Yıkıcı Günlerin Kenar Notları
“Muhtemelen sizin de, hem de çok defa, konuşmanıza "hepimizin hemfikir olduğu gibi" ifadesiyle başladığınız oluyordur. Eminim, insanların da böyle konuştuğunu duydunuz. Ya da bu ifadeyi gazete makalelerinde, özellikle aslında bir tür okura seslenen başmakalelerden okuyorsunuz. Ancak hiç kendinize bu "hemfikir" olan "hepimizin" kim olduğunu sordunuz mu?” Sosyolojik Düşünmek – Zygmunt Bauman – Ayrıntı Yayınları
Doğrudan, yalın, katışıksız bir döngü içinde hayat mefhumu talan ediliyor. Bildik tümce, betimlemelere yer bıraktırmayacak bir açıklıkla, muktedir ve avenesi bir kere daha tüm o seçim sathı mahallini öne sürerek hayatın kuşatılmasını doğru ve apaçık bir yıkım idesini imal etmeye devam ediyor. Biyolojik politik bir sarmal olarak güncellenen yeni ülke fikri doğrudan o faşist amirin, baş efendiye dediği gibi yeni yüzyılın başa örülecek çoraplarını güncellemek için doğrudan tutkuyla iteklenir. Demokrasiyi sahici olarak bir dolgu olarak gören ve amaca ulaşabilmek adına kullanışlı bir aparat kılan / belleyen o muktedir aklının bir tevatür değil doğrudan yönlendiği saha o çitlenmiş, hayat idesinin kuşatıldığı bir yeri de göstere gelir. Yirmi bir yıllık iktidar tahayyülünün var ettiği eşik o dönemeçler içinde, arasındaki zulmü yaşamda sabit kılıyor. Doğrudan müdahalelerle birlikte var edilmiş olan sözüm ona mutabakatlarla madun siyaset pragmatist bir ülkeyi dönüştürür. Ezberler, daim yinelenen masallar ve daima karşılıksız konulan hikayeler / atfetme halleri bu taraz taraz hayatı gösterir. Lime lime edilmiş sıradanın hayatı denetim, gözetim ve tahakküm üçlüsü refakatinde devletlinin propaganda aygıtını değerlendirmesiyle beraberce zehirlenmiş başka bambaşka bir tavra / yönelime evrilir. Bu hallerin istikametin esas var edilen şey o hayatın talan olunmasıdır.
Herkesin hemfikir olduğu yanılgısını kullanışlı addeden, bununla kendisine yepyeni bir istikamet imal etmeyi, yanlışı doğru, eğriyi düz, yalanı hakikat olarak gören bildiren bir toplamla hayat mefhumu topyekun kuşatılır. Sosyal politik deneysellik / deneyi aleni bir yaşam aksiyonu kılan devletlinin var ettiği her şey o tasavvur olunan yıkıcılığı güncel bir mefhuma dönüştürür. Geleceğini bir şimdi içerisinde tüketen, şimdisini dününün devamı kılan, dününü de olabildiğince yalın bir biçimde unutturmaya çalışan aklın sunduğu her şey hayat mefhumunu derdest etmeyi amaç edinir. Cerahat içerisinde, birbirinden bağsız, bağlantısız görünse de her durumda birlikte / hep beraberce okunduğunda gerçekliği tam ve eksiksiz ortaya çıkan bir cerahat imiyle hayat mahvedilir. Baş efendi, baş faşist ve tüm o zümrelerin birlikte imal ettikleri yenilik dolu ülkenin ısrarla geçmişini tekrarlayan, daim bir biçimde yorgun düşüren, kötülüğü önceleyip, hayatı zehreden bir sureti temsile evrimi kesintisiz kılınır. Seçim sathı mahallinde onca tehditle, bir dolu hakaretle, daimi bir ayrım ve ötekileştirmeyi öne sürüp, ardından da kimseler sıkıntı çekmiyor, kimsenin kimliğine karışmıyoruz, hayatın özgürlüğüne saygı duyuyoruz gibi nice çıkarım var edilirken hakiki olan şey bodoslama bir yıkıcılıktır. Her gün her yerde, hemen hemen her şekilde.
Evrensel Gazetesinden Ali Alper Alemdar’ın makalesini aktaralım: “Merkez Bankası son faiz kararı ile havlu attığını ilan etmiş oldu. Burjuva iktisatçıları arasındaki genel kanının aksine, Merkez Bankasının faiz kararını, rasyonel politikalara dönüşten ziyade, panik halinde alında alınmış bir karar olarak görmekteyim. Keza, Şimşek döneminde, rasyonel politikalara dönüş adı altında, kuru kontrol altına almada işe yarayan politikalardan, saatli bomba denilerek, vazgeçildiğini gördük. Elindeki araçlardan vazgeçen Merkez Bankası ve Mehmet Şimşek, son çare olarak faizi beklentilerin üzerinde yükseltti.
Faizi yükseltmek, gerçekten TL’nin değer kaybını engelleyebilir mi? Eğer, bu soruyu 2017 yılı öncesi cevaplamam gerekseydi, bir nebze de olsa evet diyebilirdim. Fakat, 2024 yılında, güncel uluslararası ve ulusal politik ekonomik konjonktürde bunun pek de mümkün olmadığı gözüküyor. Peki, para arzını ‘sıkılaştırma’ ve faizi yükselterek kur şoklarını engelleme politikasının etkileri nelerdir ve özellikle seçim sonrası bizi neler beklemektedir.
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Şimşek dönemindeki para ve maliye politikası, genel seçim öncesi Millet İttifakının önerdiği politikalardan çok farklı değil. İttifak dağılmasına rağmen, ittifakı oluşturan partilerin halen daha aynı çizgide olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Şimşek’in, rasyonele dönüş adı altında uyguladığı politikaların faturasının bedeli ise işçi sınıfı için günden güne artmaktadır. Nebati döneminde başlatılan işçi sınıfını fakirlikle kontrol altına alma stratejisinin, Şimşek döneminde işsiz ordusunu büyütme stratejisine dönüştüğünü, gerek kemer sıkma gerekse de faiz politikasından görebiliriz. Son alınan faiz kararının etkilerinin, bu yönde olması kuvvetle muhtemeldir. Keza, faiz artışının etkileri, halihazırda olabildiğince baskılanmış ücretlerden ziyade, işsizlik üzerinde olacaktır. Bunun en önemli göstergelerinden birisi kapanan şirketlerinin sayısındaki artış, faiz politikasının sonuçlarını yansıtan önemli göstergelerinden birisidir.
Kur şoku ile başlayan, pandemi kaynaklı üretimdeki azalma ile derinleşen ve şirketlerin süper kârları ile devam eden enflasyonun, nedeni ise halen daha Şimşek ve burjuva iktisatçıları tarafından ücretler ve talep olarak görülmektedir. Halbuki, bu iddiayı kanıtlayacak ne anlamlı bir veri ne de çalışma bulunmaktadır. Buna rağmen, para ve maliye politikası, böylesi bir sorunun varlığı üzerinden yapılmaktadır. Bu politikaların kendi içerisindeki tutarlılığı ya da Şimşek’in gerçek bir politikası var mı tartışılabilir. Fakat, bir sene içinde atılan her adımın, sermaye yanlısı olduğu görülmektedir. Faizlerin arttırılması, kemer sıkma politikaları, küçüklü çaplı işletmelerin kapanmasına, tekelleşmenin ve işsizliğin artmasına neden olmaktadır. Bununla birlikte, reel geliri günden güne eriyen emekçiler, yaşamlarını idame etmek için daha fazla borçlanmak zorunda kalmaktadır. Kamu dışı borçlanma sorununu, işçi sınıfının yaşadığı kriz olarak tanımlamaktan ziyade, aşırı harcama kaynaklı gören burjuva iktisatçıları ise borçlanmanın maliyetini arttırmayı savunmaktadır. Son dönemde yürürlüğe giren kredi standartlarındaki sıkılaştırma ve borçlanmanın maliyetinin arttırılması da tam da bu nedenledir. Bütçe dengesi adı altında yapılan kamu harcamalarının azaltılıp, vergilerin artırılması ise kamu dışı kesimin borçluluğunu arttırmaktan başka bir etkiye sahip değildir. Faiz yükseltme ve parasal sıkılaştırma kararları sonucunda ise kamu harici borçluluğun artmasının yanı sıra, borcun maliyeti ve borca ödenen faiz de artmaktadır. Servet transferini tam da böylesi bir tabloda görmekteyiz. Bu politikalar altında emekçilerin daha fazla borcun içine sürüklendiği ve yeni düzenlemeler nedeniyle, daha fazla faiz ödeyeceği aşikardır.
Her seçim öncesi, seçimden sonrası tufan diyen iktisatçıların aksine, seçimlerden bağımsız olarak, emekçilerin yaşadığı kontrollü tufanı anlamamız gerekmektedir. Keza, deprem sonrası mülksüzleştirme politikaları, vergi politikasının dizaynı ve faiz-kemer sıkma politikaları, emekçilerin, sermaye ve devlet tarafından disipline edilip, kontrol altına tutulmasına yöneliktir. Bahsettiğim politikalar birbirinden bağımsız değildir. Her bir politika birbirine bağlı olarak, işçi sınıfını kontrollü tufanın içinde tutarak, politik gücünü zayıflatmaya yöneliktir. Devletin politikalarını bu şekilde deşifre etmediğimiz sürece, emekçiler, politik güçlerinin zayıflıklarından dolayı AKP ve Yeniden Refah gibi partilerin etkilerinin altından çıkamamaktadır.
Tüm bu resme ve olasılıklara rağmen, seçim sonrası politikalarda değişikler olabilir. Elbette, işçi sınıfı lehine çok da olumlu bir gelişme beklememeliyiz. AKP, yerel seçimlerde büyük bir hezimet yaşamaz ise bu politikalar muhtemelen devam edecektir. Fakat, ciddi bir seçim hezimeti yaşanırsa, Şimşek yönetiminin ömrünün de uzun olacağını düşünmemekteyim. Seçim, AKP lehine sonuçlansa dahi, Şimşek’in ortodoks politikalara dönüş çabaları, Türkiye’yi işsizliğin arttığı ve gelir dağılımın iyice bozulduğu bir döneme sürekleyecektir. Faiz kararını, tam da bu çerçeve içerisinde değerlendirmeliyiz. Merkez Bankasının faiz kararı ne piyasa gerçeklerine göre verilen ne de kısa vadede nefes aldıracak bir karardır. Keza, piyasa gerçekliği diye adlandırabileceğimiz homojen ve mutlak bir yapı yoktur. İşçinin piyasa gerçeği ile burjuvanın piyasa gerçekliği arasında ciddi farklar vardır. Kemer sıkma ve faiz politikalarına, piyasanın da değil de işçi sınıfının gerçekliği üzerinden baktığımızda ise devletin ve sermayenin iş birliğini görmek mümkündür. Seçim öncesi başlayan ve sonrası devam etmesi muhtemel ekonomi politikaları, kuvvetle muhtemel, işçi sınıfının içerisinde bulunduğu kontrollü tufanı ve yoksulluğu derinleştirip, sermayenin, sınıf üzerindeki kontrolünü artırmaya yarayacaktır.”
Tümüyle herkesin hemfikir olduğu yanılgısı karşısında muktedirin ses vermesine müsaade ettiklerinin dışından bir meram her şeyi bir kere daha görünür kılar. Anlatılan ile yaşananların arasındaki derin uçurum halinin gerçekliği acı bir Türkiye imgesini de sunar. Hayat mefhumunun talan olunmasında aşılan ekonomik eşiğin her nasıl biçimlendirildiği, dahası taviz üstüne taviz verdirilen insanların sıradan olanlar harici kimselerin olmadığını gösteren bir tavırla biçimlendirildiği meydana çıkar. Seçim sathı mahalli geçicidir, geriye kalan talan / linç / yoksunluk politikası bir hakikat. Günbegün ezber edilmiş şablonlarla bir memleketin esas yıkımına dair hiçbir ön alma bahsine yer vermeden gününü gün etme hallerinin çeşitlendirilmesine tanık ediliyoruz. Afaki kılınmış ol müşterek, herkesin hemfikir olduğu ülke / yönetim / gündelik yaşam pratiklerinin her neyi kapsamadığını artık çok daha net görüyoruz. Hiç kimselerin, hiç kimselere yanlama ihtiyacı olmayan ol sıradan insanların meramının, mesellerinin her ne olduğuna dair en ufak bir tepkimenin var edilmediği yerde, ekonomik / sosyal politik güncel kabus halinin devamlılığı seçim bahsinin ilerisindeki karanlığı imler. Herkesi ortaklaştırmak yerine inatla ayrımcılığa, bir biçimde ötekileştirmeye çaba sarf eden, buna bel bağlayan bir menzilin katran karanlığı her ne olacaktır, düşünür müsünüz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Bülent KILIÇ – İstanbul 2014
1 note
·
View note
Murat Kurum'un 1,5 milyon konut vaadi: Maliyeti ortalama 40 Milyar dolar, bu para değil İstanbul belediyesinin bütçesinde ,Türkiye'nin bile bütçesinde yoktur, peki bu maliyet hangi kaynaklardan karşılanır, bedelini kimler öder.
Belediye başkan adayı Murat Kurum'un konut vaadi
İstanbul belediye başkan adayı Murat Kurum'un 1.500.000 konutu deprem yönetmeliğine göre yeniden inşa edeceği vaadini duyan birçok vatandaş şaşkınlık içinde. Bu kadar konutu yeniden yapmanın maliyeti ne kadar olabilir?
Bu sorunun cevabını bulmak için biraz hesap yapalım.
0 notes
Sel felaketinde zarar gören Doğankent, yeni görünümüne kavuştu
Sel felaketinde zarar gören Doğankent, yeni görünümüne kavuştu
Sel felaketinde zarar gören Doğankent, yeni görünümüne kavuştu
Giresun’da 2 yıl önce yaşanan sel afetinde Dereli ilçesinden sonra en çok zarar gören Doğankent ilçesindeki afet evleri ve kentsel dönüşüm projesiyle yapılan 156 konut ve 40 işyeri sahiplerine teslim edilmeye başlandı.
Giresun’da geçtiğimiz 22 Ağustos 2020 yılında yaşanan şiddetli yağışlar sonrasında Dereli ilçesi başta olmak üzere…
View On WordPress
0 notes
Kentsel dönüşüm planlama çalışmaları başladı
Kentsel dönüşüm planlama çalışmaları başladı
Sağlıksız kent dokularının iyileştirilmesinde ve kentsel sorunların çözümünde ekonomik, mekânsal, toplumsal koşulları dikkate alarak projelendirilen kentsel dönüşüm Giresun’ da da hayata geçecek.
Kale Mahallesi sınırları içerisinde bulunan 3,61 hektarlık alan, riskli alan ilan edilmiş olup, hazırlanan proje Trabzon Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü tarafından kabul edilmişti.
Bu…
View On WordPress
0 notes