Tumgik
#Galiba Kaybediyoruz Abi
Link
inga pee yudum yudum erimeden 
 sabahın yıldızlı aydınlığında 
 dudaklarından kaldırımlara dökülen 
 senin kanın mıdır bilemem 
 yalnız çığlıkların hatırımda 
 rıhtımda pazartesi sularında 
 gözlerinde bir rakı bulanıklığı 
 bir uğultu cigaranın dumanında 
 mermer dişlerinin soğukluğu 
 bıçağımın üstündeki korkak buğu 
 oyulmuş bileklerin hatırımda 
 rıhtımda pazartesi sularında 
 gece mavisine boyalı saçların 
 devler hıçkırır şarkılarında 
 dönük bir deniz gibi tutarsın 
 nefesin hem erkek hem kadın 
 ökçesiz pabuçların hatırımda 
 rıhtımda pazartesi sularında 
 kıvırcık kirpikli bir çocuk bağırır 
 yıkılmış inga pee'nin burnunda 
 küpeştenin demirlerini ısırır 
 ellerim kelepçeli kulaklarım sağır 
 yalnız smyrna blues hatırımda 
 rıhtımda pazartesi sularında 
 attila ilhan
8 notes · View notes
Text
Selim, kalk sahile inelim
Teşkilattan şikayetçiydik abiciğim bizi hicaz bozdu 
Lüzumsuz münakaşaların haddine mi bu 
Oturup efendi gibi içecek sonra usulca sevişecektik 
Sevgili dediğin lakerda gibi olmalı mübarek 
Soyunup uzandı mı şöyle, tarifsiz bir iç gıdıklanması 
Sutyenin askısı kaydı mıydı da 
Meseleyi anladım ben, anladım 
Bizi rakının üstüne memleket muhabbeti bozdu 
Yok, aslında ben iyiydim beni o hatun bozdu 
Hem ten rengi çorap, hem müzeyyen' den açık saçık şarkılar 
Bir de kardeşim o nasıl devire devire kadeh tokuşturmalar 
Eğilip kulağına söyledim selim'e, kalkalım biz oğlum 
Kalbe güzel de racona ters, beni o son bakış bozdu 
Göz dediğin yerinde durmalı ağa, değil mi ama 
Var mı öyle delikanlıyı uluorta yerde ayartması 
Siyah da sayılmaz o saç, bildiğin gece karartması 
Bir de çocuk gibi masa alfandan elleşmeler 
Bir de çocuk gibi omuzu omza değdirmeler 
Yakışmaz bize selim, kalk sahile inelim 
Rüzgâr insafa gelip de açar kafamızı belki biraz 
Benim asabımı hayatın ta kendisi bozdu 
Ne ağlaması selim, gözüme toz, az da balyoz kaçtı 
Öğlenden başlamayacaksın bu merete kardeşim 
Askerdeyken çarşı izninde de görmüştüm böyle bir kız 
Ufaktı, cahildi, ama doğruya doğru güzel orospuydu 
Ana kuzusu da yapar insanı, baba katili de, öyle bir vaka 
Neyse, eski uzun hikâyeler ömrü kısaltır 
Yakışmaz bize selim, kalk sahile inelim 
Kaç yaşındayken ilk kez ismimi öğrendim, 
sana onu anlatırım 
Ben dalga misali gelir arada çarpar çarpar dönerim, korkma 
Bir de kardeşim o nasıl devire devire kadeh tokuşturmalar 
küçük iskender 
Tumblr media
7 notes · View notes
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Son düştüğüm pusu. Yakalandığım.
Tarlanın içinde. Çukurda.
Tarla. Vıcık vıcık çamur. Her yan çamur. Bir yandan da aralıksız yağmur yağıyor, sulusepken.
Parkamın başlığını başıma geçiriyorum.
Bir çukurun içindeyim.
Çepeçevre sarmışlar.
Bütün arabaların farları üzerimde.
Sağıma soluma yağmur gibi mermi yağıyor. Mermiler, düştüğü yerden çamurları savuruyorlar havaya.
Yattığım yerden yukarıyı gözlüyorum, çukurun üstünü.
Sanki donanma fişekleri atılıyor üstümde. Korkunç güzel bir renk cümbüşü tepemde.
Birazdan bir bomba sallayacaklar üzerime diyordum, ölüp gideceksin.
Çocukluk günlerim gelip geçti gözümün önünden nedense
Sonra gözümün önünden gelip geçen şeyler arasında ansızın, bir sevgili.
Filistin’deki çocuklar
Ölen arkadaşlarım
En çokta taylan
İnsanlığın geleceğini; ve senin o günleri göremeyeceğini düşünüyorsun; 
“Nasılsa öleceğim” diye düşündüm
Bir devrimci nasıl ölmesi gerekiyorsa öyle ölmeli.
''Erdal Öz'e anlattıklarından''
Gülünün Solduğu Akşam
61 notes · View notes
Text
Dans
Sosyoloji okuyacağım ben, dedim aileme. -Bitirip de sosyalist mi olacaksın başımıza, dedi annem. 
-Tıbbı bitirenler doğrudan hasta mı oluyor anne, dedim babama.
 
-Hep bu dinlediğin müzikler, okuduğun kitaplar yüzünden, dedi teyzem.

 
-Yok, dedim, hepsi göze bakmaktan.

 
Sonra çıktım evden yürüdüm yürüdüm yeryüzü bitti
 
Gördüğüm ilk bara girip dans etmeye başladım
 
Kanatlarım yoktu 
Uçmaya Çalıştım.. Öyle.. Dans ede ede..
Çırpına çırpına..
 
 
Puşttum önceleri. 
Kuş oldum sonra.
küçük İskender
24 notes · View notes
Video
youtube
1 note · View note
Link
5 notes · View notes
Video
YİNE ÖLÜME DAİR
Zevcem,        ruhu revanım                        Hatice Pîrâyende, ölümü düşünüyorum, demek ki arteryo skleroz                                          başlıyor bende... Bir gün            kar yağarken, yahut         bir gece, yahut         bir öğle sıcağında, hangimiz ilkönce, nasıl        ve nerde öleceğiz? Nasıl        ve ne olacak ölenin son duyduğu ses,           son gördüğü renk, kalanın ilk hareketi             ilk sözü             ilk yediği yemek? Belki de birbirimizden uzakta öleceğiz. Haber          çığlıklarla gelecek, yahut da ima edecekler, ve kalanı yalnız bırakıp                                gidecekler... Ve kalan                karışacak kalabalığa.
Yani efendim, hayat... Ve bütün bu ihtimâlât                   1900 kaç senesinin                                    kaçıncı ayı                                    kaçıncı günü                                    kaçıncı saatinde?
Zevcem,              ruhu revanım                            Hatice Pîrâyende, ölümü düşünüyorum, geçen ömrümüzü düşünüyorum. Kederli            rahat                     ve hodbinim. Hangimiz ilkönce nasıl ve nerde ölürsek ölelim, seninle biz           birbirimizi ve insanların en büyük dâvasını sevebildik                                                — dövüştük onun uğruna —, «yaşadık»                 diyebiliriz.  
Nazım Hikmet
---------
Genco Erkal’ın sesinden
11 notes · View notes
Photo
Tumblr media
Yağmur Islattığında Toz Kalkmaz Yerden! 
2 notes · View notes
Quote
“Uzun bir cumartesiyi hatırlıyorum, saat on iki 
Dalıp gidiyorum, düsünüyorum da, saat on iki 
Bir sigara yakıyorum, bir kağıda bir iki dize yazıyorum 
 Yerini iyi bilen, onurlu bir iki sözcük daha 
 Ama hiç kımıldamıyor, akrep de, yelkovan da 
 Yani tam böyle birşeye benziyor zaman 
 Yılgın ve çarpıcı renkler içinde pek kımıldamayan 
 Çıkageliyor sonra, saat on iki. ”
Edip Cansever
93 notes · View notes
Video
Çok sıcakmış hava. Ama hep sıcakmış zaten. Dünyanın o bölgesinde, zaten sıcak olan bir denizin ortasında soğuk olması zaten beklenmezmiş. 
Mustafa Nusa’’nın yaşadığı yerde toprağın sahibi ve o toprağın üstündeki harnup ağacının sahibi ayrı kişiler olurmuş. Eğer bir tarlanız varsa ve o tarlanın içinde bir harnup ağacınız varsa; o kendinize ait koca tarlanın ta ortasındaki o iri, o devasa harnup ağacının harnuplarını, keçiboynuzlarını, toplayamazmışsınız. Çünkü toprağın sahibi olmak; toprağın üzerinde yetişen harnup ağacının sahibi olmak anlamına gelmezmiş o coğrafyada. Bunun dışında her şey bildiğimiz gibiymiş aslında. 
Çok üzüm olurmuş, iyi üzüm olurmuş ama o üzümden şarap olmazmış! O kadar şekerliymiş ki üzüm ancak konyağa dururmuş! Ve o kadar şekerliymiş ki üzüm; kazayla yerseniz, kontrolsüzce, bir ay damağınızdan gitmezmiş şekerin yanığı. Aslında her şey biraz da kontrolsüzce olduğunda, hep bir iz bırakır insanın damağında...
26 notes · View notes
Quote
Beyoğlu'nda gezerim Gözlerimi süzmeden Şaraplarımı içerim Hiç doktora sormadan Beyoğlu'nda Şarabi Hoş geldin Feran'ağbi Yüreğim pek harabi Boşver be Feran'ağbi Şarap verin hanıma orda hanım yok ağbi ...hassiktir be Sezai Beyoğlu'nda gezerim burda geçmiş hayatım Şarapları içerim Hiç elimde olmadan Beyoğlu sakinleşti Sıyrıldı maskesinden Tramvay bomboş geçti İstiklal caddesinden Boş masada hayalin Kimseye görünmeden Şarap verin hanıma Orda hanım yok ağbi ...Hassikter be Sezai Balo sokağa sızarım Hiç kimseyi üzmeden Bir intihar biçimi Hiç de faça svermeden Beyoğlu'nda gezerim Burda geçmiş hayatım Şişe aç be Sezai.! Burda bitsin hayatım.
Ferhan Şensoy
18 notes · View notes
Quote
Tahtadan yaptığım adam Ne yemek yiyor, Ne konuşmak biliyor, Kaskatı gözlerle Görünmez yerlere bakıyor.  Tahtadan yaptığım adam Hatırlıyor ki Bir zaman Nefes alan İnce ince yaprakları vardı, Toprağı iştiha ile yiyen, Liften, İnce ince ağızları vardı.  Tahtadan yaptığım adam Ağaçtan uzaklaştı Ve insana yaklaştı Yazık ki Ne insan oldu, Ne ağaç...
Asaf Halet Çelebi ( 1907 - 1958 )
17 notes · View notes
Link
3 notes · View notes
Quote
Seni seviyorum"a karşılık "Ben de seni” demek istemeyenler için alternatif  “Ben de seni"ler
Tumblr media
--Seni seviyorum. Sen de beni sevme.
Bir portakal ağacının hayatı boyunca yetiştirdiği 18.000 portakaldan sonuncusu ol ve C vitamini olarak girdiğin vücuttan büyük bir fikir olarak çık; Esatir-i Yunaniye seni de yazsın.
Benim için… Bir zeytin fidanı dik, zamanla ‘ölmez ağacı’ olur adı; en az 3.000 yıl yaşar ve yaşadığı zaman boyunca da hiçkimseyi öldürmez.
Benim için bir cümleden ibaret olacağına, işçiliğiyle göz kamaştıran bir anafikir ol.
Eski balıkçılardan dinlediğin bir efsaneyi hatırla ve suyun altında burun buruna geldiğin bir orfozun gözlerine bakıp “Neden öyle büyük büyük bakıyor?” derken, suyun altında bir denizkızı gördüğü için öyle bakıyor olabileceğini düşün.
Kaz Dağı‘nın eteklerinde sakız reçeli, mor kekik, kuru incir, zeytinyağı, limon kekiği ve adaçayı satarak ailesini geçindiren ve okul masraflarını dahi kendisi çıkartan 12 yaşındaki bir çocuk ol.
Bir çocuk ol ve kafiyelere uyma.
Sigara tütününden deniz atı yap.
Senden daha iri cüsseli bir adamla güreş tut.
Adı “Sefil” olan mutlu bir fil çiz.
Hava kararsın.
Assos antik kentine, “tarihi eser kaçakçısı” şüphesiyle tutuklanabileceğine aldırmadan, kapıları kapandıktan sonra tel örgülerinin altından sürünerek kaçak gir.
Tüm Athena Tapınağı senin olsun.
Hayatının en güzel manzarasına karşı o gece kırmızı şarap iç; yıldızlar altında Zeus‘a bir dal sigara kurban et.
Bir kitapçıya uğra ve daha önce okuduğun ve sevdiğin ve bu yüzden bir arkadaşına da okusun diye ödünç verdiğin bir kitabı, sana geri dönmeyeceğini bildiğin için yeniden satın al.
Bu kitabı bir başkası istiyorsa da, onun gözlerine baka baka o kitabı ver ona ki alnında kocaman kocaman harflerle ENAYİ yazsın.
Enayi ol çünkü bilgelik enayilikten doğar.
Enayiliğinle gurur duy; şark kurnazları için hayatın kontenjanı hiç dolmaz.
Gecekondularla onur duy.
Çünkü bugün saraylarda oturanların yaşaması için verilen her savaşta, o evlerde yaşayanların dedeleri öldüler.
Gecekondularla onur duy çünkü gururla gösterilen şu apartmanlar denizinde, gecekonduların bahçelerinde halen en az üç kavak, beş erik ağacı, bir o kadar da sebze meyve ve çiçek sürüsü var.
Köpeklerininse tasması yok.
Bir köpek ol, Diyojen seni kıskansın.
Doğunun hükümdarlar��nın kendilerine niçin “zil-ullah-ı rûy-i zemîn" yani “Allah'ın yeryüzündeki gölgesi” dedirttiklerini düşün ve sen kendine böyle dedirtmeye çalışsaydın, seni nasıl da taşlayarak öldüreceklerini;
bir cümlenin nasıl da ölümcül bir gücü olabildiğini ve her cümlenin, coğrafyasına ve makamına göre değişen anlamlar içerdiğini.
Sen de beni sevme.
Demine, devranına hû de.
Deniz Ayvazovski olsun, dalgaların boyu birkaç metre olmasına rağmen “Üşürüz” diyen arkadaşlarına baka baka suya gir.
“Hasta olursun” desinler, hasta olmazsın.
Fırtına vakti, dalgaların üzerinden uçuşan kelebeklerden ol.
Ametistler boynunu, dumanlı kuvarslar avuç içlerini öpsün.
Lapis lazuli taşından bir kolye ucu yap, belki milyon yıl sonra bir arkeolog, senin için “bu insanın Uzak Doğu‘yla bir bağlantısı olabilir” şeklinde yanlış bir tahmin yürütsün.  
Urfa Göbeklitepe‘deki dilek ağacının dibinde hayatının en demli çayını iç; çay sevmiyorsan, hayatında ilk defa mırra tat.
Troya‘nın kayıp heykeli Palladion sen ol ama seni hiçkimse çalmasın. Kollarını kanatıp da birbirlerinin kanlarını emerek kan kardeş olanların makamını, kardeşlik için yakılan şarkıların meyanını iliklerine kadar hisset. İspanyolların her “Olé!” deyişlerinde aslında “Allah” diye bağırdıklarını biliyorsan, yolun Endülüs coğrafyasına mutlaka düşsün; bir akşamüstü çiçekler ve kadınlar arasında flamenko izliyorken, topukları yere vuran o İspanyol ’gypsy’, seni hiç anlamadığın ama çok iyi tanıdığın bir dilde çağırsın kendine. Hiç tanışmamış olsalar da tanışmadan birbirini tanıyan insanların, birbirlerine ait anlamları binlerce yıldır kendilerinde barındırdıklarını gör. “Bazıları köle olarak doğar” diyen Aristo‘nun, vasiyetnamesinde “kölesinin serbest bırakılmasını” isteyişindeki o gülünç hikâyeyi düşün; 23 bıçak darbesiyle öldürülen Sezar‘ın ardından, “Sezar’ı sevmediğimden değil, Roma’yı çok sevdiğimden” diye bağıran Brütüs‘ün telâşını. Beni çok sevme. Bir kitap yaz; son cümlesi “gök gürültüsü” olsun.
Marsilya kentini kuran bir Foçalı ol; Roma kentini kuran Antandroslu bir Troya kaçağı.
“Omnia mea mecum porto” yazılı bir dövmen olsun; okuduğun o çok sevdiğin kitapta adına en çok üzüldüğün karakterin adını taşıyan bir de teknen;
Samoslu Epiküros‘u ve tüm bahçe filozoflarını kıskandıracak kadar güzel bir de bahçen.
Şaraplık ve sofralık üzüm, erik, zeytin, iğde, nar, ayva, antepfıstığı, incir, şeftali, satsuma, limon, sakız, buhur yetişsin o yeşile çalan bahçede; o bahçenin orta yerinde de korkuluk diye diktiğin bir faltaşı, bir Priaposheykeli olsun.
Çünkü Priapos‘un kocaman penisi, ölüme meydan okumaktır.
Baharın rüzgârları, bahçenin kokularını karşı adalara taşısın.
Ada halkı senin bahçenin kokuları nedeniyle mis kokan adaları için “Moshos” desinler.
Salatanda roka mutlaka olsun. Bahçenin zeytinlerinden taşbaskıyla elde ettiğin erken hasat zeytinyağına doyur salatayı.
Rakıyı fazlaca kaçırıyorsan, eskilerin “kinara” dedikleri enginar, bahçenden eksik olmasın.
Bir sevgilin olsun ya da olmasın; sen de beni sevme.
Afrika kadar sömürüldükten sonra bile, ben de dahil hiçkimseye borcun olmasın.
Bırak da saçların bugün dağınık kalsın.
Bugün, güzel kalçalar sana da ilham versin.
“Benden ne istersin?” diyen Büyük İskender‘e, “Gölge etme, başka da ihsan istemem” dediği için; İskender‘e “İskender olmasaydım, Diyojen olmak isterdim” dedirten bir fıçı filozofuna dönüşsün ruhun.
Simurg‘u arayan kuşları Kaf Dağı‘nın ardına götüren bir Hüthüt ol; bir şehzadenin başına konmuş güzeller güzeli bir Hümâ; yedi vadili ahir zamanda, kalbur samanda keyif çat ki seni masallardaki tembel ağustos böcekleri bile kıskansın.
Hiç tanışmayacağın ve tanımadığın insanlar, en olmayacak duandan sonra bile gizlice “amin” desinler.
Kristof Kolomb‘un haritalarını ele geçirdiği zaman, Piri Reis‘in gözlerinin nasıl da parladığını hayal et ve gözlerin hep öyle parıldasın çünkü gözleri parlayan insanın yaşı olmaz.
Sana güleryüzüyle para üstünü uzatan kasiyere, sen bir buçuk defa gülümse.
En az yüz kiloluk bir yayın balığının, o tuhaf bıyıklarıyla, bir Osmanlı beyefendisi gibi sular altında sergüzeşte dalmışken, tavladığı dişi yayın balıklarının yaptığı tatlı nazı düşün.
Achilleus‘un ordularının üzerine yürüyen Skamandros nehri gibi ak.
Titanların savaşına karışma, bırak da ne bok yerlerse yesinler.
Şu yıldızlı gökkubbede, güneşten ve aydan sonra en çok parlayan sen ol;
Afrodit‘ten al adını; sana Venüs yıldızı desinler; çobanlar seni “çoban yıldızı” diye sevsinler, akşamcılar “akşam yıldızı” diye; sabah namazına kalkan hacılarsa “sabah yıldızı”.
Beni sen de sevme.
Düğününü İda‘da yap ama Eris‘i bile davet et.
Gerçek olamıyorsan bile, pek de güzel uydurulmuş bir yalan ol.
Atinalı bir “metiokos” yani bir liman haytası olacaksan da, ellerin ayakların yine de bakımlı olsun.
Bakımlı eller ve ayaklar, fonksiyonelliğe meydan okumaktır.
Orospuysan, işini severek ve hakkını vererek yap; orospuluğun orospusu ol; Perikles‘in karısı Aspasia, İskender‘in anası Olympia dahil tüm ‘heteir‘ler seni kıskansın.
Hepaistos‘tan daha fazla çalış.
Sokrates’ten daha çok düşün.
Tembellik hakkını yine de sen savun.
Yediğin zeytinin çekirdeğini avcuna tükürürken, tufandan sağ kurtulan bir güvercinin onu tükürüp de zeytin ağaçlarını tüm devrana nasıl da peydah ettiğini tasavvur et.
21. yüzyılın Oscar Wilde‘ı sen ol, havandan geçilmesin; ölürsen, mezar taşında ruj izleri eksik olmasın.
Sırf güzel şiirler yazıyor diye mor kahküllü, bal gülüşlü, arı Sappho olmaya çalışma; bu defa, Lesbos‘lu şair güzelim Sappho‘nun güzeller güzeli manzarası olmaya çalış.
“Üç güzeller yarışması“ndaki altın elmayı, “üretim hatası var” diye Hermes’le Zeus’a geri yolla.
Güzelliğin hükmünü Paris‘e bırakma, güzelliğin hükmünü veren sen ol.
İskenderiyeli Hypatia‘dan daha güzel olmaya çalışacağına, ondan daha bilge olmaya çalış.
Aşk ya da bilgelik uğruna dağları delmene gerek yok; dağlarda birkaç gün geçirmen ve kendini kendine doğru adımlaman kâfi.
Sevdiğinin zannı altında ol, pirinin kalbinde.
Pirin aşığın olsun.
Gökkubben pirin.
Sen de beni sevme; ben seni severim.
Sen bugünlük keyfine bak.
Karnın acıkırsa da hayatında ilk kez meyveleri dalındayken tat.
Tıka basa yemek yeme ama rüyanda şu pırıl pırıl dolunayı kurabiye gibi yediğini gör; deniz seviyesinin 39 kilometre üstündeyken bile dünya senin olsun; Babil Kulesi bile zevke gelip yeniden kurulsun.
Boğaz‘ın suları üç kere çekilip, beş kere kudursun.
Şişmanlıktan çatlıyorsan da heykelini Rubens yontsun.
Bir kedi ol, gezdiğin tüm çatıların kiremitleri çıtır çıtır şarkılar söylesin.
Binlerce yalan uğruna yaşayacağına, seni sen yapan bir tek gerçek uğruna öl.
Fırında yemek yap çünkü fırın mutluluktur.
Masanda canlı çiçekler mutlaka olsun çünkü çiçeğin canlısını sevmek aşk-ı ekberdir.
Paraların ön yüzüne resmini yontacakları kadar ünlü değilsen, Efes paralarındaki arı figürü kadar ünlü ol.
Kızılırmak‘ın antik adı “Alyscamps“ın döne dolaşa nasıl olur da Paris Champs Elysee’nin “Elize“sine evrilebildiğini düşün.
Eğer okumamışsam, bana Sabahattin Ali‘nin Kürk Mantolu Madonna’sını hediye et.
Eğer delirmemişsem, beni delirt.
Zaferlerini zeytin, defne ya da mersin yapraklarıyla yaptığın çelenkleri saçlarının hemen üzerine koyarak kutla; aralarına birkaç ölü arı serpiştir ama arıları öldürme.
Sana deli diyene, sen divaneyim de.
“Lykia Yolu’nu yürüyeceğim” deme, hiç değilse bu yaz, bu defa yürü o yolu.
Oğuz Atay‘ın Tutunamayanlar‘ını artık bitir.
Kitap yazamıyorsan bile, bir kitap yazsaydın, adını ne koyabileceğini düşün ve bir kenara not et; kulübe hoş geleceksin, çünkü artık bir kitap yazmaya başlamış olacaksın.
Sen de beni sevme, n’olursun…
Helle‘nin de boğulduğu yer Hellespont‘un en dar yeri Sestos ve Abydos arasında boğulan Hero ve Leandros için yas tut mesela; Kala-i Sultaniyye sana eşlik eder; görürsün.
Ben muhtemelen aynı yeri yüzerek geçmeye çalışacağım, bir mayıs akşamına doğru.
Beklerim.
Bu dünyanın tüm çatışması ve kederi, rind ile zâhid arasındaki haldedir; Dionysos (Bacchus) olamayacağını biliyorsan, adı Bakkahi‘lerden, yani Bakha'lardan, yani İbbaki‘lerden, yani Zembekikos‘lardan gelen bir Zeybek ol;
“Evohe!” diye bağır, harmandalına gönlünü ver; zeybeklerin başlarındaki çiçekli yazmaların, aslında, antik dünyada Bakkahi’lerden kalma çiçek çelenkleri ve asma yaprakları olduğunu bil ve zeybekleri sev. Ege'yi sev.
Harmandalını sev.
Harmandalı oynayan zeybeklerin, kollarını her havaya kaldırıp yere çöktüklerinde, aslında, şaraplık üzümleri toplayıp sepetlere koyduklarını ve yeniden ayağa kalktıklarında da o üzümleri şarap olsunlar diye ezerek kendinden geçen Dionysos alaylarına karıştıklarını gör. Madde ve mâna ayrımında Dionysiak şölenlere ruhunu ve bedenini kaptır. Dionysos'un aşkına; yer gibi kertil, toprak gibi savrul; mey gibi ak, sel gibi vur!
“Âteş-i ıskest ke’nder ney fütâd, cûşiş-i ışkest ke’nder mey fütâd”ı ezberlemene gerek yok; anlamını bilmen yeter.
At nalı şeklindeki bir şölen masasının etrafında yaptıkları “aşk”konuşmasına, “Bugün neyi övelim?” diye başladıkları için bile, Platon‘un Şölen isimli diyaloğunu okumayı her dem sürdür.
Milâttan önce 585 yılının 28 Mayıs‘ında güneş tutulması olacağını önceden hesap eden adam, Miletli Thales, “her şey sudur” diyorsa; vardır elbette bir bildiği daha;
madem böyle, bu su metaforunun bir ucundan tut ve suyun altında yıkanıyorken, kendinin de tamamen su olduğunu düşün; epey rahatlatıyor. Bunu da ben söylüyorum sana, Thales değil.
Duşun altında değil de denizin ortasındaysan; suyun yüzeyine sırt üstü yat ve gökkubbeye bakıyorken, boşlukta uçuyor olduğunu düşün; gülümseyeceksin… Su gibi olursan eğer, kalbinle düşünecek, beyninle seveceksin.
Gün gelecek, felsefeyle ileri derecede ilgilenen herkesin “bilge” olmadığını anlayacaksın;
kocaman profesörlerin bile birer zavallı olabileceğini.
Sayılara mutlak bir inançla bağlı olan ve bugünkü birçok tarikatın da kökeninin dayandığı Pisagor efendiyi düşün:
Dik kenarları 1 birim olan bir dik üçgenin hipotenüs uzunluğunun rasyonel bir sayı olmadığını kanıtlayan öğrencisi Metanpontumlu Hippasus‘u, sırf bu yüzden bir kaşık suda boğmadı mı?  
Pisagor bir katildi ve filozoflar da dahil her insan, bir kaşık suda boğma heveslisi yaratıklardır.
Fakat bazıları da vardır ki felsefelerinin tutarlılığı uğruna, Empedokles gibi de Etna kraterinin ağzından atarlar kendilerini.
Yanardağların ağzına geldiğin vakit, Empedokles‘i ve bizi düşün. Santorini Adası'na bir gün düşerse yolun, halen dumanı tüten Nea Kamenivolkanına bakıp, Firostefani sırtlarına kurularak kayıp kent Atlantis'i ve bizi düşün.
Arabeskler ve tılsımlar aklının bir köşesindeyken, bana en büyük yazarların ve filozofların gözleriyle bak.
Nebrisler giyindiğin zamanlardaysa en yükseklere kurul; senin makamın için “post nişin” desinler.
En yükseklerdeyken çamurun dibinin parlak olduğunu unutma çünkü makamının yüksekliğine bu yakışır.
Apollon'dan gözünü alamadığında dahi, Dionysos alaylarında saf tut.
Bozkırın yalnızlığına, ormanların kalabalığına aldanma; aslında her ikisi de senin etrafın.
Labrisini toprağa gömsen bile nereye gömdüğünü unutma.
Sen de beni sevme, ben seni severim.
Yeri gelir, sana şiirlerden börekler açarım. Pers topraklarına kadar uzanıp Sohrab‘tan bir iki satır bile okurum; Hayyam efendi dahi bizi kıskanır.
Bakarsın bir akordeon sesi duyulur bir yerlerden.
Ne zaman bir akordeon sesi duysam, durur dinlerim.
Beni durdurmak için akordeon çal.
Sen de beni sevme, ben seni severim.
Günlerden cuma ve ne dediğimi bilmiyorum; zürafalar yine gümbür gümbür bulut yiyor.
Karşına şair Pindaros‘un evi gibi dikilmezsem de benim adım cihanda sulhdeğil! Ne zaman bir gemi görsem, yeni Troya'yı kurmak için denizlere açılmayı kafasına koyan bir Aeneas olurum.
Ne zaman bir gemi görsem, Harar‘a kaçmayı kafasına koyan acemi bir Rimbaud olurum.
Acemi sözcüğünün, “Acem“den gelip gelmediğini de düşünmeden edemem.
Kafamın içinden, üstünde dev balinaların yüzdüğü, kiklopların cirit attığı dev portolon haritalar çizer, riskli rotalar belirlerim.
Portolon sözcüğünün etimolojik kökeninin, Portekizli denizcilerden gelip gelmediği takılır aklıma bu defa.
O gün bir buçuk hayalperestsem eğer, Afrika haritasını fillerin kulağına benzetirim.
Yeri gelir, Kserkes gibi de kabaran denizleri kırbaçlarım.
Yeri gelir, “gibi” olmam, “ta kendisi” olurum;
İthaka‘ya varamayan gemilerin tayfası, cennetten kovulanların elması.
Sen de beni sevme, ben seni severim.
Bu gidişle yemediğim halt kalmaz.
Uçurtmaya “uçutturma” bile derim. Köprüler kurulur, köprüler yıkılır.
Kara yakılar yakan, tılsımlı bakılar bakan yaşlı bir ’şaman’a dönüşürüm.
Köprücük kemiklerim derinleşir; belimdeki venüs gamzeleri belirginleşir.
Sen de beni sevme, ben seni severim.
Çünkü sevgide demokratlık diye bir şey yoktur.
Sevme halinde ayar, sevme halinde ölçü yoktur.
Mintarafillah, ortasını bulamadık diye, Aristoteles efendi bize kızar.
Sırf bu yüzden, “Demokrasi” diye diye kıçını yırtan, gözleri döne döne dört dörtlük bir “tiran“a dönüşen o adama seve seve meydan okurum.
“Köle ahlâkı“yla değil de “efendi ahlâkı“yla meydan oku sen de ve bu sistemde senin efendin olmuşların efendisi olmadan da bu hayatı terk etme.
Emin ol ki yapayalnızsın bu savaşta.
Emin ol ki yapayalnızım bu savaşta.
Yalnız savaşında sana başarılar dilerim.
Yalnız savaşımda kendime başarılar dilerim.
Başarı dileklerim bize mikron mikron güç veriyorsa, artık yalnız değiliz ve kazanacağız.
Hazırlıklar başlasın çünkü kazanacağız ve çok kalabalık yalnızlarız.
Kazanacağız çünkü devrim başıbozukluk ister.
Efesli Herakleitos bile devrimle değişir.
Zafer çelengini ben örerim mersin yapraklarından.
Balkanlar‘dan Himalayalar‘a kadar uzanan 15 yaşında bir İskenderolurum.
Sen yeter ki beni de sevme.
Ben seni sevmeler diktasını ilân ederim.
Diktatörlük günlerinde, git okulunu falan as örneğin. Okulun yoksa da işinden istifa et.
İşin de yoksa bu durumu sanata dök; işin sanatın olsun, seni sevmek de benim sanatım.
Yorulursan, ayaklarına ben yaparım en güzel masajları. Dithyrambos, bağbozumu şenliklerini başlatır. Merak etme; parasız da kalmayız; parasız kalacaksak da aç ve keyifsiz kalmayız; denizlerin balıkları ve ormanların meyveleri halen canlı ve leziz. Bağlarda, güvercin yumurtası büyüklüğündeki üzüm taneleri halen bozulmuş değil.
Plajlar halen yatılabilecek ve cırcır böcekleriyle panik ataklar yaşayabileceğimiz kadar geniş…
Ben seni böyle de severim ve panlar, kendi çıkardıkları sirinks seslerinden panik içinde kaçışır.
Ağustos böcekleri, cırcır böcekleri ve çekirgeler, kendi çıkardıkları cırsesinden uçuşur.
Ateş böcekleri üçer beşer deniz fenerine dönüşür.
Biz o aralar hiç oralı olmayız ve üstümüzü gece örter.
Bakarsın, bir yerlerden bir lir sesi duyulur.
Ben ne zaman bir lir sesi duysam, durur dinlerim.
Ben ne zaman bir şeyi durup da dinlesem, ona aşık olurum.
Parmaklarım hem liri, hem de seni sever.
“Git, bir işe yara” diyenlerden de olamam.
“Git, bir şişe şarap aç” derim; daha iyi. En nihayetinde, kitabımızda "in vino feritas” yazdığı için, "in vino veritas“ yazılı durur bizim bağımızın bahçemizin kapısında; sen beni sevmesen de olur, çünkü benim için güzel olan, “salt fonksiyonel olmayan“dır.
Benim için güzel olan, “yüzde elli tahmin edilebilir ama yüzde elli öngörülemeyen olan“ın adıdır.
Şaraplık üzümün bile güzel tanesi, mücadeleyi sevenidir. Azıcık güneş görmek için, en soğuk iklimde bile kendisini hırpalayanıdır.
Benim için güzel ol; bir fırtınanın başlatıcısı bir kelebek.
Ben süt beyaz omuzlarının üzerine ‘cupidon‘lar bile kondururum.
Uğruna daktiller dökerim, sen bir işe yaramasan da olur.
Çünkü sevgide işlevsellik yoktur ve benim işim güzeli sevmektir.
Aşkta Hitler, sokakta Shakespeare, yatakta Hector‘um.
Senin için beş para etmesem de olur, çünkü seni seviyorum.
”Pes sühan kütâh bâyed vesselâm“: ”Ben de seni” deme; bana aniden bir şeyler söyle.
Ozan Önen  | 2. 11. 2012, Cuma - Çankaya, Ankara * Bu yazımın kısa versiyonu, L-Manyak Dergisi Nisan 2015 sayısında yayımlanmıştır.
247 notes · View notes
Link
şimdiden bir sigara yaktım... 
5 notes · View notes
Text
-  MUMYA ÇOCUK  -
Yumuşak ve pembe değildi Minik bir göbeği de yoktu Sertti ve içi boştu O bir Mumya Çocuktu.
Tumblr media
‘Lütfen söyleyin doktor nedir bunun anlamı? Neden minik bebeğimiz Bir gazlı bez yığını?’ 'Benim teşhisime göre -iyi ya da kötü- oğlunuz bir firavunun lanetinin ürünü’ O gece oğullarının Sıra dışı durumundan bahsettiler Ona 'arkeolojik bir gezinin kalıntısı’ dediler bilimsel bir açıklama bulmaya çalıştılar sonunda doğaüstü bir reenkarnasyon olduğuna inandılar Diğer ufaklıklarla birlikte Oynadı sadece iki kere Çok eski bir oyundu, 'bakire kurban etme’
Tumblr media
Yalnız ve dışlanmış, Mumya Çocuk biraz ağladı sonra çerez dolabına yollandı
Tumblr media
Islak gözlerini, mumyalanmış elinin tersiyle sildi
Ve bir kase dolusu şeker kaplı çereze girişti
Tumblr media
Karanlık kasvetli bir günde Küçük beyaz bir mumya köpek belirdi Sislerin içinde
Tumblr media
Yeni bulduğu mumya hayvanı için canını dişine taktı Ona piramit şeklinde bir kulübe bile yaptı
Tumblr media
O günün akşamı hava kararmamıştı daha Mumya Çocuk ve köpeği Dolaşıyordu parkta
Tumblr media
Park boş sayılırdı sadece sincabın biri Bir de Meksikalı bir kızın doğum günü partisi Oyuna dalmıştı kızlar ve erkekler Aniden kağıt bir heykele benzeyen bir şey farkettiler
Tumblr media
'Bakın bir pinata’ diye bağırdı çocuklardan biri 'haydi içini açıp alalım oyuncak ve şekerleri’ Bir beyzbol sopası kapıp Kafasını patlattılar Mumya Çocuk yere düştü Sonunda ölmüştü Kafasının içinde ne oyuncak vardı ne şeker Sadece yolunu kaybetmiş Çeşit çeşit böcekler...
                                                   -TİM BURTON - 
16 notes · View notes