İnsanlar eski zamanlardan bu yana varlığının amacını, nasıl var olduğunu, onu kimin var ettiğini, bu var eden varlığın nasıl sıfatlara sahip olduğunu hep merak etti. Elimize ulaşan yazılı belgeler sayesinde gördük ki Antik Yunan, Çin, Roma ve Hint filozofları, Katolik ve Ortodoks filozoflar, İslam filozofları ve Modern filozoflar bu konu üzerinde çokça kafa yormuştu. Tüm bu düşünceler din…
Madam ne yazılırza yazılsın ne söylenirse söylensin hep eksik kalacak aşk.
Bazen aşk gider. Ve hayatta gider onun peşinden. Sen terk edildiğin yerde öylece kalakalırsın. Bir sabah uyanırsın ki, gözünü açtığın ömür senin ömrün değildir. Aynada tek parça görünen bedenin, aslında içinde lime limedir. Nefes diye içine çektiğin, ciğerlerinde parçalanmış aşkının cam kırıklarıdır. Her sabah ölmeyip, neden uyandığına lanet edersin.
Bazen aşk gider. Önünde bir kadeh rakı, küllükte bir ölüm dolusu izmarit, öylece bakakalırsın arkasından. Kulağın hiç çalmayacak olan telefondadır. Zaman dursun saatler geçmesin istersin. Tanrım n'olur gerçek olmasın, n'olur güneş doğmadan geri dönsün, teninde başka bir tenin kokusunu getirse bile dönsün yeter ki, hiç bir şey sormam ona, bu geceyi yaşanmamış sayarım, unuturum, yeter ki aşık olmasın. İçinde durmaksızın çığlık atar dualar. Ama bazen aşk gider ve o çaresizce yalvardığın tanrı bile gider peşinden. Sonra sabah olur. Güneş doğar. Aşkın gelmez bir türlü. Bir gecede değişir ömrün. O bir türlü inanmak istemediğin kader, sanki seninle alay eder gibidir. Ömrünü adadığın, yıllarını önüne serdiğin aşkın bir gecede başka hayata karışmıştır işte. Bir gecede bir başkasının aşkı olmuştur. İnanamazsın.
Bazen aşk gider. Ve sen yıllardır içinde yaşadığın yürekten, valizler dolusu anılarla kendi yalnızlığına taşınırsın. Elin varmaya varmaya boşaltırsın dolapları. Çekmeceden çıkan her giysi parçası onunla geçirdiğin anların tarihiyle ağırlaştıkça ağırlaşır. Onun kollarında geceler boyu cennet uykulara karıştığın yatak, sen giderken utancından bakamaz yüzüne. Doğmamış bebeğinin yerine koyup büyüttüğün cam önündeki o küçük mor menekşe, yapraklarına kondurduğun veda öpücüğündeki hasrete büker boynunu. Valizlerini kapı önüne yığıp, yüzün sırılsıklam, son bir sigara için koltuğa yığılırsın. Gidiyorsundur işte. Aşkını kendi ellerinle bir başka aşka teslim edip. Ömrünün onun ömrüne, hayallerini onun hayallerine, sevdanı onun sevdasına ekleyip...
Bazen aşk gider. Ve adresi değişir evinin. Sesinin tonu değişir, yüzünün rengi. Yatağının sıcaklığı. Yediğin yemeğin tadı. Uykuların değişir. Ve rüyaların. Her akşam açıp girdiğim kapıdan başka bir sevda giriyordur artık. Her gün oturduğun koltukta, o bakmaya doyamadığın gözlerin ışığında başka bir sevda oturuyordur şimdi. Yıllardır evinde ağırladığın, masalarına konuk olduğun. Hayatlarını paylaştığın dostlarının kahkahaları arasına bir başka ses karışıyordur artik. Senin gölgene alışkın duvarlar bile çoktan kabullenmiştir yokluğunu. Her gece uyuduğun yastığa bir başka sevda kokusunu bırakıyordur. O öpmeye kıyamadığın dudaklarda bir başka sevdanın adı. Aşkının o tek cenneti bildiğin uykularında bir başka sevdanın rüyaları. Bazen aşk gider. Ve anılarda gider peşinden.
Siz hiç o yüreğinize sığdıramadığınız aşkınızı bir başka aşk için ağlarken gördünüz mü? Ben gördüm. Kör oldu gözlerim onunla sevdasına ağlamaktan. Bir alev topu gibi onun için çiğlik çığlığa yanarken, siz hiç aşkınızın önünde diz çöküp, bu kadar çok seviyorsan sakın bırakma onu, sana kıyamam, n'olur git, diye yalvardınız mı? Onu bir başkasının kollarında düşünürken, siz hiç geceler boyu aklınızı kaçırmamak için kendi kendinize bağırdınız mı?
''Unut onu, unut onu, unut onu ya da öl!''
İçinizdeki o durmak bilmeyen yangının acısını bastırsın diye kanatıncaya kadar bileklerinizi ısırdınız mı? Gözyaşları içinde yastığınıza gömülüp, Tanrı’ya sığınmak istediğinizde, artik başka bir yüreğe sevdalı olan aşkınızı ondan geri istemekten utanıp, dua etmekten vazgeçtiğiniz oldu mu hiç?
Siz hiç yana yana sevdiğiniz bir sevgilinin yoluna gençliğinizi serip, yoluna kalbinizi serip, yoluna ölümünüzü serip, onu güle güle bir başka aşka uğurladınız mı?
Bazen aşk gider. Ama ölüm gelmez bir türlü. Ne yapsanız da öfke duyamazsınız, giderken bir kibrit aleviyle ateşe verdiği geçmişinin alevleri içinde eriyip giden yüzünüze, silinip giden kokunuza, kül olan yüreğinize dönüp bir kez bile bakmayan o sevdanıza. Anlarsınız, aşktır bu, öfkeyi bir türlü yurduna kabul etmeyen. Vefasız bir unutuşa kurban olsa da solup yitmeyen. Hayattan soğutup, size ölümü özleten. Ölü bir bedende canlı kalmakta direnen. Anlarsınız aşktır bu...
Bazen aşk gider. Günler geçer ardından. Ve aylar, bazen de yıllar. Bebekler büyür. İnsanlar yaşlanır. İnsanlar ölür. Eşyalar eskir. Evler yıkılır, kurur ağaçlar. Sokakların adı değişir. Anılar belleğin acımasızlığına teslim olur. Sevilen unutur, seven yanar. Bazen aşk gider. Ya da siz gittiğini sanırsınız.
Abhasavada, Sanskritçe bir kavramdır; kelime anlamı olarak abhasa'dan türemiştir ve abhasa da yansıma, benzeme demektir. Hint felsefesinden Advaita Vedanta geleneğinde ise "görünüş teorisi" anlamında kullanılır. Burada Advaita Vedanta geleneğinden Hintli filozof Suresvara, Abhasavada ile aslında Platon'un idealar teorisine yakın bir teoriyi anlatır. Bireysel ruhun sadece yaratıcı tanrı Brahman'ın bir yansıması, projeksiyonu olduğunu söyler. Bunun nedeni ise Brahman'la tüm ruhların özdeş olduğuna inanılmasıdır.
(bir kitapta okumuştum:
“gerçek, hiçbir yerde değildir bazen”)
yalnızlık çok oynak, hiç durmuyor yerinde
yavaş yürüyor ama çok hızlı ilerliyor
yetişemiyorum arkasından
haberler de hiç durmuyor yerinde
sözcükler, bombalar, füzeler de öyle
savaş nedir diye bir soru da yürüyor benimle
aynı anda adım atıyoruz
aynı anda dönüp bakıyoruz birbirimize
“savaş, onursuzların zevk barınağı”
dedim yüksek sesle
sesim yankılandı gri koridorlarda
aynı anda adımı kara listeye aldı devlet
devletler
büyük devletlerin oyuncağıdır
(gerekirse Huriye'ye dört adam gönderirim
bu tarafa sekiz füze attırıp
savaş gerekçesi üretirim
diyordu ağzı kan kokan
Huriye, bizim kadim komşu kızımız
sonra acımasızca geçti üstünden
uzak yakın bütün komşular
adı orospuya çıktı bu yüzden Huriye’nin
hepimiz biliyorduk
bu işte bir mit yeniği vardı)
herkes biliyordu bunu
herkes susuyordu
herkes gidip ona veriyordu oyunu bile bile
“herkes” dünyanın en zavallı sözcüğü
“herkes” dünyanın en büyük çöplüğü
bir yerde katilleri yüceltiyorsa büyük çoğunluk
erdemler ormanı bomboştur orada
yürüye yürüye
az sonra dolmuş durağındayız
ben ve savaş nedir sorusu
durakta bekleyenlerin her biri
dolmuşuna binip gidecek bir yere
bizim binip gideceğimiz yok
geziniyoruz sadece
dolantı diye bir sözcük yanaştı
alıp götürdü savaş nedir sorusunu
yanıtlandığı için ölüydü artık soru
baş başa kalıp göz göze geldik dolmuş durağıyla
baktım durağın camları üşüyor
anlamını yere düşüren insanın soğukluğundan
ceketimi ona verdim
iç cebimde sakladığım öykü tanecikleriyle
siz gidin dedim görünmez arkadaşlara
siz gidin, siz gidin
ben bir sonraki düşle yetişirim size
sözü kısmayı
yolu uzatmayı seviyorum yeni çıkmazlara giderken
eskimiş evlerin yanından geçiyorum
arkası kovulmuşluk kokan sıra sıra duvarlar
üstüne yapışan uğultular, düşüşler, kırıklar
kimse yoktu içeride
hiç kimse yoktu, hiç
evlerin parmakları ölüydü
dedim ya yalnızlık çok oynak
bir o kadar da sempatik
bazen ortalıkta hiç gözükmüyor
bazen her yerde
pejmürde kılığı veya smokiniyle
tanrı muamelesi yapılıyor ona
bütün mekânların sahibidir o
ve dünyanın en büyük emlak zengini
(pavyonlar, gece kulüpleri,
neonlu caddeler, yüksek sosyete
istasyonlar, terminaller
şirketler, patronlar,
patronların metresleri
makamlar, yüksek maaşlar
felsefeyle yürüyen mafya
petrol kuyuları, paralı yollar
görkemli şehir hastaneleri
geçiriliş garantili köprüler
kripto para, borsa, dolar
bir de şarkıları vardı:
“beraber euroduk biz bu yollarda”)
“gerçek, hiçbir yerde değildir bazen”
sözünü bıraktım eski yerine incitmeden
tekrar düşündüm:
“her zaman her yerdedir gerçek”
onu şimdi gönderip
bir sonraki düşle asla yetişemezsin ona
TANRI, Kendi varlığını insana, insanla anlatmaya çalışmamıştır….
İnsanın doğduğu yer inancını belirler. Çinde doğsan budist, Hindistan’da doğsan Hindu Japonya’da doğsan şintoist olma ihtimalin %90 idi…Ve insan nerede doğacağını belirleyemez.Din toplumlar için değil, her zaman yöneticiler için lazım olmuştur…
Dinlerin analitik düşünceyi engellemesinin bir numaralı sebebi; analitik düşününce nontesit olacağınızdır.
Mesela dünya üzerinde binlerce inanç, yüzlerce tanrı vardır, bunlardan hangisinin gerçek olduğunu bilmek imkansızdır. Dinlerin uzun yaşamasının en önemli sebebiyse politik olarak binlerce yıldır çok iyi şekilde kullanılmasıdır.
Zira; Öldükten sonra yaşama inanmayan bir insanı durduk yere elinde kılıç olan binlerce insanın üzerine yollayamazsınız.
Zira yeteneği ne olursa olsun farklı inançtan bir insan asla koyu teist çoğunluk olan bir ülkede yöneticilik yapamaz.
SESLİ DÜŞÜNCE
DOĞRU-GERÇEK VE İNANÇ
herkesin öldüğü ve çürüdüğü bu dünyada "gerçek" ne işimize yarar?
Gerçekliğin doğası ve zihinle ilişkisi buna cevap verebilir…
Philip K. Dick’in muhteşem tanımıyla başlamak isterim : -“Gerçeklik, ona inanmayı bıraktığın vakit, kaybolup gitmeyendir.”
Gerçeklik veya hakikat, günlük kullanımdaki anlamıyla, "var olan her şey" demektir. Bilimde, dinde ve felsefede farklı anlamları vardır. Düşünceden bağımsız olarak zamanda ve mekanda yer kaplayan her şey gerçektir. Herhangi bir şeyin gerçekliği insan zihnine bağlı olmaksızın var olmasıdır.
Gerçeklik, günlük kullanımıyla, haddi zatında var olan şeylerin durumudur. Gerçeklik terimi, en geniş anlamıyla, görülebilir yahut idrak edilebilir olsun ya da olmasın her şeyi içerir. Gerçeklik, bu bağlamda; varlık, varoluş ile sınırlı tutulmuş olsa da, varlık ve yokluğu kapsar. Diğer bir deyişle, gerçeklik, felsefi alanda hiçliğin ve onun fiziksel obje ya da süreçlere sahip diğer konseptlerle uyuşmasının biçimsel bir mefhumu, bir kavrayışıdır.
Eğer biri konuşup diğeri dinliyorsa, hakikat yalnızca hakikat olarak düşünülemez, çünkü bireysel eğilim ve hata yapabilirlilik, kesinlik ya da nesnelliğin kolay elde edilebilir olduğu fikrine meydan okur.
Doğru esaslı bir prensip olarak anlaşılan bir fenomendir. Nadiren kişisel bir yoruma konu olabilir.
modern dünyada gerçekliği belirlemek veya araştırmak için kaynak ve yöntem olarak akıl, ampirik kanıt ve bilim gerek ve yeter şarttır…
"Benim gerçekliğim senin gerçekliğin değil."
"Algı gerçekliktir" veya "Hayat, gerçeği nasıl algıladığınızdır" veya "gerçeklik, yanına kalabileceğiniz şeydir" (Robert Anton Wilson
İnanç, bir önermenin doğru olduğuna ya da bir durumun söz konusu olduğuna ilişkin öznel bir tutumdur. Öznel bir tutum, bir şey hakkında bir duruşa, tepkiye veya görüşe sahip olmanın zihinsel durumudur. çok az kişi yarın güneşin doğup doğmayacağını dikkatle düşünür, sadece doğacağı varsayımıyla hareket eder. Dahası, inançların "meydana geliyor veya gözlemlenebiliyor" olması gerekmez (örnek "kar beyazdır" gözlemlenebilir)
inanç ile inançsızlık arasında basit bir ikilem değil, inancın derecelerinin geniş bir yelpazesi vardır
-Düşünce süzgecinden sonra kişinin inançlarını gözden geçirmesinin akılcı yolu nedir?",
-İnançlarımızın içeriği tamamen zihinsel durumlarımız tarafından mı belirleniyor yoksa ilgili gerçeklerin inançlarımız üzerinde herhangi bir etkisi var mı (örneğin, bir bardak su tuttuğuma inanıyorsam, bu, suyun H2O olduğu yönündeki zihinsel olmayan gerçek, bu inancın içeriğinin bir parçası mıdır)?
Aslında bu kdar kasmaya da gerek yok inananlar vardır
İnanmayanlarda vardır
Eğer daha yüksek düzeyde kaygı duyarsan, daha düşük yaşam beklentisi ve daha yüksek dindarlık yaşarsın…
bir ara JAİN FELSEFESİNİ okumanızı öneririm ilginç gelecektir
Gerçek nedir? İnancımı çürütün!
Eğer bir gerçek ortada salınıyorsa o gerçek değildir. Eğer bir gerçek, az bir çaba ile bulunabiliyorsa o da gerçek değildir. Tüm gerçekler aslında görünmeyen bir yüzdedir. Ona ulaşmak zeka ve ‘Antitez’ gerektirir.
Gerçeğin Gücü Antitezindedir
Sen ve ben gerçeği bilmek isteyenleriz. Daha fazlasında gezinmek için, Antitez yaratmak zorundayız. Bu antitez, gerçek sanmadığımız olası gerçekler hakkında bilgi sahibi olmamıza, farklı görüş açılarına ve çok yönlü bir kapasite artışına sebebiyet verecektir.
son cümlem: Toplama kendini yerden. Yeni baştan şekillenecek. Ve hepsi seni darmadağın edecek…
Ne zaman seni düşünsem yalnızlığım aklıma gelir. Bir ürperti gibi derinden derine duyarım çaresizliğimi. Nedir bu gürültüler derim, top patlamaları. Nedir bu şakaklarımda zonklayan ağrı. İçimden dalga dalga boşanan gözyaşları ne? Bu hangi nehir ki uzayıp gider alabildiğine. Nedir bu ümitsizlik dolu bu kahır dolu yaşlar. Bu denizler altında kopup gelen fırtına. Bu bir çağlayan gibi uğultulu yaşlar. Oysa zamandır ilerleyen imkansızlıklar içinde. Başlangıcı olmayan bir sondur yaklaştığım. Bu ipince nehir nereye gidiyor bilen var mı? Ağlatan ne beni? Bu doyamadığım dakikalar mı? Düşen aksi mi gözlerime, o bal rengi gözlerin. Ki içimde çalkantısıyla hıçkırır denizlerin. Sorarım; bu ağlamak ne kadar, nereye kadar? O zaman rüzgar durur, fırtına diner ansızın. Kapanır yorgun gözlerim, bir gece başlar ve karanlık uykularla sürer ağlama saatleri. Uyanınca bir ıslak şafaktır gördüğüm. Bi büyük resimdir gökyüzü, seyrederim. Yine özleminle yanıp tutuşur gözbebeklerim. Duyarım vurgularını başımda çaresizliğin. Ben ağlayacak adam değildim bi kadın için. Beni perişan edecek ne vardı bu kadar? Bi de erkekler ağlamaz diyorsun. Tanrılığından utanmasa, tanrı bile ağlar.
Her insan "deist" olsa ne olacak? Bir insanın kafasının içinde bir ur gibi tanrı fikiri yine kutsal olarak kalacaktır. Dinin uzun yıllar ayakta kalmasının nedenlerinden biriside budur. Önce Bireyin zihninde kutsalın yıkılması esastı. Buda Tanrı fikri denilen bu kurguyu anlatıp işi temelinden söküp atmaktır.
Yaşar Nuri Öztürk ve Ülkemizde Arif Tekin, Turan Dursun, İlhan Arsel, Gibi Yazar ve düşünürler bunu dini islamı kuranı kitaplarında hep eleştirmişlerdir. Ancak bana göre dinlerin özünü ve temeli teşkil eden "Tanrı fikrini" yıkmadıkca bu işi bir tık ileri taşımak imkansızdır. Anlatılan eleştiriler doğrudur ancak "Metod" yanlıştır. Tanrısız din eleştirisi hep eksik kalacaktır. Zira zihinde bir kutsal birakmak tekrar o inancın filizlenmesine yol acaktı. Zira Tanrı fikri içinde taşıyan her bireyin muhakeme yetisi olmayacaktı. O kutsal Tanrı inancı doğru düşünmesine engel olacaktır. Bilim insanları örnek gösterenler mutlaka bu konularda da araştırma yapmaları gerekmez mi? Atatürk'ü İkide bir dillendiren islam eleştirmenleri niçin Jean Meslier'in Sağduyu" Kitabını okumazlar onu tanıtmazlar? Neden niçin? İşlerine mi gelmiyor yoksa gözden mi kaçıyor o kadar kitap tanıt o kadar kitap oku ama Atatürk'ün çevirtmiş olduğu kitabı es geç olmaz bu samimiyet olmaz. Eğer gerçekten bir şeyler yapmak istiyorsalar bu arkadaşlar mutlak her şeyi açık seçik ortaya dökmek zorundadırlar aksi halde İnsanların zihninde bir "Deistlik" bir "Ağnostiklik" sürüp gidecek. Bu netice vermiyecek bir boşa kürek çekmektir inanları yine dinin içinde bir inançın içinde tutmaktan öte geçmeyecek bir tekrar olacaktır. Ağacın kökü ve gövdesi dururken dalları ile uğraşılmaz.
Şu kafa nedir? Ben Allah'ın kitabını kabul etmiyorum, ama Allah'ı kabul ediyorum... bu nedir? Deistlik"
Kafada bir kutsal birakma fikri onu bütün yönleriyle ortaya koymamaktır. Tanrı mutlaka ele alınmalı bilim insanları bu konuda ne demişler. Gelmiş geçmiş ne kadar tanrı vardı?
Sanki hiç araştırma yokmuş gibi davranmak ciddiyetten uzaktır.
*
Tanrı bir varsayımdır! Friedrich Nietzsche
*
Stephen Hawking Fizikçi ve kozmolog / Bu konuda ne demiş?
"Bilimi anlamaya başlamadan önce, Tanrı'nın evreni yarattığına inanmamız doğaldı. Fakat artık, bilim çok daha ikna edici bir açıklama sunuyor."
"Kainatı kimse yaratmadı; Kimse kaderimizi çizmiyor."
"Bilim, tanrıyı gereksiz kılıyor."
"Tanrı'ya bir ihtiyaç yoktur. "Stephen Hawking
*
"Tanrı adına işlenen cinayetlerin sayısı, şeytan adına işlenenlerden çok daha fazladır. Erica Jong
*
Tanrı fikri insanın mantığını ve muhakeme yetisini yok eder. Mihail Bakunin
Muhakeme yeteneğini yok eden hastalık din belası mıdır yoksa Tanrı belasımıdır?
*
"Eğer gökyüzünde bir şeye saldıracak isen, tanrıyı hedef almalısın.
"Vicdan, insanın içindeki tanrıdır. Victor Hugo
*
Tanrı kavramının kaynağı, insanın duyduğu acıda, korkuda ve tedirginliktedir. Baron d'Holbach
*
"Tanrı fikri, insandaki adalet isteğini ortadan kaldırır ve insan özgürlüğü önündeki ciddi bir engeldir.
"En başta, ilahiyatın ilahi zorbalığına, tanrı’nın hayaline başkaldırmak gerekir. "Tanrı fikri insanın mantığını ve muhakeme yetisini yok eder. Mihail Bakunin
*
Zihninde bir tanrı fikri olan insana, din eleştirisi yapılmaz. Bu yanlış insana, doğruları anlatmaktır.
Ve metot yanlıştır!
*
İnsanlar Tanrı'ya inanırlar çünkü öyle şartlandırılmışlardır. Aldous Huxley
*
Çoğu insanın Tanrıya inanması küçük yaştan öyle yetiştirildikleri içindir. Bertrand Russell
*
"Tanrı'ya inanmak otomatik bir çocukluk alışkanlığıdır.
"Tanrı'nın varlığı kanıtlanmamıştır.
"Tanrı bir ruhtur demek, hiçbir şey söylememek, hiçbir anlam ifade etmemektir. Jean Meslier
*
"İnsanlık Allahı yarattı. Nihayet insanlık vicdanında bir kuvvet yarattı. O da işte Allah’tır. Herşeyi ondan beklediler, ondan istediler. Hastalıktan, felaketten korunmayı hep Allah’larından istediler." Mustafa Kemal Atatürk
EsenKalın.
Hiçbir şey den zevk almamaya başladım en son ne zaman hayatta olduğumu hissettim bilmiyorum tanrıya karşı çıkmıyorum yada ona itaat etmiyorum karşımdaki koltukta uzanıyordu gözleri dolmuştu uzun zamandır sakladıklarını anlatacak gibiydi bende herzamanki gibi onu dinlemekten zevk alacak gibiydim saçmalasa bile onu dinlemekten zevk alırım sanırım tanrının bizi terk ettiğini düşünüyorum dedi aramızda bu konuyla ilgili 1 saatlik bir konuşma sürdü ona sorduğumu hatırladığım tek soru "tanrının bizi terk ettiğini söylüyorsun ibadetlerini yapmanın amacı nedir peki ibadetlerin tanrı ya hiç bir yararı yok öyle değilmi ibadetlerin bize de bir yararı olmadığını düşünüyorum *ve düşüncemin sebebini açıkladım üstünde bir kaç ay geçtiği için pek net hatırlamıyorum "Benim ibadet etme amacım belki bir umut tanrının bizi fark etmesi" dedi ve birkaç saat konuştuk en son eğer ağlamak istiyorsan ağlayabilirsin dedi sarıldık bir süre sustuk ve o konuşmaya başladı...
Aşkı konuşmak için dudaklarımı kutsanmış ateşle temizledim, ama hiçbir sözcük bulamadım.
Aşktan haberdar olduğumda sözler cılız bir hıçkırığa dönüştü, yüreğimdeki şarkı derin bir sessizliğe gömüldü.
Ey bana gizlerinin ve mucizelerinin varlığına inandığım Aşk 'ı soran sizler,
Aşk peçesiyle beni kuşattığından beri ben size aşkın gidişini ve değerini sormaya geliyorum.
Sorularımı kim yanıtlayabilir? Sorularım kendi içimdeki için; kendi kendime cevaplamak istiyorum.
İçinizden kim içimdeki benliği bana ve ruhumu ruhuma açıklayabilir?
Aşk adına söyleyin, yüreğimde yanan, gücümü tüketen ve isteklerimi yok eden bu ateş nedir?
Ruhumu kavrayan bu yumuşak ve kaba gizli eller nedir; yüreğimi kaplayan bu acı sevinç ve tatlı keder şarabı nedir?
Baktığım bu görünmeyen, merak ettiğim açıklanamayan, hissettiğim hissedilemeyen şey nedir? Hıçkırıklarımda kahkahanın yankısından daha güzel, sevinçten daha mutluluk verici bir keder var.
Neden kendimi beni öldüren ve sonra şafak sökene kadar tekrar dirilten, hücremi ışığa boğan bu bilinmeyen güce veriyorum?
Uyanıklık hayaletleri kurumuş gözkapaklarımın üstünde titreşiyor ve taştan yatağımın etrafında düş gölgeleri uçuşuyor.
Aşk diye seslendiğimiz şey nedir? Söyleyin bana, bütün anlayışlara sızan ve çağlarda gizli olan o sır nedir?
Başlangıçta olan ve herşeyle sonuçlanan bu anlayış nedir?
Yaşam 'dan ve Ölüm 'den, Yaşam 'dan daha acayip, Ölüm 'den daha derin bir düş oluşturan bu uyanıklık nedir?
Söyleyin bana dostlar, içinizde Yaşam 'ın parmakları ruhuna dokunduğunda Yaşam uykusundan uyanmayan biri var mı?
Yüreğinin sevdiğinin çağrısıyla babasından ve annesinden vazgeçmeyecek kimse var mı?
İçinizden kim ruhunun seçtiği kişiyi bulmak için uzak denizlere açılmaz, çölleri aşmaz, dağların doruğuna tırmanmaz?
Hangi gencin yüreği tatlı nefesli, güzel sesi ve büyülü dokunuşlu elleriyle ruhunu kendinden geçiren kızın peşinden dünyanın sonuna gitmez?
Hangi varlık dualarını bir yakarış ve bağış olarak dinleyen bir Tanrı 'nın önünde yüreğini tütsü diye yakmaz?
Dün kapısından geçenlere Aşk'ın sırları ve değeri sorulan tapınağın girişinde durmuştum. Ve önümden çok zayıflamış, yüzü hüzünlü yaşlı bir adam iç çekerek geçti ve şöyle dedi:
'Aşk bize ilk insandan beri bağışlanmış bir güçsüzlüktür.'
Yiğit bir genç karşılık verdi:
'Aşk bugünümüzü geçmişe ve geleceğe bağlar.'
Ardından kederli yüzlü bir kadın hıçkırarak şöyle dedi:
Aşk cehennem mağaralarında sürünen kara engereklerin ölümcül zehiridir.
Zehir çiy gibi taze görünür, susuz ruhlar aceleyle içer onu; ama bir kere zehirlenince hastalanır ve yavaş yavaş ölürler.'
Sonra gül yanaklı bir kız gülümseyerek dedi ki:
'Aşk Şafak 'ın kızları tarafından sunulan ve güçlü ruhlara güç katıp onları yıldızlara çıkaran bir şaraptır.'
Ardından çatık kaşlı, kara giysili, sakallı bir adam geldi:
'Aşk gençlikte başlayıp biten kör cahilliktir.'
Bir başkası gülümseyerek açıkladı:
'Aşk insanın tanrıları mümkün olduğunca fazla görmesini sağlayan kutsal bir bilgidir.'
Sonra yolunu asasıyla bulan kör bir adam konuştu:
'Aşk ruhlardan varlığın sırlarını gizleyen kör edici bir sistir;
yürek tepeler arasında sadece titreşen arzu hayaletlerini görür ve sessiz vadilerin çığlıklarının yankılarını duyar.'
Çalgısını çalan genç bir adam şarkı söyledi:
'Aşk ruhun çekirdeğindeki yangından saçılan ve dünyayı aydınlatan bir ışıktır.
Yaşam 'ı bir uyanışla diğeri arasındaki güzel bir düş olarak görmemizi sağlar.'
Ve paçavraya dönmüş ayaklarının üzerinde sürüklenen güçsüz düşmüş çok yaşlı bir adam titrek bir sesle şunları söyledi:
Bazı şarkılar çalınca yavaşlar adımlar dinleye dinleye yaşaya yaşaya kafanin içindeki hayallerle boğuşa boğuşa tutulur evin yolu. Sahi ev nedir ki yaşadığımız yermi yoksa güvende hissettiğimiz yermi yaşadığım biyer var fakat neden bilmem ama güvende hissettiğim biyer yok kendimi korumadan geçirebileceğim herhangi bi zaman dilimi varmi cidden mutlu olabilecegim kafamin bomboş olacağı, tanrı neden cenneti herşeyin sonuna koydu ki dayanabilirmiyiz saniyodu dayandik mi. Bizi bagira çağıra acı çekerek doguran annelerimizin rahmine düştüğümüz ilk anda baslamadi mi derker ve sorunlar ilk derdimiz degikmiydi karnımızı doyurmak karnımızı çoğu zaman doyurduk peki ya gözümüz doydu mu gözümüz yetindikmi yanimizdaki kadin elimizdeki para sahip olduğumuz güçle heo daha fazlasını neden istedik ne anlami vardi ki bunun neden bizdem iyileri kiskandik heo neden heo iyi olmaya çalıştık şimdiye kadar NEDEN BİKEZ OLSUN MUTLU OLMAYI DENEMEDİK BU HAYATTA .
Zor değil mi bu yaşananlar bıkmadıkmi hiç yoksa sorgulamadikmi yada sorgulayacak vakit mi bulamadık nedem hayat koşturmasi deriz heo hayat hafug tempoyla iletlemez mi hiç bi saniye bi saniye olarak yasanmazmi öğrendik artık parasız mutlu olunmaz fakat mutlu olmak en fazla paraya sahip olmak mı demektir biz neden böyleyiz neden bu kadar aç gözlü bi ırk insan
(bir kitapta okumuştum:
“gerçek, hiçbir yerde değildir bazen”)
yalnızlık çok oynak, hiç durmuyor yerinde
yavaş yürüyor ama çok hızlı ilerliyor
yetişemiyorum arkasından
haberler de hiç durmuyor yerinde
sözcükler, bombalar, füzeler de öyle
savaş nedir diye bir soru da yürüyor benimle
aynı anda adım atıyoruz
aynı anda dönüp bakıyoruz birbirimize
“savaş, onursuzların zevk barınağı”
dedim yüksek sesle
sesim yankılandı gri koridorlarda
aynı anda adımı kara listeye aldı devlet
devletler
büyük devletlerin oyuncağıdır
(gerekirse Huriye'ye dört adam gönderirim
bu tarafa sekiz füze attırıp
savaş gerekçesi üretirim
diyordu ağzı kan kokan
Huriye, bizim kadim komşu kızımız
sonra acımasızca geçti üstünden
uzak yakın bütün komşular
adı orospuya çıktı bu yüzden Huriye’nin
hepimiz biliyorduk
bu işte bir mit yeniği vardı)
herkes biliyordu bunu
herkes susuyordu
herkes gidip ona veriyordu oyunu bile bile
“herkes” dünyanın en zavallı sözcüğü
“herkes” dünyanın en büyük çöplüğü
bir yerde katilleri yüceltiyorsa büyük çoğunluk
erdemler ormanı bomboştur orada
yürüye yürüye
az sonra dolmuş durağındayız
ben ve savaş nedir sorusu
durakta bekleyenlerin her biri
dolmuşuna binip gidecek bir yere
bizim binip gideceğimiz yok
geziniyoruz sadece
dolantı diye bir sözcük yanaştı
alıp götürdü savaş nedir sorusunu
yanıtlandığı için ölüydü artık soru
baş başa kalıp göz göze geldik dolmuş durağıyla
baktım durağın camları üşüyor
anlamını yere düşüren insanın soğukluğundan
ceketimi ona verdim
iç cebimde sakladığım öykü tanecikleriyle
siz gidin dedim görünmez arkadaşlara
siz gidin, siz gidin
ben bir sonraki düşle yetişirim size
sözü kısmayı
yolu uzatmayı seviyorum yeni çıkmazlara giderken
eskimiş evlerin yanından geçiyorum
arkası kovulmuşluk kokan sıra sıra duvarlar
üstüne yapışan uğultular, düşüşler, kırıklar
kimse yoktu içeride
hiç kimse yoktu, hiç
evlerin parmakları ölüydü
dedim ya yalnızlık çok oynak
bir o kadar da sempatik
bazen ortalıkta hiç gözükmüyor
bazen her yerde
pejmürde kılığı veya smokiniyle
tanrı muamelesi yapılıyor ona
bütün mekânların sahibidir o
ve dünyanın en büyük emlak zengini
(pavyonlar, gece kulüpleri,
neonlu caddeler, yüksek sosyete
istasyonlar, terminaller
şirketler, patronlar,
patronların metresleri
makamlar, yüksek maaşlar
felsefeyle yürüyen mafya
petrol kuyuları, paralı yollar
görkemli şehir hastaneleri
geçiriliş garantili köprüler
kripto para, borsa, dolar
bir de şarkıları vardı:
“beraber euroduk biz bu yollarda”)
“gerçek, hiçbir yerde değildir bazen”
sözünü bıraktım eski yerine incitmeden
tekrar düşündüm:
“her zaman her yerdedir gerçek”
onu şimdi gönderip
bir sonraki düşle asla yetişemezsin ona
Yaşam nedir yahu? Bilen varsa söylesin ben bilmiyorum - 24/09/2008
"Hayat bu muymuş! İyi, sonra bakarız.." Nietzsche
Bir insan doğar, büyür, evlenir, biraz debelenir ve ölür.. bitti, the end, son. hepsi bu mudur yani bu kadarcık mı am.na koduğum hayatı? Descartes; "düşünüyorum öyleyse varım" derken, Şaban'ın "düşün düşün boktur işin" hipotezinden bihaberdi elbette.
Yaşam ve tanrı'yı bir bütün olarak ele almak gerekir. Bunlar birbirinden ayrı şeyler değildir aksine 'aynı' şeylerdir. Ve sana gerçeği söylemeliyim dostum; yeryüzünde tanrı arayışında ki hiçbir filozof, tanrı'ya yaklaşamamıştır bile!.. Buna karşılık ise yaşamla akan herkes, içinden geldiği için dans eden, şarkı söyleyen, resim yapan vs. herkes tanrı'nın tam içindedir. Çünkü onlar yaşamın içindedir. Daha iyi ifade etmek gerekir ise onlar yaşamın kendisidir.
Tanrı'nın ne olduğunu bilmiyorum ama ne olmadığını kesinlikle biliyorum!..
Felsefe tanrı'yı arar durur, sürekli arar durur ama bulamaz. Bulması mümkün değildir zaten. Çünkü tanrı, varoluş, yaşam veya adına her ne halt demek istiyorsanız; olduğunuz şeydir. Yani halihazırda olduğun şeyi aramak, bir köpeğin kendi kuyruğunu kovalamasına benzer. Yaşam, aranmak için değil, yaşanmak içindir!.. Yaşamın ne olduğunu bilmek gerekmiyor; bilinemeyecek bir şey olduğunu bilmek yeterli.. Ve olduğun şeyi bilemezsin zaten!..
Kalp şekli nereden gelir bilir misiniz? Kıçından.. evet evet doğru okudun, tam kıçından gelir. Hani o aşkınızı, en saf sevginizi temsil etmesi için çizdiğiniz kalp şekli, göt kökenlidir. Ne ironi ama.. Hayat seni seviyorum.. Eros'u duymuşsunuzdur. Prezervatif markası.. Yunan mitolojisinin aşk, seks, şehvet tanrısıdır. Duymasanız bile çizgi filmlerde bu karakterin birilerinin poposuna ok fırlatma sureti ile aşk yaratmasını izlemişsinizdir. Ok hep popoya atılır. Ve ok'un kalbin içinden geçtiği çizimler bu mitolojik anlatımlardan esinlenilmiştir. Yani kısaca kalp şekli eşittir popo. İnanmassan yanındaki kızı domalt, bak bakalım ne şekli çıkacak. Erkeklerde de oluşur ama kadınlarda çok daha estetiktir. Hatlar belirgin ve dolgun, tam kalp yani. Neyse ben ne anlatacaktım nereye girdim.. Aslında dikkatli okuyucular için konunun tam merkezindeyiz.
Oscar Wilde der ki; "İnsanların yüzde doksanı yaşamazlar, yalnızca vardırlar.." Ben şahsen varolduğumdan eminim ama yaşıyor musun dersen; bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum. Çünkü varolmak ve yaşamak çok çok farklı şeyler. Descartes, düşünce ile varolmayı bağdaştırdı ama varolmak yeterli mi acep? Kapağını s.ktiğimin tenceresi de VAR, ama yaşamıyor!..
Yaşamın amacı; amacı olan bir yaşam" mıdır hacı? gibi düşünceler de gereklidir elbette. Ama düşünmek yaşamayı sağlamıyor. Evet belki zihinsel çıkarımlarla varlığını idrak edebilirsin ama bu yaşadığın anlamına gelmiyor.
Bir çocuk bizim gibi düşünmez. Çocuk, "yaşam nedir" gibi salakça bir soru sormaz. Çünkü o yaşamakla meşguldür zaten. Yalnızca çocuklar gerçek anlamda yaşar, gerisi playback yapar. Yaşamın ne olduğunu yalnızca benim gibi aptallar sorar. Eğer yaşamın ne olduğunu soruyorsan yaşamıyorsun demektir!.. Ve yaşamıyorsan aptalsın demektir..
Shakespear; "Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu.." demiştir. Lakin günümüzde bunun ne demek olduğu kimin s.kinde!.. 21.yüzyıl versiyonu geçerlidir artık, o da şu; "Domalmak ya da domalmamak, işte bütün mesele bu.. "