Tumgik
#buz üstünde yürür gibi
yorgunherakles · 13 days
Text
yoruldum artık her yol ağzında kendime rastlamaktan. hep acılı, sarhoş ve sersem şiirler çırpıştıran bir adam.
ahmet erhan - buz üstünde yürür gibi
6 notes · View notes
chnusl72 · 3 years
Text
Tumblr media
Gelelim sana, hiç bu kadar susmak istememiştim... Bizim mevzular belliydi de, kafamız karışıktı işte biraz. “Kendi düşmanına kıyamadığında, dostuna hainlik üzerine konuşmaktan da caymalı insan.” demişti Sara hatun. Yani insan ki; omuz omuza yürür, uzun uzadıya böyle yollarda yan yana akar, süzülür ve gider ya hani.
Demem o ki, oğlum Mehmet, “Aynı otobüsteyiz belki ama yan yana koltuklarda da değiliz artık seninle.” “Niye be abi?” dedi. “Bu ay çok kar yağdı, değil mi?" dedim,"Mehmet!". “Ne olmuş abi, dedi, kar yağdıysa?”. Bilal Abi de böyle çayı yeni demlemişti, kahvenin ortasındaki sobanın üstüne de astığı beyaz mendillerden sobanın kor ateşine sular damlıyordu. “Ateş ve su diyorum Mehmet, sence hangisi daha güçlüdür?” “Su abi.” dedi. “Neden?” dedim. “Ateşi söndürür, dedi, abi.” dedi. “Ya ateş çok büyükse Mehmet?” dedim. “O zaman ateş çok güçlüdür abi.” dedi. “Peki sen hangisinin Mehmet?”
Durdu böyle, kafasını çevirdi. Kahvenin, böyle buğulanmış camının önünde elleri ceplerinde toplanan işçileri izliyorduk o gün. Kamyonlar birer birer gelip hepsini alıp böyle uzaklara, böyle çok uzaklara gidiyorlardı.Ne bileyim yani, böyle sanki dönmeyecekmiş gibiydi herkes, dönmeyecekmiş gibi de terk ediyordu herkes birer birer buraları. Yani herkes gitmek istiyordu lakin, istedikleri yere vara biliyorlar mıydı acaba bu insanlar? Ne bileyim, bana gelince de nedense izliyordum sadece; kaldığım, durduğum, olduğum yerden yani. Aklım ve bilincim, böyle henüz buraları toptan terk etmek için yeterince vazgeçme sebebim olmadığını diretiyordu bana. Ne bileyim yani, böyle herkes çıkar yola da bedenini değil; önce kendini yola çıkarmayı, kalbini götürmeyi bilmeli insan. Yani şu arada bir son yazıyorum kendime, nasıl biteceğine şimdilik karar veremiyorum sadece.
Yüzyıl sürüyor sanki o gece. Böyle uyku ile uyanıklık arasında yarım yamalak o korkunç düşüncelerimi toplamaya çalışırken farkındaydım da artık her şeyin; gizli, böyle derin büyük bir kaybetme korkusuyla uyanmasını bekliyordum. Her şeyi konuşacaktım. Gecesinde sarhoş yatmışız, böyle dünü unutan ayıklığıyla, kan çanağı gözleriyle bana baktı. Tüm gücüyle avucundaki mektuba tutundu: “Dur bakma!” dedi. “Sana artık güvenemiyorum.” dedim. Endişeli ve ürkek çıplaklığını saklamaya çalışıyordu. Dudağını ısırdı, kırmızı rujunun izleriyle böyle, dolu yatakta saçılmış böyle nar gibi paramparçaydık ikimiz de. “Hata yaptın” dedi. “Sen hata yapmıyorsun be biricik.” dedim.“Suç benim. Bir kere affettim seni ve daha sonra her defasında affetmek zorunda kaldım.” “Beni öper misin?” dedi. Derin bir nefes aldım, “Geçmiyor be biricik artık öpünce de..” dedim. “Sen böyle biri değildin.” dedi. “Ne sandın be güzelim? Beni bu hale getiren; senin gibi düşünmemi, senin gibi hareket etmeme neden olan sensin. Seni sevemiyorum artık.” Yüzünü eğdi. O gün de evden birlikte çıkmışız, peşimden geliyordu böyle yavaş yavaş.. Sokağın sonuna saptım, bir daha da o eve birlikte dönemedik.
Bilal Abi yeni demlediği çaydan koydu getirdi iki tane masaya. O gün de Mehmet’le sözleşmişiz; Mehmet’e Asiye’yi istemeye gidecektik o gün. Gecesine konuşmuş, kahvede buluşacaktık. Kösele ayakkabılarını yeni boyadığı belliydi böyle.Çiçeğine kurdele bağlamış Tatlıcı Hacı Remzi’nin pastanesinden Asiye’nin en sevdiği tatlıyı alıp gelmişti Mehmet. “Abi,” dedi. “Ne oldu?” dedim. Böyle yutkundum, “Kim oğlum senin düşmanın, bir düşün bakalım.” dedim. “Anam,” dedi. “Asiye’yi bir türlü sevemedi.” dedi. “İnsanın anası oğluna düşman olur mu lan, dedim, hiç?” "Ateş"dedi, "abi.” Yüzüne döndüm. “Buldum, su!” dedi. Durdu, düşündü. “Kim abi, dedi, benim düşmanım? Varsa bilelim, ona göre şeklimizi belliyelim.” dedi Mehmet. Ateş de su da sensin, oğlum Mehmet. Sen kendine düşmansın. Yüreğini, aklını kaptırmışsın deli bir rüzgara; hangi yana savrulduğunun farkında değilsin. Seninki sevda değil oğlum, çaresizlik.. Kendi kişiliğine olanca diretmişlikle, böyle mahallede orada burada sahip olamadıklarınla, gördüklerinle karşılaştırmayı bırak artık. Böyle mahallenin havalısı Asiye için; takmışsın ince bir kravat, çekmişsin köseleleri, üzerine iyi oturmamış bir gömlek giyip çıkmışsın anacığının sıcacık evinden; çıkıp bana anamdır diyorsun düşmanım.” Boynunu eğdi, böyle elleri titriyordu yani. Çayını yudumladı.
Durup dururken böyle bazen insan hatırlar ya hani, böyle unutmak ister ama yine de hatırlar. İlyas'da öyleydi yani; gidecek yeri olmayanın, yolu uzun, kederi de derin olurmuş. Bizim İlyas da o gün sabah kahveyi açtıktan sonra dellenmiş, gideceğim diye tutturmuş. Bilal Abi de ikna edememiş İlyas’ı; yazıhaneden biletini almış, valizini de sokağın ortasına fırlatıp, “Siktir ol git!” demiş İlyas’a. Bizimki iyice dellenip yağan karın altında it gibi titreyerek böyle kaç saat beklemiş öyle. Kahvenin karşısında kendisini alacağı otobüsü beklerken direğe asılı kayıp bir köpek ilanı görmüş İlyas. “Terzi Kamuran’ın Şeker adındaki köpeğini bulana bilmem kaç para ödül vardır!” Ödül yazısını görünce İlyas çıldırmış, böyle aklı yer gök arasında gidip gelmiş, küçücük bir çocuğa dönüvermiş İlyas.Valizi olduğu yere bırakmış, Terzi Kamuran’ın köpeğinin peşine düşmüş. Tanıyordu da zaten İlyas, Şeker’i. Daha önceleri Kamuran Hanım, Şeker’i gezdirmesi için İlyas’a para verirmiş. Mahalleyi dört dönüp bulamayınca umudunu kesmiş bizimki, yorulmuş, valizinin başına dönmüş. Valizin arkasında bir anda beliren Şeker’i fark edince böyle uzanıp yakalamak istemiş.
Böyle tam böyle atlayacak, yakalayacakken de kahveye doğru kaçıvermiş Şeker. İlyas'da peşinden böyle can havliyle adımını attığı anda bir şey çarpı vermiş İlyas’a, yere devrilmiş bizim koca İlyas. Bilal Abi yakalamış Şeker'i Terzi Kamuran böyle mahalleli toplanmış Şeker’in başına, Şeker’in bulunmasına sevinirken, bizim İlyas'da asfalt üstünde yatıyormuş. Öyle yalnız, öyle sakin, öyle titriyormuş İlyas. Bakışları böyle yeri göğü deliyormuş sanki İlyas’ın. Derin, öyle uzun, bir o kadar da sonsuz bir uykuya dalmış İlyas. Bilal Abi gitmiş, gazete kağıtlarıyla örtmüş İlyas’ın üstünü. Sonradan da öğrendik işte Bilal Abi’den. Meğer bizim İlyas’a beklediği otobüs çarpmış.
Ya ne bileyim, böyle işte her şeyi, herhangi bir zaman diliminde herhangi bir kelime ile anlatabilmek her zaman için mümkün olmuyor yani, mümkün değil yani. Kelime kullanmak insanlığın böyle en büyük zaafı olduğu gibi, kelime kullanmadan da kendini anlatabilmek.. Başka bir çaresi, yolu yok yani insanın. Mehmet'de durumun farkındaydı, ne demek istediğimin de. “Asiye seni sevmiyor oğlum.” dedim. “Seviyordur be abi.” dedi. “Asiye seni istemiyor oğlum.” dedim. “İstiyordur be abi.” dedi. “Sevmiyor da istemiyor da Mehmet!” dedim. Böyle sandalyeyi tüm öfkesi ile ittirip ayağa kalktı. “Asiye beni seviyordur da istiyordur da be abi!” diye bağırdı. Sesi titriyordu. Sustu bütün şehir, bütün kahve, herkes.. Böyle derin bir sessizlik oldu o an. Kahvenin ortasındaki o sobanın üstüne damlayan sulardan çınlayan her ses, yarası baş vermiş Mehmet’in ciğerini sızlatıyordu. Kor ateşe düşen bir vücut gibiydi sanki bütün damlalar.. “Lan oğlum, sevse seni kına gecesine dokuz elbise mi isterdi bu kız?” dedim. Acı bir gülümseme belirdi yüzünde, kolumu açtım; böyle sarıldı, böyle içten yani..
Dışarı çıktık. O kadar uzun sürdü ki kış, artık böyle hava buz kesmişti sanki o an. İt gibi titriyorduk.Hacı Remzi’ye gidip, Mehmet’in aldığı tatlıyı geri verdik. Aldığımız para ile de bir paket cigara, bir de hayalini kurduğumuz lahmacun fırını için de bir piyango bileti aldık. Mehmet dedi oradan: “Bakarsın bize çıkar be abi.” dedi. “O zaman açar mıyız, dedi, abi lahmacun fırınını?” “Açarız be oğlum, dedim, tabi.” “Hem de beş karış tabela üstüne ‘Siverekli Mehmet’in Lahmacun Fırını’nı bile yazarız.” dedim.
Ya ne bileyim işte, böyle acılara alışılamayacağının fikrinde, duruşunda, yürüyüşünde bir şeyleri değiştirmesi gerektiğinin farkındaydı artık Mehmet de; için için hissettiği gizli acı, böyle bir yığın düşüncenin arasında, pisliğin, hayatın tam ortasında, orta yerinde yani.. Nasıl yapacaktı? Nasıl öğrenecekti bunu Mehmet? Mecbur yani düşe kalka, ezilerek, korkarak ama asla vazgeçmeden..
Çiçekler mi? Anasına götürdü Mehmet.
🥀
16 notes · View notes
menemennpastirma · 4 years
Photo
Tumblr media
Sende sonsuzluğa doğru akan bir şeyler var. İnsanın şiire inanası geliyor.
- Ahmet Erhan / Buz Üstünde Yürür Gibi
(Kaynak: Instagram - kisabiralinti - https://www.instagram.com/p/B8o73wnh2rY/)
#sözler #anlamlısözler #güzelsözler #manalısözler #özlüsözler #alıntı #alıntılar #alıntıdır #alıntısözler #şiir #edebiyat #kitap
5 notes · View notes
olumsuzsozler · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Philip Massinger(1583-1640) İngiliz oyun yazarıdır. Eski Borçları Ödemenin Yeni Bir Yolu, gibi iyi kurgulanmış oyunları, hicivleri ve gerçekçilikleri ve politik ve sosyal temalarıyla dikkat çekiyor. Wikipedia
Philip Massinger Sözleri: (1583-1640)
Suçu bilmeyen korkuyu bilemez. Philip Massinger
Aldatma cüretkar bir canavardır. Philip Massinger
Hırs, özel bir insanda bir kusurdur. Philip Massinger
Yalan söylemeye cüret eden yiğit değildir. Philip Massinger
İyinin kanundan korkmasına gerek yoktur. Philip Massinger
İstekli bir zihin zor bir yolculuğu kolaylaştırır. Philip Massinger
Vicdan ve zenginlik her zaman komşu değildir. Philip Massinger
Ölümün, yaşamı dışarı çıkaracak bin kapısı vardır. Philip Massinger
Nasıl da eriyen bir buz denizi üzerinde yürüyorum! Philip Massinger
Şöhret arzusu bilge insanların ertelediği son zayıflık. Philip Massinger
Hayır, eğilmeyin arkadaşlar; masumiyet cesur olmalı. Philip Massinger
Masumiyet neyi umabilir, Yargıçları böyle oturduğunda! Philip Massinger
Başkalarını yönetmeye kalkan, önce kendine hükmedebilmeli. Philip Massinger
Suçlu yalana ihtiyaç olan yerde, masum gerçek ayakta kalamaz. Philip Massinger
Kötü haberler yutturmacadır, ama iyi olan koltuk değneği üzerinde yürür. Philip Massinger
Kör zannediyorsun ama yine de en iyi görüşümüzü senden ödünç alıyoruz. Philip Massinger
Ne yazık ki, bu kadar iyi konuşabilen, Davranışlarında bu kadar hasta olmalı! Philip Massinger
Bir kadının sesi ne kadar tatlı geliyor! Konuştuğu zaman tüm duyuları etkiler. Philip Massinger
Bir kulübede oturup kitap okumayı, sarayda oturup eğlenmeye tercih ederim. Philip Massinger
Gerçek haysiyet asla yerle kazanılmaz ve onurlar geri alındığında asla kaybedilmez. Philip Massinger
Bir elmas, boynuzlara yerleştirilmiş olsa da, yine de bir elmastır ve en saf altından parıldar. Philip Massinger
Neşeli bakışlar her yemeği bir ziyafete dönüştürür ve bir karşılamayı taçlandıran da budur. Philip Massinger
İntikam, yani bilinçimizin o susuz damlası, bizi en çok inciten şeye göz dikmemize neden olur. Philip Massinger
Zevklerimizin biraz acıdan, ekşilerimizden, biraz tatlılıktan hoşlanmadığı bir yaşam saatimiz yok. Philip Massinger
Herhangi bir insanın rütbesinin üstünde eşleşmesi, özgürlüğünü satmaktan başka bir şey değildir. Philip Massinger
Cesaretle söyleyebilirsin, saban sürmedin Ya da çorak ve nankör kumlara Din öğütlerinin bereketli taneleriyle güvenme. Philip Massinger
İyi arkadaşlıklar olmadan bütün zerafetler gerçek zevklerini kaybederler ve boyanmış üzümler gibi, Sadece görülürler, tadılmazlar. Philip Massinger
Kraldan Dilenciye, kademe kademe hepsi hizmetkardır; Ve kabul etmelisin ki, kölelik, birini memnun etmek için çalışmaktan çok, çoktur. Philip Massinger
Korkaklar daha fazla felakete uğramaktan korkarak bayılıp öldüğünde, yaşamın tüm şoklarına karşı dimdik durmak gerçek bir metanettir. Philip Massinger
https://i.ibb.co/mvBzZ2h/Philip-Massinger-S-zleri.gif
youtube
1 note · View note
sekkafa · 7 years
Video
youtube
Gelelim sana.. Hiç bu kadar susmak istememiştim. Bizim mevzular belliydi de, kafamız karışıktı işte biraz. “Kendi düşmanına kıyamadığında, dostuna hainlik üzerine konuşmaktan da caymalı insan.” demişti sarı hatun. Yani insan ki; omuz omuza yürür, uzun uzadıya böyle yollarda yan yana akar, süzülür ve gider ya hani. Demem o ki, oğlum Mehmet, "Aynı otobüsteyiz belki ama yan yana koltuklarda da değiliz artık seninle.” “Niye be abi?” dedi. “Bu ay çok kar yağdı, değil mi, dedim, Mehmet?”. “Ne olmuş abi, dedi, kar yağdıysa?”. Bilal Abi de böyle çayı yeni demlemişti, kahvenin ortasındaki sobanın üstüne de astığı beyaz mendillerden sobanın kor ateşine sular damlıyordu. “Ateş ve su diyorum Mehmet, sence hangisi daha güçlüdür?” “Su abi.” dedi. “Neden?” dedim. “Ateşi söndürür, dedi, abi.” dedi. “Ya ateş çok büyükse Mehmet?” dedim. “O zaman ateş çok güçlüdür abi.” dedi. “Peki sen hangisinin Mehmet?” Durdu böyle, kafasını çevirdi. Kahvenin, böyle buğulanmış camının önünde elleri ceplerinde toplanan işçileri izliyorduk o gün. Kamyonlar birer birer gelip hepsini alıp böyle uzaklara, böyle çok uzaklara gidiyorlardı. Ne bileyim yani, böyle sanki dönmeyecekmiş gibiydi herkes, dönmeyecekmiş gibi de terk ediyordu herkes birer birer buraları. Yani herkes gitmek istiyordu lakin, istedikleri yere varabiliyorlar mıydı acaba bu insanlar? Ne bileyim, bana gelince de nedense izliyordum sadece; kaldığım, durduğum, olduğum yerden yani. Aklım ve bilincim, böyle henüz buraları toptan terk etmek için yeterince vazgeçme sebebim olmadığını diretiyordu bana. Ne bileyim yani, böyle herkes çıkar yola da bedenini değil; önce kendini yola çıkarmayı, kalbini götürmeyi bilmeli insan. Yani şu arada bir son yazıyorum kendime, nasıl biteceğine şimdilik karar veremiyorum sadece. Yüzyıl sürüyor sanki o gece. Böyle uyku ile uyanıklık arasında, yarım yamalak o korkunç düşüncelerimi toplamaya çalışırken farkındaydım da artık her şeyin; gizli, böyle derin büyük bir kaybetme korkusuyla uyanmasını bekliyordum. Her şeyi konuşacaktım. Gecesinde sarhoş yatmışız, böyle dünü unutan ayıklığıyla, kan çanağı gözleriyle bana baktı. Tüm gücüyle avucundaki mektuba tutundu: “Dur bakma!” dedi. “Sana artık güvenemiyorum.” dedi. Endişeli ve ürkek çıplaklığını saklamaya çalışıyordu. Dudağını ısırdı, kırmızı rujunun izleriyle böyle, dolu yatakta saçılmış böyle nar gibi paramparçaydık ikimiz de. “Hata yaptın.” dedi. “Sen hata yapmıyorsun be biricik.” dedim. “Suç benim. Bir kere affettim seni ve daha sonra her defasında affetmek zorunda kaldım.” “Beni öper misin?” dedi. Derin bir nefes aldım, “Geçmiyor be biricik artık öpünce de..” dedim. “Sen böyle biri değildin.” dedi. “Ne sandın be güzelim? Beni bu hale getiren; senin gibi düşünmemi, senin gibi hareket etmeme neden olan sensin. Seni sevemiyorum artık.” Yüzünü eğdi. O gün de evden birlikte çıkmışız, peşimden geliyordu böyle yavaş yavaş.. Sokağın sonuna saptım, bir daha da o eve birlikte dönemedik. Bilal Abi yeni demlediği çaydan koydu getirdi iki tane masaya. O gün de Mehmet’le sözleşmişiz; Mehmet’e Asiye’yi istemeye gidecektik o gün. Gecesine konuşmuş, kahvede buluşacaktık. Kösele ayakkabılarını yeni boyadığı belliydi böyle. Çiçeğine kurdele bağlamış, tatlıcı Hacı Remzi’nin pastanesinden Asiye’nin en sevdiği tatlıyı alıp gelmişti Mehmet. “Abi,” dedi. “Ne oldu?” dedi. Böyle yutkundum, “Kim oğlum senin düşmanın, bir düşün bakalım.” dedim. “Anam,” dedi. “Asiye’yi bir türlü sevemedi.” dedi. “İnsanın anası oğluna düşman olur mu lan, dedim, hiç?” "Ateş, dedi, abi.” Yüzüne döndüm. “Buldum, su!” dedi. Durdu, düşündü. “Kim abi, dedi, benim düşmanım? Varsa bilelim, ona göre şeklimizi belliyelim.” dedi Mehmet. “Ateş de su da sensin, oğlum Mehmet. Sen kendine düşmansın. Yüreğini, aklını kaptırmışsın deli bir rüzgara; hangi yana savrulduğunun farkında değilsin. Seninki sevda değil oğlum, çaresizlik.. Kendi kişiliğine olanca diretmişlikle, böyle mahallede orada burada sahip olamadıklarınla, gördüklerinle karşılaştırmayı bırak artık. Böyle mahallenin havalısı Asiye için takmışsın ince bir kravat, çekmişsin köseleleri, üzerine iyi oturmamış bir gömlek giyip çıkmışsın anacığının sıcacık evinden; çıkıp bana anamdır diyorsun düşmanım.” Boynunu eğdi, böyle elleri titriyordu. Çayını yudumladı. Durup dururken böyle bazen insan hatırlar ya hani, böyle unutmak ister ama yine de hatırlar. İlyas da öyleydi yani; gidecek yeri olmayan, yolu uzun, kederi de derin olurmuş. Bizim İlyas da o gün sabah kahveyi açtıktan sonra dellenmiş, gideceğim diye tutturmuş. Bilal Abi de ikna edememiş İlyas’ı; yazhaneden biletini almış, valizini de sokağın ortasına fırlatıp, “Siktir ol git!” demiş İlyas’a. Bizimki iyice dellenip yağan karın altında it gibi titreyerek böyle kaç saat beklemiş öyle. Kahvenin karşısındaki kendisini alacak otobüsü beklerken direğe asılı kayıp bir köpek ilanı görmüş İlyas. “Terzi Kamuran’ın Şeker adındaki köpeğini bulana bilmem kaç para ödül vardır!” Ödül yazısını görünce İlyas çıldırmış, böyle aklı yer gök arasında gidip gelmiş, küçücük bir çocuğa dönüvermiş İlyas. Valizi olduğu yere bırakmış, terzi Kamuran’ın köpeğinin peşine düşmüş. Tanıyordu da zaten İlyas, Şeker’i. Daha önceleri Kamuran Hanım, Şeker’i gezdirmesi için İlyas’a para verirmiş. Mahalleyi dört dönüp bulamayınca umudunu kesmiş bizimki, yorulmuş, valizinin başına dönmüş. Valizin arkasında bir anda beliren Şeker’i fark edince böyle uzanıp yakalamak istemiş. Böyle tam böyle atlayacak, yakalayacakken de kahveye doğru kaçıvermiş Şeker. İlyas da peşinden böyle can havliyle adımını attığı anda bir şey çarpıvermiş İlyas’a, yere devrilmiş bizim koca İlyas. Bilal Abi yakalamış Şeker’i. Terzi Kamuran böyle mahalleliyi toplamış Şeker’in başına, Şeker’in bulunmasına sevinirken, bizim İlyas da asfalt üstünde yatıyormuş. Öyle yalnız, öyle sakin, öyle titriyormuş İlyas. Bakışları böyle yeri göğü deliyormuş sanki İlyas’ın. Derin, öyle uzun, bir o kadar da sonsuz bir uykuya dalmış İlyas. Bilal Abi gitmiş, gazete kağıtlarıyla örtmüş İlyas’ın üstünü. Sonradan da öğrendik işte Bilal Abi’den. Meğer bizim İlyas’a beklediği otobüs çarpmış. Ya ne bileyim, böyle işte her şeyi, herhangi bir zaman diliminde herhangi bir kelime ile anlatabilmek her zaman için mümkün olmuyor yani, mümkün değil yani. Kelime kullanmak insanlığın böyle en büyük zaafı olduğu gibi, kelime kullanmadan da kendini anlatabilmek.. Başka bir çaresi, yolu yok yani insanın. Mehmet de durumun farkındaydı, ne demek istediğimin de. “Asiye seni sevmiyor oğlum.” dedim. “Seviyordur be abi.” dedi. “Asiye seni istemiyor oğlum.” dedim. “İstiyordur be abi.” dedi. “Sevmiyor da istemiyor da Mehmet!” dedim. Böyle sandalyeyi tüm öfkesi ile ittirip ayağa kalktı. “Asiye beni seviyordur da istiyordur da be abi!” diye bağırdı. Sesi titriyordu. Sustu bütün şehir, bütün kahve, herkes.. Böyle derin bir sessizlik oldu o an. Kahvenin ortasındaki o sobanın üstüne damlayan sulardan çınlayan her ses, yarası baş vermiş Mehmet’in ciğerini sızlatıyordu. Kor ateşe düşen bir vücut gibiydi sanki bütün damlalar.. “Lan oğlum, sevse seni kına gecesine 9 elbise mi isterdi bu kız?” dedim. Acı bir gülümseme belirdi yüzünde, kolumu açtı; böyle sarıldı, böyle içten yani.. Dışarı çıktık. O kadar uzun sürdü ki kış, artık böyle hava buz kesmişti sanki o an. İt gibi titriyorduk. Hacı Remzi’ye gidip, Mehmet’in aldığı tatlıyı geri verdik. Aldığımız para ile de bir paket cigara, bir de hayalini kurduğumuz lahmacun fırını için de bir piyango bileti aldık. Mehmet dedi ordan: “Bakarsın bize çıkar be abi.” dedi. “O zaman açar mıyız, dedi, abi lahmacun fırınını?” “Açarız be oğlum, dedim, tabi.” “Hem de 5 karış tabela üstüne ‘Siverekli Mehmet’in Lahmacun Fırını’nı bile yazarız.” dedim. Ya ne bileyim işte, böyle acılara alışılamayacağının fikrinde, duruşunda, yürüyüşünde bir şeyleri değiştirmesi gerektiğinin farkındaydı artık Mehmet de; için için hissettiği gizli acı, böyle bir yığın düşüncenin arasında, pisliğin, hayatın tam ortasında, orta yerinde yani.. Nasıl yapacaktı? Nasıl öğrenecekti bunu Mehmet? Mecbur yani düşe kalka, ezilerek, korkarak ama asla vazgeçmeden.. Çiçekler mi? Anasına götürdü Mehmet..
Bir Avuç Gökyüzü (Benim Hikayelerim II) - Manuş Baba
20 notes · View notes
sozcuherifofficial · 4 years
Text
Kısa Bir Alıntı on Instagram: ““Sende sonsuzluğa doğru akan bir şeyler var. İnsanın şiire inanası geliyor.” . Ahmet Erhan, Buz Üstünde Yürür Gibi #kısabiralıntı”
Tumblr media
“Sende sonsuzluğa doğru akan bir şeyler var. İnsanın şiire inanası geliyor.” . Ahmet Erhan, Buz Üstünde Yürür Gibi #kısabiralıntı
Source by imrekbugra
0 notes
irrasyonelhayat · 5 years
Text
Yüzü gitgide suya dönüşen kadınım
Bir iğne, bir iplik kaldık şu dünyada
Ancak birbiriyle bütünlenebilen...
Ahmet Erhan, bir gün bütün aynaları
27 notes · View notes
yorgunherakles · 2 years
Quote
acını bir zırh gibi taşı
füruzan - gül mevsimidir
74 notes · View notes
gulemiyoruz · 10 years
Quote
Gelen benim için gelmiyor,gidenle bir tanışıklığım yok.
Ahmet Erhan-Yağmur Sonu
4 notes · View notes
suyunayaksesi · 10 years
Quote
Şu dağılgan yüreğimi, şu köpüklere imrenen Yüreğimi bir gün yollara atarsam Bir gün bir nehir yataklarına dolarsam, korkarım Suyumun çoğu senden yana akacak Bütün sözcüklere adını ekleyeceğim Güldeniz, Gülekmek, Gülyağmur, Gülsarap Gülaşk, Gülsiir, Gülahmet, Gülerhan Ey gül yaşamım, yitip giden düşlerim!
Ahmet Erhan
12 notes · View notes
yorgunherakles · 2 years
Quote
ben bütün yenilgileri yaşadım kalmadı sana hiçbir şey.
ahmet erhan külliyatı
38 notes · View notes
yorgunherakles · 2 years
Quote
bedenim su alıyor, denizim hırçın beni artık buraya göm adamım seyir defterimde sarhoş imzalar tayfalar teyakkuz halinde, bense yorgunum.
ahmet erhan - çağdaş yenilgiler ansiklopedisi
25 notes · View notes
yorgunherakles · 1 year
Video
yağmurlar dinince yüzün başlardı
bir çocuk utanırdı yanaklarından
bir çocuk, gitgide dalgınlaştığından
seni sevmek bir kitaptı açılıp kapanan
açıldığı oldu da kapandığı olmadı
ahmet erhan
12 notes · View notes
yorgunherakles · 2 years
Text
uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir.
32 notes · View notes
yorgunherakles · 2 years
Quote
bende inanmaların çağı geçti sende sanki ilkbahar.
ahmet erhan - çağdaş yenilgiler ansiklopedisi
15 notes · View notes
yorgunherakles · 2 years
Quote
kötü şiirler kadar yalnızsın bu gece
ahmet erhan -  çağdaş yenilgiler ansiklopedisi
116 notes · View notes