Tumgik
#ağıt
saireyn · 3 months
Text
"Ölenler ölümü bilmez, ölüm kalanlar içindir."
Şükrü Erbaş
181 notes · View notes
perihann · 6 months
Text
Müzik: Leman Sam - Ağıt 🙄🙄🧚🕊️
Dünya'daki anlamsız çatışmalarda ve savaşlarda hayatını kaybeden tüm çocuklara...!
Çocuklar Ölmesin...!
.... Onlar; büyüyemeyecek, sevinemeyecek, gülemeyecek, okula gidemeyecek, sevemiyecek ve bu Dünya'da olamayacaklar artık...!
Onlar melek oldu...!
Tumblr media
Ne oldu çocuk sana, yok olup gittin birden,
Nasıl kıydılar sana, ne zor büyüttüm seni ben,
Ninni çocuk uyu çocuk, ölüm yalan dön gel çocuk,
Zincirlerde çiçek açmış ellerinin yarası,
Sevgisiz kefensiz kaldın, soğuktur şimdi orası,
Ninni çocuk uyu çocuk ölüm yalan dön gel çocuk,
En kolay katlanılan başkasının acısı,
Ben anayım ağzımdaki tükürdüğüm kan tadı,
Ninni çocuk, uyu çocuk, ölüm yalan dön gel çocuk...!🙄🕊️
(Söz ve Seslendiren: Leman Sam)
161 notes · View notes
wehuzunngeldi · 1 year
Text
masallarımız aynı düşlerimiz bir aynı ateşin yaktığı ağıtlardan geliyoruz kentin en uzak köşeleri hüznün ele verecek seni öyle mahzun bakma çocuk "devletin ve milletin bekası" zedelenir
orda aşka yardım ve yataklıktan sabıkalıdır şiir
21 notes · View notes
nonameq · 1 year
Text
Parçalanmamışa Dair Ağıt
Ağırlaşan zamanın ortasında kalmanın acısından nasıl bahsedilir bilmiyorum. Tek düze bir çizgide yürümenin hafifliğinden uzak ve olmayan yanların fazlalığında sert bir duvara toslamanın hıçkırığındayım. Boğaza atılmış sayısız düğümlerin ertesinde, gözlerimin yağmuruna bulut olamamış olmamın eksik ve yarım kalmışlığındayım. Durağanlıktayım Sylvia. Sırtımı dayadığım bu duvarın köşesinde öylece izlemelerin ve geri kalmışlığın sancısıyla, savruluşu bedenimin her zerresinde hissederek uzaklara dalmaktayım. Dönen dünyanın dönüş hızını hesaplamakta ve geceyle gündüzün kovalamacası arasında hızlı bir ilerlemeyi var etmeye çalışmaktayım. Sylvia, ben yok olacağım günü beklemekteyim. Her tarafa dağılan parçalarımın dingin esişte savrulurken ki halini hayal etmekteyim. Yalpalanan toz tanecikleri gibiler. Bu güne kadar bu benim diyemediğim bir bedenin küçük parçalara ayrılışında kendimi görüyorum. Öylece küçük ve öylece değersiz görünüyorlar ki! Ben onları küçük bir çocuğun başını okşarcasına, artık olmayan bedenimin göğsüne bastırmayı istiyorum. Bu nedensizlikler silsilesinin içinde kırılmışlığın hazin tadını, bir beden üzerinde etkisini düşündüğümde; elbette diyorum! Elbette parçacıklar haline gelmeleri gerekiyordu. Bölünmenin bilmem kaçıncısından sonra imkansızlaştığını düşünmeden, un ufak tortularla karşıma çıkmaları gerekiyordu. İnsan bazen kırıldığı yerde bedenini büsbütün görmemesi gerekiyordu. Ruhunu ordan çıkarıp, kuytu gövdenin dağılışına şahit olmalıydı. Çocukluğunun içinde yapamadığı tüm yapbozların acısını, kendi parçalarını birbir yerine koyarak bu sancılı dağılışı birleştirmesi ve uçurumun kenarında bulduğu bir kaç çiçeği aralarına serpiştirmeliydi. Fakat Sylvia, zamanın ne kadar ağırlaştığını görüyorsun. Her günün içerisinde zamanı bükmenin imkansızlığına rağmen ne kadar çabaladığımı görüyorsun. Aynaların tek parça olarak gösterdiği yansımamdan ne kadar kaçtığımı biliyorsun. Bunca şeyi görüp biliyorken, beni neden parçalamıyorsun Sylvia ? Bunu benim yapmam gerektiğini ve bu gerçeklikten bana kaçıncı kez bahsettiğini sayamıyorum bile ve söylemeni istiyorum; daha ne kadar kırılmam gerekiyor? Bu savruluşun içinde daha ne kadar bilmediğim yerlerin misafirliğini çekmem gerekiyor? “Zaman geçsinde nasıl geçiyorsa geçsin.” Lafını dillimden kaç gün daha düşürmemeliyim? Parçalanışın bayramı dediğim günün özleminde, yokluğumu hazan yağmurlarıyla yıkadığım ve kendi ateşimle kavrulduğum onca zamanın içerisinde daha ne kadar kırılmam gerekiyor? Bunu benim için yapamayacağını bilmeme rağmen kilitli kapılar arkasından, kapına el pençe yalvarışlarımla kaçıncı gecenin sabahında yorgun bir bedenle ordan uzaklaşmalıyım?
Sanırım bu soruların cevapları yokluğunu hissettiğim gün kadar uzaklar bizlere.
Duracağım Sylvia, çiçeklerin arasında durabileceğim tek nokta olan uçurumların köşesinde öyleyece duracağım. Bazen manzaramı değiştirmek için diğer taraflara oturacağım ama biliyorsun ya uçurumun her köşesi aynı boşluğa bakar. Aynı olan bunca farklı bakışın içinde, bakışlarımı tekrar çiçeklere yönelteceğim. Çarpan rüzgarın gövdelerini savurmaya çalışırken köklerinden nasıl destek aldıklarını izleyeceğim. Yokluğun köşesinde nasıl da hayat bulduklarını ve ölümün en ücra detaylarında nasıl da güzel olduklarını göreceğim. Eğer bir gün bu savruluşun sonuna gelirsem ve kapını çalmazsam Sylvia, pencerenden dışarıya bak. Saçlarını savuşturan rüzgarın esintisinde yalpalanan beyaz toz tanelerine bak. Kilitler ardında olan senin, kilitlerini kırmadan o hiç kimseye açmadığın kapını zorlamadan, içeriye bir kaç parçamı misafirliğini kabul et. Ben geleceğim Sylvia ama önce çiçeklerim toplamalıyım. Komşu evinde gördüğüm yapbozların uzak izleyişinde ki acımı, kendi bedenimi toplarken ki neşeye katmalıyım. Zamanın geçiş hızını artık düşünmeden dönen dünyaya eşlik etmenin hazzını yaşayarak, diyar diyar kendimi aramalıyım. Bir yere, bir bedene ait olmayan parçaların ne kadar uzağa savrulabileceğini kim bilir öyle değil mi Sylvia? Ben bileceğim ve tüm parçaları bulmanın uğraşından döndüğümde, köklerinin savruluşa izin verdiği çiçekleri yanıma aldığım vakit, pencerenden içeriye giren rüzgara bırakacağım kendimi. Son parçalarımı senden almaya değil. Bu yapbozun sona bırakılan ve çocuksu büyük heyecanına beraber eşlik edelim diye. Bana eşlik et diye…
Pencereni açık tut Sylvia ve kendine iyi bak, bana iyi bak..
9 notes · View notes
yantekerlek · 5 months
Note
https://youtu.be/qHswc47rQZM?si=lbBwYj72Mfa4pYTR
zahide tuba kor var. filistin'de ne yaşandıysa şam'a olan da odur diyor. lena chamamyan hanım var. her seferinde ağlatır. özellikle şu kaydı. Allah bütün mazlumları zalimin zulmünden halas eylesin.
1 note · View note
benhalaanneyim · 10 months
Text
Kendimi bir odaya kapatıp, ölene kadar bağırıp ağlamak istiyorum… ama sonra eşim geliyor aklıma, o bu kadar acıyı hiç hak etmiyor diyorum…
2 notes · View notes
Text
Tumblr media
Ah! Nasıl anlatsam yanlızlığımı?..
Ümit Yaşar OĞUZCAN
13 notes · View notes
solumadokunma · 1 year
Text
Tumblr media
2 notes · View notes
karyaye · 4 days
Text
Tumblr media
yas da yasmış ha
bin kaya kırdım üstüne
bana mısın demedi
dilenmeyi öğrendim üstünde
altında nefessiz yaşamayı
sağında kolumu kesmeyi
solunda kimseye güvenmemeyi
yas bana mısın demedi
içinden geçeyim dedim çıkışına
kaybettim kendimi ortasında
yas bana mısın demedi
ezberlemiş haritamı
tünellerimi betonladı
beni bana bırakmadı
hatırlardan korkmayı
hatıraları dilimleyip kurutmayı
ölümün gözünün içine bakıp
titremeyi değil şükretmeyi
bildirdi:
"gören gözün varsa ölümden büyüksün"
yas da yasmış ha
kendinden başka şeye yer bırakmadı
büzülüp üzüldüm o hiç sıkışmadı
içimden canım çıktı o çıkmadı
yas da yasmış ha
dolandı tüm şimdilerime
iplerine takıldım yığıldım
bana bi dönüp bakmadı
ne bi sözle ne bin doz zamanla
avunmayı kendine yakıştıramadı
hep en çok o acıtacaktı, kararlıydı
yas da yasmış ha
beni aynı nehirde bininci kere yıkadı
fizik yasalarını benimle çiğnedi
tükürdü attı, ağıtlarımı yalamadı
baktı gözümün içine:
"ben değil miyim yalnızlığının en büyük ispatı?"
0 notes
saritaz · 16 days
Text
0 notes
nalende · 30 days
Text
Bayağıdır yoktum, şöyle arşiv niyetine bulunsun burada
0 notes
damladanummana · 1 month
Text
Ölüm Gibi
Bunca yıllık dünya hayatında, hayatın bana öğrettiği en önemli ve değerli bilgilerden biride Çevremizdeki her insanın ancak gideceği yere kadar bize eşlik ettiği ve eşlik etmesinin de bizim tekâmül sürecimize hizmet olduğu hususuydu. Gerçekten de hayatıma kim girdiyse, bana bir şeyler kattı, kimi fazlalıklarımı törpüledi, kimi eksiklerimi tamamladı ve bu günkü halime ulaşmamı sağladı. Ondan sebep…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
Video
youtube
Eledim Eledim
0 notes
cagdasyatirim · 6 months
Text
Tumblr media
0 notes
seslimeram · 1 year
Text
Normali Kaldı Mı Memleketin...
Tumblr media
Bir karanlık tahayyülün ortasına demirlemiş, bugünü dününden beter, şimdisi yarınına hiç ışık tutamayacak kadar zifiri bir kötülüğün esiri olagelen yerde hayat mefhumu çürümeye devam ediyor. Her şeyin lafta kaldığı bir ülkenin hakikati bir yandayken bir de “bitimsiz” kötürüm halin, kötülük teşebbüsünün muteber / kimlik kılınmasının yarası çıkageliyor. Bir biçimde bütünüyle hayat mahvedilirken oluşturulmuş ikliminin bekası sağlama alınmaya çalışılırken her şey birbirine giriyor. Bir karanlık tahayyülün güncelliği yaşatılanların ol yekunu cürmün,cerahatin, cehennem özentiliğinin her türden suretiyle biçimlendiriliyor. Hayat mefhumu doğrudan müdahalelerle birlikte yaşanması imkansız bir deneyimin ta kendisine dönüştürülüyor. Sorgusuz, sualsiz biat kültürünün ekseninde, her şeyin ama her bir şeyin yağmalandığı bir düzlemde kırıntılarla hayatta kalınır iması ve beklentisiyle tüm müştereklerimiz bu obez / doymak bilmeyen iktidar tahayyülüne peşkeş çekiliyor arasız, hiç fasılasız. Bir cehennemi halin ortasına ülke terk ediliyor daha öncesinden görülen var edilen yaşatılanları aşan pratiklerle birlikte.
Aralıksız iki haftaya yakındır Maraş Pazarcık ve Elbistan eksenli iki büyük depremin ardı sıra yaşatılanlar bu bahsi tastamam özetliyor. Haddizatında büyük ülke, yeni yüzyıl, güçlü devlet vesaire anlamlar atfedilirken daha hiçbir şeyin var edilemediği, her şeyin karanlığa rehin olunduğu bir güncellik binlerce yurttaşın canına mal olur. Desteksiz değil, doğrudan bir afetin ardından ilk yirmi dört saatin heder, ikinci yirmi dört saatin göz ardı ederek açık bir biçimde talan edildiği yerde insan canının soğukta yok edilmesi söz konusu kılınır. Bir afet sonrasında denkliği, yeterliliği ile insanlarına umut olması, enkaz altından kaldırması gereken bir devletin gölgesinin değdiği yerlerde yıkım, hiç gitmediği zeminlerde ise avaz avaz imdat sesinin duyulmadığı bir katliam gerçek kılınır. Bütünüyle yaşam akdinin nasıl feshedildiği artık kesintisizdir. Kanıtları günbegün ana akım medyanın yayınlarında arada görülen / duyulan / bildirilmeye çalışılan seslenişlerin satır aralarındadır.
Bir katran karanlığına demirlemiş ülkenin gerçekliği kesintisiz kılınırken, sağlık emekçisi bir kadının canhıraş telaşede duyurmaya çalıştığı yıkımın halidir, perişanlıktır mesele az biraz. “Habertürk canlı yayınına girerek tepki gösteren sağlık çalışanının AKP'li hesaplarca 'HDP üyesi olduğu' iddia edilmişti. Anestezi Teknisyeni Büşra A.'nın 1998 Adıyaman doğumlu olduğu, adli sicil ve arşiv kaydı olmadığı, hiçbir siyasi partiye üyeliği bulunmadığı ortaya çıktı.” Cumhurbaşkanı gelsin de halimizi görsün demenin makama, şahsa hakaret olarak görüldüğü / bildirildiği zeminde olan bitenin nasıl bir fasit döngü, var edilmiş şeyin her nasıl bir fecaat olduğuna dair bir isyan dahi sorgusuz sualsiz kabul olunmaz. İlla bir maraz, bir kötülük aranır. Oysa soğuktan donan, kendiliğinden var edile gelen tüm hayatların hiçe sayıldığı, bir tane vekilin onca zaman gelmediği, yöneticinin gelmediği bir menzilde sahipsiz kılınan hayatlar için meramı anlamak zor muydu? Bu kolonların altında hepimizin, tüm Türkiye’nin, yönetenlerin kanı var, uyan artık Türkiye! Lafzının her neresidir rencide edici olan, olabilen. Deprem sonrası yaraları kurutmak bir yana onları kalıcı yaralara dönüştürmek, kanatmak çabasına düşülürken hangi karanlıktan çıkış söz konusu edilebilir ki?
Gazete Duvar’dan iliştirelim: “Halkların Demokratik Partisi (HDP), 7.7 büyüklüğündeki ilk depreminin merkez üssü olan Maraş'ın Pazarcık’taki Hasankoca Köyü’nde kurulan Kriz Koordinasyon Merkezi’ne 'kayyım' atama girişiminde bulunulduğunu açıkladı.
HDP'lilerin yardım toplamak ve dağıtmak amacıyla kullandığı Köy Evi'ne Kaymakam Mustafa Hamit Kıyıcı, jandarma ile birlikte müdahale etti. Aynı zamanda taziye evi olarak kullanılan binada yardım çalışmalarını organize eden bir kişi kaymakamın buraya "kayyım atadığını" bildirdiğini söyledi. Kaymakam Kıyıcı, "Devlette hiyerarşi olmazsa olmaz. Doğru ya da yanlışla ilgili bir şey demiyorum ama el koyma yetkimiz var" diye konuştu.
HDP’nin resmi Twitter hesabından yapılan açıklamada, "Pazarcık 10 gündür dayanışma ile ayakta duruyor. Dondurucu soğukta, zor koşullarda yardıma koşan insanlar kimi rahatsız eder? Elbette iktidarı! Pazarcık Hasankoca Köyü'nde kurulan Kriz Koordinasyon Merkezi'ne kayyım atanarak dayanışma malzemelerine el konulmak isteniyor!” dendi.
Kriz Koordinasyon Merkezi yetkilileri de yaptıkları açıklamada, “Bugün Pazarcık Kaymakamı geldi ve buraya kayyum atadığını söyledi. Yani 10 gündür hiçbir yerde olmayan kaymakam ve askerleri bugün buraya gelerek, dediler ki, siz artık dayanışma göstermeyeceksiniz. Bu ülkede en zor zamanda birbirine kavuşması yasak. Bu ülkede tek bir şey serbest; ölmek. Çok kolay ölebilirsiniz. Özgürsünüz. Devlet bu konuda sizi güvence veriyor. Ama yaşayamazsınız. Yaşamak kayyum konusudur. Bugün burada kayyum size ölümün fetvasını vermiştir. Öldüremediklerimizi depremde burada soğuktan, açlıktan öldüreceğiz, diyor” ifadelerini kullandı.
HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, yaşananlara ilişkin Diyarbakır'da açıklama yaptı.
Buldan, partisinin Pazarcık’taki yardım çalışmalarının engellenmesine tepki göstererek, “Yardımları engellemek haddinize değil, halkımız için seferber olmaya devam edeceğiz” dedi.
HDP’nin yardım kampanyasının durdurulmak istendiğine işaret eden Buldan, “Depremin başından beri özellikle ilk günlerde ortada olmayanlar, hiç bir şekilde halkımıza yardım götürmeyenler, şimdi yapılan çalışmaları yapılan yardımları engellemek ama aynı zamanda HDP’nin yardım kampanyasını durdurmak için girişim başlattılar. İktidara seslenmek istiyorum. Bu bir akıl tutulmasıdır, insanlar açlıktan, soğuktan, depremden, büyük bir felaket yaşarken bu yapılan yardımları engellemek hiç kimsenin haddine değildir, hiç kimsenin hakkı da yoktur. Biz ne pahasına olursa olsun bizlere ulaştırılan bütün yardımları, malzemeleri halkımıza ulaştırmak için büyük bir mücadele vereceğiz. Bu yapılan baskının engellemenin buraya kayyım atamanın hiç bir şekilde izahı yoktur. Bütün kamuoyuna buradan seslenmek istiyorum. Bundan sonra bu tür girişimlerin devam edeceği kaygısı taşıyoruz. Yapılan bütün yardımların engelleneceği kaygısını yaşıyoruz. İktidar ilk gün kamuoyuna verdiği algı ile yeni bir süreç başlatmak istiyor. Bunu da bizim yaptığımız çalışmalar üzerinden kendisine mal eden bir yerden HDP’nin, STK’nın, başka partilerin yaptığı yardımları engelleyerek sanki bu yardımları kendisi yapıyormuş gibi yapmasına asla izin vermeyeceğiz” diye konuştu.
‘İlk Gün Olmayan Asker, Şimdi Yardımları Engelliyor’
Buldan devamla şunları söyledi: “Aldığımız bilgiye göre şu an oraya kolluk gitmiş, askerler yerleşmiş. Depremin ilk iki günü kolluğun, hükümetin, askerin ortada yoktu. Şimdi bakıyoruz, yardım malzemelerini engellemek için askerlerin kolluğun mülki amirlerin oraya gittiğine tanık oluyoruz. Bu kabul edilebilir bir durum değildir. HDP olarak bütün illerden depremzedelere ulaştırılmaya çalışılan malzemelere her türlü engel başından beri çıkarıldı. Bugün son noktada artık o depoyu basarak ‘buraya biz yerleşeceğiz, bizim emrimizdeki insanlarla birlikte çalışırsanız çalışırsınız, yoksa sizi gözaltına alırız’ demelerini asla kabul etmiyoruz. Özellikle Siirt ve Batman’dan gelen içerisinde odun kömür ve yakacak olan TIR’ları engellemesi ve AFAD’ın bunlara el koymasını asla kabul etmiyoruz. Antep’e giden TIR’lar AFAD tarafından durdurulmuş ve biraz önce aldığımız bilgiye göre AFAD’ın aynı zihniyetle aynı amaçla bu yardımlara el koyduğunun haberini alıyoruz.
'Halkımızı Soğuğa, Açlığa Terk Etmeyeceğiz'
Şimdi bunları, bu algıyı değiştirmek için bu malzemelere el koyup sanki kendiniz bu malzemeleri toplamış gibi insanlara dağıtmak istiyorsunuz. Ama buna izin vermeyeceğiz HDP buna izin vermeyecek. Sizin bu algınızı, anlayışınızı yerle bir edeceğiz. Böyle bir anlayış nerede görülmüş. Yardıma muhtaç insanlara giden malzemelere el koymak hangi anlayışa ve vicdana sığar. AKP hükümeti ve ortağı ile birlikte ortada görünmeyen yok olan hiç bir şekilde yardım eli uzatmayan bu partilere sesleniyorum. Bari bırakın yardım eden partiler, STK’lar, gönüllüler bu insanların yanında olsun. Bu yaraları birlikte saralım. Ama siz buna müsaade etmiyorsunuz. Açık söylüyoruz, biz yardımlarımızı halkımıza ulaştıracağız, ne pahasına olursa olsun onları hiç bir şekilde soğuğa, açlığa terk etmeyeceğiz. Doğal afetlerde zarar görmesine izin vermeyeceğiz.”
Bir karanlığın ortasına demirliyor memleket. Tümüyle var edilmiş olan şeyin bir yıkımın en olmadık tezahürlerini bünyesinde barındıran, sürekli güncellenen bir mefhum olduğu bugün şu raddede daha da belirgin kılınıyor. Yolun, yordamın mahvedildiği, hayatın tüm anlam ve muhteviyatının yağmalandığı bir zeminde dahi düşmanlık Halkların Demokratik Partisine yönlendirilmekten eksik kalınmıyor. Yardımların gasp edilmesine teşne olabilecek kadar nasıl kötü olunabilir ki sahiden? Bütünüyle, doğrudan bir yaşam akdinin yıkıma terk edildiği yerde, o felaket sonrasında kurulmak istenen dayanışma köprülerine de dinamit koyarak, engelleyerek, gasp edip, hedef kılarak bir kere daha yara konuşulmasın istenir. İyi de bu hallerin yekununda Türkiye’nin karanlığı daha da belirgin olurken nereye kadar riya, daha nereye kadar eza, kötülük ve yıldırı!
Bile isteye bir kötülüğün nasıl yükseltildiği, kalıcılaştırıldığı zemin karşı karşıya bırakılan / terk edildiğimizdir bir kere daha. On dört koca gün geçtikten sonra, ekranlardan şatafatlı bolca atmalı tutmalı yardım görünümlü pastadan pay kapma / biz de partiliyiz çıkışlarının var edilebildiği, akp için bir kamuoyu yoklamasına dönüştürülen o katran karası geceyi de hesaba kattığımızda, kaç kere daha yıkım var edilebilir ki bu sathı mahalde? Her şeyin lafta kaldığı bir ülkenin hakikati bir yandayken bir de “bitimsiz” kötürüm halin, kötülük teşebbüsünün muteber kılınmasının yarası çıkageliyor hala ve hala. Dönüşümsüz, hemen hiç düzelmeyecek olanın sadece depremle değil, onun karşısında kağıttan kale kılınmış olan evlerden, buna müsaade gösterenlerden bugün yönetim katının imar aflarına çokça bahsi dahi açılmayan hamlelerle hep tekrar olunan bir gerçekliktir mesele. Yıkım halinin ortasında evlerinde kalakalan canları için teşebbüs edenlere, o yok, bu yok diyerek burun kıvıranların var ettikleri iki utancı da şuraya ekleyelim: “Hatay’da kaybettiğimiz kuzenlerimize önce saatlerce kimse gitmedi. Sonra afad geldi kepçe yoktu afad gitti. Sonra kepçe geldi afad yok diye müdahale edemediler. Böyle köşe kapmaca oynandı. Anne baba ve çocuk, kaybettik. Geride 25 yaşında gencecik kızları kaldı tek başına.” “Sanki eve tesisatçı gelmiş de tornavida ister gibi biz buraya giremeyiz kepçe lazım diyorlar. Sokak sokak arayıp kepçe bulup getiriyoruz bu sefer ekip yok diyorlar. O yok bu yok neye geldiniz ağam o zaman ben nerden bulucam sana iş makinasını” Bir cehennemi tahayyüle terk ediliyor ülke bir kere daha. Değil on dört gün, değil bir ay, kaç sınama, kaç zaman sonra bu hallerin farkına varılacaktır? Böyle bir toplamla, bu kadar afaki bir nefret, o kadar yalın bir ötekileştirme, acının bile süreyle karşılandığı, beklendiği, sonrasında da tastamam unutturulmasına çalışılan bir zeminde neyin normaline dönülecektir, Normali hiç kalmış mıdır, şu sahnenin! Soruyor musunuz...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: EPA / EFE – Shutterstock via BBC News
1 note · View note
uyumsuzunnotlari · 4 months
Text
"kaygıyla reddettim demin yorulmuş olduğumu üzülmüş kozalaklara hayal kırıklığı sıktım üç el sıktım çünkü daralmıştım sıktım çünkü olup bitemeyenleri kimselere ağlayamayacak kadar yalnızdım"
18 notes · View notes