Tumgik
#geleceksizlik
seslimeram · 4 months
Text
Yazgı...
Tumblr media
Bir yazgı kabilinden bildirilen şeylerle hayatın ehven olanla kesişimi yerle bir ediliyor iş bu sahnede. Umudun berhava olunduğu yerin gerçekliği bir yazgıymış gibi duyurulmaya devam olunuyor. Her şey bilakis muktedirin kabulü ile oluşturulurken hayatın sıradan ola gelen insanların elinden çalınması bir mesel olarak görülmez. Bu sizin hakkınız denilerek var edilen cürüm hem hal sahanın yönetim olgusu güncellenir. Kanun, nizam, uygulama, her dem bir üst klanın halkı aşağıda görmesiyle beraber bir vahamet hali bütünüyle bir kör karanlığı yazgı diye bildirir. Bu hallerin yekununda bir yeni yüzyıl söz konusu olabilir mi? Bırakalım yeni yüzyıl metaforunu, geçmişin var edilmiş yıkıcılığının sorgulanmadığı, yüzleşilmediği bir zeminde kader / yazgı insandan yana değişir mi? Devleti yönetenlerin eliyle biçimlendirilen o yazgı mefhumunda genel geçer olmayan yaraların tümüyle birden yüzleşmek, o arafta yaraları sorgulayıp, iyileştirmeye çabalamaya daha çok var mıdır sahi ama sahiden? Bütünüyle normatif yerle yeksan edilip dururken, cürmün cürmü, yıkımın yıkımı tetiklediği bir düzlemde çürümeye bir dur denilebilecek midir gerçekten de? Akla, fikre, bedene doğrudan yöneltilen biyolojik-politik bir sarmalın içinde yaşam idesinin mahvı güncelleniyor. Her şey kader / yazgı diye geçiştiriliyor. Bu kadar kolay mıdır böyle kestirip atmak. Her şey olurken, hiçbir şey olmuyormuş gibi davranılmasına bir son, aleni bir biçimde verilebilecek midir?
Makus kader diye bildirilenlerin devletin ta kendisinin var ettiği eylemlerle birlikte çıktığı ve türetildiği bir zeminde onca badirenin arasında bir yol var mıdır, kalmış mıdır sahiden? Düzen sahiplerinin, devletinden sermayesine hep aynı odaklardan, her dem benzeş mavra, manevraları birlikte şekillendirdiği bir zeminde geleceksizlik bahsi gerçek kılınırken onca yıkımın hesabı her ne olacaktır. Aşina olunan terör, tahakküm, tehdit döngülerinin ara sıra değil doğrudan doğruya kesintisiz yinelendiği bir zeminde o yazgı mefhumu hayatlarımızı topyekun dönüştürmek adına süreğen kılınan bir meseldir. Her şey birbiri içerisine lehim edilmiş giderken, ulaşılan merhale dahilinde canhıraş bir yıkıcılık / duraksamayan bir tam teşekküllü tehdit, kesintisiz bir hedef alma / linç ettirme hallerinin toplamında bir ülkede yaşam idesi kuşatılır. Bugün bu raddede karşımıza çıkan ülke profilinin, ekranlardan açık ve aleni bir biçimde sunulan, gösterilen ve kafamıza kakılıp durulan yer imgesinin her ne şekilde vahameti bina ettiği muhakkaktır. Öylesine, laf olsun diye değil sahiden de cürüm içerisinde yüzen, tek bir gün iyi bir şeyin var edilmesine dahi müsaade edilmeyen bir yer gerçekliğinde onca kötülük de bir kader / yazgı değildir, olmayacaktır da!
Mustafa Bildircin’in BirGün Gazetesindeki haberidir: “Türkiye’de iktidar eliyle yaratılan yoksulluk en çok çocukları etkiledi. Milyonlarca çocuk yoksullukla boğuşurken "Türkiye’de Çocuk Olmanın Bedeli Raporu", yürek yakan tabloyu gözler önüne serdi. CHP Milletvekili Cevdet Akay tarafından hazırlanan rapor, milyonlarca henüz beşikteyken yaşam savaşı vermek zorunda kaldığını ortaya koydu.
Akay’ın çalışmasında, eğitimden sağlığa, çalışma yaşamından sosyal hayata kadar çocukların yaşadığı sorunlara değinildi. Çalışmaya göre, Türkiye’de 15-29 yaş grubunda bulunan ve ne eğitimde ne istihdamda yer alan gençlerin oranı yüzde 28,7’ye ulaştı.
Milyonlarca Çocuk Kayıp
TÜİK verilerinden yararlanılarak hazırlanan raporda, erkek çocukların yüzde 76,2’sinin, kız çocuklarının yüzde 79,6’sının ancak ortaöğretimi tamamlayabildiği belirtildi. İlkokul, ortaokul ve ortaöğretimdeki her 100 çocuktan 9’unun okulu terk ettiği bildirildi. Raporda, 5 yaş grubunda 219 bin, 6-9 yaş grubunda 222 bin, 10-13 yaş grubunda 236 bin ve 14-17 yaş grubunda ise 524 bin olmak üzere toplam 1 milyon 201 çocuk hiçbir okula kayıt olmadığı aktarıldı.
Raporda, ailesinin sosyoekonomik durumu nedeniyle çalışmak zorunda kalan ya da zorla çalıştırılan çocuklara da yer verildi. Resmi verilere göre, 4-11 yaş grubunda 32 bin, 12-14 yaş grubunda 114 bin, 15-17 yaş grubunda ise 574 olmak üzere, Türkiye’de 5-17 yaş grubunda toplam 720 bin çocuk, “Ekonomik faaliyette” yer aldı. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verilerine göre 2013-2023 döneminde, 888 çocuk işçi yaşamını yitirdi.
Kronik Yetersiz Beslenme
Raporda, 5 yaş altı çocukların yüzde 1,7’sinin akut yetersiz beslenme, yüzde 6’sının ise kronik yetersiz beslenme yaşadığı ifade edildi. Raporda, TÜİK’in Türkiye Çocuk Araştırması’nda yer alan ve çocukların içinde bulunduğu durumu ortaya koyan şu bazı bilgiler sıralandı:
• Her gün peynir ve yoğurt gibi süt ürünlerini tüketemeyen çocuk oranı yüzde 42.2,
• Her gün ekmek veya makarna tüketen çocuk oranı yüzde 62.4,
• Her gün meyve tüketemeyen çocuk oranı yüzde 49,
• Her gün sebze tüketemeyen çocuk oranı yüzde 87,
• Her gün et, tavuk veya balığı tüketemeyen çocuk oranı 87.3...
Çocuk Yoksulluğu
Akay’ın, Türkiye’de Çocuk Olmanın Bedeli çalışmasında yer alan diğer bazı veriler ise şunlar oldu:
• Türkiye, çocuk yoksulluğunda OECD’ye üye 41 ülke arasında yüzde 22 ile en yüksek yoksulluk oranına sahip ikinci ülke.
• 2014’te 11 bin 95 olan, çocukların istismarına ilişkin suç sayısı 2022 itibarıyla 31 bin 885.
Uyuşturucu Batağı
• Türkiye’de 12-17 yaş grubunda olup 18 yaşını doldurmamış hükümlülerin sayısı bin 373’e ulaşıyor.
• Türkiye’de, uyuşturucu kullananların yüzde 69,6’u 15-24 yaş aralığında uyuşturucu kullanmaya başladığını söylüyor.”
Dönüştürülen ülkenin noksansız bir yıkım halinden mürekkep olduğu gerçekliğini daha ne anlatabilir ki? Geleceğini şimdiden mahveden, bunu da en başta çocuklarına karşı tüm tahakküm hamlelerini birlikte var ederek güncelleyen bir yerde nasıl bir istikamet söz konusu edilebilir, düşünür müydünüz? Aralıksız bir biçimde yoksul / yoksun kılma hali bütünlüklü bir biyopolitik tahayyül olarak yinelenip dururken cürmün kıyısında hayatın ehvenle olan bağları nasıl muhafaza edilebilecektir. Gündelik yaşam koşullarının enikonu mahvedildiği, günü gününe yaşanan bir yerdeki imkansızlıklara mahkum edilmiş insanlar karşısında halen masallar anlatılırken bunca kötülüğün ardı neye çıkar. Kolektif bir yıkım halini süreğen kılan bir aklın karşısında çocukların eksik kılındığı, aç konulduğu en çok da umutlarından edildiği bir yerin dört başı mamur olsa ne yazar, her şey aleni bir halde o tersini bildirirken yıkıcılık sahici bir travma olarak hayatta konumlandırılırken sahiden neye yarar. Günlük beslenmeden, bir hakikat haline dönüştürülen çocuk işçiliğinin temel, yaygın bir mefhuma dönüşmesine daha şimdiden geleceğine hiçbir kıymet vermeyen onları duymayan bir ülkede ne kaderdir, hangi şeyler yazgı. Sorgular mıydınız?
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “2024 Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ile bağlı kuruluşların bütçesine dair konuşması sırasında AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin, CHP Muğla Milletvekili Gizem Özcan'ın konuşması kesti, ayağa kalkarak AKP grubunu dışarı çıkmaya çağırdı.
2024 Aile Bakanlığının bütçesinin yoksulluğu daha da artıracağını ifade eden Gizem Özcan, bakanlığın sorunların çözümü noktasında bir perspektife sahip olmadığını belirtti. "Ülkemizde kadınlar için bir karadüzen sürüyor" diyen Özcan'ın kadına yönelik şiddet ve cinayet, yoksulluk ve işsizlik verilerini açıkladığı sırada AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin tarafından sözü kesildi.
Akp’liler Meclisi Terk Etti
Zengin yerinden kalkarak AKP grubunu dışarı çıkmaya çağırdı. AKP'li milletvekilleri ve Zengin Meclis'i terketti. Oturuma verilen aranın ardından görüşmeler yeniden başladı.
"Veriler Neden Paylaşılmıyor?"
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) kadın milletvekilleri, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı’nın bütçesine dair konuşmalarında iktidarının kadınlara tek vaadinin onları yok saymak ve nesneleştirmek olduğunu ifade etti.
DEM Parti Kadın Meclisi Sözcüsü Halide Türkoğlu, 6284 sayılı kanunun uygulanmamasını eleştirerek “Bu kanun uygulanıyor olsaydı sadece bu yılın ilk 10 ayında 253 kadın katledilmezdi. Sadece Kasım ayında 33 kadın katledildi. Sizin övdüğünüz, ‘Sahip çıkıyoruz’ dediğiniz ailelerin içerisinde Kasım ayında 33 kadın katledildi. Kadına yönelik şiddet, kadın yoksulluğu verileri neden paylaşılmıyor? Bakanlık ‘Aileye yönelik hizmetlere özen ve önem veriyoruz’ diyor, en son verilerin 2014 yılında paylaşıldığını itiraf ediyor, şaka değil, arkadaşlar, aile içi şiddet araştırmaları en son 2014 yılında paylaşılmış” dedi.
"Çocuklar Okula Aç Gidiyor"
Diyarbakır Milletvekili Adalet Kaya da, AKP’nin iktidarı boyunca zengini daha zengin yoksulu ise daha da yoksul kıldığını belirterek "Türkiye’de en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay, bir önceki yıla göre 1,3 puan artarak yüzde 48’e yükselmiş; en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun aldığı pay ise 0,1 puan azalarak yüzde 6’ya gerilemiştir” dedi. Toplumun geniş kesimlerinde çocukların okula aç gittiğini söyleyen Kaya, “Asgari ücretle büyük kentlerde kira dahi ödenemiyor. Geçim sıkıntısı yurttaşları, özellikle de gençleri yaşamdan koparacak, vazgeçecek noktaya taşıyor. Bu genel tablonun değişmesi için elbette bir bakanlık bütçesinin değişmesi yetmez, bütçe tercihlerinin ve siyasi iktidarın eğilimlerinin değişmesi gerekir. Kadınlar erkekler tarafından katledilmeye ya da şüpheli biçimde yaşamlarını kaybetmeye devam ediyorlar. Hâl böyleyken Erdoğan çıkıp İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin kadına yönelik şiddeti artırmadığını iddia ediyor. 6284 sayılı yasanın uygulanmasını sakatlamış durumdadır” diye konuştu.
"Üniversitelerde Bilim Ortamı Yok"
Diyarbakır Milletvekili Sevilay Çelenk ise, AKP’nin eğitim politikasına tepki gösterdi. 12 Eylül Darbesi’nin ürünü olan YÖK'ü, üniversitelerdeki rektör ve dekan seçimlerini eleştiren Çelenk, "Küçük taşra şehirlerde kurdukları, ahbap çavuş ilişkileriyle akademik kadrolarını doldurdukları ve akademik unvanları ardı ardına verdikleri akademisyenler, akademik yükseltmelerde jürilerde yer alarak üniversitenin geleceğini belirliyorlar. Taşra üniversitelerinde bilim, üniversite ortamı oluşturmak gibi bir amaçları gerçekte yoktur." dedi.
Cezaevlerindeki tutuklu öğrencilere de değinen Çelenk, "70 bine yakın bir rakamdan en son söz edildiğini hatırlıyorum. AKP, öğrenci muhalefetini en berbat darbeci iktidarlardan bile berbat yöntemlerle hep bastırmış ve bastırmaya devam ediyor. Oysaki öğrenci muhalefeti, tarihin her anında ve dünyanın her yerinde vardır. Antik Yunan’a gitseniz, orada da öğrenci muhalefetini görürsünüz. Üstelik AKP'yi iktidara getiren etmenlerden bir tanesi de başörtüsü için haklı bir mücadele veren öğrencilerin muhalefetidir.” ifadelerini kullandı.”
Bir yazgı kabilinden bildirilen şeylerle hayatın ehven olanla kesişimi yerle bir ediliyor iş bu sahnede. Sadece mecliste tek bir gün altı yüz kadar vekilin dönüşümlü var ettiği kavga dövüşün ortasında dahi ol yazgı denilenlerle hakikatin arasındaki uçuruma dair pek çok hal, detay direkt örnekleniyor. Yaşamın kuşatılması mefhumunun nasıl aralıksız bir gerçek haline dönüştürüldüğünün saklanmadığı zeminde, bütçe görüşmelerinin arasında çıkagelen hakikatin detaylarıyla zaten halihazırda var edilmiş katran karası ülkenin hali de dökülüyor, peyderpey. Artık bir izahata, fazladan tek bir cümleye hacet kalmaksızın her insanını gözden yok sayan, detay addeden, onlar için en doğrusu bu diyerek en akla seza işlerin altına imza atılan bir tek adam ülkesinde söz fasarya kılınıyor. Gerisi her dem anlatmaya çalıştığımız yalın bir yıkıcılık meseli, gerisi hep tuhaf bir kokuşmanın sureti temsili. Yazgıymış gibi duyurulan mesellerin kenarında, kıyısında bir acayip kokuşma hal ve istemi aralıksız var ediliyor artık. Yeni yüzyıl cikleti çiğnenip durulurken asıl var edilen şeyin sıradanın hakkının hukukunun gasp olunduğu bir zemin gerçekliği unutturulmak isteniyor. Unutuyor musunuz, sahiden bunca zorbalığın ortasında var edilmiş olagelen her türden tahakküm / yıkım / cendere haline alışıyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Marco Longari/Agence France-Presse — Getty Images / New York Times
3 notes · View notes
elazigsurmanset · 6 months
Text
Tıp Öğrencisi Yurt Odasında İntihar Etti
Tumblr media
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi 4. Sınıf Öğrencisi  İzzah Elif Zamir Khan kaldığı yurt odasında ölü bulundu.  Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü olayın intihar olduğunu belirtirken, Üniversite öğrencileri yurt binası önünde protesto eylemi gerçekleştirdi. Hacettepe Üniversitesi Dayanışma Ağı tarafından protesto gösterisindeki yapılan açıklamada, “Artık yeter diyoruz. Bu dönem içinde aldığımız 5’nci intihar haberi. Bu son olsun dedikçe artarak devam ediyor.  Memleketin geleceği olarak gösterilen bizlerin girdiği umutsuzluk girdabının sebebi belli. Bu ülkenin yönetenleri.  Onlar bu ülkeye, geleceğe, geleceksizlik, işsizlik vaat ediyor. Bizlere reva gördükleri buysa, buradan  kendilerine bir kez daha söylüyoruz. Tek bir kez arkadaşımızı çaresizliğe girmesine izin vermeyeceğiz”
Rektörlük : “Soruşturma Devam Ediyor”
Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü ise yaptığı açıklamada, “İlk tespitlere göre hayatına son verdiği değerlendirilen Üniversitemizin dönem 4 öğrencisi İzzah Elif Zamir Khan hayatını kaybetmiştir. Yaşanan talihsiz olaya ilişkin adli ve idari soruşturmaya Ankara Cumhuriyet Savcılığı tarafından devam edilmektedir” denildi. (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı)    Read the full article
0 notes
dualarvebuyuler · 1 year
Text
Yumurta Büyüsü Nasıl Bozulur 2023?
Tumblr media
Aşk hayatında istediğiniz sonuçları alamıyor musunuz? Başka biriyle sevgili olan birini elde etmek mi istiyorsunuz? Metafizik yollara başvurmaktan çekinmeyen kişiler için yumurta büyüsü, arzularınızı gerçekleştirmenin en ideal yollarından biridir. Pek çok kişi tarafından kullanılan yumurta büyüsü, ayrılma büyüsü olarak da bilinmektedir.
Yumurta Büyüsü Nedir?
Yumurta büyüsü, metafizik yollarla çalışarak istenilen sonucu elde etmeye yarayan bir büyü çeşididir. Özellikle ayrılma büyüsü olarak kullanılan yumurta b��yüsü, başka bir kişiyle sevgili olan birini elde etmek isteyenler tarafından da tercih edilmektedir.
Yumurta Büyüsü Nasıl Yapılır ve Nasıl Anlaşılır?
Yumurta büyüsü yapmak isteyenler, belirli dikkat edilmesi gereken hususları uygulamalıdır. Bu büyü, bireysel olarak evde yapılabilen bir büyüdür ve diğer büyüler kadar zorlu ve karmaşık değildir. Ancak, yapacak kişi, büyüyü neden yapmak istediğini açık ve net bir şekilde belirlemelidir. Yumurta büyüsü, loş bir ortamda, özellikle mum ışığı ile aydınlatılmış bir ortamda, tamamen sessiz ve sakin bir şekilde uygulanmalıdır. Yönü kıbleye dönük olmak da önemlidir. Yumurta büyüsü, pahalı malzemelere ya da uzun ve zahmetli bir sürece gerek duymaz. Bakkaldan temin edeceğiniz bir yumurta bile büyüyü yapmanız için yeterlidir. Ancak en etkili sonucu elde etmek için organik yumurta tercih etmek daha doğru olacaktır. Yumurta büyüsü yapıldığı nasıl anlaşılır? Yumurta büyüsü yapılırken, semboller ve belirli sözler kullanılır. Büyünün yapıldığı kişi, genellikle belirli semptomlar ve belirtiler gösterir. Kendinizi lanetlenmiş hissediyor ve belirli semptomlar fark ediyorsanız, büyü altında olabilirsiniz. Bunun için tıbbi yardım almanız önerilir. Yumurta büyüsü yapacak kişinin sağ elini kullanması, sol elinin ise kalbinin üzerinde olması gerekir. Ayrıca, doğru bir biçimde gerekli adımları takip etmek de önemlidir. Tılsımlı sözcükler söylenerek büyü yapılabilir. Yine de, öncesinde medyumdan danışmanlık almak doğru bir tercih olacaktır. Medyumlar, yumurta büyüsü yapacak kişilere yapılacakları ve söylenecek tılsımlı sözleri öğretebilirler. Yumurta Büyüsü yapmak için gerekli malzemeler nelerdir? Yumurta büyüsü yapmak için gerekli malzemeler, bir adet yumurta, sarı renkli bir kâğıt, tercihen mum ışığında sessiz bir ortam olarak belirtilir. Yapılacak adımların doğru takip edilmesi, abdestli olunması ve temiz bir niyetle dileğin istenmesi gereklidir. Yumurta büyüsü yapmak isteyenler, medyumlarla çalışarak büyünün daha doğru ve güvenli bir şekilde yapılmasını tercih edebilirler. Medyumlar, cinler alemi ile iletişim kurarak büyü yapmaya rehberlik edebilirler. Bu sayede, musallat olma gibi risklerin de önüne geçilebilir. Medyumlar ayrıca, büyünün sonrasında da üzerine büyü yapılan kişiyi ve kişiyi büyü yaptıran kişiyi musallattan koruyacak gerekli okumaları yapabilirler.
Tumblr media
Yumurta Büyüsü Nasıl Bozulur?
Yumurta büyüsü, kurbanının istek kaybı, ilgi kaybı ve geleceksizlik hissi gibi belirtiler göstermesine neden olabilir. Bu belirtiler arasında hobilere ilgisizlik, yorgunluk ve şaşkınlık hissi yer alabilir. Yumurta büyüsü kurbanı, iş ve öğrenmeye olan ilgisini kaybedebilir. Bu belirtileri fark ettiyseniz, muhtemelen bir büyü altındasınız ve tıbbi yardım almanız önerilir. Yumurta büyüsünü bozmak için, geleneksel yöntemler kullanılabilir. Ancak bunun yanında uzman bir medyumdan da yardım almanız önerilir. Yumurta Büyüsü ile Sevgiliyi Geri Getirme Yumurta büyüsü, sevgiliyi geri getirme amacıyla da kullanılabilen etkili bir yöntemdir. Sevgilinizin size geri dönmesi için yumurta büyüsü yapmak istiyorsanız, öncelikle içsel arzularınızı belirlemelisiniz. Ardından, büyüyü yaparken sessiz kalmalı ve isteğinizi doğru bir şekilde ifade etmelisiniz. Bu yöntemle, ilişkinizdeki engelleri kaldırabilir ve ayrılıktan sonra tekrar bir araya gelmenize yardımcı olabilirsiniz.
Yumurta Büyüsü Belirtileri
Yumurta büyüsü yaparken, belirli semptomlar ve belirtiler ortaya çıkabilir. Yapılan büyünün türüne bağlı olarak, kalp atış hızında artış, sürekli seks yapma dürtüsü, uyku problemleri ve ani sıcak basmaları görülebilir. Bu semptomlar, büyünün hedefi olduğunuzu belirtmek için yeterli olabilir. Ancak, bu semptomları fark ederseniz, tıbbi yardım almanız önerilir. Yumurta büyüsünün etkileri, büyünün amacına göre değişkenlik gösterebilir. Aşk için veya çiftleri ayırmak için yapılabilen yumurta büyüsünde üzerine büyü yapılan kişi bazı belirtiler gösterir. Ayırmak için yapılan yumurta büyüsü ise çiftler arasında kavga ve cinsel olarak soğuma gibi sonuçlar doğurabilir.   Read the full article
0 notes
bluesyemre · 3 years
Text
Türkiye'de gençler ve gelecek kaygıları: "Mezun olmaktan korkuyoruz" (#DWTürkçe)
Türkiye’de gençler ve gelecek kaygıları: “Mezun olmaktan korkuyoruz” (#DWTürkçe)
Gençler, başta ekonomik olmak üzere çeşitli sebepler nedeniyle gelecek kaygısı içinde. Öğrencilik yıllarında başlayan sorunlar, mezuniyet sonrasında katlanarak devam ediyor. Yurtdışı seçeneğini dillendiren gençlerin sayısı, her geçen gün artıyor. DW Türkçe’nin konuştuğu tıp, hukuk, mühendislik ve sanat okuyan dört gencin ortak kaygısı, geleceksizlik… Uzmanlığını Almanya’da yapmayı planlayan…
youtube
View On WordPress
0 notes
hetesiya · 3 years
Text
Boşluk
Emek Erez
İnsanın yapma kudretini olumsuz etkileyen duyguların aksine “boşluk”ta çıkışsızlığın daha belirgin olduğunu söyleyebiliriz. Bu duyguda odaklanılması gerekenin ne olduğuna dair kesin bir nesne yok.
Tumblr media
Hayatın anlamsızlaştı��ı, değer verdiğin ne varsa tek tek elinden kaydığı, seni sen yapan, "ben" olabildiğin, kendini tanımlayabildiğin her şeyin bir savruluşun içinde adını koyamadığın bir şeye dönüştüğü bir ortamda, anlamlandıramadığın, yapma kudretinin günden güne tüketilmesiyle, ayaklarını yerden kayıyormuş gibi hissettiren bir duygu boşluk. İnsan türünün dünyada olduramadıklarından, seyirci konumunu aşamamasından, devamlı dehşete, şiddete tanık olup edilgin bir duruma geçmesinden kaynaklanan bir his olarak da görülebilir bana kalırsa. Elinde bir dünya var ama yaşamak istediğin, nefes alabildiğin bir yer değil artık, dahası böyle olmaması gerektiğini biliyorsun; çözümler bulmaya çalışıyorsun ama yapma gücü bulamıyorsun, kendi kendine konuşuyormuşsun hissine kapılıyorsun çünkü yaşananlara müdahil olamamanın getirisiyle, çaresizlik duygusunun da işin içine girmesiyle, kendini mevcut ve ait hissetmediğin bir anda takılıp kalıyorsun. Blanchot’nun, Karanlık Thomas’ının söylediğine benziyor bu; "Yokum ama süreduruyorum; varlığı ortadan kalkmış bu varlık için acımasız bir gelecek sonsuzca uzayıp gidiyor.”(1) Boşluk hissi bizi yakaladığında yokluğumuzu duyup, hiçliğimizi kabul edebiliriz ne var ki sürmekten, dünyada sürüklenmekten kurtulmuş değilizdir, bu nedenle sürüp gidenden “acımasız” olduğunu bilsen de kaçmak zor. İnsanın yapma kudretini olumsuz etkileyen diğer duyguların aksine “boşluk”ta çıkışsızlığın daha belirgin olduğunu söyleyebiliriz. Bu duyguda odaklanılması veya düzeltilmesi gerekenin ne olduğuna dair kesin bir nesne yok. Hissin nedeni genel olarak dünyada varlık olmakla ilişkilendirilebilir ancak boşluk, içine düşen için kesin bir şekilde tanımlanamıyor, varlığını biliyorsun ama adını koyamıyorsun. Melankoliyle de benzer yanlar bulunabilir belki ancak onda kopulamayan, daha net bir nesneden bahsedebiliyoruz. İnsanın içine düştüğü bu durum belki de Kierkegaard’un şu cümleleri ile ifade edebilir: “Bir örümcek, sabit noktadan hedefinin içine doğru seğirtirken önünde daimi bir boşluk görür, ayak basacak yer bulamadığı bir boşluk, ne kadar çırpınırsa çırpınsın. Ben de bu durumdayım, önümde daimi bir boşluk, beni ileriye doğru güdüleyen şey, arkamda yatan netice, bu hayat geriye dönük ve korkunç, tahammül edilir gibi değil.”(2) Bu cümleler hakkında düşündüğümüzde, boşluk hissinin geleceksizlik hissiyle de ilgili olabileceğini söyleyebiliriz. Kierkegaard’un örümcek bahsinden yola çıkarsak, atılacak adımın seni mevcut hissettirmeyeceğini, adımının yerini bulmayacağını bilmek ve çırpınıp durmak geleceğe yönelik boşluk duygusunun süreceğini düşündürür. Bu da duygunun çıkışsız hissettirmesinin bir nedeni olarak görülebilir. Ayrıca, filozofun “önümde daimi bir boşluk” ifadesinden de, içinde bulunduğu boşluk hissinin geleceğe yönelik olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle, önümüzde uzanan şey, o gelecek yokluğu da bu duygunun ortaya çıkışında önemli görünüyor ve Karanlık Thomas’ın bir başka cümlesini hatırlatıyor: “İçimde hiçbir şey yok ki, korkunç bir hazza açılır gibi gelecekteki boşluğa açılmasın.” Boşluk hissinin gelecek zamanla benzer ilişkisini burada da kurabiliyoruz. Ancak Kierkegaard’un ifadesinin devamına bakarsak bir şeyi daha fark ediyoruz: “Arkamda yatan netice, bu hayat geriye dönük ve korkunç, tahammül edilir gibi değil” diyor, burada şu anlamı bulabiliriz, şimdiye kadar yaşanmış olanın, arkamızda yatan o geçmişin korkunçluğu da boşluk hissini etkiliyor. Bu duyguyla boğuşan için hem geçmiş hem de gelecek zaman belirleyici olabiliyor ama bana kalırsa bu hissin zamanla ilişkisinde belirleyici olan, geleceğe yönelik adımların yönünü bilememekle ilgili. Boşluk gibi duygular, çok kolay “anormal” olarak değerlendirilebiliyor. Bana kalırsa insanın yapma gücünü aşındıran duyguları kolayca böyle bir yere konumlamamak önemli çünkü duyguların pek çoğu yaşadığımız sistemden, zamandan, onun getirdiği kaygılardan azade değil. Boşluk duygusunda, melankolide olduğu gibi belirli kayıp bir nesneye tutunmak yok belki ama her duygu gibi dışarıdan kaynaklı nedenler tespit edilebilir. Chul Han, Neo-liberalizmin getirdiği
performans öznelliğinin boşluk duygusuyla ilişkisini kuruyor ve bu duygunun depresyona neden olduğunu düşünüyor, performansın bir tür bağımlılık hâline gelmesinin bu duygu üzerinde etkili olduğunu hatırlatıyor. Haklı olabilir ancak performans özneliğini Chul Han’ın bahsettiği şekliyle sadece sosyal ağlarda kendimizi tatmin etmek, görünmek, rekabet etmek, kendi kendimizin girişimcisi olmak dışında düşünemez miyiz? Günümüzde güvencesiz yaşama hapsedilen pek çok insan bir şekilde hayatta kalmak için devamlı performans göstermeye zorlanıyor. Böyle bir konumda varlığı sadece gösterdiği performansa göre ölçülen, performans gösterdiği kadar geliri olan bireyin boşluk duygusuyla cebelleşmesi normal değil mi? Chul Han, meseleyi daha ileri bir boyuta taşıyor ve son yıllarda insanların bedenlerine çizik atmasının arttığını ve bunun neo-liberal performans düzeni tarafından hissizleştirilen bireyin boşluk duygusu nedeniyle “kendisini hissetmek” için başvurduğu bir yöntem olduğunu düşünüyor. Ona göre: “Kendini yaralayanlar genellikle depresyon ve kaygı bozukluğundan mustarip. Suçluluk ve utanç duygusu, darbe yemiş özdeğer duygusu onlara eziyet etmektedir. Sürekli yaşadıkları içsel boşluk duygusu artık hiçbir şey hissetmemelerine yol açmaktadır. Çizik attıklarında bir şey hissediyorlar ancak.”(3) Yaşadığımız sistem bizi hissizleştiriyor, devamlı enformasyon altında yaşıyoruz ve bunların çoğu dehşet ve şiddet içeriyor. Bunun boşluk duygusuyla ilişkisi kurulduğunda, aslında sebep hissetmemekten çok, fazla hissetmenin ve maruz kalmanın da bir sonucu olarak görülebilir bana kalırsa. His kaybı yaşandığı doğrudur ama bir duyguyla boğuşurken gerçekleştirdiğimiz edimler bir şekilde hâlâ yaşamı tutma veya çektiğimizi hafifletme duygusuyla ilgili de olabilir. “İnsanın kendi bedeninde açtığı yara acıyı biraz dindirir”(4) der Breton, bu nedenle boşluk duygusu ve kesikler arasında bir ilişki kurulacaksa bu hissizlikten çok o an dışarıdan kaynaklı bir nedenden oluşan olumsuz duyguyu dindirme çabası olarak da görülebilir. Breton, mahkumların kendilerine zarar vererek acılarını dindirmelerinden bahsederken, yönetimin bir hatası yüzünden Noel’de oğlunu göremeyen, Québec’li bir kadının cümlelerini aktarır: “Kendi kendime bağırdım çağırdım, başkalarına bağıracağıma kendi içime kustum her şeyi, hücreme gittim bir şeyler yapmam gerekiyordu. Korkunç bir öfke vardı içimde, dışarı çıkması gerekiyordu bunun. O kadar kötü bir şey olmuştu ki ilk kez derimi kestim diyor.” Burada görüyoruz ki bedendeki kesikler, Chul Han’ın bahsettiği gibi depresyonda olan veya borderline kişilik bozukluğu yaşayan insanların “kendimi hissetmiyorum” diyerek başvurdukları bir yöntem olmayabiliyor her zaman, anlık bir tepkinin veya öfkenin de yansıması olabiliyor. İnsan boşlukla mücadele eder, onu reddetmeye ondan kurtulmaya çalışır ama kolay değildir. Antonin Artaud, boşluğu reddetme çabasından bahsederken şöyle diyor: “Uzun zaman önce Boşluğu hissettim fakat kendimi içine atmayı reddettim. Korkakça davrandım, gördüğüm her şey gibi. Dünyayı reddettiğimi sandığımda aslında reddettiğim Boşluk’tu. Çünkü bu dünyanın var olmadığını biliyorum, nasıl varolmadığını da. Şu âna kadar bana acı veren, Boşluğu reddetmiş olmam. Zaten içimde olan Boşluğu…”(5) Boşluk kaçmaya çalıştığımız bir duygudur, hissettiğimiz ama adını koyamadığımız bu duygudan kurtulmak zorludur çünkü “zaten içimizde olandan” nasıl kaçabiliriz ki? Artaud denemiştir bu duygudan kaçınmayı, dünya ve ona dair olan pek çok şey gibi bu hissin de reddedilebileceğini düşünmüştür ama sonunda teslim olmuştur: “Tamam, bu dünyayı oluşturan her şey umutsuzluğumu tamamladığından beri gerçekten o Boşluğa düşmüş bulunuyorum” der. Bu cümleler, boşluk duygusunu umutsuzlukla birlikte düşünmeye de izin veriyor. Artaud’un bahsettiği dünyadan çok daha çıkışsız hissettiğimiz bir zamanda yaşıyoruz, boş bir umuda kapılmadığımızda, dünyanın sancısını hissettiğimizde umutsuzluk kaçınılmaz oluyor ve bu durumda bireyin boşluğa düşmesi de çok “anormal” değil. Kötü bir zamanda, Gülten Akın’ın deyimiyle belki de “çağın en karmaşık yerinde durduk”.
Böyle bir durumda insanın boşluğa düşmesi de normal, umutsuzluğa kapılması da, devamlı yok hissettirildiğin bir sistemde hiç hissetmek de normal. Boşluğa düşüp hissizleşiyorsun çünkü yapabileceğini bildiğin şeylerin önü devamlı kesiliyor. Var mıyım, yok muyum, bu soru içinde büyüyor çünkü varsam yapmalıyım diye düşünüyorsun ama hayatın engelleri yapabilme gücünü aşındırıyor. Senden beklenen ile senin yapabildiğin arasında boşlukta takılıp kalıyorsun. Bunu çoğumuz yaşıyoruz çünkü yaşamın askıya alındığı bir yerde ve zamanda yaşarken çaresiz kalıyorsun. Bu nedenle, boşluk gibi duygular hakkında konuşurken onun nedenlerini sorgulamak gerekiyor çünkü insanı anlamak için duygular belirleyici bir yerde duruyor. Tüm bu yapma gücümüzü zora sokan duyguları aşmak da bizim elimizde ama her zaman o gücü kendimizde bulamayabiliriz ve bana kalırsa bu da gayet insani. 1 Blanchot, M., (2015), “Karanlık Thomas”, s. 86-86, (Çev. Sosi Dolanoğlu), İstanbul: Metis Yayınları. 2 Kierkegaard, S., (2013), “Aforizmalar”, s. 24, (Çev. Nur Beier), İstanbul: Pinhan Yayıncılık. 3 Chul Han, B., (2021), “Kapitalizm ve Ölüm Dürtüsü ‘Eziyet Çektiren Boşluk’”, s. 55-61, (Çev. Çağlar Tanyeri), İstanbul: İnka. 4 Breton, D., L., (2010), “Ten ve İz”, s. 92, (Çev. İsmail Yerguz), İstanbul: Sel Yayıncılık. 5 Artaud, A., (2019), “Ben Antonin Artaud”, s. 122, (Çev. Mehmet Bağış), İstanbul: Ve Yayınevi. https://www.gazeteduvar.com.tr/bosluk-makale-1522927
0 notes
songelismeler · 4 years
Photo
Tumblr media
‘Uyuşturucuya iten en kıymetli etken geleceksizlik duygusu’ İçişleri Bakanlığı donelerine nazaran yılın birinci altı ayında düzenlenen 63 bin 281 uyuşturucu operasyonunda 93 bin 844 kişi gözaltına alınırken, 9 bin 456 kişi tutuklandı.
0 notes
haberin-varmi · 5 years
Photo
Tumblr media
Bülent Falakaoğlu: Kriz nedeniyle gençleri geleceksizlik bekliyor https://ift.tt/2YiC1iN
0 notes
dumduzyazi · 7 years
Note
''Unutulmuş gibiyim ben. Ve insan bir bakıma unutulmuş gibidir. Bilmem ki nasıl anlatmalı? Yalnız bile değilim.''
aynısını dün çok şiddetli hissettim. günlüğe şöyle şeyler yazdım: çok üzgünüm. üzgün kelimesi tam tanımlamıyor şu hali. ezilmiş gibi içim. yalnızlık, sevgisizlik, hapislik, çaresizlik, evsizlik, yurtsuzluk, aidiyetsizlik, geleceksizlik
her yer birbirine o kadar uzak ki. gece yolculuğunda küçük kasabalardan geçerken uzaktaki tek tük ışıklar gibi iyi şeyler. uzak. karanlıklar içindeyim. kimse yok. kimsenin umrunda da değil. 
5 notes · View notes
seslimeram · 2 years
Text
Karanlık Kuşatması...
Tumblr media
Bir yazgı, bariz bir kadermiş gibi bu coğrafyanın her gününde belirgin bir karanlık ile baş başa konuluyor insanlık. Tüm dönüşüm, vahim olanın sınırlarına demirleyen insanlık için behemehal yepyeni sınavları bildiriyor. Erk, muktedir, iktidar klikleri, burada şurada veya beride yönetimler eliyle bu katran karanlığının cismani hali kalıcı kılınıyor her an, hemen her dem bambaşka temsillerle birlikte. Cürüm bir istikamet dahilinde yol çizgisi eyleniyor artık. Cerahat mihmandar addediliyor. Kötülüğün en denenmiş hallerine yeniden ve illa ki bir biçimde başvurularak kurulan / kurumsallaştırılan cinai hal, toplamda bariz o aralıksız vahamet tablosunu güncelliyor. Buna vesile kılınıyor. Bilcümle hayatın ehvenden ayrımı var ediliyor her gün biraz daha açık. Her gün biraz daha aleni bir gayretle bütünlüklü ve entegre olarak. Bir dönüşüm belirgin bir devinim halini ezberci, yerle yeksan etmeye hep teşne bir akılla var eder devlet / devletler. Bugünün dünyasının suna geldiği her türden ol müşterek hakkın hakkaniyetsiz bir biçimde alt edilme meselesidir odaklanılan. Zifiri tam kapkaranlık bir ortamda, devam olunan seyrüseferin var edeceği tek şey kıyamettir oysa, insan elli kıyamet.
Bütünüyle dönüşüm diye çıkagelen şeyin bariz bir eksiltme sistematiği olduğu artık ama ve fakatsız ortadadır. Cerahat kutsanır oldukça ortaya çıkan kıyamet figürü de kesintisiz bir halle devam olunan bir eylemselliğe dönüşür. İnsan insanın kurdudur bahsinin hemen karşılığına denk düşen eylemler, var edilmiş göz korkutucu hamleler, aralıksız şişirilerek güncellenen nefret edimiyle, pompalanmaya devam eden ırkçılık ile bir düzlem olduğu gibi çöküşlere mahkum edilir. Bir asra yaklaşmış olan demokrasi deneyimini sonsuz bir biçimde sakatlamaya devam diyen, onarılmayacak kadar çürümeye rehin etmeyi hala ve hala matah addeden bir aklın tezahürü her günün kıyamet kılınmasının da köşe bentlerini bildirir. Daha geçtiğimiz günlerde var edilmiş Amedspor’un sahadaki mücadelesini alt etmek için ortaya atılan cerahatli tavır, Kürd’e karşı savunula gelen nefret bunun bir açık yüzeyidir. Her durumda nefretten medet umulan, bununla bir istikamet belirlenmeye devam olunan, buna çabalanan bir zeminde cehennem zaten her güne yapışıp kalmıştır ki o cerahate hala yer vardır, hala sineye çekilendir, hala üstünkörü geçiştirilendir.
Artı Gerçek’ten aktaralım: “Afyon İl Jandarma Komutanı Yılmaz Kırgel'in bugün saat 19.00’da Hes İlaç Afyonspor’la karşı karşıya gelecek olan Amedspor’a karşı kışkırtıcı ifadeler kullandığı görüntüler gündem oldu.
Müsabaka öncesi Afyonsporlu oyuncuların antrenmanını ziyaret eden Kırgel, “Gönlümüz sizlerle. Sizin işiniz futbol oynamak. Siz de onu gerçekten güzel yapıyorsunuz. Geri kalanı bize bırakın. Gerçekten Afyon’un sizin kazanmanıza ihtiyacı var. Hele hele Mersin’de yaşadığımız o terör eyleminden sonra gönlümden geçeni söylüyorum: Şöyle bir 5-0 eze eze yenerseniz, buradan onları göndeririz” dedi.
Kırgel'in bu sözleri Hes İlaç Afyonspor'un resmi twitter hesabından yayınlandı. Söz konusu paylaşım tepkilerin ardından silindi.
'Sözlerim Maksadımı Aştı'
Kırgel, gelen tepkilerin ardından "Maksadımı aştığını anladığım sözlerimin yanlış anlamalara sebebiyet vermesinden dolayı duyduğum üzüntüyü ifade ederim" açıklamasını yaptı.
Kırgel, yaptığı yazılı açıklamada, stadyumda bulunduğu sırada oyuncular ile arasında geçen sohbetin izni ve bilgisi olmaksızın kaydedildiğini belirtti.
Kırgel'in açıklaması öyle: "Maksadım sporcularımıza devletimizin tüm güvenlik unsurlarının maçın ruhuna yakışır şekilde gerçekleşmesi ve sonuçlanması için görevi başında olduğunu anlatmaktan, sporun ruhuna yakışmayacak herhangi bir olumsuzluğa sebebiyet vermemeleri gerektiğini ifade etmekten ve maçla ilgili motivasyonlarını artırma gayretinden ibarettir. Bir futbol karşılaşması üzerine kendi aramızda yaptığımız sohbetin bu noktaya çekilmesinden ve maksadımı aştığını anladığım sözlerimin yanlış anlamalara sebebiyet vermesinden dolayı duyduğum üzüntüyü ifade eder, müsabakanın sporun ruhuna uygun centilmenlik içerisinde geçmesini dilerim."”
Katran karanlığının her nasıl bir memleketi kuşattığına dair yetkin bir örnektir tek başına ol Kırgel efendinin var ettiği. Bir spor müsabakasını, taarruz yahut da savaş sahnesinin ta kendisine dönüştürmek için alttan verilmiş mesajın, Kürdü yeniden düşman bilmenin ve had bildirme cüretinin sunduğu cerahat kendiliğinden o korkunç karanlığı göstere gelir. Bay komutan için bunlar basit, kendi aralarında konuşmaya devam edecekleri mesellerdir. Ne de olsa ötekisi onlar için herhangi bir şeydir. Eşyanın tabiatına uygunlukla apoletlerin verdiği özgüvenle birlikte bir halkı hedef kılmanın nesi mesele edilebilir ki değil mi? Ol maksat aşıldı lafzının sadece ve sadece duyan, gören oldu artık kısmından ileri gelmesini ne yana bırakabiliriz ki sahiden? Cerahat ile bütünleşik kılarak hayatın ehvenini sürekli olarak yerle bir ederek, nefretten gayrısını tahayyül dahi etmeyerek hangi güzel güne varılır ki? Kimsenin sorgulamayacağı, dahası maçı oynayanlar dışında kimsenin belki de haberdar olmayacağı bir maç savaşa dönüştürülmesinin neye faydası olacaktır ki? Ki o maç boyunca, Allah tektir, ordusu Türktür gibi bir akıl tutulması pankarttan nice ayrımı var eden “Hayatta yegane varlığım ve servetim Türk olarak doğmamdır” bahsine sanki o mücadele eden takımı temsil ediyormuş gibi PKK dışarı laf salatasına her şeyin birbirine karıştırıldığı bir zeminde kim nasıl doğruyu fark edecektir, bu ayrım, bu hiddet, bütün bu kör karanlıkla gönenç kılınan insanların yurdunda, nasıl, ne zaman, ne şekilde? Diyarbakır Barosu suç duyurusunda bulunur, pekiyi bundan Adalet makamı bir sonuç tüm o ayrıma karşı nihai bir karar, hüküm bildirecek midir, mesele ortadadır.
Mezopotamya Ajansından aktaralım: “Jîna Mahsa Amini için sokağa çıkan kadınlar, "Bu yaygın itiraz ve birliktelik çürümüş hakimiyeti derinden sarsmıştır. Özgür yaşayacağımız bir dünyayı mücadelemizle yaratacağız" dedi.
İran’da “ahlak polisi” tarafından işkenceyle katledilen Jîna Mahsa Amini için sokağa çıkan kadınlar, birçok kentte açıklama ve yürüyüş gerçekleştirdi.
Ankara
Ankara Kadın Platformu, Sakarya Caddesi’nde bir araya geldi. Ancak açıklamayı engelleyen polis, 9 kadını darp ederek, gözaltına alındı. Polisin saldırı ve gözaltına rağmen kadınlar, “Jin jiyan azadî” sloganıyla Yüksel Caddesi’ne doğru yürüyüşe geçti. Polisin saldırısı ve gözaltısına bu esnada bir kadın, “Dinci ve gericilerin eylemlerine müdahale etmeyip bize saldırıyorsunuz” diyerek tepki gösterdi.
Yüksel Caddesi’ne varan kadınların açtığı “Kadın dayanışması sınır tanımaz” pankartını yırtan polis bir kez daha saldırdı. Saldırı esnasında ekip aracına bindirilen Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır Milletvekilli Semra Güzel’in danışmanı Ebru Özel, daha sonra serbest bırakıldı.
Eylem sırasında gazetecilerin görüntü alması da engellenmek istendi.
Kentte etkili olan yağışa rağmen eylemlerini sürdüren kadınlar, buradan geçtikleri Meşrutiyet Caddesi’nde açıklama yaptı. Son olarak Mülkiyeliler Birliği’ne geçen bir grup kadın, burada kısa bir açıklama gerçekleştirdi. Kadınlar, Jîna Mahsa Amini için “ses çıkarmaya” devam edeceklerini vurguladı.
Gözaltına alınanlar arasında bulunan 4 İranlı kadının, işlemlerinden sonra Geri Gönderme Merkezi'ne gönderileceği belirtildi.
Mersin
Mersin Kadın Platformu, Alanya Sokağı girişinde açıklama yaptı. Kürtçe, Türkçe ve Arapça “Jin jiyan azadi” ile “Katledilen kadınlar isyanımızdır” sloganları atan kadınlar, Jîna Mahsa Amini’nin fotoğrafının yanı sıra “Hepimiz Mahsa Amini’yiz” pankartı taşıdı. Halkların Demokratik Partisi (HDP) Mersin Milletvekili Fatma Kurtalan’ın da katıldığı açıklamada konuşan Ceren İnan, İran’da direnişin başladığı günden bu yana 200’den fazla kişi yaşamını yitirdiğini, en az 5 bin kişinin ise tutuklandığını aktardı.
Türkiye’nin İran’ın uzağında olmadığını ifade eden İnan, şöyle devam etti: “Siyasal İslam’ın yaşamımız, haklarımız, bedenlerimiz üzerindeki kadın düşmanı politikalarını, İran dinci faşist molla rejiminin kadın düşmanı politikalarından tanıyoruz. Tek adamlar ve tek adamların rejimleri dünyanın her yerinde kadın düşmanlığıyla iktidarlarını kuruyor. Ama nafile çünkü karşılarında onlara kafa tutan, susmayan, itaat etmeyen en büyük güç yine kadınlar. Bize dayatılan ahlakı, hapsetmeye çalıştıkları aileleri, mecbur etmeye çalıştıkları güvencesizliği, maruz bıraktıkları erkek şiddetini tepe taklak edecek güce sahibiz. Bugün İran’da yarın her yerde dünyayı yerinden oynatacağız.”
Açıklamanın ardından kadınlar, saçlarını keserken İran ve Rojhilat’ta direnişlerini sürdüren kadınlara destek verdi. Eylem, söylenen Arapça şarkı eşliğinde sona erdi.
Hakkari
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Kadın Meclisi, parti binası önünde açıklama ve oturma eylemi gerçekleştirdi. Eyleme, Hakkari ve Yüksekova Barış Anneleri Meclisi, Tevgera Jinên Azad (TJA), Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Hakkari Şubesi’nin yanı sıra çok sayıda kadın katıldı. “Kadınların zafere yürüdüğü yüzyılda, dikta rejimlerine boyun eğmeyeceğiz” pankartı taşınan açıklamada, Amini’nin fotoğraflarının bulunduğu dövizler ile kadınların kesilen saçlarının yapıştırıldığı ağaç dalı taşındı.
Açıklamayı yapan HDP Merkez İlçe Eşbaşkanı Sinem, “Şu iyi bilinsin ki, kadınlar başta olmak üzere ezilenlerin mücadelesi ve direnişi engellenemeyecek. Şuan dünyanın her yerinden alanlarda kadın mücadelesini büyüten ve İran’da direnen kadınlara ve bir kez daha selam olsun” ifadelerini kullandı. Açıklamanın ardından oturma eylemi yapıldı. “Jin jiyan azadî” ve “Biji berxwedana jinan” sloganlarının atıldığı eylem, söylenen şarkılarla sona erdi.
İstanbul
İstanbul’da Kadınlar Birlikte Güçlü, Kadıköy Eminönü İskelesi önünde bir araya gelerek protesto eylemi düzenledi. Eylem öncesi Kadıköy’ün birçok noktasına ve eylemin yapılacağı yere polis tarafından barikat kuruldu. Ancak barikata rağmen binlerce kadın bir araya gelerek, “Jin, jiyan, azadi”, “Nan, kar, azadi”, “Zen, zedengi, azadi” sloganları atıp, “Jin, jiyan, azadi”, “Kadın yaşam özgürlük”, “Diktatöre ölüm”, “Diktatör İran” ve “Mahsa’dan sonra her şey bir saç teline bağlı” dövizleri taşıdı.
Açıklamayı okuyan Emekçi Kadınlar (EKA) üyesi Delal Erol, “İran sokaklarında ‘Jin, jiyan, azadi’ sesi yükselirken direniş de büyümeye devam etti. İran İçişleri Bakanlığı, ‘İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi tarafından emredildiğini’ söylediği bir soruşturma kararını açıklarken, aynı anda protestoya katılanlar bir bir gözaltına alındı. İran rejimi Kürt halkının yoğun yaşadığı bölgeler başta olmak üzere halkın üzerine ateş açmaya, saldırmaya başladı. Direniş başladığından bu yana 200'den fazla kişi hayatını kaybederken, en az 5 bin kişi İran rejimi tarafından tutuklandı. Tutuklananlar arasında 16 basın mensubu da bulunmakta” dedi.
Kadınların şeriata göre dizayn edilmeye ve kadınların iradesinin yok edilmeye çalışıldığını belirten Erol, “Mahsa’nın katledilmesi tüm dünyada erkek devlet şiddetine karşı mücadele eden biz kadınların öfkesi oldu. Çünkü aynı erkek egemenliğini, aynı erkek şiddetini yaşadığımızı biliyoruz. İran rejiminin dayatmalarına benzer ahlak dayatmalarına maruz kalıyoruz, hayatlarımız giderek kısıtlanıyor. Hayatlarımızdaki şiddet sarmalı İran’da da Türkiye’de de bizzat erkek devlet tarafından örgütleniyor. Bugüne kadar kazandığımız hiçbir şey, bizlere egemenler tarafından bahşedilmedi. Hepsini yaşamlarımız pahasına mücadele ederek ellerimizle kazandık. Şimdi bizleri tahakküm altına alan erkek egemenliğine karşı tüm dünyada birlikte yükselteceğimiz kadın mücadelemizle özgürlüğümüzü kazanacağız” diye belirtti.
Eylemin ardından kadınlar saçlarını kesti. Daha sonra, İran müziği eşliğinde dans eden kadınlar, “Jin jiyan azadi” sloganıyla eylemi sonlandırdı.
Diyarbakır
Dicle Amed Kadın Platformu (DAKAP) da, Dünya Kavşağı’nda gerçekleştirdiği eylemle Jîna Mahsa Amini’nin katledilmesini protesto etti. “Jin jiyan azadi” pankartı açan kadınlar, “Yaşasın kadın dayanışması” ve “Jin jiyan azadî” dövizleri taşıdı. “Kadınlara değil katillere barikat”, “Yaşasın kadın dayanışması” ve “Jin jiyan azadî” sloganı atan kadınların yürüyüşünün polis tarafından engellenmesi üzerine burada açıklama yapıldı.
Açıklamayı yapan HDP Diyarbakır İl Eşbaşkanı Gülistan Atasoy, yürüyüşün engellenmesine tepki göstererek, “Buradan Diyarbakır Valiliği’ne soruyoruz: Koruma kararına rağmen katledilen kadınlar neden korunmadı? Kadın tecavüzcüleri ve tacizcileri kol gezerken kamu düzenini sağlamak için neler yapıyorsunuz? Genç kadınlar üzerinden özel savaş politikaları ile fuhuşa zorlanılan kadınları korumak için kamu düzenini nasıl sağlıyorsunuz? Uyuşturucunun Diyarbakır’da 9 yaşa kadar indiği bir kentte kamu düzenini sağlamak için neler yapıyorsunuz? Bozulanın kamu düzeni olmadığını çok iyi biliyoruz. Bozulan, sizin erkek iktidar sisteminiz. Bunu hepiniz çok iyi biliyoruz ve evet korkmaya davam edin, sizin o tekçi, kadın düşmanı, militarist iktidarınızı bugün engellemeye çalıştığınız bu kadınlar yıkacak” dedi.
Atasoy, İran’da kadınlar öncülüğünde gelişen mücadeleyi tarihsel olarak niteleyerek, şöyle dedi: “Dicle Amed Kadın Platformu olarak bugün burada yürüyerek isyan eden kadınların çığlıklarını daha fazla duyurmak ve kadınların özgürlük mücadelesindeki kararlılığı bir daha göstermek için bir araya geldik. Ama Diyarbakır Emniyet ve Valiliği keyfi bir biçimde bize bu yürüyüşün kamu düzenini bozacağını söyleyip, binlerce polisi buraya yığdı. Ne olursa olsun kadınlar özgülüklerine sahip çıkacaklar, kadınlar geleceklerine sahip çıkacaklar. Her hâlükârda bugün ve bundan sonrada bu mücadeleyi daha kararlı bir biçimde tüm bedellerine rağmen devam edeceğiz.”
Bir yazgı gibi, karanlık dört bir yanda var edilirken, onca kuşatma, bir dolu hakkaniyet yıkıcı hale, dönüştürmek ve anlamak yerine sessizleştirme gayretine rağmen kadınlar ses verir yeniden. İran’dan Türkiye’ye, buradan şuraya her anlamda zaruri bir dönüşüm, illa ki devletlinin gerek gördüğü hal diye dayatmaların birbiri peşi sıra bina olunduğu, canlar söz konusu olduğunda paldır küldür çalınabildiği bir yerde, hukuksuzluk ve bayrakların örte geldiği cinayetler silsilesi karşısında bir itiraz var edilir. Türkiye’de Bakur Kürdistan ekseninde var edilmiş olan hak tanzimi için eylemler gibi, İran’da, Rojhilat’da var edilmek istenen şey de o kadar anlamlı bir reddiye halidir. Devlet, devletlinin suna geldiği yıkıcılık karşısında sözle, eylemle, eyleyerek bir tek doğrunun o da insani müşterek olana dair bir direniş sergilenir. Yerle bir eden, kuşatan, dışlayan, ezberlerle köşeye kıstırmaya ant içen, dönüştürdüğü kısmı yeterli görmeyip daha ağır zulümleri var etmeye teşne olan, olagelen iktidar pratiklerine karşı kadın, yaşam ve özgürlük nidası herkesi, belki de dünya genelinin handiyse tamamı için de bir ussal uyanış meselesi olarak can alıcı bir halde var olmaktadır. Mahsa Amini sonrasında, yüz kadar insanın resmen katledildiği, dahası anbean, günbegün yepyeni kırımlara imza atılabilecek bir yere dönüşen İran ölçeğinden, her durumda bir yıkım cenahı halinde kendini yükseltmeye devam eden yeni Türkiye nam sahaya, birlikte ezilenlerin mücadelesi ya hep beraber kazanacaktır, ya hep beraber bütün o ihtimalleri yerle yeksan ederek, yerle bir olacaktır. Bulunduğumuz araf bunun tezahürünü barındırandır.
Kesin, kati, bütün anlamlarıyla birlikte hayatın kuşatılması, kötülüğün bir normatif haline indirgenmesinin refakatinde var edilir. Buna teşne olunur. Cerahat bir öyle bir böyle ama her dem güncellenerek kurgudan öte hakikat kılınmaya çalışılırken derman aranmasın hiç bulunmaya çalışılmasın istenir. Karanlık sanki bir yazgıymış gibi yeknesak makamdan bu sahnenin her gününde, bu coğrafyanın köşe başlarında yöneten katı sayesinde bir demirbaş kılınmaya çalışılıyor. Yok yere değil, arasız, fasılasız bir halde yinelene gelenler birbiri peşi sıra icrasına düşülen hamlelerle hayat o karanlığın esiri kılınmaya çalışılıyor. Bir yanda ilerleme, bir yandan modern zamanlar denilirken hiç olmadığı kadar yalın bir geçen, geçmişin sularında ilerlemeye çalışılıyor. İyi de bunca kötülüğün, kör karanlığın bir biçimde karanlıktan menkul bir çağın dipsizliğine karşı müşterekler nasıl muhafaza edilecektir. Düşünmeden, sorgulamadan, sormadan, tahayyül edilen karanlığa itirazı var etmeden hangi gün iyi olabilir ki? Hayat istemi, tahayyül ve görüşlerin yerle bir edilme istemiyle kuşatıldığı yerde, karanlık lafta değildir, artık anlıyor muyuz? Bütünüyle dünya dediğimiz yaşadığımızı varsaydığımız kürenin artık pirüpak masmavi, tozpembe hayaller ihtiva eden, muktedirin es kaza olur verdiği kadar özgürlüklerin yaşatılabildiği bir sahne olmadığını anlamak için daha kaç sınama lazımdır, sahiden elzemdir, sahiden!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: In The Name Of Hope – Khamoosh v/Mohit.art
5 notes · View notes
almanyalilar · 4 years
Text
Pınar Öğünç: Hepimizin buluştuğu yer geleceksizlik hissi
Pınar Öğünç: Hepimizin buluştuğu yer geleceksizlik hissi
Salgının başından beri radikal bir dönüşüm iyimserliğinde olamadığını söyleyen Pınar Öğünç, “Damlaya damlaya oluyor bu işler, işte görüyoruz, sonra bir bakıyorsunuz o damlalardan deniz olmuş, dibinde de devrilmiş heykeller yatıyor.” dedi.
Güneşin tenimize işlediği sıcak bir yazı karşılamışken, dünyada ve Türkiye’de virüsün etkisini hissetmeye ve daha ne kadar hayatlarımızı, düşüncelerimizi,…
View On WordPress
0 notes
huzurgelsenee · 7 years
Photo
Tumblr media
İnci Aral'ın "geleceksizlik" üzerine kurduğu safran sarı kitabında 3 farklı kişi vardır. 3 kişinin kendilerini kaybedişleri, hayatlarını sorgulamaları yer alır. En önemli soru ise ben kimimdir. "Kimim ben? Nerden geldim? Daha önemlisi nereye varmak istiyorum? Böyle koşa koşa hangi cehenneme gidiyorum?" "Hala şiir yazıyordu, vazgeçmiş değildi. Şairlik bir meslek değil, insanın kendi dipsiz kuyusuna eğilip bakması gibi içsel bir çabaydı, biliyordu. Bu yüzden şairler biraz mahcup, utangaç ve ürkek, gölgelerde yaşarlardı. Çocukluğu boyunca böyle yaşadığı için seviyordu şiiri belki de." "Her neyi istiyorsan al,dağıt, at,savur, yaşa gitsin diye düşündü. Anlam bulmayı umduğun hiçbir yerde öyle bi şey yok çünkü. Var sandığın zaman da o asla sana göre olmayacak yada hızla kaybolacak. Geleceği düşünme, çünkü bu dünyanın dibi cehennem, mürekkep karası bir gece..." "İnsanlardan, dipteki insanlardan öylesine kopmuştu ki kendininkinin negatifi olan dünyayı izlerken çok eğleniyordu. Eğlenmek sözü yanlış aslında. Başkalarının yaşamını gözlemek bu genel güvensizlik, kirlenme ve yozlaşma ortamında başını dik tutma gücü veriyordu insana. Bulunduğu yerden, sıradan, kaygan, iç karartıcı yaşamlara bakmak geçici de olsa olup biteni sineye çekmesini kolaylaştırıyordu biraz da."
5 notes · View notes
seslimeram · 2 months
Text
Yıkım Sahası...
Tumblr media
Duraksamayan bir yıkım tahayyülünün ortasına demirliyor ülke. Bir viranelik toplama iş bu menzilde evrilen handiyse her gün bambaşka açmazları, yara kılan, eyleyen bir yerde yıkım tahayyülü gündelik bir mefhum kılınıyor. Her şey pejmürde bir katran karanlığının esrarengiz olmayan sisli bir düzlemine rehin. Her an bambaşka bir cerahat istemine doğru dibine kadar esir. Her şey bildiğimiz tüm normallerin yıkımını bildiren bir kısır döngünün insafına terk. Her gün alelade sıradan bir hayatın dahi esirgendiği bir biçimde müdahaleye açık konulduğu bir hamleler toplamına teslim. İnsani olanın çoktandır zayi olunduğu bir zeminde gündelik yıkımın her ana içkin kılınan tahakkümün suretiyle yaşam çepeçevre kuşatılıyor artık. Bildiğimiz tüm anlamlarıyla yaşatan bir yer olan, olması gereken vatanı, memleket kavramını çürütmeye terk eden bütünüyle ve doğrudan müdahalelerin oyuncağı eyleyen bir aklın temsilinde günler geçiriliyor. Demirlenen sahne, yıkım tahayyülünü her anlamda güncel, her günün başat ögesi kılıyor. Bu toplamda, böyle bir hareket tablosunda bir yarının bırakılmayacağı muhakkaktır.
Baş Efendi, baş faşist ve tüm küçük ortakların, ana muhalefetin, birbirilerine vurdu kırdı halleri hiç bitmeyen iyisi, geleceği, deva ya da saadet partileri ve tüm diğer küçük payda temsillerin birlikte, doğrudan çekiştirmeye devam ettikleri ülke gerçekliğinde o cürümler hayatımıza demirler. Covid19 salgın döneminden bu yana günbegün arttırılan bir tehdit, tahakküm ve biyopolitik bir cendere halinin süreğen kılınmasına tanıklık ediyoruz. Tehdit boyutuna, devletin algısına göre şekillendirilen o cerahat isteminin yaşamı doğrularından arındırdığı yerin gerçekliği seçim zamanlarından da belirgin kılınıyor. Bugün, şu raddede o kırılmalar, ayrıştırma, elemeler ve toplumu kutuplaştırma siyasetinin halihazırda ısrarla devam olunan bir mesele dönüşümü günceldir. Her gün o burjuva siyasetinin pragmatist temsilcileri, en baştaki isimlerden bu ülkeyi sahiden yönetmeye çaba sarf edeceğini iddia eden ötekilerine aralıksız birbirileriyle paslaşarak bir kırım tahayyülünü güncelliyorlar. Gösteri toplumunun gereklerini yerine getirirlerken, gerçekten yaraların onarılmasını ya da süreçlerin insani normlara göre şekillendirilmesini değil havanda su döverek günü geçirmeyi var ediyorlar. Her günün kapkaranlık sureti temsile rehineliğinin bunca açmaz, bir dolu kendini tekrar eden pratiklere, onca yaşanmışlığa rağmen halen bir örnek tekil bir hatta çürümeye meyil ettirilmesinin önü alınamıyor. Ne fena...
Bianet’ten aktaralım: “Uluslararası ilişkiler alanında "demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti" ilkelerinin gerçekleşmesini ABD bakış açısından izleyip değerlendiren düşünce kuruluşu Freedom House 2024 raporunda Türkiye'yi Kamboçya, Guatemala, Polonya, ve Zimbabwe ile birlikte iktidarın seçim mücadelesini denetim altına alma çabası içinde olduğu, siyasal muhalifleri engellediği, ya da seçim sonrasında iktidarı devralmaktan alıkoyduğu ülkeler kategorisinde sınıflandırdı.
Rapor 2023 milletvekili ve cumhurbaşkanı seçimlerinde eşit koşullarda rekabetin bulunmadığını kaydetti.
ABD'de Cuma günü yayımlanan "Dünyada Özgürlük 2024: Hileli Seçimler ve Silahlı Çatışmaların Artan Zararı" başlıklı raporda "2023'te küresel özgürlüklerin gerilemesinin önde gelen nedenlerinden biri[nin] seçimlerin manipüle edilmesi" olduğu tespitine yer verildi.
"Eşitsiz oyun sahası"
Türkiye, Kamboçya ve Polonya'daki seçimlerin manipülasyon altında gerçekleştiği ileri sürülen raporda "Muhalefet için eşitsiz bir oyun sahası kuran ve uzun zamandır yerleşik bir hal almış olan seçim manipülasyonları demokrasiyi ciddi bir biçimde tehdidi sürdürerek Kamboçya, Polonya ve Türkiye'deki seçimleri etkilemiştir." dedildi.
14 Mayıs'ta görevdeki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, eski Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu karşısında yarışı ikinci turda az farkla kazandığı seçimler sonrasında "ülkenin demokratik açmazları yerine muhalefetin yetmezliklerine odaklandığı" tespit edildi.
Medya manipülasyonu ve gazetecilere baskı
Freedom House raporunda AKP iktidarının siyaset tarzı sert ve açık bir eleştiriye tabi tutuldu: "Türkiye'deki seçimler, uzun zamandan beri muhalefet liderleri ve gazetecilere yönelik taciz, tutuklama ve cezai kovuşturmalar yanında iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) medya üzerindeki egemenliği ve devlet kaynaklarını suistimaline sahne oluyor."
"İktidarın ihlalleri yerine, adaletsizliğe uğrayan muhalefet eleştirildi"
Freedom House raporu, "sistematik ihlaller" yerine gündeme muhalefetin adaletsiz bir rekabeti yetirmiş olmasının getirilmesini eleştirdi.
"Sonunda, ifade özgürlüğünün kısıtlanması ve muhaliflerin kovuşturulması türünden hükümetin sıkça başvurduğu büyük sistematik ihlaller, muhalefet güçlerinin adil olmayan bir yarışı kazanamayışının gölgesinde kaldı." denildi.
Türkiye "özgür bir ülke" değil
Araştırmada, 2023'te 15 bölgedeki 195 ülkede özgürlüklerin durumu ele alındı. Ülkeler 100 üzerinden notlanarak "özgür", "kısmen özgür" ya da "özgür olmayan" kategorileri altında sınıflandırıldı.
Rapora göre, dünya nüfusunun yaklaşık 38'i "özgür olmayan", yüzde 42'si "kısmen özgür", yüzde 20'siyse "özgür" ülkelerde yaşıyor.
Avrupa'daki sıralamaya göre, Finlandiya 100/100, İsveç 99/100, Norveç 98/100 puanla "özgür" ülkeler kategorisinin ilk sıralarını paylaşıyor. Türkiye 33/100 puanla "özgür olmayan" kategorisinin en sonunda yer alıyor. Türkiye 51/100 puanla Bosna Hersek ve 57/100 puanla Sırbistan'ın da gerisinde.
Freedom House nedir?
Wikipedia'nın derlediği bilgilere göre, Freedom House, Washington, D.C. merkezli, kâr amacı gütmeyen bir kuruluş. Demokrasi, siyasi özgürlük ve insan hakları konularındaki savunuculuk çalışmalarıyla tanınıyor.
Ekim 1941'de, İkinci Dünya Savaşı'nın başladığı günlerde kurulan Freedom House'un ilk fahri başkanları Wendell Willkie ve Eleanor Roosevelt'ti. Eleanor Roosevelt ABD'nin 32. Başkanı Franklin D. Roosevelt'in eşi ve kuzeni, ABD'nin 26. Başkanı olan Theodore Roosevelt'in yeğeniydi. Başkan Truman döneminde ABD'nin Birleşmiş Milletler temsilciliğini yapmış, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin hazırlanmasına büyük katkıda bulunmuştu. Wendell Lewis Willkie ise ABD'li bir avukat ve Franklin Roosevelt karşısındaki Cumhuriyetçi Parti Başkan adayıydı.
Kuruluşun yıllık "Dünyada Özgürlük" raporu, her ülkenin siyasi özgürlük ve medeni haklar düzeyini değerlendirir. Freedom House ayrıca her yıl dünyada"İnternet Özgürlüğü" başlığı altında önemli bir başka yıllık rapor yayınlıyor. Siyaset bilimciler, gazeteciler ve politikacılar tarafından sıklıkla referans gösterilmekle birlikte kuruluşun demokrasi endeksleri eleştirilerle de karşılaşıyor.
1970'ler ve 2000'ler arasında eleştiriler çoğunlukla, hükümet fonları nedeniyle kuruluşun Amerikan çıkarlarına öncelik verdiği yönündeydi. Ayrıca kuruluşun neredeyse tek başına Raymond Gastil tarafından oluşturulan demokrasi endekslere olan dayanması başka bir eleştiri kaynağıydı. 2018'de, kuruluşun Sivil Toplum Kuruluşu (STK) olmasına ve "muhafazakara karşı" olduğu algısına yönelik olarak "National Review" adlı muhafazakâr bir gazete tarafından sıralama eleştirildi.
Freedom House'un CIA tarafından fonlandığı da ileri sürülmüştü. 2015'te yayımlanan bir haberde, eski ABD Başkanı Ronald Reagan'ın başkanlık kütüphanesinden çıkan belgelerde, Freedom House'un CIA'in 1980'lerde yürüttüğü propaganda çalışmalarında rol aldığı iddia edilmişti.”
Dünyanın enikonu mutlak tahakkümcü devletinin güdümündeki bir yapı olarak bilinen ol Freedom House için dahi yerin dibinde bir ülke gamının var edilmiş olduğu yerin meselini bildirir demir atılan saha. Cürmün demokrasiyi, cerahatin hürriyeti, sonsuz bir kısır döngü içerisinde terörist ilan etme cüret ve yetisinin tastamam eşitliği altüst ettiği bir yerde halihazırdaki durumun felaketine dair bir önerme karşımıza çıkartılır. Kanunsuzluk devletinin ta kendisinden kopan bir yapının sunduğu perspektif Türkiye gibi modernliği en olmadık hallerinde yaşayan, var ettiği sentezle pek çok yıkıcılığı beraberinde hakikatin ta kendisi kılan ülkenin aciz halini sunar. Türkiye modernlik, muasır medeniyet trenini en olmadık hallerle düzenleyen, o erki bambaşka yıkımlara galebe çalması için kullana gelen bir iktidar tahayyülü elinde bugün dününden de beter bir katran karanlığının esiri olur. O görünen köy kılavuz istemeyen Freedom House raporundaki satır aralarında tekrar tekrar yinelenir.
Mezopotamya Ajansından Tolga Güney’in haberini, Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “Kamuoyunda “8. Yargı Paketi” olarak bilinen Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 659 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, 1 Mart’ta Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı. Emeklilere bayram ikramiyesinden Ceza Kanunu’na kadar birçok alanda değişiklik içeren yasa, AKP’nin yıllardır her şeyi torbaya doldurduğu paketlerden oldu. Muhaliflere yine yargı sopasını gösteren iktidar, 2019 yılından itibaren Meclis’ten geçirdiği 8 “yargı paketi” ile icra ve iflas kanunundan ticaret kanununa, infaz kanunundan ceza kanununa kadar birçok yasayı kendine göre değiştirdi.
Yargı yap boz tahtasına döndü
Son paketle birlikte Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından 26 Ekim 2023 tarihinde iptal edilen “Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme” maddesi tekrar getirildi.
TCK’de yapılan değişiklikle, “Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme” fiili müstakil bir suç olarak düzenlendi ve bu maddeden yargılananlara ayrıca 2 yıl 6 aydan 6 yıla kadar hapis cezası verilebilecek. “Örgüt adına suç işleyen” kişi, hem işlediği suçtan hem de “Örgüt adına suç işleme” cürmünden ayrı ayrı cezalandırılacak. Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması (HAGB) ve kişisel verilerin saklanması gibi birçok düzenleme yapılırken, yargı adeta yaz-boz tahtasına çevrildi.
Tek adam rejimi güçlendirildi
Bu süreçten sonra elindeki yürütme ve yasama gücüne yargıyı da ekleyen iktidar, Kanun Hükmünde Kararname ve Olağanüstü Hal (OHAL) KHK’leri ile adeta yargıyı kendine bağladı. 2017 yılında gerçekleşen Anayasa değişikliği referandumu ise tüm dengeleri değiştirdi. Yapılan değişiklikle Cumhurbaşkanı hem devletin hem de hükûmetin başı ilan edilerek, başbakanlık kaldırıldı. Cumhurbaşkanı, yardımcılarını ve bakanları hem atama hem de görevlerine son verme yetkisine sahip oldu. Kendisine, Anayasa değişikliği yapan kanunları gerekli görürse halkoyuna sunma ve yürütmeyle ilgili konularda “Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” çıkarma yetkisi verildi. Yine Cumhurbaşkanı’na OHAL ilan etme yetkisi ve Meclis’e bunu onaylama, süresini uzatma veya kaldırma yetkisi verildi. Meclis’in savaş haricinde OHAL’i dört aya kadar uzatabileceği belirtildi ancak üst üste OHAL ilan edebilme yetkisi kısıtlanmadı.
29. maddeyle AİHM engeli
Düzenlemenin 29’uncu maddesinde “İfade özgürlüğü suçları” olarak tanımlanan suçlara temyiz yolu açıldı. Ancak hukukçular, bu düzenlemeyi “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Yolunda Bir Yeni Engel” olarak değerlendirerek, AİHM başvuru sürecini geciktirme potansiyeli taşıdığı için tepki gösterdi.
Siyasi tutsaklar yine yok
Nisan 2020’de yapılan düzenlemede ise, yaklaşık 90 bin tutuklunun cezaevlerinden tahliyesini sağlayan ve kamuoyunda “infaz düzenlemesi” olarak bilinen kanun Meclis’ten geçti. Hayatlarını cezaevinde yalnız idame ettiremeyen 65 yaşını bitiren hükümlülerin cezasının denetimli serbestlik tedbiri altında infaz edilmesi imkanı tanınırken, siyasi tutsaklar bu yasanın dışında tutuldu.
5’inci Yargı Paketi olan “İcra ve İflas Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi” de 25 Kasım 2021’de Meclis’te kabul edildi. Yapılan düzenleme de salgın sebebiyle, açık ceza infaz kurumlarında bulunanlarla kapalı ceza infaz kurumunda bulunup da açık ceza infaz kurumlarına ayrılmaya hak kazanan hükümlülerin, denetimli serbestlik tedbiri uygulanarak, cezasının infazına karar verilen hükümlülerin bu kapsamdaki izin süresi 31 Mayıs 2022’ye kadar uzatıldı. Fakat yine siyasi tutsaklar bu kapsamın dışında bırakıldı.
İstismarcılara yine ödül
9 Haziran 2021’de, 4’üncü Yargı Paketi olarak bilinen “Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” Meclis’te kabul edilerek yasalaştı. Yargı paketinde, “terör, soykırım, insanlığa karşı suçlar, kasten adam öldürme, çocuğun cinsel istismarı” suçlarının da aralarında bulunduğu “katalog suçlar”dan tutuklamada “somut delil” aranması koşulu getirildi. Bu koşul siyasi suçlarda işletilmezken, “çocuk istismarı” ve “tecavüz” suçlarından yapılan yargılamalarda uygulandı. Kadın örgütleri, bu düzenlemeyle çocuğa yönelik cinsel suç işleyen faillerin tutuklanmasının zorlaştırılmasına tepki gösterdi.”
Freedom House’un neden bu ülkeyi demokrasi liginde en diplere yolladığının da ayan beyan hikayesidir şu yukarıdaki haber metni. Bunun gibi nicesini görebilmek mümkün bu sahanlıkta. Her yargı paketinde biraz daha un ufak edilen, düzenlendiği zikredilirken daha da karmaşık kılınan hakkın, hukukun lağvedilmesini, daha doğrusu erkanı muktedirin aklı ve zikrine göre yönlendirilmesine zemin kılan her tahayyül bambaşka yıkımları beraberinde getirir. Bu hallerin yekununda kurumsallaştırılan bir ülke izleğinde o yıkımın her ana içkin kılınması söz konusudur. Dur durak bilmeksizin bir yıkım tahayyülünün tam da ortasına demirliyor ülke. Birilerinin bildirmesine, kimi kurumların iş işten geçmiş olan şu halde bildirimine gerek kalmaksızın o var edilen cerahat hayatı her nasıl örseliyor bunu bilmek bile ağır geliyor. Bir cendere sarmalına rehin ediliyor ülke denilen sahne. Yönerge ve kanun / nizam diye sunulagelen her şeyin bir biçimde o cendereyi var ettiği gerçekliği sorgulanmıyor artık. Tümüyle yıkım dört bir yanda var edilirken nihai teslimiyet için her gün yeniden güncellenen bir tahakküm haresi ile kuşatılıyor müştereklerimiz. O müşterek mesellerin en büyüğü olanlardan ortak, eşit, adil bir ülke hayalinin köküne de kibrit suyu tüm kibirli hallerle birlikte dökülmeye çabalanıyor. Her günün başat ögesi kılınmış olan o yıkım tahayyülünün kıyısında umut hiç yaşar mı? Bir şeyler yazmamıza gerek olmaksızın kendi gözlerinizle, gündelik yaşama düşürülen gölgeleri takip ettiğinizde zaten her ne demeye çalıştığımız da meydana çıkacaktır. Dönüp, durup, bir saniye bakıyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Inclusion And Diversity – Nanzeeba IBNAT – Behance
1 note · View note
seslimeram · 2 months
Text
Ümitsizliğin Meseli
Tumblr media
Naz, niyaz yok olduğu gibi paldır küldür bir tahakküm boyunduruğu, daimi bir sınamalar silsilesi içerisinde köşeleri çoktan kırılmış, sürprizsiz, düş kırıklığında bir hayat var. Doğrudan doğruya bu döngünün daimi olmasına çalışan bir baş efendi söz konusu artık. Hiçbir ümidi yirmi dört saat yaşatmayan bir aklın var edeceği her türden bet / feci için bir zemin kılınıyor ismi bir biçimde yeni diye anılan ülke. Tek hedeflenen şeyin sadece baskın bir ülke imajını / dikta eden bir temsilin arkasını kollamak olarak biçimlendirildiği zeminde paldır küldür fecaati var etme hali devamlılığa kavuşturulur. Tümüyle nobran, hiç mübalağasız bir tehdit halini o sarmal içerisinde yeniden güncellemek rotasına düşülen bir mesel kılınır. Cerahatin nesi nasıl düzeltilebilir ki, bunca her şey eğrelti bir halde yarım / eksik kılınırken yanıtsızdır iş bu menzilde. Seçim sathı mahallinde, ister genel ister yerel olsun biteviye tükenişin tam ve eksiksiz bir biçimde öne sürüldüğü yer gerçekliğidir mesele. Ya bizimlesiniz yahut da kara toprağın yollu göndermelerin, biz varsa o, bu, şu var biz yoksak hiçbirisi yok üstüne de havayla cıvayı alırsınız yollu göndermelerin ortasında o tahakküm boyunduruğu altına yollanmış bir hayat imgesi var edilir, ne eksik, ne laf kalabalığı.
Hiçbir şeyin doğru izlekte var edilmediği bir zeminin hikayesidir bu sürprizsiz hayat imge ya da anlatımı. Doğrudan doğruya tek adam rejiminin katkı sunan çete üyeleriyle birlikte, en kestirmeden memleketi tımarhaneden hallice kıldığı bir iklimin meselesi bugünün açık kestirmeden en kalıcı sonuçlarından birisidir. Her gün bir acayipliği düşünüp, taşınıp var ederken muktedir eliyle o kesintisiz cürüm bütünleşik menzil güncellenendir. Sonu daimi bir biçimde karanlıklara çıkagelen yerde hayatın sürprizlerini, çekilebilir yanlarının da en kestirmeden törpülenmesi var edilendir. Yirmi bir yıllık iktidar tahayyülünün, kolaylıkla birlikte alt ettiği muhalefet nam çatının bütün o yüzeylerinin de teslimiyetçi hallerinin refakatinde bu dönüşüm var edilir. Birbirlerinin gırtlağına çökmekle meşgulken Özel ile Akşener, küçük tefek yüzdeler partilerinin başkanları vesairesi bir kenardan bütün bu oyun kurma halini, yok etme sistematiğini, hayatı dar etme / dar bir kalıpta var etme ihtimal ve olasılıklarına artık yeter diyebilen Halkların Demokratik Partisi gibi küçücük direniş odakları olmazsa o mutlak karanlık her yeri kuşatacaktır. Zaten amaç da bir asırdır dün Ermeni, Süryani, Rum nasıl duyulmayıp, yok olmanın kıyısına taşındıysa, bugün bir kez daha Alevi / Kürd / Sol titrine haiz olan kesimleri bu toplumdan ilelebet def etmek adına bir istikamet güncellenir. Ki bunca yaranın ortasında o gri, kurşuni, simsiyah haller içindeki memleket denilen yer imal olunur.
Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “Colemêrg’in Rubarok ilçesine bağlı Düve köyünün girişine X Ray cihazı konuldu. 90’lı yılların OHAL uygulamalarını hatırlatan görüntülerde, köylüler evlerine gidebilmek için her seferinde askerlerin aramasına maruz kalıyor.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Colemêrg (Hakkâri) Milletvekili Öznur Bartın, sanal medya hesabı X’ten bir video paylaşarak Rubarak’un (Derecik) Düve köyüne askerler tarafından X Ray cihazı konulduğunu ve köy halkının evine gitmek için her seferinde çıplak aramaya maruz kaldığını aktardı.
Bartın’ın paylaşımında yer verdiği videoda köyün girişine kurulan kulübenin içinden köylülerin aranarak geçtiği görülüyor. Görüntüler, 90’lı yıllarda OHAL döneminde köylere kurulan arama noktalarını hatırlattı.
Bartın’ın paylaşımı şöyle: “Yok, bu kadarı da olmaz demeyin. Söz konusu Kürtler olunca oluyor! Derecik Düve köyünün halkı evine gitmek için köyün girişindeki askeri noktada X-Ray cihazından geçiriliyor, çıplak aramaya maruz kalıyor, kimliklerine el konuluyor. Zulmünüz batsın. Nedir bu halkın sizden çektiği!”
Bartın, konuyu Meclis gündemine de taşıdı. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın cevaplaması istemiyle verilen önergede şu sorulara yer verildi:
“* Hakkâri Derecik ilçesine bağlı Düve köyünde yaşayan yurttaşların köylerine gidebilmek için askeri kontrol noktasında X-Ray cihazından geçtiklerine, askerlerce kimliklerine el konulduğuna dair bilginiz var mıdır?
* Düve köyü girişindeki askeri kontrol noktasında köy halkının X-Ray cihazından geçirilmesinin, askerlerce yurttaşların kimliklerine el konulmasının ve yurttaşlara karşı yürütülen onur kırıcı muamelenin hukuki gerekçesi nedir?
* Derecik Düve köyüne giriş-çıkışlarda köy halkına verilen rahatsızlık ve uygulanan baskı nedeniyle hakkında işlem yapılan asker sayısı kaçtır?
* Köye giriş-çıkışlarda Düve köyü halkına yönelik yürütülen bu askeri baskı uygulamasına dair bir araştırmanız var mıdır? Köy halkının X-Ray cihazından geçirilmesi başta olmak üzere yaşanan bu hukuksuz ve onur kırıcı uygulamaya ne zaman son verilecektir?
* Yurttaşlara karşı askeri baskıların ciddi boyutlara vardığı belirtilen Düve köyünün yol, su, elektrik gibi temel hizmetlerden yoksun bırakılmasının gerekçesi nedir?
* Düve köyü halkının temel hizmetlere erişimi noktasındaki sorunların giderilmesine dönük bir çalışmanız var mıdır? Köyün yol, su, elektrik sorunu ne zaman çözüme kavuşturulacaktır?”
Köşeleri kırılmış olagelen ol sürprizsiz hayat imgesinin her nasıl bir cendereye dönüştüğü halihazırdaki şu tek örnekten dahi belirgindir. Düve Köyünde insanlara salt aidiyetleri bir başka halktan olduğu için zulmetmek olağan bir halle karşılanır. Doksanlı yılların cendere ile işkence hallerini birbirine yakın tutan, iç içe geçmiş mahvetme şablonunu daimi bir hal ve istemle birlikte derdest etmek adına kullana gelen bir aklın sunduğu şeyin geçmişi birebir tekrarlamaktan ötesi olmadığı muhakkaktır. Yolun yordamın, izah ve izanın birlikte yok edildiği bir zeminde askeri baskıların orantısız bir şiddet sarmalını gündelik bir hale taşımasının hesabı ve akıbeti her ne olacaktır ki? Süreğen kılınan bir şiddet sarmalı, denetim, gözetim ve tahakküm üçlüsüyle Kürd sorununun neresi çözümlenebilir ki! Asırdır heder olunan, ötekisine karşıtlıkla birlikte imal edilen demokrasinin yerine ikame edilmiş otokrasi ile işkenceye varan uygulamalar, hakir görmeler, hukuku çiğnemeler arasındaki bağı görebiliyor musunuz? Bir halkın var olma mücadelesini her seçim sathı mahallinde inatla “terörize” ederek kurulacak dostluktan / kardeşlikten kime ne fayda vardır! İlişikteki haber metnindeki gibi Bakur Kürdistan’ında ve Rojava’da işgal edilmiş olan Afrin gibi kentlerde icrasına devam olunan o şiddet / dayatma kültürü karşısında insani normu kim ne zaman fark edecektir, sahiden sorgular mıydınız.
Bianet’ten aktaralım: “İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) bugün yayımladığı bir raporda, Türkiye'nin Kuzey Suriye'de kontrolü altındaki bölgelerde kendi güçleri ve desteklediği yerel silahlı gruplar tarafından işlenen hak ihlalleri ve potansiyel savaş suçları konusunda sorumluluğu olduğunu belirtti.
"Her Şey Silah Zoruyla: Türkiye İşgali Altındaki Kuzey Suriye'de Hak İhlalleri ve Cezasızlık" başlıklı 76 sayfalık rapor, silahlı gruplardan oluşan Türkiye destekli bir koalisyon olan Suriye Milli Ordusu ve 2018'de Suriye Geçici Hükümeti ile Türkiyeli yetkililer tarafından ihlalleri önleme amacıyla kurulan Askeri Polis yapısının kaçırma, keyfi gözaltı, hukuksuz alıkoyma, cinsel şiddet ve işkence eylemlerini belgeliyor.
HRW ayrıca Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile istihbarat teşkilâtlarının ihlallerin gerçekleştirilmesinde ve denetlenmesinde rol oynadıklarını tespit etti.
Raporda öne çıkanlar şöyle:
"Türkiye, Kuzey Suriye'de işgali altındaki topraklarda kendi güçleri ve desteklediği yerel silahlı gruplar tarafından işlenen ciddi ihlallerin ve potansiyel savaş suçlarının sorumluluğunu taşımaktadır.
Türkiyeli yetkililer ihlallere seyirci kalmanın ötesinde işgalci güç olarak sorumluluk taşımakta ve bazı durumlarda "güvenli bölge" olarak adlandırdıkları yerlerde açık savaş suçlarına doğrudan dahil olmaktadırlar.
Türkiye kamu düzeni ve güvenliğini yeniden tesis etmek, bölge sakinlerini korumak, ihlallerin faillerini sorumlu tutmak ve mülk sahipleri ile geri dönenlerin haklarını güvence altına almakla yükümlüdür.
Türkiye, sivil halkın güvenliğini ve refahını sağlamakta başarısız olmuştur. Bölgede yaşayan 1,4 milyon kişi için hayat hukuksuzluk ve güvensizlik içinde sürmektedir. Geçmişte Suriye Milli Ordusu yönetimi altında yaklaşık üç yıl yaşamış olan bir kişi: "Her şey silah zoruyla oluyor."
Türkiye'nin 2018'de Afrin'de gerçekleştirdiği "Zeytin Dalı Harekâtı" ve 2019'da gerçekleştirdiği "Barış Pınarı Harekâtı"ndan bu yana bölgede yaşayan yüz binlerce kişi yerinden edildi.
“Güvenli bölge”
HRW Orta Doğu Direktör Yardımcısı Adam Coogle, raporla ilgili "Kuzey Suriye'de Türkiye'nin otoritesi altında yaşayanlara yönelik işkence ve zorla kaybetme gibi süregelen ihlaller, Türkiye tarafından sorumluluk alınıp durdurulmak için harekete geçilmediği sürece devam edecektir," dedi ve ekledi:
"Türkiye'nin Kuzey Suriye'de bazı bölgeleri işgal etmesi, hukuksuzluk, cezasızlık ve ihlal ortamını kolaylaştırdı. İlgili bölge ‘güvenli bölge’ olmaktan çok uzak.”
Basitçe hayata müdahalelerin “terör” öne sürülerek nasıl yeniden güncellendiği bir kere daha resmen rapor edilir. İnsan Hakları İzleme Örgütü, Kuzey Suriye sahanlığında Türk devletinin var ettiği açmazların pek de öyle insani bir koruma olmadığını tam tersine etnik bir dönüşümü, bitmeyen bir savaş menzili kılınmış Suriye sahnesinde bir kere daha yaraları deşme adına olduğunu göstere gelir. Hak kavramının, hukuksuzluğa resmen esir edildiği, cezasızlık politikasının kentleri / çeper ve çevreleriyle bir deney sahası kıldığı yerde onca zamanda sunulanın hazin sureti zaten bütün meramı da özetler. Bu arada o rapor satırlarına yansımamış olsa da zeytin ağaçlarının bulunduğu tarlaların imha edilmesi sürecinden, yerel halkın yaşama / beslenme ve barınma kaynaklarına kurulmuş olagelen tüm tahakküm / esirgeme hallerinin de nasıl bir köşeleri kırılmış, yok ediciliği mutlak kıla gelen bir tahayyüle evirdiğini gösteren kimi yansılar, sosyal medya sitelerinden ara sıra görünür kılınır. Bunca can havliyle yaşamı zehirlemeye çalışmanın sahiden bir sonu olacak mıdır. Nereye kadar bu “güvenli bölge” senaryosunda gündelik yaşam ihtimalleri, kentlerin müşterekleri, sıradan insanların hayatları yerle bir edilecektir.
Naz, niyaz yok olduğu gibi paldır küldür bir tahakküm boyunduruğu, daimi bir sınamalar silsilesi içerisinde köşeleri çoktan kırılmış, sürprizsiz bir hayat var ediliyor artık. Erkanı muktedir ve avenesinin sunduğu yeni ülke, bağır çağır bir hizalama ekseninde, duraksama nedir bilmeden imal edilen çetrefilli bir tahakkümün boyunduruğu altına terk ediliyor. Hiç olmadığı kadar zor şartların, bellekte yer etmemiş dayatma hallerinin mütemadiyen sahici bir istekle savunulduğu / yinelendiği bir zeminde mutlak doğru, eksik hayatlardan ibaret bir biçimde güncelleniyor. Neyi doğru ki şu ülkenin derken, her an bambaşka yaraların tam da göbeğinde seyrüsefere çıkartılıyor seksen dört milyon kusur insan. Sürpriz kılınamayacak kadar doğrudan yıkımlar icraatmış kabilinden bildirilmeye devam olunuyor. Yerel seçim gümbürtüsü içerisinde doğal / en direkt hak bildiği bir tavırla beraber muktedir saldırmaya / hayatı dönüştürmeye devam diyor. Hiçbir biçimde yarınını sorgulamayan, şu andan başlayarak kitleleri kuşatan, esir alan, yerinden yurdundan eden, aç koyan ya da açlıkla sınayan bir menzilin tek bir iyi günü söz konusu olabilir mi? Öyle bir yerin demokrasi, hukuk, hürriyet, adalet, eşitlik gibi kavramları tabeladaki boşluklara yazılması dışında icra edilebilir, yaşamda bir karşılığı söz konusu edilebilir mi? Pragmatist siyasetin, sığ söylemlerin, birbirinin tekrarı, beteri olagelen çıkarımların ve nizam belirleyici olarak öne sürülen hamlelerin refakatinde bir demokrasi bahsi, cumhuriyet tahayyülü, ülke mefhumundan söz açılabilir mi? Her şey alabildiğine çürümeye yüz tutarken... sahi... öyle... gerçekten...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: “For Ann Babe’s Article ‘On The Other Side’ For The California Sunday Magazine.” - Hokyoung KIM – Commarts
0 notes