygulamalar ve PKK’lilerin gösterdiği direniş PKK’nin büyümesinde önemli bir rol oynamıştır.
AKP-MHP iktidarı şimdi Diyarbakır Zindanı’nda uygulanan politikaları tüm Kürt illeri ve Türkiye’de uygulamaktadır. Aynı yöntemler farklı sonuç vermez, diye bilimsel bir yargı vardır. Bu açıdan AKP-MHP iktidarının tüm Türkiye’yi Diyarbakır Zindanı haline getirmesinin de farklı sonuç vermesi beklenemez. Diyarbakır Zindanı’nda 12 Eylül işkencecisi Esat Oktay Yıldıran da ben bunları hallettim diye düşünüyordu. Şimdi de AKP-MHP iktidarı gerçekleştirdiği baskı ve zulümle Kürtleri sindirdim, Türkleştirme önünde engel kalmadı diye düşünmektedir. Ancak Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli de Diyarbakır Zindan işkencecileri gibi büyük hayal kırıklığına uğrayacaklardır. Kemal Pir’in Diyarbakır Zindanı’nda Esat Oktay Yıldıran’ın yüzüne söylediği gibi büyük balığın kılçığı boğazlarında kalacaktır. Kürtler ve demokrasi güçleri oradaki direnişçiler gibi bu iktidara gereken cevabı vereceklerdir.
İzmir’deki Deniz Poyraz’a saldırı, Afyon, Ankara ve Konya saldırıları Kürtler’de büyük bir öfke yaratmış; Kürtlerle demokrasi güçlerinin daha fazla birleşmesine vesile olmuştur. Türk devlet gerçeğini anlamayan Kürtlerin de bu devlet gerçeğini anlamalarını sağlamıştır. AKP-MHP iktidarı Kürtlere ve demokrasi güçlerine yaptığı zulmün altında kalacaktır. Bu kadar zulüm yapanların bugünün dünyası, Ortadoğu’su, Türkiye’si gerçeğinde başka bir akıbetle karşılaşması da mümkün değildir.
1 note · View note
anzacdaygallipoli · 2 years
Text
Antik dünyaya zamansız bakış - Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/antik-dunyaya-zamansiz-bakis.html
Antik dünyaya zamansız bakış
Tumblr media
Efnan Atmaca x [email protected]
Alain Corbin, “Sessizliğin Tarihi” adlı kitabında sessizliğin bir anlamda tanrıların müziğini işitebilmenin koşulu olduğunu yazar. Antik kentler, üzerlerine sinen sessizlikle bu müziği en güzel yansıtan yerlerdir. Ünlü fotoğrafçı Axel Hütte de fotoğraflarında müziği duyabileceğiniz bir sanatçı. Borusan Contemporary’nin sağlık tedbirleri nedeniyle bir süredir kapalı olan Borusan Perili Köşk’te açtığı “Chronostasis” adlı sergi bu üçünü bir araya getiriyor ve Hütte’nin objektifinden sanatseverleri Anadolu’nun antik kentlerinin zengin tarihini yeniden keşfetmeye çağırıyor.
Bir diyalog çağrısı
28 Ağustos’a kadar ziyaret edilebilecek sergi için Hütte, 2017 ve 2018 yıllarında Türkiye ziyaretleri gerçekleştiriyor ve Efes, Milet, Perge, Sagalassos, Hierapolis ile Afrodisias’ın da aralarında bulunduğu 14 antik kenti kapsayan rotada bir dizi çekimler yapıyor. Projeye sanatçının inisiyatifiyle Didim ile Milet gibi farklı yerleşimler de dâhil oluyor ve söz konusu proje Ege ve Akdeniz coğrafyasındaki antik kentlerin yorumlanıp belgelendiği görkemli bir “Asya Minör antik kentleri” projesine dönüşüyor. Sergiye bir kitabın da eşlik ettiği projede yer alan fotoğraflar aslında bir diyalog çağrısı. Dünün bilgeliğini bugüne taşıyan birer köprü. Çünkü Hütte antik dünyayı zamansız bir bakışla bugüne getiriyor. Sanatçı, fotoğraflamayı seçtiği âna odaklanarak, bakışı donduruyor ve izleyeni, düş gücünü harekete geçirmeye davet ediyor. Bu davetle antik yerleşimleri ölümsüzleştirmeyi amaçlıyor Hütte ve izleyiciyi zaman ve mekân algılarından azade kılarak büyüleyici güzellikteki imgelerle baş başa bırakıyor. Antik kentlere ait alışılagelmiş fotoğrafların donukluğunun aksine onlara yaşanmışlık katmaya çalışıyor Hütte. Kullandığı tekniklerle üzerlerindeki tozu siliyor. Tüm mekânları tarihin gölgesinden çıkarıp günümüze ulaştırarak görsel bir canlılığa kavuşturuyor. Fotoğraflarında mutlaka bir sonrakine göndermede bulunan Hütte, bu sergide de imgeler arasında bağlar kurarak antik şehirlerin taşıdığı müziği fotoğraflarına yansıtıp bir bütün oluşturuyor. Serginin adı “Chronostasis”i küratörü Hans Irrek açıklıyor: “Chronostasis bir çeşit anlık yanılsamadır ve bu esnada yeni bir uyaranın beyinde yarattığı ilk zlenim süresi, olduğundan uzunmuş gibi görünür. Bu sergi de zamanla ilgili algı dönüşümlerinden yola çıkarak hazırlandı. Hütte’nin anlayışına göre fotoğraf, bir yanda bakışın dondurulduğu, sükûnete kavuştuğu bir anı yansıtırken öte yanda izleyenin düş gücünü harekete geçiren bir kıvılcımdır. Hütte için fotoğraf, anın özü anlamına gelir.” Axel Hütte ise Borusan Contemporary’nin siparişi üzerine hazırladığı proje için “Bir fotoğraf projesi, gerçekliği imgelerin şiirsel görünüşlerine dönüştürmek için yeni bir yol bulmak dışında özel bir amaç taşımayan bir yaklaşımla başlar. Manzaranın zamansız olduğunu düşünmek yanlıştır. Yalnızca çeşitli estetik stratejilerle zamansızlık illüzyonu yaratılabilir. Fotoğraflarımda insanlara yer vermekten kaçınırım ve bunun yanında görüş alanının kesilmiş olması da oluşturduğum görüntünün kurgulandığına işaret eder” diyor.
0 notes
gallipolidaytours · 2 years
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/antik-dunyaya-zamansiz-bakis.html
Antik dünyaya zamansız bakış
Tumblr media
Efnan Atmaca x [email protected]
Alain Corbin, “Sessizliğin Tarihi” adlı kitabında sessizliğin bir anlamda tanrıların müziğini işitebilmenin koşulu olduğunu yazar. Antik kentler, üzerlerine sinen sessizlikle bu müziği en güzel yansıtan yerlerdir. Ünlü fotoğrafçı Axel Hütte de fotoğraflarında müziği duyabileceğiniz bir sanatçı. Borusan Contemporary’nin sağlık tedbirleri nedeniyle bir süredir kapalı olan Borusan Perili Köşk’te açtığı “Chronostasis” adlı sergi bu üçünü bir araya getiriyor ve Hütte’nin objektifinden sanatseverleri Anadolu’nun antik kentlerinin zengin tarihini yeniden keşfetmeye çağırıyor.
Bir diyalog çağrısı
28 Ağustos’a kadar ziyaret edilebilecek sergi için Hütte, 2017 ve 2018 yıllarında Türkiye ziyaretleri gerçekleştiriyor ve Efes, Milet, Perge, Sagalassos, Hierapolis ile Afrodisias’ın da aralarında bulunduğu 14 antik kenti kapsayan rotada bir dizi çekimler yapıyor. Projeye sanatçının inisiyatifiyle Didim ile Milet gibi farklı yerleşimler de dâhil oluyor ve söz konusu proje Ege ve Akdeniz coğrafyasındaki antik kentlerin yorumlanıp belgelendiği görkemli bir “Asya Minör antik kentleri” projesine dönüşüyor. Sergiye bir kitabın da eşlik ettiği projede yer alan fotoğraflar aslında bir diyalog çağrısı. Dünün bilgeliğini bugüne taşıyan birer köprü. Çünkü Hütte antik dünyayı zamansız bir bakışla bugüne getiriyor. Sanatçı, fotoğraflamayı seçtiği âna odaklanarak, bakışı donduruyor ve izleyeni, düş gücünü harekete geçirmeye davet ediyor. Bu davetle antik yerleşimleri ölümsüzleştirmeyi amaçlıyor Hütte ve izleyiciyi zaman ve mekân algılarından azade kılarak büyüleyici güzellikteki imgelerle baş başa bırakıyor. Antik kentlere ait alışılagelmiş fotoğrafların donukluğunun aksine onlara yaşanmışlık katmaya çalışıyor Hütte. Kullandığı tekniklerle üzerlerindeki tozu siliyor. Tüm mekânları tarihin gölgesinden çıkarıp günümüze ulaştırarak görsel bir canlılığa kavuşturuyor. Fotoğraflarında mutlaka bir sonrakine göndermede bulunan Hütte, bu sergide de imgeler arasında bağlar kurarak antik şehirlerin taşıdığı müziği fotoğraflarına yansıtıp bir bütün oluşturuyor. Serginin adı “Chronostasis”i küratörü Hans Irrek açıklıyor: “Chronostasis bir çeşit anlık yanılsamadır ve bu esnada yeni bir uyaranın beyinde yarattığı ilk zlenim süresi, olduğundan uzunmuş gibi görünür. Bu sergi de zamanla ilgili algı dönüşümlerinden yola çıkarak hazırlandı. Hütte’nin anlayışına göre fotoğraf, bir yanda bakışın dondurulduğu, sükûnete kavuştuğu bir anı yansıtırken öte yanda izleyenin düş gücünü harekete geçiren bir kıvılcımdır. Hütte için fotoğraf, anın özü anlamına gelir.” Axel Hütte ise Borusan Contemporary’nin siparişi üzerine hazırladığı proje için “Bir fotoğraf projesi, gerçekliği imgelerin şiirsel görünüşlerine dönüştürmek için yeni bir yol bulmak dışında özel bir amaç taşımayan bir yaklaşımla başlar. Manzaranın zamansız olduğunu düşünmek yanlıştır. Yalnızca çeşitli estetik stratejilerle zamansızlık illüzyonu yaratılabilir. Fotoğraflarımda insanlara yer vermekten kaçınırım ve bunun yanında görüş alanının kesilmiş olması da oluşturduğum görüntünün kurgulandığına işaret eder” diyor.
0 notes