Tumgik
#devlet şiddeti
seslimeram · 2 months
Text
Ümitsizliğin Meseli
Tumblr media
Naz, niyaz yok olduğu gibi paldır küldür bir tahakküm boyunduruğu, daimi bir sınamalar silsilesi içerisinde köşeleri çoktan kırılmış, sürprizsiz, düş kırıklığında bir hayat var. Doğrudan doğruya bu döngünün daimi olmasına çalışan bir baş efendi söz konusu artık. Hiçbir ümidi yirmi dört saat yaşatmayan bir aklın var edeceği her türden bet / feci için bir zemin kılınıyor ismi bir biçimde yeni diye anılan ülke. Tek hedeflenen şeyin sadece baskın bir ülke imajını / dikta eden bir temsilin arkasını kollamak olarak biçimlendirildiği zeminde paldır küldür fecaati var etme hali devamlılığa kavuşturulur. Tümüyle nobran, hiç mübalağasız bir tehdit halini o sarmal içerisinde yeniden güncellemek rotasına düşülen bir mesel kılınır. Cerahatin nesi nasıl düzeltilebilir ki, bunca her şey eğrelti bir halde yarım / eksik kılınırken yanıtsızdır iş bu menzilde. Seçim sathı mahallinde, ister genel ister yerel olsun biteviye tükenişin tam ve eksiksiz bir biçimde öne sürüldüğü yer gerçekliğidir mesele. Ya bizimlesiniz yahut da kara toprağın yollu göndermelerin, biz varsa o, bu, şu var biz yoksak hiçbirisi yok üstüne de havayla cıvayı alırsınız yollu göndermelerin ortasında o tahakküm boyunduruğu altına yollanmış bir hayat imgesi var edilir, ne eksik, ne laf kalabalığı.
Hiçbir şeyin doğru izlekte var edilmediği bir zeminin hikayesidir bu sürprizsiz hayat imge ya da anlatımı. Doğrudan doğruya tek adam rejiminin katkı sunan çete üyeleriyle birlikte, en kestirmeden memleketi tımarhaneden hallice kıldığı bir iklimin meselesi bugünün açık kestirmeden en kalıcı sonuçlarından birisidir. Her gün bir acayipliği düşünüp, taşınıp var ederken muktedir eliyle o kesintisiz cürüm bütünleşik menzil güncellenendir. Sonu daimi bir biçimde karanlıklara çıkagelen yerde hayatın sürprizlerini, çekilebilir yanlarının da en kestirmeden törpülenmesi var edilendir. Yirmi bir yıllık iktidar tahayyülünün, kolaylıkla birlikte alt ettiği muhalefet nam çatının bütün o yüzeylerinin de teslimiyetçi hallerinin refakatinde bu dönüşüm var edilir. Birbirlerinin gırtlağına çökmekle meşgulken Özel ile Akşener, küçük tefek yüzdeler partilerinin başkanları vesairesi bir kenardan bütün bu oyun kurma halini, yok etme sistematiğini, hayatı dar etme / dar bir kalıpta var etme ihtimal ve olasılıklarına artık yeter diyebilen Halkların Demokratik Partisi gibi küçücük direniş odakları olmazsa o mutlak karanlık her yeri kuşatacaktır. Zaten amaç da bir asırdır dün Ermeni, Süryani, Rum nasıl duyulmayıp, yok olmanın kıyısına taşındıysa, bugün bir kez daha Alevi / Kürd / Sol titrine haiz olan kesimleri bu toplumdan ilelebet def etmek adına bir istikamet güncellenir. Ki bunca yaranın ortasında o gri, kurşuni, simsiyah haller içindeki memleket denilen yer imal olunur.
Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “Colemêrg’in Rubarok ilçesine bağlı Düve köyünün girişine X Ray cihazı konuldu. 90’lı yılların OHAL uygulamalarını hatırlatan görüntülerde, köylüler evlerine gidebilmek için her seferinde askerlerin aramasına maruz kalıyor.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Colemêrg (Hakkâri) Milletvekili Öznur Bartın, sanal medya hesabı X’ten bir video paylaşarak Rubarak’un (Derecik) Düve köyüne askerler tarafından X Ray cihazı konulduğunu ve köy halkının evine gitmek için her seferinde çıplak aramaya maruz kaldığını aktardı.
Bartın’ın paylaşımında yer verdiği videoda köyün girişine kurulan kulübenin içinden köylülerin aranarak geçtiği görülüyor. Görüntüler, 90’lı yıllarda OHAL döneminde köylere kurulan arama noktalarını hatırlattı.
Bartın’ın paylaşımı şöyle: “Yok, bu kadarı da olmaz demeyin. Söz konusu Kürtler olunca oluyor! Derecik Düve köyünün halkı evine gitmek için köyün girişindeki askeri noktada X-Ray cihazından geçiriliyor, çıplak aramaya maruz kalıyor, kimliklerine el konuluyor. Zulmünüz batsın. Nedir bu halkın sizden çektiği!”
Bartın, konuyu Meclis gündemine de taşıdı. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın cevaplaması istemiyle verilen önergede şu sorulara yer verildi:
“* Hakkâri Derecik ilçesine bağlı Düve köyünde yaşayan yurttaşların köylerine gidebilmek için askeri kontrol noktasında X-Ray cihazından geçtiklerine, askerlerce kimliklerine el konulduğuna dair bilginiz var mıdır?
* Düve köyü girişindeki askeri kontrol noktasında köy halkının X-Ray cihazından geçirilmesinin, askerlerce yurttaşların kimliklerine el konulmasının ve yurttaşlara karşı yürütülen onur kırıcı muamelenin hukuki gerekçesi nedir?
* Derecik Düve köyüne giriş-çıkışlarda köy halkına verilen rahatsızlık ve uygulanan baskı nedeniyle hakkında işlem yapılan asker sayısı kaçtır?
* Köye giriş-çıkışlarda Düve köyü halkına yönelik yürütülen bu askeri baskı uygulamasına dair bir araştırmanız var mıdır? Köy halkının X-Ray cihazından geçirilmesi başta olmak üzere yaşanan bu hukuksuz ve onur kırıcı uygulamaya ne zaman son verilecektir?
* Yurttaşlara karşı askeri baskıların ciddi boyutlara vardığı belirtilen Düve köyünün yol, su, elektrik gibi temel hizmetlerden yoksun bırakılmasının gerekçesi nedir?
* Düve köyü halkının temel hizmetlere erişimi noktasındaki sorunların giderilmesine dönük bir çalışmanız var mıdır? Köyün yol, su, elektrik sorunu ne zaman çözüme kavuşturulacaktır?”
Köşeleri kırılmış olagelen ol sürprizsiz hayat imgesinin her nasıl bir cendereye dönüştüğü halihazırdaki şu tek örnekten dahi belirgindir. Düve Köyünde insanlara salt aidiyetleri bir başka halktan olduğu için zulmetmek olağan bir halle karşılanır. Doksanlı yılların cendere ile işkence hallerini birbirine yakın tutan, iç içe geçmiş mahvetme şablonunu daimi bir hal ve istemle birlikte derdest etmek adına kullana gelen bir aklın sunduğu şeyin geçmişi birebir tekrarlamaktan ötesi olmadığı muhakkaktır. Yolun yordamın, izah ve izanın birlikte yok edildiği bir zeminde askeri baskıların orantısız bir şiddet sarmalını gündelik bir hale taşımasının hesabı ve akıbeti her ne olacaktır ki? Süreğen kılınan bir şiddet sarmalı, denetim, gözetim ve tahakküm üçlüsüyle Kürd sorununun neresi çözümlenebilir ki! Asırdır heder olunan, ötekisine karşıtlıkla birlikte imal edilen demokrasinin yerine ikame edilmiş otokrasi ile işkenceye varan uygulamalar, hakir görmeler, hukuku çiğnemeler arasındaki bağı görebiliyor musunuz? Bir halkın var olma mücadelesini her seçim sathı mahallinde inatla “terörize” ederek kurulacak dostluktan / kardeşlikten kime ne fayda vardır! İlişikteki haber metnindeki gibi Bakur Kürdistan’ında ve Rojava’da işgal edilmiş olan Afrin gibi kentlerde icrasına devam olunan o şiddet / dayatma kültürü karşısında insani normu kim ne zaman fark edecektir, sahiden sorgular mıydınız.
Bianet’ten aktaralım: “İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) bugün yayımladığı bir raporda, Türkiye'nin Kuzey Suriye'de kontrolü altındaki bölgelerde kendi güçleri ve desteklediği yerel silahlı gruplar tarafından işlenen hak ihlalleri ve potansiyel savaş suçları konusunda sorumluluğu olduğunu belirtti.
"Her Şey Silah Zoruyla: Türkiye İşgali Altındaki Kuzey Suriye'de Hak İhlalleri ve Cezasızlık" başlıklı 76 sayfalık rapor, silahlı gruplardan oluşan Türkiye destekli bir koalisyon olan Suriye Milli Ordusu ve 2018'de Suriye Geçici Hükümeti ile Türkiyeli yetkililer tarafından ihlalleri önleme amacıyla kurulan Askeri Polis yapısının kaçırma, keyfi gözaltı, hukuksuz alıkoyma, cinsel şiddet ve işkence eylemlerini belgeliyor.
HRW ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile istihbarat teşkilâtlarının ihlallerin gerçekleştirilmesinde ve denetlenmesinde rol oynadıklarını tespit etti.
Raporda öne çıkanlar şöyle:
"Türkiye, Kuzey Suriye'de işgali altındaki topraklarda kendi güçleri ve desteklediği yerel silahlı gruplar tarafından işlenen ciddi ihlallerin ve potansiyel savaş suçlarının sorumluluğunu taşımaktadır.
Türkiyeli yetkililer ihlallere seyirci kalmanın ötesinde işgalci güç olarak sorumluluk taşımakta ve bazı durumlarda "güvenli bölge" olarak adlandırdıkları yerlerde açık savaş suçlarına doğrudan dahil olmaktadırlar.
Türkiye kamu düzeni ve güvenliğini yeniden tesis etmek, bölge sakinlerini korumak, ihlallerin faillerini sorumlu tutmak ve mülk sahipleri ile geri dönenlerin haklarını güvence altına almakla yükümlüdür.
Türkiye, sivil halkın güvenliğini ve refahını sağlamakta başarısız olmuştur. Bölgede yaşayan 1,4 milyon kişi için hayat hukuksuzluk ve güvensizlik içinde sürmektedir. Geçmişte Suriye Milli Ordusu yönetimi altında yaklaşık üç yıl yaşamış olan bir kişi: "Her şey silah zoruyla oluyor."
Türkiye'nin 2018'de Afrin'de gerçekleştirdiği "Zeytin Dalı Harekâtı" ve 2019'da gerçekleştirdiği "Barış Pınarı Harekâtı"ndan bu yana bölgede yaşayan yüz binlerce kişi yerinden edildi.
“Güvenli bölge”
HRW Orta Doğu Direktör Yardımcısı Adam Coogle, raporla ilgili "Kuzey Suriye'de Türkiye'nin otoritesi altında yaşayanlara yönelik işkence ve zorla kaybetme gibi süregelen ihlaller, Türkiye tarafından sorumluluk alınıp durdurulmak için harekete geçilmediği sürece devam edecektir," dedi ve ekledi:
"Türkiye'nin Kuzey Suriye'de bazı bölgeleri işgal etmesi, hukuksuzluk, cezasızlık ve ihlal ortamını kolaylaştırdı. İlgili bölge ‘güvenli bölge’ olmaktan çok uzak.”
Basitçe hayata müdahalelerin “terör” öne sürülerek nasıl yeniden güncellendiği bir kere daha resmen rapor edilir. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Kuzey Suriye sahanlığında Türk devletinin var ettiği açmazların pek de öyle insani bir koruma olmadığını tam tersine etnik bir dönüşümü, bitmeyen bir savaş menzili kılınmış Suriye sahnesinde bir kere daha yaraları deşme adına olduğunu göstere gelir. Hak kavramının, hukuksuzluğa resmen esir edildiği, cezasızlık politikasının kentleri / çeper ve çevreleriyle bir deney sahası kıldığı yerde onca zamanda sunulanın hazin sureti zaten bütün meramı da özetler. Bu arada o rapor satırlarına yansımamış olsa da zeytin ağaçlarının bulunduğu tarlaların imha edilmesi sürecinden, yerel halkın yaşama / beslenme ve barınma kaynaklarına kurulmuş olagelen tüm tahakküm / esirgeme hallerinin de nasıl bir köşeleri kırılmış, yok ediciliği mutlak k��la gelen bir tahayyüle evirdiğini gösteren kimi yansılar, sosyal medya sitelerinden ara sıra görünür kılınır. Bunca can havliyle yaşamı zehirlemeye çalışmanın sahiden bir sonu olacak mıdır. Nereye kadar bu “güvenli bölge” senaryosunda gündelik yaşam ihtimalleri, kentlerin müşterekleri, sıradan insanların hayatları yerle bir edilecektir.
Naz, niyaz yok olduğu gibi paldır küldür bir tahakküm boyunduruğu, daimi bir sınamalar silsilesi içerisinde köşeleri çoktan kırılmış, sürprizsiz bir hayat var ediliyor artık. Erkanı muktedir ve avenesinin sunduğu yeni ülke, bağır çağır bir hizalama ekseninde, duraksama nedir bilmeden imal edilen çetrefilli bir tahakkümün boyunduruğu altına terk ediliyor. Hiç olmadığı kadar zor şartların, bellekte yer etmemiş dayatma hallerinin mütemadiyen sahici bir istekle savunulduğu / yinelendiği bir zeminde mutlak doğru, eksik hayatlardan ibaret bir biçimde güncelleniyor. Neyi doğru ki şu ülkenin derken, her an bambaşka yaraların tam da göbeğinde seyrüsefere çıkartılıyor seksen dört milyon kusur insan. Sürpriz kılınamayacak kadar doğrudan yıkımlar icraatmış kabilinden bildirilmeye devam olunuyor. Yerel seçim gümbürtüsü içerisinde doğal / en direkt hak bildiği bir tavırla beraber muktedir saldırmaya / hayatı dönüştürmeye devam diyor. Hiçbir biçimde yarınını sorgulamayan, şu andan başlayarak kitleleri kuşatan, esir alan, yerinden yurdundan eden, aç koyan ya da açlıkla sınayan bir menzilin tek bir iyi günü söz konusu olabilir mi? Öyle bir yerin demokrasi, hukuk, hürriyet, adalet, eşitlik gibi kavramları tabeladaki boşluklara yazılması dışında icra edilebilir, yaşamda bir karşılığı söz konusu edilebilir mi? Pragmatist siyasetin, sığ söylemlerin, birbirinin tekrarı, beteri olagelen çıkarımların ve nizam belirleyici olarak öne sürülen hamlelerin refakatinde bir demokrasi bahsi, cumhuriyet tahayyülü, ülke mefhumundan söz açılabilir mi? Her şey alabildiğine çürümeye yüz tutarken... sahi... öyle... gerçekten...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: “For Ann Babe’s Article ‘On The Other Side’ For The California Sunday Magazine.” - Hokyoung KIM – Commarts
0 notes
hepeksikk · 5 months
Text
Tumblr media
Bugün 25 Kasım Kadına Şiddete Karşı Mücadele Günü.
Sadece anma günü olmaktan öteye gidemiyor. Siyasetçiler atlamamış olmak için sosyal medyada paylaşım yapıp yeter sanıyor; belediyeler kanuni zorunlulukları olan sığınma evlerini açmıyor, yapabileceklerinin çok azını yapıyor. Bu arada Türkiye’de, kadına şiddet her geçen gün artıyor, kadınlar toplumun gözü önünde yok oluyor. 10 yılda 3000’den fazla kadın erkekler tarafından öldürüldü. “Ama erkekler de öldürülüyor” diyerek kadına şiddeti önemsizleştirenlerin ağzına terlikle vurabilirim. Çünkü erkekleri kadınlar değil, yine erkekler öldürüyor. Unutmamalı ki, kadına yönelik şiddet toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve güç dengesizliğinden kaynaklanıyor.
Kadına şiddet ülkemizde politik bir çürümeyi ifade ediyor. Bu şiddetin kökleri toplumun temelinden besleniyor. Kadınların ekonomik, sosyal, politik alanda maruz kaldığı ayrımcılık şiddetin yayılmasına zemin hazırlıyor. Bu sadece bireysel sapkınlıkların sonucu değil, sistematik bir sorun. Bunu kabul etmekte zorlanan bir topluma ve idareye sahibiz. Kadına şiddet, toplumun her katmanını etkiler; sadece bireysel trajedi değil, aynı zamanda toplumsal bir krizdir.
Devlet ve toplumsal normlar kadına yönelik şiddeti engellemekte yetersiz kalıyor. Cezasızlık kültürü ve mağdurların korunmasızlığı, kadına şiddeti teşvik ederek sorunu derinleştiriyor. Devletin, toplumun her kesimine eşit şekilde hizmet etme sorumluluğu, kadına yönelik şiddetle mücadelede daha etkin rol üstlenmesini gerektirir. Bizde olmuyor.
Bu mücadelede sadece kadınların değil, toplumun tüm kesimlerinin bir araya gelip ortak çözüm bulması önemli. Toplumsal bilinçlenme, eğitim, adalet sisteminde reformlar ve kadın haklarına saygı, politikacılardan, liderlerden ve toplumun her bireyinden talep ettiğimiz adımlar. Kadına şiddetle mücadele, sadece bir gün değil, her gün süren çabayı gerektirir.
Kadına şiddeti politik bir mesele olarak ele almak, toplumsal değişim için ilk adımdır. Unutmayalım ki, eşitlik ve adalet için mücadele etmek, sadece kadınlar için değil, tüm insanlık için bir gereklilik. Umudum, bu gerçekleri görerek ve değişim talep ederek bir araya gelmiş, güçlü bir toplumda yatıyor. Dilerim bir gün…
52 notes · View notes
veganlogicdinamo · 6 months
Text
DEVLET KORUMASINDAKİ ÇOCUKLARIN GÖNDERİLDİĞİ TARİKAT KAMPINDAKİ ŞİDDETİ ÇOCUKLAR ANLATMIŞ, RESMİ RAPORA GEÇMİŞ!
Bu olayın sorumluları görevde kalacak mı? Gereken cezayı alacaklar mı? Tarikatlarla iç içe geçen yapılarla işbirliği yapan kamu görevlileri bunun hesabını verecek mi?
7 notes · View notes
perge · 11 months
Text
Merve Dizdar hanım Fransaya gidip Türkiye’yi karalamak Fransızlara şirin görünmek nasıl bir ezikliktir siz sanatçı müsveddeleri ne zaman bu aşağılık kompleksinden kurtulacaksınız. bıktık sizin gibi asalaklardan ulan Türkiye’yi karaladığın Fransızlar sömürgeci kandan beslenen bir devlet! tarihi savaş suçlarıyla katliamlarla dolu. işin komik tarafı kadın şiddeti, cinayetleri Türkiye’den daha fazla
11 notes · View notes
onderkaracay · 1 year
Text
Tumblr media
🗣️ Hatay Neden Atatürk'ün Şahsi Meselesidir?
1936 yılında yasayla neden Hatay ismi verildi?
Hayatta en hakiki mürşit ilimdir diyen Mustafa Kemal Atatürk aynı zamanda benim fikirlerim bilim ile ters düşerse bilimi seçin neden demiştir?
Bunun kadim bir sırrı ortaya koyan bir durumdur.
Hatay tüm medeniyetlerin yaşam bulduğu ve sahip olmak istediği tek yerdir.
Sebebi ise dünyanın en önemli boyut kapısına sahip olmasıdır.
Tüm medeniyetler o boyut kapısını açmak için o bölgede varlık sürdürmüştür.
Ata Türk o boyut kapısını aralamış son Hun oğludur.
Bu sebeple Hatay benim şahsi meselem demiştir.
Manyetik tufanların yaşanabileceği bir bölgedir.
Dünyanın merkezi konumunda ki manyetik alan boyut kapısı buradadır.
Ay hattı Hatay bu boyut kapısını herkese açmayacak şekilde bir sırrı barındırmaktadır.
Göktürklerin sırrını taşıyanlar o boyut kapısını bilir ve açabilir.
Mustafa Kemal Atatürk bu sırra sahip bir Göktürk ordusunun komutanıdır.
Şeytan soyunun oğulları da bu sırrın peşinde oldukları için bu bölgeyi ele geçirmek için bölgenin demografik yapısının bozulmasına yönelik çabasını iç destekli sürdürmektedir.
Depremi bir fırsat olarak kullanmak için bölgenin boşaltılması bu amaca yönelik bir çabadır.
Mustafa Kemal Atatürk ölüm döşeğinde Hatay benim şahsi meselem dedi ve Hatay'ı yurda katmadan bu dünyadan ayrılmadı.
Büyük dâhinin hangi emanetine sahip çıkıldı ki! Hatay neden onun şahsi meselesi olduğu Hatay'da gözü olanlar dışında kimse tarafından anlaşılmadı.
Medeniyetler şehri Hatay'da
Deprem
✓ Ezanı susturdu,
✓ Çanı yan döndürdü,
✓ Hazzan'ın sesini kıstı,
✓ İnsanı göçük altında bıraktı.
Hatay'da yaşam kalmayınca hiçbirinin medeniyet ile bir ilgisi olmadığı çıktı ortaya.
İnsanı yaşat ki devlet yaşasın, şehirler yaşasın, kültürler ve medeniyetler yaşasın gerçeğini yer küre şiddeti ile insanlığın yüzüne çarptı.
Hatay boyut kapısı olduğu için Türklerin kutsal toprağıdır.
Bu topraklarda gözü olanlar ona sahip olmak için kültür ve medeniyet taşıyarak ona sahip olmak istediler.
Hatay paylaşılmadığı için değerini kaybetmiyordu. Deprem sonrası acıdan başka paylaşacak hiçbir şey kalmadı!
Hatay da kale içten yıkılmak istendi.
Göç mühendisliği, imar barışı ve depreme dayanıklı olmayan yapılar Hatay'da yıkımı yaşattı. Hatay kendi kendine sahip çıkmanın yolunu bulmak adına deprem ile üzerinde ki yükü attı.
Bütün medeniyetler Hatay'da böyle battı.
Bundan sonra gözler aynı kaderi yaşayan İstanbul'da olacak.
Aynı zulüm taşı toprağı altın olan İstanbul'a yaşatıldı.
Birileri taşı toprağı altın olan şehri cebine taşıdı birileri karşı çıktı çoğunluk ya seyretti ya da destek oldu.
İstanbul'un da ağır bir faturası olacak üzerinde yaşayanlara.
Beton çıbanlar bir gün patlayacak.
] Önder KARAÇAY [
2 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
'Her şehir devletinde kuvvet, hüküm süren unsurun elindedir.'' Eflatun, ''Devlet'' isimli eserinde hukuku tanımlarken sözlerini bu cümle ile bitirir. Hüküm süren unsur, sadece kuvveti elinde tutmaz. Şiddeti de elinde tutar! Şiddet merkeziyetsiz değildir!
444 82 85
Bu telefon numarası KADINA ŞİDDETE KARŞI kurulmuş ihbar hattıdır…
CİNSİYETÇİ YAKLAŞIMDAN İNSAN TEMELLİ YAKLAŞIMA GEÇİŞ…. Hak Temelli Yaklaşım-insani gelişme süreci için normatif olarak uluslararası insan hakları standartlarına dayanan ve uygulamada insan haklarını destekleme ve korumaya yönelik, kavramsal bir çerçeve olarak tanımlanır…. Sevgi ile şiddet yan yana gelmez. Hiçbir duygu ve davranış, şiddetin gerekçesi olamaz. Kadınların cinsiyetleri nedeniyle maruz kaldıkları fiziksel, cinsel, psikolojik acı veya ıstırap veren ya da verebilecek olan her türlü eylem, uygulama ya da bu tür eylemlerle tehdit edilme, zorlanma veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakılmaları vb ŞİDDET YAMYAMLIĞI HAK TEMELLİ YAKLAŞIMA - İNSAN HAKLARINA AYKIRIDIR..görsel çok can sıkıcı görüntüler, yazarken duygulanmamak, sinirlenmemek mümkün değil-sonuçta insanım … ve çok çok üzgünüm…keşke bu gülüşler hala sokaklarda- sevdiklerinin yanında yaşıyor olsa….
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
4 notes · View notes
Text
Öyle arsız öyle uğursuz bir güruhtu ki yazacak tarih, -devlet şiddeti kendi elleriyle yaptırıp, özel sağlık sigortasıni yayginlastirarak sistemi tamamen devlet elinden cikarmak ve doktorluğu taseronlastirmak maksadıyla, yeri geldi doktorunu kovdu, yeri geldi 40 saat çalışan doktoru yata yata çalışıyor diyen davarlara yem etti- yazacak. Sonra bir tek uygulama dahi yapmadan kendi kanalından, acıyormus gibi bir video peydah etti. Doktora şiddet uygulayan böylesi IQ ve kültürel seviyesi düşük bir ülkenin bir doktoru olarak bu videoyu izlemek acı dolu. Bu gurur hepinizin. Üç kuruşa heba edilen ömrümüz adına emeklerimizin ve hakkımızın helal olmaması dileğiyle. Ama hepimiz cuma namazı kılarsininiz siz şimdi(!) İyi cumalar Türkiye.
6 notes · View notes
gundemarsivi · 4 months
Text
Tumblr media
Kapitalizmde Din ve Moda
✍🏻 Anıl Güven
https://www.gundemarsivi.com/kapitalizmde-din-ve-moda/?amp=1
“Bir ülke karanlıktır, bir sokağı sönükse.”
Özdemir Asaf
Tüketilen emeğin karşılığının ödenmediği bir dünyada yaşıyoruz. Yaşam koşulları her geçen gün daha çok kötüleşmekte. Kapitalist sistemin odağındaki holdingler-tröstler devletin içine öylesine yerleşmişler ki siyasal yapıdaki zayıf karakterli, zaafları olan, egoist, halkına karşı öfke kusan zalimleri yanına çekerek gelirlerini arttırıyorlar.
Karşılıklı kazanca dönüşen sistem kurgusunda arada aykırı sesler yükselse de biri diğerinin zimmetine geçirdiği emtianın dışarıya sızdıracağı kaygısıyla her iki tarafta suskunluğa bürünmekte!
Yasaların bir ya da birkaç kişinin dudağında bulunmasından dolayı da hak arama makamları kapı-duvar durumuna geçmekte! İnsanlık tarihi direnme üzerine gelişmesine karşın: grev; toplu iş bırakma, miting yapma kamu düzenine zarar verebilir kaygısından dolayı yasaklanmıştır.
Özgürlük kavramı içi boşaltılmış olduğundan yalnızca soluk alıp verme düzeyine indirgenmiştir. Kişi kutsal hakları dışında eylemde bulunamaz, camiye gider namazınızı kılabilirsiniz. Ramazan ayında ya da üç aylarda oruç tutmanın önünde hiçbir engel bulunmamaktadır.
Paranız varsa kurban da kesebilirsiniz. Devlet gücünün denetiminde “hilafet bayrağı” açarak yürüyüş yapabilirsiniz. Kendi doğruları içerisinde sarıklı, cübbeli, takkeli zevatı ileride oluşturulacak başka bir yönetim biçimi için gereksinim duyulacak şiddeti demlemek gerekiyor bu arada!
Eğer sosyal yapınız zayıflamışsa, dinsel yönetimin önermelerini ciddiye alarak, öteki dünyada inançlı kişilere sunulacak olan varsıllığa kendinizi hazırlamanız gerekiyor.
Şükürden yana değil de Nietzsche derinliğinde bakıyorsanız “Ben gönlünü müsrifçe harcayanı severim… Ben gönlü yaralıyken bile derin olanı, hiçten bir şeyle yok olanı severim. Ben kendini mahvedebileni severim.“ ve bu özgüven içindeyseniz, yaşama ket vuran tüm yanılsama-aldatma çarkının dişlisine yumruğunuzu sokacaksınız. Unutmayalım “Cesaret bankaya yatırılabilecek bir şey değildir!” der Trevanian, Şibumi adlı yapıtında!..
“Kininize sahip çakacaksınız!”
Söylemini asla boşa almayın. Hatta bu tümceyi unutmamak için bir fiyonk gibi yakanıza takınız. Yalçın Küçük hocamızın bir tümcesini hiç unutmam “Kin insana akıllı işler yaptırıyor.” ve devamında da ”Umudu olanların korkusu olmaz .”
Günlük yaşamımızı çembere alan, yaşamımızı arzu edilene odaklayan MODA bir de var yanılsatma ışığının içinde. Kapitalizmin dinden sonra varlığını borçlu olduğunu en önemli kurumdur bu. Kim ne denli ayırdında bilemiyorum…
Saç kesiminden tutun da günlük giyim kuşamımıza yön verilirken cinsiyet yitimine uğruyoruz. Bakunin’in çok değer verdiğim “Yıkma arzusu aynı zamanda yaratma arzusudur.“ sözünü okuduktan sonra belleğinizde bir dolaştırınız!..
Postmodernizm salatası içerisinde gelecekte kadın-erkek cinsiyeti tekilleşecek; bu doğru mu? Kısmen doğru! Bakımlı erkek, bakımlı kadın; metroseksüel olarak sahnelendi. Dar paça, yüksek kesim pantolonu ve topuksuz çorabı giyen yüz kiloluk erkekler ışıklı caddelerde yürürken kollarında botoks ve silikon dolgulu kadınlar… Bi acayip saç kesimleri…
Tüketim ekonomisi ne istiyor?
Din ve Modanın yüceltilmesini! Görsel yansıması yüksek, ışıltılı bireyler ortalıkta saman dolu kafayla konumlanmakta! Ülkenin-ülkelerin eğitim düzeyi sıfırlanmış, görsel sunumun yan çıktısını da inanç temelli göksel güç…
Kapitalizm sarmalında din ve moda yaşamımızı kalıplara sokuyor…
Ne yazık ki içine girdiğimiz kalıbı bir süre sonra kanıksıyoruz. Ona sığınıyoruz.
Sözü fazla uzatmadan Prof. Dr. Tarık Zafer Tuna‘ya hocamızın ‘Devrim Hareketleri İçinde‘ adlı çalışmanın çok önemli vurgusunu burada alıntılanmak istiyorum:
“Türkiye, Türk Devrimi’nin , Türk Milli Kuruluş Hareketinin eseridir. Osmanlı kayasından çıkarılan, siyasal yönleriyle dip diri bir organizmadır Türkiye… Sultanların kaftanları, tahtları yanına ve Hazine Dairesine konacak müzelik bir süs eşyası değildir Türkiye…”
Biz ulusumuzun varlığı için ömrümüzü verecek kadar vatan severiz. Koşullar olgunlaştıkça yurttaşlık bilinci yükselecektir; kapitalizmin azgınlığını, dinin çürümüş yapısını, modanın evrensel gözboyama düzeneğinin önünü açan her güç yok edilir bir gün! O gün hangi gün?
İnsanın alacası içinde, hayvanın alacası dışında!
04 Ocak 2024
Atina
Anıl Güven
0 notes
drakifakca · 7 months
Video
youtube
Filistin Sağlık Bakanlığı, Hamas’ın ‘El Aksa Tufanı’ saldırısına çok sert karşılık veren İsrail’in bombardımanlarında Gazze'de 260'ı çocuk, 200'ü kadın olmak üzere 900 kişinin hayatını kaybettiğini, 4 bin 500 kişinin yaralandığını duyurdu. Bu devlet şiddeti Türkiye’de tepkiyle karşılandı. Siyasetin yanı sıra sanat dünyasından da sesler yükseldi. Murat Kekilli’nin “Yıkılasın İsrail” şarkısı bir kez daha sosyal medyada gündem oldu.
Murat Kekilli, Necip Fazıl Kısakürek’in İsrail ile ilgili sözlerini besteledi.
Kekilli, "Yıkılasın İsrail, enkazını göreyim. Sana ülke diyenin, yüzüne tüküreyim" sözleriyle hafızalara kazınan şarkısını yeniden sosyal medya hesabından paylaştı.
Murat Kekilli’nin şarkısına çok sayıda beğeni ve yorum gelirken “Yıkılasın İsrail” sosyal medyada gündem oldu.
https://youtu.be/_Nij0CEz5yc
0 notes
isvicreninsesi · 1 year
Text
1 Mayıs’ta onbinlerce kişi sokaklara döküldü
Tumblr media
🇨🇭SESİ- İşçi Bayramı'nda İsviçre’nin çeşitli şehirlerde mitingler düzenlendi. Bazı bölgelerde göstericiler ile polisler çalıştı. İsviçre’deki İşçi Bayramı'nda onbinlerce kişi ücretlerin iyileştirilmesi, daha iyi emekli maaşı ve daha fazla eşitlik için gösteri yaptı. İsviçre genelinde düzenlenen yaklaşık 50 etkinlikte, sendikacılar ve politikacılar eşitsizliğe karşı mücadele ve toplumsal ilerleme çağrısında bulundu. Polislerin sabote etmesiyle bazı yerlerde göstericiler çatışma yaşandı ve maddi hasar meydana geldi.
Tumblr media
Zürih'teki etkinliğe binlerce kişi katıldı. Sosyalist Parti (SP/PS) ulusal meclis üyesi Tamara Funiciello, Sechseläutenplatz'daki mitingde yaptığı konuşmada, çalışma saatlerinin kısaltılması çağrısında bulundu ve işverenler birliği tarafından getirilen emeklilik yaşının 70 olmasına sert bir şekilde karşı çıktı. Kadın haklarından da bahsetti ve 14 Haziran kadın grevine katılma çağrısında bulundu. Öğleden sonra Zürih şehir merkezinde polislerin sabote etmesiyle, göstericilerle çatışma yaşandı. Olaylarda 200’den fazla kişinin 1 Mayıs’a katılması engellenirken, 11 kişide gözaltına alındı. Polis şiddeti nedeniyle iki kişi de yaralandı. SENDİKACILAR SOSYAL YARDIM TALEP ETTİ İsviçre Sendikalar Konfederasyonu (SGB) Başkanı Pierre-Yves Maillard, Interlaken'de yaptığı konuşmada İsviçre'deki çalışma koşullarına değindi. "Satın alma gücü krizinin" daha da kötüleşeceği konusunda uyardı ve ücretlerin ayarlanması, AHV emekli maaşlarının artırılması ve sağlık sigortası primlerinin net gelirin yüzde onu ile sınırlandırılması çağrısında bulundu. SGB ​​baş ekonomisti Daniel Lampart, Thun'da “sosyal AHV”nin genişletilmesi çağrısında bulundu.  BASEL’DEKİ YÜRÜYÜŞE POLİS ENGELİ Basel'deki etkinliğe yaklaşık 1000 kişi katılırken, polis çok sayıda kafesli ve tazyikli su araçlarıyla göstericilerin yürüyüş yapmasını engellemeye çalıştı. https://twitter.com/basta_bs/status/1653019960367562754?s=46&t=7LruKCNOyxTS3EFO0Tl7Vw Cenevre'de yaklaşık 2.000 kişi maaş ve emekli maaşlarının arttırılması için sokaklara çıktı. Eyleme Ulusal Konsey Üyeleri Laurence Fehlmann Rielle (SP), Isabelle Pasquier-Eichenberger (Yeşiller), Devlet Konsey Üyesi Lisa Mazzone (Yeşiller) ve Pazar günü seçilen yeni Devlet Konsey Üyesi Carole-Anne Kast (SP)’ ta katıldı. SP eş başkanı Cédric Wermuth, Zofingen'deki 1 Mayıs kutlamalarında, yaşamak için yeterli maaşlara ve onurlu bir yaşam sürmeyi mümkün kılan emekli maaşlarına ihtiyaç olduğunu söyledi. Kurumlar için daha fazla kar ve vergi indirimi yerine, daha uygun fiyatlı sağlık sigortası primleri ve kiralara da ihtiyaç duyulduğunu vurguladı. Read the full article
0 notes
apsny-news · 1 year
Text
51. yılında Kızıldere Katliamı - bianet
* Fotoğraflar: TÜSTAV. Kızıldere Katliamı, Türkiye devrimci-sosyalist hareketinin tarihinde bir dönüm noktası. 12 Mart Muhtırası sonrası devlet şiddeti artarken, Türkiye Halk Kurtuluş Parti-Cephesi (THKP-C) ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) militanı 11 kişi Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamını engellemeye çalışırken Tokat’ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyüne…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
seslimeram · 7 months
Text
Tanış Bir Karşılaşma: 1915 Yeniden!
Tumblr media
Bir dönüşüm içerisinde mutlak, kati, kesin yıkımın dönemeçleri arşınlanıyor. Gelmişi ile geçmişi ağır insanlık sınavlarıyla lebalep dolu bir sahnenin şimdisi ve geleceğinin de tüm o yıkımlarla bina olunmasına çaba sarf ediliyor. Demokrasi ağızlarından / nutuklarından hiç eksik edilmezken, her gün aralıksız zikredilirken hakikat cürmün ta kendisinin kılınır. Yenilenmiş ya da ismen yeni olarak anılan ülkede kötülüğün pratikleri birer ikişer gerçek kılınıyor. Bir dönüşüm hali içinde mutlak olagelen yıkım bir icraatmış gibi paylaştırılıyor. Tek bir gün huzur tek bir an olsun hürriyet, tek bir an olsun sulha yer bırakılıyor. Bütün o hallerin devamlılığında bir yarın bina edilmeye çalışılıyor ki her şey kapkara. Her an, her şekilde yönelimini kötülükten yana kuran bir devletli ahlaksızlığının yanında cürümlerle, o mutlak, kesin yıkımın dönemeçleri arşınlanıyor. Tekil değil hep ama her dem doğrudan icrasına devam olunan hamlelerle birlikte bir cürmün evreleri aşılıyor. Geleceksizliğini bir biçimde muhafaza ederken yolun sonunun hepten karanlığa çıkartıldığı bir düzlemin her anlamda faaliyeti gerçek kılınıyor. Yıkıcılık her yerde.
Fikrin, sözün ehemmiyeti yitirileli çok oluyor bu sahnede. Böyle afaki bir cürmün varlığı için çabalanan bir uzamda yıkımın dönemeçleri mutlak kati bir biçimde dönüşüm denilip durulurken var ediliyor. Bir gün bir vekil hedef kılınıyor. Salt, sırf o yıkımı var etmiş ola gelen resmi üniformayı işaret ettiği için. Evleri başa çalan, yaşam sahalarını alt üst ederek yıkımlara rehin eden / bilen bir anlayışın kırıma ulaşan tehdit ve yıldırı hallerine dikkati bildirdiği için demokratik bir ülke şiarını savunan zeminde kırmızı çizgiler yanıp söner. Ol şovenizme tutunmuş akılların, iktidarı sabah akşam eleştiren sözüm ona kurucu önderi takip eden akım / şahsiyetlerin gizlisi açığı derini düzü devletli katının ve her şeye hazırlıklı olan linç pratiğini içselleştirmiş olan bir güruhun tahayyülleriyle birlikte bir habis karabasan, bir kere daha kanıtlanmış olan suçlarla yüzleşme gailesi çöp kılınır. Asıl mesel değil hedefe konan vekilin meseli söz konusu edilerek konu bulandırılır. Bundan ala yıkım, bundan büyük bir hırsla bütünleşik bir yok sayma söz konusu mudur, sahiden de var mıdır? Kürd halkı başta olmak üzere, Bakur Kürdistan’ı sathı mahallinde yaşama çabası veren, Ezidi, Alevi, Süryani, Ermeni, Arap, Kıpti, Keldani vesair inanç ve kimlik guruplarına karşı doğrudan var edilmiş ayrıştırıcı suçları fark edemedikten sonra yüzüncü yıl kimi kapsar, kimin ülkesidir ki bu ülke?
Uzak öte değil asırdan uzunca bir zamandır bir düşman addedilen Ermeni kimliğinin tam da bir kere daha linçle buluşturulduğu şu geçtiğimiz günler de o keskin yıkımın her nasıl bir dönemeci var ettiğini bildirecektir. Sovyet Rusya’nın sayesinde esaret altında kalmış, Sumgayit pogromu ile sınanmış olagelen Artsakh Nagorno karabakh’a yönelik geçtiğimiz hafta Azeri devletinin var ettiği saldırılar sonrasında anakara Türkiye’de ortaya serilmiş o nefret edimi zaten yüzleşmekten kaçınılan yıkıcılığı tekrardan gündemin ortasına taşır. Nasıl olsa arkasında Rusya, Türkiye, İsrail, Avrupa Birliğinin ta kendisini bulamayan bir Ermeni kimliği söz konusuyken, Azerilerden yana taraf olunmayacaktır da kimden yana taraf olunsun değil mi? Mesele sadece o kısım değildir, bir toprak parçası üstünde hemen hemen bin beş yüz yıldır var edilen bir yaşam pratiğinin, otuz üç kusur yıllık bir çekişme, karşılıklı iki savaş sonrasında var edilen sürekli kan akıtan bir kısır döngüye rehineliğinin sorgulanması söz konusu edilmez. Stalin ve şürekasının 120 bin civarında Ermeni’yi geçmiş zaman tıkıp, sıkıştırdığı bir yurt bellemelerine vesile olduğu yerdeki haklarını göz ardı edip, o doksanlardaki gibi yeniden saldırganlığı savunan, toprağın yegane sahibi olduğuna inanılması salık verilen Azerbaycan’ın mimli çetecisi, sermayenin pezevengi Aliyev efendinin çıkarlarına göre yem edilmiş / bombalara esir kılınmış bir halka küfürler yağdırılır. Stepanakert kent merkezinden, Martakert’e, Martuni, Hadrut ve nice yere açık bir saldırı gerçekleştirilirken bunun otuz üç yılın bitmeyen kaçıncı rövanşı olduğu izahına girişilir. Despot bir rejimin eline ORusPutin eliyle itilen yalnızlaştırılan bir halkın imdatları buralarda kara mizah komedisi kılınır. Şiddetle övünenlerin pratikleri bütün o cürüm hemhal hallerle çürümüşlük artık bu sinemadadır.
Çürümüşlük dolu ülke gerçekliğini unutan, bir anda kenara çeken o yerli ve milli tayfa ile ırkçılığından zerre gocunmayan, bir yandan da kurucu önderlerinin yolunu takip ederken onun dediği gibi bu şerefli topraklarda tek bir Ermeni’nin hakkı yoktur, olmayacaktır bahsini yeniden dirilten bir akımın sunduğu şey o mutlak, keskin yıkımın bir başka evresidir. İnsani yıkım söz konusuymuş, çoluk çocuk dokuz ay aç kalmış, açlıkla sınanmış, mesel edilmez. Öteki olarak anılanı, ayrılıkçı nam işaretleme ile tanıtan ağzından salyalar saça duran sarayın ol soytarı medyasının ezberleriyle bir linç furyasıdır sürdürülür. 19 Eylül Salı öğlen saatlerinde açıklanan ateşkes durumuna (ki asla durmaz Azeri silahlı kuvvetleri) Artsakh’ta bir insanlık kırımı güncellenir. İnsanların alelacele bir yerlere sığınma telaşı, Stepanakert Havalimanında bekleşen binlerce insan ile gerçek bir imdat çığlığı var edilirken cürmü hep sahiplenmiş, en baştaki sözüm ona barış mimarı büyük ustanın ta kendisinin direktifi doğrultusunda şurada kalan kırk küsur bin Ermeni’ye de gün yüzü gösterilmez. Küfrün bir biçimde lincin, bir biçimde birilerine ev olabilmiş bir sahnenin başa göçertilmesi sorun edilmesin istenir. Bunlardan ala yüzsüzlük bu kadar afaki bir cürüm bütünleş hal mi vardır, bu kötülükler değilse o yıkımı anlatacak olan her ne izah edebilir ki sahi ama sahiden?
Artsakh (Karabağ) İnsan Hakları Savunuculuğu Ofisi'nin derlediği bilgiye göre, Azerbaycan'ın geniş çaplı saldırısı sonucu saat 21.30 (20 Eylül 2023) itibarıyla en az 200 kişi öldü, 400'den fazla kişi de yaralandı. Bir yanda baş amirin terörle müzakere olmaz bahsi, bir yanda yine baş amirin ezin geçin meyilli meramı. Bir yanda bir muğlak devletin tıpkı Türkiye gibi despotik bir yapının pençesine düşürülmek istenen, otuz sekiz haftadır bir biçimde o Bibi namussuzuna direnilen bir zeminde el altından satılan silahların gölgesi, Ermenistan’ı ülke olarak tanımayan tek ülkenin, ne tesadüftür roketatar üretip onu da Azeri devletine peşkeş çekebildiği bir zeminde bu haller kötülüğü aksettirmeye yeterli gelmezse ne gelebilecektir? Sonuç, Xocalı Kırımındaki Azeri kayıpları, Sumgayit pogromu sırasında katledilmiş olan Ermenileri onlarca kez kapsayan, aşan, ikinci savaşın ardından ortaya çıkan cerahatli bir yok ediş halinin tekrarı değilse nedir ki sahiden? Kesin ve kati yıkımın evreleri arasında günler geçirilirken istikametin kapkaranlığı Stepanakert, Martakert, Martuni, Hadrut, Berdzor’dan görünenler zaten her şeyi özetlerken hala mı anlam ihtiva etmez bütün o yıkım döngüsü. Konu Ermeni halkının yanı sıra, Azerbaycan için kullanışlı addedilen, her türden hakları gasp edilmiş Talişlerin de hakkaniyetini bildirip, Agop nasıl ölüme yollanıyorsa, Ali’nin de aynen ölümünün kabullenilmesini barındırır. Bunca cürmün ortasında onca sessizlik sayesinde bugün Artsakh, Dağlık Karabağ halkının geleceğinin muamma konulduğu bir soykırım masa üstünde bir hal ya da ihtimalden gerçeğin ta kendisine evirilir.
Binlerce yıldır var edilmiş olagelen bir yaşam temsilinin, Joseph Stalin eliyle bir devletin sınırları içerisinde Osetya, Acarya, Kabardey Balkar, Dağıstan, Çeçenya, Abhazya gibi Artsakh ya da güncel Nagorno Karabakh / Dağlık Karabağ’ın da terk edilmesinin cezalandırılması bir kere daha ölümlerle / yoksunlukla / sürekli artan bir ivmedeki ön yargılarla şekillendirilir. Üç yıl sonra, geçtiğimiz aylardaki küçük tefek tacizlerin yanında artık aleni ve yirmi dört saat içerisinde Beyaz Bayrağın dalgalandığı bir hızlandırılmış yok etme sürekliğine hiçbir biçimde hayata yer verilmeyen zeminde yıkımın dönemeçleri sonlanır mı sahiden? On binlerce insanın birden mülteci konumuna yükseldiği, bir anda Martuni, Martakert gibi sınır boylarında yer alan iki sinir ucundaki kentlerin tastamam delik deşik kılınmaya çalışıldığı, Stepanakert’in ortasında bir mezarlığın anbean kazılan yeni mezar yerleriyle büyüdüğü bir menzilde sabah akşam bir toprak parçası Azeri devletinin hükümranlığında olsa ne yazar, bir memleket daha elden gittikten sonra? Tümden yıkımın dönemeçlerinde ilerlenip durulurken, pan-türkist hamlelerin ardılı sıra bir sahadaki yıkıcılığı gerçekliğini korurken sahiden nereye varacaktır ki hayat her gün herkes için ölüm kapı eşiğinde bekletilirken?
Uluslararası Ceza Mahkemesi Eski Başsavcısı, Luis Moreno Ocampo’nun Washington Post’ta yayınlanan makalesindeki tahayyüller de mi bir şey anlatmamaktadır misal, hala! “Ocampo "Aliyev, Laçin Koridorunu kapatarak Dağlık Karabağ'ı 120.000 Ermeninin yaşadığı dev bir toplama kampına dönüştürdü" değerlendirmesinde bulundu.
"Bundan sonra ne olacak?" sorusuna yanıt arayan Ocampo şu görüşleri paylaştı:
"Dağlık Karabağ yetkililerinin teslim olmasının ardından uluslararası toplum Aliyev'e bölgedeki Ermeni vatandaşlarının tüm haklarını güvence altına alması çağrısında bulundu. Aliyev hükümeti etnik temizlik yapmayacağını söyledi ve "yeniden bütünleşmenin" bölgeye refah getireceğine dair dünyaya güvence verdi. Ancak daha önce yapılanlar göz önüne alındığında bu retorik boş bir konuşmadır. Azerbaycan'ın hedefleri Dağlık Karabağ sınırlarının ötesine geçiyor. Aliyev, 2010 yılından bu yana defalarca Ermenistan topraklarından 'Batı Azerbaycan"'olarak söz ederek, Ermenistan'ın tamamen yasadışı bir devlet olduğu yönündeki uzun süredir devam eden iddialarını yineledi."
Ocampo "Amerika Birleşik Devletleri bir yüzyılı aşkın süre bu konu hakkında sessiz kaldı ve bu sessizliğin acı sonuçları oldu. Geçen kış başlayan ve şimdi daha şiddetli bir aşamaya giren yeni soykırımın durdurulması için bugün Ermenilerin Biden dahil dünya liderlerine ihtiyaçları var."
Bir dönüşüm içerisinde mutlak, kati, kesin yıkımın dönemeçleri arşınlanıyor. Temel yaşam hakları, barınma ve beslenme gibi konuların toptan taca atıldığı, yaygın medyanın her Ermeni’yi, ister sınır içinde burada kalan, ister Artsakh, Nagorno Karabakh’da kalan isterse de bilfiil Azerilerin yeni icadı Batı Azerbaycan söylemine kurban edilmek istenen o Ermenistan’da olsun hayattan kazılmasının gerektiğine dair yorumlar varken hangi sorun tükenir, hangi yıkıma dur denilebilir ki? Xocalı kırımının onlarca katı insanın can verdiği, Bakü / Sumgayit pogromunun Ermeni kimliğini misal toptan Azerbaycan’dan silip attığı bir zeminde onca yaşanmışlık, toprağa düşen Ermeni’yi saymadan binlerce öz Azeri, Taliş vesair halktan olanın ölümlerini bilmeden, sayıları göz ardı edip, Turancılık hayalleriyle kime ne iyilik getirilebilecektir? Baş efendinin zıvanadan çıkmış gibi saydırıp döktürdüğü Artsakh Ermenilerine yönelik düşmanlaştırıcı tavır, açık aleni Ermeni kimliğine yönelik “çeteci”, “çapulcu” benzeri yakıştırmalarla şuralarda kapı komşunuz olanlar da dahi ötekileştirilirken kim sonlandıracaktır yıkımın parametrelerini nasıl?
Bırak Ermeni’yi bir kenara, Azerbaycan’da savaşa karşı çıktıkları için otuz gün gözetim / tutsak kılınan “Amrah Tahmazov, Nurlan Gahramanli, Afiaddin Mammadov, Nemat Abbasov, Emin Ibrahimov’da” mı bir şeyler anlattırmaz. Halen mi anlaşılmaz. Yönelimin, bir gelecek tahayyülünün toptan çürümeye teslim edildiği zamanlardayız yine, yeniden. Modern ülkenin yeni yüzyılı derken 1915’in karanlığını bir kere daha imal ederek, aynı hattın üstünde yürüyerek bir yarın bina etmeye çalışılıyor. Ahlar biriktirmiş bir coğrafya, bir kere daha kanla, canla sınansın isteniyor. Küçük tefek, yoksun ama bir biçimde modern olanın kıyısında kendi ritmini yakalamış olan bir hayat imecesinin köküne kibrit suyu döküldü, dökülüyor. Amaras Manastırı gibi beşinci yüzyıldan bu yana varlığını sürdüren bir kalıt, yapıt, okulun, Ermeni dilini var eden Mesrop Maştots’un izlerini / var ettiği onca değeri kim sahiden talan edebilir ki? Böyle açık bir kırım / imha tahayyülü karşısında hayatı Türkçe, Ermenice savunamadıkça hiçbir yarın iyilik getirmeyecektir sahiden bunu anlıyor musunuz? Bu da sizlere bir şey ifade etmiyor mu...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Siranush SARGSYAN – From Shelters In Stepanakert 9/20/2023 – Associated Press
0 notes
huseyinerol3453 · 1 year
Photo
Tumblr media
Değerli dostlar, 2002 yılından önce, yani AK Parti iktidarından önce devletimiz, olumlu olabilecek her konuda adeta iflas etmiş durumda idi. Zamanın, iktidardaki en üst siyasilerine göre devlet adeta 80 cente (bir dolardan az) muhtaç hale gelmişti. Normal beş sene olan seçim zamanı üç buçuk sene dolmadan 2002 yılında seçime gidilmişti. İMF'den alınan yaklaşık 17 milyar borca rağmen, 1999 depremi için toplanan paralar ile işçi ve memur maaşları verilerek seçime gidildi. Bunun yanında en temel insan hakları ihlalleri de bütün şiddeti ve azgınlığı ile devam ediyordu. Milletimizin hayati pek çok değerleri adeta yok edilmek için her türlü baskı yapılıyordu. Tüm bu olumsuzluklara ve zülümlere rağmen Milletimiz direndi. Adeta görevlerini hakkaniyetli yapmayan siyasilere kırmızı kart göstererek pek çoğunu meclis dışı bıraktı. AK Parti iktidar olmuştu. Değerli dostlar, Her şeye rağmen ülkemizde adeta pek çok hayati konularda adeta çağ atladık. Bunlardan biri de savunma sanayiidir. Bu konuda çok şükür pek çok konuda hedeflerimize ulaştık. İnşaAllah En kısa zamanda daha da mükemmel hale geleceğiz. Lütfen 2002 den önceki halimizi düşünelim. ABD ve İsrail izin vermezse uçaklarımızı bile kullanamıyorduk. Çünkü programları bize ait değildi. Her şeyden önce milletçe, gelecekle ilgili çok ümitliyiz. Dilerim her şey gönlümüzce, kardeşçe, Hakça, barış, refah ve güven içinde, sağlıklı, başarılı, tüm sevdiklerimiz ile birlikte, sevgi 💗 ve huzur dolu olsun. Amin inşaAllah. Milletimizin, devletimizin ve inandığımız hayati değerlerimizin korunması, yüceltilmesi ve aydınlık yarınlara ulaşması için her türlü gayret ve fedakarlığı yapanları şükranla, minnetle, özlemle ve saygıyla anıyoruz. Ölenlere ve şehit olanlara gani gani rahmet diliyoruz. Mekanları Cennet olsun. PEYGAMBERİMİZ ARKADAŞLARI OLSUN. Rabbimiz, onların yar ve yardımcıları olsun. Onları tüm kötülüklerden korusun. Onlara tüm iyilikleri, Hakça zaferleri, hayırlı ve yararlı nice hizmetleri nasip etsin. Amin inşaAllah. En içten dileklerimle selam 👋, sevgi 💞, saygı 🙏 ve dua ile 👐. https://www.instagram.com/p/CqZZX0CIXdq/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
veganlogicdinamo · 2 years
Text
KİM BU DEVLET YETKİLİLERİ?
Geçen hafta ise ilginç bir ses kaydı ortaya çıktı. Twitter’da Havrita’yı savunanların açtığı bir sohbet odasında Hatice Bozdemir adlı bir kişi şöyle diyordu:
“Bizi yalnız bırakanların, bunu bizden rica edip de arkada gölge gibi duranların, şunu yapın, bunu yapın... Bize diyorlar ya devlet bunları kolluyor diye, evet, devlet bizi kolluyor ama arkadalar. Şu an sadece vitrinde biz varız. Fakat gün gelir de meydana çıkmazlarsa, onların isimlerini o belgesellere, kitaplara büyük harflerle yazacağız. Belki mahkemeler yargılamayacak ama tarih onları yargılayacak!”
Bu konuşma üzerine savcılığın resen harekete geçip bu organize grup hakkında soruşturma açması gerekir. Devletin içinde kim hayvanları hedefleyen bu harekete destek veriyorsa açığa çıkarılmalıdır.
Konuşmayı yapanın sosyal medyada, “Bizim iş ne durumda diye bizzat sorabilirim İsmail Çataklı’ya:)” şeklinde başkalarına verdiği yanıt da var. Çataklı, İçişleri Bakan Yardımcısı.
***
İktidar milletvekilleri ile fotoğraflarını paylaşanların sokak hayvanlarına karşı şiddeti pompalayan mesajlarıyla dolu internet. Birkaç örnek...
AKP Milletvekilleri Efkan Ala, Zafer Işık ve belediye başkanları ile fotoğraflarını paylaşan Havrita destekçilerinden Hakan Hamdi Ünal: “Böyle devam ederse, ordu darbe yapacak, köpekleri itlaf etmek için.”
Mehmet Culha: “Ben denk gelirsek sıkarım kafasına, cezamı gider yatarım.”
Ömer Alp: “Çözüm çok basit, dolu Beretta, iki şarjör.”
Bu arada sokak hayvanlarının canının da devletin sorumluluğunda olduğunu söyleyip yasaya uyulmasını isteyenlerin Twitter hesapları troll saldırısıyla erişime kapandı. Biri benimki, diğeri de Türkiye Hayvanları Koruma Vakfı Başkanı Erman Paçalı’nınki…
Tekrar soruyorum: Kimdir bu şiddet yayanların arkasındaki güçler?
2 notes · View notes
deliklicinar · 1 year
Text
Denizli’de eşi tarafından öldürülen Ümmühan Zerrin için eylem
Tumblr media
Denizli Kadın Platformu bileşenleri, iki gün önce akşam saatlerinde eşi tarafından öldürülen Ümmühan Zerrin için eylem yaptı. Delikliçınar Meydanı'nda yapılan eyleme platform üyesi STK'lar katılırken, Merkezefendi Belediye Başkanı Şeniz Doğan da eyleme katılarak destek oldu. Denizli Kadın Platformu Dönem Sözcüsü Ayşegül Odabaşıoğlu tarafından basın açıklaması yapıldı. Odabaşıoğlu, “Önceki gün 38 yaşında iki çocuk annesi Ümmühan Zerrin Uygun, kocası Sinan U. tarafından katledildi. Ümmühan için çok üzgünüz. Kadın cinayetleri  bireysel değil aslında toplumsal bir sorundur. Topluma hâkim  erkek egemen anlayışın değiştirilmemesi, kadın üzerinden yanlış söylemlere   devam edilmesi  ve kadının erkekle eşit  birey olarak kabul edilmemesinin sonucudur. Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin  sağlanmasının önemi  her bir cinayette daha da güçlü bir biçimde  yeniden ortaya çıkmaktadır. Bunlardan en önemlisi “Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Sağlanması, Kadına yönelik şiddetin önlenmesi, Cinsler arası her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması, Kadının Ekonomik, Sosyal ve Siyasi olarak güçlendirilmesi ” için her tür düzenlemeyi yapmak ve gereken önlemleri almaktır” dedi. “Devlet kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önlemek, kadın cinayetlerinin önüne geçmek ve kadını her alanda güçlendirmekle görevlidir” diyen Odabaşıoğlu kadınlar olarak devletten taleplerini şöyle sıraladı: -      Toplumda şiddet konusunda farkındalık ve duyarlılık yaratmak için okul öncesinden başlayarak okulda, ailede, kamu kurum ve kuruluşlarında, askerlikte, özel sektörde kadın hakları ve aile içi şiddet ve şiddeti önleme konusunda bilgilendirme toplantıları yapılması, -     Şiddeti önleme konusunda Barolar, Yerel yönetimler, Kadın Dernekleri, Medya, Adli Tıp, Yargı ve Güvenlik Güçlerinin işbirliği içinde olması,
“CAYDIRICI CEZALAR UYGULANMALI”
-      Toplumda şiddeti caydırıcı örnek oluşturma yoluna gidilmesi, Örneğin; aile içi şiddet uygulamış ve hakkında fezleke hazırlanmış milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması, aile içi şiddet uygulayan memurların disiplin soruşturmasına tabi tutulması, -     Şiddetin olumsuz etkilerine dikkat çekilmesi bu hususta yazılı ve görsel basının yayınlar yapması,
“BELEDİYELER SIĞINMA EVİ AÇMALI”
-     Belediyeler Kanunu gereğince, belediyelerin sığınma evi açma görevlerini yerine getirmeleri, kadın sığınma evlerinin ihtiyacı karşılayacak sayıya ulaştırılması -      Kadınların eğitiminin yanı sıra toplumdaki kadın ve aileye bakış açısının değiştirilebilmesi için erkeklere yönelik yoğun bilgilendirici programlar yapılarak erkek farkındalığının yaratılması -     TBMM Fırsat Eşitliği Komisyonu tarafından yaygın ve kararlı Devlet Politikası uygulanmasının takip edilmesi,
"ALO ŞİDDET HATLARI ÇOĞALTILMALI"
 Şiddet mağdurlarının başvurularında 24 saat hizmet verebilecek birimler kurulması ve şiddetin önlenmesi konusunda sorumluluğu bulunan tüm kurum ve kuruluşların iş birliği yaparak ulusal iletişim ağı kurulması, Alo şiddet hatlarının çoğaltılması, donanımlı hale getirilerek aktif çalışmalarının sağlanması, -     Kadın istihdamının artırılması, kadınlar için meslek edindirme kursları açılması ve kadınlara iş sahaları yaratılması konusunda ilgili Bakanlığın kadın kuruluşlarıyla işbirliği içinde çalışmalar yapması ve fon oluşturması. -    4320 sayılı yasanın Avrupa Konseyi Sözleşmesini uygun olarak düzenlenmesi.  -    Sığınma evlerinde, sığınmacı mağdurların eğitimleri, mesleki beceri kazandırılması ve şiddet sonrası yeni bir yaşam kurabilme beceri ve olanaklarının sağlanması, iş imkânı yaratılması için devletin ve ilgili kurumların gerekli maddi desteği vermeleri ve bunun için özel fonlar oluşturulması, -     Kadına yönelik şiddetin sadece kadının sorunu olmadığı, toplum sağlığını yakından ilgilendiren bir sorun olduğu kabul edilmesi, kalıcı çözüm için kararlı bir devlet politikasının uygulanması gerekir.
“İstanbul Sözleşmesini geri istiyoruz”
Ayşegül Odabaşıoğlu, “Sonuç olarak tüm kadınlar en kısa sürede kadın ve aile bireylerine yönelik şiddet konusunda gündemde olan tasarının biran önce yasalaşmasını ve Türkiye’nin imzaladığı Avrupa Konseyi Sözleşmesinin yani İstanbul Sözleşmesinin ivedilikle tekrar geri istiyoruz” dedi. Read the full article
0 notes
onderkaracay · 1 year
Text
Tumblr media
🗣️ Depremin Derin Mesajları
Halkın seçtiği hak yolundan ayrılmaz ise hakkın seçtiği olur.
Halk, hak yolundan çıkanı seçmeye devam ederse kendisi yok olur.
Hakkı korumamak hakka isyan etmektir.
Hakka isyan etmenin sonu hüsrandır.
İnsan yeryüzüne bir ömrü doğayı ve yaşamı sahiplenerek doyumsuzluk içinde davranarak mahvetmet için gelmedi.
Hiçbir insan ömrünü maddi değerlere sahip olmak için harcamamalıdır.
Mal ve mülk insana yüktür.
Mal ve mülk kendisine ağırlık vermeyen insan yaşamını onun altında kalarak onu yönetenlere hizmet ederek bitirmek zorunda kalır.
Mal ve mülkü kendine yük eden onun altında kalır.
Maddi değerleri paylaşmakta adaletsiz olan toplumlarda huzur olmaz.
Biri yer biri bakar kıyamet orada kopar boşuna dememiş atalarımız.
Gösterişli görgüsüzlük içinde boğulanlar diğerlerini kendilerine özendirerek bu bataklığın içine çekerler.
Kendini bu densizliğe kaptıran biter.
Yeryüzünde helak edilmiş ne kadar toplum varsa sebebi başkalarının hakkına el uzatarak menfaat sağlayan düzeni ayakta tutma çabası sonucu gerçekleşmiştir.
Bir felaket karşısında neye uğradığını şaşıranlar gaflet ve dalalet içinde kalanlardır.
Mağdur üreten mağrurluğun sonu yoktur.
Güç maddiyat ile ölçülmez.
Gücü maddiyat ile ölçmek şeytanın işidir.
Toprak verdiğini kimseden geri istemez. Nasıl olsa eninde sonunda kendisine geri döneceğini bilir.
Toprak aldığını geri verir. Geri alınan toprağın geri verdiğini bilmez.
Topraktan geldik toprağa gideceğiz. Ölümlüyüz. Kimse kalıcı değil. Geri verme olanağın olmayacağını bile bile başkasının hakkına konmak dünya düzenini, insan ve toplum yaşamını bozar.
Azmış insan kudurmuş köpekten daha tehlikelidir.
Fitne ve fesada uyarak güç devşirmek şeytanın işidir.
Ey insanoğlu eğer hala insan isen iyi dinle; sana sahiplenme ve güç fırsatı veren öldü, sen ölmeyecek misin?
Öldüğünde nasıl anılmak istersin?
İyi bir insan olarak anılmak istiyorsan başkalarının hakkını yemeyecek ve kimsenin hakkını kimseye yedirmeyeceksin.
Eğer bir toplumun tüm hakkı senin üzerinde bir yük ise böyle bir sorumluluğu almadan önce kendini bu konuda dürüst olup olmadığını kontrol etmelisin.
Beşeri yeminine sadık kalmayanlar, mayasına sadık kalabilir mi?
Maya nedir?
Felaket felaketin tetikleyicisidir. Biri bitmeden biri başlıyor ve hepsinde seni buluyor ise sorun sensin.
Gereğini yapmadığın içindir.
Devlet bir toprak parçasının üzerinde yaşayanların hakkını koruyan adalete denir.
Her devlette tek bir yasa vardır.
Hakkı korunmak.
Başka planların oyununa gelmiş devletler varlığını sürdüremez.
Her toplum devletin adaletinden sorumludur.
Adaletsizlik karşısında kendini sorumlu tutmayan her insan sorunludur.
Dilsiz şeytan olmak kadar dilli şeytan olmakta suçtur.
Eğer bir dönemde bazı sözler ilk kez söyleniyor ise bu bir ibretin habercisidir.
Nefsinden soyunmak, canlı ölülere karşı beklentisiz uyarıcı olmak susuz tufanın ibretlik ifadeleridir.
Dünya ve insanlık yeni bir tufanda yıkanıyor.
Tüm zalimler yaşattıkları acıyı gözleri ile yaşamak ve hissetmeleri için canlı ölülere dönüştü.
Bu yaşattığınız acıyı yaşamadan nereye kaçabilirsiniz?
Sizi tutan mı var?
Metafizik ilim ile size gelen beklentisiz uyarıcılardan neden ders almıyorsunuz?
Bu sırları şeytani bir plana dönüştürüp insanlığı kandırmaktan neden utanmıyorsunuz?
Acının ve kendinize zulmün süresini daha fazla uzatmayın.
Aldıklarınızı geri verin verdiklerinizi geri alın.
Aksi takdirde bu durum anlamayacağınız bir şekilde kendi kendine gerçekleşecek.
Yoksa kimden ne aldığınızı kime ne vermeniz gerektiğini bilmiyor musunuz?
Sadece zalim değil aynı zamanda çok zavallısınız.
Eğer bu bilgiler size gelmiş olsaydı ya da bu emanet sır bilgilerin sahibi kendini size satmış olsaydı siz bundan da menfaat sağlamaya kalkardınız.
Ders aldığınız ölçüde şiddeti artacak bir yanıtla karşı karşıya kalacaksınız.
Devamını sizin tutumunuz belirleyecek.
Düşünün bakalım ne demek istiyor bu uyarılar.
] Önder KARAÇAY [
1 note · View note