Tumgik
#bu kadar işte saf sevgi
bulutderler · 1 year
Text
- "Konuşmak istersen, beni arayabilirsin."
+ "Seni aramak için konuşmak istememe gerek yok, ben seninle susmayı da seviyorum."
18 notes · View notes
ceremir · 2 months
Text
Bir anda;
yazdı bana psikolojik manyak. Bakma manyak dediğime, psikopat da olsa evrendeki en güzel kalplerden birine sahip. Aslında kendini hatırlatmak ya da bağırıp çağırmak için değildi gelişi sadece rutinini yaşayıp, biraz içini döküp belki biraz sövüp gidecekti. Bir daha rüyamda görmedim seni. Hatırlıyor musun anlatmıştım sana, seni rüyamda ilk gördüğümde odamda uzanmış bir hâldeyken bir anda kalkıp bana 'PİŞMAN OLACAKSIN' demiştin ve gerçekten de öyle oldu biliyor musun? Gerçekten de öyle oldu biliyor musun? Keşke seni tanımasaydım, sevmeseydim demiyorum ama pişman oldum işte.
Herkese bu konuda her zaman hak verdim. Ben sevilmesi gereken biri değilim ki. Bu süslü bir cümle değil, bu acıtasyon değil, bu manipülasyon değil bu gerçek oğlu gerçek. Ben sevilmeyi sevmiyorum sevmeyi seviyorum. Ve ben biri tarafından seviliyorsam eğer muhakkak gün sonunda beni sevdiği için pişman olacak. Bu hiç sekmedi. Kalpsiz biri asla değilim, sevgimin, ruhumun güzelliğiyle hayatta kaldım ben ama ben sevilmeyi hiçbir zaman sevmedim. Hani Şanışer Beni Bana Yar Etmezler şarkısında 'Sevmeyi bilirim ben, savaşmaktan anlamam' diyor ya, işte tam olarak durum bundan ibaret. Ben sevmeyi biliyorum. Eğer ben sana seni seviyorum demediysem, bana asla seni seviyorum deme. Çünkü beni, bu iki kelimen kaybetmeye yetiyor. Evet anlamıyorsun belki bunu ki bu çok normal ama ben böyle bir insanım. Beni sevmek, en sevdiğimden veriyorum örneği. Gökyüzü belirsizliğini o en koyu griliği ile gösterir ama yağmuru vermez ya, sadece göğün gürlemesiyle o grilik gün boyu kalır da kalır sen de o belirsizlik içinde yağmur yağacak mı yağmayacak mı diye beklersin ve yağmur yağmaz ama minicik de olsa bir umutla beklersin, belki diye. Yani belki o minicik umut kırıntısına bağlanmaya çalışırsın ama işte ondan değil. Ben o umudu vermem! Ben o yağmuru vermem! Ne demek beni sevmek biliyor musun? Gökyüzü o hâldeyken pasifik okyanusunun ennnnnnn azgın dalgaları içerisinde minicik bir teknede keyifli bir yolculuk yapmak gibi. Yani imkansız, yani ölümle dans ve tabiiki sonunda ölüm. Dediğim gibi, ben umut vermem SÖKÜP ATARIM.
Bütün bunların içinde bir de her kötü şeyi tuzla buz eden sevgim gerçeği var. Sevgimin güzelleştirdiği gerçeği var. Üç günlük sevgiliyi de, üçyüz günlük sevgiliyi de sevdim ben. Canfeza'nın Acı şarkısındaki 'seni seviyorum dediğim herkesi sevdim, inan yine olsalardı yine severdim' sözü beni özetler nitelikte. Daha önce seviyorum dediğim herkesi iyi ki sevdim dedim her zaman çünkü ben sevince varım. 'en az' seviyorum dediğim insana beslediğim sevgi bile o kadar büyüktü ki belki de binlerce insanın 'çok fazla' dediği sevgiden çok daha fazlaydı. Sevgimin ruh iyileştirdiği gerçeği var ve ben bunu hep yaşadım. Ama sevince! Ayran gönüllü değilim ben, sevmem bile imkansız aslında bakma. İnan bana beni her zaman ayakta tutan şey sevgimdi ve hâlâ öyle. Çünkü insan sevince var. Pürüzsüz ve saf sevgisiyle. İçine zerre menfaat, cinsellik, para aklınıza gelebilecek tek taraflı her kötü duygudan arındırılmış o harika hissiyatıyla aaaahhhhh çektiren pürüzsüz sevgi. Böyle var insan, böyle var olur insan. Yaklaşık üç gün önce, uzun zaman önce yazdığım bir metin çıktı karşıma sevdiğim birine ithaf ettiğim bir yazıydı ve ben bu yazının ekran görüntülerini alıp arkadaşıma atmışım. Mesajları falan incelerken o fotoğraflar çıktı karşıma ve oturdum okudum duygulandım hatta biraz ağladım. O fotoğrafları andromedaya gönderdim. Hadi sen de oku dedim. Sonra o da bana, Emir ne kadar aşıkmışsın. Cidden var olacağına inanmaya başlayacağım bu duygunun. Hislere heyecana ne çok sevmişsin Ben bile duygulandım. Hiçbir kötü niyet olmadan saf sevemene saf aşkına duygulandım. Ama sen basit bir ruha değil, çabalayan bir ruha değil, özgür veya bağımsız bir ruha değil sen asıl mucize denilen bir ruha sahipsin. Böyle bir ruh için basit kelimeler söylenemez çünkü. Mucize dışında' dedi.
Biliyorum, öyleydi...
Seni seviyorum. 🤍
49 notes · View notes
atlantisrreborn · 7 months
Text
Herkesi kendi çapınızda saçma bir yere sabitleyip., alakasız, saçma insanlarla birlikte olmaya yer edinmişsiniz.. Siz bu hâldeyken kimseden umut bekleyemezsiniz.. Hâl ve davranış biçimleri insanın yapısını belirleyen faktörlerdir.. Ama ne yazık ki sınıfta kalınmış bir toplum meydana geldi.. Bizler; sizler gibi vurdum duymaz, cıvık, özenti, utanmaz olmadık…. Hep bir amaç uğruna kendi yolumuzu çizdik.. Her ne kadar hep umut beslesem de bu hayata. Artık kabullendim.. (Bir tek ben varım kimseler için..) (Yalnız öleceğim..)
Her şey yarım kaldı.. Hani hikayeler tamamlanacaktı..? Sen başka hikayeye geçtin.. Yaktın geçtin…. Sevgi aşk ve ihtiras.. Artık kimsede olmayan saf duygular.. Hepsini körelttiler bizlerden.. Çok seven insan her zaman tek seven ve en acı çeken insan.. Değer bilinmesi ise karşındaki kişinin darbe yemesiyle pişmanlıklar dolu geri dönüşü kaçınılmaz olması.. Sen o kadar uyarıya, sözlere rağmen hâla kendi başına buyruk hareket ediyorsan.. Eninde sonunda bu hayat senden intikamını alır.. (Her şey sadece zaman) Kendi dürtüleriniz, sapkınlığınız yüzünden. En masum kişiler bile size kanıp hayatını karartıyor.. Etrafınıza bakın [kim normal kime göre normal..] Ama her şey insanın içinde bitiyor ve karakteri ödün vermezse kendini sakınıyor.. Ama işte o dürtüler zevkler kendilerini [özgürlük] adı altında beş para etmez kimliğe bürünmesini sağlıyor.. Yaş ilerledikçe gerçekleri görse ne olur ki ¿ Seven insan kalbinin kırıklarıyla tarihe gömüldü.. Herkeste sevgi,aşk olamaz.. Sevginin anlamını aşk'ın duygusunun ne anlam ifade ettiğini bilmeden seviyorum demek kendi kandırmacasıdır.. Sadece bilmekte yetmez. O duygular içinde olması gerekir en başından itibaren.. (Sevdiğin sevebileceğin kişiyi bulmadan önce) Herkes sevemez,aşık olamaz.. Bu hayat bizlere hâkikati göstermesine rağmen yalanı tercih edenlerle dolu.. Kendi özgüvenlerini başka yönlere çekip., düşünce yapısından yoksun bireylerin ahlaksızca hareketlerinden kaynaklanan yozlaşmış, parazit yaşam meydana gelmiştir.. Herkesin kendine göre hâkikati var ama bu hayatta sadece bir tek doğru var.. Onu idrak edemeyen toplum baştan kaybetmiştir. Sırada ne var ? Yine başkasına suç atmak mı ? Hiç mi öz eleştiri yapmazsınız..¿ Herkes yanlış sen doğrusun öyle mi.. Bir insan neden kendisini alçaltır her defasında.. Korkarım ki yarısından fazla kişi uçuruma gidiyor…. Olan yine umut edenlere oluyor.. Uzun zaman sonra son yazılarımdır belki de burada.. Artık benim için umut yok.. Sizler kendiniz çalıp kendiniz oynayın değeri olmayan ütopyanızda…
23 notes · View notes
siirsel · 2 years
Text
Senin dünyada üzülmeni isteyecek son kişi bile değilimdir. Dünyaya yüz defa gelsem hepsinde de o güzel dudakların kıvrılsın isterim. Hep gülümse, gözlerinin içi parlasın isterim. Gönlümde öyle hoş yerdesin ki, çölün ortasında açmış bir çiçek gibi gözüküyorsun. Öyle değerli, öyle saf. Senin çocuk yanına doyamıyorum. Temiz oluşuna, hileyi sevmeyişine, açık ve dürüst oluşuna. Laf sokmalarına ve alttan alttan gülmelerine. Çocuk tarafının yanı sıra, olgun kişiliğine, alttan alışına, tamam belki biraz sabırlı oluşuna (çok az...), susuşuna, kalbimi kırmamaya özen gösterişine doyamıyorum. Aslında hayatım boyunca hep bunu beklemişim. Buymuş benim hep istediğim. Açık seçik, oyunsuz, dürüstçe sevip, sevilebilmek. Başka biri gibi davranmak zorunda olmadığım, o iğrenç esprileri hiç düşünmeden yapabileceğim, konuşmak zorunda bile olmadığım, güven dolu, sakin bir aşk. Yalnızca anlaşılmaktı mesele. Sadece gözlerinin içine bakıp sabırla dinlemekti. Dalmaktı belki de yüzüne. Dudaklarını izlemekti; ama sonu hep aynıydı. Anlaşmaktı. Beni anlıyorsun değil mi? Seninle baş başayken hep anlaşılmanın verdiği rahatlık var içimde. Hep seviliyor olmamın mutluluğu. Karşılıklı güvenin verdiği huzur var. Tarif edilemez hisleri yazıya dökmek ne kadar zor. Keşke elini daldırabilsen kalbime. O zaman anlardın ne kadar sıcak olduğunu. Beni nasıl ısıttığını kendin görürdün. Bunları yazarken neden hep ağlıyorum bilmiyorum. Seni böylesine sevmek bana da sürpriz oldu. Güzel bir sürpriz bu. Hayatımı yeşillendiren bir sürpriz. Hep güzel şeylerden bahsetmek istiyorum sana. Sana seni anlatmak istiyorum. Kendin hakkında bilmediğin güzel ayrıntıları anlatmak istiyorum saatlerce. Kızgınken ne kadar sevimli gözüktüğünden bahsetmek istiyorum. Biraz kıyamayışından. Sesini yükselttiğin için pişman oluşundan belki de. Gözlerin etrafı izlerken ne kadar güzel gözüktüğünden bahsetmek istiyorum. Öyle kafandan hesaplar yaparken ne kadar yakışıklı olduğundan. Bazen kalbinde bir mıknatıs olduğunu düşünüyorum. Durmadan beni kendine çekiyor. Sımsıkı bağlıyor beni sana. Değiyoruz birbirimize. O an hiç bitmesin istiyorum. Seninle yaşadığım her an, hiç bitmesin istiyorum. Şimdi uyuyorsun mesela. Biliyor musun ne kadar masum olduğunu. Ellerimi uzatmak istiyorum burdan sana. Saçlarına değsin istiyorum. Çok şey istiyorum. Sonsuza kadar seni sevip, seni düşünmek istiyorum. Geleceğimizi düşünüyorum. İyi günlerimizi, kötü günlerimizi. Hasta olacağımız günleri. Hastanede başında bekleyeceğim günleri. Senin beni beklediğin günleri. Gülüp dans edeceğimiz günleri. Sana en sevdiğin kitabı okuyacağım günleri. İyi ve kötü her şeyi. Hepsine hazırım. Hepsini istiyorum. Seni asla yalnız bırakmayacağım. Asla yalnız hissetmeyeceksin. Ben hep tanıdığın Sude olarak kalacağım. Söz veriyorum. Korkuya yer vermek istemiyorum ama öyle korkuyorum ki. Sanırım seni kaybetmenin korkusu bu. Aramızda ufacık bir sorun olsun hemen nüksediyor. Bir şey olmadığını biliyorum. Aramızın bozulmayacağını, beni ne kadar çok sevdiğini de biliyorum. Hissediyorum her zaman; ama bu korku öyle acı verici oluyor ki. Belki de tüm hayatımı mahvetmeye yetecek bir korku. Bilirsin negatifi düşünmeye meyilli bir kişiliğim var. Bu yüzden ayrıntılara fazla takılabiliyorum. O kadar takılıyorum ki bazen, üzüldüğüm şey saçma sapan bir şey oluyor. Fazla derine iniyorum. Belki de en alakasız şeyi kafama takıyorum orda. Sonra düzeliyorum kendi kendime. Saçma geliyor tüm gün üzüldüğüm şey; ama üzülürken çok anlamlıydı. Bazen oluyor işte. Sana da yansıtabiliyorum. Böyle büyük bir sevgiyle ne yapılır bilmiyorum. İçime sığmıyor, saçılıyor etrafa. Yürüyen sevgi oluyorum sana. Sana çok aşığım. Seni yazmayı çok seviyorum. Senin güvenini kıracak, hayal kırıklığına uğratacak hiçbir şey yapmam. Yapamam. Biliyorsun değil mi? Umarım her zaman karşılıklı olur hislerimiz. Günaydın sevgilim.
04.44
127 notes · View notes
mesutbahtiyarolacak · 2 years
Text
Tumblr media
“Evet, kusurluydu. Fakat gönül meselelerinde bunun ne önemi var? Biz insanlar bir şeyi sevdik mi severiz. Mantığın bunda yeri yoktur. Hatta mantıksız sevgi pek çok açıdan gerçek sevgidir. Sevmek için bir sebep oldu mu herkes sevebilir. Böyle bir şey cebinize bir peni koymanız kadar doğaldır. Ama bir sebep olmadan sevmek. Kusurları bilip onları da sevmek. İşte bu nadir, saf ve mükemmel bir şeydir.”
23 notes · View notes
ucakmodundayim · 1 year
Text
Keşke anlatabilsem sana sen yokken neler hissettiğimi, ne kadar özlesem de sana gelemediğimi. Her defasında unuttum diyorum, herkese unuttuğumu inandırıyorum ama seni bir nebze unutamıyorum. Önce dediğin en kötü sözler geliyor aklıma sonra da en zor günümde yanımda olduğun. Her yerden siliyorum mesela numaran silinmiyor aklımdan, engelliyorum mesela durup durup yeniden bakıyorum, telefondan sildiğim bütün fotoğrafları akşam bilgisayardan bakıyorum. Öyle ya tam her şeyin bitmesini istiyorum, bir an da her şey seni hatırlatıyor. Sevmenin hiç bu kadar zor olduğunu hissetmemiştim. Biz mi zorlaştırıyoruz? cevap veremiyorum. Sevgim de çabam da yoruldu artık. Adın geçiyor mesela en çok seni konuşmak istiyorum en çok senin adını geçiştiriyorum. Mutlu olsun diyorum, aslında en çok birlikte mutlu olalım istiyorum. İnsanlardan kaçtıkça onlara yakalanıyorum. Yerine geçmek isteselerde izin veremiyorum. Bir gün gelmeni beklemiyorum ama hala sevmeni istiyorum beni. Sevgi her şeye yeterdi hani diyorum. Yetmediğini kendime yediremiyorum. Şimdi vazgeçmenin doğru olduğunu düşünüyorum, uzaktan sevmenin doğru olduğunu. Kızma bana gelmiyorum diye, sana tepki vermiyorum diye en çok seni içimde saklıyorum. Korkma ama toparlan demiştin, toparladım kendimi. Her gün soruyorum kendime neden değerimi bilmedi diye. Kızıyorum sonra öfkeleniyorum yaptığın her hata içime bir öküz gibi oturuyor, ama gönül ya vazgeçmiyor işte senden. İsmini hatırlatıyor, güzel gözlerini, gülüşündeki bebeksiliği, bana dokunuşunu hatırlatıyor mesela. Düşünüyorum ne yapıyor diye? tabi geliyor haberlerin.. Konuştukların, yaptıkların ve belki de yerime koyduğun kişiler. Mutluysa tamam diyorum ama soruyorum yokluğuna değdi mi hiç? ittire ittire beni kapıdan çıkarmana değdi mi? şimdi içimden sana dair gülmek gelmiyor. Bu kadar zorlaştırmak zorunda mısın her şeyi? bir kez olsun bilmece olup çözdürmesen mi kendini? eskiye dönüyorum, saçma sapan güldüğümüz her şeye, oturup birlikte hıçkıra hıçkıra ağladığımız günlere, yaralarımızı sardığımız günlere, saf olan, biz olan, doğru olduğumuz, aile olduğumuz günlere. Bu kadar yakmalı mıydık sence birbirimizi? aralara birileri girmek zorunda mıydı? yetemez miydik sence? senin isminle atan kalbime sana kocaman bi mezar yaptım. Gömüyorum gömüyorum ama en çokta senin elinden tutup kaldırmak istiyorum. İnsan en çok istemediği şeyi yapamadığında en çok severek vazgeçtiğinde en çok severken nefret etmeye çalışırken büyüyormuş. İsmin diyorum en çok benim isimimin yanına yakışırdı. isimlerimizin bile uzaklaştığını görüyorum, o küçük anılarımızı almaya çalışıyorum ama hiç gidemiyor zihnimden. En çok kendime kızıyorum, neden diyorum cevap veremiyorum. cevap veremeyişim yiyor içimi. Şimdi gelsen, ben sana gelemem, şimdi gelsem, sen bana gelemezsin. Sen benim için sevmenin en somut haliydin. Gitmeyi sen istemedin belki, ama en çokta sen kalmak istememiş gibiydin. Gel desen gelirim, Gel desem gelirsin biliyorum çünkü neleri aşıp yine de birbirimize gelişlerimizi unutmuyorum. herkesten farklıydın, gözlerinin içi de gönlünün içide benim için herkesten farklıydı. Sen bunu anlamak istemedin bende anlatamadım. Unutmaya çalışmak çok zor fakat Ben her şeyi içimde affettim de, gururum seni hiç affedemiyor. Yorulduk artık kadere bıraktık birbirimizi hissediyorum. Hala en çok sen beni istemesen de en çok bana ihtiyacın olduğunu biliyorum. Sana sarıldığım gibi kimseye sarılamayacağımı hissedebiliyorm. Çünkü benim başkasına değil her zaman sana ihtiyacım  vardı. Ama gelemiyorum sevgilim. Artık aramıza ördüğümüz duvarların tuğlalarını kaldırıp kıramıyorum. Sen yoksun, ben yokum biz yokuz.  şimdi  Yabancı suratlarlasın,  artık bana yabancı bir suratsın, İlk halinle mi kalsaydın bilmiyorum ama sen benim ilk tecrübemsin ve tek iyi kimsin. 
8 notes · View notes
yasinnbb · 7 months
Text
HUZUR İÇİNDE UYU ŞİMDİ
"Gitmek mümkün olsa da gitsem uzaklara..." demiş Ümit Yaşar Oğuzcan, İki Kişiye Bir Dünya adlı kitabında. Ne acı bir tebessüm. Tıpkı, karanlığın içinden geçen zavallı bir mazlum gibi...
Aşka, her zaman mutlulukla sahip olmalı... Hayat çok zorken bile aklına gelen tek şey, aşkı sevmek olmalı. Hayatını ışıkla dolduran, sana huzur veren, karşı koyamadığın bir kalp; her daim olmalı hayatında...
İnsan bir kez sevdi mi, ne olursa olsun sevmeyi bırakamaz, sadece sevmeye ara verir. Zaman, sevmeyi unutturmaya yetmez. Yeniden sevme, yeniden sevebilme umudu insanı hep diri tutar. Aşk, biraz da unutulması imkansız anlardır...
Şu an aşkı düşünmeye başladığında aşkı besleyen duyguların öne çıkıyor. İnsan bir kez sevmeye başladığında, bütün bir hayatını veriyor. Sonsuz sevgi, alıp götürüyor insanın bütün bir benliğini.
Kimi zaman güvensiz ve üzgün hissetsen bile, eğer aşıksan, mutlu olmak için hep bir nedenin oluyor. Gündüzü geceyle karıştırır, ayı güneş zannedersin kimi zaman. Dalar gider bir yarın hep uzaklara. Kalbini çalan bir kalbin varlığı, hayatına durmaksızın umut aşılar. Acıların sevince dönüşür önce, sonra muazzam bir acı kalır en sonunda. Hayatına durmaksızın umut aşılayan o kalp, gün gelir sana nefes alma fırsatı bile sunmaz.
Aşk, yinede her şeye rağmen mutlu kılar insanı. Her şeye rağmen seversin, her şeye rağmen sevmeye devam edersin. Bir gün her şeyden vazgeçsen bile, günün birinde, yeniden aşkı kovalarken bulursun kendini. Aşk, aşkı kovalayan insanları sever biraz da...
Aşk, aşktan kör olan insanları sever. Aşk, bir köşede oturan, yalnız insanları sever. Aşk, aşkı bir türlü bırakamayan insanları sever. Aşk, en çok aşkı bulamayan insanları sever. Aşk, en çok mutsuz insanları sever. Aşk, en çok sevdikçe solan insanları sever...
Aşk kimi zamanda sadece romantikleri sever... Peki nedir romantik olmak? Küçük ve anlamlı incelikler yapmak mı? Hayır. Bence romantik olmak, birisini tanımak istemektir, en baştan, ara vermeden, soluksuz... Adını, sanını, duygularını, hayallerini, hayal kırıklıklarını, umutlarını, ailesini, günlük yaşamını, sosyal ilişkilerini, korkularını, hobilerini ve daha nicesini... "Ben seni tanımak istiyorum, ben seni bir kitap gibi okumak istiyorum..." demektir biraz da aşk. Her bir satırını atlamadan, yargılamadan okumak ve anlamaya çalışmaktır aşk.
Aşk, aslında sonsuza dek bizimle. Aşk, hayatın her noktasında. Aşk, kalbinin ritmine doğru giden bir lütuf kimi zaman. Aşk, boğulmayı isteyeceğin derin bir nehir kimi zaman... Aşk, bazen de ruhunda taşıdığın, kalbini yakan bir tutku kimi zaman...
Aşk varsa yedi günden fazladır bir hafta. Günler sonsuzdur, geceler uzun. Yalnızlığının derinliklerinde yaşanılan anlar kadar saf ve temizdir, gizli ya da sihirli bir formülü yoktur. Çok geç gelir bazısına, çok geç rastlar insan hayalini kurduğu; bir bakışın, bir tebessümün, bir öpücüğün büyüsüne...
Seni sevdiğim gibi yaşamak isterim aşkı,
Her parçamda o kadar çok aşk besliyorum ki,
Kimseyi seni sevdiğim kadar sevemiyorum,
Sende bir sebep buldum sana bağlanmak için,
Sende mesafeler yok, sende sınırlar yok,
Seni hiç bu kadar güzel sevmemiştim,
İşte tam burada ulaşıyor acı derinlerime,
Gülüşünü ruhuma bağlayan o duygu,
Orada oturuyor, beni izliyor,
Bu beni incitiyor,
Sesim rüzgara karışıyor,
Çığlıklarımı bastıracak hiçbir şey yok,
Sen yoksun,
Bugün yoksun, yarında olmayacaksın,
Ben sana hayatımı verdim ama sen,
Ruhumun susuzluğunu umursamadan,
Beni yok saydın,
Gereksiz bir eşya gibi savurup attın,
Kelimelerin faydası yok şimdi,
Özür dilemelerin bir faydası yok,
Sözlerin, hep hayal kırıklıkları,
Beni ümitsiz bıraktı,
Kalbimin içinde,
Beni aşksız ve nefessiz bıraktı,
Yaşanacak hiçbir şey kalmadı,
Huzur içinde uyu şimdi,
Bensiz ve aşksız,
Yaşa! Sadece Yaşa!
4 notes · View notes
Text
Ankara'daki evimin kapıcısının torunu. Uzun kirpikli güzel kız çocuğu. İsmini unuttuğum için özür dilerim. Düzenli aralıklarla gelirsin halbuki aklıma. O güzel güneşli Ankara sabahında bana yaşattığın mutluluğu unutamıyorum. Halbuki sadece lolipopunu paylaşmıştın benimle. Yetişkin gözüyle bakıp gerçekleşen eylemi analiz edersek bunu diyebiliriz ancak. Küçük bir kız çocuğunun tanımadığı bir ablaya lolipopunu vermek istemesi.
Bu yıl çok yoruldum ankaradaki evimin kapıcısının torunu. Hayat tahmin edemeyeceğim kadar çok yerden sınadı beni. Bazen gün gün evrenin beni yönlendirmelerine dikkat kesilmek zorunda kaldım. Hatta bazen saat başı. Diken üzerinde yürümekten, verebileceğim tüm dersleri vermeye ve içimdeki tüm kırgınlık ve kızgınlıkların davalarını böylelikle sonsuza kadar kapatmaya çalışmaktan dermanım kalmadı. Bir tatile ihtiyacım var ankaradaki evimin kapıcısının torunu.
İnsanın gözlerinden saf sevgi çıkması için, hareketlerine saf sevgi yansıması için illa çocuk mu olması gerekir? Bina kapısından çıkar çıkmaz bana koşarak gelişini ve küçücük boyunla bacaklarıma hayatımda hissettiğim en sıkı sıkı sarılma ile sarılmanı unutamıyorum. Üstelik beni tanımıyordun bile. Ama bu besbelli bana sevgi göstermemen için bir neden değildi işte. Ne harika. Ne acı. Kalbimi sancıtıyor bu anılar. Sana imreniyorum. Seni anlamaya çalışıyorum. Senin çocuk oluşundan kaynaklanan kirlenmemiş sevgin gibi bir sevgiyi dünyaya her yansıtmaya çalışmamda canımı yaktılar.
Bu yıl çok yoruldum ankaradaki evimin kapıcısının torunu. Koşulsuz sevgi konsepti üzerine düşünmekten deli çıkıyordum bir ara az kalsın, ucundan kurtardım. İnsanın aynı anda hem kendini haksızlıklardan koruyacak kadar uyanık, hem sahip olduğu temiz kalbi ve sevgi potansiyelini onu hunharca kullanacak türlü çeşit insana karşı koruyacak kadar kendi değerinin farkında, farkındalıklarının içinde kaybolmadan ve kibirlenmeden hala inatla ve umutla dünyanın ihtiyacı olan her yerine sevginin kendisini iletmeye çalışmaktan yorgun düşmeyecek ve en önemlisi aynı anda incinmekten de korkmayacak kadar cesaretli ve dirayetli olması öyle zor ki.
Evrene söylemesi kolay tabi. Bi de yapana sor. Bi de bana sor ankaradaki evimin kapıcısının torunu. Sana yeminler ederim ki ben dünyanın en güçlü kadınıyım. Hem de tek başıma. Hiçbir yerden ve kimseden yardım almadım, nasip olmadı diyelim. Dönüştüğüm kadına dönüşmem için bu gerekiyorduysa zaten senaryoda en ufak bir değişiklik bile olsun istemem.
Elmalı lolipop için teşekkürler ankaradaki evimin kapıcısının torunu. Zaten söz konusu şekerse yeşil renkteki şekerden şaşmamak lazım, kötü çıkma ihtimali yok. O günüm çok güzel geçmişti. Dünyanın en lezzetli lolipopunu yemiştim çatı katında tek başıma. Beni koskocaman gülümsetişini unutamıyorum. Ben de karşılığında sana hayatımda gördüğüm en güzel kirpiklerin sende olduğunu söylemiştim de, gözlerin parlayıp daha bi sıkı sarılmıştın bacaklarıma. Üstelik beni tanımıyordun bile. Ama zaten insanlığa, insanların kendisine, sokağa çıkınca akmaya başlayan o hayata o koşulsuz sevgiyi göstermenin yolu bu. Bir çocuk gibi çıkmak o kapıdan. Dış dünyaya önyargısız bi şekilde karışmak. Gülümseyen bir yüz, hayatın karşımıza en güzel tesadüfleri çıkartacağına, en nazik insanlarla hoşbeş edeceğimize inanan bir tavır, cebimizde paylaşacabileceğimiz iltifatlarla.
Bir tatile çok çok çok çok çok ihtiyacım var ankaradaki evimin kapıcısının torunu. Gün batımı izleyip, lolipop yiyeceğim tatilimde. Şanslıysam birkaç çocukla oyun oynayıp sohbet ederim belki. Daha da şanslıysam bana bisiklet sürmeyi öğretirler. Sen olsaydın kesin öğretirdin. Çok güzel bi çocuktun. İnşallah özünü koruyarak büyümüşsündür, senin için en büyük temennim bu, ismini unuttuğum için özür dilerim.
2 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year
Text
İLE - ORUÇ ARUOBA "Bitirmek istemiyorum; ama, belki, sürdürdüğüm, bitmiş birşeydir" diye düşünmüştüm. Oruç Aruoba - İle... Bu portalda De Ki İşte, Hani ve tümcelerden sonra sıra ''ile'' adlı eseri dile getirmekte... Töze ait ne varsa, verip katmış, kendisine ise, belirgin bir bireysellik olarak, bu eserinde hiçbir gerçeklik vermemiş ve eserinin bütünlenmesini de ancak şu yolla sağlayabilmiştir ki, kendini özelliğinden uzaklaştırıp dışlaştırarak, saf eylemenin bedensizleştirilmiş ve yükseltilmiş soyutlaması haline getirmiştir, kendisini.... ''Sevgi, iki insanın biribirlerinin yüzlerine bakmaları değil, birlikte aynı yöne bakmalarıdır.'' Sevdiğiniz kişi için, sadece sizin cümlelerinizden oluşan bir defter tuttunuz mu hiç? Sevdiğiniz kişiye defter tutmadıysanız size bir sorum yok; fakat defter tutan arkadaşlar, siz tuttuğunuz o defteri sevdiğiniz kişiye verebildiniz mi? Ya da asla okutmayacağınızı bile bile bir kişiye ruhunuzu gösteren mektuplar yazdınız mı? Ben yaptım.... Ancak yazdıklarım ağızdan çıkanlar olarak algılandı ve kulağı bile aşmadı halbuki yürekten çıktığı bilinseydi yüreğe kadar inerdi, yazdıklarım benden ona ulaşan güzel sözler olarak görüldü bense her bir kelimesine ruh oldum...Sesi yok ne yapsam da, susmuş çaldığım ıslıklar. Kirlendi hepsi zamanla, ne bir ses ne de hatıra, hey gidi günler.. bunları yazarken Hayyam'ın şu sözünü hatırladım: ''Şafağa ulaşmak için binlerce yıldızı feda etmelisin'' Oruç Aruoba da sevdiği kişiye bir takım "mektup"lar yazarak bir defter tutmaya başlıyor. Kitap, bu defterden ve diğer devam defterinin birleştirilmesinden oluşan üç bölümlük bir eser. İlk bölüm, "Önce" isimli, sevgiliden önce yazılan yazılardan oluşan bölüm. İkinci bölüm asıl bölüm olan “İlişki Defteri.” Bu bölümde ilişkilere dair ne ararsanız içerisinde bulabilirsiniz. Üçüncü ve son bölüm ise, "Sonra" isimli sevgiliden ayrıldıktan sonra yazılan yazılardan oluşan bölüm... Aruoba, defter tutma eylemini kitabın daha ilk paragrafında şu şekilde mantıklı bir zemine oturtuyor ve dolayısıyla gerekçelendiriyor: "Her içtenlik çabası, gidiyor, dolambaçlı ilişkilerimizde kurduğumuz sahteliklere çarpıyor - sana bunun için yazmağa çalışıyorum (konuşmalar herzaman sahteliğe, yapmacıklığa, çünkü geçiciliğe açıktır; oysa yazı kalır). Daha önce başlamıştım; farklı bir anlamda sürdürüyorum bu 'mektup'u." konusu her ne kadar Oruç Aruoba'nın sevgilisi ile ilgili yazdığı 'mektup'larmış gibi görünse de yazar, yaşamış olduğu ilişkiden yola çıkarak tüm ilişkilere yönelik etkileyici ve yerinde tespitler yapıyor. Bunu yaparken şairane bir üslup kullanarak her sayfasında sizi düşünmeye sevk ediyor..Bu kitabı her şeyin üst üste geldiği bir zaman diliminde tesadüf eseri kütüphaneme saniyelik bir bakışla elime aldım. Bir şey cidden çekmişti bilmiyorum nasıl anlatılır? Şu an bu yazıyı yazıyor gibi bir tesadüf eseri işte oldu her şey! ''saçlarıma bin küsür yalnızlığı takıp girdiğim şehre insan varlığımızdan tuhaf tohumlar bıraksam'' diyesim geldi..
4 notes · View notes
egesizizmir · 1 year
Text
Bu neydi? Bu aşk mıydı? Öylehse aşk çok güzel birşeydi. Hani bazen bazı insanlar giriyor hayatımıza, 'acaba?' diyoruz, 'acaba beni seviyor mu?' işte o insanlar bizi hak edecek kadar sevmiyor. Çünkü sevgi öyle bir şey ki insan asla acaba demiyor. İnsan karşısındakinin yüzüne bakıyor ve, 'EVET!' diyor sadece, 'evet bu beni seviyor!' aşkın asla acabası olmaz. Aşk en saklanamayan duygudur. Aşk o kadar büyük ki hiçbir yere saklayamazsınız. Ağzınızdan, gözünüzden, ellerinizden kaçıverir. Ve öyle bir duygudur ki, size dünyanın en güzel insanıymışsınız gibi hissettirir. Bekle. Dünyanın en güzel insanı olmak üzeresin. Tüm dünya için olmasa da bir insan için bir gün dünyanın en güzel insanı olacaksınız ve bunun adına aşk diyeceksiniz. Mesafe nedir bilmeyen, zorluk tanımayan, dünyanın en güzel duygusu... Tüm bunları bir insanda bulunca acıya da göğüs geriyor insan. Bu yüzden beni yargılama. İyiliğim için biliyorum, ama ben buyum. Beni toparlamaya çalışsanda saf gibi paramparça olurum.
6 notes · View notes
korelist · 1 year
Text
Tumblr media
THE INNOCENT MAN ( NICE GUY) // KDRAMA DİZİ YORUMU 
UYARI : Yazılar genel olarak spoiler içerebilir. İçermeyedebilir.
İmdb puanı: 7,7 Benim puanım: 5
Drama: The Innocent Man  / The Nice Guy/ Never Seen Anywhere In The World
Hangul: 세상 어디에도 없는 착한남자
Director: Kim Jin-Won
Writer: Lee Kyoung-Hee
Episodes: 20
Date: 2012
Genre: Melodrama
Language: Korean
Country: South Korea
Cast: Song Joong-Ki, Moon Chae-Won, Park Si-Yeon, Cho Seong-Ha, Jin Kyung
2012 KBS Drama Awards - December 31, 2012
Best Actor (Song Joong-Ki)
Best Actress (Moon Chae-Won)
Netizen Award (Song Joong-Ki) & (Moon Chae-Won)
Best Couple Award (Song Joong-Ki) & (Moon Chae-Won)
İzlediğim en eski kore dizisi olan bu muhteşem kötü diziyi sadece ve sadece Descendants of the sun izledikten sonra Song Joong-Ki merakımdan izledim. İzlemeyin, kimseye de bu kötülüğü yapıp izletmeyin derim. Bir de uzun uzun yazmış çekmişler, 20 bölüm. Çıktığı yıl düşünüldüğünde, belki o dönemin beğenilen dizilerinden biri olabilir. Ödül bile almış olduğunu düşünürsek, birileri beğenmiş belli ki. Ben zaman aşımından sonra izlediğimden olacak ki, güzide Türk dizilerimizi asla aratmadı. Keza bizde bu diziyi çalış Türk versiyonunu çekmişiz.
Ufaktan konusunu anlatayım, adet yerini bulsun. Kang Maru (Song Joong-Ki) dizide geçen “nice guy”’dır. Evladım tıp okumuş asistan doktorluk yapıyor. Mezun olmasına 1-2 senesi kalmış. Gerçekten dizideki tek “nice” şey bu karakterdi. Onu da o kadar “nice” yapmışlar ki, artık iyi olmaktan çıkmış, saf olmuş, aptal olmuş, fantezi olmuş. Neyse Kang Maru’nun lanet olasıca bir çocukluk arkadaşı var. Küçüklüğünden beri gözünü para hırsı bürümüş fakir bir köylü kurnazı, Jee Hee (Park Si-Yeon). Bu hanımefendi, yaşına başına bakmadan bir haltlar karıştırıyor. Gecenin bir yarısı Kang Maru’yu arıyor. Gel diyor beni kurtar. Bizim saf da, hastalıktan yerde kıvranan kardeşini orada bırakıp koşa koşa Jee Hee ye gidiyor. Şeytanın vücut bulmuş hali Jee Hee, bir otel odasında süsten püsten suratı görünmez halde, yerde de kendinden yaşça büyük bir adam ölü yatıyor. Ne oldu ne bitti derken bizim muhteşem iyi yürekli doktor adayımız “sen şimdi kaç ben yaptım derim” demesin mi!!!
Yemin ediyorum anlatırken gerildim. Kız kaçıyor, adam hapse giriyor. “Nice guy”’ımız hapisteyken bu sevimsiz kız bir kere bile ziyarete gelmemesinin yanı sıra, babası yaşında zengin bir adamla evleniyor. Evlendiği adamın bizim şeytanın yaşlarında bir kızı var. Üzerinden iyilik akan başrolümüz, iyi halden hapisten çıkıp evine dönmek için uçağa bindiğinde, uçakta kriz geçiren bir kızcağıza denk geliyor. Uçakta doktora en yakın kişi kendisi olduğu için yardım etmeye karar veriyor. Kızı tedavi edeceği sırada fark ediyoruz ki, hasta olan yolcu Jee Hee’nin evlendiği adamın kızı Eun Gi (Moon Chae-Won).
Dizinin konusu bile konu gibi olmadığından anlat anlat bitiremedim. İşte bu iki karakter uçakta karşılaşmalarından sonrasında, Kang Maru intikam almak istiyor. Dizi bu aşamada intikam konusunu temel alarak, üstüne koya koya entrika ağları ile ilerliyor. Mantık yok, heyecan yok. Aşk desen asla izleyici inandıran bir sevgi bile yok. Kang Maru’nun kardeşine olan sevgisi bile inandırıcı değil, öyle söyleyeyim. Sonuna kadar o kadar zor izledim ki, kelimelerim de tükendi bende tükendim.
Song Joong-Ki oyunculuk anlamında elinden geleni yapmış, hakkını yemeyeyim. Böyle bir senaryoya fazlaydı. Moon Chae-Won ise sanırım çirkin şansından joong-ki ile oynama şerefine nail olmuş. Şeytan kadın ise bundan sonra başka dizide rol alamamış olabilir. Emin değilim. Dizi boyunca sürekli kötülük, entrika izliyoruz. Yeşilçam filmlerini aratmayan hafıza kayıpları izliyoruz. Kötünün neden kötü olduğunu anlamadan, açıklamadan izliyoruz. Adamın intikam hırsını izlerken bir anda “ben sana aşığım, gel benimle ol” buhranını izliyoruz. Sonra “ben diğerine aşık oldum” kararsızlığını izliyoruz. İzliyoruz da izliyoruz…
Vallahi zamanında izlemiş olanları zamanında bırakalım. Şuan izlemeyi düşünen varsa izlemesin. 
Raven Melus
BAŞKA NELER VAR ?
FOTOĞRAFLAR
5 notes · View notes
etaali · 1 year
Text
Tumblr media
.
Yalnızdı.
Kalabalıklar içinde, çok sevilirken bile yalnızdı.
Bugün de anısının bir yanı hâlâ yalnız…
Çağlar boyu adının anılıyor olması bu yalnızlığı dindiremiyor…
Ta o günden bugüne bir “bölüğün” sadece onun yolundan gittiğini söylemekte ısrarlı oluşu, zamanında “Andolsun ki, sözünüze inanmadan sabahladım; yardımınızı ummadım, düşmanı sizinle korkutmadım” diye haykırışını unutturamıyor…
Hayır, hayır… Bazen aynı şeye inanmak, aynı yola baş koymak insanları birbirine gerçekten “yakın” kılmaya yetmiyor.
O öyle bir biçimde inanmıştı ki, yapayalnızdı…
“Azim ve irade sahibi kırk kişi bulsaydım hakkımı dilerdim” demişti.
Bulamamıştı.
Kırk kişi…
Binlerce seveni vardı, binlerce sayanı vardı; yüz süreni, omuz vereni vardı. Ama yanında onun gibi saf tutacak kırk kişi bulamamıştı, öyle yalnızdı.
Elbette yalnızlığı, hayatın önüne getirip koyduğu sorumluluklar karşısında sızlanan, mızmızlanan bir yalnızlık değildi.
Onunki dünyaya efendi olmanın getirdiği “kopuş"tu…
Hani Nietzsche diyor ya, "En ıssız çölde, ruh biçim değiştirir, aslan olur.”
O da bir bakıma hem içindeki çölden, hem de kalabalıkların çölünden geçmiş, aslan olmuştu…
Evine biat etmek, ona bağlılıklarını sunmak için insanlar hücum ettiğinde küçük çocuklarının ezilmekten zor kurtulduğu o hengâmeyi şöyle anlatmıştı bir keresinde: “Halkın etrafıma, sırtlanın boynundaki kıllar gibi üşüşmesi kadar beni ezen bir şey olmadı şu hayatımda…”
En kutlu kişi dünyadan ayrıldığında öteki güçlüler iktidar kavgası yaparken o, sevdiğinin naaşını yıkadı. O sırada “Başkasından ayrılsak teselli bulurduk, senden ayrılışa teselli yok” diye gözyaşı dökerken aslında kendi yalnızlığının örgüsünü örüyordu yavaş yavaş…
O sırada dışardaki kızışan iktidar kavgasına dönüp bakmış ve hüzne kapılmıştı: “Bir sudur ki kokmuş; bir lokmadır ki yiyenin boğazında kalmış, kursağına oturmuş… Bir şey söylesem derler ki baş olmaya hırsı var, sussam derler ki ölümden korkar.”
Gözleri sadece bakmazdı onun, görürdü. Kalbi çarpmazdı sadece, hissederdi.
Bu yüzden insanın çağlar aşırı gerçeğini kavramakta hiç güçlük çekmemişti: “Siz Allah'ın ahitlerinin bozulduğunu görüyorsunuz da kızmıyorsunuz; fakat babalarınızın ahitlerinin bozulmasından öfkeleniyorsunuz…”
İşte bu yüzden hâlâ anısı da yalnız…
Çünkü hâlâ yeryüzü aynı bağların kölesi olanlarca kana boğuluyor. Hâlâ babalar ne derse öyle oluyor…
Kırgındı…
Ama hiç gücenmemişti.
Hınç hiç yanına yaklaşmamıştı.
Kırılan hayallerinden düşmanlarına değil, hep kendine pay çıkardı.
“Semerin sırtına, yuların boynuna ey dünya; senin tırnaklarından kurtuldum, yollarından çekildim ben” demekten çekinmemişti.
Peki, hiç mi isyan etmemişti?
Galiba bir gün…
“Bir dağ bile beni sevse musibete uğrar” dediği gün…
Savaşçıydı.
Kılıcıyla tanınırdı.
Ama bütün yiğitler gibi yalnız savaşçıydı.
Savaşta şöyle dua edilmesini isterdi: “Allah'ım, onların da canlarını koru, bizim de. Aramızı uzlaştır.”
Sevilmekten başı dönmeyecek kadar yüce ve bilge olmak zordur, çok zordur.
Ama o böyleydi ve o yüzden sevilmeye karşı bile uyanık olmaya çağırmıştı insanları: “Yakındır, benim yüzümden iki bölük helak olur gider:
Bir bölüğü beni fazlasıyla sevendir, sevgi gerçek olmayan inanca yürütür onu; öbürü bana buğuz edendir, gerçek olmayan yola salar onu.”
İnsan bir yerden başlayıp onu anlatmaya girişince yine onun tarafından durduruluyor. Çünkü demiş ki bir gün kendisini övene: “Ben dediğinden aşağıyım, gönlünde gizlediğinden yukarıdayım.”
O yüzden burada duruyorum.
Zaten tarih de susuyor.
Adının sık anılıp sık çağırılması, sadeliğinden uzak biçimde çileci gösteriler yapılması onun anısının bütün sıcaklığıyla katılmasına yetmiyor…
O unutmayın ki… Bir yanlışla galip gelmektense, doğrulara sırtını vererek uzun bir mağlubiyetin kapısını açmaktan çekinmemiş, bu uğurda şehit olmuştu.
O, Hz. Ali…
Ali Bin Ebu Talip… Büyük yalnız…
6 notes · View notes
yolaemanet · 2 years
Text
“Hayatın Ritmi”, Henri Borel
“Oluş da bozuluş da içeriden dışarıya doğrudur. (...) Söz de böyledir. Bir şey içimize düşer ve onu dile getirmeye, söze dökmeye zorlandığımızı hissederiz. Ve o içimize ne kadar derin işlemişse dile dökülmesi o kadar sancılı, dile dökülmesi ne kadar sancılıysa dilden dökülen de o kadar canlı ve canlandırıcı olur. Dile yapılabilecek en büyük ihanet dökülmek için dili zorlamayanı dile zorlamaktır.” 
“O zaman her şeyden evvel ne iyi olmayı arzu et ne de kendine kötü de. Eylemsiz, çekişmesiz, çabasız, zorlamasız olmalı, kendiliğinden harekete geçmelisin: Wu-Wei dediğimiz şey işte bu. Kötü değil -iyi değil; küçük değil -büyük değil; alçak değil -yüksek de değil. Ancak o zaman hakiki anlamda var olursun, yani olağan anlamda var olmadığında. Kendini bir kere her türlü görünüşten, her türlü şehvet ve iştihadan kurtardığında kendiliğinden, hatta hareket ettiğini bilmeksizin hareket edeceksin.”
“(...) mutluluğu öyle hırsla şehvetle arama ve mutsuzluktan korkma. Çünkü bunların hiçbiri gerçek değildir. Sevinç ve neşe gerçek olmadığı gibi acı ve ıstırap da gerçek değil. (Burada, gerçek olan ne öyleyse, dedim. Bu felsefeye göre hiçbir şey. Bir şeyler geçip gidiyorsa gerçek değildir herhalde. Sevinç, öfke, ıstırap, haz anları geçicidir. Öyleyse gerçek değildir. Ama sevilen? Öfke duyduğumuz? İçimizi kanatan? Onları somut bir varlık olarak göremiyorsak da etkilerini ömür boyu kendimizle gittiğimiz her yere ve her ana taşımıyor muyuz? Kitabın “Sevgi” bölümünde de sevileni bunca yücelten ben olduğum için o yine aslolan değil demeye getiriyor. Sanırım, tek gerçek bütün. Ne yalnız sevilen ne sevi ne de seven. Ben onu severken sevgili olması gerçek... ya da böyle bir şey. Ama şu paragraf beni rahatlattı biraz: )
“Istırabın gerçek bir şey, temle bir varoluş unsuru olduğuna asla inanma. Dağlardan sislerin kalkması gibi bir gün silinip kaybolacak ıstırabın. Çünkü bir gün varoluşun bütün gerçeklerinin ne kadar doğal, ne kadar kendiliğinden olduğunu fark edeceksin. Ve senin için sır ve muamma haline gelmiş büyük meselelerin tümü Wu-Wei: gayet basit, sade, mukavemetsiz olacak ve artık senin için bir şaşkınlık kaynağı olmayacaktır.”
“Gelişmeni hayatın dışında değil ortasında tamamlamalısın. (...) İnsanların kalanından çekinmemelisin, onlar senin emsallerin, her ne kadar senin kadar saf şekilde hissedemiyorlarsa da. Aralarında onların yoldaşları olarak dolaşabilirsin ve onlarla el ele verebilirsin; senden çok geride oldukları sürece ruhunu yargılamalarına izin verme sadece. Fenalıkları veya habislikleri sebebiyle değil fakat dini bakımdan ikna edilmiş oldukları için, ne kadar sefil ve biçare olduklarının, nasıl tanrı tanımaz, nasıl terk edilmiş ve birlikte yaşadıkları ütün bu kutsal şeylerden ne kadar uzak olduklarının farkında olmaksızın seninle alay edecekler. Öyle sağlam ve sarsılmaz bir kanaate sahip olmalısın ki hiçbir şey seni yolundan döndüremesin. Ve bu duruma ancak uzun ve acı bir mücadeleden sonra geleceksin.”
Kitaplar olduğunuz yeri bilir ve zamanı geldiğinde sizinle konuşur.  Valla.
2 notes · View notes
alwayss-smiles-blog · 2 years
Text
Bazen,sanarsın ki insanlar belirli bir zaman sonra büyür fikirleri değişir,karakteri değişir belki yanlışlarını anlarlar ve bundan ders çıkarırlar.Hep bekledim hep birisinin benden özür dilemesini değil bana yaptığı yanlışları anlamasını ve başkasına yapmamasını istedim çünkü beni çok acıttı çok kırdı buraya yazsam bile anlatılamayacak kadar çok şey yaşattı hayır bu büyütme değil o olayın bende hissettirdiği kalbim bunu hissetti o bana bunu hissettirdi ve insanların bu duygularını işte "abartma" diye nitelendirmesi de kırıcı çünkü sen bilemezsin o an ne kadar kırdığını bilemezsin benim o insana ne kadar saf bir sevgi verdiğimi bilemezsin, BİLEMEZSİNİZ!
2 notes · View notes
pirlantahaberleri · 3 months
Text
Klasik Altın Alyans Modeli - Thalespirlanta.com
Klasik altın alyansların bakımından özel tasarım seçeneklerine, nişan ve düğünler için kapsamlı bir rehber oluşturmak, bu özel takıların değerini ve anlamını uzun yıllar boyunca korumak için önemlidir. Her aşaması, çiftler için özel bir önem taşır ve dikkatle ele alınmalıdır.
Klasik Altın Alyans Bakımı
Klasik altın alyansların bakımı, onların parlaklığını ve yeni görünümünü korumak için hayati önem taşır. İşte bazı temel bakım ipuçları:
Düzenli Temizlik: Alyansınızı düzenli olarak, ılık su ve nazik bir sabun kullanarak temizleyin. Bir diş fırçası yardımıyla, zor ulaşılan yerlerdeki kirleri nazikçe çıkarabilirsiniz.
Kimyasallardan Uzak Tutun: Parfüm, el dezenfektanı gibi kimyasallar ve klorlu su, altın alyansların zamanla zarar görmesine neden olabilir. Bu tür maddelerle temastan önce alyansınızı çıkarmak en iyisidir.
Güvenli Saklama: Alyansınızı takmadığınız zamanlarda, onu çizilmelere karşı koruyacak yumuşak bir kumaş içinde saklayın.
Klasik Altın Alyans Fiyatları
Klasik altın alyansların fiyatları, altının karat değeri, tasarımın detay derecesi ve işçiliğe göre değişkenlik gösterir. Bütçenize uygun bir seçim yaparken:
Karat ve Malzeme Seçimi: Daha düşük karat değerleri, daha uygun fiyatlı seçenekler sunarken, yüksek karat değerleri daha saf altını temsil eder ve fiyatı artırır.
Tasarımı Basit Tutun: Karmaşık tasarımlar ve eklenen taşlar fiyatı artırabilir. Sade tasarımlar, hem zamansız bir güzellik sunar hem de daha bütçe dostudur.
Karşılaştırma Yapın: Farklı kuyumculardan fiyat teklifleri alarak, en iyi değeri bulun.
Tumblr media
Nişan ve Düğünler için Klasik Altın Alyans Kılavuzu
Nişan ve düğünler için klasik altın alyans seçimi, bu özel günlerin ruhunu yansıtan önemli bir karardır. İdeal alyansı seçerken:
Zevkinize Uygun Modeli Seçin: Çeşitli modeller ve tasarımlar arasından, sizin ve partnerinizin tarzını en iyi yansıtanı seçin.
Geleceği Göz Önünde Bulundurun: Alyansınız, modası geçmeyecek ve uzun yıllar boyunca severek takabileceğiniz bir model olmalıdır.
Anlam Yükleyin: Alyans seçimi, sadece estetik bir tercih değil, aynı zamanda çiftlerin birbirlerine olan sevgi ve bağlılıklarının bir simgesidir.
Özel Tasarım Klasik Altın Alyanslar
Özel tasarım klasik altın alyanslar, çiftlerin kişisel hikayelerini ve tarzlarını yansıtan benzersiz takılardır. Bu süreçte:
Kişisel Detaylar Ekleyin: Alyansınıza özel bir anlam katmak için isimler, tarihler veya semboller ekleyebilirsiniz.
Profesyonel Tasarımcılarla Çalışın: Hayalinizdeki alyansı tasarlamak için bir profesyonelle çalışmak, fikirlerinizi gerçeğe dönüştürmenin en iyi yoludur.
Bütçenizi Planlayın
Özel tasarım bir alyans genellikle standart modellere göre daha maliyetli olabilir. Tasarım sürecinin başında bütçenizi net bir şekilde belirleyin ve tasarımcınızla bu bütçe dahilinde çalışabileceğinizden emin olun.
Özel tasarım alyanslar, çiftlerin birbirlerine olan sevgisini ve özgünlüğünü ifade etme fırsatı sunar. Bu benzersiz takılar, evliliklerinin her gününü hatırlatacak ve gelecek nesillere aktarılacak değerli birer hatıra olarak kalacaktır. Alyansınızın tasarımında kişisel bir dokunuş eklemek, çiftler arasındaki bağın derinliğini ve özgünlüğünü vurgular. Bu özel tasarımlar, evlilik yolculuğunuzun başlangıcını kutlamanın yanı sıra, birlikte geçireceğiniz yıllar boyunca sevginizi ve bağlılığınızı simgeleyen birer sanat eseri haline gelebilir.
Klasik altın alyansların bakımından, fiyatlarına, nişan ve düğünler için seçim kılavuzundan özel tasarım seçeneklerine kadar her aşama, çiftlerin bu özel takılara verdikleri değeri ve onların bu takılarla ifade etmek istedikleri anlamları yansıtır. Klasik altın alyans seçimi, çiftlerin birbirlerine olan aşklarını ve taahhütlerini ölümsüzleştiren bir süreçtir. Bu nedenle, her adım titizlikle ve sevgiyle ele alınmalıdır. Alyansınız, sevginizin simgesi olarak parmağınızda parladıkça, bu özel seçimin, üzerinde düşünülmesi ve kutlanması gereken bir karar olduğunu hatırlatır.
0 notes
mesutbahtiyarolacak · 2 years
Text
Tumblr media
57-
Önümdeki toprak yolda öylece yürüyordum şimdi.
Üzerimde müthiş bir ağırlık, müthiş bir ağrı vardı. Gözlerimi açamıyor, bir nevi yürürken anlık uykuya dalıyordum. Bir göz kırpma, bir anlık siyahlık, bir anlık rüya…
Sanki dünyanın sonuna kadar son sürat koşmuş, elimle o siyah noktaya dokunmuş, sonrasında kendimi yine aynı yolda o yarım adımda bulmuştum.
Kulağımda sağır edici bir uğultu, şakaklarımda o mesafeyi koşmanın nabzı, alnımda yere damlamayı bekleyen bir kaç damla ter. Ancak nefes nefese değildim. Sanki o kadar yolu katetmemiş de uykudan yeni uyanmış gibi sakince nefes alıp veriyordum.
Bedenimi yokladım. Ellerimi bulabilmek için önce omuzlarımı, dirseklerimi, bileklerimi… evet ellerim cebimde başıboş bir şekilde yumruk yapmış, birşeylere sıkıca sarılmış gibi, hiç bırakmak istemiyor gibi sıkıca yumruklarımı sıkmış bir şekilde bulabilmiştim. Hafifçe gevşettim içindeki kelimeler dökülmesini dilercesine.
Her bir hissin, her bir duygunun birincil ve ikincil hallerini tasavvur etmeye başladım. Öyle demişti ya, halis, saf birincil hisler, türev ikincil hisler….
Sevgi üzerine, aşk, özlem, acı üzerine… Onlarca, yüzlerce, binlerce çeşit his üzerine…
Hepsine, hepsi adına birbirlerinden özür diledim.
Yaşamak, hissetmek, istemek, sahip olmak adına, biri için diğerinden vazgeçilen binlerce his adına, tüm hislerden özür diledim.
Gözlerimi her kapatışımda, birden bir resim oluşmakta, açtığımda başka bir resimle karşılaşmaktaydım. her iki resimden hangisinin rüya hangisinin gerçek olduğunu bir türlü ayırt edemiyor ve yürüdüğüm bu yolda artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığının farkına varıyordum. eski benleri, eski anıları ve eski yaraları ayrı anlamlandırmak, tanımlamak, anımsamak… İşte bu müthiş bir duyguydu…
Sevilmek, sevildiğini hissetmek, sevgiye doymak… ancak bunun için çok uçlu bir bıçak tarafından sürekli yaralanmak, kanamak… ve en önemlisi bu bıçağın tüm hislerin üzerindeki o sonradan yapışmış, sahte, perde ve maskeleri temizlediğinin farkına varmak, o bıçağa şükranla, sevgiyle ve güvenle bakmak… İşte asıl muhteşem olan şey de buydu.
Bir hissin üzerindeki tüm asalakların, perde ve maskelerin temizlenmesindeki çekilen acıya katlanmak, o hissin çırılçıplak parlamaya başladığı andaki hazzın yanında bir hiç olarak kalması, esamesinin dahi okunmaması…
Muhteşemliğin en uç noktası, nirvanası…
Bilmem anlatabildim mi?
21 notes · View notes