Tumgik
felsefebilim · 4 hours
Text
Holizm Nedir?
Tumblr media
Holizm, bir bütünü oluşturan parçaların toplamının, bütünden farklı olduğunu söyleyen bir felsefi görüştür. Holizme göre, bu parçalar birbiriyle bağlantılı ve birbirine bağlımlıdır. Bütünler, parçalar olmadan anlaşılamaz ve herbir parçanın değeri bütünde ayrı bir yer tutar. Bu da bütünün parçaların toplamından farklı olmasını sağlar.
Felsefe alanında holizm, karmaşık olguları analiz için onları daha basit unsurlara bölmeyi amaçlayan indirgemeci yaklaşımlara meydan okur. Holizm taraftarları, bu tür indirgemeciliğin (redüksiyonizm), sistemi bütün olarak ele aldığında, ortaya çıkış özelliklerini ve etkileşimleri göz ardı ettiğini savunurlar. Felsefeciler holizmle, bütüncül bir perspektifi benimseyerek, gerçekliğin zengin ve dinamik doğasını yakalamayı amaçlarlar, var olan varlıklar arasındaki karmaşık ilişkiler ağına değer verirler.
Holizm (bütüncül yaklaşım), bizi indirgemecilikten bütünleşmeye, parçalanmadan birbirine bağlılığa yönelmemizi sağlar. Dünyayı yalıtılmış parçaların bir koleksiyonu olarak değil de, ortaya çıkan özelliklere ve olgulara yol açan ilişkiler ve etkileşimler ağı olarak görmeye teşvik eder.
2 notes · View notes
felsefebilim · 2 days
Note
paylaşım yaptığınız başka bir sosyal medya hesabı var mı?
Merhaba, yeni bir kültür sanat platformu oluşturduk orada da felsefe, sanat ve yaşam ile ilgili yazılar yazıyorum ve editörlük yapıyorum.
www.voxartistica.com
Instagram hesabı: voxartistica
İlginiz için teşekkürler.
Sevgiler.
5 notes · View notes
felsefebilim · 10 days
Text
Roma'nın Kökeni ve Kuruluş Mitolojisi
Tumblr media
Roma'nın ünlü şairi Vergilius tarafından yazılan Aeneas Destanı, Roman tarihi açısından oldukça önemlidir. Bu destan, Roma şehrinin kuruluşunu ve aslında Romalıların kökenine değinir.
Bilindiği üzere Roma tanrıların çoğu Antik Yunan tanrılarıyla aynıdır, sadece birçoğunun ismi farklıdır. (Venüs - Afrodit, Athena - Minevra, Zeus - Iupiter gibi) Bu durum esinlenmekten ya da çalmaktan değil tam tersi Roma'nın kökeninin de Troya'ya dayanmasından kaynaklanır.
Aeneas Destanı'nın baş kahramanı Aeneas, Troyalı bir prensti. Harabeye dönen şehirden kaçarak Batı İtalya'da bulunan Latium'a ulaşır ve orada bir krallık kurar. Latinium Krallığı, Roma İmparatoruluğunun kurulduğu topraklarıdır ve imparatorluğun temellerini oluşturur, bu şehir imparatorluğa uzun süre başkentlik de yapmıştır.
Vergilius, Aeneas'ı tanıtırken onun annesinin tanrıça Venüs olduğunu söyler ve tanrıçanın Roma İmparatoru Augustus ile bir kan bağına sahip olduğunu da ekler. Destandaki bu detay da, Antik Yunan tanrılarının soy olarak Roma tanrıları da olduğununun göstergesidir.
Roma'nın kuruluşu ile ilgili bir diğer mit-destan ise ünlü Romalı tarihçi Livius'a aittir. Livius, miti de aslında Aeneas'a dayanır.
Antik Roma'nın aile tanrıçası olan Vesta adına ailelerin küçük kız çocuklarından seçilen ve adlarına Vesta Bakireleri denen bakirelerden Aeneas'ın soyundan gelen Rhea Silvia, savaş tanrısı Mars'ın (Yunan mitolojisinde Ares) tecavüzüne uğrar. Bu olay sonrasında ise ikiz oğulları olur. Anne, bir tecavüzün sonucu olan ikizleri, nehire bırakıp boğulmaya terk etmek zorunda kalır. Dişi bir kurt tarafından bulunup emzirilen ikizler Romulus ve Remus sonrasında bir çoban tarafından evlat edinilir. Büyüdüklerinde bir şehir kuracaklarının hayaliyle büyüyen çocuklar, bu şehre de Roma adını vereceklerini daha henüz küçükken karar vermiştir. Büyüdüklerinde ise kardeşlerden Romulus kurulan şehrin, Roma'nın ilk kralı olmuştur.
13 notes · View notes
felsefebilim · 16 days
Text
Descartes Felsefesinde Bilginin Kaynağı Nedir?
Tumblr media
Descartes, felsefenin yöntem sorunu olduğunu düşünmüştür. Ona göre felsefe, güvenilir ve doğru bir yöntemden yoksundur. Felsefenin yöntemi, araştırmaya dayalı bir yöntem olmalıdır.
Descartes, yöntem çalışmalarında kendisine kaynak olarak geometriyi almış ve felsefe için de geometriye dayanan bir yöntem geliştirmek istemiştir. Burada Descartes'ın iyi bir matematikçi olmasının da etkisi büyüktür.
Descartes, felsefi bir önermenin açık, seçik olması gerektiğini savunmuştur. Ona göre seçik olmak önermenin bağlantıları ve ayrıntılarıyla diğer önermelerden ayrılabilir olması demektir; açık olmak ise üzerinden hiçbir şüphe bulundurmamasını temsil eder. Bu bağlamda Descartes, tıpkı matematikte açıklık ve seçikliğe sahip olan önermeler, çözümler gibi felsefede bilgiyi aramıştır. Bu tür bir arayışın temeline de sezgiyi oturtur. Descartes, bir önermeyi açık seçik kavradığımız zaman ortada sezgi vardır demiştir. Ona göre bilginin kaynağı sezgisel kavramadır; sezgisel kavrama doğrudan ve saf bir görüştür; sezgisel kavrama şüpheye yer bırakmaz. Karenin birbirine eşit 4 çizgiden oluştuğunu, var olup düşünebildiğimizi sezgilerimiz sayesinde biliriz.
28 notes · View notes
felsefebilim · 23 days
Text
Abhasavada Nedir?
Tumblr media
Abhasavada, Sanskritçe bir kavramdır; kelime anlamı olarak abhasa'dan türemiştir ve abhasa da yansıma, benzeme demektir. Hint felsefesinden Advaita Vedanta geleneğinde ise "görünüş teorisi" anlamında kullanılır. Burada Advaita Vedanta geleneğinden Hintli filozof Suresvara, Abhasavada ile aslında Platon'un idealar teorisine yakın bir teoriyi anlatır. Bireysel ruhun sadece yaratıcı tanrı Brahman'ın bir yansıması, projeksiyonu olduğunu söyler. Bunun nedeni ise Brahman'la tüm ruhların özdeş olduğuna inanılmasıdır.
17 notes · View notes
felsefebilim · 1 month
Text
Arthur Rimbaud Ne Demek İstedi?
Ben, Bir Başkası mıdır?
Tumblr media
Ben'in sözlük anlamı, bireyi öteki varlıklardan ayıran bilinçtir. Ben, bireyin kendini tanımladığı ve diğer varlıklardan ayrıştığı soyut, ruhsal alandır.
Arthur Rimbaud'un yazdığı bir mektupta geçen ünlü sözü ise şöyle der. "Ben, bir başkasıdır."
Rimbaud burada bu sözüyle iki şeye deyinmiş olabilir. Bunlardan birincisi, günümüzde de kapitalizmin hakim olduğu modern toplumda insanların yalnızlaşması, kendisini birçok olay ve durum karşısında tanımlayamaması ve toplumsal hayattan, yer aldığı gruplardan kopmasına işaret ediyor olabilir. Yani bu bir ötekileşme durumudur. Ötekileşen birey, benliksel olarak kendisini tanıyamaz.
Bir diğer olasılık ise yazarın dönüşüm ve tanrısallık kavramlarını kast etmiş olmasıdır. Ben, farklı dönemlerde, farklı mekan ve olgularda kendini farklı niteliklerde bulur. Burada Herakleitos'un "Tek değişen değişimin ta kendisidir" sözünü de hatırlayabiliriz. Bir bedenin ölüp toprak olması, bir ağacın bir saza dönüşmesi ben'in başkası haline gelmesine nesnesel boyutta örnekler olabilir. Unutulmamalıdır ki buradaki ben özü anlatır, tözsel bir durum söz konusudur.
16 notes · View notes
felsefebilim · 1 month
Text
Homeros'a Göre Ölüm Sonrası Beden ve Ruhun Ayrımı
Tumblr media
Yer ve gökün yaratıcı Uranos ve Gaia'nın oğlu Kronos zamanında, insanların kendi ölümleri hakkında önceden uyarıldıkları söylenirmiş. Yaşamında doğru ve erdemli bir şekilde yaşamış kişiler, kutsanmışların adasına yolculuk eder; adaletsiz, kötü bir hayat yaşamış olanlar ise yeraltına Tartaros'a gönderilirmiş. Bu kararı verenler yani onları yargılayanlar ise yaşayan insanlarmış. Onları ve sürdükleri yaşamı ölecekleri gün yargılayıp tanıklarını dinleyip kararlarını verirlermiş. Fakat kutsanmışların adası muhafızları şunu fark etmişler. İnsanlar ölecekleri zamanı bildikleri için ölecekleri günkü yargılamalarına önceden hazırlanıyor, zenginliklerini ve asaletlerini tüm ihtişamıyla sergiliyor, sahte tanıklar bulup kendilerini doğru-iyi bir kişi olarak gösterip yargıçları etkiliyorlarmış. Bu da kutsanmışlar adasına gönderilmeyi hak etmeyen insanların bir ödül olarak orada yer alması durumuna yol açmış.
Kronos'u öldürdükten sonra babasının gücünü ve otoritesini alan oğlu Zeus da muhafızların fark ettiklerini onlardan dinledikten sonra bu durumu engellemek için kararlar almış. Bu kararla, insanların kendi ölümlerini önceden bilmelerini sonlandırmış. Ayrıca zenginlik ve asaletlerini sergileyip yargıçları engellemelerini önlemek için çıplak ve tanıksız tek başlarına yargılanmalarını sağlamış. Yargıç olarak ise oğullarının en bilgelerini atamış. Verilen hükmün adil olması için de yargılanan cismin yani ölenlerin bedenlerinin yeryüzünde kalması gerektiğine karar vermiş. Yargılama sonrasında kutsanmışlar adasına ve Tartaros'a gidecek kişiler sadece ruh olarak gidebilecekmiş..
9 notes · View notes
felsefebilim · 2 months
Text
Asklepios'un Horozları
Tumblr media
Sokrates'ı yargılamak için kurulmuş mahkemeyi ilk düşünce suçları mahkemesi olarak görebiliriz. Atinalıları mevcut hükümete karşı kışkırtmak ve gençleri başka tanrılara yönlendirmekten suçlu bulunan ünlü filozof, özür dileyip affedilmeyi istemektense felsefe yapmayı ve erdemli davranış olarak sözlerinin arkasında kalmayı tercih ederek idamı seçmişti.
Sokrates, zehir içtikten sonra Platon'dan öğrendiğimiz üzere son cümlesinde öğrencilerine şunu söylemişti. "Asklepios'a bir horoz borçluyuz."
Filozof bu cümlesinde ne demek istemişti?
Mitolojide Asklepios, Apollon'un oğlu bir yarı tanrıdır ve Apollon tarafından yetiştirilmek üzere Kheiron'a verilir. Kherion, çocuğu tıp sanatında yetiştirir ve etkin biri haline gelmesini sağlar. Sonrasında ise Asklepios, sağlık ve tıbbın tanrısı olur.
Antik Yunan'da bir gelenek vardı. Hastalıktan kurtulan insanlar, sağlığına kavuşmanın adağı, minnet göstergesi olarak sağlık tanrısı Asklepios'a bir horoz sunarlardı. Bu geleneğe göre, ölürken Asklepios'a bir horoz borçlu olduğunu söyleyen Sokrates, yaşamı bir hastalık olarak gördüğünü ima ettiğini düşünebiliriz. O, yaşama hastalığından ölümle kurtulmuştur aynı zamanda da ölümlü yaşamdan kurtulan ruhu sağlığına kavuşmuştur.
39 notes · View notes
felsefebilim · 2 months
Text
Vox Artistica Yayında!
Tumblr media
Uzun zamandır üzerinden çalıştığım bir kültür-saat dergisi projem vardı. Sonunda yayında! :)
Artık daha kapsamlı ve farklı disiplinlerdeki yazılarımı yeni platformum Vox Artistica'da yazacağım. Felsefeden sanata birçok alanda ilgi çekici, keyifli okumalar yapabileceğiniz bir platform oluşturdum. Umarım beğenirsiniz.
Takip etmeyi unutmayın. Web sitesi ve Instagram sayfa linkini aşağıda bırakıyorum.
www.instagram.com/voxartistica
www.voxartistica.com
Siz de paylaşıp destek olursanız memnun olurum.
Sevgiler.
13 notes · View notes
felsefebilim · 3 months
Text
Orta Çağ'ın Karanlığı ve Aristoteles İlişkisi
Tumblr media
Felsefi düşünce açısından karanlık çağ olarak bilinen Orta Çağ döneminde aslında birçok araştırma, inceleme yapılmıştır. Bu araştırmaların genel sebebi ise dünyanın nasıl ve ne kadar kusursuz olduğunu kanıtlamak olmuştur. Üstelik bu çalışmalarda elde edilecek sonuçların, genel bir kuralı olmalıydı. Aristoteles'in düşünceleriyle çelişmemesi.
Bu temel, Aristoteles'in yaklaşımını benimseyen dini otoritelerin, kendini daha güçlü konumlandırması ve tüm alanlarda söz sahibi olmasını sağlıyordu. Kısacası, inanç ve düşünceyi uzlaştırmak hedefleriydi. Çünkü akıl yoluyla yöneltilen eleştiriler, saldırılar ancak akıl yoluyla bertaraf edilebilirdi, kilise bunun farkındaydı. Aristoteles'de akıl yolunu temsil ediyordu.
Özellikle Yüksek Orta Çağ diye tanımlanan 11. yüzyıldan Rönesans'a kadar olan süreyi dışarıda tutarsak, felsefenin amacı dini öğretileri temellendirmek ve dinin kendisini açıklamasını sağlamaktı diyebiliriz. Skolastik Felsefe olarak da bilinen Orta Çağ felsefesinde, felsefeyi yapanlar manastır ve katedrallerde yetişmiş din adamları olduğu için felsefeye biçilmiş bu amacı çok yadırgayamayız. Düşünün ki, bilimsel ve mantıklı tedaviler yerine dini amaçlı tedavilerin, din adamlarının dualarının tedavi olarak kullanıldığı bir dönemden bahsediyoruz...
17 notes · View notes
felsefebilim · 4 months
Text
Karolenj Rönesansı Nedir?
Tumblr media
8. yüzyılda Franklardan oluşan Karolenj İmparatorluğu döneminde toplumsal, ekonomik kültürel olarak bir dolu gelişme yaşanmıştır. Charlamagne (Şarlman) ile başlayan bu rönesans modern Avrupa'nın temellerinin atıldığı dönemi oluşturur. İşte bu yenilik ve gelişmelerin bütününe, Karolenj Rönesansı denmiştir.
Karolenj Rönesansı'nı tetikleyen şey, Şarlman'ın din adamlarının yozlaşmış ve çöküntü içinde olduklarını, üst tabakadaki devlet görevlisi olabilecek kişilerin de yeterince donanımlı olmadıklarını düşünmesi olmuştur. Bu dönemde gerekli entellektüel atılımı yapabilmek için kitap yazımı desteklenmiş ve artmış; Antik Yunan ve Roma'dan kalan birçok eser çoğaltılmıştır. Hatta rahipler ve keşişlerin başını çektiği ekipler tarafından çoğaltılan bu eserler, 16. yüzyıldaki İtalyan Rönesansı'nın altyapısını oluşturmuştur. Yazıda büyük-küçük harf uygulamasının da ilk defa bu dönemde kullanıldığı söylenir. Ayrıca dünyadaki gelişmeleri ve yenilikleri takip etmek hem de yeni icatlar, düşünceler için farklı bölgelerden rahip, sanatçı ve öğretmenler imparatorluğa getirilip himaye altına alınmıştır. Bu atılım ile de sosyal bilimlere ve sanatsal faaliyetlere olan ilgi artmıştır.
24 notes · View notes
felsefebilim · 4 months
Text
Kalvinizm Mezhebi ve Kapitalizme Etkileri
Tumblr media
John Calvin, Papa'nın otoritesini red ederek, kul ve Tanrı arasında hiçbir aracının bulunamayacağına inanmıştır. Ona göre kanunları koyan ve anlatan tek bir kaynak vardır; o da İncil'dir.
John Calvin'in bu temelle ortaya çıkan görüşleri, detayları ile Kalvinizm adı altında bir mezhep haline gelmiş; tüm Avrupa'ya yayılmış hatta farklı toplumsal-ekonomik süreçleri de etkilemiştir.
Peki Bu detaylar Nelerdir ?
Kalvinizm, tek kaynak olarak İncil'i aldığı için Hristiyanlığın özüne dönmeyi ve özündeki kural ve dogmaları benimsemeyi amaçlar. Toplumsal ve ahlaki açıdan insanların dürüst ve çalışkan olmasına çok önem verir. John Calvin, çalışkan ve dürüst insanların Tanrı'nın gözünde bir din adamı kadar değerli olduğunu söyler. Aynı zamanda bu dünyada mütevazi bir hayat sürmek gerekir der. Çünkü lüks mallar, lüks hayat, eğlence ve sarhoşluk insanı amacından saptırır ayrıca tembelleştirir. Tembellik de başlı başına bir günahtır.
Kalvinizm, ayrıca insanları ikiye ayırır. Seçilmişler ve seçilmemişler... Seçilmiş olanlar, yaşamlarında doğru kararlar alırlar, başarı olurlar. Bir diğer deyişle seçilmiş ya da seçilmemiş olduklarını hayatlarındaki başarılarına göre anlayabilirler. Seçilmiş olan insanlar hem dünyadaki yaşamlarında hem de ahlaki yönden sürekli gelişirler. Çünkü aynı zamanda çalışkan ve dürüst insanlardır. Seçilmemiş olanlar ise doğuştan lanetlenmiş, tembelliğe düşkün kişilerdir. (Özellikle inançsızlardan ve kutsal kitaba inanmayanlardan oluşurlardı.) Kalvinizm'e göre seçilmiş ya da seçilmemiş olmak doğuştan gelir çünkü Tanrı, var etmeden önce bazı insanları kurtulmak bazılarını da cezaya çarptırılmak üzere (Adem'in işlediği büyük günah için) seçmiştir. Bu durum zamanla değiştirilebilecek bir şey değildir... Yani bu insanın kaderidir ve kader de Tanrı tarafından belirlenmiştir, özgür iradeden bağımsızdır...
Kalvinizm Diğer Alanları Nasıl Etkilemiştir?
Max Weber'e göre Kalvinizm, iktisat ve ekonomi tarihini etkilemiş ve özellikle kapitalizmin doğuşunda önemli bir rol oynamıştır. Çünkü söylemleriyle; insanları son derece disiplinli ve tutarlı bir şekilde çalışmaya teşvik eder, zenginliği, eğlenceyi, lüksü neredeyse yasaklar ve günah olarak belirler. Bu durum da sömürü modelini güçlendirir; fakirlerin, dürüst ve çalışkanlıkla övünüp, zenginliği arzulamamasına neden olur. Hatta bu kişiler, dürüst ve çalışkanlıkları nedeniyle gerçek seçilmişlerin kendileri olduğuna inanır...
18 notes · View notes
felsefebilim · 4 months
Text
Albert Camus, "Hayat Hiçbir Şey Değildir, İtina İle Yaşayınız" Sözüyle Ne Demek İster?
Tumblr media
Sizce Fransız düşünür Albert Camus ünlü sözü;
"Hayat hiçbir şey değildir, itina ile yaşayınız." ile ne demek istemişti?
Albert Camus, birçokları tarafından varoluşçu bir düşünür olarak kategorize edilmiştir. Bunun en büyük sebebi, Camus'un hayatı anlamsız ve saçma bulmasında yatar. Özellikle ona ün getiren "Veba" ve "Yabancı" eserleri hayatın anlamsızlığı, saçmalığı ve hayata karşı iktidarsızlık fikirleri üzerine kurulmuş çalışmalardır. Hatta bu bakış açısıyla absürdist olduğu da söylenmiştir. Absürdizm, uyumsuzluk felsefesi olarak da bilinir.
Ona göre yaşamak tamamen absürt bir eylemdir. Dünya insanlara ne bir anlam ne de net amaç sunar; üstüne üstlük sürekli bir anlam arayışı içinde olmamız beklenen bulanık bir şeydir. İşte bu tamamen absürt, saçma bir durumdur. Bir yandan yaşayıp hayata değer vermeye çalışmak, diğer taraftan da ölümlü olduğunun farkında olmak ve hayatının elbet bir gün sona ereceğini bilmek tam bir absürtlüktür. Üstelik bu dualizm (yaşam-ölüm) hayatın bir çok alanında da karşımıza çıkar (keder-sevinç, iyi-kötü); bu durumu da Camus, hayatın absürtlüğünü desteklemek için kullanır. Yaşamın anlamsızlığı, anlam bulunabilecek ya da yok edilebilecek bir şey değildir. O nedenle intihar eylemi de bu anlamsızlık içinde saçmadır.
Kısacası Camus, yukarıdaki sözü ile de hayata bir anlam yüklemenin anlamsızlığından bahseder, onu dilediğiniz gibi yaşayın der. İster kalıplardan, toplumsal normlardan kopuk, ister büründüğünüz ya da size atfedilen rollere girerek...
62 notes · View notes
felsefebilim · 5 months
Text
Wittgenstein'ın Söylenemeyeni
Tumblr media
Wittgenstein'ın Tractatus'ta bahsettiği söylenemeyen ve söylenebilen kavramları birbiriyle karıştırılabilir veya sınırları anlaşılamayabilir. Bu yazımızda kısaca bu kavrama değineceğiz.
Temel olarak söylenebilen ve söylenemeyen arasındaki ayrım, doğa bilimlerinin kullandığı dil ile başka türden dilleri ayırmaya dayanır. Filozof, doğa bilimlerini diğer dillerden ayırıp ifade olanaklarını, çerçevesini belirlemek için böyle bir ayrım yapmıştır. Wittgenstein'ın "Felsefe, söylenebileni açıkça ortaya koyarak söylenemeyene de işaret eder." sözü de doğa bilimlerinin dili için oluşturmak istediği sınırları anlatır.
Söylenebilen; gerçekliği, olguları ifade eden doğa bilimlerinin anlamlı önermelerini içerir. Söylenebilen şeyler, bu bağlamda bilimsel ifadelerdir.
Söylenemeyen ise, adeta bir sınır koyucudur; dil dünyamızın sınırını belirler. Bu dünya dışında kalan transandant (aşkın) bir dünya varsa da mevcut dil dünyamızda ifade edilemez. Yani söylenemeyen, mümkün dil dünyasının dışında yer alan şeyler için kullanılmamıştır, bunun aksine mevcut dil dünyamızdaki dilin sınırını ifade eder. Bu sınırın içerisinde bilim dilinden felsefi dile, dinsel dile kadar tüm farklı diller bulunmaktadır. Yukarıda da bahsettiğimiz üzere, söylenemeyen'in sınırı; söylenen olarak tasvir edilen anlamlı önermelerden oluşan bilimsel dili de söylenemeyen'den ayırır.
Kısacası söylenemeyen, bilimsel dilin dışında yer alan felsefe, mantık, metafizik alanların konusuna karşılık gelir.
8 notes · View notes
felsefebilim · 5 months
Text
Müzik Felsefesi ve Müzikal Güzel Üzerine
Tumblr media
Antik Yunan'dan modern döneme kadar filozofların müzik hakkındaki görüş ve teorileri matematik, sanat ve estetik felsefesi kapsamında dile getirilip ve bu disiplinlere içkin olarak ana hatlarıyla ele alınıyordu.
19. yüzyılda Avusturyalı müzik profesörü Eduard Hanslick tarafından yayınlanan "On The Musically Beautiful" (Müzikal Güzel Üzerine) müzik felsefesinin bilinen ilk detaylı çalışmalarından birisi olarak kabul gördü. Hanslick, bu eserinde sanatta biçimcilik akımına paralel düşünceler ışığında müzikte biçimciliği savunmuştur. Yani bir müzik eserinin estetiği onun biçimlerinden anlaşılabilir; anlamı da güzelliği de içerdiği sesler, temalar ve ritmik hareketleri kapsayan bu biçime dayanır. Öyle ki, Hanslick müziği sessel olarak hareket eden biçimler olarak tanımlar. Bu biçimsel öğeler, aynı zamanda bir eserin fiziksel özelliklerini oluşturur. Duygular ise fiziksel özelliklerden sonra gelir yani ikinci plandadır. Bu bakışa biçimcilik denmesinin sebebi de zaten duygulardan, hislerden ziyade biçime, tekniğe önem verilmesinden kaynaklanır.
27 notes · View notes
felsefebilim · 5 months
Text
Modern Felsefede "Açık" Kavramı
Tumblr media
Açık kavramını ithaf ettiğimiz şey, belirgin ve tartışmaya yer bırakmayacak şekilde algılanabilen, kolay anlaşılabilen bir şey olmalıdır.
Modern dönem felsefesinin başlangıç noktası kabul edilen Descartes, açık kavramına üstteki tanım ışığında insanın hakikati kavrayabilmesi için gerekli olan önemli koşullardan birisidir der. Doğruluk da açık-seçikliğe dayanır. Açık-seçik olan şey aklın hata yapmasını da engeller. Buna göre açık olan şey; diğer benzer nesne, olay ve olgulardan bariz bir şekilde ayrılmış olmalıdır. Bu açıklık onu ayırt etmemize, tanımlayabilmemize olanak vermelidir. Descartes'e göre matematik ve geometri buna en büyük örnektir.Örneğin; 2*2'nin 4 olması açık seçiktir ve bir doğrudur. Var olan şartlar ne kadar değişirse değişsin bu sonuç değişmeyecektir.
21 notes · View notes
felsefebilim · 6 months
Text
Irigaray ve Dişil Öznellik
Tumblr media
Kristeva ile birlikte Fransız feminist felsefesinin önemli isimlerinden birisi olan Luce Irigaray, psikanalizci olmasının da etkisiyle felsefe düşüncelerinde psikanalizden özellikle de Lacancı yaklaşımdan bir çatı oluşturmuştur.
İlgili olduğu disiplinler olan felsefe ve psikanaliz hakkındaki genel eleştirisi sahip oldukları ataerkil yapı hakkındadır. Ona göre; ataerkil yapı, erkek hegomanyasıdır ve tek cinscilikten oluşur. Bu yapıdan kurtulabilmek için kadınların yeni bir dil ve söylem gereksinimine ihtiyacı vardır. Bu dilin, kadınları erilleştirebileceğine değinir (mimesis). Irigaray mimesis kavramı ışığında; kadın, kadın gibi değil kadın olarak konuşmalıdır der. Bunun olabilmesi için de ataerkil toplum yapısından kopmuş, erillikten dönüştürülmüş özgün bir kadın formuna gerek vardır yani dişil öznelliğe...
Düşüncesinin temelinde kadının erkekleştirmeye zorlayan toplumsal, felsefi normları, düşünce ve davranış kalıplarını reddetmek, kadın bir özne yaratmak yatar. Kadın erkek eşitliğinden ziyade erkek gibi olmamak üzerine yönelir. Çünkü kadından yaratılmak istenen, eksik erkek kabul edilemezdir. Aksi takdirde ataerkil anlayış devam ettiği sürece kadın toplumdan dışlanacak ya da erkekleşmeye zorlanacaktır.
31 notes · View notes