Tumgik
#zorbalık rejimi
seslimeram · 2 years
Text
Sesli Meram #235 - Karşı Radyo (21.06.2022)
Tumblr media
"Biteviye kılınan bu fahiş fiyat politikaları yanında ekonomik çıkmazlarda devşirilen rant oyunlarının piyonları da görünür kılınır. Dolarlar bir o yana bir bu yana savrulurken, tüyü bitmemiş yetim hakkı diye sağcı / ırkçı / militarist nefretle bütünleşik Türk kimliğinin en kestirmeden sömürücüsü temsillerin gözleri önünde bir rant paylaşımı söz konusu edilir. O tahakküm hallerinin ortasında çıkagelen, battı balık yan gider ile devletin malı denizdir yemeyen domuz tılsımı arasında bir cendere hal, götür abi götürebildiğin kadarıyla denile durulan bir iç etme sürekli kılınır. Yurttaşın cebine giren üç kuruştan hallice, çaput kılına gelmiş paranın da yok edilmesi güncellenir. Dert tıpkı zam yağmurunda olduğu gibi tüm o maniple edilen araçlarla günbegün var edilen söğüşleme sistematiği arasında bütünlüklü iç etmelerle çıkagelir. Nedensiz, yok yere ya da mübalağa değil, doğrudan bir eksiltmenin hepten bir çürümenin mihenk taşları döşenir. Üç kuruşa talim edenlerin karşısında yiyip, yiyip duraksamayan yağmacılar vardır. Gözü dönmüş bir biçimde nefreti / ayrımcılığı ve kafatasçı bir tahayyüller birlikteliği ile bir kesim oyalanırken var edilen bir çürüme vardır hiç eksiksiz bir yağma vardır." bkz. sesli meram
podcast image credit: view from vienna:::dominik vanyi:::unsplash
1 note · View note
doriangray1789 · 2 years
Text
ÖZE DÖNÜŞ.. *Sürekli dilimizden düşürmediğimiz, kurtuluşun bir çeşit reçetesi olarak gördüğümüz bir söylemdir; ‘’Öze dönmek.’’ Ben de konuşmalarım esnasında, yazılarımda, sık sık kullanırım bu söylemi. Öze dönülmeli.. Fakat bu söz sanırım artık tembellerin ve ne diyeceğini bilmeyenlerin bir çırpıda ağzından çıkardığı bir slogana dönüştü. Öze dönüş iyi güzel ama nasıl yapılacak? Nereden başlanacak? Öze dönmekten ne anlamalıyız? Bu yazı bu soruların karanlığına, ışık tutmayı amaçlıyor. Hazırsanız başlayalım..👉👇 1.Dünya savaşı döneminde, Fransa’da güçlü bir milliyetçi hava esiyordu. Fakat bu havanın dokusunu, Alman karşıtlığı ve Alman düşmanlığı oluşturuyordu. 1.Dünya savaşı, güçlü bir rövanşın fırsatını vermişti Fransızlara. 1870 yılında Prusya ordusuna karşı alınan yenilgi hafızalardan hiç çıkmamıştı. Çünkü bu yenilgi, Fransız ulusunun ve Fransız egemenlerinin toplumsal hafızasında krize dönüşmüş iki meselenin kapısını aralamıştı.1-) Almanların Paris kuşatması. Bu kuşatma çaresizlik ile onur kırıcılığı sentezlemiş ve Fransızların yutkunamadığı bir hâl almıştı. 2-) Paris komününün, Paris yönetimini ele geçiren devrimciler tarafından ilan edilmesi. Egemenler bu ilanı Almanlardan kurtulmaları durumunda dahi, Fransa’yı kaybetmek olarak okumuşlardı. Ve nihayet 1914 tarihi bütün bu bozgunun, hızlı bir intikamı için uygun doğayı ayaklarının dibine kadar getirmişti Fransa’da ilan edilen ‘’kutsal birlik’’ rejimi bu motivasyonlar ile besleniyor ve her türlü ayrışmayı, kopmayı ve muhalif düşünsel hareketlerini bir çatı altında toplamayı amaçlıyordu. Peki bu rejim sadece militer bir anlayışı mı çevreliyordu? Tüm savaş, gerçekten de savaş aletleriyle mi yapılacaktı? Hayır tabi ki.. İşte öze dönüşün hücreleri burada yatıyor. Fransızlar bir cephe daha açtılar. Cephe açtıkları düşmanın adı; Romantizm ve modernist sanattı! 18. yy pek çok eserde, ‘’Aydınlanma’’ çağı olarak görülür.Bu çağın iki önemli ismi vardır. 1-) Denis Diderot. 2-) Montesquieu. Bu iki düşünce insanı zorbalık, bağnazlık ve ön yargıya karşı savaş açmış; dinsel hoşgörü ve toplumsal eşitlik savunularından hareketle düşünce özgürlüğü gibi çağdaş kavramları halka yaymıştır.Bu çalışmalar halkta karşılık bulmuş ve Fransız İhtilali patlak vermiştir. Monarşi yıkılmıştır! Monarşinin yıkılması ile sonuçlanan bu düşünsel hareketin ismi ‘’Klasisizm’dir’’ Keza bu akımın öncüleri olan Denis Diderot ve Montesquieu, Fransızdır.Romantizm işte bu özetini geçtiğim ortamda doğmuştur. Ana felsefesi Klasisizm’e karşı olmaktır. ‘’Deha akıldadır’’ tezine karşı ‘’Deha yürektedir’’ savını ortaya koymuşlardır.Almanların savaş taktiklerine(Blitzkrieg taktiği-Yıldırım harbi); savaşarak elde etme beklentisine girdikleri sonuçlara ve bu sonuçlar ile kurmak istedikleri nizama biraz baktığımızda, karşımıza romantizm ile ikna edilmiş bir halkın hezeyanları çıkar. Fransızlara göre işgal edilmiş tek şey toprakları değildi. Kırılmış olan tek şey onurları değildi. Kültürleri, Alman vandalizmi karşısında istila edilmiş ve ellerinde yozlaşmış bir Fransız ruhu kalmıştı. Fransızların bu tutumunu salt klasisizme bağlamak, salt akılcılıkla izah etmeye çalışmak tabi ki topun üstünden atlamaktır. Fransızların öze dönüş projelerindeki itkileri, milliyetçilikleridir! Öze dönülmesi fikrinin havada kalmaması, bu fikir üzerinden harekete geçilmesinin ilk kurşununu André Lhote atmıştır. André Lhote, Nouvelle Revue Française dergisinin 1919 Haziran sayısında bir terim kullanmıştır; ‘’ Düzene dönüş – Düzene çağrı’’
3 notes · View notes
isvicreninsesi · 1 year
Text
Emek ve Özgürlük İttifakı İsviçre'de seçim startını verdi
Tumblr media
🇨🇭SESİ- Emek ve Özgürlük İttifakı İsviçre'de seçim startını verdi. Emek ve Özgürlük Koordinasyonu Üyesi Nejdet Atalay, "2023 seçimleri tarihi önemde. Ülkenin kader tayin edici özelliği olan bir seçim" dedi. Hakların Demokratik Partisi (HDP), Türkiye işçi Partisi (TİP), Emek Partisi (EMEP) Emekçi Hareket Partisi (EHP),  Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) ve Sosyalist Meclisler Federasyonu'nun (SMF) oluşturduğu Emek ve Özgürlük İttifakı da 'Avrupa ve Yurt Dışı Seçim Koordinasyonu' oluşturdu. Geçen hafta Almanya’nın Köln kentinde bir araya gelen çok sayıda örgüt çalışma startını vermişti. Her ülkede seçim koordinasyonu birimleri kurulması kararı alınmıştı. İsviçre’nin Zürih kentinde bir araya gelen İsviçre Demokratik Kürt Konseyi (CDK-S), Demokratik İşçi Dernekleri Federasyonu (DİDF), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), İsviçre Göçmen İşçiler Federasyonu (İGİF), Avrupa Süryaniler Birliği (ESU), Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP), İsviçre Alevi Birlikleri Federasyonu (İABF), Sosyalist Dayanışma Platformu (SODAP), Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu (ATİK), Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF), Türkiye İşçi Partisi (TİP), Maraş Dernekleri Federasyonu (MARDEF), İç Anadolu Kürtleri Platformu (PKAN), seçim hazırlık planlamasını yaptığını yayımladıkları bildiriyle duyurdu. Açıklamada, "Ülkemizde artık bıçak kemiğe dayanmaktan öte, sömürü ve zorbalık bıçağı halklarımızın kemiğini kesmektedir. Hayat pahalılığı, işsizlik, demokrasi ve hukuk gaspı ile adaletsizlik had safhaya ulaşmıştır. Yaşanan tüm sorunların temelinde savaş ve sömürü politikaları vardır. Savaşa ayrılan bütçenin, savaş maliyetinin halklarımızın ekmeğinden kesildiğini biliyoruz. Tek adam rejimi, bir otoriter sistemi ve istibdat rejimini sürekli genişletmekte ve derinleştirmektedir. Biz de bu zalim istibdat rejimine karşı özgürlüklerimizi savunmak üzere 'üçüncü yolumuzu büyütüyoruz” denildi. Açıklamada İsviçre'de yaşayan tüm halkları mücadeleyi daha da büyütmeye çağırdı. '2023 SEÇİMLERİ TARİHİ ÖNEMDE' Emek ve Özgürlük Koordinasyonu Üyesi ve  Batman Belediyesi eski Eşbaşkanı Nejdet Atalay, İsviçre’deki seçim çalışmaları hakkında ajansımıza bilgi verdi. Atalay, 2023 yılında yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinin geçmiş seçimlerden farklı olduğunu vurgulayarak, “Bu seçim, 2023 seçimleri çok farklı bir karaktere sahip. Şöyle ki bu seçim sadece iktidarın el değiştirmesinden ibaret değildir. Türkiye’nin kader tayin edici özelliği olan bir seçimdir. Bu bakımdan kullanılacak her oy çok önem arz etmektedir. Kullanacağımız tek bir oy ülkenin ya fakirleşmesine, demokratiksizleşmesine, otoriterleşmesine, renksizleşmesine neden olacaktır, ya da Türkiye’nin zenginleşmesine, gelişmesine, özgürleşmesine, yaşanabilir bir ülke haline gelmesine yol açacaktır. Bundan kaynaklı bütün bugüne kadar yapılan seçimlerden daha farklı bir karaktere sahiptir” dedi. 'KATILIMI ARTIRMALIYIZ' Atalay, Avrupa’da seçime katılımın çok az olduğuna vurgu yaparak, bu tarihi önemdeki seçimde herkesin gidip oyunu kullanmasını istedi. Atalay, “Bunun için her seçmenin, özellikle Avrupa’da oturan seçmenin oyunu kullanması önem arz etmektedir. Avrupa’da seçime katılma oranı çok düşük kalmaktadır. İnsanların yarısından fazlası seçime katılmıyor. Seçimin bu kadar önemli olduğu bir dönemde, tüm insanların gidip oylarını kullanmalarını istiyoruz. İlk defa bir olanak doğmuştur. Faşizmin yenilmesi, yerine demokrasi ikame edilmesi olanaklı hale gelmiştir. Bu fırsatı herkesin ciddiye alıp değerlendirmeleri gerekir” dedi. '5 GÜN OY KULLANILACAK' İsviçre’de seçmenlerin sadece 5 gün boyunca oy kullanılacağını ifade eden Atalay, Zürih, Bern ve Cenevre’de sandık kurulacağını belirterek, “Avrupa seçmeni bütün konsolosluk ve büyükelçiliklerde oy kullanabilir. Önemli olan sandığa gidip oy kullanmasıdır. Bütün devrimcileri, Kürtleri, kadınları, gençleri, ilericileri gidip oy kullanmaya çağırıyoruz. Demokratik haklarını kullanmaya, Türkiye’nin geleceğini belirlemede pay sahibi olmaya davet ediyoruz” dedi. 'HAZIRLIKLARIMIZ TAMAM' Avrupa genelinde seçim koordinasyonu kurduklarına işaret eden Atalay, İsviçre bileşenleri olarak yaptıkları hazırlıklarının da bitme aşamasında olduğunu söyledi. Atalay, “Türkiye’de seçim çalışması startı verilmiş oldu. Biz de Avrupa’da Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenleri olarak Avrupa ölçeğinde Almanya’nın Köln kentinde bir araya gelip bir seçim koordinasyonu oluşturduk. Aynı koordinasyonun tüm ülkelerde oluşturulması kararı aldık. Biz İsviçre’deki Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenleri dün bir araya gelip planlamalarımızı yaptık ve harekete geçmeye başladık. İsviçre koordinasyon birimi oluşturuldu. Bunun yanı sıra oy verme merkezleri olan Zürih, Bern ve Cenevre’de de benzer koordinasyon merkezleri oluşturmaya başladık. İsviçre'nin bütün kantonlarında ve yerellerinde de benzer çalışma birimleri oluşturacağız. Buna yönelik hazırlığımız da bitmek üzeredir" şeklinde konuştu. 'BÜTÜN SEÇMENLERE ULAŞMAYI HEDEFLİYORUZ' İsviçre'de kayıtlı bütün seçmenlere ulaşmayı hedeflediklerini belirten Atalay, ‘Emek ve Özgürlük İttifakına oy verecek seçmenlerin mutlaka gidip oy vermesini sağlayacaklarını ifade etti. Atalay, “Bizim birinci hedefimiz İsviçre'de yaşayan ve oy hakkı olan bütün seçmenlere ulaşmaktır. Emek ve Özgürlük İttifakı yönünde oy kullananlara artı, aksi yönde oy kullananlara eksi koyacağız. İkinci aşamada Emek ve Özgürlük İttifakı yönünde oy kullanan seçmenlerin sandığa götürülmesini hedefliyoruz. Bunun yanı sıra kitlesel seçim çalışması, salon toplantıları yapacağız. İmkanlar el verirse miting yapmayı bile düşünüyoruz. Çalışmalarımızın ana ekseni birebir seçmene ulaşmak ve onları oy kullanma süresi içerisinde sandığa götürüp oyunu vermesini sağlamak. Büyük bir inanç var. Çünkü Türkiye’de giderek otoriterleşen faşist bir iktidar var. Buna mukabil mevcut iktidarın gidebileceğinin umutların arttığı bir seçim arifesindeyiz. Bu bakımdan biraz daha asılırsak bu faşizmi el birliği ile yerle bir edebiliriz. İsviçre’de yaşayan tüm devrimci-demokrat insanları, bu çalışmaya katılmaya, bu heyecanı paylaşmaya ve Türkiye’deki bu değişimde pay almaya davet ediyoruz” dedi. Read the full article
0 notes
tp-siyaset · 3 years
Link
Aslında saldırıya maruz kalanın muhalif bir siyasi lider olmasının veya cinsiyetinin ilk aşamada zerre önemi yoktur.
Hatta muhalif bir liderin mağdur kalması, uzun vadede potansiyel oy açısından onun işine bile yarayabilir. Bunu hesaplamak bizim değil, siyasi aritmetik cambazlarının işidir. Bizim, yani her birimizin bir birey, bir vatandaş olarak kaygılanmamız, endişelenmemiz ve hatta artık endişeden de öte aslında çoktan paniklememizi gerektiren, demokrasimizin ve adalet sistemimizin düşürüldüğü vaziyettir, yok edilişi, katledilişidir. Her ne kadar saldırı bizzat şahsımıza olmasa bile, hepimizin haklarının nasıl çiğnendiğine ve keyfe göre çiğnenebileceğine dair örnek sergilenmesidir.
Mehmet Alp
___ Makalenin tümünü okumak için lütfen bağlantıyı tıklayın.
2 notes · View notes
etaali · 3 years
Text
Tumblr media
İsrail faşist bir rejimdir. Faşizm, kötülüktür. Kendisine itaat etmeyene tahammülsüzdür. Çıkarları için yürüdüğü yolda hiçbir kural tanımaz. Kendini üstün gördüğü için hak olarak belirlenecek ne varsa tayini konusunda kendini yetkili görür.
İran, İnkılabın daha ilk günlerinde onun Tahran'da bulunan Elçilik binasını kapatıp aynı binayı yeniden bu sefer Filistin Büyükelçiliği olarak açmıştır. Gayri meşru saydığı bu faşist yönetime karşı 42 yıldır hayatın bir çok sahasında savaşım vermektedir.
Halkın Münafıkları adlı Örgüt, aynen bizdeki FETÖ gibi halkına hain örgüttür. İran-Irak Savaşında dahi Saddam Orduları safında İran'a saldıran, içeride sabotajlar gerçekleştiren ihanet şebekesidir.
Irkçı İsrail Rejimi, bu ihanet şebekesini kullanarak şimdiye değin İran'ı bir çok alanda zayıflatmayı, kendisinden uzak tutmayı, amacından vazgeçmeye zorlamaktadır. Bu amaçla bir düzine Fizik Mühendisine, Askeri şahsiyetlerine, Siyasi ve Sosyal alanda mücadele eden insanlarına suikast düzenledi. Nükleer ve Askeri tesislerine sabotajlar gerçekleştirdi.
Hep vurmadı tabi vuruldu da. 33 Gün savaşında ağır darbe aldı. İşgal ettiği toprak parçası üzerinde güvenliği azaldı. Bu sebeple dünyadan aldığı Yahudi göçü bir kaç yıl önce durmuşken şimdi de dışarıya göç vermeye başladı. İran ve Müttefiklerinin zaman zaman yayınladığı işgal topraklarının gizli yerlerine dair haritalar, ciddi endişeler doğurdu, zira hiç olmadık yerlerdi. Hatta Enerji ve Altyapı bakanı "İran'a casusluk yaptığı" gerekçesiyle 11 yıl hapse mahkum edildi.
Dün İran'ın Natanz Nükleer Tesisileri'nde daha önce de gerçekleşen bir sabotaj saldırısı yaşandı. Elektrik sisteminin bozulması marifetiyle gerçekleştirilen saldırının siber saldırı olduğuyla beraber, bir kişinin tutuklanması da ajansların geçtiği haberlerin içeriğinde okunuyor. ABD'nin, saldırıdan haberi olduğu ancak yorum yapmak istemediği belirtildi. Katar'la beraber bir çok ülke olayı kınadı. İran, tam bu esnada yaptırımları artıran AB ile bir çok alandaki işbirliğini askıya aldığını duyurdu.
Irkçı Rejim'in saldırıyı olduğundan daha etkili olarak gösterme çabalarına karşılık, Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Salihi, Uranyum zenginleştirme işleminin devam ettiğini ve saldırının gerçekleştiği tesisin en kısa sürede faaliyete başlayacağını, bunun %50 ile devam edeceğini ve aylar içerisinde normal duruma geçileceğini belirtti.
İran'ın, ABD-İngiltere-İsrail ve bunların yedeğindeki ülkeler vasıtasıyla "ölümcül" cezalandırmalara maruz bırakılmasının sebebinin İslam İnkılabı olduğu biliniyor. Özellikle İsrail Rejimi'nin, değil İran, bu coğrafyada hiçbir ülkeye karşı iyi niyetli olmadığı, keza işgal rejimine karşı kayıtsız-şartsız kabul oyu vermeyen her gerçekliğe karşı ölüm kustuğu biliniyor. Hele ki, ateşli silahlar cephesi dışındaki alanlarda...
Örneğin; Direniş Önderliği, kendi hayat anlayışları ölçüsü içerisinde "Nükleer silahın edinimini haram olarak ilan etmelerine, ancak dünyanın geldiği nokta itibariyle nükleer enerjiyi edinme hakları olduğunu, bunu ise uluslararası kanunlar çerçevesinde gerçekleştirdikleri" beyanına karşın, Irkçı İsrail rejimi ve ABD, "Nükleer enerjinin kimde olup olmayacağına kendilerinin karar vereceğini" dayatmak istiyorlar. "Dünyanın Jandarması biziz" diyorlar yani.
Ve dün, dünyanın zorbaları bir zorbalık daha yaptılar.
İşte o yüzden yapılıyor o çağrı:
Ey Dünya Mustaz'af'ları birleşin!
7 notes · View notes
baybaykus · 5 years
Text
Tumblr media
Kısacası ;
Gazeteci, akademisyen, kanaat önderi, siyasetçi kim var kim yok Erdoğan yönetimini eleştiriyor diye yaftalanıyor, işinden atılıyor, tutuklanıyor. Zorbalık rejimi var özgürlükler yok.
4 notes · View notes
olumsuzsozler · 5 years
Photo
Tumblr media
Eğer insanları önyargılarından kurtaracak bir şey yapabilirsem, kendimi ölümlülerin en mutlusu sayarım. Önyargı dediğim, bazı şeyleri bilmemek değil, kendini bilmemektir.
Raymond Aron 
╚►Sözler Gif Linki:
Tumblr media
Raymond Aron Sözleri:  (1905-1983) Irkçılık fakirlerin zarıdır. Raymond Aron Barış imkansız, savaş mümkün değil. Raymond Aron Aklı başında hiçbir insan savaşı barışa tercih etmez. Raymond Aron Şüphecilik, devrim dilini konuşsa da devrimci olamaz. Raymond Aron İhtilaller tatmin olmayıştan değil, ümitsizlikten doğar. Raymond Aron   İnsanın hükümranlığı, savaşın hükümranlığı olmasın sakın? Raymond Aron   Totaliter rejimlere karşı, bugün hala eski bilgeliği anımsamakta yarar var. Raymond Aron Bizim kendimize has inançlarımız niye başkalarınınkinden daha temiz olsun? Raymond Aron İlk iki paragrafı yazmak 30 dakikadan uzun sürerse yazılı olarak başka bir konu seçin. Raymond Aron   İnsanlar kendi düşünme gücüne egemen olabilecek, Artık zorbalık insanlık tarihinin geçmişinde kaldmıştır. Raymond Aron Ferdi veya kollektif bir iradenin kararına faşist tarzda başvurmak. Bu evrensel inkarın dışında bir çıkış yolu. Raymond Aron   Dün anayasa rejimi için mücadele eden solun, bugün halk demokrasileri rejiminde ortaya çıkan solla ortak bir yanı kalmış mıdır? Raymond Aron   Siyasal ve toplumsal özgürlükler her şeyden önce ve yüksek değerleri gerçekleştirmek için zorunlu bir araç olarak görüneceklerdir.  Raymond Aron Kendini solcu sayan gruplar arasında şimdiye kadar esaslı birlik kurulamamıştır. Bir nesilden ötekine emirler ve programlar değişmektedir. Raymond Aron   Bütün cemiyet dev bir işletmeye benzediği gün, piramidin tepesinde oturanlar için, aşağıdaki kalabalıkların alkışlarına veya tenkitlerine dayanmak mümkün olmayacak.  Raymond Aron   Eğer insanları önyargılarından kurtaracak bir şey yapabilirsem, kendimi ölümlülerin en mutlusu sayarım. Önyargı dediğim, bazı şeyleri bilmemek değil, kendini bilmemektir. Raymond Aron
youtube
.............................................. ╚►Facebook: https://www.facebook.com/Pusulasoz ╚►Tumblr: http://pusulasozler.tumblr.com/ ╚►Twitter: https://twitter.com/pusula1sozler ╚►Twitter: https://twitter.com/SozlerOlumsuz ╚►Pinterest: https://tr.pinterest.com/szler/ ╚►Site arşiv: https://pusulasozler.tr.gg/ ╚► https://www.youtube.com/channel/UCAX5hFduX25sE6MAETi9raw ╚►Sözler Gif: https://i.hizliresim.com/Rrz69G.gif ..............................................
0 notes
matysh13-blog · 7 years
Text
Immanuel
Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır. Sapere aude![1] "Aklını kendin kullanmak cesaretini göster!" sözü şimdi Aydınlanma'nın parolası olmaktadır. Doğa, insanları yabancı bir yönlendirilmeye bağlı kalmaktan çoktan kurtarmış olmasına karşın (naturaliter maiorennes), [2] tembellik ve korkaklık nedeniyledir ki, insanların çoğu bütün yaşamları boyunca kendi rızalarıyla erginleşmemiş olarak kalırlar, ve aynı nedenlerledir ki, bu insanların başına gözetici ya da yönetici olarak gelmek başkaları için de çok kolay olmaktadır. Ergin olmama durumu çok rahattır çünkü. Benim yerime düşünen bir kitabım, vicdanımın yerini tutan bir din adamım, perhizim ile ilgilenerek sağlığım için karar veren bir doktorum oldu mu, zahmete katlanmama hiç gerek kalmaz artık. Para harcayabildiğim sürece düşünüp düşünmemem de pek o kadar önemli değildir; bu sıkıcı ve yorucu işten başkaları beni kurtaracaktır çünkü. Başkalarının denetim ve yönetim işlerini lütfen üzerlerine almış bulunan gözeticiler (vasiler, ç.), insanların çoğunun, bu arada bütün latif cinsin ergin olmaya doğru bir adım atmayı sıkıntılı ve hatta tehlikeli bulmaları için gerekeni yapmaktan geri kalmazlar. Önlerine kattıkları hayvanlarını önce sersemleştirip aptallaştırdıktan sonra, bu sessiz yaratıkların kapatıldıkları yerden dışarıya çıkmalarını kesinlikle yasaklarlar; sonra da onlara, kendi kendilerine yürümeye kalkışırlarsa başlarına ne gibi tehlikelerin geleceğini bir bir gösterirler. Oysa, onların kendi başlarına hareket etmelerinden doğabilecek böyle bir tehlike gerçekten büyük sayılmaz; çünkü birkaç düşüşten sonra bunu göze alanlar sonunda yürümeyi öğreneceklerdir, ne var ki bu türden bir örnek insanı ürkütüverir ve bundan böyle de yeni denemelere kalkışmaktan alıkoyar. Demek oluyor ki, her birey için nerdeyse ikinci bir doğa yerine geçen ve temel bir yapı oluşturan bu ergin olmayıştan kurtulmak çok güçtür. Hatta insan bu duruma seve seve katlanmış ve onu sevmiştir bile; işte bu yüzden o, kendi aklını kullanma bakımından gerçekten de yetersizdir; çünkü onun böyle bir deneyi gerçekleştirmesine asla izin verilmemiştir, o aklını kullanmayı denemeye hiçbir zaman bırakılmamıştır. Dogmalar ve kurallar, insanın doğal yetilerinin akla uygun kullanılışının ya da daha doğru bir deyişle, kötüye kullanılmasının bu mekanik araçları, erginleşme ve olgunlaşma için sürekli bir ayak bağı olurlar. Biri çıkıp yürümeyi köstekleyen bu zincirleri atsa da, en dar hendekten bile hemen öyle pek kolayca atlayamaz; çünkü o, henüz kendisine güven duyarak bacaklarını özgürce hareket ettirmeye daha alışamamıştır. İşte bundan dolayı da ruhlarını, zihinsel yanlarını kendi başlarına işleyip kullanarak ergin olmayıştan kurtulan ve güvenle yürüyebilen pek az kişi vardır. Oysa, buna karşılık, kitlenin kendi kendisini aydınlatması daha çok olanak taşır; hatta ona özgürlük, yani özgür olma hakkı tanınırsa bu durumun önüne geçilemez de... Çünkü yığının içinde, kamuda —vasiler arasında bile— bağımsız düşünebilen birkaç kişi her zaman bulunacaktır; bunlar, önce kendi boyunduruklarını atacaklar, sonra da insanın kendindekini akıllıca değerlendirmesi yanında bağımsız düşünmenin kişi için bir ödev olduğu anlayışını çevrelerine yayacaklardır. Ama eskiden kitleyi boyunduruk altına sokan ve kendileri de aydınlanmaya öyle pek layık olmayan ve hak kazanmayan gözeticilerden birkaçı şimdi çıkıp da kitleyi boyunduruktan kurtulmaları için kışkırtırlarsa, öteki gözeticiler bunları boyunduruk altında kalmaya zorlarlar; ön yargıları yerleştirmenin işte böyle zararları vardır, ve bu ön yargılar kendilerini yayanlardan sonunda öçlerini alırlar. Bundan dolayı kamu ancak yavaş yavaş aydınlanmaya varabilir. Gerçi devrimlerle bir baskı rejimi, kişisel bir despotizm, bir zorbalık yönetimi yıkılabilir; ancak yalnız bunlarla, düşüncelerde gerçek bir düzelme, düşünüş biçimlerinde ciddi bir iyileşme elde edilemez; tersine, bu kez yeni ön yargılar, tıpkı eskileri gibi, düşüncesiz yığma, kitleye yeni birer gem, yeni birer yular olurlar. Oysa Aydınlanma için özgürlükten başka bir şey gerekmez; ve bunun için gerekli olan özgürlük de özgürlüklerin en zararsız olanıdır: Aklı her yönüyle ve her bakımdan çekinmeden kitlenin önünde apaçık olarak kullanmak özgürlüğü. Ne var ki, her yandan: «Düşünmeyin! Aklınızı kullanmayın!» diye bağırıldığını işitiyorum. Subay, «Düşünme, eğitimini yap!», maliyeci: «Düşünme, vergini öde», din adamı: «Düşünme, inan!» diyorlar. (Şu dünyada yalnız bir kişi var ki o da, «İstediğiniz kadar ve istediğiniz şeyi düşünün, ama itaat edin!» diyor). [3] Her yerde özgürlüğün sınırlanışı var. Peki hangi türde bir sınırlama aydınlanmaya karşıdır, hangisi değildir, ve hangi biçimde bir sınırlama tersine özgürlüğe yararlıdır? Yanıt vereyim: Kendi aklının kitle önünde, kamuoyu önünde ve hizmetinde serbestçe ve açık bir biçimde kullanılması her zaman özgürce olmalıdır; ve yalnızca bu tutum insanlara ışık ve aydınlanma getirebilir; buna karşılık aklın özel olarak kullanılışı (der Privatgebrauch), genellikle çok dikkatlice ve dar bir alanda kalacak bir biçimde sınırlandırabilmiştir ve bu da Aydınlanma için bir engel sayılmaz. Kendi aklını kamu hizmetinde kullanmaktan (der öffentliche Gebraııch), bir kimsenin, örneğin bir bilginin bilgisini ya da düşüncesini, yani aklını, onu izleyenlere, okuyanlara yararlı olacak bir biçimde sunmasını anlıyorum. Aklın özel olarak kullanılmasından da kişinin, kendi işi ve memuriyeti çerçevesinde, kendisine emanet edilen topluma ilişkin bir hizmeti ya da belirli bir görevi yerine getirmesi diye anlıyorum. Şimdi kamunun çıkarlarını etkileyen bazı işlerde, yapay bir ortak anlaşma gereğince ve hükümet tarafından kamu amaçlarına uygun biçimde ve hiç değilse onu ortadan kaldırmayacak şekilde, kamunun bazı üyelerince kullanılabilecek bazı belirli işlemlere, belirli mekanizmalara gereksinme duyulur. Bu gibi durumlarda aklı kullanma tartışmasına kuşkusuz izin verilmez, itaat etme kesin emirdir. Fakat, kendisini makinenin bir parçası sayan herhangi bir insan, yine kendisini bir topluluğun üyesi, hatta evrensel uygar bir toplumun üyesi olarak tanıtması durumunda, örneğin bir bilgin sıfatıyla, kendi düşünme yetisine dayanarak yazılarıyla kamuya yönelir; her hal ve durumda aklını kullanır, ama zamanında edilgin olarak da olsa görev yaptığı durumları ve işleri de zarara uğratmadan yapar bunu. Üstlerinden aldığı bir emir üzerinde, onun yararlılığı ya da yararsızlığına ilişkin olarak akıl yürüten bir subayın tutumu tehlikeli ve zararlıdır, onun ödevi, yalnızca itaat etmektir. Fakat eğer bu konuda doğru olmak gerekiyorsa, bir bilgin olarak onun askerlik hizmetinin yanlışları üzerindeki eleştiri ve düşünceleri ve bunları kamu önüne yargılanması için götürmek istemesi yasaklanamaz. Yine bunun gibi yurttaş, kendisine düşen vergiyi ödememezlik edemez; hatta bu gibi vergilere ilişkin yapılan acımasız eleştiriler ve ödememeye yönelik davranışlar, bu uymamaların genelleşebileceği gerekçesiyle cezalandırılabilir. Bununla birlikte bir bilgin olarak aynı vatandaş, kamu önünde vergilerin uygunsuzluğu ve adaletsizliği üzerindeki düşüncelerini açıkça belirttiği zaman asla yurttaşlık yükümlülüklerine, karşı gelmiş sayılmaz. Yine aynı şekilde bir papaz da hizmetinde bulunduğu kilisenin öğretileri ile uygunluk ve uyum içinde işi gereği kilisenin inançlarını cemaatine ve halkına öğretmekle yükümlüdür. Fakat bir din bilgini olarak o, bu inançları pekâlâ eleştirebilme özgürlüğüne ve daha fazlasına sahiptir: Büyük bir itina ve dikkatle ölçülüp biçilmiş ve tartılmış düşüncelerini, çok iyi bir biçimde yönlendirilmiş eğilimlerini kamuya iletmek sorumluluğuna sahiptir; bunlar, sözü geçen dinsel öğretilerin yanlış yönleri üzerinde olabileceği gibi, dinin ve kilise işlerinin düzeltilmesine ilişkin de olabilir; ve bunu yaparken de vicdanını rahatsız edecek hiçbir şey söz konusu olamaz.  Kilisenin sadık bir hizmetkârı olarak görev ve yükümlülüklerine uygun bir biçimde vaaz verirken o, kendi kişisel kanılarına göre bunu yapmak özgürlüğüne sahip değildir; ama, kendisinin yükümlü olduğu şekilde ve başka bir otorite adına dinsel telkinde bulunmak zorundadır. O, şöyle söyleyecektir: Kilisemiz bunları ya da şunları öğretir; işte kullandığı kanıtlar da bunlardır. Cemaati, yani dinsel topluluğu için kendisinin bile tam bir inançla bağlı olmadığı dinsel kuralların pratik yararlarını ve avantajlarını gösterirken o, bunlar içinde saklı bir hakikatin bulunmasının olanaksız olmadığını ve içsel dine karşı çıkan hiçbir şeyin bulunmadığını söylemek durumunda kalır. (Bu gibi dinsel öğretilerde, her durum ve olayda dinin özüne hiçbir şey karşı gelmemiştir, gelemez.) Papaz eğer, bunlardan hiçbirini öğretilerde bulamadığını düşünecek olursa, işte o zaman resmi görevlerini vicdanı rahat olarak yürütemeyecek ve görevinden ayrılması gerekecektir. Sonuç olarak din adamının, cemaatinin önünde bir eğitimciymiş gibi aklı kullanması yalnızca aklın özel kullanımı olmaktadır, çünkü burada cemaat ne kadar büyük ve kalabalık olursa, olsun, bir aile toplantısı söz konusudur Ve papaz olarak o kişi özgür değildir ve olmamalıdır; çünkü o, kendisine dışarıdan yüklenen bir görevle bağımlıdır. Buna karşın, alanının bir bilgini olarak din adamı yazılarıyla halka hitap ederken, dünyaya seslenirken, yani rahip olarak aklını kamu hizmetinde kullanırken, aklın herkes için kullanımının ve kendi adına konuşmanın sınırsız özgürlüğünden yararlanır. Zira, halkın ruhani, yani tinsel işleriyle ilgileneceklerin kendilerinin de ergin olmamaları gerektiğini sanmak yakışık almayan ve saçmalıkları sürekli kılan bir saçmalıktır. Fakat bir kilise meclisinde ya da Presbiteryen kiliselerindeki kutsal yönetim kurulunda —Hollandalıların böyle söylediği gibi— görüldüğü üzere, ruhbanlar sınıfı değişmez kesin bir dinsel öğretiler manzumesini, hem kendi üyelerinin her biri üzerinde, hem de onların aracılığıyla halk üzerinde, her zaman için değişmeyen bir koruyuculuğu güvenle sürdürmek amacıyla, bir yemine dayanarak ortaya koymak hakkını kendilerinde bulmamalı mıdırlar? Hemen yanıt vereyim, bu kesinlikle olanaksızdır. Şöyle ki, insan soyunun gelecekteki her yeni aydınlanmasına engel olacak böyle
4 notes · View notes
seslimeram · 2 years
Text
Sesli Meram #231 - Karşı Radyo (24.05.2022)
Tumblr media
"Seçmek yasaktır, sorgulamak zinhar, sual etmek, nedir bu hal diyebilmek topyekun alev topuna girmek demektir, gel gel yapmaktır. Açlığa vurgulamak, nankörlükle suçlanmaya kafi gelendir. Yoksun kılındığından dem vurmak, vatan hainliğine girişin temel basamağı. Bir gıdım nefes hakkının dahi çok görülmesine dair endişelerden bahis açıldığında / o da tabi açılabilirse endişeli muhafazakarlığın tehdide çıkagelen tahayyülü ile kuşatılmak var edilendir. Hak da hukuk da garabetlik kılınırken, yol da yordam da çürümeye tam anlamı ile rehin kılınırken dert değil bunlar buyrulur. Var edilmiş katran karanlığında eksiltmeler sürekli kılınmış bir vatan, bayrak, ezan, millet telaffuzu sürekliliğe kavuşturulur. Oysa ol tekerleme kılınmış erimi var edecek insana kıyılır haddizatında. Sözüne de sesine de var ettiği tüm anlamlara da karşıtlık ile dolu dizgin bir yıldırı iklimi güncellenir. Bu hallerle bir yeni ülkenin yönü belirsiz kılınır. Bu hallerle bir doğrudan demokrasi deneyimi bir kere daha hiç edilir."
podcast image credit: man in black:::zhao chen:::unsplash
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Sesli Meram #239 - Karşı Radyo (19.07.2022)
Tumblr media
"Doymak nedir bilmeyen bir oburlukla memleketin altı üstüne getirilmeye devam ediliyor halihazırda. Tüketilen kaynakların, yok edilmeye çalışılan doğanın, olabildiğince varlığı sıfırlanmaya çalışılan emeğin tümünün, her şeyin ve hepsinin karşılığında zorbalık rejimi mutlak bir iradeyle sıfırlamaya devam ediyor. Hayatın ucuz, bedelsiz addedilmiş olan her detayında tasarruf hakkını kendisinde bulan bir cüretin suna geldiği yegane şey çok daha fazla baskı / daha aleni bir çalma çırpma eylemidir. Yedikleri, götürdükleri, iç ettikleri ol milyar dolarlar gibi, kamusal müştereklerin de talan edilmesinin sonsuzluğu dahilinde bir kere daha sınırsızlığını imler ak parti. Herkes konuşurken onlar çoktan icraatın dibine tam da köküne inerler. Ülkenin yüzde seksen beşi ile doksanının yoksulluk sınırı kılınmış olan asgari ücrete tamah ettirildiği bir yerde, yüzde bir ile ikilik creme de la creme tabaka ile o iktidardan nemalanan yüzden beş ile on arasındaki bir zümrenin hayatı vur patlasın çal oynasın kıldıkları dokuz günlük bayramlık mesaileri ilerleme olarak zikredilir. Dönemin tam da sureti olan, birkaç on liraya su, birkaç yüz liraya lahmacun, birkaç on bin liraya ancak var edilen akşam yemekleri, bilmiyoruz gündelik ücreti kaç yüz dolarlık kiralanan sahalar, localar, zıkkımın kökleri, alt alta üst üste Alaçatılar, Marmarisler, Bodrumlar ve daha nereler nereler / kimler kimler ile peşkeşler, yeni kasetler, anlaşmalarla yapmacık değil doğrudan yağma güncellenir. Doymak nedir bilmeyen oburlukla iç eden piyonların varlığı bir başarı hikayesi gibi sunulur." sesli meram
podcast image credit: statue:::simon lee:::unsplash
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Hayat Eksiltilirken
Tumblr media
Doymak nedir bilmeyen bir oburlukla memleketin altı üstüne getirilmeye devam ediliyor halihazırda. Tüketilen kaynakların, yok edilmeye çalışılan doğanın, olabildiğince varlığı sıfırlanmaya çalışılan emeğin tümünün, her şeyin ve hepsinin karşılığında zorbalık rejimi mutlak bir iradeyle sıfırlamaya devam ediyor. Hayatın ucuz, bedelsiz addedilmiş olan her detayında tasarruf hakkını kendisinde bulan bir cüretin suna geldiği yegane şey çok daha fazla baskı / daha aleni bir çalma çırpma eylemidir. Yedikleri, götürdükleri, iç ettikleri ol milyar dolarlar gibi, kamusal müştereklerin de talan edilmesinin sonsuzluğu dahilinde bir kere daha sınırsızlığını imler ak parti. Herkes konuşurken onlar çoktan icraatın dibine tam da köküne inerler. Ülkenin yüzde seksen beşi ile doksanının yoksulluk sınırı kılınmış olan asgari ücrete tamah ettirildiği bir yerde, yüzde bir ile ikilik creme de la creme tabaka ile o iktidardan nemalanan yüzden beş ile on arasındaki bir zümrenin hayatı vur patlasın çal oynasın kıldıkları dokuz günlük bayramlık mesaileri ilerleme olarak zikredilir. Dönemin tam da sureti olan, birkaç on liraya su, birkaç yüz liraya lahmacun, birkaç on bin liraya ancak var edilen akşam yemekleri, bilmiyoruz gündelik ücreti kaç yüz dolarlık kiralanan sahalar, localar, zıkkımın kökleri, alt alta üst üste Alaçatılar, Marmarisler, Bodrumlar ve daha nereler nereler / kimler kimler ile peşkeşler, yeni kasetler, anlaşmalarla yapmacık değil doğrudan yağma güncellenir. Doymak nedir bilmeyen oburlukla iç eden piyonların varlığı bir başarı hikayesi gibi sunulur.
Buralardaki var edilmiş olan üç otuz kuruşla on iki aylık takside girişip bir yerlere kaçan, tatil yaptığını zannedenler değildir. Her gün magazin sayfalarının baş köşelerini zapt edip köşe kadılarından daha çok reyting getirdikleri için sunula gelen, alışıla gelmedik ülkenin yenisinin vitrini olarak zikredilen temsillerin suna geldikleri hınca, sömürüye dair meramı bildirmektir. Tüketmeyi bir gündelik vasfa dönüştüren, devletin malı deniz yemeyen veya yiyemeyen keriz yollu göndermelerin bolluğunda bir ülkenin gözlerinin içine bakarak var edilmiş sömürü düzeneği meseledir. Çürümüşlük bir yandan güncellenirken salt ol ekranı kapsayan tiplemelerin suna geldikleri hanedanlık / sultanlık ülkesinin abuk sabuk şatafatı değil aynı zamanda çevreye karşı var edilmiş tahakküm / tehdit ve yok etme hallerinin her birisi de meseledir. En son milletin a. koyacağını deklare etmiş beşli çetenin en haşarıları arasında yer alan meymenetsiz efendinin suna geldiği yok etme bu hale bir örneği teşkil eder.
ABC Gazetesinden aktaralım: Sedat Peker’in iddiaları ile yeniden gündeme gelen iş insanı Mehmet Cengiz, Bodrum Cennet Koyu’ndaki yeni projesi için turizm yatırımları da bulunan dünyaca ünlü mücevher markası Bulgari ile anlaştı.
Sözcü'den İsmail Şahin'in haberine göre, Özelleştirme İdaresi’nden satın aldığı 678 bin metrekarelik arazide inşaata başlayacak olan Cengiz İnşaat, yaklaşık 100 villa ve Bulgari’nin işleteceği bir otel inşa edecek.
Hali hazırda, Londra, Dubai, Bali, Paris gibi dünyaca ünlü kentlerde otelleri faaliyet gösteren Bulgari, Roma, Tokyo, Miami ve Los Angeles’ta da turizm yatırımlarını sürdürüyor. Türkiye’deki ilk oteli için Bodrum’u seçen Bulgari’nin Cengiz İnşaat ile yaptığı anlaşmayı bu ay sonuna kadar duyurması bekleniyor.
Cennet Koyu’nda yer alacak Bulgari Otel’in yükseleceği arazi için geçtiğimiz yıl Cengiz İnşaat, 2 adet plaj ile 4 adet mendirek yapmak için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na başvuruda bulunmuştu.
Kültür varlıkları, tabiat varlıkları, SİT ve koruma alanı içerisinde kalan arazinin yapılaşmaya açılmasına Bodrum sakinleri tepki gösteriyor.
AK Parti iktidarında kamudan aldığı havalimanı, karayolu, metro, demiryolu, tünel, liman, HES, baraj, maden, nükleer santral ve inşaat ihaleleriyle dikkat çeken Mehmet Cengiz’in şirketi Cengiz İnşaat, projenin yükseleceği araziyi Özelleştirme İdaresi’nden 2012 yılında satın almıştı.
Danıştay İki Kez İptal Etti, Ama…
O tarihte 277 milyon liraya el değiştiren arazinin özelleştirme ihalesi Danıştay tarafından iki kez iptal edilmesine rağmen, söz konusu kararlar uygulamadı. Danıştay'ın ilk iptal kararını uygulamayan kamu görevlileri hakkında da suç duyurusunda bulunuldu. Ancak kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verilmedi.
Fettah Tamince Çekildi
Ziraat Bankası kredisiyle araziyi devir alan Bodrumbir Turizm Yatırım A.Ş'nin o tarihte Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Cengiz, Başkanvekili ise Fettah Tamince idi. Haziran 2021’de Tamince, paylarını devredip şirketten ayrıldı. Cengiz ise Eylül 2021’de şirketi Cengiz İnşaat ile birleştirerek kapanışını gerçekleştirdi.”
Doymak nedir bilmeyen bir oburluk ile tüketmenin, dipsizliğine nadide bir örnektir beşli çete müptezeli Mehmet Cengiz efendinin var ettiği. Duraksamak nedir bilmeden var edilen bir kötülük sarmalı, bir an olsun ne yapıldığının, nasıl bir felaketin kollarına koşa koşa gidildiğinin umursanmadan sürdürülen kırım ihtimalinin gerçekliği karşımıza bu kez Bodrum örneğinden çıkagelir. Milletin a. koyacağız diye bildiren bir zatın suna geleceği her türlü hizmetin ırza geçmek olduğu bir kere daha örneklenir. Hem herkesten en çok da bu memlekette hakkı olduğunu düşünen Türk’ten çok daha fazla bu memlekete dair tahlil ve tasarrufa haiz olduğunu imleyen / bilen / düşünen bir acizliğin suna geleceği yegane şey daha kalıcı hasarları var etmektir. Cennet Koyunda yüz binlerce metrekarelik alanın bir anlamda tahrip edilmesi / yok edilmesi, betona boğulup, lüks bir markanın at koşturup duracağı bir insan sirkiyle birlikte var edeceği ucuzluk / kalitesizlik konuşulmasın istenir. O devletin şimdisinin de yargısına dair kararlar söz konusuyken, muktedirin olur verdiği, buna göz yumduğu sahnede hemen işgale, iğfale ve cehennemi bir kere daha yer yüzüne taşıma cüretinin meselidir o doğrudan oburlukla var edilen. Cengiz gibi palyaço temsiller, iplerini ellerinde tutanların direktifleriyle bir kere daha kutsal dedikleri vatanın belki de en son nefes vaat eden yerlerinden birisini bir çırpıda istimlak etmek ister. Yangınlarla bir biçimde sunula gelen dönüşümlerle, daha önce Yassıada’ya yapılmış olanla, Dikran Masis tarafından kiralanan Cunda adasına yakın mesafedeki Tavuk Adası’nın eğlence mabedine dönüştürülmesi gibi garabetlik tahayyüller söz konusuyken yıkıma bir halka daha eklenmek istenir. Modern zamanların oburluğu ile birlikte bir kere daha çiğlik bir kere daha zapturapt ve tüketme / sıfırlama gerçek kılınmak istenir. Detaylarıyla birlikte bir yurdu yaşanmaz kılacak her ne varsa bunun yolunda yürünürken sahiden de bir yarın söz konusu edilebilir mi? Bunca afaki cerahatle hiçbir şey muhafaza edilemezken hayat ne hale konulacaktır? İnsanlar kadar, doğal yaşam sahasındaki hayatların akıbeti bunca afaki göz ardı edilirken, yok edilenin farkına varmak ne zamandır, hangi zaman?
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Ankara’nın sokaklarında 6 yıldır lif, çorap, peçete gibi ürünler satarak geçimini sağlamaya çalışan Zehra Canan, uzun süredir polis ve zabıtaların baskısına maruz kalıyor. Her gün sabahın erken saatlerinde Mamak’tan yola koyularak Kızılay’a gelen Canan, yazın sıcakta kışın da soğukta ihtiyaçlarını gidermek için çalışıyor. Ekonomideki krize dair verdiği demeçlerle kamuoyunda “Muhalif teyze” ve “Che’nin Halası” olarak da tanınan Canan, ekonomideki krizi, maruz kaldığı polis ve zabıta baskısını Mezopotamya Ajansı’na (MA) anlattı.
‘Soğuk Bir Yandan Polis Bir Yandan’
Kızılay’ın yakınlarından kovulduğu için Çankaya ilçesinde bulunan Kızılırmak Sokağı’na gitmek zorunda kalan Canan, sürekli polislerin baskısına maruz kaldığını anlattı. Ankara ayazında dahi Kızılay’a gelerek, satış yapmaya çalıştığını hatırlatan Canan, “Çok zorluklarla satıyorum. Soğuk bir yandan, polis, bekçi zabıta bir yandan. Geçen gün metrodan çıktım, duvarın üstünde oturuyorum ama çantaları açmadım. 50 tane polis geldi, beni yakalayıp arabaya attılar. Araba da hapishane arabası gibiydi. Kendileri önde ben arkada karanlık, basık, camı kapalı bir yerde oturdum. Ter içinde kaldım. Beni orada bir saat beklettiler. 2 buçuk 3 bin TL’lik eşyamı elimden aldılar. Böyle 50-60 erkek çorabı, örgüler var. Ben bunların ipinin tanesini 15 TL’ye alıyorum. Örmesi de var. Bak kollarım ağrıyor. Ben buna hep para, vergi veriyorum. El koydular vermediler” dedi.
‘Ne Yiyelim?’
Karanfil sokakta daha önce polisler tarafından yerde sürüklendiğini de anlatan Canan, “Cezam neyse vereyim karakola götürmeyin lütfen, diyorum ‘Hayır görevimizi yapacağız’ diyorlar. Görevi benim üzerimde mi buldunuz! Neymiş bunu satması yasakmış, oradaki esnaf şikayetçiymiş. Ben açıkta gıda satmıyorum herhangi bir enfeksiyon yok. Sadece ben değil kağıtçıları, hurdacıları, simitçileri kovalıyorlar. Amacınız nedir? ‘Yasak’ diyorlar. Niye yasak, biz ne yiyeceğiz? ‘Bana ne benim görevim’ diyor. Bende sinirlendim, ‘Sayın emniyet müdürüne git söyle o da maaşını bana versin ben de gelmeyeyim bu işe’ dedim. Meraklı mıyım bu yaşta çıkıp da sabah erkenden polisle karşılaş, her gün zabıta ile karşılaş! Ya kağıtçıları bile topladılar. Ya ne yesin bu adam?” diye sordu.
‘O Kadar Otoriterler Ki’
İktidarı eleştiren Canan, “Ben onlar gibi bedava konutlarda oturmuyorum. Elektriğim bedava değil. Suyum bedava değil. Karanfil’de sinir krizi geçirdim, aldırmıyorlar. Karakolda ‘Fazla konuşma seni nezarete atarım’ diyorlar. Hani cevap veremiyorsun, hakkını arayamıyorsun. O kadar otoriterler ki! Adamların gözü dönmüş benim üzerimde deniyorlar hırslarını. Ben ne yaptım? Bir şey mi çaldım, yolsuzluk, hırsızlık mı yaptım, mafya mıyım? Yaşamak kolay! Çok zor şartlar altında yaşıyorum. Bundan 3 sene evvel böyle bir şey yoktu. Ankara belediyesi değişti, yasaklar başladı” ifadelerini kullandı.
‘Ekonomi Kötü, Devlet Ticaret Yapıyor’
İktidar sözcülerinin “ekonomi iyi” açıklamalarına değinen Canan, “Diyorlar ki ‘Ekonomi iyi, çok güzel, süper’. Yalan söylüyorlar. Ekonomi hiç iyi değil. Niye ‘Ekonomi güzel’ diyor biliyor musun? Devletin içinde her türlü oligarşi var. Yiyenler çok! İş verenler, sermaye, mafya, çete birbirlerine girmişler. Bunlar, ticarete girmiş, ticaret yapıyorlar. Devleti yönetmiyorlar, halkı düşünmüyorlar” diye konuştu.
‘Gezdiniz Mi Mahalleleri?’
Geçen günlerde 100 TL’lik gaz aldığını belirten Canan, şöyle devam etti: “10 metre küp vermedi. Ben eskiden 100 TL’ye gaz alırdım, 3- 4 ay giderdi. Kışın ne yapacağız? ‘Yoksul yok’ diyorlar. Nereden biliyorsun olmadığını. Gezdin mi mahalleleri? Gidin bir bakın evlere. O evlerde neler dönüyor… Şu ekmek 4 TL. 3 kişiyiz günde 6 ekmek alıyoruz, içi boş. Şu peyniri ben alamıyorum ya. Ayıp çok ayıp! Nereden biliyorsun yoksul olmadığını! ‘Herkesin altında araba var’ diyorlar. Arabayı da sen dağıttın. Türkiye’de lüks yoktu, siz getirdiniz. Emperyalizmin, kapitalizmin mallarını satmak için ülkeye soktunuz. Milletin eline kart verdiniz, borçlandırdınız. Ya fakirin bir arabası varmış onu da kredi ile almış zavallı, çok mu? Yazıklar olsun, bir arabayı bile çok görüyorlar!”
‘Srilanka'yı Görsün’
“Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir devlet böyle bir yönetim görmedim” diyen Canan, “Srilanka’ya ne oldu görsün. ‘Asarım, keserim’ deyip birde milleti korkutuyorlar. Binlerce polis, bekçi aldın. Ne işe yarayacak? Anca milleti dövüp kendilerini koruyacak. Üretmedin, istihdam yaratmadın, ha bire hazırdan yedin. Devamlı liberal, kapitalist sistemi ve Amerikan politikalarını kullandın. Bıçak geldi, kemiğe dayandı. Dolar çıktı bilmem kaça. Ne yaptın? Köprü, yol yaptın. Köprü, gelir getirmez. Sen buğdayı Ukrayna’dan Rusya’dan alıyorsun. ‘Ekonomi çok güzel, uçuyoruz’ diyorsun. Gelen bütün iktidarlar onların piyonu. Sadece bu değil diğerleri de aynı. Özal’ıydı, Çiller’iydi, Mesut’uydu hep yolsuzluk yaptılar. 70 seneden beri hiçbir sosyal parti iktidara geldi mi? Aman komünistler, komünizm geldi ülkeye. Ya neden korkuyorsun komünistlikten. Ha komünizm eşitlikten yana ya, zenginler yiyemeyecek, malları servetleri olmayacak. Ondan korkuyorlar. Komünistlik bir yönetim biçimi, ne korkuyorsun! O da Amerika'nın politikaları. Amerika, sosyalizm gelirse sömüremez.”
‘Zenginden Vergi Alın’
“Bir devlet yoksuldan, küçük esnaftan vergi almaz” diyen Canan, sözlerini şöyle noktaladı: “Sen zenginden, iş verenlerden, o büyük sermayeden niye vergi almıyorsun? Soydular yediler. Yine iyi dayandı memleket! Dünyanın dört bucağında bunların paraları, villaları var. Sizin neleriniz var. Tekeli kapattı, Türkiye Elektrik Kurumu ve Telekom’u özelleştirdi. Senin neyin kaldı? Biz bu kadar verginin hangi birine yetişelim. Bir devlet her şeyden vergi almaz. Sağlık, eğitim hep özelleştirildi. Sermayeyi getirmiş devletin içine sokmuş, beraber yiyorlar. Bir iktidar olayım, şu özellerin hepsini kapatacağım.”
Doymak nedir bilmeden süreğen bir biçimde sömüren, memleketin hemen hemen her bir kaynağını, her gün yeniden sömüren / eksilten karşısında Zehra Canan hakikatini paylaşır. Olmakta olanla, aksettirilen arasındaki derin uçurumun yüzeyleri, yoksulluk yok denilip, var edilmiş işkencenin türlü çeşit suretleri ve bütünüyle sıradan insanların hayat haklarını yıkmak / sınırlandırmak arasında kurulan her yeni hamle o oburlukla icra edileni bildiren, gösterendir. Bir biçimde muktedir ve avenesi sömürürken, semirirken, dünyevilik halinin hanedanlık boyutunda bir iç etmeyle beka / geleceğini sağlarken Zehra Canan’la onun gibi milyonlarca insanın meramı da yaşamda tutunabilecek miyiz bahsi görünür kılınandır işte. Tümüyle kesintisiz bir biçimde bir cenderenin ta kendisine dönüştürülmüş gündelik o hayat mefhumunun nasıl bilinçle örselendiği artık giz değildir. Mutlak iktidar, kalıcılık ile birlikte şekillenen despotizm artık ekonomik yoksunluğu da o sevdaya dahil ederek herkesi sadaka ekonomisinin köleleri kılmaya devam eder. Zaten biraz da mesele bu değil midir? Zehra Canan’ın suna geldiği / anlattığı şey bu hazin harekatın detaylarıdır, cidden farkında mıyız?
Doymak nedir bilmeyen iştahla birlikte söğüş ettikleri memleketi bir rant kapısı olmaktan öte olarak görmeyen cenahın suna geldiği her şey daha ağır fecaati bildiriyor bir yandan da. Yurt içine ya da dışına en ufak bir güven vermeyen bir yönetimin aldığı her kırık not, her eksi puan her bir yurttaşa bedele dönüştürülür. Madun siyasetin, sağ pragmatizminin, yiyelim efendiler bakışının ulaştırdığı menzil hep uçurumdur. Uçurumun kıyısında sabit kalmış bir yerin hazin hikayesi yazılmaya devam olunuyor hep birlikte. Düzenin sunduğu, var ettiği, geleceğe dair tahayyül ve eylemlerinin şimdiden başlayarak bir yıkım halini ve hiç bitimsiz bir cerahatli eylemsellik olduğu gözlerden kaçırılıyor. Asgari ücrete enflasyon oranında artış / ilave var edildiği söylenirken, sadece mimli çete üyelerinin var ettikleri iç etmelerle yepyeni delikler açılıyor. Bir yama ile başka bir yerdeki borç kapatılıyor denilirken her defasında mükerrer, yeniden imal edilmiş yaralar var ediliyor. Bitimsiz bir fasit döngüye rehin ülke gerçekliğine kavuşuyor. Kuru ekmek, az biraz katık ve bitimsiz fatura / kira döngüsünde yaşam sanki oymuş gibi bir oyun kuruluyor. Hemen her defasında daha da biçimsiz hallerle o yaşama eylemi eksilmeye, bu hazirun oyunlarının ta kendisiyle biraz daha dipsiz karanlıklara seyir güncelleniyor. Bitimsiz iştah ve kesilmeyen nefisle birlikte toplumun yüzde seksen / seksen beşinin hayat hakkına ipotek konulmaya devam olunuyor. Geleceği parlak ülkeden, geleceği zifiri karanlıklar sahnesine evrim güncelleniyor. Normalleşme halinin var edildiği günden bu yana alınan istikamet, varılan eşik bunun da bildirimidir, sorguluyor musunuz? Çürüme, yağma ve bütün bunların çatısındaki aksiyoner bir iktidar pratiği hayatı zehirliyor, her gün eksiltiyor artık anlıyor musunuz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Devlet-i Ebed Müddet – İç Mihrak
1 note · View note
seslimeram · 2 years
Text
Hayatın Abecesi Yıkılmaya Yüz Tutarken
Tumblr media
Bitimsiz addedilmiş bir cerahat sarmalı içerisinde hayatın abecesi eksiltiliyor artık. Aleni, madun siyaset pratiklerinin suna geldiği hemen her şey bu kesintisiz talan edişi örnekliyor dört bir yanda. Bir ülke gerçekliği çürümeye yüz tutuyor artık. Bütünde oluşturulan her bir hamlede yenilendiği zikredilen bir mekanizma bizatihi eskisini takip ediyor. Her halde ve şartta onu güncelliyor, onunla yön tayinine girişiyor. Akparti ve beraberindeki 20 yıllık iktidar pratiği, madun siyasetin belagat dolu örneklerini sahiplenen baş amir gibi bir ismin var ettiği şey bütün bu katran karasını, zifte bulanmış, sıvanmış yerin temsili durumunu da bildiriyor. Kapsayıcılık lafta konulurken, eşitlik yalanın ta kendisine zamklanıyor. Bir biçimde hürriyet meseli anılırken, beriki sahnede onun gasp edilmesine tanıklık sürüyor. İstemi, varlığının bir ucu işkenceyle mücadele / sıfır tolerans olarak anılırken, bugünü onu sahiplenen, daha kötülerini güncelleyen bir görüş hakimiyetini sağlıyor. Bitimsiz kılınmış olan cerahat sarmalında hayatın talanı, hakkın yitimi, adaletin çürümeye terki, hürriyetleri yerle yeksan etmeler, nicesi ve nicesiyle bir zorbalık rejimi bina ediliyor; kesin bilgi.
Hayat mefhumu prangalara rehin edilirken, her şey güllük gülistanlık masalı anlatılmaya devam olunuyor. Propagandanın birisi bitmeden bir başkası devreye sokuluyor. Ateşi bir biçimde sürekli harlanan nefret siyaseti bir gün Kürd, bir gün Ermeni, bir gün Rum, beriki gün Afgan, Suriyeli, Arap veyahut da Türk ol(a)mayan bir başkasını buluyor. Bunlar asla kafi görülmediği için kafatasçılık, ırkçılık ile yol ya da yön bulan cerahate zemin sunulup, partiler kuruluyor, örgütlenmelerinin önü salt iktidar devamlılığı için söz konusu ediliyor. Onlar kenardan nefretini kusarken, baş amir kendi iktidarını, zorbalık rejimini muhafazası ile meşgul olmaya devam ediyor. Cahreyn ile Özdağ insanımsı tiplemesinin zafer namıyla yükseltilen cerahat yuvası birbirlerine kavuşuyor. Birisi sosyal mecrayı ırkçılığa zeminin ta kendisi, beriki burada var ettikleriyle gerçekten bir katliamla iktidar hayallerini sürekli güncelliyor. Muktedir dediğimiz gibi iktidar pratiğinin devamı adına bunları gaz alıcılar olarak konumlandırıp, bir yandan da aşılması imkansız duvarlar örüyor, korku salıveriyor dört bir yana, her biçimde.
Hayatın abecesi muktedirin, kuru, sulu, sürtük, çürük benzetmelerinden, aşağılama dozu her gün orantılı olarak güncellediği bir istikametteki nefretiyle güncel bir yıkıma rehin ediliyor. Bütünüyle mahvedilmiş bir ülke şablonu hakikate bütün olarak ol bedene, zihne saldırılar kafi gelmediğinde, eksiltmeler yeterli görülmediğinde bu laflarla biçimlendirilip duruluyor. Cerahat hayatın müşterek abecesini yerle bir ediyor. Bugün, dün olduğundan da açık şimdi ve bütünüyle bundan sonrasını da ipotek altına almaya çabalayarak. Hayatın her anlamda zehirlenmesi, ehven olandan alıkonulmasına devam olunur. Hayatın hakkını, sıradan insanların tahayyülünü sınırlandırmak gerekli görüldüğünde sonlandırmak ve dahi tüketmek için her yol değerlendirilir. Herkes konuşur akparti yapar bahsinin karşılığı imdi daha belirgindir, buyurun iliştirelim:
Baş Amir grup toplantısında Gezi Direnişine yönelik saldırgan tavrını esirgemeden yeniden bu defasında çok daha elem verici bir yönelimle hakaretlerine devam eder; Bianet'ten aktaralım: "Tarihimize Gezi olayları adıyla bir ihanet, bir utanç, bir vandallık vesikası olarak geçen hadiselerin 9'uncu yılındayız. Olaylar, İstanbul'da Gezi Parkı'ndaki birkaç ağacın kesildiği iddiasıyla 2013'ün mayıs sonu, haziran başı gibi alevlendirilmiştir. Ağaç bahanesiyle çakılan kıvılcım, bir anda Türkiye'nin hükümetini, milli projelerini, uluslararası çıkarlarını hedef alan bir kalkışmaya dönüşmüştü. Düşünün Dolmabahçe Bezmialem Valide Sultan Camii'nin içinde bu eşkıyalar, bu teröristler, bira şişeleriyle, bira kutularıyla adeta caminin içini pislemişti.
"Bunlar böyle, bunlar çürük, bunlar sürtük, bunlar için ulu mabed nedir, ne değildir, öyle bir şey yok. Kamu binalarının, polis araçlarının, ambulanslarının, iş yerlerinin, sivil araçların, belediye otobüslerinin, sokakların, parkların yakılıp yıkıldığı Gezi olaylarının arkasında kimlerin olduğunu biz zaten biliyoruz da tarih de yazacaktır. Bay Kemal orada mıydı? Oradaydı... Çünkü başı çeken oydu. Bunlardan bu millete, bu vatana hayır gelmez. Bunlar ancak terör sevicilerle beraber, çünkü kendileri de terör sevici."
Dün Türkiye İşçi Partisi milletvekillerinin Boğaziçi Köprüsü'ne astıkları "Her Yer Taksim Her Yer Direniş" pankartıyla ilgili olarak şu değerlendirmeyi yaptı: "Şehitler Köprüsü'nde böyle bir pankartı sen, polise rağmen asamazsın, astırmazlar. Ne oldu, asamadılar. Hukuk önünde de bunun hesabını vereceksiniz."
*Türk Dil Kurumu'na göre "sürtük" kelimesinin anlamı:
1. isim, Vaktini çok gezerek geçiren, evinde oturmayan kadın:
"Bu sürtüğü oğluma almak da sonunda çıkacağı belli olmayan bir felakettir." - Hüseyin Rahmi Gürpınar
2. isim, Aynı anda birden fazla kişiyle gönül eğlendiren kadın.
3. isim, kaba konuşmada Hayat kadını.
Bitimsiz bir cendere hali içerisinde hayatın abecesi lafta değil sahiden bu mavralar belirli bir biçimde yinelenirken baş amir, gerginlik siyasetine bir kere daha başvurur. Düzeninin var ettiği cerahate, baskıcılığa, zorbalık ile çıkagelen her türden tehdit / hakarete karşılık olarak var edilmiş bir itiraz bir kere daha hedefe konulur. Bu defasında övünüp durulmuş olan devletin, devletçe dilinin suna geldiği sınırları biraz daha esneterek en olmadık bariz hakaretlerine yenilerini sürtük ve çürükle çıkarta gelir hazretleri. Seksen beş milyonun bir biçimde temsilcisi olduğunu, kucaklayıcısı ve kapsayıcı temsili olduğunu zikrederken ol isim, bir kere daha Gezi Başkaldırısı döneminde var ettiği baskılama ve zulmatı yeniden ve çok daha ağır bir biçimde toplumun geneline yaygınlaştırırken yeniden sazı eline alır. Ne olduğu ve neden olduğu çok bariz bir itiraza, memleketin resmi veri kurumu suç işleri bakanlığına göre dahi milyonlarca insanın katıldığı bir direniş hakaretle alaşağı edilmek istenir. Buna ilaveten bir de aslında var olmamış bir cami işgali, tahribatı, yıkımından da dem vurur. Hayatın abecesini alt üst ederken bir yandan da cerahati / korkuyu göndere çekmeye devam diyen zihniyetin sunduğu şey öbek öbek yalandır. Ki o yalanlar zamanın ötesinde değil, yakın zamanlarda, Dersim Tertelesini, 6-7 Eylül Pogromunu, 20 Dolar 20 Kilo’yu, Aşkale sürgünlerini, Türkiye’nin azınlıklardan arındırılmasını, ilelebet bir Türk yurdunun tescil olunması adına kullanışlı bilinen yıkımlara yol vermiştir. Bütün bütün bir menzildeki yaşama kastın hamlelerine vesile kılınmıştır, misal Madımak’ta katliamın ta kendisine, Suruç’ta can pazarına, Ankara Gar Katliamına zemin eylemiştir. Bütünüyle bir biçimde sunula gelen her yeni yalan, sahip çıkılan her itham ve yaftalama bu sahnedeki ol hakkaniyet, hürriyet ve adalet kavramlarını, kimliklerden azade bir eşitlik ilkesini de açık ve aleni bir biçimde sınırlandırır, çürütür. Bunları bilmesine rağmen, geçmişinde var etmiş olmasına rağmen bir ülke, bir daha konuşur baş amir bu defasında Kızılcahamam Kampından.
İleri Haber’den aktaralım: “Partisinin Kızılcahamam Kampı'nda konuşan AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik krizden Gezi Direnişi'ni sorumlu tuttu. Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekillerine de seslenen Erdoğan, "Bunların parlamentodan bir an önce silinip atılması gerekir" dedi.
Gezi olaylarıyla başlayan ve ardı ardına devam eden ihanetlerin ülkemize kur-faiz-enflasyon şer üçgeni üzerinden ödettiği ağır bedeller olmasaydı, bugün 1,5 trilyon doları bulan bir milli gelirle çok farklı bir yerde olacaktık.
Sahnede hangi oyun sergilenirse sergilensin gerisinde bir ekonomik sabotaj mutlaka vardır. Buna rağmen ülkemize diz çöktürülmesine izin vermedik, vermeyeceğiz. Türkiye'nin ödediği bedellerde payı olan herkesin yakasına yapışmak boynumuzun borcudur. Karşımıza çıkarılan aktörlerin birer aparat olduğunu biliyor, asıl mücadeleyi projelerin gerçek sahiplerine karşı veriyoruz.
Türkiye'nin ekonomide geldiği yeri de yaşadığı kayıpları da işte bu perspektiften değerlendirmek gerekiyor. Anlayamadıkları bir gerçek var. Bu gerçek Türkiye'nin potansiyelinin ve gücünün kağıt üzerindeki ölçeklerin çok üzerinde olduğudur. Eğer biz kağıt üzerindeki hesaplara kalsaydık ne vesayetle mücadelemizi başarıya ulaştırabilirdik ne terörle mücadelemizi zaferle neticelendirebilirdik ne darbecileri bozguna uğratabilirdik ne de uluslararası ayak oyunlarıyla baş edebilirdik. Biz ülkemize inandığımız inancımızdan şüphe duymadığımız için Allah'a hamd olsun ayaktayız. Hani komünistin komünistliği parayı buluncaya, ateistin ateistliği uçak sallanıncaya kadardır derler ya, aparatlarıyla ve ağababalarıyla bunların havası da milletin önüne çıkıncaya kadardır. Elbette ihtiyatı ve tedbiri elden bırakmadan biz kimin ne dediğine bakmadan kenedi işimizi yapacağız.
***
Boğaziçi Köprüsüne "Her yer Taksim, Her Yer Direniş" pankartı asan Türkiye İşçi Partisi (TİP) milletvekillerini hedef gösteren Erdoğan, "Geçen gün 3 milletvekili köprüye pankart asmaya çalıştı. Polisimize vurmaya kalkanlar olmuştur. Bunlar malum partinin uzantılarıdır. Bu milletin polisine el kaldırandan vekil olmaz. Bunların parlemontada yeri de olmaz. Bunların parlamentodan bir an önce silinip atılması da gerekir. Bunun adı demokrasi olmaz. Sen orada polise vuracak, yere indireceksin. Neymiş, pankart asacaksın, astırmamaya çalışan, görevini yapan polise vuran, bundan milletvekili olmaz" diye konuştu.
***
Yurttaşlara "sürtük" sözüyle hakaret eden Erdoğan, söz konusu hakaret için de "Biz milletimizin diliyle konuştuk. Derdimizi millete anlattık. Mukaddesata hürmetsizlik edenlere özellikle tavizsiz davrandık. Milletimiz Gezi olaylarına nasıl bakıyorsa biz de aynı pencereden bakıyoruz. Nasıl tanımlıyorsa biz de aynı sıfatları kullanıyoruz. Şehir eşkıyalarını, yağmacıları, ibadethaneleri bira kutularıyla kirleten mülevvesleri, darbe heveslilerini 9 yıldır bu millet nasıl tarif ediyorsa, biz de öyle tarif ediyoruz. Vandala vandal, çapulcuya çapulcu demekten geri durmayacağız. Bize ahlak, edep, tevazu dersi vermeye yeltenenlere sesleniyorum; siz gidin aynaya bakın" ifadelerini kullandı.”
Bitimsiz ezber repliklerle dokuz koca yıldır yapıldığı gibi bizatihi baş amir eliyle bir kere daha linç tezgahta işlenir. Bütünüyle, doğrudan ve müştereken bir itiraz hakkını tanımayı bir kenara geçtik, anlamayı diğer yana, olduğu gibi hedef kılıp, darbeci, ekonomimize bir biçimde saldırıların başlangıcı, sürtük, çürük vesair ifadelerle ana gelmek milli ve yerli diye kodlanmış yeni ülke dilinin nasıl bir cerahatli halden mülhem olduğunu da imgeler. Hedef almak, yargı dağıtmak, adalet mefhumuna işaretler yollayarak bir kesimi yine ve yeniden suçlu ilan etmeye çalışmak güncellenen bir meseldir. Baş Amir hiçbir biçimde bir kayıt var edilmemiş olsa da, herhangi bir biçimde bir vukuat / vaka söz konusu dahi edilemezken, Dolmabahçe Cami müezzinin bizatihi tanıklığı söz konusuyken, olmayana yeni bir ek olarak cami yaktılar gibi bir şirazesinden çıkmışlığı sahiplenir. Bölük pörçük kılınmış, kimselere tutunmadan kendi yolunu / itirazını var edebilmiş bir ülke yurttaşının hak arama çabasına bir de böyle bir çıkışla saldırır, bunu hak bilir. Böyle afaki, bu kadar dolambaçsız ve kesintisiz bir linç etme güdüsü ile dokuz senedir mutlak iktidarının yolunu ve yönünü belirginleştiren bir temsil için zor olmasa da, demokratikleşme iddiasını halen savunan bir devlet için bütün bu zift karası, çamur atma hali bir utançtır.
Birbirinin tıpkı basımı sözlerle, sürekli gözdağı ve tehditlerle, hiç ama hiçbir türlü bitmez bir kinle, bunun siyasetiyle hayatın kuşatılması gerçektir. Var edilen katran karanlığını hiç yeterli görmeyip daha beterlerine uzanan / medet uman yerin hakkaniyet ortada aleni bir biçimde paramparça olunandır. Bir ülke gerçekliği bir kere daha çürümeye yüz tutar, bırakılır. Baş Amir ve şürekasının suna geldiği her dönemeç, çıkışı değil tam tersine bir batışı / tükenişi var eder. Hakikatin pespayeliğe rehin kılındığı, cürmün tek başat aksiyon haline dönüştürüldüğü, hiçbir biçimde bir hayat emaresinin / umudunun yaşatılmasına dahi müsamaha gösterilmeyen bir zeminde hayatın abecesi yıkılmaya yüz tutar. Bu afaki kötülük de bir ülkeyi mahveder, kesin bilgi.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Port Of Ruins - Ali YAYCIOĞLU
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Hayat
Tumblr media
Kesin olan bir şey varsa hayat ellerimizden kayıp gidiyor. Yirmi yılı geride bırakmış olan o ak parti iktidarının sunduğu cerahat var ettiği yeni kodlu ülke cürmün sahnesi olarak var ediliyor. Hemen her hamlede bir kez daha afaki bir biçimde yaşam, hayat aksiyonu alenen yerle bir ediliyor. Hayat elden kayıp gidiyor. Cerahatin yaygın bir dizayn politik tezahürle bedene ve akla kasıtla, günbegün tehdit / yıldırı döngüsü içinde varlığı eziliyor. Hayata ait olan meseller rezil rüsva ediliyor. Her günün bunca karanlıkla bütünleşik kılınmasının iş bu yerdeki istikameti her gün paldır küldür belirleniyor. Mutasyona uğramış olan devlete ait akıl, zikir ve tahayyülle normatif darmaduman ediliyor artık. Kesin olan bir şey varsa şayet hayat bu akış dahilinde tarumar olunuyor. Günü de geleceği de şimdiden çalınıyor o aralıkta yağmalanıyor.
Hayat bütün bu mahvın döngüsüne rehin her gün daha da pervasızca yağmalanan bir edim kılınıyor. Ümit perişan, umut eksikli, heyecan sıfır, her gün biraz daha, her an ama hemen her an biraz daha yıkımlarla tecrübe olunan bir düzlem bina ediliyor. Hiç kimse ama iş bu düzenin emir eri, çıkarı için yanında duranlar ve doğal olmayan yollardan rantta beslenen o azgın varsıl sürüsünün dışında kalan hiç kimselere bir hayat var edilmiyor artık. İçinden geçtiğimiz yirmi birinci yüzyıl ülkesinin geçmişin karanlığından uzağa hala gidemediğini, her anlamda yerinde saymakta olduğu bu devinim dahilinde barizdir artık. Hemen her şey ortada, bunun her neresini anlatmamız her nesini bir kere daha belirtebiliriz ki sahiden de! Görüyorsunuz, yaşıyorsunuz, anlatmaya sahiden de gerek yok.
Büyük puntolarla atılım devinim, ilerleme hamleler hamleler diye çıkagelen şeyin basitçe bir yalanlar silsilesi dahilinde her durumda daha fenasına yollanan bir ülke olduğu hepten gözlerden kaçırılır. Baş amirin yazı akardan okuduğu metinlerin aralarına sıkıştırılmış ola gelen her dönemeç, her veçhe açılan ve kapanan her parantezde biraz daha dibe yollanmış olan ülkenin gerçekliği karşımıza çıkartılır. Milli ve yerli uçağın motorunun burada değil de Amerika’dan temin olunduğu gerçeğinden, yerli otomobilin prototipinin dahi ancak ve ancak birkaç senede çıkabildiği bir uzam var edilir. Savaş sanayinin en kirli oyuncularıyla iş bitirmeye heves eden bayraktar nam ölüm makineleri imal eden yapının insansız hava araçlarından, birer mühimmattan değil de alelade bir eşyadan bahsedermiş gibi var edilen o tanklardan şu bilmiyorum hangi roketlere sürgit yinelenen bir yerlileştirme masalı anılıp aksettirilip dururken cerahatle hayat akışı yerle bir olunur. Dahası da vardır elbette.
Eksik gedik olmaksızın memleketin iştirakleri olarak zikredilen, yol yaptı cümleciğine sıkışmış ol pespaye holiganlık içinde eritilmeye çalışılan, kullanılsa da kenarda da dursa ödemeleri yurttaşa yıkılmış olan bir yağma düzeneği de dahildir mesele bu hayat yıkımı meseline. Ol bahiste türetilen her vatan / millet için yapıldı denilenin beşli çeteyi ihya ve onore etmekten, cukkayı doğrultmaya kadar sürünceme taşımadan bir yardım olduğu hal o hayata kastın sürekliliğini de bildirir. Misal bir yandan Covid19 salgının en olmadık en yıkıcı temsillerinden birisinin ortasında hiçbir bilimsel deneyimi söz konusu edilmeden bir biçimde yeniden baş amirin jet talimatıyla kullanıma acil onay verilmiş olan yerli milli aşının kullanımından bahis açılabilir. Her şeyde olduğu gibi sağlığın da üstüne gölgesini değdirmiş olagelen bir tahayyülün var ettiği her hamle çok daha kalıcı yıkımları var edip hayatı kuşatırken, aşıdan da siyaset devşirmenin neresini izah edelim sahiden ama sahiden de.
BirGün Gazetesine bağlanalım: “Karaman-Konya hızlı tren hattı açılışında konuşan Erdoğan, TTB ve muhalefetin belediyelerini hedef aldı.
"Yalansa yalan, dolansa dolan. Hepsi bunlarda" iddiasında bulunan Erdoğan, "Bir de Tabipler Birliği var. Erciyes Üniversitesi TURKOVAC aşısını üretiyor. Bunlar çıkmış böyle bir şey yok diyor. Ne sahtekarsınız, ne yalancısınız" diye konuştu.
"Tabipler Birliği olarak bir eseriniz var mı?" diye soran Erdoğan, "Yapana da hep taş koydunuz. Biz şehir hastanelerini yaptık, eğitim araştırma hastanelerini yaptık. O rezil hastanelere biz vatandaşımızı mahkum etmedik. Sizin o zaman hiç sesiniz çıkmadı. Bu sahtekarlar, cambazlar hastanelerde rehin alınan vatandaşların haklarını bir kez çıkıp savunmadı" ifadelerini kullandı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne yüklenen Erdoğan, "İstanbul'da CHP belediyesi anlaşma yapmış. Terör örgütünün aparatları olarak İBB'de istihdam ediliyor. Aynısı Ankara'da, aynısı değişik yerlerde. Sinsi oyunları da deşifre edeceğiz. Dün Gezi olaylarındaki meselenin adalet, 6-8 Ekim olaylarının Kobani meselesi olmadığı kesinleşmiştir. Bunlar vatan topraklarımızda kurulan kirli bir senaryodur" ifadelerini kullandı.
Partisinin Karaman İl Danışma Meclisi Toplantısı'nda konuşan Erdoğan, Cumhuriyet Halk Partisi'ni hedef aldı.
"CHP'nin malum tiplerinin konuşmalarına bakmayın. Onların dinden, diyanetten nasibi yok" diyen Erdoğan, "Bay Kemal kalkıp da yanındaki o malum tiplerin söyledikleri karşısında herhangi bir şey söylemiyor. Çünkü onun cinsi de cibilliyeti de o. O birilerini havlatıyor, kendisi de arkadan izliyor. Sıkıysa bu havlayanları sustur" ifadelerini kullandı.
Erdoğan, şunları söyledi: "Bu ülkede bizim dinimize, diyanetimize saldıracak olanların haddini de hesabını da bildiririz ve sorarız. Sizin sokak teröristlerinden ne farkınız var? Aynısınız. Onları getirip konuşturuyorsun, sen de arkadan izliyorsun. Biz bunu yutmayız. Benim tanıdığım bu millet 2023'te dinimize, diyanetimize saldıranlara hesabını soracaktır.”
Devleti millete hizmetkar olmaya geldik diye başlayan bir temsilin vardığı kibir, var ettiği kötülüğe örnek olması açısından salt bir konuşmasından şu kadar bölüm dahi kafi olandır, o var edilen hayatın kuşatılmasına. Biteviye bildirilen ile hakikat haline dönüştürülmüş ol iktidarcılık halinin taşıdığı eşik tümden çürümedir. Baş amir, kendisinden saymadıklarına her daim ezber ettiği vatan millet düşmanlığı şablonundan, hainlere, teröristten daha sonra yaptığı bir konuşmada var ettiği gibi kandil uşaklarına / kandil’e hizmet ediyorlar bahsi gibi nicesiyle bir cürmü arzular. Böyle patavatsızca kurulan cümlelerin her neye tekabül ettiği İzmir’de katledilmiş Deniz Poyraz’dan, yine Bahçelievler’de bürosuna saldırılan HDP’den ve saldırı sonrası salıverilmiş olan müptezelin sırtının sıvazlanmasından bariz olur. Bir de Kemal Kılıçdaroğlu’na saldırılmasından, içeride rehin alınmış onlarca eskinin vekilinden, binlerce siyasetçi, gazeteci, yazar, avukat ve benzerleriyle bir denetim, gözetim ve tahakküm edilmiş toplumun suretinde belirgin olur. İyi de o karanlıkla yolunu hiç ayrıştırmamış bir menzilde tek bir iyi gün var edilebilir mi? Dahası üstüne çökülmüş o hayat iminin hali her nice olur/ hayattan bir bahis kalır mı?
Evrensel Gazetesi’ne bağlanalım: “Türkiye İşçi Partisi (TİP), bıçaklı saldırıya uğrayan TİP Diyarbakır İl Başkanı Salih Sargın’a ilişkin açıklama yaptı. Parti adına açıklamada konuşan TİP Komite Üyesi Mehmet Mahir Karadeniz, “Diyarbakır gibi mücadelenin kalbinin attığı bir şehirden eli kanlı faşist çete örgütlenmesine bir kez daha sesleniyoruz: Bize sokaklarımızda kurulan pusuları boşa düşüreceğiz” dedi.
Açıklamaya Emek Partisi ve HDP ile kentte örgütü bulunan pek çok siyasi parti de katıldı. İl Başkanlığı önünde yapılan açıklamada, “Faşist saldırılara boyun eğmiyoruz” pankartı açılırken, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Kahrolsun faşizm”, “Yaşasın hakların kardeşliği”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya da hiçbirimiz”, “Baskılar bizi yıldıramaz” sloganları atıldı.
Türkiye İşçi Partisi Diyarbakır İl Başkanı Salih Salgın’ın kimliği belirsiz iki şahıs tarafından işten dönerken evinin önünde bıçaklı saldırıya uğradığını belirten Karadeniz, “Beş günden beri üniversitede arkadaşlarımız takip edilerek taciz edilmiş, sosyal medya hesaplarına tehdit mesajları gönderilmiştir. Ülkü Ocaklarının, üniversiteler açıldığından beri özellikle kadın öğrencileri tehdit ve şantajla taciz ettiğini, üniversitede öğrenci temsilciliklerine aday olan arkadaşlara baskı kurarak kendi adaylarının seçilmesini gayrimeşru yollarla sağlamaya çalıştığını biliyoruz. Türkiye İşçi Partisine ulaşan birçok mesajda bu açık tehditlere tanık olduk. Ülkü Ocaklarına mensup olduğunu bildiğimiz bir faşist öğrenci yoldaşlarımızı sosyal medya hesaplarından arayarak, ‘İl başkanınızla görüşeceğim, seni yakalarsam diz kapaklarını sökeceğim’ diyerek açıkça tehditte bulunmuş ve partililerimize yönelik tehdit ve taciz boyutunda takip trafiği başlatmıştır” dedi.
Türkiye İşçi Partisi olarak Saray Rejimine karşı mücadelede ısrarlı olduklarını ifade eden Karadeniz, “Biz bu eli kanlı çeteyi ezelden beri tanıyoruz. Deniz Poyraz yoldaşımızın katillerine yönelik hiçbir adım atmayan siyasal iktidar, bu çeteleri açıkça kollamaktan geri durmamıştır. HDP Bahçelievler İlçe binasına yapılan silahlı saldırı sonucu tutuklanan Muhammed Eren Sütçü üç gün dahi beklemeden serbest bırakılmış; saldırılar olağan, hatta meşru gösterilmiştir. AKP ve suç ortağı MHP, ülkeyi yıkıma sürüklerken emekçilerin, ezilen halkların, gençlerin, kadınların tüm kazanımlarına el koymuş, ülkeyi bir talan cennetine çevirmiştir. Bu kara bulutlar bertaraf edilecek, bu abluka dağıtılacak ve bir kez daha söylüyoruz ki bu düzen değişecektir. Emekçilerin, yoksul Kürt halkının, kadınların yaşam hakkını savunan Türkiye İşçi Partisi bu düzeni değiştirecek biricik seçenektir” dedi.
Saldırıyı gerçekleştirenlere seslenen Karadeniz şunları söyledi: “Bize sokaklarımızda kurulan pusuları boşa düşüreceğiz. Emekçilerin hayatlarını kabusa çeviren bu organize suç örgütü ile mücadeleden asla vazgeçmeyeceğiz. Bize tenha sokaklarda pusu kuran bu kirli suç örgütüne karşı bir arada durmaktan asla vazgeçmeyeceğiz. Onlar sokakta pusu kurarken bizler her gün yeniden okullarda, emekçi mahallelerinde, iş yerlerinde var olacağız. Vardık, varız, var olacağız.”
Gerçekliğin yitirildiği bir zeminde demokrasi mefhumu sadece lafta konulduğunda açığa bu tarz saldırılar çıkar. Derini, düzü, dünü ve şimdisiyle bir devlet ve onu yönettiği iddiası ile çıkagelen yapıların var ettiği her şey bir asırdır noktasına, virgülüne dokunmadan açık cerahati yaygınlaştırmaktır. Türkiye İşçi Partisi Diyarbakır İl Başkanı Salih Salgın’ın kimliği belirsiz iki şahıs tarafından işten dönerken evinin önünde bıçaklı saldırıya uğradığı bir ülkede doğrudan hayata dair sözün hangi bedellerle var edildiği de açığa düşer. Cürüm sahnesi kılınan bir yerde hayat zaten olduğu gibi zayidir. Açık / aleni bir hal ve istemle Kürd özgürlük hareketinden, sosyalist siyasetten bir avuçtan da az kalmış, anarşizan ve azınlık olarak tanımlananların ve bir de kadın / lgbtiq+’ların söz haklarına uzanan bir kuşatma hali bugünün gerçeği kılınır. Buna bir de dünün devletinin temelinden olanın hedef kılınması, gün aşırı yıldırı ve kötülüğü de eklediğiniz vakit hayatın her nerede her ne şekilde yağmalandığı da ortaya çıkar. Kesin olan bir şey varsa şayet hayat bu akış dahilinde tarumar olunuyor. Günü de geleceği de şimdiden çalınıyor o aralıkta yağmalanıyor. Bütünüyle simsiyah, her şeyiyle afaki bir karanlığın göndere çekildiği yerde hayat hiçtir, hiçliğin sınırlarına taşınmıştır. Bunca kısıtlı bir sahaya denk gelen tüm o yaralar, bir hışım çıkagelen ve çoğunlukla gündem dahi olunmayanların refakatinde ülke bir çukura dönüşür. Her şeyin yıkıcılık, ezip geçmek üstüne konumlandırıldığı yeni nam ülke denilen sahnede olmakta olan, adıyla sanıyla bir kırım halidir. Yetmedi mi bir asırdır var edilen. Daha var edilecek midir, sürdürülebilir midir onca yıkım, ağıt ve acının ta kendisi. Bir uzam dönüşüyor, olumlanabilir olanın değil tam tersi istikamette çürüten ve eksilten bir suretin toplamına dönüşüyor, kesin bilgi.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Devlete Çengel At – İç Mihrak
2 notes · View notes
seslimeram · 2 years
Text
Cürmün Menzilinden Özetler
Tumblr media
Bir örnekleştirilmiş, yalın ve doğrudan yıkıma çıkagelen günlerden geçiyoruz. Dünün hali o mevzilerden çıkagelen bir şablon dahilinde behemehal var edilenlerle güncellik yıkımın kılınıyor. Cerahatin yeknesaklığı hiç kesintisiz tahakkümün var ettikleriyle birlikte bir yer bir uzamın dönüşümü mütemadiyen fecaatle bütünleşik kılınıyor. Baş amir ve şürekasının birlikte eylediği her hamle, nizam diyerek kotardığı her kararname, eylem planı ve sair bir ve bütün olarak ortaya çıkan her karanlık bir yılın da özetini bildirir. Yirmi koca yılda var edilmiş olan gelen iktidarın zorbalığı bu raddede tümden görünür kılınır. Her dönemeç bu sahnedeki her gün yeniden var edilenlerle birlikte büyük yeni ülke çürümeye çıkartılır. Dile pelesenk olmuş sözlerin bir hiç kılındığı doğrudan yalanın var edildiği, bir tahakküm döngüsünün içinde debelenen yerin meselesi artık kesintisizdir. Yekten, yeknesak, tehdit döngüsü dahilinde hayatın mahvı düzenin tek vaadidir.
Bir koca yılın getirdiği yegane şey, sıradanın payına düşürülen her daim olduğu üzere bir yıkımın ta kendisine rehinelik halidir. Düzen, mekanizma, devlet ve tüm organlarının var ettiği her şey bir fecaatin başka suretine yolu kestirir. Bir virüsün var ettiği yıkıcılığı dahi tam anlamıyla kendisine şans olarak gören, tüm ögeleriyle birlikte yaşamı yağmalayan bir iktidar pratiği ikinci yılını da devirir o çemberde. Normalleşiyoruz derken, anormalin tam kapasite sahasına dönüş var edilir. Kim ölmüştür, kim kalmıştır, kim çekiyordur dert hiç edilmeyendir. Salgın isimleri / adlandırmaları çeşitlendiği halede, her şey sabitmiş gibi bir lafza ile günler geçirilir. Bugün içinde kalakaldığımız omikron nam virüs çeşidinin yıkıcı halini örtbas etme gayreti bir yanda, semirtilen sermayedar sağlık bakanının kameraların önünde ne dedin sen, sayı mı verdin, rakamları mı öttün yollu göndermelerle baş efendi tarafında haşat edildiği bir çürümedir var edilen.
Sıradan halka, vakti geçmiş ısrarlı yanlış tedavilerden birisini, o ilaçlarla sağlarken, can yakıcı bir sürecin orta yerinde hiçbir ilmi ya da bilimsel tezi olmayan, denemelerin yapılıp yapılmadığı dahi muamma kılınmış bir türk yapımı iğne ile sorunun sıfırlanacağı zikredilir. Devrin her nasıl bir sabit karanlığın ta kendisini var ettiğine dair en kestirmeden örnek o hallerle çıka gelir. Yıkıcılık, yağma, dibine kadar sömürülen bir ülke / yurttaş gerçekliği 2021’den artakalan kılınır. Dahası da vardır, daha dibine kadar çökmemiş bir sağlık sistemi, canlarından can çalınmaya devam olunduğu için günbegün istifa eden doktorlar, sağlık çalışanları ve geleceğin ne getireceği kısmındaki koca bir muamma da ilavedir.
Yalın ve doğrudan yıkımın bir başka sureti ekonominin bitimsiz çöküş halinden çıka gelir bir kere daha. Bir senenin en ağır kayıplarının var edildiği, devletin kendi tasarrufuyla bir avuç azgın azınlığa resmen paradan para kazanmayı var ettiği 17-24 aralık haftasındaki ol dalgalı kur fırtınasının en kalıcı yaralardan birisini ortaya çıkarttığı bugün gerçek. Koca bir yıl boyunca uygulanan her tedbir görünümlü hamlede, Bay Berat öncesi ve sonrasında ortaya konan her tedbirin başkaca bir yıkıma çıka getirildiği gerçeklik hakikatimiz kılınır. Coronavirüs güncesini, ekonomik gerekçeleri, çarkların dönmesi önceliğimizdir diyerek bir hamlede bitiriveren, kötülüğü var eden sermayenin iki senedir tek kuruş katkı vermediği insanları daha da fazla sömürmesine göz yumulan bir zeminde bir de o faiz ile dolar katakullisi arasında hiç edilen bir hayat imgesi var edilir. Nüfusun yüzde beş ile yedi arasındaki bir azgın azınlık, yüzde on ile on beşi arasındaki arada soyguncu, önüne atılan kemiklerle gününü gün eden zorbalık taraftarı insanımsılarla birlikte bir çürüten yer bir çürük düzen var edilir.
Ekonominin kitabını evvel Allah yazdığını büyük puntolarla defalarca zikretmiş ola gelen o baş amirin var ettiği uçurum hali her günü kuşatırken, geçen yılın iki katına çıkmış olan dolara karşı zafer nidaları atılır. Sokağa düşen yalnızlık, bitimsiz bir biçimde süre giden zam furyasında hayatta kalma mücadelesidir. Bir kısım eline kan bulaşmış sermayenin çok daha fazla rant elde edebilmesinin yolunu açan faiz indirimlerinin akabinde ekmekten süte, gündelik yaşamın olmazsa olmazlarının hepsine topyekun bir güncelleme hasıl olur. Devletin diline yapışık hale gelmiş olan yükseliş, kalkınma, güçlü ülke tiradı çarşı pazarda akşam kapanış saatinde satılmayan ürünlerin toplandığı bir ülkeyi gizlemeye kafi gelmez. Yahut da bir aylık emeğinin karşılığı olarak açlık sınırının altında bir rakamı reva gören muktedirin karşısında kirayı mı, geçimi mi, yiyeceği birkaç lokmayı mı hesaplayacak da işin içinden çıkacaktır sıradan yurttaş. Bu meseller mevzu olunmayandır işte o baş amirin yeni ülkesinde. 2022’in şimdiden karanlığa rehin, kuru ekmek, soğanla, simitle direnerek geçinmenin dahi sınav kılınacağı bir günceye sahip olması muhtemeldir. İyi de yol nereye?
Gökçer Tahincioğlu’nun T24’deki haberinden aktaralım: “Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 24 Nisan’da yaptıkları açıklamada, "Ermeni soykırımı" ifadesini kullandıkları gerekçesiyle HDP MYK üyeleri hakkında, TCK’nın uzun yıllar büyük tartışma yaratan 301. madde uyarınca soruşturma yürütebilmek için fezleke hazırladı. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’den soruşturma izni talep edilen fezlekede, BM’nin 1948 tarihli sözleşmesine göre, "bu tarihten önce yaşanan acı olaylar için 'soykırım' ifadesinin kullanılamayacağı, iddianın gerçek dışı olduğu" belirtildi. 10 sayfalık fezlekede 9 sayfa boyunca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ifade özgürlüğü ile ilgili yorumları sıralandı. Ancak 'bir milleti küçük düşürücü nitelikteki açıklamaların bu kapsama girmeyeceği' kaydedildi. Fezlekede, 'TBMM’de vekilleri yemin eden hiçbir partinin, milletin aleyhinde olacak eylemlerde bulunamayacağı' da savunuldu. Yasaya göre 301. maddeden açılacak soruşturmalar izne tabi olduğundan Adalet Bakanı’nın izin vermesi halinde, HDP MYK üyesi 26 kişi hakkında Türk milletini ve Türkiye Cumhuriyeti devletini alenen aşağıladıkları gerekçesiyle soruşturma yürütülecek.
Adalet Bakanlığı’na gönderilen soruşturma izni konulu fezlekede, HDP MYK’nın “Ermeni soykırımı” ifadesinin kullanıldığı açıklaması anımsatıldı. Fezlekede, AİHM’nin ifade özgürlüğü ile ilgili kararları sıralandıktan sonra Doğu Perinçek’in açtığı davada verdiği, “Ermeni soykırımı yoktur” açıklamasının ifade özgürlüğü kapsamında olduğuna yönelik kararı hatırlatıldı.
Fezlekede, şu ifadeler kullanıldı: “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi'nin sözde Ermeni soykırımı iddiaları ile ilgili olarak görülen Perinçek-İsviçre davasında vermiş olduğu kararında da belirtildiği üzere; soykırım Birleşmiş Milletler 1948 Sözleşmesinde açıkça tanımlanmış bir suçtur. Bu nedenle 1948 yılından önceki herhangi bir tarihte yaşanmış hiçbir acı nedeniyle bir millete ve topluluğa karşı soykırım suçlaması yöneltilemez. Soykırım suçunun varlığının ancak eylemin yapıldığı ülkenin yetkili ceza mahkemesi veya yetkili Uluslararası Ceza Mahkemesi karar verilebilir. 24 Nisan 1915'te meydana gelen söz konusu olaylar hakkında 'soykırım değildir' şeklinde yapılan açıklamalar ifade özgürlüğü kapsamında yer almaktadır.
Somut olayda, anılan bildiride sarf edilen sözler Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini tarih önünde zan altına bırakan açıklamalardır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında milletvekillerinin Türk Milletinin, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin menfaatlerine ve kanunlara uygun olarak görev yapacakları düzenlenmiş olup her milletvekili göreve başlamak için TBMM Genel Kurulunda ettiği yeminde bu hususu açıkça ilan etmektedir. Siyasi partiler de demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurları olsa da bu eylemlerini Anayasa ve kanunlar dairesinde yapacakları tartışmasız olup Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Türk Milletini alenen aşağılayıcı faaliyet, söz ve davranışlarda bulunulmasını demokratik anayasal düzenin korumayacağı izahtan varestedir.
Türkiye Cumhuriyeti'nde milletvekili olan bir kişinin, vekili olduğu milletin menfaatlerine aykırı çalışmalar yapması, söz ve beyanlarda bulunması düşünülemez. Aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na ve kanunlarına göre kurulan ve faaliyetlerde bulunan bir siyasi partinin mensuplarının bu kapsamda Türk milletinin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin menfaatlerinin aleyhine çalışmalar yapmasını hukuk düzeni korumaz. Bu kapsamda, bildirideki açıklamaların Türk milletinin milli menfaatlerine ve tarihi gerçeklere aykırı olduğu açıktır. Bildiride sarf edilen sözler bir bütün olarak değerlendirildiğinde; yer alan açıklama ve iddiaların Türk milletini tarih önünde ve uluslararası toplumda küçük düşürmeye matuf bir nitelik arz ettiği, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni ve Türk milletini alenen aşağılayıcı mahiyette olduğu, ifade hürriyetinin sınırlarının aşıldığı… kolluk birimleri tarafından yapılan açık kaynak araştırması sonucunda düzenlenen tutanakta söz konusu bildirinin Halkların Demokratik Partisi Merkez Yürütme Kurulu Üyeleri tarafından yayınlandığının tespit edildiği… aleniyet unsurunun gerçekleştiği, tüm dosya kapsamına göre adı geçen şahısların Türk Milletini ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini alenen aşağıladıkları, böylece üzerlerine atılı suçu işledikleri anlaşılmıştır.”
Bir koca yılın satır aralarında belki de en gizli saklı olarak var edilen ayrımcılık mefhumu bununla birlikte bir ötekileştirmenin nişanesi olarak 301. madde ve 1915 “soykırım” hali o hakikat bir kere daha ısıtılıp servis olunur. Adalet kavramının boşa düşürüldüğü hepten ve daimi bir biçimde ittihat ve terakki zihniyetinin ta kendisinin elinde bir yıkım sahnesi kılınmış, zamanının en büyük karanlığına, icra edilen bir yaraya dair iki satır kelam suç addedilmek istenir. Geçtiğimiz yılın en yıkıcı anlarından birisine sahne olan kırk dört gün sürmüş olan Dağlık Karabağ, Artsakh savaşı sırasında ve sonrasında ortaya çıkan Ermeni nefretinin, bir asır ve onca badire sonra birbirlerinden gayrisi olmayan Kürd ve tüm diğer halkların birbirini sahiden işitmesinden bile çekinilir. Yaraya merhem olabilmek için önce onu var eden koşullar sorgulanır. Yüzleşmenin evreleri söz konusudur. 1915 Medz Yeghern ya da soykırım fecaatine karşı aksettirilen her teşebbüs, her var edilen seslenişi çok açık bir biçimde Türklüğe hakaret olarak ele almak da o geçmişin tükendiği zikredilen kötücül zihniyetinin paralelinde bir devamlılığa sahip çıktığını AKP’nin bir kere daha gösterir. Onca yıkım sonrası sözüm ona iletişim kurulacağı zikredilen Türkiye Ermenistan ilişkilerinde tam bir adım atılmaya çalışılırken bu ortaya konan zihniyet her neyin nesidir?
Bir örnek kılınmış her gün apayrı rotalardan yıkımın şekillendirildiği bir güncelliği yaşıyor iş bu ülke / şu saha / bu yer. Her defasında, hemen her dönemeçte daha dibi varmış, sanki kalmış gibi yepyeni yıkımlar var ediliyor. Muktedirin sıradana bıraktığı bir hayat ihtimali bile çok özensiz bir biçimde biçiliyor, kuşa dönüyor. Irkçılık, daimi bir hal ve istemle savunulan nefret, aralıksız eksiltmeler, yoksulluk ve yoksunlaştırma politikaları ve beraberinde nice akla seza eylemle hayat mahvın kıyısına taşınıyor. Bir koca asır ve onca zaman sonrasında, bir koca asırda var edilmiş onca deneyim, yeniden ve yeniden var edilen teşebbüslere rağmen demokrasinin hiçbir harfinin, gölgesinin dahi var edilmediği bir ülke 2021’in de özetini bildiriyor. Hiçbir temel hak, hiçbir evrensel hukuk, hiçbir biçimde demokrasi ve hürriyete dair tek bir iz bırakın var etmeyi, ileri taşımayı var olanı dahi muhafaza edemeyen bir menzilin geleceği ne getirecektir?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2021
Görsel: Commemoration – Lefteris PITARAKIS – AP Photo
0 notes
seslimeram · 5 years
Text
Demokrasi, Eşitlik, Hürriyet Birer İhtimaldi, Artık Hayal!
Tumblr media
Demokrasi mefhumunun ismi kaldı yadigâr. Süreğen kılınmış tahakkümle günbegün var edilen talan haliyle, birbiri ardına yinelenen nefret söylemiyle bir menzildeki hak, hukuk tahayyülleri, onların çatısı olan demokrasi mefhumu yere yeksan olunmaktadır. İktidarın on yedinci yılında AKP’nin ortaya çıkarttığı Türkiye gerçekliği bu kadar bariz hazanın ta kendisidir. Muktedir olma savının peşinde yürüye duran erkanın, sonunda ustalık dönemi olarak adlandırdığı şu dönemde hayatın tükenişinin anlık kılındığı bir ülke gerçekten de gerçek kılınır.
Türkiye’nin başkalaşmış bir saha kılınması, tek düze değil daimi bir meseledir. Cerahatin içerisinde, bata çıka ama handiyse hiç gün yüzü gösterilmeden bir başka yer bina olunur. Devletin dünü ile şimdisi bir şekilde bağ kurup vitrin ayrı, içerik apayrı iki yönelimli bir çürüme sahasını var eder ol AKP / Baş Amir. Her hamle demokrasi mefhumunun sıradan olanın elinden çalınmasının bir başka eresidir. Bugün yeni olarak zikredilen sahne bütün bu vahametle hayatın kuşatılmasının biteviye kılındığı bir deney sahnesidir. Bugün artık bir yaşam taahhüdünün, akdinin geriye bırakılmadığı yer hakikattir.
Biteviye kılınan hınç tahayyülü, hayatın isterik bir biçimde muktedir olan dışındaki hiç ama hiç kimseye bırakmama cüretinin vardığı yer çürümedir başkası değildir. Günümüz ve gündelik dile getirdiğimiz, ötede ve beride yazdığımız / anlattığımız ya da anlaşılması için çabalandığımız mesel bunca bariz olan bir düş kırımının ülkeyi aslında her ne hale dönüştürdüğüdür. Demokrasi istencinin / eyleminin / tahayyülünün ismi kalmıştır artık yadigâr. Biteviye zorun / zorbalığın / kötü, bet ve fecinin birlikteliğinde her ne kalmıştır eksiltilmeyen. Sıradanın elinden çalınanların yekunu artık koca bir boşluğu bildirmekte, varılan düzlemin karanlığını da o boşluk kadar sahici suna gelmektedir.
Hayat hakkının perişan edildiği bir düzlemde sıradana her ne kalmıştır sorguluyor mu, hiç merak ediyor musunuz? Cerahat öylesine çok, yıkım o kadar kesintisiz bir devamlılıkta ki hile, hurda, rant için yağma o kadar seriye alınmış ki insanların haklarının olduğu bahsini unutturmak artık çok daha barizdir. Bütün bu gündem bombardımanı arasında kurulmuş olan cümlelerin yekunda var ettiği şey elimizden çalınanların boyutudur. Sesimizi de tüm o sözümüzü de, cebimizdeki üç otuz parayı da, şimdimiz gibi, şimdiden geleceği çalmayı da söz konusu edendir erk, muktedir, iktidar.
Yeni ülke dünün sabıklığında güncellene gelen, yeni denilen sahada dününden bir yarını devşirmeye halen devam edenlerin çatısıdır. Bir toprak parçasında yaşamları ‘haymatlos’ kılınanların verdiği sayı, gösterdiği tavır bile bu yıkımları açıkça imler. Belirgin olanın bir düş kırımı olduğu iş bu sathı mahallin hakikatidir, tanığıyız. İktidarın cerahatli dilinin hemen altından çıkagelen her fikir, eyleme dönüştüğünde, kalıcılaştırıldığında bir yıkımı da beraberinde getiriyor, artık eminiz! On yedinci yılında metal yorgunu, bir zayiattan bir başkasına koşan iktidar tebaasının herkese / her ötekisine reva gördüğünü imlediğimiz ve anlaşılır kıldığımız vakit aslında hayat her ne haldedir bu bahis de belirgin olacaktır.
Koşar adım yapılan işlemler, atılan adımlar, kesintisiz tahakküm nesnelliği ve ötesindeki yıkım gayreti her nerede olduğumuzu anlatır. Biteviye bir çürümenin dehlizlerinde dört dolanır memleket. Biteviye bir zorbalık güncesine rehinelik kesintisizleştirilir. Muktedirin tek bir bahsine olumsuz yanıt aldığında alarm zillerinin nasıl harekete geçtiği ortadadır. O menzil bir mübalağa değildir. Bugün konuşmaktan, mevzu bahis gidişattan söz etmek, yarın ne getirecek buna dair fikir türetmek bile hainlik ile terör yardakçılığı arasında insanların hedef alınmasına kafidir. Şurada yazdıklarımızı daha açık yazarsak, Baş amirin gazabı ile tanışmamak içten bile değildir. Böylesi bir demokrasi mefhumu dünyanın her neresinde vardır! (ironidir)
İnsan hak ve hukukunun yerle bir olunup, alenen çarçur edildiği bir yerin hakikatidir işte ol mesele. Bir türlü sonlandırılmayan hiçbir türlü kesin karara varılmayan zulüm bu yerin şu sahnenin tek sabiti kılınmaktadır. Baş Amir ve şürekasının A’dan Z’ye kadar kadarki ittifakının var ettiği mesele bu kadar aleni, böylesine bariz bir tahakkümün güncelliğidir. Yaşama edimine karşıtlığını saklamaz artık muktedir. Demokrasi yani onu var etme hali, eylemini sırtlayan insana / beşeriye karşıtlık bir tezahür değil doğrudan hakikat meseli kılınır.
İleri demokrasi, yeni ülke, güçlü devlet, başkanlık sistemi, yükselen ekonomi gibi bir dolu tanımlama; yakıştırma var edilirken tüm o asgari müştereklerin yıkımı güncellenmektedir. Hayatımızın pervasızca çürümeye terk olunması bir mübalağa değildir. Yaşamaya hemen her halükarda çalıştığımız sahnenin yıkımı güncellenendir. Muktedir olma tahayyülünde, sıradanın hakkı, hukuku, sesi ve sözü yağmalanmaya devam olunandır. Demokrasi lafzı boşa düşürülendir. Demokrasi basbayağı yerle bir olunandır. Kesintisiz olarak güncellenen her bir bahisle bu cerahat hali yeniden biçimlendirilmektedir.
Sıradanın hayatının heder olunması tam gaz devam edilendir. Yaratılan iklimin, tek adam rejimi ve sair otokratik yöntemlerin ortaya serdiği, yineleyip bir de güncellediği bu yerde demokrasi mefhumunun topyekun sıfırlanmasıdır. Bugün artık sözün üstüne söz söyletme konusundan men edilmiş, kendi var ettiği düzlemin eğreltiliğine rağmen ona hiçbir biçimde toz kondurmayan, tek bir itirazı bile makul bulmayan bir muktedir döngüsü var edilir. Demokrasi bu bahislerde mevzu olunmayandır.
Demokrasi tahayyülü sıradana bırakılmayandır. Yaratılan fasit döngü behemehal çürüme bitimsiz taarruzlar ile sıradanın hayatı çalınmaktadır. Var edilmiş olanın karanlığı bu saha dahilinde kararlılıkla yola devam diyebilen zihniyetin türettiği fecaatlerden belirgindir. Bir uzamın demokrasi mefhumundan uzağa düşürülmesi bunca kesintisizdir halihazırda. Erk, muktedir, iktidarın tahayyülü yaşanabilir değil tükenişin sabit kılındığı bir yer olarak çıkagelir. Cerahat hayatımızın lime lime olunmasından belirgin kılınmaktadır.
Artık hayatlarımız muktedirin tahayyülüne rehin, onun beklentisine göre şekli şemaili eğilip bükülendir. Sara Ahmed’in Duyguların Kültürel Politikası kitabında değindiği her mesel bugünün ülkesini de bildirmektedir. Emek Erez’in kitap üzerine yazdığı makaleden alıntılayalım: “Nefret nasıl örgütlenir? Yazar, nefretin ulus sevgisi şiarıyla nasıl normalleştirildiğinin altını çiziyor. “Ben” ya da “biz” olan kendisi dışında kalanı her zaman kendi varlığını tehdit edici bir unsur olarak görür. Ve bu nedenle “öteki” olandan nefret etmek ulus sevgisinin bir göstergesi olarak inşa edilebilir. Bu konuda çok uzaklara gitmeye de gerek yok aslında. Coğrafyamızda son birkaç yıldır devamlı duyduğumuz; Suriyeli mültecilere yönelik nefret söylemi bu durumun yansımasıdır. Suriyeli mülteci “biz”in nefret etmesi gereken ötekidir. Onun varlığını, “steril beyazlığı” tehdit eder. “Geldiler her yerdeler, kirlettiler.” Gibi çok sık karşılaştığımız nefretin sebebi sorulduğunda bu durum ulus sevgisi ile anlatılacaktır. Çünkü ulusu sevmek bir anlamda kendi dışında kalandan nefret etmeyi meşru bir konuma taşır. Ve böyle bir durumda karşılaşıp, engel olmaya çalıştığınızda siz ötekiler yüzünden yazarın deyimiyle “beyaz öznenin” incinmesine sebep olduğunuz için “suçlu” olacaksınızdır.”
Devletlinin var ettiği Türkiye şablonu bu bahislerin üstünden de okuması yapılabilecek kadar kesintisiz bir cerahatin temsilidir. Var edilmiş menzil yaşatmama gailesinden ol toptan kopuşların güncellendiği bir deney sahasıdır. Böylesi bir döngüde hayat eksikli, hayat hep taarruzlarla kuşatılandır. Korku meselinin her güne içkin kılındığı bir yerde egemenlik kayıtsız şartsız milletin falan değildir, bu karanlık döngüyü her türden insan olma meseline karşıt, koşulsuz linci imal eden, çürümeye herkesi mahkum kılan cerahat sahibi muktedirindir.
Bir tahayyülü yıkımı güncellene geliyor. Eşitlik, adalet ve hürriyet bahislerinin nasıl açık bir biçimde tarumar edildiyse, demokrasi de öyle açık bir biçimde hiçleştiriliyor. Bir yerin yönetim anlayışının zehir zemberekliğinde halkın tahayyülleri yerle yeksan ediliyor. Gelecek bir biçimde şimdinin dahilinde sıfırlanıyor! Seçim bitmiştir. Mahalli seçimlerin bile isteye nasıl Türkiye’de bir düşman yaratma / ötekisi kazandı, biz kaybettik, gavurlar! Sevindi gibi bir acuzeliğe dönüştürüldüğü meydana çıkmaktadır. Demokrasi tahayyülü için tek adım atılmazken var olanın da yitimi için YSK dahil pek çok kurum baskı altına alınır. HDP direkt olarak terör örgütü PKK’nin bir bileşeni kılınır / bildirilir. Halkların ortak mücadelesini, düz ovada siyaset edimini alt etmek altı milyon civarındaki seçmeni gözden çıkartarak mümkündür. Memleket Baş Amirin direktifleri doğrultusunda düşman, düşman, düşman arayan bir çukurdur artık.
Tumblr media
Baş Amir’in o tehdidinin bu sefer CHP’ye yönelik olarak güncellenmesinin her neye mahal verdiği Kılıçdaroğlu’ya yönelik Çubuk’taki asker cenazesinde saldırıdan sonra enikonu bir kez daha bariz kılınır. CHP’yi de HDP gibi düşmanlaştırarak, demokrasi var bu memlekette diye bildirip, kendi fecaat iklimini güncellemek kesintisiz kılınır. Hafta sonunda Kızılcahamam kampının finalinde yeniden söz dönüp dolaşıp o kırım halinin ta kendisine getirilir. T24’ten aktaralım: “Birileri ısrarla 2023 hedeflerimizi hayal, serap gibi göstermeye çalışıyor. Çok daha ötesine geçmemiz pekala mümkündür. CHP yönetimi başkadır, CHP'ye oy veren vatandaşlarımız başkadır. Biz terör örgütünün güdümündeki parti ile birlik olursanız şehitlerimizin kemiklerini sızlatırsınız diyoruz. Çubuk'ta vatandaşlarımız zaten yaralı, onları taciz edeceksin.Onları Ardahan'la saldıranlarla bir tutamazsın. Sana kol kola gezdiklerin saldırdı.CHP genel başkanın polis memurunun şehit olduğunda 'Rüzgar eken fırtına biçer' demesini iyi hatırlıyoruz. Biz kimseyi linç etmiyoruz. Sadece milletimizi değerlerini, şehitlerimizin aziz hatırasını savunuyoruz. Ezan okunurken düdük öttürenleri iyi tanırız. Bu çarpık zihniyetten de kurtarma mücadelesidir.”
Demokrasi mefhumunun ismi kaldı yadigâr. Kesintisiz kılınmış olan cerahatin bunca açık nobran dille birlikte kurulmuş / eylenmiş olanın vardığı haldir o meseli capcanlı kılan. Arı bir mesel bırakılmayandır. Devletli eliyle lekelenmeyen mesel yoktur. Devletin gölgesinin değmediği tek bir pare / sahne bırakılmayandır. Baş Amir, Kızılcahamam’daki seslenişi ile var ettiği ülkenin yenisinin de rotasını mutlak yıkım kılar. Yıllar yıldır varlığına çaba sarf edilen demokrasinin nasıl pejmürdelikle bir arada boğulmaya çalışıldığı artık afakidir. Bundan ötesini yazmaya hacet yoktur. Memleketin dönüşümü bu hallere terk-i diyar olunmasının sonrası haddizatında ezel / ebet yıkımdır.
Sputnik’ten aktaralım: CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, Ulusal Kanal’ın kendisiyle ilgili yaptığı bir habere gerçekleri yansıtmadığı gerekçesiyle tepki gösterdi. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, Fransa’da öldürülen Sakine Cansız’ı 'terörist olarak görmediğini söylediğini' iddia eden Ulusal Kanal’a iddialarını ispatlamaları çağrısında bulunda ve "Yalancı değil ahlaksızsınız aynı zamanda" ifadeleriyle tepki gösterdi.
Ulusal Kanal’da yayınlanan haberde, Kaftancıoğlu’nun Habertürk’teki bir programa telefonla katılarak cevap hakkını kullandığı ve 2013 yılında Sakine Cansız’ın öldürülmesinin ardından attığı tweet’lere sahip çıktığı iddia edilmişti. Ulusal Kanal’ın Twitter hesabından habere dair yapılan paylaşım Kaftancıoğlu’nun tepkisinin ardından silindi ancak haber hâlâ internet sitesinde yer alıyor.
Bariz, basitçe bir ayrımcılık şablonu güncelleniyor. Bir menzildeki hayat tahayyülünü tüm o demokrasi edimi / eylemi ve beraberindeki sorgulama yetisi tek adam sayesinde bir kez daha linç ediliyor. Birgün’e bağlanalım: “CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na yönelik linç girişiminin yeni görüntüleri ortaya çıktı. Kılıçdaroğlu, Ankara’nın Çubuk ilçesinde katıldığı asker cenazesinde provokatörler tarafından linç edilmek istenmişti. Ortaya çıkan görüntülerde, Kılıçdaroğlu’nun cenaze alanında Çubuk Kaymakamı ve asker yakınları ile tokalaştığı görülüyor. AKP Genel Sekreteri Fatih Şahin ise Kılıçdaroğlu’na el uzatmıyor.
Kılıçdaroğlu’nun dualara eşlik ettiği sırada, provokatörler “Bay Kemal dışarı” sloganları atıyor. Videonun devamında provokatörlerin halkı galeyana getirmeye çalıştığı, Kılıçdaroğlu’na ve aracına taşlar atıldığı görülüyor.
Kılıçdaroğlu, “Bizim geldiğimizden de haberleri vardı. Olay sırasında hazırlanmış sopalar bile dağıtılıyordu” dedi. Görüntülerde de Kılıçdaroğlu’nun götürüldüğü evin çevresinde herhangi bir sopa yokken, daha sonra saldırganlar demir sopalarla ortaya çıkıyor.
Saldırganlar, Kılıçdaroğlu’nun ilerlemesini ve kalabalığın dağılmasını engellemek için kol kola girerek yolu kapatıyor. Elektrik direğine tırmanan bir saldırganın ise Kılıçdaroğlu’na tekme atmaya çalışması kameralara yansıyor. Megafon ile saldırganlara seslenen Emniyet Genel Müdürü Celal Uzunkaya, “Eğer burada birine zarar verecekseniz önce Emniyet Genel Müdürü olarak beni ve buradaki tüm görevlileri linç edeceksiniz. Bunu mu yapacaksınız?” diyor. Kılıçdaroğlu’na linç girişimi sırasında müdahale etmeyen güvenlik güçleri, Kılıçdaroğlu köyden çıktıktan sonra gaz sıkıyor ancak gazdan kendileri etkileniyor.”
Adaletin, toplumsal müşterek bahsin, eşitliğin, demokrasi istencinin temelindeki insanlık mefhumunun alaşağı edildiği / yıkıldığı bir güncellik var ediliyor. Muktedirin tahayyülü dışındaki hiçbir yaşam biçimine, politik argümana, sorgulamaya yer bıraktırılmıyor. Ne ki herkes kaderine razı gibi, bunca pervasızca yola devam seçeneği artık gizlenmeden o hali devam ettirmek adına yinelene geliyor. Elinizin altındaki ülkenin parçaları, toprağı, suyu gibi sözü de zehirleniyor. Pespayeliğin ortasında soluk alamadığımız zamanlar... Hayat diye bir meselimiz vardı. Gün yüzü görmemesi gereken o muktedirin yarattığı cerahat iklimi o iki satırlık hayatlarımızı per perişan etti, etmeye de devam edecek. Demokrasi, eşitlik, hürriyet birer ihtimaldi, artık hayal!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller: Hakan Gürsoytrak – Malum: Arzu ve Maarif 
2 notes · View notes
seslimeram · 2 years
Text
Bayat Tiratlar Ülkesi
Tumblr media
Bayatlamış bir ülke tiradı artık yegane gerçekliğimizdir. Genel geçer değil doğrudan erkin ol muktedir tahayyülünün sunduğu her dönemeç bariz bir bayatlığı ihtiva eder. Yenilendi, yepyeni kılındı denilen ülkenin dünün, geçmeyen geçmişin karanlığında dolaşmasından o mesel bariz kılınır. Bir defa madun siyasetin aktörlerinin a’dan z’ye (w, x hariç) afaki bir biçimde dünü sahiplenen, onun kodlarıyla yol / yön belirleyen oldukları bir yerde hayatın kuşatılması kesintisizdir. Bayatlamış tiratlar, dakika sekmeden sekansa dahil edilen ezber bahisler, özlü sözler, hiçbir yere çıkmayacak icraat vaatleri, dolu / boş bomboş nutuklarla o yıkıntıların üstü örtülmek istenir. Bir memlekette yaşamın cendere altında tutulmasının, bir sathı mahaldeki hayat isteminin bunca bariz çürütülme gailesinin her neresi yeniliktir ki sahiden de?
Biteviye demokrasinin çürümeye terk edildiği, dün denilenin yarın tekzip olunduğu, tüm bu gümbürtüde şahsın cumhuriyetinin, tekillik rejimi, bariz bir otokrasinin bir replikasına dönüşümüne çabalanırken nedir ki yeni ülke? Bayatlamış tiratlar arasında hayatın katığını yitirtmek söz konusudur. Tek adam rejiminin suna geldiği yegane şey bu sefalet düzenidir artık kesintisiz. Yurt dışına ihraç edilmiş olan tarım ürünlerindeki kalıtsal ilaçlar, pestitler ve benzerlerinin kanıtlanması sonrası gerisin geriye yurda yollanıp, bunların halka “ucuz” çok ucuz satılmasının ezberciliğidir misal mesele. Gündelik bir gereksinim olagelen ilaç ve türevi mamullerin geçtiğimiz yıl yapılan sözleşmelerdeki düşük kur yüzünden yok ya da bulunamıyor çekilmesinin utancıdır bayatlamış ülke. Ulusal serveti iki katına çıkmıştır denilirken, yirmi yılda neler yaptık neler ettik denilirken azgın bir azınlığın servetlerine katkı sağlamaktır ezbercilik, bayatlamış ülkenin aslen her nerede konumlandırdığını afaki gösterecek olan.
Bir rantiye pazarına dönüşen, her günün apayrı çıkar çatışmalarına sahne olduğu yerde ol eskinin, eskimeyen yağmacılığı söz konusuyken nedir ki bayatlamamış olan. Benzeş, hep aynı tiratlarla yol yön aranan bir menzilde hayatın ehemmiyeti yok sayılırken, hayat aleni gasp olunurken, çocuğundan, gencinden, yetişkinine, yaşlısına, kadınından erkeğine, iman sahibi ya da tersi öyle ya da böyle herkesten her öteki sanılandan, kısacası nüfusun yüzde doksanından bir biçimde haklarından feragat etmeleri beklenirken ne bayatlamamıştır. Bu açık kötülük düzeninde, bildiğiniz tüm anlamlarıyla zorbalık rejiminde hayat ne haldedir! Bir kere daha ama son kez değil tümden yaşam gailesi çürümeye yüz tutturulur. Ümidi bir biçimde nihayetlendirmek, devri sabık iktidarın bayatlamış pratikleri ısıtıp ısıtıp yeniden ve yeniden var etmesiyle bütünleşik yinelenir. Bu tahakküm istemi içerisinde hayat bahsi, ol mefhumun artık ederi de, anlamı da bir hiçliğe çıkartılır. O’dur yeni ülke.
Avrupa Birliği ile ilişkileri donmuş kalakalan, Bulgaristan’ı serbest döviz girişi, ülkeye nihai anlamda sömürmeleri için günbegün çağrılan soydaşları ile Almanya gibi istisna taşıyan ülkeler haricinde her neredeyse dost bırakmamış bir menzilin meselesidir işte ol bayatlamış argümanlar. Daha yeni on bin civarında insanın canına mal olan Artsakh ya da Dağlık Karabağ’da cereyan eden ikinci savaşın ardından şimdi bir barış köprüsü inşasına girişildiği duyurulan Ermenistan’a kadar girift, çetrefilli ama hep havada kalan bahislerle bir biçimde unutturulan bir barış mefhumu varken hayat her ne yana düşer. Komşularında en olmadık kırılmaların altına imzasını atan, değme ezber olunmuş yalanlarla baş sıkıştığı vakit düşman bildirilen dört tarafındaki ülkelerle hangi doğruya ulaşılabilir. Her ne zaman bir sulhe varılabilir sahi ama sahiden? Bu sadece bir örnektir. Dahiliye neyse hariciyenin de o kalibreden kokuşmuş insanlar elinde bir oyun sahnesi, istenileni düşman, gerekli olarak görülenlerin şimdilik dost addedildiği yerde bayatlamış argümanlar hayatı lime lime eder. Böyle bir temsille bu kadar yalın bir meselde bile bir asırdır aynı argümanları ileri sürüp, hep bozuk plak gibi tekrarlarla bu sahanın çukurluğu ya da ekonomik çöküşü konuşamamak mümkün müdür, nedir?
Gazete Duvar’dan iliştirelim: “Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati'nin kardeşi iş insanı Seyidullah Nebati, "Yarınki Merkez Bankası toplantısının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Merkez Bankası'nın bence pas geçmesi lazım. Ama kanaatimce bir puan falan gibi bir indirim yapacaktır" yorumunda bulundu.
B&G Yönetim Kurulu Başkanı Seyidullah Nebati, 'yeni ekonomi modeli' ve 'faiz' ile ilgili açıklamalar yaptı.
Bloomberg HT'den Burak Karagöz'e konuşan Seyidullah Nebati, Merkez Bankası'nın yarınki toplantıyı pas geçmesi gerektiğini, bununla birlikte kanaatinin bir puanlık indirim olduğunu söyledi.
Seyidullah Nebati şunları kaydetti: "Küçük bir aralığımız kaldı demişti. Zaten enflasyonun altında bir reel faizle ilerliyoruz. Kaldı ki piyasada faizler inmedi. Sadece kısa vadeli faizler indi."
Seyidullah Nebati yeni ekonomi modeline ilişkin ise şu ifadeleri kullandı: "Diyecek fazla bir şey bulamıyorum. Biz de yeni yeni tanıyoruz, anlıyoruz. Ben hükümete güveniyorum. Ellerinde bu kadar veri seti varken, Türkiye'nin bütün kurumlarından bilgi alırken ben hatalı bir program izleyeceklerine inanmıyorum. Ama anladığım kadarıyla kısa vadede zor olacak. Her zaman iyimser olmak zorundayız."
Nebati Sanayağ’ın kardeşi olan Seyidullah’ın öngörüsü ne hikmetse tutuverir. Geçtiğimiz Perşembe öğleden sonrası yüz baz puanlık bir indirim kararı ile çıkagelir Merkez Bankası ve muktedirin ekonomi yönetimi. Özgüven, hak ve hukuk konularında iyileştirme, en az ama en azından asgari müşterekler misal asgari ücret konusunda bir ivme yakalaması beklenen devletli, ne hakkın ne de demokrasinin kalmadığını bir kere daha para piyasalarına ilan ederler. Bir avuçtan az temsilin, ceplerini doldurdukları daha da fazla kar elde etmeye çalıştıkları bir dolar çekilişinde, tümden yıkımın etapları nakarat kılınmış olan ezberlerle birlikte bayatlamış argümanlarla savunula gelir. Bir insider denilebilecek o kardeş Nebati gibi nicesinin ortaya saldığı var edilebilirlik bir halkın, yoksullukla arasız fasılasız sınanan bir halka yeniden bedel olarak çıkagelir. Her yanı, her şekilde bayatlamış olagelen laflarla yeni ekonomik plan denilenin de azap olduğu meydana serilir.
Aralıksız olarak çıkagelen bu tahayyüller sonrasında, alınan kararın neticesi de 17 lirayı aşan dolar, 19 liraya varan euro, 1000 lirayı görmüş olan altın emtiası gibi nicesindeki ol yükselişle taçlandırılır. Hayatın esamesinin okunmadığı bir zeminde, cüretkar bir devletli aklının heder ettiği her şey, hepimizin cebinden az biraz, biraz daha, hep daha diyerek bir soygunu resmiyete kavuşturmaktır. Basbayat hamaset nutuklarının var edildiği, ezan, bayrak, din, iman, vatan denilirken satışa konulmuş bir halka ulaşılan zeminin meselesi bir cuma günü söz konusu olur.
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “Dün (16 Aralık 2021) Asgari Ücret Tespit Komisyonu bileşenlerinin süslü sunumları eşliğinde AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan 2022 asgari ücreti, daha üzerinden 24 saat geçmeden 24 dolar civarında eridi.
Dün 2022 asgari ücreti açıklandığında dolar/TL 15,51 TL'ydi; 4250 TL ile 274 dolar alınabiliyordu. Dolar 24 saat geçmeden 17 TL oldu ve 4250 TL'lik 2022 asgari ücreti ile 250 dolar alınabiliyor. 2022 asgari ücreti açıklanmasının üzerinden daha 24 saat geçmeden 24 dolar erimiş oldu.
Asgari ücret, "Cumhuriyet tarihinde olmayan adımlar" denerek vergi yükünün alınmasına rağmen 4250 TL olarak açıklanan asgari ücret enflasyonun, hayat pahalılığının gerisinde kalmıştı. Yağın, ekmeğin, yumurtanın (pek çok temel tüketim maddesi; barınma, fatura vb. giderler) fiyatı 2-3 kat artarken asgari ücrete gelen yüzde 50 dolayındaki zam -tarihi artış olarak sunulsa da- adeta "ölü doğmuştu".
Erdoğan, "dolarla mı yaşıyorsunuz, alışverişi dolarla mı yapıyorsunuz" benzeri çıkışlarda bulunsa da üretimin pek çok aşamasının dışa bağımlı olduğu, ayrıca gıda dahil pek çok ürünün ithal edildiği Türkiye'de başta dolar olmak üzere döviz kurlarındaki gelişmelerin sonuçlarını halk yakıcı bir şekilde yaşıyor.
"Büyük zam" diye sunulan asgari ücret de dolar karşısında hızla eridiği ve eriyeceği sinyalini veriyor. Şöyle ki; ocak 2021'de (4 Ocak 2021'de dolar 7,37 TL'ydi) asgari ücretle çalışan 383 dolar alabiliyordu. 2 bin 825 TL olan asgari ücretlinin geliri, bugün 17 TL’ye yükselen dolar kuruna göre sadece 166 dolar ediyor. 2022 asgari ücreti ise 4250 lira olarak belirlendi. Bu parayla bugünkü kur ile 250 dolar alınabiliyor. Yani dolar kuru bu şekilde kalsa, 2021 başında maaşıyla 383 dolar alabilen asgari ücretli emekçi, 2022 başında 250 dolar alacak. Yani bir yıllık sürede asgari ücretlinin cebinden ayda 133 dolar eksildi.”
Müjdeler olsun diye çıkagelen bahsin ardılı bir biçimde tükenişe bir adım daha yaklaşmak bu sahadaki yaşam pratiğini de enikonu çürütmektir. Baş Amir ve ekonomisinin, devletli nezdinde teslim bayrağını çoktandır çekmiş sendikaların var ettiği ikilem, ortaya çıkarılan asgari yaşam hakkının / bedelinin erimiş sureti, onca tantanayla duyurulan yüzde elli falan olmadığı kendiliğinden bir sonraki gün çıkagelir. Zam üstüne zam, önü zam ardılı hep zam, sağı zam solu zam ile kuşatılmış olan bir maaşın yerle yeksan edilmesinden zerre-i miskal sorumluluk taşımayanların götürdüğü yer bir uçurumdur. Prof. Gazi Çağlar’ın bahsi yeterince açık bir özettir: “Dış borç uçmuş, savaş politikaları, Suriye ve Libya'da beslenen cihatçılar, damat ve yandaş besleyen uyduruk savaş sanayi, sarayların israfı, üretime yönelik olmayan projelere devlet güvenceleri bütçeleri eritiyor,yolsuzluk, hukuksuzluk tam, güven sıfır: Dolar işte bundan uçuyor.”
Bayatlamış tiratlar var edilirken, olmakta olan sıradan halkın yoksulluğudur. Bariz ve her daim bütünlüklü bir yıkıma rehineliktir. Muktedir ve temsillerinin, sermaye diye çıkagelen güruh ile halk düşmanlarının birlikteliğinde bir zorbalık rejimi bina olunurken, bir yandan da açlık ve sefalet takdim olunandır. Hiçbir zaman tek bir iyi gün görmesi söz konusu dahi edilmeyen bir halka / yöneten katı dışındaki / biraz daha zulmü, biraz daha eksilmeyi, biraz daha yoksunluk takdim olunur. Hepsi birbirinden bayat argümanlarla bir kurtuluş savaşı verildiği zikredilirken, akla seza hangi işlem varsa onun yapıldığı, çıkarın artık tek gidilen istikamet bilindiği, haram yiyenin artık hamuduyla birlikte “haramı” da birlikte aşırdığı bir uzam var edilir. Komple bir soygun düzeni, her durumda ona itirazları sunana, sorgulayana “hedef” olma halleri, yoksulun yoksunluğa iyice terk edilmesi gibi her hamleyle birlikte cürümler deryası bir çukurda hayat ihtimali sıfırlanmaya teşne olunur. Bu kadar lafzın ederi toplamı da bunadır. Umudun yerle bir edilmesidir. Hayatta o var olma mücadelesine vurulan kettir. İki satıra sığmayan, onca şatafat içerisinde esamesi dahi okunmayan sıradanın taşıdığı yaranın kalıcılığıdır. Bunca kepazeliğin ortasında tüm o isimsizlerin (bizlerin) hayat meselesidir mesele. Takdirinize...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2021
Görsel: Ozan KÖSE –AFP via Getty Images – Financial Times
1 note · View note