"Bu kadar sık görüşürken benim yerime mektubumun gelmesi sizi herhalde şaşırtacak, Olga Sergeyevna. Fakat sonuna kadar okuyunca göreceksiniz ki başka türlü yapamazdım. Bu mektubu çok daha önce yazmış olmalıydım; o zaman ikimiz de sonradan duyacağımız birçok vicdan azabından kurtulmuş olurduk. Ama gene de geç kalmış değilim. Birbirimizi o kadar çabuk, o kadar umulmadık bir şekilde sevdik ki ansızın hastalanmış gibi olduk. Bu yüzden kendime daha erken gelemedim. Zaten sizi bir süre görüp dinledikten sonra kim kendi isteğiyle büyünüzden kurtulmaya çalışabilir? Kim sizinle yürürken kendini inişe bırakacak yerde adım başında durup geriye bakmak iradesini gösterebilir? Her gün kendi kendime diyordum: 'Daha ileri gitmeyeceğim artık, olduğum yerde duracağım; bunu yapmak benim elimde.' Ama gene de sürükleniyordum... Şimdi ise öyle bir savaş içindeyim ki sizin de yardımınıza muhtacım. Ne kadar derine sürüklendiğimi ancak bu gece anladım; ancak bu gece, içine düştüğüm uçurumun derinliğini gördüm ve durmaya karar verdim...
Yalnız kendimden söz edişim bencilliğimden değil, sadece şundan: Ben uçurumun dibine yuvarlandığım zaman siz bir melek gibi yukarılarda kalacaksınız ve belki bana bir göz atmaya bile lüzum görmeyeceksiniz. Dinleyin, size apaçık ve kaçamaksız bir şey söyleyeceğim: Siz beni sevmiyorsunuz, sevemezsiniz. Tecrübeme güvenin, bana inanın. Benim yüreğim yanmaya başlayalı çok zaman oldu: Gerçi yüreğim evvelce aldanarak yandı ama bu sayede insan yüreğinin gerçek ateşiyle, aldatıcı ateşini ayırt etmeyi öğrendim. Siz yanlışı doğrudan ayıramazsınız, ben ayırabilirim ve ayırmalıyım. Doğruyu henüz bulamamış olanlara yardım etmek ödevimdir. İşte size haber veriyorum: Siz yanlış bir yoldasınız, geriye dönün. Aşkın bize hafif ve gülümser bir hayal içinde göründüğü, Casta Diva'nın seslerine, leylak kokularına büründüğü, kelimelerle değil, utangaç bakışlarla kendini anlattığı sürece aşk olduğuna inanmıyor, onu bir hayal oyunu, bir gurur okşayışı sayıyordum. Ama bu oyunlarbitti artık; aşk benim için bir hastalık oldu; kendimde bir tutkunluğun başladığını hissettim; siz de daha düşünceli, daha ciddi oldunuz; bütün boş zamanlarınızı bana verdiniz; sinirleriniz gerginleşti; huzurunuz kayboldu. Şimdi korkuyorum ve anlıyorum ki bu işi durdurmak, size onun içyüzünü anlatmak bana düşen bir görevdir.
Sizi sevdiğimi söyledim, siz de beni sevdiğinizi söylediniz. Aradaki ahenksizliği fark etmediniz mi? Etmediniz değil mi? O halde sonra edeceksiniz; ben uçuruma düştüğüm zaman. Bakın benim halime, düşünün kim olduğumu. Beni sevmeniz mümkün mü? Beni gerçekten seviyor musunuz? Dün, 'Seviyorum, seviyorum, seviyorum,' dediniz, ben de size kesin olarak söylüyorum: 'Hayır, hayır, hayır.' Beni sevmiyorsunuz ama şunu hemen belirteyim ki yalan da söylemiyorsunuz. Beni aldatmıyorsunuz. Hayır denecek yerde evet diyecek insan değilsiniz. Benim size anlatmak istediğim, duyduğunuz şeyin gerçek aşk değil, sadece bir aşk umudu olmasıdır.
İçinizdeki bilinçsiz aşk ihtiyacı asıl gıdasını bulamayınca, hararetsiz ve sahte bir alevle yandı; bu çeşit ateşler kadınlarda bir çocuğa veya bir kadına gösterdikleri sevgide ya da nedensiz döktükleri gözyaşlarında, histeri bunalımlarında görülür... Ben baştan size bunu açıkça söylemeliydim: Siz yanlış bir yoldasınız; karşınızdaki erkek, rüyalarınızda gördüğünüz adam değildir. Göreceksiniz, bir gün o adam karşınıza çıkacak; o zaman kendinize geleceksiniz; yaptığınız hatadan utanacak, bana kızacaksınız; ben de bunun azabını duyacağım. Daha keskin bir zekâm, daha iyi bir kalbim olsaydı, daha samimi olsaydım size bunları daha önce söylerdim... Söylememiş de değilim, ama nasıl söylediğimi hatırlarsınız: Bana inanmamanızdan korkarak, beni ciddiye almamanızdan korkarak; başkalarının sonradan söyleyeceği şeyleri ben size önceden söyledim, sizi erkekleri dinlememeye, onlara inanmamaya hazırlamak istedim.
İçimden düşündüğüm şuydu: 'Asıl beklediği adam daha gelmedi, o gelinceye kadar mutlu olurum.' İşte insan tutuldu mu, mantığı böyle işler. Şimdi başka türlü düşünüyorum. Kendi kendime şunu soruyorum: Ona iyice bağlandığım zaman, yanımda olması benim için bir zevk değil bir zorunluluk olduğu zaman, aşk yüreğime iyice yerleştiği zaman ne olacak? O zaman kendimi nasıl ondan ayırabileceğim? Bu acıya dayanabilecek miyim? İşin sonu kötüye varacak. Daha şimdiden bunu düşünmek beni ürpertiyor. Daha yaşlı, daha tecrübeli olsaydınız, mutluluğuma şükreder ve size hayatımı seve seve verirdim; ama...
Peki ama bu mektubu niçin yazıyorum? Niçin doğrudan doğruya yanınıza gelip sizi her gün daha fazla görmek istediğimi, halbuki sizi görmemem gerektiğini söylemedim? fakat kendiniz düşünün; bunu yüzünüze karşı söylemek cesaretini nasıl bulabilirdim? Bazen buna benzer şeyler söylemek üzereyken birdenbire başka şeyler söylüyordum. Belki söylesem üzülürdünüz ya da benim iyi niyetimi anlamayarak bunu bir hakaret sayardınız. Bense buna dayanamazdım, sözlerimi geri alırdım, iyi niyetlerim toza toprağa karışır ve sonunda ertesi gün buluşmak için sözleşirdik. Şimdi, sizden uzakken durum çok farklı! Tatlı gözleriniz, sevimli, güzel yüzünüz karşımda değil; önümdeki kâğıt sessiz ve sabırlı. Size şu cümleyi rahat rahat yazıyorum (yalan; hiç de rahat değilim): Artık birbirimizi görmeyeceğiz (bu doğru).
Başka birisi olsa şunu da eklerdi: 'Bu satırları gözyaşları içinde yazıyorum.' Ama ben size yalan söylemiyorum, acımın bir gösteriş olmasını istemiyorum, çünkü dertleri, pişmanlıkları artırmak neye yarar? Bu çeşit yalanlarda sevgiyi daha fazla kökleştirmek umudu saklıdır. Bense bu duyguyu sizde ve bende kökünden kazımak istiyorum. Zaten gözyaşları ya boş hayalcilere ya da bir kadını sözle baştan çıkarmak isteyenlere yaraşır. Ben size bunları uzun bir yolculuğa çıkan iyi bir dostla vedalaşır gibi söylüyorum: Üç dört hafta daha beklesem çok geç olurdu. Aşk bir ruh kangreni; o kadar çabuk ilerliyor ki. Daha şimdiden ne haldeyim. Zamanı saatlerle, dakikalarla değil, güneşin doğup batmasıyla değil, sizinle ölçüyorum: 'Onu gördüm, görmedim, göreceğim, görmeyeceğim, gelecek, gelmeyecek... '
Bütün bunlar, gençlikte güzel; çünkü gençlik heyecanların tatlısına, acısına kolayca dayanır; benim yaşımda insan, huzuru arıyor, ben uykulu ve uyuşuk huzura alışmışım; fırtınalara tahammülüm yok. Çokları benim bu hareketime şaşarak, ne diye kaçıyor? der; çokları da gülecek. Gülsünler, umurumda değil. Sizi görmemeye katlandıktan sonra nelere katlanamam ki? Derin kederim içinde bir tesellim şu ki hayatımızın bu kısa devresi hafızamda her zaman temiz ve ışıklı bir hatıra olarak kalacak ve beni tekrar eski ruh uyuşukluğuma düşmekten koruyacak. Bu hatıra size de hiçbir zarar vermeyecek ve gelecekte gerçek aşkı bulmanıza yardım edecektir. Hoşça kalın meleğim, çabuk uçup gidin; yanlışlıkla kötü bir dala konduğunu görerek ürken bir kuş gibi çevik, neşeli ve hafif, uçup gidin... "
Ivan Gonçarov - Oblomov (1859)
5 notes
·
View notes
“…eline bir kitap geçse, bir gazete geçse okurdu. Önemli bir eser çıktığını duyunca da okumaya heveslenirdi; kitabı elde etmeye çalışır, ondan bundan ister, çabuk getirirlerse okumaya koyulurdu. Konuyu şöyle böyle anladı mı, zihni işlemeye başlardı; biraz daha gayret etse eseri kavrayabilirdi; ama sabrı tükenir, yatağa uzanır, gözlerini tavana diker, öyle bakakalırdı. Kitaplarda yanında bitirilmemiş, anlaşılmamış dururdu. Çabuk uyanan hevesi hemen geçiverirdi. Bir defa kapadığı kitabı da bir daha açtığı olmazdı.”
14 notes
·
View notes
"Sanırım yaşamaya bile üşeniyorsun..
-Öyleyim sanırım..
- Peki özellikle sevmediğin şey nedir?
-Her şey. Bu aralıksız koşuşturma, sıradan tutkular, aç gözlülükler, birbirinden üstün olma arzusu, dedikoduculuk, insanı baştan aşağı süzmeler, ilişkiler.."
78 notes
·
View notes
Oblomov beni daha önsözündeyken tokatlamaya başladı, kitabı bitirince ruhumun pestili çıkar diye tahmin ediyorum.
Bu arada ben bu kitabı alalı çok oldu aslında. Ama nedense elim gitmedi hiç, belki gözüm korktu bilmiyorum ama kendimi bu kitabı okumaya bir türlü hazır hissedememiştim. Demek ki ucundan da olsa Oblomov'a benzemeye başlamayı bekliyormuşum.
13 notes
·
View notes