#nisebin | Explore Tumblr Posts and Blogs

seslimeram · 5 years

Text

Yıkım Değil Hayat...

Adalet mefhumunun ol hayatiyet meselinin, eşitlik, özgürlük ve dahi hürriyet davalarının, insani olanın, insana dair olanın zayi edildiği bir güncelliği içerisindeyiz hala. Kuşatılmış, yalıtılmış ve derinlemesine bir karanlığın içinde her gün bir başka yıkımın var edildiği düzlemden ses vermekteyiz. Sesimizi ancak kendimize duyuruyoruz. Bütün savaş naraları birbiri ardına atılıyor. Bir ülke denilen sahada yıkım bu kadar kesintisiz hakikat kılınmaya çalışılıyor. Barışı lügatinden çıkartmış bir softa aklın dehşeti dört bir yanı kuşatıyor, ölüm kuşanıyor vaaz olunan cümlelerle yıkıma taraftar aranıyor. Onlara benzemeyen, onlardan olmayanlar için hayatın çürütülmesi kesintisiz kılınıyor.

Ezilenlerin sınavlarına hep bir yenisi eklenirken, düzenin kötülüğü örtbas olunabilsin diye dört bir koldan saldırır muktedir. Hayat bu kadar ucuz bir mesel midir? Nefesleri ölüm kokan, zihinleri kin kusan, aklı ile eyleminin hızar kılındığı, vicdanın bir mesel olmaktan çıkartıldığı, yürek değil taş taşıdıkları kanıtlananların sofrasında bunca kötülük bir ülkeyi var edebilir mi? Sahiden var mıdır böyle bir şey? Ajanslardan aralıksız düşen her haber bunları sorgulatır. Bütün / birlikte / yalın bir biçimde çıkan kısmın özeti bir asırda yerinde sayan bir ülke yönetimi, birbirinin yarasını görmekten imtina edenlerin çoğunluk addedildiği bir sahadır, sahiden de var mıdır böyle bir şey?

Pazartesi gününden bir haberdir: Artı Gerçek'ten iliştirelim: "Beyaz Saray’ın gece saatlerinde yaptığı, “Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyine bir harekat düzenleyeceğini ve ABD güçlerinin söz konusu bölgede bulunmayacağını, IŞİD savaşçılarından Türkiye sorumlu olacak” açıklamanın ardından Uluslararası Koalisyon Güçleri, sabah saatlerinde sınır noktalarından çekilmeye başladı.

AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin Kızılcahamam’da gerçekleştirilen 29'uncu İstişare ve Değerlendirme Toplantısı’nda, Kuzey Suriye'ye operasyon açıklamasının ardından dün akşam saatlerinde ABD Başkanı Donald Trump’la telefon görüştü. Görüşmenin ardından Beyaz Saray’dan açıklama geldi. ABD güçlerinin operasyona dahil olmayacağı belirtilen açıklamada, Türkiye'nin bölgede son iki yılda yakalanan IŞİD üyelerinden sorumlu olacağı belirtildi. Erdoğan ve Trump’ın telefon görüşmesi ardından ABD öncülüğündeki Uluslararası Koalisyon Güçleri, sabah saatlerinde Girê Spî ve Serêkaniyê’deki sınır noktalarından çekilmeye başladı. ANHA’nın haberine göre Uluslararası Koalisyon güçlerinin Hesekê Kantonu’na bağlı Serêkaniyê ile Fırat Bölgesi’ndeki Girê Spî kentlerinde bulunan sınır hattındaki noktalarından çekilmeye başladığı belirtildi."

HDP’den peşi sıra açıklama gelir: “IŞİD’e karşı mücadelede on binlerce insanını feda eden ve özgürlüğü için direnen Kuzey Suriye halkları, bir kez daha tehditle ve kaos ortamı ile karşı karşıya bulunmaktadır. Sadece Kürtler değil, bölgede yaşayan Araplar, Türkmenler, Süryaniler, Ermeniler ve Êzidîler de büyük tehdit altındadır. Afrin’de ve Şehba’da, Erdoğan Rejimi’ne bağlı çeşitli güçlerin işlediği savaş suçları ve demografik değişim suçları ortadadır. Şimdi bu demografik değişim politikası Kuzey Suriye’nin geneline yayılmak istenmektedir. 1970’lerde uygulanmaya başlanan Arap Kemeri’nin yerine bu kez AKP-MHP iktidarı bölgesel istikrarsızlığı arttıracak bir Selefi-Cihatçı Kemer kurmaya çalışmaktadır.

Öte yandan ABD’nin açıklamasına göre, cezaevlerinde olan IŞİD teröristlerinin AKP-MHP iktidarına teslim edilecek ve sorumluluğun Türkiye’ye bırakılacak olması da ülkemiz açısından büyük bir tehdit ve sorun olacaktır. Bu adım aynı zamanda IŞİD için yeniden örgütlenme imkânlarını açığa çıkaracak, uyuyan hücrelerin harekete geçmesi ile bölgeyi tekrar 2014’teki gibi derin bir karanlığa sürükleyecektir. Bu durumla birlikte IŞİD, Türkiye’de de siyasi dengeleri ve toplumsal dokuyu doğrudan etkileyecek bir faktör haline gelecektir.

Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere Suriye sorununa müdahil olan tüm uluslararası kesimleri uluslararası hukuk açısından kabul edilemez olan bu duruma ve yeni savaş riskine karşı sorumluluk almaya çağırıyoruz.

Türkiye barış ve demokrasi güçlerini, AKP-MHP ittifakının sarsılmış olan iktidarlarını sağlamlaştırmak için attıkları bu adıma karşı etkili ve kararlı bir duruş sergilemeye çağırıyoruz. Böyle bir askeri müdahalenin anlamı, Türkiye toplumu için daha çok baskı, daha çok zam, daha çok yoksulluk, daha derin kriz, daha yaygın hukuksuzluk ve demokrasisizlik demek olacaktır. Türkiye bu adımla sınırı belirsiz tehlikeli bir maceraya ve dibi olmayan derin bir tuzağa sürüklenmek istenmektedir. Bunu hep birlikte durdurabiliriz.”

Bunlar olurken bir yandan da halk sesini iletmeye çalışır: Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Kuzey Doğu Suriye ile Türkiye sınırına doğru toplanan binlerce kişi, burada sloganlarla Türkiye’nin tehditlerini protesto etti. Yürüyüş, Til Helef kasabasından başlayarak 10 kilometre uzaklıktaki uluslararası koalisyon üssünün bulunduğu Til Erqem kasabasına kadar sürdü.

Binlerce kişiden oluşan yürüyüşte Arap ve Kürt kanaat önderleri, siyasi parti temsilcileri ve sivil toplum temsilcileri de yer aldı. Yürüyüş boyunca işgalle karış direniş sloganları atıldı.

Uluslararası koalisyon üssüne yönelen protestocular, uluslararası koalisyonun Türkiye’nin tutumuna tepki göstermesini istedi. Üs önünde protesto eylemine başlayan halk, yürüyüşe katılanlar arasından seçilen bir heyeti görüşme için içeri gönderdi. Halkın taleplerini uluslararası koalisyon temsilcilerine ileten heyet, burada uluslararası koalisyon adına askeri komutan Mike ile görüştü. Eylemcilerin taleplerini içeren mektubu komutana ileten heyet, uluslararası koalisyona da dayanışma çağrısında bulundu.

Koalisyon ile görüşen heyette yer alan Hesekê Kanaat Önderi Meclisi Başkanı Fewaz El-Zewba, “Biz barış ve diyalog istiyoruz. Türk devleti ile savaşmak istemiyoruz. Türkiye’nin bahsettiği ve kendi çıkarları doğrultusunda dayattığı ‘güvenli bölgeyi’ reddediyoruz. Türkiye’nin güvenli bölge planlarını bölgenin işgali olarak görüyoruz. Uluslararası koalisyonu müttefik olarak görüyoruz. DAİŞ terörüne karşı bizimle müttefiklik yaptılar. Terör halen bu topraklarda son bulmuş değil. Türkiye’nin tehditleri son bulmuyor. Türkiye’nin tehditleri DAİŞ’in hücre yapılanmalarıyla mücadelemizi aksatıyor” ifadelerini kullandı.

Türkiye’nin bölgeyi işgal etmeye çalıştığını savunan El-Zewba, “Türk devleti, Kürtlerin terörist olduğunu iddia ederek bölgeyi işgal etmek istiyor. Biz de Türk devletine diyoruz ki, Kürtler terörist değil, Kürtler, Suriye’de sizin desteklediğiniz terörle mücadele ediyor” dedi.

Eylemcilerin taleplerine cevap veren askeri komutan Mike, “Biz burada DAİŞ tehdidini ortadan kaldırana dek ortak hareket etmeye devam edelim. Mektubunuzu uluslararası koalisyonun ilgili yetkililerine ileteceğime söz veriyorum” dedi.”

Ölümü kutsayan, cerahati yücelten, mihmandarlığı yapılan fecaat ve felaketi icraat olarak göstermeye çalışan bir yerde hayatın durumu her nedir? Biteviye ölüm kusan, kötülük saçan bir yerin günahlarını kim sırtlanacaktır? Paldır küldür var edilmiş yıkımın hızar gibi delip geçeceği yer bir oyun sahası değilken yaratılmış vahşi düzlemin hemen her fecaati güncellenirken yol her nereyedir?

Rojava Devriminin bir biçimde boğulması adına Işid ile hemhal gerçekleştirilen taarruzlar gibi, çetecilerden müteşekkil kiralık katillerin ordu üyesiymiş gibi duyurulduğu sahnelere ev sahipliği yapan önceki operasyonlar gibi, yıkımın, yağmanın, tacizin ve kötülüğün bin bir suretinin var edildiği bir yerde bu sefer de milli birlik ordusu gibi kadük garbetliklerle her ne var edilebilecektir? İşgal, iğfal ve yıkımın olduğu yerde, ahın alındığı, evlerin enikonu başa göçertildiği bir düzlemde hayat nedir? Bunca vebalin altında bu saha ne olur? Bir ekonomik çöküşün üstüne savaşın var edeceği yıkımı da kaldıracak mı bu saha, şu yer, bir zamanlar memleket? Sahiden duyuyor musunuz, sorguluyor musunuz?

Çarşamba günü öğleden sonrasında yıkımın / işgal ve iğfal operasyonuna başlandığı ilan olunur: Evrensel’den iliştirelim: “Türkiye, TSK ve ÖSO unsurlarıyla Suriye'de Fırat'ın doğusuna operasyon başlattı. Operasyonu Cumhurbaşkanı Erdoğan sosyal medya hesabından duyurdu. Erdoğan, operasyonun adının "Barış Pınarı Harekatı" olduğunu açıkladı. Operasyon kapsamında TSK'ye ait savaş uçakları ve obüslerle Resulayn (Serekaniye), Tel Abyad (Gire Spi) ve Kamışlı'da bazı noktalar vuruldu. Nusaybin ve Ceylanpınar'a ise sınırın Suriye tarafından ateşlendiği belirtilen roket mermileri isabet etti. Saldırıların başlamasının ardından SDG, ABD öncülüğündeki Uluslararası Koalisyon Güçlerinden uçuşa yasak bölge oluşturmasını istedi. Avrupa operasyonun durdurulması çağrısında bulundu. ABD ise operasyonu onaylamadığını duyurdu.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Suriye'de Fırat'ın doğusuna operasyon başlatıldığını açıkladı. Erdoğan, operasyonun başlatıldığını sosyal medya hesabından duyurdu: "TSK, Suriye'nin kuzeyinde PKK/YPG ve DEAŞ terör örgütlerine karşı Barış Pınarı Harekatı'nı başlatmıştır. Amacımız güney sınırımızda oluşturulmaya çalışılan terör koridorunu yok etmek ve bölgeye barış ve huzuru getirmektir. Ülkemize yönelik terör tehdidini bertaraf edeceğiz. Oluşturacağımız güvenli bölge sayesinde Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönmelerini sağlayacağız. Suriye'nin toprak bütünlüğünü koruyacak, tüm bölge halkını terörün pençesinden kurtaracağız. Barış Pınarı Harekatı'nda görev alan kahraman Mehmetçiklerimizin her birini alınlarından öpüyor, kendilerine ve bu harekatta Türkiye'yle birlikte olan tüm yerel destek unsurlarına muvaffakiyetler diliyorum. Allah yar ve yardımcımız olsun.” Operasyona ilişkin açıklama yapan Milli Savunma Bakanlığı ise harekatın saat 16:00'da başladığı duyurdu.”

Ölümü kutsayan, cerahati önceleyen, hıncı ve linç etmeyi bir asırdan uzun bir zamandır inkar olunan soykırım tahayyülünü bugün açık / aleni yeniden işleyen, kurgu değil bariz hakikat kılan yerin meselini sorguluyor musunuz? Hayatın böylesine alelade bir biçimde sınırlandırılması hali sizleri korkutmuyor mu? Kessab, Serekaniyei Kobane, Qamişlo çetelerin eline rehin edilmek isrtenirken, bu bahsin Antakya, Merdin, Şirnex, Riha vs. yerlerde bu sınırın içinde olabileceğini bir an olsun tahayyül ettiğinizde o vahşet halen barış mıdır, pınar mıdır, operasyon mudur? Hayat bunca açıktan hedef alınırken, sizin de kapınızı bu felaketin çalmayacağının bir garantisi var mıdır? Dokunduğu yeri çürüten ve yıkan ve mahvın eşiğine taşıyan bir yerin var ettiği hangi hamle sulh sağlar!

“Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılarının şiddetli çatışmalarla devam ettiği Girê Spî, bir kez daha savaş uçaklarıyla bombalandı. Savaş uçaklarının Girê Spî’nin güney doğusunda yer alan Baciliye köyüne düzenlediği hava saldırısında, henüz isimleri öğrenilemeyen 4 sivil yaşamını yitirirken, 4 sivil de yaralandı. Saldırıların yoğunlaştığı Dêrik’in Qesir Dîb köyünde de QSD ve TSK arasında çatışmalar yaşanıyor. QSD’nin, Qesir Dîb’in karşısında bulunan TSK üssüne düzenlediği saldırıda, 3 askerin yaşamını yitirdiği, 17 asker ise yaralandığı belirtildi.” Akçakale'de de birisi bebek olmak üzere üç insan yaşamını yitirir. Hepsi tek bir günde olur. Dahası onlarca farklı nokta, onlarca ayrı yerde bombalamalar, mahallelerin başa düşürülmesi, hayatın gölgelenmesi söz konusu edilir. Yıkım artık anlık olarak güncellene gelen bir hal, bir meseldir.

İlk birkaç günün raporu bir elin parmaklarını aşan bir katliam düzeneğinin ön izlemesidir. Onlarca cana mal olan ve ne için, hangi akla hizmet, hangi maksatla yapıldığı artık pek de bilinmeyen bir hamle sürekliliği ile yıkım var edilir. Kısa sürede üç yüzü aşkın YPG-YPJ ve QSD insanın temizlendiği(!) canlı yayınlarda duyurulur. Hayatları, yalnız ve tek başına özgürlükleri yıllardır savunan, bir zamanlar bu topraklarda dahil makbul sayılan insanlar “terörist” ilan olunur. İstatistik kılınan çocuklar, kadınlar, erkekler ve her şeydir. Yılmaz Özdil’lerden, Hande Fırat’lara geniş bir çerçevedeki köşe kadılarının ortaya serdiği basit bir biçimde o yıkıma dair ses etmek, sorgulamak değil, var edileni yeniden yapılandırıp, suça ortak olmaktır. Çürümüşlük her yerdedir. Çürümüşlüğün, yıkıcılığın, yok ediciliğin varlığı, bunca el üstünde tutulduğu yerde hayat her ne haldedir?

Bianet’ten aktaralım: “AA'nın haberine göre "YPG bölgesinden atılan" havan mermisinin bir eve isabet etmesi sonucu 2 kişi yaşamını yitirdi, 2 kişi yaralandı. Üç havan mermisi boş araziye düştü. Bu arada, yine habere göre üç havan mermisi de ilçedeki boş araziye düştü.

Suruç'taki ölümlerin ardından operasyonun üçüncü gününde Türkiye sınırları içinde sivil ölümü sayısı dokuza yükseldi. Urfa ve Mardin'in sınır ilçelerine dün düzenlenen havanlı ve roketatarlı saldırılarda, aralarında 9 aylık bebeğin de bulunduğu 5'i çocuk 7 sivil yaşamını yitirmişti. Akçakale'ye düzenlenen saldırılarda Suriye uyruklu 9 aylık bebek Muhammed Omar ve vergi dairesi gelir uzman yardımcısı Cihan Güneş hayatını kaybetmişti. Ceylanpınar ilçesinde ise 11 yaşlarındaki Elif Terim ve Mazlum Güneş de yaralanmış, kaldırıldıkları hastanede yaşamını yitirmişti.”

Duvar’dan aktaralım: “Birleşmiş Milletler (BM), Türkiye’nin Barış Pınarı Harekatı nedeniyle yerinden olan sivillerin sayısının yaklaşık 100 bine yükseldiğini açıkladı. Harekatın üçüncü gününde BM’den yapılan açıklamada, “İnsani etki şimdiden hissediliyor. Tahmini olarak 100 bin kişi evlerini terk etti” denildi. Açıklamada, Haseke ve Tal Tamer ile okullara sığınanların sayısının giderek arttığı belirtildi.”

Evrensel’den Cuma gecesi yayınlanan haberden iliştirelim: “Operasyon nedeniyle Resulayn (Serekaniye) ve Tel Abyad'da şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Çatışmalar nedeniyle yeni ölüm haberleri geldi. Milli Savunma Bakanlığı çatışma bölgesinde 1 askerin hayatını kaybettiğini açıkladı. Azez'de SGD'lilerin TSK üssüne düzenlediği saldırıda ise 2 asker hayatını kaybetti. Resulayn'daki dün gece yaşanan çatışmalarda da TSK mensubu 1 askerin hayatını kaybettiği açıklanmıştı. Ceylanpınar'da 11 yaşındaki bir çocuk ve Suruç'taki iki kişiyle birlikte sivil ölümlerinin sayısı 9’a çıkmıştı. Mardin Valiliği, Nusaybin'de 8 kişinin daha yaşamını yitirdiğini açıkladı. Sivil ölüm sayısı toplam 17'ye yükseldi. Tel Abyad'da yaşanan çatışmalarda ise 4 ÖSO militanı öldü. Mardin'in Nusaybin ilçesinde de gazetecilerin bulunduğu binaya Kamışlı'dan uzun namlulu silahlarla ateş açıldı. Saldırıda iki Anadolu Ajansı muhabiri hafif yaralandı. Nusaybin'e atılan bir havan topu nedeniyle de yaralananlar olduğu belirtildi.”

“Mardin’in Nusaybin ilçesinin karşısında bulunan Kamışlı'da bombalı araçla düzenlenen saldırıda en az 3 kişinin öldüğü, 9 kişinin yaralandığı bildirildi. Kamışlı kent merkezindeki Xerbî mahallesinde bulunan Omeri adlı yemekhane yakınlarında meydana gelen patlamayı IŞİD üstlendi.”

“BBC muhabiri Riam Dalati, IŞİD tarafından öldürüldüğü belirtilen Suriye Gelecek Partisi Sekreteri Hevrin Xelef'in Türkiye destekli silahlı güçler tarafından öldürüldüğüne dair görüntüler paylaşır. Baro Başkanı Metin Feyzioğlu: Siviller kalkan olarak kullanılıyorsa, devlet sivillerin hayatını korumak zorunda değildir, diye buyurur. Arap Birliği Dış İşleri Bakanları toplanır. “Arap Birliği, Türkiye’nin Suriye topraklarına açık saldırısını kınıyor. Bu saldırıyı bir işgal olarak görmekteyiz” der. Cumartesi Anneleri'nin barışçıl protestosu, okunan basın açıklamasında "savaş" kelimesi geçtiği için, polisin sert müdahalesine uğradı. Kutlu Esendemir: Savaş karşıtlarına kolpacı diyen adamın babası, Bosna savaşı'nda Süleyman Mercimek ile birlikte halka yardım parası toplayıp ortadan yok oluyordu tespitinde bulunur.”

Bir koca asır sonra, bugün yeniden Talat, Enver ve Cemal’in var etmeye çalıştığı köklü, kötücü ve karanlık bir mefhumun var edilmesi gün yüzüne yeniden kavuşturulur. Bunca açık, iktidar kanadının, kendine muhalif diyenlerin var ettiği çürüme ama ve fakat şerhini barındırmadan yalın bir yıkımdır. Bir asır sonra hayatlara düşürülmek istenen gölgenin her ne olduğu artık afakidir. Kürd’e, Kürdistan’a, Kürd diline karşıtlığın, bir iktidar hali, süreğen kılınmak istenen bir sistem için ezilmesi gereken bir adım / hamle olarak bilinip değerlendirilmesi şu yukarıdaki acıları var eder.

Böyle aleni bir kötülük halinin içerisinde bir ülkede yaşam, sınırın öte yanında da hayat akışı eş zamanlı olarak tahrip olunur. Tüm kötülükleri var edenler koltuklarında kalmaya, emirlerini bildirmeye devam ederken, hal, gidişat gerçek bir kırım halinin devamlılığıdır. Bunca ağır yükün, bariz bir cehennemi hal ve gidişatın kimseye bir faydası en başta da bu coğrafyaya faydası dokunmayacaktır. Cürümleri birbiri peşi sıra vatan savunması olarak ele alan, böyle değerlendirenlerin arasında karşımızda saldırdıkları bizatihi vatanını savunurken ölen sıradan insanlarken coğrafya kader değil kederdir. Hayat bunca ucuza koyulabilir bir mesel midir, hala mı? Son kertede bir kez daha ikrar edelim... Savaş değil barış, merhamet değil adalet, kimliksizleştirme değil hakkaniyetli bir yüzleşme... kölelik değil özgürlük... yıkım değil hayat... savaşa karşı hayatın / barışın her dilde, her renkte, her kimlikten karşılığının tam ve eksiksiz var edilmesi... düşünüyor musunuz?

Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019

Görseller: Sertaç KAYAR – Reuters – Sputnik Türkiye

0 notes