Tumgik
#demokrasi102
seslimeram · 20 days
Text
Hayat Olduğu Gibi...
Tumblr media
Bir seçim gümbürtüsü daha geride kaldı. Tümüyle nobran, her dem tahakküme açık, bariz bir biçimde derdest etmekten ötesini var etmeyen bir solukta despotizmin kendisine rehin bir iktidar kliği için şamara maruz kalmanın var edildiği bir seçim geride kaldı. Geneldeki ol yurt dışından çıkagelen destek, istenildiği gibi sandıklarda var edilen üç kağıtlar, hileli oylar, oy için var edilen seremoniler, duraksanmadan eksik kılınınca, yaptırılmayınca tüm ve belirgin bir biçimde kralın çıplak olduğu meydana serilir. Yerel seçimi, belirgin bir hal içerisinde savaşa dönüştüren, baş efendinin zulasından çıkarttığı bayat ezberlerle, okunan masallarla bir yere gidilemeyeceği, sorunların çözülemeyeceği bir kere daha belirgin bir halde 2015 Haziran seçimlerinde olduğu gibi kabak gibi görünür. Çıkan kısmın özetinde, tahakküme, tehdide, şantaja, bitimsiz yağmaya karşı halkın iradesinin nasıl da dur demeye kafi olduğu gerçekliği olduğunu yinelemeliyiz. Dur durak bilmeyen, ekonomik darboğazı yaşamlarının ortasında buluveren, artık orta direk olma ihtimali de çalınmış olagelen tüm kimsesizler için / sırtında devlet olmayanlar / böyle bir halde çıkışın iktidarı uyararak onu en çok istediği kentleri sömürmekten alıkoyarak olduğunu görenler eliyle bu dur deme hal ve istemi var edilir.
Kötülüğü, dur durak bilmeden nefreti büyüten, şiddeti bir yön bulma aparatı olarak ele alan, değnek gibi kendisinin rutininde eksik kılmayan bir aklın var ettiği hezeyanlara esir yirmi bir koca yıllık iktidar pratiğinde bir kere daha dur denilir, artık yeter. Her dem aynı, benzeş odaklardan toplumun bir kesimini terörist ilan edip, nefrete yem etme gayretinin her nasıl biçimlendirildiği az çok söylemlerden sonra ekranlardaki yorumcu görünümlü, atm farelerinden belirgin olur. Misal, Hande Fırat, Zafer Aydın, Hakan Coşkun, Nedim Şener, Hulki Cevizoğlu, Mehmet Uçum, Abdulkadir Selvi, Hakan Bayrakçı nicesi ve daha nicesinin ortaklaşa o terörist bunlar diyen iktidarı haklıymış göstermek için var ettikleri taklaların ortasında onca insan bir kere daha kimin ne olduğunun bilincine çoktan vardığını bildirir. Tehditlerin, birbiri ardına çıkagelen hedef göstermelerin ortasında eninde sonunda varılacak olan sınama bir kez daha iktidarı bulur. Kepazelik, kötülük ve hiç bitimsiz bir cendereye alma halini sürekli yeniden imal ederek ceberut devlet aklının en olmadık labirentlerinde dolanarak ne demokratik ülke, ne de yaşanabilir bir memleket imal edilebilir. 31 Mart gecesi yaşananlardan sonra görünen köy buna dair bir şerh düşme bahsidir.
Baş Efendi mütemadiyen konuşmaya, bütünüyle o müştereken düşülmüş şerhi yok sayma halini güncelleyen bir seslenişi var eder. BirGün Gazetesinden ilgili bölümü aktaralım bu sayfaya: “AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TÜRGEV'in itfar programına katıldı.
Erdoğan, "Bölücü terör örgütünün sokakları yakıp yıkan vandallarıyla sergiledikleri dayanışmayı, rızkının peşindeki insanların ailelerine çok gördüler. Daha önce aynı vicdansızlığı evlatlarını bölücü alçakların pençesinden kurtarmak için çırpınan cesur Diyarbakır annelerine de bunlar göstermişlerdi. Yasak savma kabilinden yaptıkları bir şov dışında sırf ittifak ortaklarını kızdırmamak için yüreği kan ağlayan bu anneleri yalnız bırakmışlardı. Biz yaklaşık yarım asırdır vakfımız ise 28 yıldır çetin bir mücadelenin içerisindeyiz. Bu zorlu süreçte sizlere hizmet etmekten sizlerin en iyi, en donanımlı bir şekilde hayata hazırlamaktan başka gayemiz olmadı. Sizlerin başarılarını gördükçe hep daha fazla çalıştık, daha fazla koştuk. Ne yaptıysak milletimiz için, siz gençlerimiz için yaptık. Allah'a hamdolsun bugün milletimizin ve sizlerin huzuruna alnı ak, başı dik, gönlü mutmain olarak çıkmanın gururunu yaşıyoruz. Ülkemizi bugün geldiği noktadan çok daha ileriye götürebilmek için sizin enerjinize, sizin yeteneklerinize, sizin heyecanınıza ihtiyacımız var. Bu ülkeyi yüceltecek bu çağa mührünü vuracak olan sizlersiniz. Bunun için kendimizi başkalarına göre tanımlayacak, başkalarının bizi kendi kalıplarına hapsetmelerine izin vermeyeceğiz. İşimizi, görevimizi, sorumluluğumuzu ülkemize, milletimize ve umudunu bizlere bağlamış ailelerimize karşı vazifelerimizi en güzel şekilde yerine getirmeye çalışacağız. Kimsenin bizim özgüvenimizi örselemesine hayallerimizle aramıza set çekmesine müsaade etmeyeceğiz. Şunu lütfen hiçbir zaman unutmayınız. Bizler sadece yüz yıllık bir devletin mensupları değiliz. Bizler aynı zamanda bu coğrafyada bin yıllık bir cihan İmparatorluğu'nun 1400 yıllık köklü bir medeniyetin de takipçileriyiz. Ayrıca bizler bir misyonu, gayesi, ideali ve elbette davası olan insanlarız. Başkaları gibi önünü, sonunu düşünmeden fevri hareket edemeyiz. Tefekkürü, tezekkürü, hayatının her alanına uygulayan bir gençlik Türkiye'yle birlikte İslam aleminin hatta tüm insanlığın umududur" ifadelerini kullandı.
"31 Mart Daha Büyük Zaferlerin Müjdecisi ve Habercisi Olacaktır"
Erdoğan konuşmasının devamında, "Sizlerden kendi şahsi geleceğiniz yanında ülkemizin istikbaliyle ilgili de hayaller kurmanızı ve hedefler belirlemenizi istiyorum. Hayatı anlamlandıran, insanı dünyaya bağlayan, kişiye değer katan üretmektir. Yaptıklarının üzerine koymak, kendini aşmaktır. İnsan ürettikçe mutlu ve motive olur. İnsan düşünüp, tefekkür edip, çalışıp ortaya iş koyduğunda mutlu, huzurlu, kendisiyle barışık olur. Her ne yapıyorsanız, hangi okulu okuyor, hangi işte çalışıyorsanız yaptıklarınızın üzerine koymaya, kendinizi aşmaya özellikle gayret edin. İmkan bulmak aslında imkanı oluşturmaktır. Unutmayın, imkan size gelmez, siz imkanlara gideceksiniz. Projeleriniz, planlarınız, tezlerinizle beraber, mücadele azminiz de varsa hiçbir güç sizi yolunuzdan geri döndüremez. İlmin ve başarının anahtarı çalışmak, disiplinli çalışmak ve sabretmektir. Azminizi, kararlılığınızı, inancınızı, asla ama asla kaybetmeyeceğiz. Sizlerden yarını değil daha ötesini görerek çalışmanızı, kendinizi geliştirmenizi bekliyoruz. Bunları başardığınızda Allah'ın izniyle sizlerin önünde durabilecek hiçbir engel tanımıyoruz. TÜRGEV'in dijital kültür alanında gençlere yönelik çalışmalarını takdirle karşıladığımı burada ayrıca belirtmek istiyorum. Sizlerden beklentimiz her alanda olduğu gibi dijital kültürde de sadece takipçi değil asıl içerik üreticisi olmanızdır. Medeniyetimizin, tarihimizin, değerlerimizin ışığında içerikler geliştirerek, bunları gençlerimize ve dünyaya açmanız son derece kıymetli çabalardır. Mevcut çalışmalarınıza yeni projeleri, girişimleri ekleyerek dijital dünyayı boş bırakmayacağınıza inanıyorum. Kıymetli kardeşlerim, merhum Menderes'ten bu yana canımızla, kanımızla, emeklerimizle büyüterek bugünlere getirdiğimiz çok partili demokrasimiz 31 Mart Pazar günü yapılan Mahalli İdareler seçimlerinden de başarıyla çıktık. Seçimlere gölge düşürme, seçmenin iradesini rehin alma girişimleri bir kez daha sandıkta hüsrana uğradı. Bizler kadere ve takdire inanan insanlarız. Sandık sonuçlarının da davamız, hareketimiz, mücadelemiz açısından Allah'ın izniyle hayra tebdil olacağına yürekten inanıyoruz. Bu tarz neticeler insanlık tarihi boyunca kiminin şımarıklığını, kiminin pervasızlığını, kiminin de sabrını, metanetini, dayanışmasını, birlikteliğini ve mücadele azmini arttırmıştır. 31 Mart sadece yeni bir dönüm noktası değil, aynı zamanda daha büyük zaferlerin müjdecisi, muştusu ve habercisi olacaktır. Yolumuza yenilenmiş, tazelenmiş çok daha güçlenmiş, üstat Necip Fazıl'ın ifadesiyle pekleşmiş bir şekilde devam edeceğiz. Siyasette yarım asra yaklaşan mücadelemizin zafer sancağını burca dikecek ve ardından gönül huzuruyla nöbeti sizlere devredeceğiz" dedi.
Erdoğan, "Bakınız ben bugüne kadar gençlerle yürümüş gençlerin yoldaşlığından güç ve cesaret almış bir büyüğünüzüm. Hizmetkarı olmaktan şeref duyduğumuz milletimiz için nice saldırıları göğüsledik, nice badireleri aştık, nice ihanetleri püskürttük. Bizim karşılaştığımız sıkıntıları gençlerimiz yaşamasın diye emek verdik. Gerektiğinde ölümü göze alarak vesayet odaklarına meydan okuduk. Şahsen bedel ödesek bile ülkemize, insanımıza özellikle geleceğimiz olan siz gençlerimize bedel ödettirmemeye çalıştık. İmkanlarımızı zorlayarak üzerimize düşeni yapmanın gayretindeyiz. Gençlerimiz olarak da sizler de sorumluluklarınızı yerine getireceksiniz. Artık biz siz gençlerimizin zamanının misafiriyiz. Bizden önceki aksiyon, fikir ve gönül adamlarının namusumuza emanet ettiği, bizim de canımız pahasına sahip çıktığımız davamızı inşallah yakında sizler omuzlayacaksınız. Bu emaneti sizler taşıyacak, sizler yükseltecek ve yücelteceksiniz.”
Seçim gümbürtüsü geçti. İktidar pratiği gereken yanıtı aldı. Demokrasi dediğiniz zaten başlı başına bir devinim, bir ona bir buna. Bu seçimin kaybedeni yok. Daha uzayıp giden nice iktidar pratiği, onlarla hemhal bir devletçi söylem yığını. Bir kısım iktidar üyesinin o ikrarları, yüzümüze gözümüze bulaştırdık derken oluşan halleri. Bir yanda da baş efendi için bitimsiz bir tehdit mekanizmasının sessiz / derinden yeniden imaline açılan eşik. Bir iftar yemeği programında dahi ortaya serilen cümlelerin tonlarından kimsenin bir mesajı falan almadığı ortaya çıkıyor. Bizatihi kendisinin 1 Nisan sabahına karşı söylediklerinden de zerre eser kalmamışa benziyor. Her şeyi alelade paldır küldür imal ederken suçluların o muhalefet / bu muhalefet olduğu sanrısına tutunup, oluşturulan güce tapmış iktidarın hal / yolunu sonuna kadar muhafaza etmek tek istikamet kılınıyor. Cumhurbaşkanına hakaret suçlaması tam bir değnek kılınarak muhalefet susturulmak istenir. İsrail devletinin halen var ettiği şiddet / kırım / yok edicilik söz konusuyken onca nutka rağmen iş birliği, ticaret akışının bizatihi akp kurmayları / yancısı insanların şirketleri üstünden var edilmesine son diyebilmek suç isnat edilendir. Mazlum bir halkın savunulmasındaki yeri bu ticaretin ne içindir kimse yanıt verememektedir. Dönüp dolaşıp aynı sularda yıkanan sağcılaşmış, ırkçı hiziplerden, siyasal İslam formunu artık kesintisiz şeriatla özdeşleştiren bir anlayışı bütünleyen / her defasında aynı hatlarda yürüyen bir ülkede demokrasi neyin nesidir sahi ama sahiden? Ağır bir seçim hezimeti sonrasında gelecek günlerin daha zor sınamaları beraberinde getireceği afaki olurken tümüyle müşterek bir yaşam savunmasının imaline, ol buluşma / birleşmeye daha çok var mıdır? Madun siyasetin ezberlerinin kıyısında sahiden yeni bir sözü var edebilmeye, onca şartlanmışlık, nasılsa bize rehinler bakışının tam da karşısında kimselere yaslanmayan / kimselerin gölgesine sığınmayan / çıkar peşinde olmayan, hayatı olduğu gibi var edebilen bir cüreti var edebilecek midir halklar. Seçim bahsinin ardından önümüzdeki dört yılın en büyük sorusu / bütün bu karabasan hal, fasit döngüden çıkışın zemini oralarda bir yerlerdedir, belki. Fark ediyor musunuz...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Van Seçimlerine Yönelik Destek Açıklamasından – Yasin AKGÜL – AFP – Getty Images
0 notes
seslimeram · 1 month
Text
Özgürlük Mefhumu
Tumblr media
“Özgürlükle ne kastettiğimiz konusunda açık olmalıyız, zira özgürlük başından beri, bireye ait olan serbestiyle aynı şey değildi, toplumsal olarak koşullanan ve toplumsal olarak paylaşılan bir şeydi. Özgürlük, hayatın belirli bir toplumsal ve siyasal örgütlenişinin sonucu olarak kazanıldığı için, diğerleri özgür olmadığı sürece hiçbir insan özgür değildir.” Wendy Brown - Eleştiri Seküler Midir? - Açılım Kitap
Sınırları afaki kılınmış bir yaşamsal pratiğin / hayatın temel odaklarından birisi olarak var edilen özgürlüğün nasıl da laf kılındığını sorgulayan bir meram ortadadır. Wendy Brown, çağın var edilmiş bir salgın gibi ötekisini def etme alt etme çabalarına karşı sözün bizatihi eylemin nasıl da yaşamdan yana kurulması gerektiğini göstere gelir. Erk, muktedir pratiği olarak nakşedilmiş olagelen tahakküm olgusunun, tehdit / terör / taciz üçlemesinin arasız, fasılasız her güne içkin addedildiği bir zeminde, öteki sanılan özgür kılınmadıkça kimseyi özgür olarak göremeyeceğimiz bir dünyanın binasına devam olunuyor. Ne yol, ne izan, ne anlam, ne yön, ne tek satır açıklama. Tümüyle afaki bir biçimde bütünüyle çitlenen, sınırlı ve her günü muğlak bir özgürlük kırımının orta yerinde yaşam mahvedilmeye sevk olunur artık. Tümüyle kesintisiz bir halde tahakküm veçhesi imal edilirken toplumsal ve siyasal özgürlük metaforu da yerle yeksan edilir. Ötekiler yeniden kamusal olarak addedilen sınır dışına itilir.
Birbirinin aynısı, yekpare bir ezberden meram eyleyen, baş efendi ve baş faşistin ortaklığı dahilinde sunulmuş olagelen şeyin de aşağı yukarı bu minvalde bir toplamı imal ettiğinin altını çizebiliriz. Özgürlük mefhumunu sınırlandırırken, bununla bir gelecek tahayyülünü imal ettiğini, kimselerin ne fikrine, ne yaşam görüsüne karışmadıklarından bahis açarken bir yandan da en olmayacak şeyleri olur addeden, tüketen, yıkıcı ve özgürlüklere kastın her ana pay edildiği bir memleket bina olunur. Tümüyle seçim sathı mahallinin var ettiği açıklardan da feyiz alarak yinelenen bir tahakküm şeceresi hakikatimiz kılınır. Gün aşırı, iki miting, onlarca farklı mekanda zikredilen onlarca bahisle bir memleketteki yaşamak olgusunun talan edilmesi, özgürlük mefhumunun da sınırlı bir kesime ait kılınmasının yolu açılır. Ak parti iktidarının sunduğu, faşistler ve kendisinin laciverdi olagelen küçük tefek partilerin fundamentalist, kati ve kötücül eksenlerinde cirit atan bir tahayyül gerçek kılınır. Demokrasi sizlere ömürdür bir kere daha.
Bianet’ten aktaralım: “Ya Kanal Ya İstanbul Koordinasyonu, bugün (Mart 23) İstanbul’daki Kadıköy İskelesi’nde "İstanbul'da talana, kanala, Murat Kurum'a izin verme" sloganıyla basın açıklaması düzenledi.
Açıklamada, Kanal İstanbul Projesi’ne karşı verilen mücadelede aktif rol alan ve 30 Ocak 2024’te Türkiye İşçi Partisi (TİP) Hatay Milletvekilliği düşürülen avukat Can Atalay’ın fotoğrafı da yer aldı.
Açıklamada, projenin İstanbul’a vereceği zararlar vurgulanırken, AKP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Adayı Murat Kurum’un projeye dair net bir tutum almadığına da dikkat çekildi.
“İlave 1,5 milyon insan”
İstanbulluları Kurum’un İBB adaylığına ve rant projelerine karşı mücadele etmeye çağıran koordinasyonun açıklaması kısaca şöyle:
“Kurum’un ‘gündeminde olmayan’ ve hatta Erdoğan’a ‘başka önceliklerim var’ diyebileceğini iddia ettiği sırada Kanal İstanbul projesinin ‘kalbi’ olarak ifade edilen Arnavutköy Dursunköy’de bir projenin ihalesi daha yayımlandı. Gerçeklerin gizli kalmamak gibi bir huyu var, tıpkı Kurum’un mal varlığı beyanında unuttuğu üçüncü evi gibi… Yıllardır söylüyoruz, bu proje İstanbul’un son tarım alanlarını, göllerini, derelerini, ormanlarını, bizimle birlikte yaşayan hayvanları, endemik bitki çeşitliliğini ve İstanbul’un tarihini yani bölgedeki binlerce yıllık kültür varlıklarını yok edecek.
“Kanal İstanbul’un, İstanbul için ilave minimum 1,5 milyon insan demek olduğunu biliyoruz. İstanbul’un ciddi bir ulaşım sorunu olduğu da hepimizin malumu, İstanbullunun bu sorununu çözecek en önemli vaat ‘toplu taşıma’ iken Murat Kurum metro projeleri yerine yol/otoban vadediyor. Niye? Cevabı biz verelim, çünkü en ucuz ve doğaya da en az zarar verecek çözüm kendisinin ve iktidarın umurunda değil.
“İmar aflarının mucidi”
“Biz bu filmi daha önce gördük. İmar aflarının mucidi, Kanal İstanbul’un en büyük savunucusu, 6 Şubat depremlerinin Şehircilik Bakanı Murat Kurum İstanbul’u en iyi ben yönetirim iddiasında ama deprem bölgesindeki halkın bir yıldır yaşadıklarını da bildiğimizden bu sözlerin ‘boş seçim vaadi’ olduğunu ve halkın bu vaatlere karnının tok olduğunu söylüyoruz.
“Ya Kanal Ya İstanbul Koordinasyonu olarak ilân ediyoruz: Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı olarak işlediği suçlara yenilerini eklemek isteyen Murat Kurum’a biz İstanbullular geçit vermeyeceğiz. Yeni rant ve talan politikalarına izin vermeyeceğiz. Bugüne kadar olduğu gibi bu seçimde de ‘atı alan Üsküdar’ı geçti’ deseniz de mücadele etmeye devam edeceğiz, size ‘Kanalı yaptırmayacağız’. İstanbul halkını yerel seçimlerde Murat Kurum’a oy vermemeye, her daim kenti ve doğayı talan eden rant projelerine karşı mücadele etmeye çağırıyoruz.”
Basitçe ve doğrudan bir talanın önünü alabilmek için birkaç satırlık bir itiraz ancak var edilebiliyor. Düzenin, özgürlükler, hürriyetin tam ve eksiksiz hali, eşitliğin tabandan başlayarak herkesi kapsadığı bir tahayyül olarak yaşatılmadığı bir zeminde, kapalı kapılar ardından bir cendere, doğa için de bir kere daha katliamın çıkmaması için ses veriliyor iş bu menzilde. Rant için var edilen talanın bir kere daha hayatı gölgelediği bir zeminde olan bitenin kesintisi bir yok etme kültü olduğu bir kere gözler önüne seriliyor. Velev ki seçildi Kurum, hemen arkasından bina edileceklerle birlikte bir yaşam hattının daha bile isteye mahvedilmesinin İstanbul sathı mahalline hangi yaraları beraberinde getireceği en kestirmeden açıklanıyor. Özgürlük bahsi kullanışlı bir aparat kılınırken, tahakküm etmeyi aralıksız var eden, sonsuz bir girdap halinde parayı veren düdüğü çalar istediğini de yapar istikametinin zorbalığını içselleştiren, sahip çıkan bir iktidar mefhumunu gözler önüne getirdiğimiz vakit, doğanın yıkımını dahi kendilerine kar sayanların halini açığa düşürür. Olmayan / belki var edilemeyecek bir kanal hikayesinden, yıkıcı olacağı bağır çağır bildirilen depreme karşı önlemleri öncelemeyen, buna dair tespit / eylem planlarını daimi bir biçimde unutturmaya sevk eden, göz ardı eden bir iktidar pratiğinin İstanbul’u toptan yok etmesinin önünü alabilecek her ne vardır bir seçimden gayri. Bir de 2019’dan bu yana sürekli güncellenen bir buçuk milyon konutu dönüştüreceğiz mevzusu vardır ki, her seçim döneminde bizzat Murat Kurum tarafından zikredilip daha sonra denilmemiş gibi yapıla yapıla bugünlere gelinmiş bir tavır söz konusuyken, İstanbul’un sonunun da sonu olagelen ciğerlerinin talan edilmesi özgürlüklerin neresine dahil olur. Bir kere daha hayatı mahvetmenin bir olur hali var edilirken buna dur diyebilecek bir itiraz mekanizması söz konusu olacak mıdır? Düşünür müydünüz...
Tek bir konuda dahi nasıl bir istikametin yakalandığı ortadayken, memleketin genelinde var edilen o tahakküm halinin iç parçalayıcı sureti önümüze düşüyor. Her defasında yeni, yepyeni masallar anlatılırken, kapı eşiklerinde halklar alınıp satılıyor. Haklar yeniden ve yılmadan kırpılıyor. O doğa kırımı senin, bu düzlem benim, şu rant sizin, bu takiye her ama herkesin denilerek muktedir makamı kendi içinde bölüşümlere girişirken sıradanın hayatta var olma hakkı en baştan talan ediliyor her gün bir kere daha. Müştereklerimizin yerle bir edildiği bir zeminde özgürlüklerin talanı önce yaşamsal olan hak / ide / eylemi derdest ederek söz konusu edilir. Biteviye ardından çıkagelen yok etme, ezme ve biçme hallerinin yekununda o müşterek olanın talanı bitimsiz bir yağmaya dönüştürülür. Böyle bir menzilde hayatın ehven olanı nerededir? Bunca karanlığın ortasında bir yarın sahiden söz konusu edilebilir mi?
Özgürlük, hayat��n belirli bir toplumsal ve siyasal örgütlenişinin sonucu olarak kazanıldığı için, diğerleri özgür olmadığı sürece hiçbir insan özgür değildir bahsinde değindiği gibi o Wendy Brown’ın dizdiği meram bir şeyleri şimdi aksettiriyor mudur? Otuz iki kısım tekmili birden, yetmiş iki milletin var ettiği bir bileşkeye haiz olduğu zikredilen bir zemin bugün en tahakküm ötesi, tahayyül edilenin dışındaki bir zorbalıkla kuşatılmaya devam olunuyor. Ol iktidar / avenesi / tayfası / çetesi şu ya bu isimlerle anılan takımı, seçilmişler için hayat her gün yeniden bir kazanıma dönüştürülürken, sıradan olanın hakkı da hukuku da topyekun lağvedilir. Bütünüyle özgürlük / eylemsellik / hak arama mücadeleleri “öcü” bilinip, terörize edilerek sorgulanmasın hiçbir şey istenir. Hizada durulan, üsttekilerin alt, en altta olanların canlarını okuduğu, dilediğini sınırlandırıp, dilediğini yok ettiği, kiminin bir ekmek için saatlerini harcaması lazımken, kimisinin komple fırını götürmesine karşın halen doymadığı bir oburluk ile sınanır ülke. Deneyimlenen, gerçekliğine kavuşturulan ol sınama, yeniden pay etme, hakkaniyet kavramları kendilerini ayrıcalıklı ilan edenler için bir başkalaşmış, dönüşmüş, teslim olmuş ülkeyi bir oyun parkına dönüştürür. Kasanın ve kasaya yakın duranların çıkar çatışmaları, rantiye, talan oyunlarında ne gün kalır ne de sahici bir gelecek. Önümüzdeki hafta bir yoğun gündem sarmalı içinde yine vatan, millet hikayeleri aksettirilirken bir seçim daha geçip gidecek. Tümüyle bir başına konulanların ol sahiden kimsesizlerin, ötekilerin, elinden hakkı, hukuku, sözü çalınanların birbirlerine derman olmak için mücadeleden gayri bir şans / ihtimallerinin olmadığı yer artık enikonu görünüyor. Tahakküm ve tehdidin bini bir paraya çıkarken bu gidişata, birbirinin aynısı bir kısır döngüde her gün yeniden sınanmaktan illallah etmediniz mi, hala mı... Hal, gidişat perişanlığın ta kendisiyken... Sahiden...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Mediaethics – Shadow – Dean STUART
1 note · View note
seslimeram · 1 year
Text
Hakikat Meseli
Tumblr media
Hakikatin yamuk yumuk eksik gedik kılınmasının belagati ile memleket denilen çukurdan hallice bir zemin var ediliyor. Her şey kaypaklıkla, dibine kadar çürümeyle bütünleşerek, hiç sorgulanamaz addedilerek yeniden bir kısır döngü silsilesinde imal ediliyor. Hakikatle yolu da yönü de kesişmemiş olagelen bir cerahat erkinin sunduğu her şey, evvel olanlarını da kapsayan, takip eden bir inkarla, utanmazlıkla, hakaretler silsilesiyle bütünleşik olarak şu sınırlarda güncelleniyor. Erk, muktedir, iktidar ve onun payandası olagelen hemen her bir temsili birlikteliğin hakikati eğip bükmek adına işlevselleştirildiği artık giz taşımıyor. O yirmi bir yıllık iktidar mefhumunun daimi bir biçimde korku ve terörle birlikte güncel, her an yeniden biçimlendirilen bir tek tipçi akımla bütünleşik olduğu menzil karşımıza bir kere daha çıkıyor. Kimsenin yaşam tarzına karışmıyoruz derken herkesi, diğer herkeslerle kapıştırma potansiyelini her gün arşınlayan bir zevatın siyaseten, pragmatist çıkışlarının tek bir doğrultuda güncellendiği muhakkaktır, yalan ve hakikatin eninde sonunda çürüme haline terki. Bu kadarıyla yetinmeyen, bununla durmayan bir cerahat sarmalı içerisindeki o devletli her gün hayatın hakkaniyetini tarumar ediyor.
Hakkın, hukukun lağvedilmesi mesel olunmasın isteniyor. Adaletin kantarı da, terazinin o kefesi de çoktan çalındığı için cürmün her nasıl bir memleketi kuşattığına dair en ufak bir bahis açılmıyor, açtırılmıyor. Öteki addedilen ya da bildirilene karşıtlık tüm renklerin en bet / karanlık / kirli suretleriyle güncellenen bir mesele dönüştürülüyor. Ne hakkın tanımı ne adaletin varlığı geriye konuluyor. Cerahat nüksettikçe, yeni dönemeçleri aşabilme hali içerisinde en olmayacak şeyler ardıl sıra var edilir. Bir ülkenin, yaşatan bir yerden ümidin nihai anlamda kesilmesi günceldir. Hakikat yerilip, yıkılmaya terk edilirken yerine alenen oluşturulan cerahat, biyopolitik olan tahakküm ve denetim döngüleriyle bütün bu habis hal ve tavır sürekli kılınır. Artık bir memleket imi dahi farazi kılınmıştır. Gündelik yaşam aksiyonunu derdest etmek, mümkün olduğunca daraltmak, eylemselliği sıfırlamak ve bu hal, şu gidişata dair iki satır kelam etmenin önü alınmak istenir, her zamankinden de arak, hızlı hızlı. Önce her zamankinden de hızlıca bir Ermeni temsiliyetine sarar, baş amir. Bir metne bağlı kalmaksızın, ezber ettiği, Fetö, PYD, YPG, PKK sıralamasında muhakkak bir dahli var etmek için Karabağ savaşında Ermenilerle bir olanlar diye zikreder. Gündelik ol tahakküme bir parça daha eklenmiş olur. Bu kesmez, baş örtüsü meselesi üstünden öncesi Bay Kemal, sonrası Baş Amir / Baş Faşist üçlüsü arasında bir pinpon topu gibi haklar, o kadın hakları referandum bahsinden, İslami düzenlemeye kadar sündürülür. Yine kadının hiç adı da esamesi de yoktur.
Ardıl sıra Aleviler hedef kılınır. Bir biçimde devletin oluru ile hareket edecek bir devlet tescilli Alevilik için, Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı diye bir makam var edilir. Alevisiz, onların kelamından bihaber, üstten baskı ve dayatmacılıkla şekillendirilen, hep ezbercilikle bir inanç / bir kimlik yeniden devletin tahayyül / insafına terk olunur. Her şey birbirine içkin, birbiriyle bağlantılı, aralıksız bir şablona göre yeniden düzenlenendir. Asimilasyon politikalarının, eşit yurttaşlığı çoktandır bir kenara terk etme halinin, hürriyetin gasp edilmeye çalışılmasının ve nicesinin yanında yöresinde olup biten her şeyle, bir asırlık demokrasi tahayyül / deneyimi bir kere daha hiç edilir. Hakikatin yamuk, yumuk kılınması halinin hazin suretleri de bir yanda katara eklenmektedir. İyi de bu hallerle mi, o çok övünülen yeni yüzyıl var edilecektir! Nasıl bütün bu hakikat eksiltmelerine karşı müşterekler savunulabilecektir, her nasıl?
Diken.com.tr’den aktaralım: “CHP lideri Kılıçdaroğlu, ekimde ‘başörtüsüne yasal güvence’ için kanun teklifi vereceklerini açıklamıştı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’sa “Gelin çözümü anayasa düzeyinde sağlayalım” diye seslenmişti.
AKP teklifini Meclis Başkanlığı’na sunmadan önce CHP, HDP ve İYİ Parti’nin kapısını çalmış ve değişiklik hedeflerini anlatmıştı.
Görüşmenin ardından uzun süredir “PKK eşittir HDP” gibi söylemler kullanan AKP’nin ittifak ortağı MHP’nin lideri Bahçeli’nin ne tepki vereceği merak konusu olmuştu. Günler süren sessizlik sonrası Bahçeli, AKP’nin TBMM’de grubu bulunan partileri ziyaret etmesinin ‘son derece doğal ve doğru’ olduğunu söylemişti.
Konuyla ilgili partisinin grup toplantısında konuşan Akşener, şunları söyledi: “AK Parti vekilleri, PKK’yla bir tuttukları HDP ile aynı masaya otururken utanmadılar. İşin ilginç tarafı, HDP vekilleri de genel başkanlarını tutukladığı, belediyelerine kayyum atadığı için sabah akşam eleştirdikleri AK Parti’yle aynı masaya oturmaktan, zerre utanmadılar. Görüyor musunuz? Kadere bakın, kimler kimlerle yan yana geldi. Demek ki neymiş? İki taraf için de, ilkeler, değerler, hikaye, at pazarlığı şahaneymiş.”
Akşener, ”Eğer Erdoğan’a iktidarı müjdeleyen şey açılım süreci olsaydı, geçtim HDP’yi, bugün PKK’yla müttefik olurdu” dedi.
‘Bizim çocuklarımıza bir doları bile çok gördü’
İYİ Parti’nin TBMM’ye verdiği öğrencilere bir öğün yemek verilmesi teklifinin iktidar milletvekilleri tarafından reddedilmesine Akşener, ”Çocuklarımızın karınları doysun, zihinleri açık olsun diye bir teklif sunduk. Cumhur ittifakı teklifimizi reddetti. 16 milyon öğrenci için talep ettiğimiz miktar 22 lira. Bu iktidar bizim çocuklarımıza bir doları bile çok gördü” sözleriyle tepki gösterdi.
‘Nebati saçmalama çıtasını her hafta yükseltiyor’
Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin ”20 yıldır hiç kimse ‘Beni enflasyonun altında ezdirmediler’ diyemez” açıklamasıyla ilgili ”Saçmalama çıtasını her hafta biraz daha yükseltiyor” yorumunu yapan Akşener, şunları söyledi: ”Üstelik hiç utanması da yok. Allah aşkına, hangi ülkede ekmek fiyatları son 1 yılda yüzde 95 arttı? Hangi ülkede, sütün fiyatı, yüzde 132 yükseldi? Hangi ülkede, peynire, yüzde 99 zam geldi? Hangi ülkede, un, yüzde 118, şeker de yüzde 153 zamla karşılaştı?”
HDP Sözcüsü Ebru Günay, Merkez Yürütme Kurulu Toplantısı sonrasında Akşener’in ol demeç diye var ettiği nefret temsiline şu yanıtı verir ilgili kısmı Artı Gerçek’ten aktaralım sizlere: “Biliyorsunuz diğer bir konu da iktidarın muhalefet partilerini ziyaret etmesidir. Biz siyaseti çözüm aracı olarak görüyor ve öyle değerlendiriyoruz. Bir yandan mücadelemizi en üst düzeyde yürütürken, öte yandan müzakere ve diyalogu da önemsiyoruz. Bizim iktidara yönelik eleştirilerimiz, iktidarla ve onun zihniyetiyle mücadelemiz ortadadır. Dolayısıyla otoriter zihniyeti kim temsil ederse etsin onunla mücadelemiz devam edecek.
'Hem muhalefetin hem de iktidarın kafa bulandırmasına asla izin vermeyiz'
Ayrıca partimizin kiminle görüşüp görüşmeyeceğine, nasıl siyaset yapacağına, nerede duracağına yetkili kurullarımız ve halkımız karar verebilir. HDP, irade beyanını halktan alır ve halka hesap verir. Hem muhalefetin hem de iktidarın partimizi ve tabanımızı muğlak tartışmalara çekerek kafa bulandırmasına asla izin vermeyiz. Yerimiz de duruşumuz da, siyaset tarzımız da nettir. Hiç kimse bu tür muğlaklıkları yaratacak beklentisine girmesin. HDP tabanı iktidarı da muhalefeti de iyi tanır. Yürüttüğü yılların mücadele deneyimiyle neyin yanlış neyin doğru olduğunu bilecek durumdadır.
Meral Akşener’e Yanıt
MHP’nin yolundan yürüyen, sadece bulunduğu blok farklı olan İYİ Parti Genel Başkanı (Meral Akşener) bugün yine partimizi hedef aldı ve yine partimize dil uzatmış. İki bloğun temel özelliği nedir biliyor musunuz? HDP düşmanlığında büyük yarış içindeler. İktidar muhalefeti, muhalefet iktidarı, HDP’ye yakın olmakla suçluyor. Anlamadıkları şey ise HDP’nin durduğu yerdir. HDP sizleri beğenmiyor. Sizlerin çözüm olacağına HDP inanmıyor. Akşener’e soruyoruz? Türkiye’nin 3’üncü büyük partisi olarak bizi ziyarete gelen AKP heyeti 5 dakika sonra Meclis’in 5’inci partisini yani sizi ziyaret etti. HDP’ye dil uzatacağına sizler ne konuştunuz onu söyleyin. Sen HDP’yi bırak, Sedat Bucak’la ne konuştun onu açıkla, 17 bin faili meçhul cinayetin hesabını ver ve haddini bil. Karanlıkta büyüyen, karanlıktan beslenenlerin getireceği, karanlıktan başka bir şey olamaz.
'Halkın Güvenini Sarsmaz'
HDP’ye saldırmak için hiçbir fırsatı kaçırmayanlar şunu bilmeli ki, HDP’ye karşı hiçbir kirli propagandaları halkın HDP’ye olan güvenini sarsmaz. Şu ana kadar HDP’ye karşı yapılan kirli hamlelerinin boşa düşmesinden ders alamayanlar, HDP’ye ders vermeye kalkmasınlar.
HDP bu ülkede en meşru, geçmişi en temiz, ranta, yalana, yolsuzluğa bulaşmamış, ülke halkları için mücadele eden bu toprakların yüz akı olan partidir. HDP ülke halklarının, toplumun ve bütün ezilenlerin ortak mücadele zeminidir. Her zeminde demokrasiyi, özgürlükleri, halkın taleplerini savunan, toplumsal barışın savunucusunu yapan, bunun mücadelesini veren partidir. HDP, gündelik siyasete, gündelik söylemlere, gündelik yaygaralara, dedikodulara sığmaz. Çünkü ilkeleri ile hareket eder. Siyasetini, mücadelesini ve müzakerelerini ilkeleriyle yapar. Dolayısıyla ilke nedir, demokratik siyaset nedir, köklü bir mücadele nedir, ağır bedel ödemek nedir bilmeyenler partimize ithamda bulunurken iki defa düşünmelidir.”
Hakikatin eğri, hep eksik konulmasına karşı bir duruşu bildirir Ebru Günay. Var edilmiş ola gelen katran karanlığına karşı, bütünüyle mimlenmiş bir profil olarak doksanlı yılların sınırlarından bugünlere eyledikleri ile bir toplumsal yaranın, Kürd sorunun da tetikçileri arasında kendini sağlam yer edinmiş bir zatın hedef almasına isyanı bildirir Günay. Partisi HDP’nin suna geldiği, savunduğu ilkelerin, bugün Türkiye gibi bir despotizm dokulu, hep sağa kırmış bir cenahta, faşizmin göndere çekildiği bir yerde olmakta olanın hakikatine dair bir çaba alt edilmek istenir. Sağcı / faşizan söylemin hep ezberden var ettiği, daha bir ya da iki hafta öncesinde Baş Amir’in bodoslamadan var etmiş olduğu nefretin bir başka boyutunu var edebilen sözüm ona muhalif bir temsile sınırları hatırlatılır. Kötülüğün arşı alaya çıktığı bir cenahta, mutlak / kati / kesin / keskin bir yaradan yaraya koşmanın her neyi var edebileceği açıktır. Akşener, bilindik, madun siyasetin en pragmatist örnekleriyle o faşizan / ırkçı / kafatasçı zihniyetin ortak aklına hitap eder. Var ettiği hedef almalarla bir kere daha Kürd eşittir PKK bileşenini öne sürerken, gram geri çekinmez. Düzenin var ettiği her eşiği, ihtimaldir bir barışın konuşulduğu zeminden bugünkü açmazlar sahnesine dönüşen yerde aslolan gerçekliğin mesaisi, nihayetinde yüzleşme çabası için elzem olagelen ol diyaloğu çoktan def ettiğini bildirir. HDP’nin var ettiği yegane şeyse, muhatap addedilene karşı bir niyet okuma olmaksızın iletişimdir. Zaten o anayasa sürecinin, baş örtüsü gibi bir meselin referanduma falan götürülmeyeceğinin afaki olduğu bir zeminde bir kere daha yel değirmenlerine karşı savaşın gereksizliği bildirilir, görene, anlayana!
Hakikat eğilip bükülerek, bir kere daha 2015’in karanlığına benzeşen / aynılaşan bir yerin zemini tertip olunuyor. Hayata dair endişelerini zikretmek, yarını belirsiz kılınmış bir yere dair sözler sarf etmek gereksiz addediliyor. Çürüme her yanı kapsarken, ne gerek var ki canımızı sıkmaya, vur patlasın çal oynasın denilerek imal edilenler, güllük gülistanlık o ülke tiratları birbiri ardına çıkagelirken olan biten her halükarda sıradana oluyor. Varılan her eşik, aşıldığı söylenen her dönemeçten sonra sınavların bir yenisi bina ediliyor. Kati ola gelen iktidar tahayyülü için, iktidarı da muhalefetin madun siyasetçi aktörleri de dört bir koldan didişmeye, uğraşmaya devam ediyor. Halkı kısıtlayıp, sınırladıkları alanı her gün biraz daha açarak, çoğaltarak genişleyen bir denetim, gözetim ve tahakküm silsilesine mahkum ülke gerçek kılınır. İkrar edilirken inkar edilenlerle yepyeni hedef almalar var ediliyor. Düzen gününü, o, bu, şu demeden herkesin payına müdahale edebildikçe, hayatı zehir ettikçe var edilen bir mekanizma olduğunu gösteriyor. Gün kapkaranlık, şimdi puslu gri, memleketin afad, acil yardım operasyonu provasında, saatler sonra jeton düşen servis sağlayıcısı gibi, her şey körlemesine, her şekilde kaypaklık ile dönüştürülüyor. Yeni yüzyıl diye çıkagelen bahsi var etmek için her gün biraz daha yıkıcılığın kılınıyor. Her an, ezber edilmiş asırdır bu toprakların kökünden olanı bir kere daha dışlama biçimlendiriliyor. Ezel ebet düşman bilinen, Ermeni, Rum gibi (aslında tüm gayrimüslim) Ezidi, Alevi ve Kürd’de bu topraklardaki sınanma halleri yineleniyor. Yeni yüzyıl lafzını tamama erdirebilmek için bir kere daha Türkleştirme neden olmasın diye dikte ediliyor. Bir menzilin tek bir gün yüzü görmediği afaki bir haldeyken, halen o karanlıkta ısrarın ol hayatın eksiltilmesini daimi kılacağı muhakkaktır. Hakikat eğilip bükülürken, bir menzilin dönüşümü değil, ev olma halini toptan terki bir kere daha tezgahta işlenendir. Bu hallerle hangi güne, hangi yarına, hangi yeni yüzyıla varılabilir ki! Durup iki satırlık düşünen edeni olur mu, sahi ama sahiden de? Düşmanlaştırma, nefret, ayrımcılık, arasız, fasılasız asimilasyon, katliamcılık, soykırım heveskarlığı, kök kurutma gayretleri, hepsi ve her fecaatiyle bir ülke yeniden çukur kılınıyor. Bir kere daha, ev yeniden dönüşüme ol ezel ebet sizin yurdunuz denilen üst kimlik için heder ediliyor. Sahiden göreni, gerçekten anlayanı, hakikat için bileni var mı, iki satır düşüneni var mı bu halleri, sahi ama sahiden!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: “Syrian Kurdish demonstrators march in the northeastern city of Qamishli to protest against Turkish threats to invade the Kurdish region on Aug. 27, 2019” – Photo: Delil Souleiman-AFP-Getty Images via The Intercept_
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Söz Naçar Kılınırken...
Tumblr media
Bir biçimde, belirgin bir halde, duraksamadan, yanlışlıkla değil hep devamlılığı aleniyette sağlama alınan bir cendere hali ile söz naçar kılınıyor. Bütünleşik kılınan her bir hamleyle aralıksız devam olunan tahayyül ve pratiklerin neticesinde o sorgu iminin yıkımı artık tek, doğrudan bir istikamet kılınıyor. Tek bir adamın seslenişi, tek bir doğrultuda imal edilmiş olagelen tahayyüllerin istikametinde hayatı fecri fecaatten ötesine varmayacağı şimdi açık ve aleni kılınırken olmakta olana karşıt söz de eylem de imkansız kılınıyor. Bütünüyle bir sathı mahalde olmakta olan yıkıcılık, derdest etme ve sessizliğe sonun kadar biat adına ve için hamleler güncelleniyor. Bir yandan özgürlükler ülkesi nidaları var edilirken, bariz bir biçimde hakkaniyetsizce hak da hukuk da adalet de ayaklar altına alınmaya devam olunur her şey yerli yerindedir, her zamanki gibi.
Tümden, bariz ve değişiklik ihtiva etmeyen bir devamlılık hali içerisinde meramın alenen düz insanlara ait olan yaralara dair kelam etmenin önü alınmak istenir. Bütünüyle yaralar hiç konuşulmasın diye dört koldan baskı güncellenir. Asrın lideri nam baş efendinin tam saha baskılama ile var ettiği cürümlerden kaçış odağı olarak bir kere daha sansür alenen var edilmek istenir. Bütünüyle, yeknesak, tekinsiz ve hiçbir şeyden haberdar ettirmeyen, dahası sorgulatmayan bir zeminin binasına devam olunmaktadır. Yeni ülke, eşitlik adalet ve hakkaniyet üstünden yükseltilecektir denilirken varılan odak yirmi koca yılda hemen, hemen bir asırlık gerilemeye tekabül eder. Sözün kifayetsiz konulması çabasına düşülür. Dezenformasyon yasası öne sürülerek sıradan olanın sesleniş ve sorgusunun, ihtimallerin ve ötesindeki hakkaniyet arayışının yekten devre dışı konulması arzusuna düşülendir bir kere daha. İktidar mutlak biat tahayyülünü savunandır. İktidar, salt kendisince onayladığı ya da onay verdiği konuların bilindiği bir düzlemin inşasına çabalayandır.
Demokrasi ediminin hiçe yazıldığı yeri son kertede var etmek üstüne titrenendir. George Orwell��in madun siyaset ile devlet aklının zehirlediği halkı konu ettiği 1984’ün her nasıl bu sahada güncellene geldiği, bunun pratiği sadece bir kanun teklifinde değil daha öncesi denenmiş olagelen internet yasakları, sansür girişimleri, müdahale ve filtrelemeler ile bir ve beraberce devşirilendir. Umudunu oradan devşirir devlet. Tüketim toplumunun, gösteri ve habis bir kısır döngüye rehin edilmiş olanları bir sahte cennetin içinde tutabilme hali, yolu ve yordamında memleket bir kere daha kuşatılmaya çalışılır. Bütün o telaşe aslında var edilmiş yıkımı, eksiltme ve kuşatma hallerini düşündürmemek amacıyla sürdürülür. Umudunu devlet bu bitimsiz kuşatma istemine sahip çıkarak var eder devlet. Bütünüyle ve doğrudan müdahaleleri kafi görmeyip bir de üstüne sınırları iyice daraltarak bir ülke, bir toplum, bir eleştirel bütünlüğün tözünü geriye bırakmamak gailesiyle aralıksız olarak yeni yasalar icat eder.
Bianet’ten o dezenformasyon yasasının kapsamını iliştirelim: “Yasa neler getiriyor?
Dezenformasyon ya da yalan haber yaptığı iddia edilen gazeteci üç yıl hapis cezasıyla karşı karşıya kalacak. Sosyal medya kullanıcıları da aynı konudan suçlanabilecek. Paylaşılan içeriğin doğru olup olmadığına iktidar karar verecek.
Anlık mesajlaşma uygulamaları görüşmelere ilişkin bilgileri BTK’ya verecek.
Gazetecilerin basın kartı taşımasının hiçbir anlamı kalmayacak, çünkü dernek ve vakıf yöneticilerinin basın kartı alabilmesi için medya alanında faaliyet göstermesi yeterli olacak.
Basın İlân Kurumu, gazetelere ve internet haber sitelerine hem para hem ceza veren bir kurum olarak geniş yetkilerle donatılacak. Tıpkı, televizyon ve radyolar üzerinde kılıcını sallayan RTÜK gibi yazılı ve dijital medyanın eli sopalı polisi hâline gelecek.
BTK ile BİK, basılı ve dijital medyanın yanı sıra sosyal medya ile Whatsapp gibi haberleşme uygulamalarını da çok sıkı bir denetim ve ceza tehdidi altına alacak. Kullanıcı bilgilerini vermek ya da suç işlediği öne sürülen hesaplarla ilgili işlem yapmak gibi ağır yükümlülükleri kabul etmeyen sosyal medya şirketlerinin bant genişliği yüzde 95 oranında daraltılacak.
Yerel gazetelerin ana yaşam kaynağı olan resmi ilân gelirinin yüzde 75’i buharlaşacak, matbaalar çalışamaz hâle gelecek.”
Gerçek Gündem’den aktarmaya devam edelim: “Deva Partisi İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında bugün Genel Kurul’un gündemine gelen “dezenformasyon yasası”na tepki gösterdi.
Oylamaya katılacak AKP'li ve MHP’li milletvekillerine seslenen Yeneroğlu şu ifadeleri kullandı:
''Bu kötülüğü ülkemize, insanımıza yapmayın. Cumhurbaşkanlığı İletişim Ofisi’ndeki propaganda sorumlularının iradenizi tahakküm altına almasına izin vermeyin. Milletin adeta nefes borusu olan basını susturmaya çalışan, sosyal medyadan suç örgütü çıkartmaya çalışan bu akıl almaz, demokrasi tanımaz ve hukuk dışı teklifin kanunlaşmasına izin vermeyin.
Herkes biliyor ki bu yasa dezenformasyon değil, sansür yasasıdır. Bu yasanın maksadı iktidarın propaganda aygıtlarının yalanlarını koruma yasasıdır. İktidarın yürüttüğü dezenformasyonu eleştiriden muaf tutma, eleştiriyi yasaklama ve cezalandırma yasasıdır. Milletin sesini kesme yasasıdır.
Seçimlere 5 kala böyle bir teklifin yasalaşması, millet iradesini gasp etmekten başka hiçbir işleve sahip olmayacaktır. Bu yasa seçim sürecinin nasıl büyük bir baskı altında yürütüleceğinin işaretidir. 8 ay sonra bambaşka bir Türkiye’ye uyanacağız. Bu hukuk tanımaz dezenformasyon makinasını hep birlikte tarihin çöplüğüne yollayacağız.
Teklifin yasalaşması halinde neler olacağını anlatan Yeneroğlu şöyle konuştu:
“İktidarın yoğun baskısı altında olan mahkemeler herhangi bir haberi, yorumu ya da sosyal medya paylaşımını bu kanuna dayanarak suç olarak değerlendirebilecek. Haberi yapan gazeteci, yorumu ya da paylaşımı yapan kişiler ise gözünü cezaevinde açacak. Amaçlanan şey, toplumda endişe ve korku yaratarak kimsenin konuşamadığı, gazetecilerin haber yapmaktan korktuğu, insanların fikrini söylemekten çekindiği bir toplum oluşturmak ve seçim öncesi kimsenin ağzını dahi açamadığı bir süreci mümkün kılmaktır.
Bilginin gerçeğe aykırı olduğuna kim, nasıl karar verecek? Bir bilgiyi, haberi ya da yorumu dile getiren ya da yayan kişinin sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle hareket ettiğinin tespiti nasıl yapılacak? Ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni, genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgi olduğuna ve kamu barışını bozmaya elverişli olduğuna kim, nasıl emin olacak?
İktidar bununla yetinmemiş sosyal medya kullanıcıları için bir sürpriz hazırlamışlar. Gerçek kimliğini gizlemek suretiyle yani sosyal medyada anonim bir hesap kullanıcısı iseniz artık her an kendinizi Silivri’de bulabilirsiniz.
Hiç olmadığı kadar kraldan fazla kralcılar çıkacak. İktidarın olası iradesine göre hareket eden savcılar ve hakimlerin sayısı çok daha fazla artacak. İhbarlar artacak, sosyal medya yargıları ve linç kampanyaları hiç olmadığı kadar görülecek. İstenmeyen haberi yapana da o haberi beğenip retweet edene, yani yayana da ceza verecekler. Sosyal medya paylaşımları da bu yasa ile cezaevi tehdidi ile karşı karşıya kalacak.
İnternet haberciliğini de A Haber’e benzetecekler. İnternet haber sitelerine künye bulundurma zorunluğu gelecek. Böylece kime baskı yapmaları gerektiğini önceden öğrenmiş olacaklar. Laf dinlemeyenlere, ‘gereğini köşesinde yapmayanlara’ her türlü yafta ve soruşturma reva görülecek.
Kimin gazeteci olup olmadığının kararını Cumhurbaşkanı verecek. Hükûmetin propaganda bakanı gibi çalışan ve dezenformasyon kavramına çağ atlatan İletişim Başkanlığı beğenmediği gazeteciye basın kartı vermeyecek ve artık o gazeteciyi gözaltına aldıklarında, hapse attıklarında millete dönüp ‘O zaten gazeteci değildi’ diyecekler.''”
Taahhüt olunanla hakikatte var edilenler arasında uçurumlar barındıran bir menzildir ülke nam bu yerin yenisi. Yalan belirgin bir hakikat haline dönüştürüldükçe, doğrunun yerine de eğri sabitlendikçe, tehdit ve tahakküm sınırsız kılınır. Denetim, gözetim ve bitimsiz bir yıldırı ikliminde, bunların birleşiminde zaten söz kuşatılır. Demokrasi naçar, heder edilir. Ahmet Hakan Coşkun gibi kimi fanatik iktidar müptezeli tiplemelerin elinden tuttuğu bir biçimde olur addettiği şey, yazan, çizen, soran, eden, sorgulayan ve bu ülkenin şu halinden gerçekten utanç duyanların sorumluluk almalarının önü alınmak istenir. Böyle bir açıklıkla, sokak röportajları yasaklansın, internetin önü alınsın, konuşan susturulsun haline kadar bitimsiz bir kısır döngü yeniden imal edilmeye çalışılır. Bu not kayda geçtiği vakit on dört maddelik kısmı meclisten onaylanmış durumdayken, itiraz etmenin, hak arama ve bulma çabalarının, hakkını savunmanın, yurttaş gazeteciliğinin önünün alınması bahsine de bir çentik daha atılmıştır iyi de yol nereye? Basın kartına sahip olabilmenin hak ve koşullarından, internet üstünde faaliyet gösteren / gösterecek gazete, dergi, haber içeriği üreten yayınlardaki kısıtlamalara, künye zorunluluğunun bir kere daha var edilmiş hallerine, öyle ya da böyle demokrasi denilirken otokrasinin yollarında, sarp sert kış gibi, sözü savunmanın imkansız kılınması gayretkeşliğine her dem yenilenen, her dem yeniden var edilen ön alma, iyice sınırlandırılmış bir fikir özgürlüğü sahnesi gerçekliğine kavuşturulur. Yasa teklifinin tamamı geçtiğinde, baş amirin onayına sunulması sonrasında ise o yeni Türkiye metaforunun var edeceği şey çok daha açık / yalın bir karanlıktır, hepsi bu.
Söz naçar kılınmak isteniyor. Internet üstünde, daha önce pek çok farklı tanımlama, yasa, karar vesaire ile var edilmiş olagelen tahakküm biçimleri, sınırlandırma halleri bir kere daha, bir kereliğine daha şartları esneterek itiraz hakkını dominant bir biçimde imkansız hale getirmeye çalışılıyor. Bütünüyle hakikate dair bildirim söz konusu olmasın, devletin devletliğini var ettiği, bayrağıyla, vatan, millet bahisleriyle, iki arada bir derede sunduğu dini hamaseti, fundamentalist çıkarımlarıyla aman o öyle denilirse böyle olur, şöyle bahis olursa iktidar elden gider hallerine tutunarak, köşeler tutulmaya devam olunur. Baş amirin köşenizden gereğini yaparsınız dediği kadarıyla bir ifade özgürlüğü, iktidarın yol yapıp var ettiği aslında normalde olması gereken her eyleminin yaldızlarla süslenmesi dışında da hiçbir beis, amaç güdülmeyen bir ne güzel ülke tiradı dışında tek bir itiraza yer kalmayan, bırakılmayan bir menzil var edilmeye tekrar çabalanılır. Dost, kardeş, akıl hocalığı yapılan Azerbaycan devletinin başındakine zorbalık ile ilgili, muhaliflere yönelik baskılamalar ile ilgili demeçleri, kolluk taktikleri, internet ağ bağlantılarını sıfırlamalar gibi nice önermeyi var eden bir devletlinin, kendi sınırlarını içinde çok daha beteri imal ettiği bir Türkiye gerçekliği önümüze çıkartılır. Seçim sathı mahalline çoktan girildiği artık aleni olan bir yerde, söz nasıl savunulacaktır. Bunca çok parçalı, hepsi birbirinin tam da laciverdi olagelen alternatifsiz bir ülke tahayyülü, yönetime talip kesimler gerçekliğini muhafaza ederken, sıradanın, sahiden de iki satır sözü, bir paragraf cümlesi, kendine dair meramını nasıl muhafaza edecektir bu ülke? Kimdir, sahip çıkabilecek, yalansız, hilafsız, kem küm etmeden, doğrudan doğruya sözü naçar kılmaktan alıkoyacak kimdir, kimlerdir! Önümüz karanlığın daha dipsiz bir tonunu imlerken, nedir yani, nasıldır bir ülkedeki ifade özgürlüğü, her nasıldır fikrini savunabilme hürriyeti, nereyedir, ne haldedir? Fişin çekilmesi öncesi merak eder miydiniz, gidişata dair, geleceğin korkunçluğuna dair olanın, gelmiş olanın imdi var edilenin her nasıl sözü yerle yeksan ettiğini fark ediyor musunuz? İyi midir böyle...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Özgür Basın Demokrasinin Gereğidir – Eylem NAZLIER – Evrensel
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Bayram, Seyran, Yas Evi
Tumblr media
Bayramlar, seyranlar, cümbüşler, gümbürtüler geçip gidiyor. Memleketin bir asırda sabiti kılmış olduklarının insani normların dışında bir çürümeye çıkması kesinken hala ve hala, bitimsiz bir kısır döngü içerisinde muasırlık masalları nakşediliyor. Bir yandan yıkımın ol öznesi irin var edilirken, diğer yandan muhteşem bir ülkedeymişiz gamı zikrediliyor afaki tüm ekranlardan. Bir yanda yoksunluk, yoksulluk halleri güncellenirken, öte yandan aleni haramilerin, haram yemelerinin şeceresinde günler geçiriliyor. Bir yanda mafyanın en çok devletine bağlı, en devletim devletim diye geçinen kullanışlı maşa lakaplı bir temsilcisini aralıksız ifşa ederken seyreyler ülke, öte yandan elinde satırla kocasını kovalamaya hazır ve nazır bir memleket sevdalısı vekil. Bir bakarsınız bayramın en anlamlısı denilen Zafer nam günde ortaya öğretmenlerin, Cumartesi Anneleri / İnsanlarının dövüldüğü zalimane hal ve tavırla, işkencenin sokağa düşmesi sizi karşılar. Beri bakarsınız ana muhalefetin ol temsilinden gençler aman dikkat diye çıkagelen provokasyon uyarıları. Hepsini üst üstüne eklediğinizde bir dolu irin ile lebalep bir ülke çıka gelir. Ülkeyse şayet bu çukur.
Mafya unsurunun iddialarında adı geçen cumhurbaşkanlığı ekonomi politikaları kurulu üyesi Korkmaz Karaca, cumhurbaşkanı danışmanlığı görevinden ve akp myk üyeliğinden istifa eder. Muhabbet tellallığından nam salmış bir şahsiyetin, ulu orta eylemiş oldukları için tek satır hesap vermediği bir güncellik bina olunur. Bir başka ifşa edilen temsil Zehra Taşkesenlioğlu AB oturumu almak için Yunanistan’da 300.000 euro’luk yatırım yaparak bütün aileyi kapsayan Golden Visa aldığı notu düşülür. Beri yandan hanutçuluk / aracılık ve vesvesecilik, haram yiyicilik gibi titrlere sahip bir başka cumhurbaşkanı danışmanı Serkan Taranoğlu, hakkındaki iddialar sonrasında sırra kadem basar. Bir bakarsınız bunlar var edilirken, baş amirin kurmaylarıyla pozları, güçlü ülke nidaları yankılanır. Öte yandan bir katliam aracı olarak tasarlanmış her şeyi ithal, ismi türk insansız hava aracının üreticisi Bayraktar bilmem nesinden kızılelma nam has katliam uçağı modellemesi çıka gelir. Beri yanda kanal istanbul sessiz sedasız gömülürken ya da öyle bildirilirken bir çok yerde yepyeni cürüm yatakları, katliam sahaları, inşaat ya resullallah’a yem edilecek alan sahaya çökülür. Her şey birbiri içine girişmiş, her şey birbirinden beter hallere çıkarken ol ver mehteri coşkusu içindeki cılız bir çıktık açık alına ile zafer bayramı seremonilerinde kendi kaderinden kaçtığını zanneden bir ülke / ahval vur patlasın çal oynasın düşmanlara karşı söyleminde yoluna devam eder. Her bayram bir başka yıkıma çıkmaktayken üstelik!
Mezopotamya Ajansından aktaralım: “Sincan Cezaevi’ni ziyaret eden HDP Ankara Filiz Kerestecioğlu, “Bu ülkeyi büyük bir cezaevi kampüsü haline getirmeye devam ediyorlar. Türkiye’nin buna karar verme zamanıdır” dedi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu üyesi Nuray Özdoğan, HDP Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) ve İnsan Hakları Derneği (İHD) üyesi avukatlarla birlikte Sincan Kadın Cezaevi ve Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi idaresiyle, cezaevlerinde yaşanan sorunlara dair görüşme gerçekleştirdi. Heyet görüşmenin ardından Sincan Cezaevi önünde açıklama yaptı.
Açıklamada konuşan HDP Ankara Milletvekili Filiz Kerestecioğlu, Sincan Yüksek Güvenlikli Kadın Cezaevleri’nde ziyaret için randevu talebinde bulunduklarını belirterek, Sincan 1 No’lu Kadın Cezaevi’nin talebe olumlu cevap verdiğini, Sincan 2 No’lu Kadın Cezaevi’nin ise “çok meşgul” olduğu gerekçesiyle randevuyu reddettiğini belirtti.
Yazılı Cevap Verilmedi
Sincan 2 No’lu Cezaevi’ne yazılı dilekçe ile başvurduklarını belirten Kerestecioğlu, “Biz milletvekili olarak cezaevlerinde bize gelen şikayetlerin aynı şekilde müdürlerle görüşmek, değerlendirmek ve istişare etmek, denetlemek görevimiz var, siz bu görevimizi engelliyorsunuz, bu nedenle yazılı cevap verin dedik. 2 No’ludan henüz bir yazılı cevap gelmedi. Bu nedenle kendisi hakkında şikayette bulunacağım. Bununla ilgili eğer mantıklı bir yazılı gerekçe iletmezse, hem Adalet Bakanlığı’na hem ombudsmana hem de CİMER’e bir şikayet dilekçesi vereceğiz. Çünkü bir hafta bir cezaevi müdürünün meşgul olması gibi bir şey takdir edersiniz ki bizim açımızdan kabul edilebilir değil” diye belirtti.
Örgüt Avukatları!
Bugün yapılan görüşmeye dair de Kerestecioğlu, “Avukat meslektaşlarım aynı zamanda, Nuray ve Çiğdem arkadaşlarımızla gittik. Önce 1 No’lu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne gittik. Müdür bey enteresan bir gerilim içerisindeydi. Sorunları konuşmaya başlayamadan avukatları ve bizi sorgulamaya başladı. Öyle bir noktaya geldi ki, ‘ben burada yiyecek yetersiz, beslenme yetersiz gibi sorunlar var, biz sizinle bunları konuşmak ve değerlendirmek istiyoruz, bir müsaade eder misiniz konuşmamıza’ dememize rağmen kendisi gerçekten konuşamayacak bir ruh halindeydi. Onun ruh halini kendisine bırakıyoruz ama şikayetçi olacağımız bir başka konu var. Meslektaşlarıma ‘örgüt avukatlarıyla konuşmam’ dedi. 40 yıla yaklaşan meslek hayatımda, bu fütursuzluk çok az duyduğum bir şey. Bunu da kamuoyu ve basın mensupları önünde ifade etmek isteriz. Hangi davaya bakıyor olursa olsun, avukatlar müvekkilleriyle özdeşleştirilemez ve hiçbir kimsenin, diyaloğu, güvenliği, iletişimi sağlaması gereken bir cezaevi müdürünün böyle bir hadsizlik yapmaya hakkı yoktur. Bununla ilgili de kendisiyle ayrıca, şikayet dilekçeleri ile karşı karşıya geleceğiz sanıyorum” ifadelerini kullandı.
‘Görevimizden Vazgeçmeyeceğiz’
Son olarak Sincan 1 Nolu Kadın Cezaevi Müdürü ile görüştüklerini aktaran Kerestecioğlu, şöyle konuştu: “Sohbet hakkı aslında iki yüksek güvenlikli cezaevinde de yok ama kadın cezaevinde başlanmış iki saatlik sohbet hakkı var. En azından şunu ifade etmek isterim. Diyalog kurulabildi, yani insani bir konuşma gerçekleşti. Konuşmak Türkiye’de artık önemli bir şey. Derdini anlatmak ve derdine yasal karşılıklar bulmak ya da bazen mantıksız veya mantıklı karşılıklar bulmak, ama konuşabilmek önemli. Türkiye’yi konuşamaz insanlar yekunu haline getirmeye çalışanlara inat, biz bu girişimlerimize devam edeceğiz. Cezaevleri milletvekillerinin aynı zamanda ‘ne yapıyorsunuz’, ‘nedir sorunlar’, ‘bize gelenler bunlar, yazılan mektuplar bunlar, avukatların ilettikleri bunlar’ diyerek sorunları konuşma ve çözüm yolu bulma görevi olan insanlarız biz. Bu görevimizden de vazgeçmeyeceğiz.
Yoksulluk Cezaevine Yansıyor
Pandemi koşulları farklıydı, bugünün koşulları farklı. Buna göre yine pandemi olduğu iddia edilebilir, ama görüyoruz ki her yerde herkes maskesiz ve ilan edilen bir pandemi koşulu da yok ortada. Buna göre yapılması gerektiğini konuştuk. Mektupların sansüre uğramaması ya da iadeli taahhütlünün çok pahalı olması ve normal mektupların ise akıbetinin gerçekten bilinmediğini ve dolayısıyla cezaevi idarelerini töhmet altında bıraktığını ilettik. Hijyen problemleri ve yetersiz kötü beslenme, kantin fiyatlarında fahiş artışlar olması. Bu cezaevinin sorunu değil aslında. Adalet Bakanlığı’nın sorunu ve ülkedeki yoksulluğun da bir sonucu. Buna göre dışarıdaki yoksulluk cezaevlerine de yansıyor.
İnfaz Yakmaları
Son olarak en önemli sorun, tabii ki infaz yakmalar, infaz ertelemeler. Ben isimleri sayarak konuşmamı bitirmek istiyorum. Hanım Yıldırım, koşullu salıverilme tarihi 21 Eylül 2021 olmasına rağmen bir yıl süreyle infazı yakılmış. Rojlan Erez, bir yıl süreyle infazı yakılmış. Jiyan Ateş, uyku saati ve planına uymaması, okula kayıt yaptırmaması, dezenfektan kullanmaması ve koridorda gördüğü arkadaşına sarılması gerekçeleriyle bir yıl süreyle infazı yakılmıştır. Berrin Sarı, koşullu salıverilme tarihi 21 Kasım olmasına rağmen infazı 9 ay süreyle yakılmıştır. Dilan Oynaş, örgütlü koğuşta kalmaya devam etmesi gerekçesiyle 3 ay süreyle infazı yakılmıştır. Sedef Demir, iyi halli olduğuna dair kurul kararı verilmesine rağmen 3 ay süreyle infazı yakılmıştır. Ağrı Belediye Eşbaşkanımız Mukaddes Kubilay, koşullu salıverilme tarihi 4 Ağustos olmasına rağmen infazı yakılmıştır. Önceki dönem Varto Belediye Eşbaşkanımız Sabite Ekinci, koşullu salıverilme tarihi 17 Haziran olmasına rağmen infazı yakılmıştır. Yine Erzurum Karayazı Belediye Eşbaşkanı Zeynep Bingöl, koşullu salıverilme tarihi 22 Temmuz olmasına rağmen infazı yakılmıştır.
Ülke Cezaevi Kampüsüne Döndü
Cezaevlerinde aslında tahliye zamanı gelmiş olmasına rağmen idari gözlem kurulunun puanlamaları -hakimlerin, savcıların dahi anlayamadığı puanlamalar- olması nedeniyle de; bunu gözleyen insanların cezaevlerindeki idareciler olması, bir mahkeme olmaması nedeniyle de insanlar yattıkları cezanın dışında, aslında cezaevinde bir kez daha cezaya maruz kalıyorlar. Asıl gündem yapmak istediğimiz sorunlardan biri de bu. Cezaevleri dolu mu? Boşalması isteniyor mu? Gerçekten tahliyesi gelen insanların dışarı çıkması isteniyor mu? Yoksa cezaevlerinde herkes kalmaya devam mı etsin? Biz A’dan başladık; F’ler, D’ler, C’ler, S’lere geldik şimdi. Tip tip cezaevleri yaparak bu ülkeyi büyük bir cezaevi kampüsü haline getirmeye devam ediyorlar. Türkiye’nin ve bütün kamuoyunun buna karar verme zamanıdır. Buna izin vermemeliyiz, gerçekten mahpusluk başka bir şeydir, mahkeme cezası başka bir şeydir. Ama burada gözlem kurullarının insanlar birbirine sarıldı diye, görüşçüsü geldiğinde birbirinin kardeşine yaşlı annesine belki bir refleksle sarıldı diye disiplin cezaları verilmesi akla ziyandır, faşizmdir. Bunun başka bir açıklaması yoktur. “
Faşizmin Körüklendiği Ülke
HDP Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu üyesi avukat Nuray Özdoğan, insan haklarına uygun adil bir ceza infaz sisteminin uygulanması gerektiğini belirterek, “Diyalog kurarsanız çözersiniz bir sorunu. Diyalog kurmadığınız sürece çözme iradeniz olmaz. Dolayısıyla diyalog kapısını açmak üzere geldik. Elbette ki birçok sorun hem yasal mevzuattan kaynaklı hem de Adalet Bakanlığının uyguladığı ceza infaz sisteminden kaynaklı ve bunların bir an önce düzeltilmesini talep ediyoruz. Ama içeride de cezaevi idareci ve memurların da ülke genelinde oluşan taraflaşmaya bağlı olarak siyasi bir taraflaşmanın ürünü olarak işlem yapmamasını, bu konuda eşit ve adil davranmasını söylemeye geldik. Ülke bir ayrımcılığın körüklendiği, faşizmin körüklendiği bir ülkeye çevrildi. Bunu buraya yansıması demek, içeride bir kabus demektir. Bunun önlenmesi için geldik” dedi.
Adalet Bakanlığı'na Seslendi
Cezaevi idaresinin kendilerine “örgüt üyesi” tanımına karşılık hukuki olarak cevap vereceklerini dile getiren Özdoğan, “Şikayet mekanizmalarını işleteceğiz. Bize bu beyanı söyleyen idarecinin, içeride tutsak olanlara nasıl bir tutum sergileyeceğinin endişesi içindeyiz. Ayrımcı olmayan eşit bir infaz sistemi, siyasi görüşünden dolayı kimseyi yargılamayan bir infaz sistemi, mesleğini yapmaya çalışan avukatların da mesleğini yaptığı için yargılamayan bir idari sistemdir bizim talep ettiğimiz. Bu nedenle diyalog kapısını açık tutan idarecilerdir, belki birçok sorunu çözecek olanlar. Özellikle, Adalet Bakanlığı’na seslenmek isteriz. Yeni kurdukları puan sistemini kişilerin siyasi görüşü, tutumu üzerinden değerlendirmemeleri gerektiğini tekrar söylemek isteriz” diye konuştu.
İlave söze ne hacet. Başlı başına şu iliştirilen haberdeki gibi zaferler, efelenmeler, büyük, büyük ülke nidalarının hemen kıyısında cerahat kol gezer. Hakkaniyet, ayaklar altına alına gelen hukuk, bir kimliğe yönelik aralıksız şiddet ve bir siyasi partinin unsuru ya da takipçisi olagelen gel gelelim siyasette ısrarcı olduğu için “terör” torbasına dahil edilmiş binlerce insanın ortak kesitidir mesele. Düpedüz yalın bir biçimde nefretin temsilinde bir kere daha aşılan eşik / varılan odak açısından ne kadar da düşündürücüdür. Etle tırnak illa ki komşu olunduğu zikredilen, Kürd kimliği ve inanç, kültürel alt kimliklerine karşıtlığın ulaştığı merhale, en başından bu yana zikrettiğimiz ikircikli ülkeyi de göstere gelir. Budur bu hallerin yekunudur, vur patlasın çal oynasınlar arasında bildirilmeyen. Bir propaganda bakanlığı olduğu artık yurt dışındaki malum medya organlarında da haber olan İletişim Başkanlığı nam yapının bildirmediği, hiçbir zaman bildiremeyeceği bir hak gasbı halinin her nasıl günbegün, mot-a-mot yeniden ve yeniden imal edildiğini bildirir, bir tek haberin ta kendisi. Bunca afaki bir biçimde cerahate tuzaklanmış bir sahnede, binlerce tutsağın hal ve hesabı her ne olacaktır, sahi ama sahiden de? Diyalog çağrılarının yanıtsız bırakılması, ardının eksik gedik konulmasının Kürd sorunundaki o aşılmazlığı, silahın / yıkım ve ölüm hallerinin pençesinde kaybedilecek daha bir kırk yılı var mıdır memleketin? Mesele budur iş bu raddededir. Bütünüyle bayram, seyran, güllük, gülistanlık memleket haline dair açık seçik ifadelerin yamacında daha katrana rehin edilecek güncesi, günleri kalmış mıdır bir memleketin, nedir yani? Kim fark edecektir, bunca bariz çığlıkları, ne zaman, nerede ve ne şekilde?
BirGün Gazetesinden ilgili bölümü aktaralım: “AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "AKP bir suç örgütü olduğu için kapatılacak" diyen Türkiye İşçi Partisi (TİP) İstanbul Milletvekili Ahmet Şık'ı hedef aldı. Şık'a yönelik "Bu zat zaten teröristin tekidir" diyen Erdoğan, "Önce o kendi paçasını nasıl kurtaracak ona baksın" dedi.
Erdoğan, cuma namazı sonrası gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.
Ahmet Şık'ı Hedef Aldı
TİP Milletvekili Ahmet Şık'ın "AKP bir suç örgütü olduğu için kapatılacak" sözleri üzerinden hedef alan Erdoğan, "Bu zat zaten teröristin tekidir. Teröristin teki olmanın ötesinde nasıl olduysa milletvekili olma şansını yakaladı. Ve şu anda da kullanıyor. Bir hukuk devletinin içerisinde adeta teröristlerin yaklaşım tarzıyla bir yaklaşım içerisinde. Ahmet Şık'ın soyadı 'şık' ama kendisi neye benziyor bilmiyorum. Dolayısıyla onun gücü ne AK Parti'yi kapatmaya yeter, ne bizleri bu noktada mahkum etmeye yeter. Önce o kendi paçasını nasıl kurtaracak ona baksın. Çünkü bugüne kadar birçok terör örgütlerinin içerisinde yer almış bir kişi. Bununla ilgili olarak da zaten tazminat davası açılmıştır. Milletvekilliği olayı üzerinden çıktıktan sonra, yani dokunulmazlığı da kalktıktan sonra ceza davaları arkasından gelecektir" ifadelerini kullandı.
Ahmet Şık'tan Yanıt Geldi
Ahmet Şık, kendisini hedef alan Erdoğan'ın sözlerine Twitter hesabından yanıt verdi.
Şık, açıklamasında, "İktidarınız sona erip memlekete hukuk geldiğinde, menfaatini değil hukukun haysiyetini önemseyen şimdiki gibi kuklaya çevirdiklerinize benzemeyen yargı mensupları kimin terörist kimin çete lideri olduğuna karar verecek. O zaman konuşuruz bu konuyu" ifadelerini kullandı.
Ne Olmuştu?
Ahmet Şık Medyascope kanalında Ruşen Çakır'a konuk olduğu programda, olası hükümet değişikliğinde AKP'nin kapatılacağını ve üyelerinin bir kısmının yargılanacağını söylemişti.
Şık, "AKP'ye MHP'ye bırakmayacağız bu muhalefeti. Ki onlar darmaduman olacaklar. Hepsi suç örgütü üyesi olmaktan yargılanacak yapıdan bahsediyoruz. Temiz olanları, suça bulaşmayanları Meclis'te kalmaya devam etsin. Ama AKP bu nedenle kapatılacak ya! AKP bir siyasi parti muamelesi görmeyecek bu dönem kapanırsa. AKP bir suç örgütü olduğu için kapatılacak. Siyasi parti kılığına girmiş bir suç örgütü diyecekler" ifadelerini kullanmıştı.”
Düzenin suna geldiği sahanın her nasıl alenen daraltıldığı bir kere daha ortaya serilir o baş amir tarafından. Memleketin bir asırda demokrasi ediminden her nasıl fersah fersah dibin dibine uzandığının da şeceresi vardır. Ezber edilmiş devlet aklının suna geldiği, kendi aklı kendi normuyla bina edip, kendisine benzetemediği, saymadığı kim varsa onu etiketlemek için kullana geldiği “terörist” yaftası bir kere daha piyasaya sunulur. Cerahati var ederek o yirmi koca yılda memleketi topyekun kuşatan, sınırlandıran bir başkasıymış gibi bariz bir yönelimi savunur baş amir. Hedef kıldığı kişinin gazeteci ve insan haklarına dair iş bu memlekette sayıları belli bir aktivist olmasını göz ardı ederek, çürümeye dair kelam ettiği için onu gözden çıkarttığını kendi yayın organlarından pay eder. Azarlar, gürler. Bir cuma namazı çıkışına daha elastik / uzunca bir demeç sağanağı ile siyasal islamın aslında her ne olduğunu gösterir, kanıtlar. Bütünüyle sarpa sarmış bir memlekete güven vermek yerine o kangren hali dah da üstenci bir halde savunmak derdine düşülür. Hesap vermek bir yana, hizmetkar olmaya geldik diye buyurduğu günlerden bunca zaman sonra ortaya çıkan akp iminin nasıl da pervasızca bir yıkımı öncelediği bildirilir. Düşmanlaştırma, ötekileştirme, hakkaniyeti alaşağı edip, insanları rencide etme, sırf adaletsizlikler için kendisine hesap vermesi gerektiği / adalet makamına / bildirildiği için Ahmet Şık şak diye terörist olarak ilan edilir. İyi de bunun neresindedir adalet, özgürlük, hürriyet, demokrasi sevdalılığı vs. Kini, kibiri ve aralıksız kötülüğü arzulayan suretiyle, kural da kanun da benim çıkışlarıyla birlikte baş amir, ülkenin vardığı istikametin şen şakrak değil, doğrudan despotizm içinde, çıkara ve riyaya dayalı bir teslimiyetçilik olduğunu örnekler. İyi de nereye kadar. Sözlerine dair daha fazla şey yazılabilir lakin, düşünce özgürlüğü liginde yerlerde sürünen bir menzilde, anılan / bildirilen her şey kalem kırmaya yeterli görülendir. Anladınız siz onu!
Bayramlar, seyranlar, cümbüşler geçip gidiyor. Her defasında gümbürtü sonrasında başka ve bambaşka yaralara sahip olunuyor. Gündemin getirdikleri, dünden kalanlarla birleşip, bütünleşerek yarınlara taşınıyor. Ne adalet adalet olarak kalıyor, ne hürriyet bahsi sahiden de yaşar, işlevsel. Ne hakkaniyet mevzu mesel olunuyor, ne de bunca çürümeye karşılık en ufak bir sorgulama hali. Tahakkümün sınırları öylesine geliştiriliyor ki, baş amirin ve o şürekasının suna geldiği her şeyle biraz daha hayatın normali tahrip edilmeye, kuşatılmaya devam olunuyor. Nefes alacak en ufak bir boşluk bırakmamacasına her günü biraz daha karanlıkla bütünleşik kılarak bir döngü var ediliyor. Hanedan çalıyor, derdi de, diyeti de halka kalıyor. Hanedanlık ve şürekası, hamili kart yakınımdır bahisleriyle birer birer birbirlerine tuzaklamalar yaparken ne olacak bu hal diyen yurttaş / gazeteci veyahut vekil terörist ilan ediliyor. Bir terörist / terör lafzıdır gidiyor, bir gün bu beriki gün şunlar, bir başka gün de mahalledeki manava fişlemeler, kapı komşusunu cimer’e şikayetler var edilir. Bir başka gün bunlar kafi görülmez, bir kapı komşusunda var edilmiş talan / yıkıma ortaklık gibi, başka ikisinde de aynı cürmü tekrardan var etmek derdine tasasına düşülür. Bir yanı hep eksik kalacak nice bahis, bir yanı hiç tükenmeyen nice yarasıyla bayramın da seyranın da gümbürtünün de ardılı yıkıma çıkıyor bu menzilde bu kesin bilgi! Patırtıların arasında sunula gelen her cerahat biraz daha eksik, biraz daha yarım yamalak bir ülkenin de imalini göstere geliyor. İyi de istikametini bunca pervasızca bu kadar kör kör parmağım gözüme bir tahlille / pratikle biçimlendiren bir zeminde hayata dair hiçbir bahsi muhafaza edebilmek söz konusu mudur? Bu mudur seksen beş milyonun, çok ufak bir azınlık dışında, hayat diye yaşadığı işkencenin / çürümenin / eksilmenin bir telafisi söz konusu edilebilecek midir, ne zaman, hangi zaman? Bayram, seyran, gümbürtü her dem yas evine çıkıyor bu menzilde, sorgulamak ne zaman, hangi zaman?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
İlüstrasyon – Jun CEN v/ The New York Times
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Ucuzluk Meseli
Tumblr media
Ucuzluk içinde hayatın varlığı, ederi, bariz bir hiç kılınıyor. Bir tenzilat haline rehin edile gelen her gününde onlarca yaranın, yıkımın var edilebildiği bir uzamda sözün artık naçar kılınmasının yolu / yönü daimi ucuzluktan geçiriliyor. Bütün pespayelik ile bütünleşik bir istikameti bildirirken, haneden hayatını sürüp ilelebet iktidar olma gücünü / yetisini bariz bir biçimde kendisinde olduğunu zikredenler, böyle sayanlar elinde hayatın ehveni belirli bir yıkıma rehin kılınıyor. Sonu hiçbir türlü kestirilemeyen bir cerahat kuşatma, cürümler ile temellendirilen bir cehennem döngüsü yaşam olarak addediliyor. Hayatın ehven olanla bir biçimde yollarının ayrıştırıldığı şecereye rehineliği ile yaşama eyleminin ucuz kılınmış bir mesele / eyleme dönüşümü de hayata geçirilir. Fakire bir sadaka düzleminden sürülen, var edilen sözde iyileştirmeler, asrın asgari ücret zammı ve halkı enflasyona ezdirmeyip, biz ezeceğiz yollu çıkışlar arasında örülen yollar / açılan gedikler bu cüzi, bariz ucuzluk panayırı ülkeyi görünür kılar.
Emtia fiyatlarındaki oynamalar gibi, sürekli olarak sahnedeki sıradan insanların hayatta var olma hakları, varlıkları, beklentileri ile de oyunlar oynanır, grafikler çizilir. Tüm bu habis döngü çarklar dönerken her şeyden medet kesmiş, karanlığa rehin, kuru ekmeğe şükredecek, salt tapınacak, oy zamanı da uslu uslu iktidar lehine kullanacak bir denekliği imal etmek içindir. Ülkenin yenisi budur. Hayatın ederi, anlamı, meramı, kapsamı hepsi ve her bir ögesi zayi olunurken bir tek hiçlik sınırsız konulmaktadır. Dibine çekildiğimiz o karanlığın temsili sureti laf değil doğrudan cürümlerin makamıdır artık. Bütünüyle belli bir odaktan çıkagelen hamleler arasında hayatın ehven ile olan bağlarının kopartılması bir biçimde sabitlenir. Cürümler cürümleri kovalarken, yaşama gölgeler düşürülürken, hesap kitabın bini bir paraya muktedir lehine çevirilen dolaplarla yeniden imal edilirken sıradan insanların hayat hakları ellerinden çalınır. Misal haftalardır yeniden ifşa etmeye başlayan dünün sofrasının payandalarından bir mafyanın kirli ilişkiler ağı içerisinde seksten tutun, yağmaya birbiri ile ilintili olmayan ama her durumda birbirilerinin peşini kollayan siyaset ve medya ve gündelik yaşama ahvalinin kamusal olanı nasıl söğüşleyip iç ettikleri çarşaf çarşaf, o bu şu partili olmasına, şu bu o ismi zikretmeye hacet olmadan görünür kılınır. Bu hallerin yekununda adalet makamından ses çıkmazken, cılız birkaç itiraz, ne olacak şu memleketin hali kısır döngüsü yinelenirken, kartlar yeniden başka talihliler için karılır. Bir kağıt destesinde yer alan kağıt kadar yeni oyuncu oyuna dahil edilir. Bir fasit döngü yeniden başlar, iyi de nereye kadar?
Tümüyle hayatın ucuz kılınması bu magazin görünümlü ucubelik ilişkiler, çıkar ağlarına dolanmış tiplemelerin elinde yeni ülke bildiğiniz bir kısır döngünün içinde debelenip de hiçbir yere varılamayan, tek bir iyi günü bırakılmayan bir yere dönüştürülür. Yaşatan yeri yaşamla bağlarını kopartmış bir mahpushane kılmak, evi, evlikten çıkartarak dönüşsüz bir karanlık dehlize indirgemek var edilendir. Umut zayi olunurken, insanların hayatını bariz bir hiç kılarken o muktedir, şu yağmacı, o şantaj ekipleri bilmem neler adaletin kantarının da boş kefelerinin de çalındığı yer de gerçek kılınır. Örnekleriyle, lebalep vurgularıyla her durumda çıkagelen muktedirin kendine doğrularıyla o habis bakış sürekli sabitlenir, böyle bir sahada her gün yeniden çıkış noktası bu doğrultuda imal edilir. Aynı gemideyiz lafzını da düşündüğünüz vakit bütünün her nasıl bir tirat ile çıkageldiği var edilen ucuzluğun her ne beter bir tahayyüle çıkageldiği ortaya düşecektir. Şuraya sıralayacağımız birkaç örnek dahi bunu bildirmeye kafi gelecektir haddizatında. T24’ten aktaralım: “Yeni Akit Yazı İşleri Müdürü Ali Karahasanoğlu, 2 Temmuz Sivas Katliamına ilişkin yazısında, "Her 2 Temmuz’da, sol mecraların adet haline getirdikleri tekrarları dinler, muhafazakar tv kanallarında bile dillendirilen iftiraları bir daha, bir daha izleriz. Olayların başını anlatmazlar.. Kimler, niçin gösteri yapmışlardır, söylemezler.. Olayların ortasını çarpıtırlar.
Gösterilerle, Madımak otelini yakanlar arasında bir bağ olmadığı halde, ölenlerin sorumluluğunun göstericilerde olduğunu iddia ederler.. Sonunu ise, tamamen gerçeklere aykırı şekilde dizayn ederler.
Protesto hakkını kullanmak isteyen insanlardan 33 kişiyi, anayasal düzeni cebren değiştirmeye kalkışmakla suçlayıp, idama çarptırdıkları ile yetinmeyip, o gün Madımak oteli önünde olan 10 bine yakın insanın da tek tek tespit edilip, aynı cezaya çarptırılmalarını isterler.." diye yazdı.
"Oteli yakanları bulun, cezalandırın.. Ama Aziz Nesin’i protesto edenleri bırakın.." diyen Karahasanoğlu, "Anayasal hakkını kullanarak Aziz Nesin’i protesto eden masum insanları ise, “oteli yakmak”la suçladılar..
Yetinmediler, protesto hakkını kullanan masum insanları “Anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs etmek”le suçlayıp, idam cezası verdirdiler.
Apo için idam cezası kaldırıldığında, Sivas mağdurları da, idam edilmekten kurtuldu, ama ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezaevinde kalmaya devam ediyorlar." ifadelerini kullandı.
Ucuzluk dediğimiz şeyi var eden bir muamma değil kesintisiz bir nefretin son sacayağı ol Akit nam paçavranın kaleminden irin damlayan temsilinden çıkagelir. Kör karanlığın 29 koca yıl önce, ama teşviklerle, ama halkı galeyana getirerek, ama Aziz Nesin gibi sahiden de meramı ülkenin düşünsel anlamda ilerlemesi olan bir zatı hedef hala kör hedef kılmaya çabalayarak bir katliamı savunmaktır, ucuzluk. Otuz dört canın akıbetinin mamafih boşa düşürüldüğü, adaletin ne tam anlamıyla tecelli ettiği, ne de Madımak gibi bir yapının müze yapılabildiği bir suç / pogrom / katliam için böylesine çekincesiz seslenişlerin ta kendisidir hayatı ucuzlatan. Nasıl olsa karşı mahallenin dediği insanların bu ülkeye dair en çok çaba sarf eden, akla, fikre, izana ve yeniden mücadeleyle bir yaşanabilir ülke hal ve umuduna saldırmak yeniden var edilir. Ötekisi sanılanın bu toprağın kökünden olması bir yana, hakikati eğip bükerek bir katliamı normalleştirmek de bugün utanç verici haline ek kılınır. Akit ve insanımsı temsilin suna geldiği cerahatin karşısında, bu ucuzluk ile tam anlamıyla karşılanan hayat memat mücadelesine, Arto Tunçboyacıyan’ın var ettiği iki satır cümle yeterince açık bir yanıt(ımız) olarak kayda geçsin. “Ben Sivas’da doğmadım. Sivas benimle doğdu. Ben Sivas’da insanları yakmadım insana benzeyen yaratıklar Sivas’ı yaktılar. Gürün’lü Setrak’ın küçük oğlu Arto”
Bianet’ten aktaralım: “Adana Kürkçüler E Tipi Kapalı Cezaevi'ndeki adli tutuklu Şehmuz Emen, 22 Şubat’ta sayım sırasında gardiyanlara hastane sevk için yaptığı başvurunun akıbetini sorduğu için kameralar önünde işkence gördü.
Çıplak bir şekilde hücreye konulan Emen’in darp sonucu kulağında işitme, gözüne ise görme kaybı oluştu.
Mezopotamya Haber Ajansı'ndan Hamdullah Yağız Kesen'in haberine göre, Emen'in, Adana Cumhuriyet Başsavcılığı'na yaptığı suç duyurusu sonrası gardiyanlar hakkında iki farklı soruşturma başlatıldı.
İki ayrı dava açıldı
Soruşturmanın ardından Emen, Adana Kürkçüler 1 Nolu T Tipi Kapalı Cezaevi'ne sevk edildi. Savcılık, gardiyanlar C. G. ve H. A. hakkında, "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" ve "Basit yaralama" suçundan iddianame hazırladı.
Adana 23'üncü Asliye Ceza Mahkemesi iddianameyi kabul ederek, gardiyan C. G. ve H. A. hakkında dava açtı. Davanın ilk duruşması 13 Ekim'de görülecek.
Savcılık ikinci soruşturmasında ise gardiyanlar Ç. Ş., H. G., H. C., R. D. ve Y. M. hakkında "İşkence yapmak" suçundan iddianame hazırladı.
Adana 10'uncu Ağır Ceza Mahkemesi de iddianameyi kabul etti ve gardiyanlar hakkında dava açtı. Davanın ilk duruşması 28 Eylül'de görülecek.
"Geç içeri ulan..."
Savcı iddianamede, Emen'in şikayeti üzerine 24 Şubat 2022'de soruşturma başladığını ifade etti ve Emen’in ifadesine yer verdi.
Emen ifadesinde, sayım esnasında yaşanan bir tartışma sonrası gardiyanların kendisini yere yatırarak odadan dışarı çıkardığı ve daha sonra darp edildiğini anlattı.
Emen, ifadesinin devamında; D-20 1’inci kat 2’nci odaya çıplak bir şekilde sadece alt iç çamaşırı ile konulduğunu, yine odada yatak olmadığını ve yerlerin gardiyanlar tarafından ıslatıldığını ve kendisine “geç içeri lan, ıslak yerde otur" denildiğini, söz konusu olay sebebiyle şikayetçi olduğunu belirtti.
İşkence kameralara yansıdı
İddianamede, kamera kayıtlarına yansıyan işkence görüntülerine dair hazırlanan bilirkişi raporuna da yer verildi. Raporda şu bilgiler yer aldı: "6 İKM’nin (infaz ve koruma memuru) kamera görüş açısına giriş yaparak geldikleri ve oda kapısının kilidini açtıkları, 4 İKM’nin oda içerisine girdiği, 1 İKM’nin kapıda beklediği, diğer 1 İKM’nin ise yan taraftaki oda kapısına gittiği ve kapı önünde beklediği tespit edilmiştir.
"Yerde sürüklediler"
"Kapıda beklemekte olan İKM-1’in panik hareketler sergilemeye başladığı ve kameraya doğru eliyle hareket yapıp, diğer İKM’leri çağırdığı anlaşılmaktadır.
"Daha sonra oda içerisine girdiği tespit edilmiştir. Odaya giriş yapan İKM’lerin müşteki Şehmuz Emen olduğu değerlendirilen hükümlü/tutuklu şahsı yüzüstü olacak şekilde yerde sürükler vaziyette odadan çıkardıkları, İKM-2’nin sağ elini kullanmak suretiyle yerde yatar vaziyetteki müştekinin yüzünün sağ tarafına tokat attığı tespit edilmiştir.
"Kafasına tekme attılar"
"İKM’nin hep birlikte müştekinin üzerine doğru eğilmelerinden dolayı müştekinin yerdeki hal ve hareketlerinin kamera görüş açısı dışında kaldığı, İKM-3’ün sağ ayağını kullanmak suretiyle müştekiye tekme attığı, İKM-3’ün yere eğilerek müştekinin kafa kısmına doğru yaklaştığı tespit edilmiştir.
"İKM-4’ün sağ ayağını kullanmak suretiyle müştekiye 2 kez tekme attığı tespit edilmiştir. Diğer İKM’lerin koşarak olay yerine geldikleri esnada ellerini havaya kaldırıp sallayarak (yapmayın dercesine) olay yerindeki İKM’lere bir şeyler söyledikleri, olay yerindeki İKM sayısının 12’ye yükseldiği tespit edilmiştir.
"İKM’lerin müştekiyi yerden kaldırdıkları ve kollarını arkadan tutup başını öne eğik vaziyette tutmak suretiyle koridorda yürüterek götürdükleri ve ağzını kapatarak götürmeye başladıkları tespit edilmiştir.
Mahpusu soyundurdular
"İKM’lerin müştekiyi demir parmaklıklı kapı önüne getirdikleri, fakat oda içerisine götürmeyip kapı önünde duracak şekilde kamera görüş açısı dışında beklettikleri, İKM5’in oda içerisine girdiği ve oda içerisindeki yatak, örtü gibi eşyaları oda dışına çıkardığı tespit edilmiştir. Müşteki şahsın kıyafetlerini oda dışında bırakarak üzerinde sadece baksır (iç çamaşırı) ve ayağında çorap olacak şekilde odaya girdiği, İKM-5’in hala oda içerisinde olduğu tespit edilmiştir.
"Müştekinin oda içerisine giriş yapması akabinde İKM-5’in içerisinde su olabileceği değerlendirilen 5 litrelik şişeyi eline aldığı ve şişe içerisindeki sıvıyı oda içerisinde yerlere döktüğü (özellikle yatağın kaldırıldığı yüksek zemine dökmektedir) tespit edilmiştir.
"Bidonla vurmaya çalışıyor"
"İKM-5’in sıvıyı yerlere döktükten bidonu hızlı bir şekilde müştekinin kafasına doğru salladığı ve bidonun kamera görüş açısı dışına çıkış-giriş yaptığı, müştekinin kamera görüş açısı dışında olmasından dolayı İKM-5’in bidonla gerçekleştirmeye çalıştığı vurma eyleminin müştekiye temas edip etmediği hususunda inceleme ve teşhis yapılamadığı tespit edilmiştir.
"İKM-5’in odadan çıkış yaptığı, müştekinin oda içerisine kaldığı, İKM’lerin kapıyı kapatıp kilitledikleri ve akabinde oda önünden ayrılıp kamera görüş açışı dışına gittikleri tespit edilmiştir. Müşteki şahsın elleriyle zemini sildiği tespit edilmiştir. İKM’lerin kamera görüş açısına giriş yaparak geldikleri ve oda kapısını açtıkları, Müşteki şahsın odadan çıkış yaptığı ve kıyafetlerini giyindiği tespit edilmiştir.”
Gardiyanlardan "para teklifi"
Emen'in ablası Perihan Güngör, "gardiyanların davadan vazgeçmeleri için kendilerine para teklif ettiğini" söyledi.
Davadan vazgeçmeyeceklerini ifade eden Güngör, işkence görüntülerini izledikleri andan itibaren aile olarak psikolojilerinin bozulduğunu söyledi. Kardeşinin duyu ve görme sorunu yaşadığını paylaşan Güngör, "Başkalarının canlarını yakmasınlar diye ben karşılarında duracağım” dedi.
Sistematik işkence
Emen'in avukatı Mehmet Nuri Toprak, işkencenin kameralara yansıdığını, müvekkilinin gözlem odasına götürülmesi gerekirken, tek hücreye götürüldüğünü, işkencenin yanı sıra çıplak arama dayatmasını da maruz kaldığını söyledi.
Müvekkilinin sadece hastaneye sevk isteyip, sevkinin akibetini sorduğu için işkence gördüğünü belirten Toprak, müvekkilinin sistematik işkenceye maruz kaldığını, şikayet üzerine gardiyanlar hakkında 2 farklı dava açıldığını anlatarak, "Müvekkilimin yaşadığı durumun adı işkencedir" diye konuştu. Toprak, müvekkil ve ailesi üzerindeki baskının son bulmasını ve yargının gerekli kararı vermesini istedi.”
Ucuzun da ucuzu denilenin hayattaki karşılıklarına bir diğer örnek bu yukarıdaki belgeli işkencedir. Adana Kürkçüler E Tipi Kapalı Cezaevi'ndeki adli tutuklu Şehmuz Emen, 22 Şubat’ta sayım sırasında gardiyanlara hastane sevk için yaptığı başvurunun akıbetini sorduğu için kameralar önünde bu işkenceyle yanıtını alır. Muktedir aklının aralıksız bir biçimde sürdüre durduğu 12 Eylül karanlığı ile yüzleşildi. İşkenceye sıfır tolerans, burası bir hukuk devletidir gibi nice argüman öne sürülürken var edilmiş olan yegane şey çok daha ağır, çok daha kalıcı, daha azap verici hallerin hayatın ortasında yeniden imalidir. Bir tecrit noktası kılınmış olan mahpushane dahilinde, kameraların, dijital gören gözlerin önünde var edilebilecek her türlü insanlık dışı muamele var edilir. Bir biçimde içerideki o Şehmuz Emen’in, dışarıda ailesinin süreğen bir biçimde baskı altına alınmasının da hali, tezahürü ile hayatın her nasıl ucuza konulduğu da gözler önüne serilir. Adalet kantarının ayarı her zamankinden de seri bir biçimde zehirlenirken, yok sayılırken bunca afaki aha da belgeli olan bir suç için ne zaman harekete geçilecektir? Devletin suç işleri bakanlığı haline dönüşen makamından ne zaman bir ses çıkacaktır? Masumiyet karinesi alt üst edilip bir de haklar elinden çalındığı vakit, üstüne bir de işkence ile çıkagelen bir devlet / yönetim katından, emir erlerinin kendilerine görev addedilmiş gibi yapageldikleri tüm o insanlık dışı muamelenin hesabını kim ne zaman verecektir, hangi zaman?
Ucuzluk içerisinde hayatın ederi / anlamı perişan ediliyor. Muktedir olgusu / algısı tümü birden yönelim / tavrı ve tahayyülü ile birlikte bir deney sahası kılınan yerde hayatın ta kendisi ucuza kapatılıyor. Vahamet her neresinden bakılırsa bakılsın süreğen bir tekrarla yeniden imal edilenlerde görünür kılınıyor. Katliamlar normalleştirilirken, cerahat sahibi erkin yol verdiği linç mangalarının eylemleri vakayı adiye kılınıyor. Bir tarafın acısının üstünde tepinirken, beri yanda olmakta olanın uçurumun / var edilmiş yaranın değil farkına varmak umursanmıyor. Magazinsel bir tavra dönüştürülmüş ses etmelerin, yasın ta kendisini bir gösteri sahasına dönüştüren aklı evvel suretlerin odağı işkence olanı dahi herhangi bir vaka saymasının yarası çıkageliyor. İçerisi dışarısından beter, dışarısı içerisi kadar ağır yıkımlara rehin ediliyor. Hayat ucuz kılınırken, var edilmiş her kötülüğün ardılı sıra çıkagelen, yeniden imal edilenlerle yolu / yordamı / endamı / anlamı da paramparça ediliyor. Geleceğinin nasıl biçimlendirilecek olduğuna dair kehanete gerek kalmadan şu an, şimdinin suna geldikleriyle o mutlak ucuzluk her şeyi yakıp, yıkıyor, yerip, yerin dibine sokuyor. Bütünüyle çarklar dönsün de her şekilde insanlık yerin dibine geçsin diye bir istikamet belirten muktedir aklıyla memleketin her günü zemheri bir karanlığa ucuza kapatılıyor. Ucuzlukta kan damlıyor, yara kanatılıyor, lebalep acı damıtılıyor. Her gün, her yanda, her şekilde....
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Artery Street – Jr KORPA v/ Unsplash
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Sesli Meram #233 - Karşı Radyo (07.06.2022)
Tumblr media
"İsmen ileri demokrasi, hakkın ve hukukun eşitliği falan denilirken, bir rol model olduğuna dair rivayetler zikredilirken Türkiye adına, hakikatin birbirinden beter ters köşelerden hep ama her dem ayarsız bir yıkıcılıktan mülhem olduğu gözlerden kaçırılır. Biz kavramının en kestirmeden çöpe basıldığı bir yerde, basmakalıp laflarla günler geçirilir. Dahası daimi bir biçimde nefret adına / şiddet ve ötekileştirme gailesiyle uygun görülen her hamlede bir kere daha bir memleket çatısının yıkımı güncellenir. Geçmişinin katran karanlığı ile bariz bir yüzleşmeye girdiğini iddia eden bir iktidar aygıtı / mekanizması için ne kadar fenalık, hangi türden kötülük varsa bunun uygulandığı bir ülkedir mesele. Demokrasi isteminin bir tek muktedire ait kılındığı, lafta / tabelada göründüğünden çok olmadığı Kürd illerinde var edilen kuşatma halinden belirgindir. Kürdistan sathına gözlerini kapayanlar için işte şu ülkenin batısında özellikle İstanbul ve Ankara’da aralıksız fırsat var fırsat diye uygun adım biçimlendirilen olağanüstü hal kıvamlı tecrit, sessizleştirme ve belirgin bir teslim ol ihtarının her neye mahal verdiği ezber edilmiş olanların bir ülkeyi nasıl bir uçurumun ta en ucuna taşıdığını ispata kafidir."
podcast image credit: listen to your inner child!:::tim hüfner:::unsplash
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Yaşam Yara Alırken
Tumblr media
Yıkımın, fecaat, türlü çeşit vahametin günlük kılındığı her sıradana aralıksız pay edildiği bir menzilde yaşamsallık yara alıyor. Anbean niteliği hep çok daha kötüsü olana yönelik hamle ve eylemler Türk devletinin yöneten katından biçimlendirilir. Bilindik yollarda bir türlü tükenmeyen nefret / kinle birlikte bir yaşam edimi tarumar olunur. Hep ezberlenmiş ola gelenin yolundan yürüyen muktedirin, tek devlet, bayrak, vatan, din, iman vurgusunu bütün bu çöküş güncesinin ortasında nihai teslimiyet adına biçimlendirdiği kesintisizdir artık. Bu beşleme sürekli yinelenirken, kötülüğün ve vahim olanın katara eklenmesi söz konusu edilir. Cerahatle yol / yön tayinine girişen ülke gerçekliğinde hayatın ehveni artık sıfırlanmaya çabalanır. Ne giz, ne sır, ne de örtbas edilme çabası vardır. Baş amirin faşist ortağı ile birlikte günbegün bir o yandan bir bu yandan çekiştirip durduğu gündemin orta yerinde var ettikleri her eylem / yol verdikleri her düzenleme bir başka kabusun da alenen kapısını aralar.
Kural, hak, nizam, hürriyet, eşitlik ve adalet bahislerinin, bütün bunların toparlayıcısı olan demokrasi eriminin kökünden çürümeye terk edildiği bir fasık / yıkık / viran memleketin ta kendisi bariz bir çukur bugün var edilendir. Yaşamsallık her dönemeçte belirgin olan ol tahakküm etme pratiklerinde hiç kılınır. Behemehal devreye konulan pratiklerle birlikte bu sahnedeki aksiyon, sıradan insanların hayat memat meseli olagelen asgari yaşamın ta kendisi saldırılarla def edilmek istenir. Oyunun kuralları hep bir biçimde sıradana karşıt, hep aleni bir halde seçilmiş zümrelerin insafına terktir. Bu hallerin her neresinde yenilik, yeni ülke var edilebilir ki sahiden? Çıkar çatışmaları, kesmeden devam olunan niteliği hiç de yabana atılmayacak kadar afaki bir zarar / ziyan etme hallerinde neresidir ki sahiden de yeni ülke? Baş amir ve şürekasının suna geldiği cerahatin ulu orta yinelediği, sabitlenmiş kılınan derdest etmelerin pratiklerinde ülke sahiden neye yarar, hangi yaranın merhemini var edebilir ki sahiden?
BirGün Gazetesinden aktaralım: “AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan, DEİK Merkez Ofisi Açılışı ve Ustalara Saygı Ödül Töreni'nde açıklamalarda bulunuyor. Burada yaptığı açıklamada, ekonomik krize ilişkin eleştirilere tepki gösteren Erdoğan, "Şimdi birileri çıkıp ‘aç kaldık’ diyor. Ya vicdansızlık yapma, ne aç kaldın. Aç kalan falan yok!" ifadelerini kullandı.
Konuşmasında Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nu da hedef alan Erdoğan, Kılıçdaroğlu'nun 'kaçış planı' açıklamalarını işaret etti, "Tayyip Erdoğan için böyle bir şey söyle de birileri yutsun, yutmazlar. Bu millet sana gereken dersi verecek. Utanmadan kaçacak diyor. Erdoğan'ı 15 Temmuz gecesi kaçırtamadınız, ama sen tankların arasından kaçtın" dedi.
Erdoğan'ın açıklamarını satır başları şöyle: Türkiye'nin hedef yükselterek dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girme hazırlığı yaptığı şu dönemde DEİK'e çok önemli görevler düşüyor.DEİK merkez ofisi ile iddialarına uygun bir altyapıya da kavuşmaktadır. Hayatını eser ve hizmet siyasetine adamış bir kişi olarak sizleri en iyi bizim anladığımızı herhalde kimse inkar edemez.
Yeni ekonomi programımızın en büyük güvencesi sizlerin azmi, gayretidir, çalışmalarıdır. 2001 krizlerinin ağır yükü altında ayakta durmakta zorlanıyordu. Altyapı eksikliklerimiz, darbenin etkisiyle sürekli tökezleyen yapısıyla geleceği kestiremiyorduk. Önce süratle güven ve istikrar iklimini tesis ettik.
İş dünyası bir anda adeta şaha kalktı. Marmaray'ın yapılışı herhalde rastgele bir olay değildir. Bütün engellemelere rağmen, bizim için olmaz denilen Marmaray'ı milletimizin hizmetine sunduk.
Birileri çıkıp aç kaldık diyor, vicdansızlık yapma ne aç kalması. Aç kalan filan yok yeter ki bu noktada dürüst ol, samimi ol. Sürekli olarak yapmış olduğumuz zamlarla, parasal düzenlemelerle vatandaşın imkanlarını nereden nereye getirdiğimiz ortada.
Bu muhalefet muhalefet yapmak için değil akılları bulandırmak için ne yapabiliriz, bunun gayreti içerisinde. Bugün Demokrasi Özgürlükler Adası'nda da ifade ettim. 27 Mayıs'ta bu CHP ne dediyse, inanın bugün de aynı şeyi söylüyor. Ne diyorlardı o zaman, rahmetli Menderes ve arkadaşları için 'uçaklarla dolu altın ve pırlanta kaçırdılar'. Şimdi aynı şeyi şu andaki Bay Kemal benim için söylüyor, eline diline dursun.
Tayyip Erdoğan için böyle bir şey söyle de birileri yutsun, yutmazlar. Bu millet sana gereken dersi verecek. Utanmadan kaçacak diyor. Erdoğan'ı 15 Temmuz gecesi kaçırtamadınız, ama sen tankların arasından kaçtın. Saat 23.00 tankların arasından kaçtın. Kimler sayesinde? O FETÖ'cü bazı güvenlikçiler sayesinde. Bakırköy Belediyesi'ne kaçtın, orada keyif kahvesi içmeye kalktın. Ben de Marmaris'ten çağrımı yaptım. 15 dakika eğer geç kalsaydım, bu gün belki karşınızda olmayacaktım. Rabbimin takdiri neyse o, bunu kimse değiştiremez.
Herkesi meydanlara çağırdığımda benim sevdalısı olduğum bu millet Atatürk Havalimanı'na yığıldı ve bizi beklemeye başladılar. Geldim, onlarla orada kucaklaştık ve birlikte yolumuza devam ettik.
Bütün bunlar ne içindi? Arkadaşlar bu bir sevdanın neticesidir. Eğer bu sevda varsa gerisi yalan. Bay Kemal ne derse desin, Erdoğan burada. Bütün dünya ile şu andaki alışverişlerimiz, irtibatlarımız nasıldır bunlar ortada. Bay Kemal sen hiç heveslenme. Erdoğan bu ülkede hizmet etmeye devam edecek.
Paralardan bahsediyor, Amerika'ya şuraya buraya. Evet 150 bin lira tazminat kazandım, bir 100 bin lira daha kazandım. Bu paraları o iftira attığı TÜRGEV ve Ensar vakıflarına Bay Kemal adına veriyorum. Hiç olmazsa hayra vesile olsun.
Bu anlattığı bahsettiği şeyler özellikle Amerika'da yapılan Türk Evi'nin iki cadde arkasında muhteşem bir yurt. Buna bu kadar yalan, yanlış şeyleri yapıştırmanın, iftira atmanın ne anlamı var? Akşam yalan, sabah yalan. Bütün başlattığımız altyapı seferberliği, genişlettiğimiz hak ve özgürlük iklimi iş dünyamızın gücünü ve cesaretini arttırdı.
Ülkemizi yılda ortalama yüzde 5,4 büyüyen bir konuma çıkardık. Toplam yatırım miktarını 2 trilyon lira seviyesine yükselttik. Milli gelirimizi 1 trilyon dolar sınırına kadar getirdik. Esasen milli gelirimizin bugün 1,2 trilyon dolar seviyesine ulaşması gerekiyordu. Gezi olaylarından beri maruz kaldığımız saldırıların ayrılmaz boyutunu oluşturan ekonomik tuzakların döviz kuru üzerindeki dalgalanmalar sebebiyle 803 milyar dolarla kapattık. Satın alma gücü paritesine göre milli gelir hesabında ülkemizi dünyada 11.sıraya çıkarmayı başardık.
Dünyanın ilk 10 ülkesi arasına girmeden durmak bize haramdır. Küresel enerji ve gıda başta olmak üzere emtia fiyatlarında dengesiz artışların yaşandığı dönemden geçiyoruz. Bu artışlar fiyat dalgalanmaları, enflasyon, stok eğilimlerine yol açmaktadır. Türkiye bu etkileri geçmişindeki acı hatıraları hissetmektedir. Bu tablo içinde 2018 yılında bir yol ayrımına geldik. Ya ülkemizi küresel finans sisteminin anaforuna kurban edecek ya da kendi programımızla yürümüyi sürdürecektik. İsdihdamı ve büyümeyi koruyarak yürümeyi tercih ettik. Bu tercihin ağır bedelleri olduk. Ancak gelişmiş ülkelerin yaşadığı sıkıntıları görünce tercihimizin ne kadar doğru olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
Küresel ekonomik krizin büyümesine rağmen Türkiye parlayan yıldızıyla potansiyelini etkin şekilde kullanabilme imkanlarını hayata geçiriyor. Bir yandan insanlarımızı günlük hayatlarını olumsuz yönde etkileyen hayat pahalılığın önüne geçecek tedbirleri alarak refah düzeyindeki gerilemeyi süratle telafi edeceğiz. Bu konuda iş dünyamızdan destek bekliyoruz.
Kesinlikle akıl ve etik dışı fiyatlar yerine makul, mantıklı, sürdürülebilir politikalarla ülkemizi bu kısır döngüden çıkartabiliriz. Unutmayın, hepimiz aynı gemideyiz. Şayet Türkiye gemisi hasar görür, su alır, tehlike geçirirse bunun sonuçlarını hep beraber yaşayacak, görecek, ödeyeceğiz.
Kore'den Japonya ve AB'ye kadar normalde cari fazla veren ülkelerin tamamında benzer sıkıntılar yaşanıyor. Tarımda bereketli yıl bekliyoruz. Enerjide gaza daha da basıyoruz. Sanayimiz dünyanın yeni üretim merkezi olma yolunda ilerliyor. Turizmde güzel bir sezonun yaşanacağının işaretleri gelmeye başladı.
İstihdamda küçük oynamalara rağmen hamdolsun sosyal kırılmalara sebep olacak riskle karşı karşıya değiliz. Ülkemizi soyamayan küresel kuruluşların felaket çanlarına zerre kadar önem vermiyoruz. İçimizdeki bazı kesimleri ruh hali de milli mücadelesi öncesi umudunu manda ve işgale bağlayan zavallıların durumuna benzemektedir. 1923'de başaramadılar, 2023'de de başaramayacaklar.
Siz dünyaya kendi ülkesinden değil Londra ve New York'tan bakmak dışında hiçbir vasıfta olmayanların hezeyanlarına aldırmayın. Uyguladığımız ekonomi programı tutarlı, ilmi ve dünya gerçeklerine uygundur. Gösterge faiz enflasyon dayatmasını tek kurtuluş reçetesi gibi önümüze getirenlerin bir kısmı zır cahil bir kısmı ise alenen haindir.
Biz ülkemizin gücünü ve imkanlarını biliyoruz. Ne yaptığımızı biliyoruz. Bunun sonunda ülkemizi nereye çıkartacağımızı biliyoruz. Siyasetten ekonomiye kadar her alandaki mandacı zihniyet mensuplarının tarihimizdeki yerleri ise birer kara leke olacaktır. Aynı mandacı zihniyetin Suriye, Akdeniz Ege ihtilafları, Karabağ'dan NATO meselesine kadar her konuda yansımalarını görmek mümkündür. Milletinin yanında yer almak yerine emperyalist güçlere kuyruk sallamayı siyaset sanan bu kişileri milletimizin ferasetine havale ediyorum."
Hamaseti gündelik bir tavra dönüştüren, ortadan memleketin ortasında çıkmış yangını hiç ama hiçbir biçimde görmeyen / sorgulamayan bir her şeyi bilenin var ettiği cümlelerden çıka gelendir o iç kırım meseli. Nereye koştuğu belirsiz bir memleket tahayyülünün artık gerçeğin ta kendisi / aynası olduğu bir zeminde oluşturulan yıkım var edilen yoksulluk tüm bunlarla birlikte var edilmiş eksiklikleri dert edip sual edenler hedef kılınır. Bir avucu çoktan aşmış memleketin yüzde onuna yakın kılınmış bir azgın / doymak bilmez, eline kan, diline kin, aklına kilit vurulmuş tam teşekküllü yağmacı güruh ile bir harikalar diyarı metaforu gerçekliğine kavuşurken, sıradanın yaşam hakkı elinden çalınır. İyileştirmeleri tam anlamıyla yapıyoruz, hiçbir kusur bırakmıyoruz, parasal olarak şöyle bir de böyle bahis ve ünlemeler ile yardımcı olduk diye çıkagelen temsilin karşısında, borç batağına saplanmış bir ülke gerçekliği vardır. İcra takip dosyalarından, yarına nasıl çıkılacağının hiçbir türlü kestirilemediği bir geçim mücadelesinin ta kendisine varılır. Dahası da vardır ödemesi gelen garantili köprü geçişleri, kur korumalı mevduat hesaplarının geri dönüşleri, swap anlaşmalarının ödemeleri, faaliyetine devam olunan yapı çalışmalarının tamamında biriken borçlar, bitmeyen şatafat, dinmeyen gösteriş, caka mücadelesinde hayat un ufak ediliyormuş, dert etmez baş amir! Nedir ki yani allasen, üç kuruşla yaşam mücadelesini veremiyor olmak, hele şu devirde, laf mıdır yani!
Kendi ezber ettiklerine eklemeye devam dediği siyasi pragmatist söylemlerle birlikte baş amirin yeni ülke şablonunun da taşları başlı başına yerine oturmaktadır. Uçup kaçıp, daim bir biçimde yükselişine devam diyen menzilin dertlerinin müsebbibi bay kemal kılınır bir kere daha. Her şekilde bir dolgu maddesi kılınan on beş temmuz kalkışmasının ardından var edilen mağduriyeti olabildiğince sündürerek bir nevi olağanüstü hal sürekliliğini sanki bir başkası var etmiş gibi cümleler kurulur. Dahası da vardır, kapalı kapılar ardında arasız essiz pazarlıklar, pazarlamalar ile birlikte bir memleket yaşatan yer olmaktan çıkartılır hiç ama hiçbir ilaveye gerek kalmadan. Dününü şimdinin temeli kılan, şimdisini dününden var ettiği, apardığı, yeniden güncellediği kötülüğün ta kendisiyle buluşturan bir zihniyetin sunduğu yegane şey yara almış bir yaşamsallık bahsidir. Uzun uzun anlatmaya hacet olmadan kendiliğinden bir tek söylevden çıkagelen onca tehdit, onca hiza bildirimi, bir dolu arkası kesilmeyen siyaseten uyarının, gündelik yaşam düzenlemelerinin yekununda hayat / yaşam eylemi çoktan zayi edilmiştir. Buna başlanmıştır. Bir başkalaşma meselesi, memleket dediğimizin nihayetinde en büyük müşterek itirazlarından Gezi Parkı Direnişi boyunca görülen ufuk / umut bugün hatırlanmıyorsa bu tahakküm pratikleri sayesindedir. Hayatın heder edildiği, üç otuz kuruş kılındığı, her şeyin ama her bir şeyin denetim, gözetim ve tahakküme rehin olunduğu yerde, berhava edilen şey insani olandır. Artık kesin olan bu bahistir. Böyle bir gümbürtü içerisinde, bunca afaki kılınmış olan cerahat karşısında doğruların alaşağı edilmesine dur demek sahiden ne zamandır, hangi zaman? Bildiğimiz tüm sözcüklerin karşısında çıkagelen bir katran karanlığının hakikati her gün başka yıkımlara mahal verirken, hayat istemi, yaşama eylemi yaralarla donatılırken ne zamandır itiraz etmek! Düşünür müydünüz, ayaklarımızın altından çekilip durulan yaşam veren evin hakikatini şimdi fark ediyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Arşiv – Everywhere Taksim Blog
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Bir Ülkeye Varılabilir Mi?
Tumblr media
Kendi buyurgan doğrularının üzerinden bir memleket bina ediyor baş amir. Erk, muktedir ve iktidar pratiği olagelen hemen her tahayyül, biçimsizlik dolaylarından atılan her adım ve hamleyle birlikte dönüşüm var ediliyor. Öyle bir hal ki geri kurtarılamayacak kadar ol hayatın normallerini yerle bir ediyor. Hedef 2023 bahsinin güncelliği doğrudan çıkagelen hemen her adımda belirgin bir yıkımı imliyor. Yeni denileni eskiyi yıkarak bina ettiğini bir biçimde duyuran muktedirin, devletin şimdisi bizzat o hakir gördüğünü zikrettiğini bu sahnede el altından kullanmaya devam eder. Eskinin miadı tükenmiş olsa da baş amir tüm bu kısır döngüyü var eden, katran karanlığının temellerine dört elle tutunmaya devam eder. Baskın odak tümden tahakkümün sınırlarına rehin olagelen ülkeyi var etmek, bunu bir biçimde kanıksatmak olduğu gözlerden kaçırılmaz. Kendi buyurgan idesini sürekli bir biçimde yineleyerek kuran, yücelten ve dokunulmaz addeden baş amirin var ettiği alenen bir tasfiyedir. Sorgunun, hürriyetin, eşitlik ve adalet tahayyüllerinin sıfırlanmasıdır. Tüm bu toplamda varılan yerin bariz bir katran karanlığından ötesi olmamasını ne yapacağız ki sahi ama sahiden?
Her gün içselleştirilen nefretle, yol, yön nice olur? Bir boyunduruk hali içerisinde kendini mütemadiyen tekrarlayan cerahat karşısında hayat her nasıl olur? Kendi yaygın kılınmış o doğrularının üstünden bir bina edilirken, bu tehdit dili ve cerahat sarmalında tek bir iyi gün kalır mı hiç ama hiçbir biçimde? Muktedir bir söylerken, emir erlerinin, kolluğunun o suç işleri bakanlığının, bu rantiye bakanlığının, beriki tazyikli yalan dolan bakanlıklarının ve sair tüm isimlendirmelerle barış yerine savaş, ekonomik refah yerine yoksulluk, sağlık hizmetleri yerine sağlıksızlık, kötürüm hallerin her türünün, her şeyin en fenasının varlığı tescil olunurken ne edecektir bu ülkedeki sıradan insanlar? Şükür namzet tavırların arasız, ne zaman müşterek bir itiraz yükselecek olduğu vakit cilalanıp parlatıldığı bir yerde olan, olmaya devam eden çürümenin karşısında bir ön alma söz konusu edilecek midir? Yersiz ya da gereksiz değil artık afaki bir biçimde zengin ve yoksul sınıfları dışında bir ayrımın bırakılmadığı zeminde, bütün bedel diyet sıradan o en alta, altta tutulan yüzde doksanın ta kendisine kestirilip dururken yol nedir, varılacak yer neresidir ki bir karanlıktan gayri, hiç düşündünüz mü?
Doğru denilenleri her dem tersinden, hep bir biçimde yıkımdan, yok etmek ve eksiltmenin sacayağı olarak kuran / güncelleyen bir menzilde bütün o yekpare karanlık hiç ama hiçbir biçimde aşılabilir mi? Demokrasi deneyimini bir asırdan uzunca bir sürede başlangıç hali, odağından geriye çekmeyi becermiş olagelen bir aklın pratikleri hezimetten ötesi olabilir mi hiçbir zaman? Onca nutuk, bir dolu yıla sığdırılmış nice iktidar pratiği ve son yirmi yıl içinde enikonu sabitlenen nobran, sağcı söylemin sunduğu her şeyin mutlak / evrensel ola gelmiş tüm kazanımları yerle bir ettiği artık belirgindir. Bugün yaşadığımız yerdeki tüm o buhran halinin, geleceksiz kılınmanın, hep ama hep bir biçimde umuttan edilmenin nasıl, ne şekilde var edildiği bütünüyle günceye içkindir. Oluşturulan katran karanlığının, aması fakatı kalmamış olagelen cerahat sarmalının ulaştırdığı eşik, kökten cürmün, hep ama her dem yıkımın kılınırken ezberlerle bir gelecek bırakılmamıştır, tıpkı şimdi her nasıl dün ile zehirlendiği gibi. Böyle bir yapının, madun siyasetin suna geldiği, sağ pragmatizminin her nereye doğru yolladığını ülkeyi görmeye alim olmaya gerek yoktur.
Gazete Karınca’dan aktaralım: “Gezi Davası’ndan tutuklu bulunan Can Atalay, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Mücella Yapıcı, Osman Kavala ve Tayfun Kahraman, Anneler Günü’yle ilgili kutlamanın da yer aldığı ortak yazılı bir açıklama yaptı.
Gezi Davası’nda karar çıkmasından bu yana kendilerine destek verenlere teşekkürlerini de ilettikleri açıklamada şunlar yer aldı:
“25 Nisandan beri seslerini seslerimize katan; adaletsizliğe, kuyruklu yalanlara, hukuk tanımazlığa itiraz eden milyonlarca insanımız umudumuza umut, gücümüze güç kattı.
Başta amansız polis şiddetiyle evlatlarını yitiren Gezi Anneleri olmak üzere tüm annelerin ve canımız annelerimizin anneler gününü canı gönülden kutlarız…
Önceki dönem cumhurbaşkanlarından, kendi elleriyle poster yapan gençlere; siyasal parti genel başkanlarından, sosyal medyada itirazlarını dillendirenlere; konuyu gündemde tutan basın emekçilerinden, meslek odaları ve demokratik kitle örgütlerine; aydın, sanatçı ve yazarlardan konuya kulak kabartan tüm insanlara selam ve teşekkür ederiz.
Konu bizler değiliz! Asıl mesele güzel ülkemizde insanlık, vicdan, adalet ve hukuktan en asgari düzeyde dahi bahsedip bahsedilmeyeceğidir.
Ya kin ve kibir baskın olacak ya da kardeşlik, eşitlik, özgürlük ve demokrasi kazanacak.
Biz adaleti, kardeşliği, vicdanı, özgürlüğü ve tabii ki Gezi’yi savunacağız.
‘Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine,
Bu hasret bizim…’”
Muktedirin kendi buyurgan doğrularının nasıl hakkı / hukuku alaşağı ettiğine en doğrudan var edilmiş müdahale Gezi Davası sırasındaki o itham ve yaftalama ile çıkagelir. İş insanı Osman Kavala’yı müebbet, Can Atalay, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Mücella Yapıcı ve Tayfun Kahraman’ın on sekiz er yıl hapse mahkum edildiği bir uzam, o muktedir ezberlerinin her neye mahal verdiğini de göstere gelir. Düzenin çürümüşlüğü, düzenin var ettiği fecaate, düzenin bıraktığı iz olan yıkıma, esirgemeye, mahrumiyete tüm o düzenin verdiği ayrımcılık hallerine karşı bir reddiyeyi mahkum etmek için seçilmiş olan insanlar hedef kılınır. Ezberler mot-a-mot yinelenirken, kanıtları var edilemeyen bir dolu iddia / laf kalabalığı olarak var edilmiş iddianame öne sürülerek insanlar rehin alınır. Bu hallerin toplamında, Gezi’nin bir başkaldırıdan ziyade memleketi yıkmaya yönelik ol darbe girişimlerinden birisi olduğuna kendini öylesine kaptırır ki baş amir, ne AİHM ne de uluslararası evrensel hukuk normları, ne de kendi yargısının elinde dahi reddedilmiş ol kararlara, düşen davalara rağmen yeniden saldırıya geçer. Bir işaret etmesi yeterlidir zatın, bir kez diline dolaması kafi. Yazılmış olan kısacık meramdaki gibi ya bu işaretçilik, jurnal, gammazlık bin türlü hile hurdayla muhalif susturulacaktır, yahut da bu gidişatı var eden o temsilin karşısında hayatın savunma mücadelesinde insanlar ortaklığını yeniden var edecektir, ötesi yok. Onca tehdit, tahakküm, yıldırı ve kötülük karşısında bir ülkedeki hakkın / hukukun düzenlenmesi / reformlarla onarılabilmesi ancak adaleti talep ederek söz konusu olacaktır. Bütün gümbürtü içerisinde unutturulmak istenenin bu bahislerden mülhem olduğunu kayda geçelim bir kere daha.
Mezopotamya Ajansından aktaralım: “Barış Anneleri Meclisi öncülüğünde, AKP-KDP işbirliğiyle Federe Kürdistan Bölgesi’nin Zap, Metîna ve Avaşîn bölgelerine yönelik saldırıları protesto etmek amacıyla Mardin’in Nusaybin ilçesinde yürüyüş düzenlendi. Yenişehir Mahallesi’nde düzenlenen yürüyüşe, Şırnak, Batman, Mardin, Diyarbakır ve Siirt’ten çok sayıda anne ile Özgür Kadın Hareketi (TJA) aktivistleri, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Saliha Aydeniz, Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekilleri Pero Dündar, Dersim Dağ, Nuran İmir, Ayşe Sürücü, Barış Anneleri Meclisi üyeleri, hasta ve infazı yakılan tutukluların Adalet Nöbeti’nde olan yakınları katıldı. “Heta rojên azad ava bikin, emê tekoşîna xwe bidomînin” pankartının taşındığı yürüyüşte, “Bijî berxwedana Zapê” ve “Bimre ixanet” sloganları atıldı.
Yürüyüşün ardından yapılan açıklamada konuşan Barış Anneleri Meclisi üyesi Besna Günay, tüm annelerin Anneler Günü’nü kutlayarak, AKP-KDP’nin Federe Kürdistan Bölgesi’ne yönelik saldırılardaki işbirliğine tepki gösterdi. Barzani ailesine seslenen Günay, “Bu kirli savaşı bitirin. Bu halkı katletmekle, tutuklamakla bitiremezsiniz. Barzani bu kirli savaşı yürütüyor, utanmadan Kürt’üm diyor. Ayıptır, günahtır…” diye konuştu.
Xelîfan’da yaşamını yitiren 5 HPG’linin cenazelerinin ailelerine verilmediğini hatırlatan Günay, “Halk sokaklarda cenazelerini istiyor. Utan utan, bu annelerin cenazelerini ver. Anneler bayramda da Anneler Günü’nde de çocuklarının cenazelerini bekliyor. Anneler çocuklarını kucaklamak, çocuklarına sarılmak istiyor. Ama çocuklarımıza kavuşamıyoruz. Kürt karşıtlığından utanmıyor musun?” diyerek tepkisini gösterdi.
Hasta ve infazı yakılan tutukluların tahliye edilmemesine de tepki gösteren anne Günay, “Çocuklarımız zindanda ölüme terk ediliyor. Cezaevlerinden de çocuklarımızın cenazeleri çıkıyor. Biz barış anneleriyiz, akan kanın durmasını istiyoruz. Bu kan dursun artık, ölümler olmasın, cezaevlerinden cenazeler çıkmasın. Kimsenin ölmesini istemiyoruz. Bizler barış anneleri, birer canlı kalkan olarak, savaşın sona ermesini istiyoruz” ifadelerini kullandı. Anneler, oturma eylemiyle açıklamayı sonlandırdı.”
Kendi buyurgan doğrularını başkalarının hayat hakkını hiçe sayarak var eden bir temsilin güncelliği söz konusudur. Nusaybin’den ya da İstanbul’dan veya Amed’den ya da Rojava topraklarından ulaştırılan, Batı Türkiye’nin sorgulamasını bekledikleri şey bu tahakkümün var ettiği yıkımdır. Savaşı düşük yoğunluklu, operasyon denileni Kürd, Ezidi, Arap ve Hristiyan halklar için yıkım, Barzani gibi Türk devletinin taşeronluğunu, bir halkı yok etmenin eşiğine bir kere daha taşımanın utancı ve nicesinin devamlığı olarak var edenlere karşı elde bir tek barış tahayyülünü sonuna kadar hemavaz savunma gayreti kalır. PKK ile mücadele denilirken Bakur Kürdistan’ının tamamına yakınını bir denetim, gözetim ve tahakküm merkezi kılan, siyasetin pragmatist yüzü için kentleri ateşe atan bir temsilin ve beraberindeki figürasyon takımının sunduğu yegane şey doğru diye eğrilerin ta kendisidir. Bunca isyanın meramını var eder Barış Anneleri. Keza PKK’nin kaçırdığı, alıkoyduğu zikredilen gençlerin durumunun da belirsiz / muğlak sadece muktedirin işine geldiği vakit hatırlanan, misal Ankara HDP Genel Merkezi önünde Ayşe Acar Başaran’a “seni buraya çivilerim” bahsindeki gibi kolluğun terörize ettiği bir başka yaranın ta kendisi gibi Kürd ve Türkiyeli halkların sınavı kılınan savaşa karşı barışın arayışı süreğen bir meseledir. Bütün doğruların / doğru diye addedilen yanlışların karşısında / tek başına, yalın bir biçimde hakikati bildirdiği bir meseldir, eylemdir, Nusaybin’de cereyan eden.
Dediğim dedik çaldığım düdük demokrasisinde hayatiyet mahvedilendir. Sorgu sual sizlere ömür kılınandır. Demokrasi eşitlik, adalet, hürriyet gereksiz görüldüğünden sıfırlanmanın ta kendisine ulaştırılandır. Yoksunluk, yoksulluk tek payda, vatan, millet, ezan, bayraktan mülhem replikler ekmek, aş gibi tek sıradana verilendir, bir tek sıradana layık görülendir. Hiçbir karşılığı kalmamış olsa da o dörtleme sürekli zikredilirken yıkım bina olunmaya devam olunur. Bu hallerle bir ülkeye varılabilir mi? Bütünüyle içte içe bir çürümeye rehin edilirken, günler heder olunurken bir ülkeye varılabilir mi? Ekonomik ya da barışmak, sosyal haklar ya da sosyal güvenlik, sigorta hep bir birbirinden ayrı görünen oysa birbirinin tamamen aynısı kılınan / olan / biten ve var edilen her şey bunca afakiyken bir yıkım istikameti tek doğru kılınırken bu hallerden bir ülkeye varılabilir mi, sahiden?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: AFP v/ Haaretz
1 note · View note
seslimeram · 2 years
Text
Aydınlık - Kapkaranlık
Tumblr media
Her şeyin kapkaranlığa çıktığı bir zeminde ol aydınlık mefhumunun kökü kazılmış mıdır? Hayatiyet meselinin naçar konularak, her dem bildik madun siyaset elinde rehin kılınmış pratiklerinde gün yüzü görmeyen bir ülke gerçekken karanlık her yerdeyken bir çıkış var edilebilir mi sahiden? Bütün eğrelti, gecekondu gibi anlık bir tahlil ve hamleler silsilesi ile zehirlenirken gündelik yaşam zehir edilirken gelecek daha şimdiden bariz bir kötülük sarmalına rehin edilirken o çıkış var edilebilir mi? Bütünüyle bu döngü bir devamlılığa kavuşturulurken olası seçim tüm bu pisliği alt edip de karanlıktan çıkışı söz konusu eder mi, ihtimal midir? Hiçliğin göndere çekildiği bir uzamda her günün George Orwell’in ol meşhur fablı Hayvan Çiftliği’ndeki gibi yıkımların galebe çaldığı, mutlak doğruların bir istikamet haline dönüştüğü cerahatle benzerken her nerededir aydınlık! Cerahat bütünde o cürümle hemhal kılınırken istikamet belirlenip belagatin kollarına savrulurken bir menzil aydınlık hiç geriye bırakılır mı?
Biyopolitik bir cerahatin kesintisiz suretinde denek hayatlarımızın hali ne olacaktır! Açık bir biçimde tedbirlerin / ön almaların ihtimalleri çöpe basılırken, hayat kuşatılmaya halen devam olunurken her ne düzelecektir! Baş amir ve şürekasının baş faşist ve sürüsüyle bir ve beraberce kurduğu isimsiz koalisyonun sunduğu her şey cerahatle ilintiliyken her nasıl. Devinim ve dönüşümü mutlak çürümeye bağlayan bunu da bir icraat kabilinden halen ve halen pazarlamaya devam diyen muktedirin var ettiği eksen kaymasından hayat nasıl bir çıkışı bulacaktır ki! Yinelenen her eylem, mutlak doğruluk adına türetilen hemen hemen her tavırla, yeknesak eylemlerin yekununda bir toprak parçasında iki gıdım hayat hakkını alt etmek söz konusu edilir. Karanlığın kapsamı, derinliği, kalıcılığı kutsanırken hayatın ne hallere dönüştüğü sorgulanmasın istenir. Bütünüyle cerahat yinelenirken, oluşturulan o tahakküm nesnelliğinin bir yarını bırakmayacağı muhakkak iken her nerede söz konusu edilecektir, ümit, aydınlık, güzel günler!
Bir mizansen klişeye dönüştürülmüş olagelen her şey güzel olacak mefhumunun bilakis o devlet katının durmak yok yola devamının istikametlerinin her nasıl kesintisiz bir çürüme olduğunu bir kere daha gördüğümüz günlerden geçiyoruz. Burjuva siyasetinin sıradanları kapsayan, kuşatan, ezen ve sınırlandıran karanlığa karşı kıllarını kıpırdatmaya hemen hiç çalışmadıkları bir günce hasıl oluyor. Dört bir yan, hemen her gün, her an bir başka aleni, nesnel tahakküme rehin ediliyor. Her gün ve her ihtimal biraz daha afaki bir biçimde açık ve aleni bir halde sıradanın güncesine kara bulutların doluşmasına vesile kılınıyor. Asri zamanların, gelecek diye vaat olunanın bir şimdi dahilinde çürümeden ötesi olmadığının detayları peyderpey çıka geliyor. Yersiz, manasız değil doğrudan afaki bir cürümler artık ikinci defa bildirime hacet kalmaksızın süreğen addedilmiş tahakküm pratikleri ve hemen hiç ayrışmaz ilam olunan kırmızı çizgi icatlarıyla, masallar okunurken karanlık semalarını kapsıyor bir menzilin!
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “İstanbul Tuzla’ya bağlı, Aydınlı Mahallesi’nde bulunan Muş İli Varto Kültür ve Dayanışma Derneğinde bir araya gelen yurttaşlar, derinleşen kriz karşısında mücadele olanaklarını tartıştı. 1 Mayıs çağrısının yapıldığı toplantıda topyekün mücadele ile tüm sorunlarla başa çıkılabileceğinin altı çizildi.
Toplantıda Emek Partisi İstanbul İl Yöneticisi Orhan Atan ve Muş İli Varto Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Sinan Tekin söz aldı.
Muş İli Varto Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Sinan Tekin, enflasyonun yoksullaştırdığını söyledi. Tekin “Sırtını halka dönen tüm siyasi partilerin sonu hüsran olur” derken; Emek Partisi İstanbul İl Yöneticisi Orhan Atan “AKP gitsin de ne olursa olsun diyerek yeni bir şey kuramayız” ifadelerini kullandı.
Emek Partisi İstanbul İl Yöneticisi Orhan Atan, AKP iktidarının 20 yıldır Türkiye sermayesini arkasına aldığını, bütün emperyalist güçlere kendisini pazarladığını ve Türkiye’yi tam bir bağımlı ilişkiye soktuğunu ifade etti. Atan, “Bugün AKP’nin yarattığı bu ilişki ağını kırabilecek güçler yan yana gelebilecek mi? Ve bu güçler kimler?” sorusunun bu dönem için önemli olduğuna dikkat çekti.
Emek Partisinin “Tek adam rejiminin yıkılmasının" en önemli görevlerinden biri olduğuna dikkat çeken Atan, “AKP gitsin de ne olursa olsun diyerek yeni bir şey kuramayız. Biz de gitmesini istiyoruz ama bu tek başına çözüm değil. Çözümü nasıl yaratacağız bunu tartışmamız lazım” dedi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesinin ulaşıma yaptığı zamma dikkat çeken Atan, “Sorun şu, enflasyon var oluncaya kadar bizim muhalefetimiz ne yapıyor? ‘Aman seçim gelsin bize oy vereceksiniz biz de çözeceğiz’ demekle de yürümüyor, sorunlar çözülmüyor” dedi.
1 Mayıs’a hazırlık ve toplu katılım çağrısı yapan Atan, ortak mücadele için kolların sıvanması gerektiğine dikkat çekti.”
Düpedüz yalın bir biçimde bir mahalle toplantısından çıkagelen o karanlık halinin aslında nasıl imal olunduğunu da göstere gelir. Burjuva siyasetinin aktörlerinin elinde sök, tak bir ileri iki geri yapacağız, çözeceğiz cümleleri arasında, vaatler tükendikten sonra çıkagelen yegane şeyin daha büyük hayal kırıklığına dönüştüğü dillendirilir. Çağımızın denetim ile gözetimin beraberindeki tahakküm pratiklerine rehin edildiği bir şekilde düzenlemiş yeni ülke formunda hayat berhava olunandır. Değersizleştirilen, yoksullaştırılan, eksik kılınan, mahrum edilen sıradan insanların hayatlarını düzeltmek bir yana, seçim gelsin sandık çıksın meydana, oy verilsin geçip gitsin kolaycılığı hiçbir çözümü var etmeyecektir. Salt, Emek partisinin dillendirdiği değil, aynı zamanda da HDP gibi Türkiyeli halkların bedeller ödeyerek var ettiği bir çatının kaşla göz arasında kapatılması ihtimalinin yamacında var edilen meram, seslendirilen konu tükenişin süreğen kılınabileceğidir. Ki o tükeniş karanlığın da ta kendisinin temelidir.
Geçip gideceği zikredilen yıkımın bizatihi bu ülkedeki sabitliğinin o karanlık mefhumunu nasıl yeknesak bir devamlılığa kavuşturduğu şu son iki yıllık dönemde artık çok daha açık ve yalındır. Pandemiden başlayarak, savaşın yıkıcılığının beraberinde sunduğu ekonomik daraltma haline her şekilde karanlığın güncellenmesi, aydınlığın da tarumar edilmesine yol açar. Görünen köy kılavuz istemeyendir. Düzenin imkan olarak değerlendirdiği hemen her dönemeç bir başka yıkımın zeminini oluşturur. Bunca açık bir biçimde ol 1929 yılındaki büyük buhranın kıyısındaki bir dünyada, çok afaki bir yoksunlaştırma katarında ilerleyen sözüm ona yeni ülke gerçektir. Daha evvelinde yıllar yılıdır sürdürülen geçmişi kötüleme çabalarının, kuyruklar vardı, o yoktu, şu yoktu mesellerinin de nihayetinde şimdi şu anda da eskisinden ağır bir hakikate dönüşümü var edilir. Toplumun yüzde altmış gibi dehşet verici bir oranının asgari ücretle bir ayını geçiremediği bir zeminde, yüzde yirmi / yirmi beş aralığında kıt kanaat geçinebilenlerin bulunduğu bir menzilde bir asır heder edilmişken, daha da çekileceği varmış gibi yapılmasıdır mesel. Katran karasına mahkumiyet içerisinde, o algı, şu dış güçlerin işi, bu darbe, bu yıkım çabası diye konuşup savuşturmaya çabalanan şey bir kere daha koca bir sahneyi sıradana zehir etmektir. Artık emin olduğumuz yegane şey, bugünkü ülkede budur.
Bianet’ten aktaralım: “Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan'ın istifası sonrası 2 Aralık’ta görevi devralan Nureddin Nebati 4 aylık sürede birçok kez ‘enflasyon’ hakkında açıklama yaptı.
Her defasında enflasyonun düşeceğini söyleyen Nebati’nin öngörüleri şu ana kadar tutmadı, hatta kimi zamanlarda kendisiyle çelişti.
'Ekonomi' üzerine bir eğitim almayan, doktora tezinde AKP’yi inceleyen Bakan Nebati’nin göreve geldiğinden bu zamana enflasyon açıklamaları ve öngörüleri şu şekilde:
9 Aralık: Enflasyonu düşük seviyelere indireceğiz
"Enflasyonla mücadele konusunda önümüzdeki dönemde de para ve maliye politikalarının güçlü eşgüdümü ile mal ve hizmet piyasalarında rekabet ve verimliliği artıracak yapısal tedbirleri hayata geçirerek ve kalıcı olarak düşük seviyelere indireceğiz"
3 Ocak’ta açıklanan Aralık enflasyonu: Aylık yüzde 13,58, yıllık yüzde 36,08
14 Ocak: Ocak’ta pik, 2023'te tek hane "Yıllık enflasyonun kurdaki yükseliş, ücret artışları, yeniden değerleme oranı kapsamında yapılan artışlar gibi etkenlerle Ocak ayında pik noktasına ulaşmasını öngörüyorum.
"Biz şu anda Aralık’ın kamburunu taşıyoruz. Yazın gerek gıda fiyatlarındaki gevşeme, ki şu an dünyada bir enflasyon da var, bu ikisinin etkisinin azaldığı bir döneme giriyoruz. Enerji ihtiyacımızın azalması, gıda fiyatlarındaki normalleşmeler bizim artık yeni bir patikaya girdiğimizi gösteren en önemli aylar olacak.
"Biz enflasyonu çözeceğiz. Ondan sonra 2022 yılı tam bir dönüş, istikrar ve işlerin oturduğu bir yıl olacak. Önümüzdeki yıl bu sohbeti yaparsak, yapacağımız sohbette faizde, enflasyonda ve kurdaki bütün olumlu değişimlerin nasıl gerçekleştirildiğini siz bana soracaksınız. Çünkü enflasyon denilen şey üç günlük bir iş değil ki, faiz oranlarının inmesi, çıkması hızlı bir etki gösterir ama kur ataklarının Türkiye’deki etkisini yadsımak, görmezden gelmek, kur ataklarının bu kadar hızlı etkili olduğunu görmezden gelmek kadar tehlikeli bir şey olabilir mi?
"Ben 2023 Haziran ayında seçime tek haneli enflasyonla gideceğim."
27 Ocak: Yüzde 40'lar civarında seyredecek "… (Enflasyon) Bir süre yüzde 40’lar civarında olacak. Yaz aylarında bir miktar düşme olacak. Yıl sonunda baz etkisiyle yüzde 30’ların altına indirmeyi hedefliyoruz."
3 Şubat’ta açıklanan Ocak enflasyonu: Aylık yüzde 11,10, yıllık yüzde 48,69
3 Şubat: Nisan’da zirve yapar ama yüzde 50'yi geçmez
(Ocak ayının enflasyon verileri açıklanmadan önce)
"… (Enflasyon) Yaz aylarında toparlanma göstermeye başlayacak ve aralık ayında baz etkisine bağlı olarak radikal bir düşüş gösterecek. Enflasyonun nisana kadar yüzde 50'nin altında bir seviyede zirve yapmasını bekliyoruz.
"Enflasyonda yüzde 50 seviyelerini göreceğimizi düşünmüyorum. Umarım yanılmam.
"Bu yeni (ekonomik) modelin riskli kısmını 2021'de çoktan geride bıraktık. Enflasyon sorununun sadece artçı sarsıntısı 2022'ye kaldı ve bu büyük ölçüde bu yıl içinde halledilecek. 2023 Haziran seçimlerine kadar tek haneli enflasyon yaşıyor olacağız."
8 Şubat: Kültürel sebepten yükseliyor
(Londra’da yabancı yatırımcılara yaptığı toplantıda)
"Türkiye’deki enflasyon yabancıların kültürel olarak anlayamayacağı sebepten yükseliyor."
3 Mart’ta açıklanan Şubat enflasyonu: Aylık yüzde 4,81, yıllık yüzde 54,44
3 Mart: Takılıp kalmayın, sonsuza kadar sürmez
(TÜİK’in enflasyon verilerini açıklamasından sonra)
"2023 Haziran seçimlerine de tek haneli bir enflasyon rakamı ile gireceğiz. Unutmayalım ki gerçekten her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Enflasyon karşısında yaşadığımız zorluklarda takılı kalıp hadiseyi sonsuza dek sürecek gibi görmek, bizim bakış açımızda yer almamaktadır.
"Döviz kurunu kapsamlı ve yenilikçi metotlar ile düşürdüğümüz gibi enflasyonu da önümüzdeki dönemde düşüreceğiz.
"Enflasyonla kararlı bir şekilde mücadele ettiğimizi yakın zamanda gıda ürünlerinde ve elektrikte yaptığımız KDV indirimleri ile gösterdik. Bu süreçte ülkemizde de özellikle enerji ve diğer emtia fiyatları kaynaklı baskıların etkili olduğunu ve şubat ayında yıllık TÜFE’nin yüzde 54,44’e, ÜFE’nin ise yüzde 105,01’e ulaştığını görüyoruz. Salgın sonrası dönemde küresel ekonomik aktivitedeki toparlanma neticesinde enflasyonun gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülkelerde etkili olduğuna birlikte şahit oluyoruz."
21 Mart: Bu gurur tablosu hepimizin
(AKP Şanlıurfa İl Danışma Meclisi'nde yatırımcılara ilişkin)
"Enflasyonla ilgili bir sıkıntımız var hiç merak etmeyin aşıyoruz, aşacağız. Türk Lirası'na güveni artırıyoruz. Türkiye ekonomisini faiz-kur kıskacından çıkardık ve ülkeyi öngörülebilir istikrarlı bir şekilde yöneten milletine güvenen dirayetli liderimizle birlikte koşuyor ve yorulmadan bütün sorunların üstesinden geliyoruz. Bu gurur tablosu hepimizin, AK Parti'nin, Türkiye'nin.
"225 milyar doları aşan bir ihracat geçen yıl ve şubat sonuyla birikimli olarak 232 milyar dolara ulaşan bir ihracat. Petrol fiyatları yükseliyor, emtia fiyatları yükseliyor, dünya bir enflasyon kıskacında biz hep beraber bunların üstesinden geliyoruz, hiç kimseyi yarı yolda bırakmadık bırakmayız, kimseyi enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz.
"Enflasyonun üzerinden geldiğimiz gibi Karadeniz'deki bu gerginliğin üstesinden de geleceğiz. İzin vermeyeceğiz. Eğer ki fırsatçılık yapıp, fiyatları dilediği gibi oynatıp, yüksek kar elde etmeyi düşünüyorlarsa başta enflasyon timleriyle üzerlerine gideceğiz. Unutmayın önümüzü kapatan her türlü bürokratik engelin üzerine gideceğiz. Hiç kimse bu ülkenin girişimcisine, yatırımcısına engel koyamaz."
4 Nisan’da açıklanan Mart enflasyonu: Aylık yüzde 5,46, yıllık yüzde 61,14
10 Nisan: Aralık’tan itibaren...
(Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) iftarında)
"Savaş geldi, patladı, dengeler bozuldu. Dünya buğday bulmakta, çelik bulmakta, mal taşımakta adeta bir dejavu yaşamaya başladı. Böylesine sıkıntılı bir ortamda yine aynı söylemler başladı, 'yandık, öldük, bittik.' Bu ülke ne yanar ne biter ne ölür. Bu ülke yoluna devam eder. Biz gözlerimizi kapatıp zorlukları görmezlikten gelmiyoruz. Zorluklar var, sıkıntılar var, enflasyonu görüyoruz. Mücadelemiz belli ne yapacağımızı biliyoruz.
"Enflasyon yavaş yavaş yoluna giriyor ve Aralık ayından itibaren bu ülkede her ay enflasyonun nasıl düştüğünü hep beraber göreceğiz ve yürüyeceğiz. İşler daha iyi olacak"
Nisan ayının enflasyonu 5 Mayıs'ta açıklanacak...”
En başından bu yana anlatmaya çalıştığımız çürümeye dair tek başına Nebati Efendinin derleme dağarcığı zaten memlekette işlerin her nasıl sarpa sardığını da göstere gelendir. Aydınlık mefhumunun toptan karanlığa rehine edilmesinin, ekonomik çökertme halinin biteviye yeniden imalinin suretinde, o koltukları dolduran bir tiplemenin var ettiği şey her durumda ülkenin istikametini de ele verir. Enflasyona karşı hezimete uğramış bir ülkenin hakikati örtbas edilmek istenir. Dahası tümden bariz bir biçimde ezilmeye devam olunan bir halk gerçekliği mevzubahis olunmasın diye dikte olunur. Masallar sıralanır her gün, her yandan. Sabancısından, Koçuna bilmem hangi sermayedarın, anadolu kaplanının vesair kan emici sistem köşe bentlerini tuta gelen ismin arka çıktığı, devletin de dibine kadar battığı bu fasit döngü içerisinde yeni sermaye akışları, akıl dışı tutarların yer değiştirmesi gibi pek çok akçeli iş var edilir. Sıradanın canı çıkıyormuş, her gün biraz daha fakirleşiyormuş ne gam! Bütün, hemen hemen her şey bu can yakıcı kuşatmanın ta kendisine rehin edilirken, çözüm yerine çözümsüzlük göndere çekilirken, dibine kadar hep en kötüsüne rehinelik bir hakikat haline dönüşürken, aydınlık kalır mı geriye, hiç ama hiçbir zaman bahis olunabilir mi?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Kaynakça AFP Photos
0 notes