Tumgik
#mahvediş
v-zeze · 1 year
Text
Baba, sen baba olmamalıydın bence. Sen de yakıştıramadın kendine zaten babalığı, farkındayım ama itiraz edeceğini de biliyorum. Mahvediyoruz birbirimizi, sen de biliyorsun oldukça gereksiz bir mahvediş bu. İki çocuğun oyuncak için tartışması kadar basit. İkiye bölünmüyorsa o oyuncak ayrı ayrı başka bir oyuncak oynarlar. Biz de yan yana berbat bir baba-kızız, biz de ayrı ayrı yaşayalım hayatlarımızı. Ne ben seni ne de sen beni kırasın böylelikle. Hatta ben artık sana kızamam, öfke duyamam, iç çatışmalarımla savaşmak zorunda da kalmam. En iyisi seni baba olma yükünden, beni de senin evladın olma yükünden kurtarmak olacak. Seni değil ama yaptıklarını unutmaya çalışacağım, söz veriyorum.
10 notes · View notes
seslimeram · 9 months
Text
Tepetakla
Tumblr media
Tepetakla her şey. Söz eksik gedik. Hayat yara bere içerisinde artık. Alenen nobran belirli hatlardan güncellenen tahakküm hamleleriyle cürmün esiri kılınıyor o hayat erimi, şu yer, bu ülkedeki hayat imgesi. Ne söze yer var, ne atılan çığlıkları duyan eden. Kral şimdi tüm o varsayımların ötesinde çıplakken, yıkımın, yıldırı ve tahakkümün birlikteliğinde hemen her şekilde örnek kişilik olarak nakşediliyor. Çizginin dışına taşmak normatif kılınıyor. O hırsız, şu yağmacı, bu bezirgan, beriki memleket sevdasından ezip duran, tehditlerini kini birleştirerek var edenler elinde her şey tepetakla ediliyor, her an, her şekilde. Cürmün illa ki beraberinde sunulan, sulandırılmış bir milliyetçi, milli ve yerlilik mefhumunun yanında yamacında o tepetakla etmeler bir güncelliğe kavuşturuluyor. Sıradan insanların haklarını yerle bir etmek, sorgularını imkansız kılmak, cürme rehin bilmek / etmek yolunda yürüne durulan kılınırken bir biçimde akış tersine çeviriliyor. Müştereklerimiz talan ediliyor her anlamda, her yerde, her güne içkin bir halde, belirgin bir istemle.
Ne yol, ne yordam, ne anlam, ne sorgu geriye konuluyor tepetakla edilmiş bu düzlemde. Hayat mefhumu çepeçevre kuşatılırken, sözün kıymeti harbiyesi sıfırlanıyor bir kez daha ama asla son kez değil. Normun yerini eğrelti, düzeltilemeyecek olan bir çürümenin aldığı zeminde var edilen her şey o ters yüz edilmiş olagelen hayat imgesinin / eyleminin her ne hale konulduğunu da örnekler. Bugünün ülkesi bir sulta olarak güncellenirken bütün yeni ülke, yüzyıllık iddialı çıkışları, demokrasi ve medeniyet göndermelerinin altının tastamam boşaltıldığı yer gerçekliği söz konusudur. Tümden bir mahvediş şablonu güncellenirken bir biçimde tahayyül edilen ile hakikatin var ettiği uçurum kesintisiz kılınır. Cerahat her güne içkin, hayatın hedef alınması her yerdedir. Karanlık bir çağın temsili olagelen tüm ol ak parti cenahının var ettiği ülke gailesinin, milli, yerli diye kodladığı tahayyül / kapasite / eşiğin ötesinde sıradan olanın hayat hakkının bir kerede, bir anlığına değil doğrudan daim bir biçimde yutulması kesintisizdir. Tepetakla edilen hayatın ta kendisidir en kestirmeden, belki de yalın, dümdüz.
Bianet’e bağlanalım: “Hatay'ın Antakya ilçesine bağlı olan Dikmece Mahallesi'nde tarım arazileri kamulaştırılan depremzedelerin direnişinin onuncu, nöbet eylemlerinin ise dokuzuncu günü.
Dikmeceliler, seslerini duyurabilmek için bugün (8 Ağustos) Ankara'ya geldi.
Emek-meslek örgütlerinin çağrısıyla TMMOB Makina Mühendisleri Odası Eğitim ve Kültür Merkezi önünde yapılan eyleme katılan Dikmeceli yurttaşlar, ardından Meclis'e giderek temaslarda bulundu.
Dayanışma çağrısı
Dikmeceli yurttaşlar adına eylemde konuşan TÖP Hatay İl Sözcüsü Hasan Özgün, "Asırlık zeytin ağaçlarımızı elimizden almak istiyorlar. Biz buna hayır diyoruz" dedi.
Acele kamulaştırmaların deprem konutu inşası gerekçesiyle yapıldığını ancak Dikmece'ye bir kilometre mesafede hazine arazilerinin olduğunu belirten Özgün, şunları kaydetti:
"Üstelik zemini kaya, sapasağlam. Hazine arazilerinde yapmak yerine gözlerini zeytinliklerimize, köylerimize dikmişler. Biz sonuna kadar direneceğiz. Akbelen'deki kardeşlerimiz, sizin yaşadıklarınızı biz de yaşıyoruz. Bizim de karşımıza TOMA'yla, askerle, gazla, copla çıktılar. Ama hiçbirisi hayatımızdan, toprağımızdan, doğamızdan, zeytinlerimizden daha kıymetli değil."
Kamuoyuna çağrıda bulunan Özgün, "Deprem olduğunda sizin dayanışmanızla ayakta durduk. Sizin gönderdiğiniz suyla susuzluğumuzu giderdik. Sizin gönderdiğiniz battaniyelere sarıldık. Şimdi zeytinliklerimiz için, toprağımız için, doğamız için dayanışmanıza ihtiyacımız var. Dayanışarak, birleşerek, mücadele ederek havamızı, suyumuzu, toprağımızı, ormanımızı, zeytinliklerimizi mutlaka koruyacağız" diye konuştu.
"Bir köyün yüzde 80'inin kamulaştırılması zulümdür"
Eylemin ardından Meclis'e geçen Dikmeceliler, Yeşil Sol Parti ve CHP'nin grup toplantılarına katıldı, ayrıca her iki partinin heyetleriyle toplantılar yaptı.
Yeşil Sol Parti'yle yapılan toplantıda konuşan Dikmeceli Ali Esmer, devletin toplu konut yapmasına karşı olmadıklarını belirtti, "Ancak binlerce dönüm hazine arazileri mevcut, önce buraları değerlendirsinler. Bir köyün yüzde 80'inin kamulaştırılması bir zulümdür, biz bunu böyle görüyoruz" diye konuştu.
Cafer Tümer adlı yurttaş ise Dikmece'de sadeece "Birinci Etap" inşaatı kapsamında acele kamulaştırılan arazilerin yüzde 95'inde asırlık zeytinlikler olduğunu belirterek yaşananlara tepki gösterdi.
"Zeytinlikleri Koruma Yasası Çiğneniyor"
Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, partisinin Meclis grup toplantısında yaptığı konuşmada, Dikmece'ye ilişkin şunları söyledi:
"Dikmece'de Zeytinlikleri Koruma Yasası çiğneniyor. Deprem konutları gerekçe gösterilerek adrese teslim bir kanun çıkarıldı. Tabii ki deprem konutları bir an önce yapılmalı ve ücretsiz bir şekilde depremzedelere verilmelidir. Ancak bu yapılırken halk ile iletişim kurulmak zorundadır. Çünkü yandaş şirketlere zeytinliklerin peşkeş çekildiği bir durumla karşı karşıyayız. Halkın geçim kaynağı olan zeytinliklerin kesilmesine izin vermedik, vermeyeceğiz, vermemeliyiz."
Ne olmuştu?
6 Şubat depremlerinde büyük yıkıma uğrayan Hatay'da, uzmanların tüm uyarılarına rağmen hızlıca başlatılan deprem konutu inşaatları kapsamında çok sayıda arazi kamulaştırıldı.
Antakya merkeze 10 km mesafedeki Gülderen ve Dikmece, arazi yapısı nedeniyle tercih edilse de bölgede zeytinlikler başta olmak üzere tarım arazileri bulunuyor. Depremzede yurttaşlar ise geçim kaynakları olan tarım arazilerinin kamulaştırılmasına karşı çıkıyor.
Gülderen Mahallesi'ndeki 61 parsel 14 Nisan tarihli Cumhurbaşkanı Kararı ile kamulaştırılırken, TOKİ'nin Dikmece ihalesini alan şirket de nisan ayı sonunda bölgedeki çalışmalarına başladı.
Dikmece'de 1415 adet konut inşaatı ile altyapı ve çevre düzenlemesi ihalesini alan Sarıdağlar İnşaat, kamudan aldığı çok sayıda ihaleyle biliniyor.
Topraklarının ellerinden alınmasına tepki gösteren Dikmecililer, 22 Mayıs'ta protesto eylemi düzenledi.
Yeşil Sol Parti Mersin Milletvekili Perihan Koca da Hatay'ın muhtelif yerlerinde deprem konutları için yapılan acele kamulaştırmaları haziran ayında Meclis gündemine taşıdı, "Dikmece'deki Arap Aleviler zorla göç ettirilmek mi isteniyor?" diye sordu.
29 Temmuz'da Dikmece'deki bazı tarım arazilerine iş makinelerinin girmesine tepki gösteren yurttaşlar, jandarma müdahalesine maruz kaldı.
Dikmeceliler, 30 Temmuz'da nöbet eylemine başladıklarını açıkladı.”
Tepetakla ediliyor her şey. Basitmiş gibi, öyle bilindiği için tam olarak yıkımı dahi artık idrak edilemeyen, yüz binlerce insanın canına mal olmuş bir deprem felaketinin üstünden bunca kısa zaman geçtikten sonra, o yok oluşu doğanın değil tam aksine insanın bizatihi o devletlinin var ettiğini gösteren bir yıkım çabası Dikmece’de var edilmek istenir. Hayatın bilabedel kılındığı zeminde cürümler, topyekun ipotek altına alınmak istenen zeytin ağacı ve buğday tarlaları gibi nice sahanın istimlak edilmesiyle o dönüşüm, tepetakla etmenin bir başka yüzeyi var edilmek istenir. Köyün yüzde sekseninin kamulaştırılması gayretinin başkaca bir okuması mümkün müdür? Arap Alevilerin yoğunlukta yaşadığı bir bölgeyi bu defa da deprem gibi bir felaket ardından istila etmenin, dümdüz ettikten sonra da hayatı var eden sahaları betona boğmanın neresinde bir doğruluk söz konusu edilebilir değil mi? Tümüyle nobran, kesintisiz bir biçimde hayata kasteden, onu dönüştürürken kimlikleri ve yaşam biçimlerini de tarumar etmeye devam eden bir devletli aklının karşısında tek bir ama tek bir ak parti temsilinin, vekilinden bakanına hiçbirisinin çıkmadığı, konuşmadığı ve dahi olan biteni sormadığı bir zeminde, bir avuç insanın seslerini duyabildiği bir uzam ve yerde hangi işi doğru olabilir ki bu ülkenin?
BirGün’den aktaralım: “Eski milletvekili Mahmut Alınak’ın 80 yaşındaki ablası Dilber Alınak, yol ortasında öldüresiye dövüldü ve şiddete maruz kaldı. Saldırı sonucu ağır yaralanan Dilber Alınak’ın hastanede yoğun bakıma alındığı öğrenildi.
Olay 9 Ağustos günü Kars’ın Digor ilçesinde meydana geldi. Ekrem Aybi isimli bir kişi sabah saatlerinde rutin yürüyüşe çıkan 80 yaşındaki Dilber Alınak’ın yolunu keserek kendisine şiddet uyguladı. Yaşlı kadını döven Aybi, Alınak’ın üzerindeki paraları, ziynet eşyası ve telefonunu da gasp ederek olay yerinden kaçtı.
Çevredekilerin fark etmesi üzerine Dilber Alınak hastaneye kaldırıldı. Yoğun bakıma alınan kadının hayati tehlikesi devam ediyor. Saldırgan Ekrem Aybi ise çıkarıldığı savcılık tarafından tutuklandı.
Hazine'ye Ait Araziyle Mi İlgili?
Rûdaw’ın haberinde aktardığı iddiaya göre saldırgan Ekrem Aybi, Hazine’ye ait bir araziyi işgal ettikten sonra araziye gelen yolu ulaşıma kapattı. Yolun kapanması üzerine Dilber Alınak’ın da aralarında bulunduğu o bölgede yaşayan kişiler Aybi hakkında belediye şikâyette bulundu. Şikâyet sonrası belediye yolu yeniden ulaşıma açıldı.
“Ablamı Tehdit Etmiş”
Eski milletvekili Mahmut Alınak “Bu kişi kuzenlerimin evine kadar gitmiş. Kuzenimi ve ablamı birkaç gün önce tehdit etmiş. ‘Bana destek olmadınız, belediye bu yolu açtı. Sizi yüzünüzden oldu bütün bunlar’ diyerek tehdit etmiş. Sabah saatinde de ablam yürüyüş yaptığı esnada yolunu kesmiş ve 5 dakika boyunca şiddet ile işkence uygulamış. Üzerindeki tüm değerli eşyaları ve telefonu da gasp ederek kaçmış” dedi.
Alınak, polis olayı açığa çıkarına kadar ablasının trafik kazası geçirdiğini sandıklarını belirterek, “Ablamın şu an bilinci kapalı ve hayati tehlikesi devam ediyor” dedi.
Saldırgan Akp Belediye Meclis Üyeliği Yapmış
Ekrem Aybi’nin geçmiş dönemde AKP Belediye Meclis üyeliği yaptığı ve en son yerel seçimlerde de AK Parti’den belediye başkan aday adayı olduğunu kaydeden Alınak şunları söyledi:
“Bu kişi yakalandığında akıl sağlığı yerinde olmadığı şeklinde hareketlerde bulunmuş. Ortalığı birbirine katmış. Savcılık da akıl sağlığının yerinde olup olmadığının tespit etmek üzere Elazığ Ruh ve Sinir Hastanesi’ne sevk etmiş” dedi.
Öte yandan Dilber Alınak’ın yeğeni Necla Alınak da sosyal medya üzerinden saldırıya tepki gösterdi. Alınak, “Bu kadın beni halam. 80 yaşında! Güpegündüz bir erkek tarafından dakikalarca dövülerek komaya sokuldu. Yoğun bakımda. Hayata tutunmaya çalışıyor. 80 yaşında bir kadın… 80 yaşında… Bir kadın!!!” ifadelerini kullandı.
Saldırganın İfadesi Ortaya Çıktı: Tanımıyorum
Öte yandan Ekrem Aybi’nin savcılıkta verdiği ilk ifadede Dilber Alınak’ı tanımadığını iddia ettiği öğrenildi.
Aybi “Kendisini tanımıyorum, soy ismini bilirim. Yıllardır da görmüyordum, yurt dışındaydı. Alınak ailesi ve Dilber Alınak’la bir husumetim yok. Fakat hatırlamadığım bir tarihte beni tehdit etmişti. Ana yol kenarında taksi ile ilerlerken onu gördüm ve hemen taksiyi durdurdum. Araçtan indim ve kadını dövdüm. Kadına ait gözlük, para ve dişlerini aldım” dediği belirtildi.”
Bir hayatın nasıl da umursanmadan pervasızca derdest edilebildiğini gösterir bir yıkım işte o Dilber Alınak’ın başına getirilen. Çürümüş bir düzenin köşe başlarını tuttuğunu iddia edenlerin, odağını çoktan kaybetmiş sureti temsillerin kör karanlığının güncellendiği bir zeminde yaşamın hiçe sayılması, seksen yaşındaki bir insanı komaya sokmak için ortaya saçılan uydur kaydır iddianın ötesinde kinin her nereye varacağını da gösterir. Bir ülkede un ufak edilmiş kanunların, hep kenarından kıyısından dolaşılan hakların, bariz ve belirgin bir rantiye pazarından pay kapma mücadelesinin ortasında bir insanın kendisine hak olarak görüp bir başkasına zulmedercesine işkenceyi sokağa taşırması, gasp etmesinin hesabı ne olur sahiden?
Yaşam mücadelesi vermek zorunda bırakılan Dilber Alınak’a uygulanan bu zorbalığın hesabını kim nasıl verecektir, verebilecek midir misal? Ekrem Aybi’nin savcılık ifadesi sonrası tutuklanmasıyla sulha varılır mı sahiden? Onca şey, o kadar tehdit, bir linç çabasının arkası da böyle kolayca bırakılıp, tamama erdirilir mi sahiden? Tepetakla edilmiş olan hürriyetin, hakkaniyetin, insana saygının temel ve en gereksinim duyulan şeyin anlayışın yok edildiği bir zeminde her birimizi bekleyen bir başka Ekrem Aybi’nin olabileceği gerçekliği korkunç sahiden de dehşetengiz değil midir? Hala değil midir?
Tepetakla her şey. Söz eksik gedik. Madun siyasetin müesses nizam eliyle kotarılmış olan tüm politizasyonun cenderelere çıkartıldığı bir zemin gerçek kılınıyor. Baş sıkıştığında ileri sürülen ekonomik darboğazı aşmak için olmadık savaş naralarına devam denilirken her yandan acı feryatlar yükselmesi göz ardı ediliyor. Bitti gitti denilenle mücadele etmeyi onu hep kenarda tutup yeniden kurgulamak, bütünleştirmek ve oyuna dahil etmek olarak algılayan bir siyasi yönetim sayesinde duraksamadan konu / mesele her ne olursa olsun hayat tepetakla ediyor.
Tümüyle çürümenin kıyısına taşınmış olagelen hayat idesini bunlar daha iyi günleriniz diye pazarlamayı sürdürüyor. Ne cerahat bitiyor, ne cürmün bu kadar afaki kol gezmesi. Ne yıkımın bir sınırı var, ne hayat ne ara bu kadar ucuza konuldu buna dair tek satır açıklama. Ne bu dünya sadece bizim değildir bahsine bir yanıtları söz konusu, ne bugünden yarına nasıl bir yere ilerliyoruz ona dair doğrudan bir tespit yahut da eylem planı. Her şey şahlanan ülke, yeni yüzyılı arşınlıyoruz, uçuyoruz kaçıyoruz ve daha bir dolu saçmalama ötesi tahayyülün arasında boğuntuya konuluyor.
Kimin nerede, nasıl, ne şekilde hangi yaralara sahip olduğu söz konusu edilmiyor. Bundan ala tepetakla olma söz konusu edilir mi? Burası Dingo’nun ahırı mıdır? Bu kadar afaki bir çözülme, her durumda apayrı bir yıkımın tezgahta işlendiği bir zeminde hayatın yönü her ne olur! Biçimsiz, derinliksiz, nobran ve kesintisiz bir şiddet / nefret sarmalına mahkum edilmiş, her şeyi yerle yeksan, doğası talan, gündelik yaşamı imkansız bir hale konulmuş – terk-i diyar edilmiş olagelen zeminde tepetakla olmaya devam mıdır? İtirazınızı kendinize duyurabiliyor musunuz, duyuyor musunuz, gidişat nereye?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Dikmece Köyünden.. TÖP Hatay/Twitter via Bianet
1 note · View note
coolcocug · 4 years
Note
seni bu havalar mahvetti dimi
Her havanın ayrı bir mahvediş metodu var
4 notes · View notes
debeleniyomtr · 2 years
Photo
Tumblr media Tumblr media
mahvediş
0 notes
kelimebulmaca · 3 years
Text
mahvediş
mahvediş ne demek!
Tumblr media
⏬ ⏬ ⏬ ⏬ ⏬ ⏬
mahvediş ne demek!
mahvediş anlamı nedir? Kelime Bulmaca
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Yarayla Kim Nasıl Yüzleşecek
Tumblr media
Tarumar ediliyor her şey, el birliğiyle. Muktedir ve avenesinin suna geldiği, savunduğu ol istikamet diye yutturduğu güzergah dahilinde bir memleketteki hayat mefhumu tastamam tarumar ediliyor. Bütünüyle cerahatin kollarında bir o yana bir bu yana savrulan zeminin hakikati var ediliyor. Yangınlar doğadaki olduğu kadar kentlerin ortasında da çıkıveriyor iş bu güncellikte. Arsız, umarsızca yağma, çürümeye rehin edilen merkezler / kentler ve dahi hayatlar söz konusu edilmiyor. Mesel dahi bilinmiyor. Bütünüyle iç içe geçmiş olanı bir karaşınlık silsilesini yeniden yeniden imal ederek daha düze çıkılacağı iddia ediliyor o ekranlardan. Muktedir ve yaygaracı tayfanın bildirdiği ile hayatın sıradana ait olan kısmı, kesintisiz bir tarumar etmeye rehin biliniyor. Bir tek bu doğrultu var ediliyor artık. Eldeki son kalanlar da gözler önünde iç ediliyor, taksim ediliyor, gel gelelim hayattan ne mesele, ne bildirimler söz konusu ediliyor.
Yol da yordam da tükenişin sınırlarına taşındığı zeminde tarumar edilen gündelik bir hali bildiriyor apaçık, her anlamda. Durum öylesine stabil halde var ediliyor ki tarumar etme, çürüme ve yangın yerine dönüştürülmüş olanın akıbeti sorgulanmıyor. Bunlara sıra artık hiç gelmiyor. Mamafih süre giden bir fasit döngü dahilinde zorbalık ele alındıkça, tehdit, tahakküm, yıldırı biçimlendirilip yeniden yeniden kuşatmalara evriliyor artık. Gelişi güzel değil doğrudan ince ince hesaplanarak, her daim yeniden biçimlendirilerek hep ama daimi bir istemle / bütünlüklü bir mahvediş sahneye konulur. Birbirini tamamlayan her eylem iş bu sahadaki yaşam eriminin de köküne kibrit suyu dökülmesine vesile teşkil eder. Yolun ta kendisi yerle bir edilirken, hakikat tahrif edilirken dört bir yandan tarumar edici olana ait / dair vakalar vuku bulur. Bütün parçaları birleştirdiğinizde belirsiz / muğlak değil artık aleni bir biçimde sorgusuz sualsiz icrasına düşülen kötülük, tahribat ve tarumar eden haller karşımıza çıkartılır. Dönüp dolaşıp başa sardığımız vakti, her dem suç ve cürümlere arka çıkılan ülke bir kere daha görünürdür.
Örnekler öylesine pektir ki hangi birisinden bahsetsek bir başkası eksik kalacaktır, tüm bu tarumar edicilik artık bir yerli ve milli olanın var ettiği yeni bir virüs temsilidir. Tümden şu toprak parçasını enfekte eden, zehirlemelerle gününü gün eden bir tahayyül toplamıdır o mesele. Berkay Türkmen isimli bir insanımsı varlık, Ermenistan’ı ziyaret eder. Kendisi, öğretilmiş olanlar doğrultusunda düşmanının / kötünün merkezine bir seyahati var eder! Geçtik, yüz yedi koca yıldır inkar olunan / inkar edilirken helak olmaktan kurtulup da bir yandan içten içe savunulan soykırıma dair yapılan, Tsitsernakaberd (Kırlangıç Yuvası) sahasını / müzeyi de dahil gezer. Nefretle, ırkçılıkla bütünleşik olan bir temsilin en olur, en olmaz anlarda var ettiği gibi, uluma kaydı paylaşır kendileri. Bir yas evinin ortasında uluyunca, sorunları alt ettiğini, Ermeni’nin yarasından bir parça daha koparttığını ve nihai anlamda bir zafer kazandığını zannedecek kadar zavallıdır kendisi. Dönemin devletinden olagelen Talat, Enver, Cemal’lerin, yol verdikleri çetecilerin isimlerinin yer aldığı holü de ziyaret edip, Ermenileri kuyu kokoreç yapan 12 yiğidimiz diye yazar. Birbirini takip eden tiktok videoları boyunca bu nefretten el aldığını / yönlendirildiği güruh eliyle de nasıl da rahatça nasıl olsa kimseler anlamıyor diyerek bir halka hakaretler yağdırmasına tanıklık edilir. Her kayıt bir suçtur oysa. Her kayıtta bir kere daha bir kimlik ötekileştirilendir bir de bir kere daha kendi yurdunda.
Mutlak ezberlerle, tarih boyunca ve lakin özellikle de son bir asrında olmadık badireleri yüklenmiş olan bir halka küfür / kıyamet, zorbalıkla bütünleşik yakıştırmalar, yaftalar ol Berkay Türkmen eliyle bir kere daha cismani kılınır. Kendisi için hit elde edici, tıklanma rekoru kırmaya vesile olan şeylerin bir asırdan uzunca bir zamandır kanatılmaya devam edilen yaralar olduğu gözlerden kaçırılır. Ne Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın ne Akparti Genel Başkan Yardımcısı, Sivil Toplum ve Halkla İlişkiler Başkanı, Vekil Avukat Özlem Zengin’den tek satır açıklama çıkagelir. Bütünüyle bu topraklarda yaşayan bir halkın içerisi / dışarısı fark etmeksizin nefrete / kine / kötülüğe yem edilmesinden bu kadar afaki rahatsızlık duyulmaması derttir, dert oysa! İnanması akla zor / kabullenmesi apayrı nice badireler atlatmış bir halk bir kere daha sınanıyor. Dün uluyan tipleme, dün hedef kılınırken Ermeni denilmesine alınan Prof. Mehmet Ceyhan. Hep başa sarıyoruz. Yıkım, yıldırı, yağma hep bu yana düşüyor. Kim neyin hesabını sahiden verecek? Ya şu aşağıdaki her neyin nesidir allasen?
Agos’tan aktaralım: “Surp Haç Tıbrevank Lisesi'nden Yetişenler Derneği’nin (SHTYD) Narlıkapı’daki lokali tahrip edildi.
Bir süredir tadilatta olan dernek lokalinin camını keserek içeri giren kimliği belirsiz kişiler, dernekte bulunan bilgisayarları, projeksiyon cihazını, televizyon ekranını ve kupaları çaldı.
Dernek Başkanı Nubar Dinçöz Agos'a verdiği bilgide derneğin tadilatının bitmek üzere olduğunu bu nedenle de büyük zarara uğradıklarını söyledi. Dinçöz, söz konusu kişilerin lokalde bir süre yaşayarak tahribatı daha da artırdıklarını ifade etti. Dernek yöneticileri yaşanan saldırıyı Emniyet’e bildirdi. Olayla ilgili soruşturma sürüyor.”
Tarumar ediliyor her şey el birliğiyle bir kere daha. Nicesinde var edilmiş kötülüğü bir kere daha denenmiş olanı var eden bir kuşatma şekillendiriliyor bir yerlerde ol Surp Haç Tıbrevank Lisesinden Yetişenler Derneği mülkünde. Dönüyoruz dolaşıyoruz her dem en başa sarıp bu mutlak terörize etme / öteki sanılana karşıtlığın en olmadık suretlerinde kendimizi arşınlar buluyoruz. Düzen, yöneten katı, bu ülkede herkes kadar eşitsiniz diyerek söze başlarken, bırakalım eşitliği, adaletsiz, haksız, hukuksuz, biçare konulanın kim / hangimiz olduğunu şıp diye buluyoruz bir kere daha! Basit gibi görünen suç halleri ve akitlerinin nasıl başat bir yönelim / yönlendirme aracı kılındığını tam da o nefret söylemi ihtiva eden, hakaretlerle bir asırdan uzun yılların yarasına tuz ruhu döken tiktok üyesi gibi tiplemelerin kötülüğünün de bir uzantısı olduğu gözlerden kaçırılmamalıdır hiç ama hiçbir zaman. Basit gibi görünen bir soygun girişiminin akıbetinin bunca yalın bir hal ve biçemle unutturulmaya çalışıldığı bir zeminde Ermeni’nin yarasıyla kim her nasıl her ne şekilde yüzleşecektir, sahiden? Nefret kültürü bunca yaygınlaştırılıp bir biçimde tavrın ta kendisine dönüştürülmeye, normalleştirilmeye devam edilirken hayatın hakkı her nasıl tanzim edilecektir? Kim verecektir ki bunca yaranın hesabını sahiden ama nasıl? Kendini mütemadiyen tekrar eden bir nefret sarmalı içerisinde hayata yer kalır mı? Hiç ama hiçbir biçimde bırakılır mı? Ermeni’nin hedef alınmasının yanı sıra, bir hafta gibi kısa bir sürede Hasköy Musevi Mezarlığı saldırısı, Denizli’de linç edilmek istenen, ölümle tehdit olunan o Kürd aile, At*man kardeşliği denen oluşum üstünden tehdit edilen gazeteci Lindsey Snell, Zaxo’da Türkiye mahreçli, biri bebek dokuz insanın canına mal olan katliamcılık, bitimsiz ittihatçı zihniyetin ama kurucu özne ve takipçisi ırkçı hizipler, ama bugünkü o siyasal islami suretlerinden çıkagelen hakaretler, yaralar, bereler. Bütünü bir araya getirdiğinizde her şey her nasıl apaçık bir halde tarumar ediliyor görülüyor. Peki bunca can kırığı, bu kadar afaki cürüm, cinayet ve suç ekseninde bir hayat her nasıl muhafaza edilebilir ki? Bunca tehdit unsuru olaraktan atanan / görünen / bilinen halkların karşısında yükseltilen o nefret simyası her şeyi tarumar ederken bir iyi gün söz konusu edilebilir mi? Düşünür müydünüz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Aziz Krikor Kilisesi / Ani: “Eastern Side Of The Saint Gregory Chapel Of Ani, Circa 1893, From The Book “Armenia: Travels And Studies”, By H. F. B. Lynch” v/ @armenianvisuals
0 notes
seslimeram · 3 years
Text
Yalan Meseli
Tumblr media
Her şeyin ama her bir şeyin yalanlar üstünden bina olunduğu güncelliğin tastamam bariz bir riya, itham ve linç örüntüsünden ibaret olduğu bir sahnedeyiz. Cürümler cürümleri art arda kovalıyor. Bir çürüme halini bir başkası takip ediyor. Yaralar onarılmak bir yana her gün aleni bir biçimde yeninden kanatılıyor. Karanlık güncellenirken yepyeni yaralar bina ediliyor. Her şey birbirinin üstüne yıkılarak bir cerahat güncesinde kapkaranlık yüceltilip, yeniden tasarlanıyor. Ne yazık ki bu çürüme haline bir dur diyecek kimseler kalmamıştır artık. Yalanlar zikredilirken, üstüne bina edilen her yeni eylem, edim bambaşka cerahati güncelleye gelmektedir. Erk, muktedir, iktidar pratiklerinin toptan, toplumu hepten ama her dem dönüştüren yüzeyinin var ettiği bir istikamet kabilinden hepimize paylaştırdığı yön bir çürümedir.
Her durumu, fecaati kendileri için bir fırsat olarak gören siyasetin ol muktedir kanadı sayesinde toptan bir izolasyon hali güncellenir. Bugün yaşadığımız yer ve saha bütün bu cerahatler toplamına evrilmiş ise bunca, sebebi ol muktedirin bizatihi ta kendisidir. Bütün bu şartlanmışlıklar içine rehin edilmiş, sorgulamaları itirazsız def etme dışında vasfı bulunmayanların elinde ülke tanımı yersiz kılınır. Yıkımların menzili, tüm o yalanlara rehin edilip, önayak olunanlarla bir çürüme sahnesi hayatın merkezi kılınır. Hayat diye anılan ve atfedilen ile gerçek arasındaki uçurum kesintisiz kılınır. Burası hayat mefhumu söz konusu dahi edilmeyen bir paldır küldür çürümenin esiri kılınır. Muktedirin doğrudan ve şahsına göre kullandığı, işlettiği ve geleceğine dair tasarruflarda bulunduğu yerdir yeni yeni Türkiye, bunun neresi yenidir? Bu çürümeye, böylesi bir tahakküme rehin bir menzil her yanı yeni olsa kaç yazacaktır, her günü eskinin ta kendisiyken, nasıl?
On yedi günlük ne işe yaradığı son kertede muamma kılınmış olan kısıtlamalar sırası ve sonrasında ortaya saçılan rezillikler varken ne yenisi, neyin yenisinden dem vurulabilir ki sahiden. Covid-19 aşılamasında yüzde 2 gibi ironik olmayacak kadar açık bir biçimde her hayatın kendi haline terk edildiği aşılamanın var edildiği, rakamların önce ters yüz, sonra da geçen seneki olduğu gibi ufak hamlelerle görünmez ve bilinmez addedilmesine devam olunur. Salgın durduğu yeri muhafaza ederken, o muktedir kendi ve eline kan bulaşmış sermayeye verdiği sözü yerine getirsin diye her şey bir daha sümen altı olunur. Aşılamayı halk için değil de bedeli neyse verelim de iki satır kafa dinlesin bari bizimkiler bir de ol üç otuz centine bile muhtaç olunan turizm sektörü için bunca riyaya gerek var mıdır? Hali hazırda zırnık koklatmadan, en muhtaçlara aylık bin yüz liralık yardımı bile onca baskı sonrasında var edip, dünyanın sayılı salgın döneminde halkına ne halin varsa gör diyen bir yer mi yenidir?
Dahası da vardır, geçilmeyen köprü ücretlerinin tıkır tıkır ödeneceği, bunların yükünün de tabi ki halka fatura edileceği bir yer nasıl ilerlemiştir? Cengiz holding gibi, her şeye ama her bir şeye zarar veren, bu ülkenin başına musallat edilmiş beşli çetenin en mimli sureti olana peşkeş çekilen İkizdere’deki cerahati, yıkımı ve talanı var etmiş yer midir yeni ülke nedir? Aralıksız bir biçimde kamu kaynaklarının peşkeş çekilmesi, sürgit yıkımlarla hep ama hep bir biçimde bir yerin yurdun yıkıntılara dönüşümü varken, bu bir hakikatken ne yenisi allasen? İsrail devletinin, Filistin’de var ettiği cerahate laflar yetiştirip dururken, o ümmet bizi bekliyor demeci daha dumanı üstündeyken, kendi aracı oldukları Azerbaycan devletinin, Karabağ’da var ettiği dehşetin sacayaklarından birisi olan teknolojinin temini, kullanımına, içeride silahlı ya da silahsız hava araçları diye geçiştirilen silahlarda yardım almalara, teknolojiden ve istihbarattan el alınan bir devlete karşı söylenen onca riya neyi değiştirecektir, nasıl? Tümden tümü birden var edilen her tahayyül bir kere daha çürüme halini imlerken hayat ne haldedir, sordunuz, sorguladınız mı?
Gündemin satır aralarında yer verilmeyen aslında görülmemesi için çaba sarf edilen hayat hikayelerinde şurada anlattıklarımızdan daha açık bir hakikat vardır. Her defasında hemen her durumda her nasıl insanın gözlerden kaçırıldığı, hayat hakkının yerle yeksan olunduğu artık gizlenmeyendir. Bütün bütün çürüme hepimize pay olunurken iş bu günce sınırlarında her neler olmaktadır birkaç haber hakikati aksettirecektir. Hasan Alkan’ın Evrensel Gazetesi’ndeki haberidir. “AKP iktidarının turizm geliri için hazırladığı ve turizm işçileri için hazırlanan, “Eğlen! Aşılandım” yazılı maske turizm işçilerinin tepkisini çekti. Pandemi aylarında işsiz kalan turizm işçileri kısa çalışma ödeneğinden dahi yararlanamazken, hükümet aileleriyle birlikte milyonlara destek vermedi. Hükümete tepkisi artan turizm işçileri, “Turizm geliri için onurumuz kırıldı. Hükümet turizm işçilerini sermaye olarak görüyor” dedi. Antalya’daki turizm işçileri ile yaşadıkları sorunları konuştuk.
Pandemi öncesi bir restoranda müdür olarak çalışan İsmail Koplay, pandemi nedeniyle çöküş yaşanan turizmde gelirsiz kalanlardan. Bir yıldır işsiz olmasına rağmen kısa çalışma ödeneğinden dahi yararlanamayan Koplay, Turizm Bakanlığının yayımladığı videoyu ‘ihanet’ olarak değerlendiriyor. Koplay, “Bizim üstümüzden bu şekilde oyunlar oynuyorlar. 1 yıldır cebimden yiyorum. Emeklilikte yaşa takılanlardanım. Sigortam dolduğu halde yaşı bekliyorum” dedi. Koplay, İşsiz ve gelirsiz olmasına rağmen bir de kendisine genel sağlık sigorta borcu çıkarıldığını söyledi.
Koplay hükümete şu sözlerle tepki gösterdi: “İşsizlik fonundaki parayı bizlere değil, patronlara veriyorlar. Patron da canının istediğini işe çağırıyor. Turizm Bakanı da kendi otellerinin geliri için bizim üstümüzden her türlü oyunu çeviriyor. Burada aç kalıyoruz. Bu yüzden yurt dışında gemide çalışıyordum ama bir senedir gidemedim.”
Bir otelde kat şefi olarak görev yapan bir kadın işçi ise kısa çalışma ödeneği alabilen ‘şanslı’ turizm emekçilerinden. 1.5 aydır çalışmadığını ve temmuz ayına kadar çalışamayacağını söyleyen işçi, “Eski çalışan olduğumuz için bizleri gönderdiler, yeni personele öncelik verildi. Onlar çalışıyor. Şaka gibi bir durum. Bizleri düşünen mi var? Biz turizm emekçilerini düşünseler baştan doğru düzgün önlem alırlardı. Bizleri eve turizm düzelsin diye tıktılar ama yok. Rusya vatandaşını göndermiyor. Gelenler de önceden rezervasyon yaptıranlar. Turisti getirebilmek için bizleri ne hale koyuyorlar, ama bittik artık” dedi.
Eşinin emekli maaşı ile geçindiklerini söyleyen kadın işçi, “Emekli maaşı olmasa açız. Bizleri yine düşünmüyorlar. Geçen yıl da aynısını yaptılar, kapattılar sonra turizm canlansın diye her tarafı açtılar olan bize oldu. Az işçi ile sezonu bizlere tamamlattılar, turistler maskesiz dolaştı; bizler maske dezenfektan kullanmaktan perişan olduk. Bu yıl da bizleri böylemi dolaştıracaklar şaka gibi!” ifadelerini kullandı.
Turizm İşçisi İshak, “Göstermelik önlem ve tedbirlerle buraya kadar geldik. Hükümet turizm işçilerini sermaye olarak görüyor” dedi. Turizm sezonu öncesine kadar hükümetin kendilerini düşünmediğini söyleyen İshak, “Bize bugün iyi bakmak zorunda kaldılar çünkü her şeyin garantisi biz olacağız. Turizm işçilerinin sağlığı da, geleceği de her zaman ipin ucunda bugün para geleceği için iyiyiz ama eylül, ekim ayında herkesi tekrar kapının önüne koyacaklar” dedi.
Çalıştığı otelin ise şu an kapalı olduğunu söyleyen İshak, “Otelin açılıp açılmayacağı belli değil. İşçilerin çoğu aşılanmadı, şimdi aşılansam ikinci dozu olduğumda sezon ortası olacak. Doğal olarak bir anlamı olmuyor. Düne kadar bizi düşünmeyenler bugün iyi bakmak zorunda çünkü her şeyin garantisi biz olacağız, ondan dolayı da bu tip açıklamalar videolar beni şaşırtmıyor” ifadelerini kullandı.
Bir otelde ‘Housekeeping’ (temizlik görevlisi) olarak çalışan Leyla Berber, yayımlanan video nedeniyle turizm işçilerinin onurunun kırıldığını söyledi. “Burada çalışan işçilerin canı yurt dışından gelenlerden daha mı değersiz” diye soran Berber, “Sırf para gelecek diye insanları bu gibi onur kırıcı duruma düşürmeye kimsenin hakkı yok. 1 yıldır insanlar işsiz, kısa çalışma ödeneğinden faydalanan kaç kişi var” diye konuştu.
Patronlara sürekli teşvik paketleri açıklandığını anımsatan Berber, “Biz işçilere sürekli engeller çıkarılıyor. Sigorta günün dolmadıysa kısa çalışma ödeneğinden bile faydalanamıyorsun. Keşke işçilerin sağlığı ve nasıl yaşayacaklarına dair mücadele edilseydi. Bugün para gelmeyince hemen işçilerin sağlığını düşündüklerini ifade ediyorlar. Bu video ile de bizim sağlığımız değil, turistlerin sağlığını ne kadar düşündüklerini bir kez daha gösterdiler” dedi.
Birçok ‘şanslı’ turizm işçisinin geçici günlük işlerde çalışmak zorunda kaldığını söyleyen Berber, “Kimi inşaatlarda işçilik yapıyor, kimi yeni yapılan rezidanslarda aile olarak kapıcılık yapıyor” diye konuştu.”
Büyük ülke nidaları atılmaya devam olunurken olmakta olan herkese uygun bir yıkımla, yıldırı halinin takdimi olur. Yukarıdaki tanıklılar bu bahsin bir yüzeyidir. Kötülük hemen her anlamda artık mübalağasız var edilen bir meseldir. Turizm emekçilerinin haklarının bunca rahatça gasp edilmesinden biteviye güncellenmiş olagelen her hamleyle biraz ve az biraz daha çürüme afaki bir çürüme güncellenir. Defaatle sunulan ve paylaşılan her fecaat ve insan yerine konulmamanın var ettiği her eşik başka bir kırılmayı var eder. Bunca açık, bu kadar keskin bir biçimlendirme o çalışan nüfusun yüzde yetmişinin çalışmaya devsm ettirildiği kapatma lafzının ortasında asıl olmakta olanı gösterir. Belirtene gerek kalmadan kesintisiz bir halde hayat memat mefhumu hiç kılınır. Bu bahisler birer hakikatken hala, ama hala mı her şey yolundadır, nedir yani? Bütün bu rüya ülkesi, aşısı tam sınırsız tatil ve konfor anonsları var edilirken çürüme her ne yana çıkmaktadır?
Bianet’ten aktaralım: “Irak'ın Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin başkenti Erbil'den Mersin'e gelen aileye saldırı düzenleyen 3 zanlıdan 2’si tutuklandı.
Jandarmanın yürüttüğü soruşturmada gözaltına alınan S.O., M.F.O. ve M.B. işlemlerinin ardından Anamur Adliyesi’ne sevk edildi. M.F.O. ve M.B. “kasten öldürmeye teşebbüs”, “mala zarar verme” ve “halkı kin ve nefrete teşvik etmek” suçlarından tutuklanırken, S.O. adli kontrolle serbest bırakıldı.
Valilik olayla ilgili yaptığı açıklamada, olayın hasarlı trafik kazasından sonra yaşandığı iddia etti.
Valilik açıklamasında "Olay trafik kazası nedeniyle yaşanmış olup bazı sosyal medya hesaplarında çarpıtılarak yapılan paylaşımlar asılsızdır, tamamen adli bir olaydır. Olayla ilgili olarak 3 şüpheli gözaltına alınmış olup adli süreç devam etmektedir. Irak vatandaşı M.M.K. Anamur Devlet Hastanesinde tamamlanan tedavinin ardından taburcu edilmiştir. Büyük bir üzüntü duyduğumuz olayda yaralanan Iraklı şahıs ve ailesi, ilçemizde bizim misafirimizdir” dedi.
Ne Olmuştu?
Erbil’den Mersin’e gelen Muştaq Mahmood Kareem ile ailesi, dün öğlen saatlerinde Bozyazı’ya bağlı Gözsüzce Sırtlan mevkiinde S.O., M.F.O. ve M.B.’nin saldırısına uğradı. Saldırıda Kareem ile bir aile bireyi yaralandı ve hastaneye kaldırıldı. Yaralılar tedavilerinin ardından taburcu edildi.
Adana’dan Antalya’ya giden ve yolda olayı görerek müdahalede bulunan görgü tanığı Cihan Kutluk Tekeli Jandarma Karakolu’nda şu ifadeyi verdi:
“Virajlı yollarda trafiğin durduğunu gördüm. Neden durduğunu anlamak için araçtan indim ve o esnada yabancı plakalı beyaz bir jipin en önde durduğunu ve birkaç kişinin kavga ettiğini gördüm.
Kavgayı ayırmak maksadı ile yanlarına gittiğimde 01 YG 428 plakalı siyah Honda Civic marka aracın beyaz jipin önünde durduğunu ve siyah araçtan inen 3 şahsın beyaz jipin sürücüsünü ailesinin yanında öldüresiye dövdüklerini gördüm.
Araçta yolcu olarak bulunan isminin sonradan M.F.O olduğunu öğrendiğim şahıs eline büyükçe bir taş alarak beyaz jipin sürücüsünün kafasına ve yüzüne 4 kere vurdu. İlk vuruşlarında şahıs dengesini kaybederek yol kenarında bulunan bariyerlere doğru devrildi.
Bariyerlerden uçuruma doğru atmaya çalıştılar. Son vuruşunda şahıs bayılarak yere yığıldı. Yerde baygın olarak yattığı halde vurmaya devam ettiler. Şahsın ağzından, burnundan ve kafasından sürekli kan geliyordu.
Daha sonra çevredekilerin 'öldü yeter' diye bağırmalarından sonra şahsı yerde baygın bir şekilde bırakarak araçlarına doğru yöneldiler. Araca binecekleri esnada MF.O. geriye doğru geriye dönerek, 'Bu olaya şahit edeni ileride bekliyor olacağım ve öldüreceğim. Kim bu olaya şahitlik yaparsa... Size burayı dar edeceğim. ... Kürtleri' diye tehditler savurdu.
Daha sonra baygın şahsı kendi çabalarımla kendi araçlarına bindirerek Tekeli Jandarma Karakolu'na yakın olan Aytemiz isimli petrole getirdim ve jandarma ekiplerine haber verdim.”
Her şeyin, hemen her durumda her şeyin yalanlarla geçiştirildiği bir cenahın meseli artık saklanamayandır. Hewler’den Mersin’e gelen Muştaq Mahmood Kareem ile ailesinin ol başına getirilen şey bir yıkım tahayyülüdür. Cürümler birbiri ardına işlenir, ardılı sıra tüm o suçlar görünmez kılındığı var sayılırken olan biten bir nefretin suça dönüşümüdür artık. Kesintisiz bir biçimde bu mefhum konuşulmasın istenir. Kareem ve beraberindeki insanlara reva görülenler bu fasit döngüye mahkum menzilde aslolan hali bildirir. Cürüm, suç, yıkım hep örtbas edilir. Çürüten, kıran ve zayi eden sorgulanmasın istenir her zaman olduğu üzere. Bu vakada var edilmiş olduğu ilan edilen adalet, görünmez addedilenlerde tüm o Bakur Kürdistan’ında süreğen kılınmış olan yıkımların yekununda ne kadar var edilmiştir, mesele hep buradan başlar, başlamaktadır? Hakkın da hukukun da alaşağı olunduğu bir zeminde aralıksız yalanlar, sürekli iltimas geçilen suçlar var edilirken kim hangi yeni ülkeden bahis açabilir, her nasıl?
Bugün her şeyin giderek sarpa sardığı, artık atılan adımlar, verilen sözlerin yekununda, yalandan, riyadan, itham ve inkardan başkasının var edilmediği bir güzergah önümüzde bina edilendir. Düzayak çürümenin mihmandarlığına tabi olan bir devlet aklı her günü ama her bir günü apayrı zehirlemektedir. Nihayetinde basit gibi görünen her mesele, asıl uzun soluklu bir yıkımın da ara bağlacıdır. Erk, muktedir, iktidar pratiklerinin toptan, toplumu hepten ama her dem dönüştüren yüzeyinin var ettiği bir istikamet kabilinden hepimize paylaştırdığı yön bir çürümedir. Bütünüyle ve aralıksız bir biçimde doğruların yerine ikame edilen her şey bu çürümeyi sabit kılmaya vesiledir. İyi de sahiden her nasıl ve her ne biçimde bu çürümeden muaf olunacaktır?
0 notes