Tumgik
#kısahikaye
muhammetseyfullah · 2 months
Text
Tumblr media
İçmeden sarhoş olmak isteyen Galata'ya baksın. Orada benim tarihim yatar.
Tüm sevinçlerim ve hüzünlerim Galata'nın ta kendisidir. Dumanlı kafamın ötesinde, simsiyah gözlerimin akında Galata dikilidir.
Ben Galata'yı düşünürüm, o da beni düşünür. Her daim.
35 notes · View notes
tahapodcasts · 1 year
Text
Boş (kısa öykü) "Spotify Podcast"
Tumblr media
Kadının o güne dek çizdiği tüm hikayeler üst üste resmedildiğinde, ortaya kainatın resmi çıkmıştı. Galaksiler, kara delikler, süpernovalar, ölmekte olan yıldızlar ve yeni doğan nebulalar, gök taşları ve sonsuz potansiyel içeren dünyalarıyla, bütünüyle bir evren resmi…
“Böyle işte… Özetle hayatımın çoğu safhasında başkalarının yazdığı hikayelerde rol aldım, bana biçilen kostümleri giyip başkalarının repliklerini okudum. Fakat sana bahsettiğim o an, hiçbir yerde okumadığım, hiç kimsenin bana söylemediği, çok orijinal bir andı. Kendimi her şeyle bağlantıda, bütün ve tam hissettiğim bir an…”
10 notes · View notes
yazmayolculugu · 11 months
Text
Çorba
Çorbanın geç gelmesi birden sinir etmişti onu. Sözde bu kadar önemli olan bir günde, bilmem kaç parçadan oluşan set menünün ilk girizgahi olan tabağın geç gelmesi her şeyi daha da absürtleştiriyordu.
Madem bu kadar önemliydi, madem bu kadar elzemdi, çorba niçin geç gelmişti? Halbuki aylar sürmüştü planlamaları. Önce bir fikir, sonra fısıldaşmalar, konuşmalar. Bir tema, yer ve gün, kimlerin katılacağı hatta bir organizasyon firması! Günler kala uykusuz kalınan geceler, panik, stres, konukların gelip gelemeyeceği, elbiselerin son anda alınan bir kaç kilodan dolayı tam olmaması ve o kilonun verilme telaşı (pul biber ve yoğurt kürü, korkulu rüya). Müziğin ayarlanması, mükemmel olma isteği, birbirinden nefret eden insanların bile sırf bu gece için bir araya gelmesi. 
Ve hepsi çorbanın geç gelmesi için miydi?
Kafasını sağa sola çevirdi. Insanlar umursamıyordu. 
Ama nasıl olur? 
Çorba nasıl geç kalır? 
Bu geceden başka kayda değer bir telaşesi olmayan bir grup insan bir araya gelmişti ve çorbanın hala masada olmaması onları rahatsız etmiyor muydu? Küfretti içinden. Tuttuğu çatalı sıktı ellerini dişlerini sıkmamak adına. Üstelik neden çatal?
Ne güzel olmalıydı onların kafalarının içi. Tertemiz, pasparlak. Halbuki boşluğu görmemişler miydi? Hep orda olan o boşluğu? Mutlaka ve mutlaka her insan hayatının en az bir anında farketmiş olmalıydı varlığını. Bir anda, belki uzaktan bir akrabasının cenazesinde ansızın çıkagelen o "Neden?" Sorusunu. 
Neden? Neden? Neden?
Bunca uğraş, bunca emek ve çorba geç kalmıştı. Hala masada değildi ve canını bu kadar sıkmamalıydı ama sıkıyordu işte. Madem bu kadar önemliydi bu gece, neden çorba hala masada değildi?
Karşıdaki teyze birden sırıttı ve midesi bulandı. Çorba gelse bile içemeyecekti belki de. Yapılabilecek onca şey ve onlar bu gece için haftalarca uğraştılar. Ve mükemmel değil. 
Kusursuz değil.
Ve umurlarında değil.
Boşluğu görmediler mi hiç? Her şeyin anlamsızlığını? Bari çorba orda olsaydı da yaratmaya çalıştıkları bu yapay anlamın bir anlamı olsaydı.
Çorba getiren garsonları görünce içinin rahatlayacağını düşunmüştü ama mutfaktan belirdiklerinde hayal kırıklığına uğradı tekrar. 
Papyon takmışlardı. 
Papyon!
Ve çorba önüne geldiğinde kaşığın oluşturduğu girdapta kaybolmak istedi. Keşke onlar gibi olabilseydi. Hiç bilmeseydi anlamsızlığı. Hepsinden nefret ediyordu.
Acaba çorbayı çatalla mı içseydi?
-Literary Gardener, 20/05/2023
Konu: Uykudan öce yakalan düşünceler üzerine.
2 notes · View notes
sanat-mevsimi · 2 years
Text
KARANLIK
İlginç bir yalnızlık sarıyor içimi. Bilinmezlik kol geziyor zihnimde. Nasıl düzelecek bunca şey diye sorguluyorum gün aşırı. Bu kadar tek düze giden bir yaşamı, monotonluğa müptela, şaşkın, çoğu zaman çaresizlik dolu bu yaşam nasıl düzelecek. Sadece nefes almayı yaşamak sanan köhne insanların çevresinde varolma mücadelesi verirken kazanabilir mi insan? Beyin ölümü gerçekleşmiş bir hasta daha ne kadar makinaya müdana eder? Peki bu çevrenin insanları nasıl bu hale geldiler? Hiçbir hedefi, vizyonu olmayan bir yığın insan, üstelik bunun farkında bile değiller. Her defasında soruyorum kendime nasıl dönecek bu devran?... "Eski zaman insanı kendi ekmeğini, yemeğini kendisi yapardı, çamaşırını kendisi yapardı şimdi herşey çok kolay ve bu da monoton bir yaşamı getiriyor". Gibi bir açıklaması mı var bunun yoksa insanların zihniyetiyle ilgili bir durum mu bu?
İnsanlar için eskiden bir şey bulmak çok zordu dolayısıyla bulmak için kafa yormaları gerekiyordu. Şimdi ise herşey insanlığın elinde. Bu da tabi zihinleri köreltiyor. Denilebilir elbette ama ben bu sorundan ziyade, insanların sokağa çıkıp yürümeye bile tenezzül etmediği, arkadaşlarının yanına " benim ne işim var burada şimdi işin yoksa arkadaş çenesi dinle" gibi bir yüz ifadesiyle gittiği bir hale dönüştü insanlık yani en azından geneli öyle. İnsanlığın doğasına aykırı derecede bir edilgenlik, atalet bu aslında. Bu denli aşikar olması çok üzücü. Sadece para kazanmak üzerine kurulu, pragmatist beyinler topluluğu oldu dünya. Hiç bir eşrafın umrumda değil ama. Bayramların eski tadı yok, gezmeye gitmenin eski tadı yok, sabah yürüyüşü yapmanın eski tadı yok, dahası bunların hiçbir önemi yok, yalnızca helalinden bir iş bulayım para kazanayım. Çünkü savaş dolayısıyla herşey ateş pahası... Aslına bakarsanız ekonomi çıldırmamış olsaydı bile insanların kapitalizme olan aşkı devam ederdi. Ne anlatayım ki eski arkadaşlıklar, dostluklar evrende bir toz bulutuna dönüştü mü diyeyim? Hiç kimsenin vizyoner olmaya dair bir teşebbüsü yok mu diyeyim. Yemeyi, içmeyi, nefes alıp uyumayı yaşamak sanan ve bundan memnun olup, "bize hava hoş ", "biz alıştık " diyerek işin içinden çıkan insan yığınına dair ne anlatılır ki?.. Pandemi insanları dönüştürdü insanlar evde kalmaya çok alıştı ve artık bu onlara tuhaf gelmiyor. Desem, yok demem. Çünkü bu bir bahane, bir kaçış planı. Hayat bu kadar kolay açıklanamayacak kadar karmaşık ve zor zira.
İşin aslı bence pandemi, yani korona insanların beyninde ki duygu merkezini alabora etti. Zira pandemi bittiği halde, hiçbir şeyi umursamamak, eve hapsolmak, bu monotonluk, bunun başka bir açıklaması olamaz. Bu insanların vizyonu, ufkunun ne kadar geniş olduğu ile ilintili bir durum. Duygu, gitmiş, ufuklar, daralmış, vizyon son durakta inmiş. Karanlık bir evrendeyiz uykumuz çok ağır...
5 notes · View notes
25atalife · 2 months
Text
Nahçıvan Yarım Asırlık Dava/ Atatürk'ün anıları /Atatürk Hikayeleri / Kı...
7 notes · View notes
gelmemeyeegitmisim · 2 months
Text
Yeni bölüm yayında! Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.🫶🩵
2 notes · View notes
okyanuslu1gece · 3 months
Text
Baktım gözlerinin içine sessizliğimizde. Aynı yağmur altında ıslanıyorduk bu gecenin köründe. Baktı gözlerime uzun uzun, söylemek istediği çok şey vardı. Derin bir iç çekti. Üstümüzden vuran sarı ışık yere gölgelerimizi bırakıyordu. Geçen arabalar, su birikintileri, yanlız ağaçlar, o ve ben. Hafif rüzgar uçurdu bir kez daha saçlarını. Son defa aynı sertliğimle baktım yüzüne. Dedikerini abul emekkend teşe ktan farksızdı benim için...
#deneme #kısahikaye
2 notes · View notes
derinsularr · 3 years
Text
New York'un Brooklyn Köprüsü'nde dilenen bir kör dilenci varmış. Köprüden gelip geçenlerden biri adamcağıza günlük gelirinin ne kadar olduğunu sormuş. Dilenci iki dolara zar zor ulaştığını söylemiş. Yabancı bunun üzerine kör dilencinin önünde duran, sakatlığını belirten tabelayı almış, tersini çevirip üzerine bir şeyler yazdıktan sonra dilencinin boynuna asmış ve şöyle demiş: "Tabelaya gelirinizi arttıracak bir şeyler yazdım. Bir hafta sonra uğradığımda sonucu söylersiniz bana." Dediği gibi bir hafta sonra gelmiş. Kör dilenci, "Bayım, size ne kadar teşekkür etsem azdır. Gelirim neredeyse beş katına çıktı, olağanüstü bir şey bu. Tabelaya ne yazdınız da bu kadar sadaka verilmesini sağladınız?" demiş. "Çok basit!" diye yanıtlamış adam, tabelanızda 'Doğuştan Kör' yazıyordu, onun yerine 'Bahar geliyor ama ben göremeyeceğim' diye yazdım."
100 notes · View notes
senbirbeniki · 3 years
Text
"Seni..." Dedi duraksadı, anlına düşmüş perşemlerini umursamadı. Oysa ben umursadım ama elim kalkmadı. "Çok mu kırdım? Çok mu kırıldın bana?" Gözlerimin içerisine canı yanıyormuş da ölecekmiş gibi bakıyordu. Gözümün yanından küçük bir damla yaş yol edindi yanağımda.
Yavaşça yanağımdan kayarken, elini kaldıracak oldu, kaldırdı da nitekim fakat havada kaldı. Eli yanağıma dokunamadı. Biliyorum, içi giderek izledi o yaşın yanağımdan boynuma ilerlemesini.
Kanamış dudağıma tekrar geçirdim dişlerimi, metalik bir tat ağzımda can buldu. O gözlerime yaşamak için bakıyorken ben ölüydüm aslında.
Dudaklarım aralandı. "Hayır," diye fısıldadım titreyen sesimle ona. "Beni kırmadın ki. Sadece..." Yanağımdan yaşlar süzüldü durmaksızın. "Kalbimi kırdın, kalbimde de sen vardın." Diye fısıldadım sesim herşeyini kaybetmişti. "Sen, kendini kırdın sadece." Geriye doğru sendeledi. Mavi gözleri hâlâ yanağımda kayan yaşların üzerindeydi. Ellerinin titrediğini gördüm, bu beni öldürürdü ama ben zaten yaşamıyordum ki.
Dudakları titredi. "Ço...," yutkundu. "Çok mu kırdım kalbindeki beni?" Onun sesi ise gemisi alabora olmuş bir kaptanı andırıyordu.
Titreyen dudaklarım soğuk bir gülümsemeyle şahlandı. Yanaklarım ağrıdı gülümserken. Tıpkı onunki gibi titriyordu ellerim. "Beni," dedim. "Zaten çok kırdılar. Ben zaten elden ele dolaşan bir porselen oyuncakmışım haberim yokmuş." Titreyen ellerimi arkamda birleştirdim. "Her eline alan ilk önce tutkalla yapıştırmış sonra yere fırlatmış ve parçalarımı toplayıp bir diğerine hediye etmiş."
Dudaklarım titredi daha çok gülümsedim, o bana bir dağ üzerine yıkılıyormuş gibi baktı.
Devam ettim: "Artık oyuncak yok. Parçaları en çok kendim parçaladım. Çöpe attım. En son kırıklar belki eline batmıştır. Çöpe atmadan önceki son kırıklarda parmak izlerin var." Dedim titreyen sesimle. "Ama sorun değil. Bitti artık. Hepsini çöpe attım. Elimi çok kestim ama oldu. Elimden kan akıyor ama oldu." Elimi kaldırıp titreyen ellerime baktım ve gözlerimi ona çevirdim. Arkaya doğru sendeledi ve elini duvara koydu.
Yıkılmaz dediğim o adam itsem yıkılacaktı.
Titreyen göz bebekleri gözlerimi buldu. "Öğrendin." Dedi titrek bir nefesin ardından.
Gözlerimden yaşlar düştü. Sessiz kaldım.
Bir kaç saniye gözlerime titreyen göz bebekleriyle baktı. "Kaybettim." Dedi alabora olmuş bir sesle. Gözleri gözlerimde yamalı dururken; "Kaybettin." Dedim bende hiçlik gibi bi sesle.
Ama bir tek o kaybetmemişti beni. Ben de kaybetmiştim.
Gözlerimden sicimle süzülen yaşlara baktı, aşık olduğum adam.
Ve ben bugün yıkılmıştım bana aşık adamın da yıkılışını izlemiştim.
Onun gözlerinden de yaşlar düşmeye başladı, biliyordum, sarılmak istedi ama yapamadı...
Dolmuş gözleri, göz yaşlarımda takılı kaldı. Tekrar gözlerime baktığında ;
Ben, gözyaşlarımdan oluşturduğum selde aşık olduğum adamı boğduğumu anladım.
Ben bugün aşık olduğum adamın boğuluşunu izledim, yardım edemeden çünkü suyun dibinden yukarıya yardım edemezdim.
Gökyüzündeki yıldızlar süsledi kaybedişimizi.
Hiçbir kaybediş yalnız olmazdı, şahidimiz çok fazlaydı.
52 notes · View notes
3erebus · 2 years
Text
İliklerime kadar soğuktan titrerken zar zor temizlediğim bir bankta, daha fazla üşümesin diye, ceketimi etrafına sarıp kucağıma aldığım köpekle tek başıma durmuş, daha gözlerini dahi açmadan ne yapmaları gerektiğini bilecek kadar tekdüze hayatı olan, sabahın erken saatlerinde dörtnala binmiş atlılar kovalıyormuşcasına koşturan insanları seyrediyordum. Sanki ben de onlardan biri değilmişim gibi onlara acıyor hatta onları kınıyordum.
Bu saatte, bu yoldan geçen insanların hepsi neredeyse hemen hemen birbirlerinin aynısıydı. Muhtemelen içlerinde yarınlar için heyecan duyan kimse yoktu. Böyle insanları iyi tanırdım; ellerinde çantaları, sırtlarında paltoları; hayat mücadelesi için ruhunu teslim eder, mutluluklarını halı altına süpürürlerdi. Onlar için gelecek, geçmiş günler ile boyanan, geleceğin geçmişten bir farkı olmadığı tablolardı.
Peki ya ben, bu insanlara dönüşmekten bu kadar korkarken nasıl biraz sessizlik için bile ellerindeki her şeyden vazgeçebilecek bu insanlardan biri olmuştum? Hatırlıyorum da çocukluk yıllarımda sorulan "büyüyünce ne olacaksın?" Sorusundan bile korkar, kaçamak cevaplar vererek hemen o yerden sıvışmaya çalışırdım. Lakin benim asıl korktuğum bu soru değil "büyümek" eylemiydi. Büyümek, damarlarında akan coşkuyu koca bir şırınga ile tek bir damla dahi kalmayana kadar çekiyor, en sonunda yorgun bir iskeletten farkın kalmıyormuş gibi geliyordu. Şimdi ise büyümüş çocukluğumun yanılmadığını öğrenmiştim.
Tüm bunların farkında oluşum beni harekete geçirmek, bir şeyleri değiştirebilmek için çaba sarf etmek ile olduğum yerde kalmak arasında bırakırken, kara kara ne yapacağımı düşünüp yine en sonunda kendimi hiçbir şey yapmamış, hayata boyun eğmiş olarak buluyordum ki yine öyle oldu. Köpeği kucağımdan indirip, sırtıma ceketimi geçirdim ve sigaramı yakıp, isteksiz isteksiz çalıştığım fabrikanın yolunu tuttum.
19 notes · View notes
elfubarov · 3 years
Text
yeni çizimim.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
13 notes · View notes
llechiess · 3 years
Text
Tumblr media
Ünlü bir heykeltıraşa öylesine muhteşem heykelleri nasıl yaptığını sormuşlar.
O ise heykelin işlenmemiş mermer bloğun içinde olduğunu hayal ettiğini, zaten orda duran şeyi açığa çıkarmak için fazlalıkları yonttuğunu söylemiş. 
Hayatta böyledir işte. Önce bize sunulan hayatı nasıl yaşamak istiyorsak hayal etmeli, hayatı bu doğrultuda mermer blok gibi yontmalı ve huzuru ortaya çıkarmalıyız.
25 notes · View notes
ixiart · 2 years
Text
ölümsüzlüğün kısa tarihçesi -3
-neden!
sessizlik içinde yankılanıyor, ama soru vurgusu taşımıyordu. başını öylece öne eğmiş, ızdırabını hissettiriyordu dökülen saçları. hakkınızda varılmış yanlış bir kanıyla başa çıkacak gücünüz yoksa böyle olur.
hem hâlsiz hem arzusuzdu. yine de öfkesi görülüyordu. keşke bu mizahzenden onu kopararak omuzlarıma alsam, koşsamm koşsamm, sonra kıyıdan denize bıraksam.. yıkansa, arınsa, sabah birlikte uyansak. öyle güzeldi teni.
kılıcın keskinleşirken çıkardığı sesle, tüm kalabalık irkildi, hayallerim kesilen ipler gibi saçıldı etrafa.
kafasını kaldırdı.
-neyse..
belli ki canı acımayacaktı cellat tek darbesini vurduğunda.
-kafasız bir cesede tecavüz edebilir misiniz?
tüm köylüler konuşmaya başladı. kısa, anlamsız kelimelerden oluşan uğultular sırasında, kadın kılıcı kaptığı gibi göğsüne sapladı.
1170 Charles Bridge
3 notes · View notes
yazmayolculugu · 1 year
Text
Şahit
Limana yaklaştıkça, uzun zaman önce terk edilmiş gemilerin ana hatlarını görebiliyordum, gövdeleri sümüksü deniz yosunu ve paslı demirle kaplıydı. Ekşi salamura kokusu havada esiyor, midemi bulandırıyor ve kötü kokuyla boğulmama neden oluyordu. Kızıl yakalığımı hafifçe kaldırıp burnumu ve ağzımı kapattım. Kokuyu engellemese bile daha iyi hissetmeme sebep oldu.
Limanın kendisi paslı iskelelerden oluşan bir labirent. Tehditkar bir şekilde göğe eren terk edilmiş ambarların, tuzun, çürüme kokusunun ve gıcırdayan ahşap sesinin hakimiyet kurduğu bir yer. Etrafı yılan gibi dolanarak kavramış olan sisin biraz arkasında, Kaptan Ripley’in yuvası olan denizin olduğunu biliyorum, fakat sesini alamıyorum. Göremiyorum. Buranın havası her zaman kasvetli, ama Kaptan Ripley üç gün önce limana demir attığından beri bir farklılık seziyorum.
Çakıl taşlarını ezerek yürürken sonunda onu gördüm. Kaptanın yüzü yıpranmış, acımasız denizde savaşarak geçen bir ömürden dolayı derin çizgiler ve yarıklarla oyulmuş gibiydi. Gözleri ürkütücü bir yoğunlukla parlıyor, sisin ardından bile kendilerini belli ediyorlardı.
Ona yaklaştıkça kalbim daha da hızlı atıyordu.
“Burada olmamalısın.”
“Hoşgeldin,” dedi Kaptan Ripley beni gördüğü zaman. Sağ gözü kapalı bir şekilde sırıtıyordu. Sırtımı sıvazladıktan sonra kara paltosunun cebinden piposunu çıkardı. Birkaç saniye sessizlikle onu izledim. Yaktıktan sonra derin bir nefes aldı ve yalpalayarak rıhtıma doğru yürümeye başladı. “Gel benimle.”
Rıhtıma doğru yavaşça ilerledik. Beni neden çağırdığını bilmiyordum, fakat adı duyulan bir kaptana yapabileceğim herhangi bir yardım, bir gemide iş almamda bana destek olabilirdi. Bugün eğer doğru ilerlersem o zaman Kaptan Ripley ile bile çalışabilirdim. İşte o zaman hayat tamam olurdu. Para, içki ve tabii ki de güzel hatunların hepsi avcumun içinde, tastamam yaşayıp giderdim. Sadece bir başlangıca ihtiyacım vardı.
Yaşlı kaptan gözlerini sadece kendisinin görebildiği uzak bir ufka sabitlemişti. Arkasından suratını göremiyordum. Rıhtımda siyah bir monolit gibi duruyordu. Konuşmaya başladığında sesi alçak ve derindi.
“Hayatın tamam olmazdı,” dedi kaptan. Kulaklarımın dikleştiğini ve sıcak bir dalganın kalbimden başlayıp bütün bedenime yayıldığını hissettim. Ne düşündüğümü anlamış olmalıydı yaşlı denizci. Kaptan tok bir şekilde güldü. “Utanmana gerek yok. Hayatın tamam olmazdı. Hayat asla tamam olmaz.”
Hala arkası dönüktü, ama geçen birkaç saniyelik sessizlikte, vücudunun daha da dikleştiğini, sertleştiğini hissettim. Soğuk, tuzlu bir rüzgar denizden tarafımıza doğru esti.
"Haksızlık," diye tükürdü, "Hayat böyle bir şey. Zalim ve adaletsiz. Sahip olduğun her şeyi denize veriyorsun ve karşılığında sana ne veriyor? Hiçbir şey. Sadece ölüm ve sefalet. Bütün paranı biriktirerek bir gemi alabilirsin, ama ertesi gün batmayacağı anlamına gelmiyor. Bunun bir güvencesi yok, ne dersin?”
Uzaktan bir gemi kornasının sesi yankılandı. Sessizlikte aniden beliren bu ses irkilmeye sebep oldu.
Kaptan Ripley cebinden parlak bir şey çıkardı. İki eli önde bir şeyler yapıyordu, ama ne yaptığını göremiyordum.
“Ya da hayatının aşkı ile evlendiğini düşün. Düğünden sonra hemen ertesi gün birden ölebilir değil mi? Bir çocuk doğurup ona senelerce bakabilir, sevgi verebilirsin, ama saniyeler içinde bir kazadan dolayı hayatı bitebilir, öyle değil mi?”
Kaptan Ripley sağ elini yanına tuttuğu zaman bir adım geri attım. Kanla kaplı küçük bir çakı tutuyordu. Sol elini göremiyordum, hala önünde tutuyordu.
"Hayat en esasında her zaman acı ve sefalete yatkındır. Bu konuda hiç kuşkunuz olmasın. Temelinde iyi olan bir şey ona bir etki gelmese bile iyi halinde kalır. Peki hayat? Eğer hiçbir şey yapmazsan, çalışmazsan, kendini harcamazsan gitgide para kaybedersin, sağlığın azalır, sevdiklerin onlara önem vermediğin için seni terkeder. Hayat temelinde yorgunluktur. Kendi haline bırakıldığında göğe değil, yere eğilen bir ağaç dalıdır.”
“Kaptan, elin-”
“Hepsini gördüm evlat, biliyor musun? Denizin derinliklerinde pusuda bekleyen dehşeti, insanların aklını çelen çılgınlığı. Değişmeyen acıyı, ıstırabı ve sefaleti… Hiçbiri, yaşamanın verdiği yorgunluğun ve her şeyini kaybetme riskinin dolaştığı bu hayattan daha korkunç değildi.”
Yutkundum. Kaptan hafifçe bana doğru döndüğünde sol avucunda olan kesikten siyah kan damlalarının denize aktığını gördüm. Sırıtıyordu.
“Hepimiz kurbanız, delikanlı. Bir yeniliğe ihtiyacımız var. Bu gezegen hepimizden daha eski, yaşamdan bile daha eski. Kökten değişiklikler yapılması için en başına dönmemiz gerekiyor. Çok üzgünüm, ama benden Başlangıç’a bir şahit getirmemi istedi.”
Sesim titreyerek sordum. “Kim?”
Önceden duyduğumuz o gemi kornası tekrar yankılandı, çok, hem de çok daha yakından. Sis yavaşça ayrılmaya başladı ve suyun yüzeyini gördüm. Duyduğumuz sesin aslında bir gemiden gelmediğini anladığım an diz kapaklarımın üstüne düştüm. Kaptan tekrar arkasını döndü, ve Başlangıç adına denizler dalgalandı.
-Ein Sof, 04/05/2023
Konu: "Ve denizler dalgalandı."
Yolculuğumuzu ve sürecimizi takip etmek için blogumuzu takip etmeyi unutma!
2 notes · View notes
sanat-mevsimi · 2 years
Text
SÜPER LİGDE İLK DÜDÜK
BEŞİKTAŞ - KAYSERİSPOR
Süper lig nihayet başladı ve Beşiktaş ilk maçını zor da olsa kazandı. Sezonun ilk maçında Vodafone Park kapalı gişe idi. Herkesin beklentisi çok büyüktü, aslında maçtan yaklaşık 1 hafta kadar önce Emirhan İlkan 'ın aniden üstelik 4,5 m gibi bir rakama Torino kulübüne transfer olması camianın ve taraftarın canını epey sıkmıştı dolayısıyla başkan ve yönetim kuruluna karşı büyük bir tepki vardı. Haberin taraftar ve camia tarafından duyulduğu ilk günden, maç gününe, saatine kadar bu konu hararetli bir biçimde konuşuldu, öfkelendik, öfkelendiler, öfkelendirdiler ama maç günü, saati gelip çattığında o kaotik ortam yerini adeta bir bayram gününe bırakmış gibiydi. Herkes öfkesini bir kenara bırakmış, can siparane takımı desteklemeye gelmişti. Vodafone Park cıvıl cıvıl destek tezahüratlarıyla inliyordu ve taraftar her zaman ki gibi iyi oyun ve galibiyet bekliyordu.
Fakat oyun taraftarın beklediği gibi olmamıştı. Beşiktaş tam saha hücum presi eş zamanlı yapabiliyordu, ceza sahası içinde kalabalık görünüyordu belki ama hiçbir şekilde üretemiyor, tehlike oluşturacak pozisyonları bulamıyordu. İlk yarının sonunda Beşiktaş 'ın "2" isabetli şutu vardı. 90 dakikanın toplamında ise sadece "6" isabetli şutu vardı, akan oyundan toplam "6" kez pozisyon bulabilmişti. Evet pres, baskı vardı ama ince işçilik yoktu. Bunun ana sebebi ise Beşiktaş' ın orta sahasının dinamizm odaklı oyunculardan kurulu olmasıydı. Yani basan, pres yapan, savaşan, rakibi bozan ama creatif anlamda çok mahir olmayan oyunculardan kuruluydu Beşiktaş' ın orta sahası. Aslına bakarsanız bugünün şartlarıyla Beşiktaş 'ın orta sahasında Gedson harici creatif oyuncu yok. Alınacaktır tabi orası ayrı... Durum böyle olunca, Beşiktaş 'ın ince işçilik yapacak oyuncusu olmayınca orta sahadan yeterli desteği alamadı. İlk yarının tamamında Ghezzal da çok etkisizdi. Bunun sebebi belki rakibin Ghezzal çok iyi marke etmesi belki de daha tam anlamıyla oturmamış sistemde Ghezzal' ın kendini araması, varolmaya çalışması... Velhasıl durum böyle olunca ilk yarı tat ve tuz yoktu tabi. İkinci yarıda ise Nkoudu 'nun oyuna girmesi akabinde Kayserispor' lu oyuncunun kırmızı kart ile oyun dışı kalması Beşiktaş 'ın işini kolaylaştırdı. Nkoudu oyunu genişletince Ghezzal daha çok alan buldu ve tıpkı şampiyonluk sezonunda olduğu gibi kanattan serbest olarak merkeze geldi Weghorst ile bir ver kaç top ağlarda... Zor da olsa kazandık.
Ama bu üç puan hiç kimseyi yanıltmasın bu maç çok net bir şekilde gösterdi ki Beşiktaş 'ın bence en az 2 adet creatif, ofansif orta saha alması gerekiyor. Bir de kanat.. Ama acil olan dar alan becerisi olan, çilingir 2 adet orta saha almak aksi halde çok zorlanırız. Sağ Stoper de eksik alınacaktır tabi ama bu maç özelinde kuşkusuz en bariz eksik ofansif orta saha idi. Umarım en kısa sürede çözüme kavuşur.
Herşeye rağmen üç puan önemli. Darısı diğer maçların başına...
0 notes
dahlialarsolmus · 3 years
Text
İKİMİZ
İkimiz Gökyüzünün en nadide yerinde Sadece ikimiz kaldık İkimiz Gülümsediğinde açan çiçekli bahçemizde Sadece ikimiz kaldık Bak ağlıyorum gene Yağmur altında kaldık Sel götürdü buraları Sadece ikimiz kaldık… sevgi ile kalın…
View On WordPress
7 notes · View notes