Tumgik
#şiirin saati
yorgunherakles · 2 years
Photo
Tumblr media
şarkılar bir yokluğa söylenir. ilhamlarını yokluk vermiştir ve yokluğa hitap ederler.
john berger - o ana adanmış
22 notes · View notes
papatyamdaki · 11 months
Text
O gecelerde, ya bir kitabın sayfalarından ya bir şiirin derin büyülü dünyasından ya da bir şarkının kendine has hüznünden o günleri ve hatta o saati buluyordum.
Tumblr media Tumblr media
20 notes · View notes
yurekbali · 10 months
Text
Tumblr media
“küçük İskender” anısına... (28 Mayıs 1964, İstanbul - 3 Temmuz 2019, İstanbul) * * * küçük İskender'in Walizi - Haydar Ergülen “İskender de Attilâ İlhan gibi bir ‘şair-i maderzat’ bence, yani ‘anadandoğma şair’, o nedenle yazmak için yaratılmış olanlardan, yani yazmamak elinde değil! Üstelik de çok yazmasının kime zararı var, doğrusu bunu da bilemem, Enis Batur çok yazıyormuş, ne güzel demek ki yazabiliyor, istediğini okursun, tümünü senin okuman için yazmıyor, işte İskender de öyle. İskender Türkçenin en zeki şairlerinden, yazarlarından. Onun şiiri bir ‘gökkuşağı’ tam anlamıyla. Renkli, farklı, zengin, çeşitli, yüksek, doğal, yalın, derin, katmanlı, coşkulu, düşündürücü, zevkli, enerjik, akıllı, duyarlı, komik, ironik, lirik, epik, erotik, eleştirel, sivri dilli, yaramaz, asi, tehlikeli, korkusuz, pervasız, argolu, sokak dilli, koyu, bireysel, toplumsal, tümüyle laik bir şiir; evrensel, kalıcı ve evet herkese göre bir şiir. Daha doğrusu çok şiir! İskender’in sözgelimi “uzun yazlardan sözeden kadınlardan korkacaksın/ hani bir de ağustos köpek gibi sarhoşsa ayakbileklerinde” dizeleriyle başlayan “Uzun” şiiri (ki çok severim, hatta en sevdiğim şiirlerinin başında gelir; tek kusuru, yıllar önce İskender’e de söylemiştim, ‘kısa’ olması; şaka gibi, adı ‘Uzun’, kendisi ‘kısa’ bir şiir) ‘çok’ ve ‘çoğul’ şiirinin örneklerinden biridir. “leyla, sen bir heves değilsin baharda/ çiy değilsin, kırağı değilsin,/ mahmurluk hiç değilsin sevdada!” dizeleriyle başlayan “leyla”, onun çok şiirinden bir başka örnektir. Ya da “Meleğin mesleğini sordunuz bana;/ Camcılıktır o, dedim. İnsan ham ışıktan/ yapılmıştır ki bu da/ suyun gizlediği mürekkep ve sıla” dizeleriyle başlayan “kalbin ders saati” ise çoğul şiirinden bir diğer örnektir. İskender yüksek, çok, çoğul ve sürekli şiiriyle hem kendisine hem başka şairlere yol ve alan açan bir olanaktır. Yalnızca şiir yazan biri değil bir ‘şiir açıcı’dır ki, şiirini bir olanak olarak sunan, var eden tüm büyük şairler, onlarca yıl belki bir yüzyıl sürecek bir etki alanı oluştururlar. Büyüklükleri yüzyıl ya da yüzyıllarla ölçülür, ki onlara ‘yüzyıl şairleri’ denilse yeridir. İskender de benim “1980 Yüzyılı” olarak tanımladığım kaotik yüzyılın şairidir, belki de yüzyılın damgasını en çok vurduğu ve yüzyıla damgasını en çok vuran şairlerden. Cumhuriyet dönemi şiirinin o okunmadan eksik kalacağı bir şair. Yıllar önce, şimdi aramızda olmayan bir şairimiz bir ‘Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri Antolojisi’ hazırlamıştı. Gençlerden, o zaman gençtim, beni de almıştı antolojisine, fakat baktım küçük İskender yok, o zamanlar Varlık’ta ya da Radikal gazetesinde, ‘benim antolojiye alınmamın önemli olmadığını, fakat küçük İskender’in antolojiye alınmamasının çok önemli olduğunu’ yazmıştım. Hâlâ öyle düşünürüm. 80 Kuşağı diyelim birkaç büyük şair armağan etmiştir Türk şiirine, bunların başındaysa küçük İskender gelir, Birhan Keskin gelir, Ahmet Erhan gelir... Waliz Bir’de (Can Yayınları, Kasım 2016) “Bazı şeyleri öğrenmeyi reddettiğim için bağımsızsam, imgelerin kontrolü kolaylaşıyor. Hayal gücünü sıfırlamaya çalışan sistemli öğretilerden saklanan hayvanları arıyorum hayatıma sızan. Biz büyük bir aileyiz.” (s. 44) diyordu. küçük İskender’in bavulunda, ‘waliz’inde en azından bir yüzyıla yetecek şiir ve dize var. Yazıları ise şiirini sardığı kâğıtlar gibi daha yolda okumaya başlanacak türden. küçük İskender: Bağımsız, eliaçık, gönlüaçık, cömert bir şair. Şairlerin en zengini.” - Haydar Ergülen, küçük İskender’in Walizi (Şairin Bavulu / Portreler) * * * uzun - küçük İskender   hüseyin alemdar’a uzun yazlardan sözeden kadınlardan korkacaksın hani bir de ağustos, köpek gibi sarhoşsa ayakbileklerinde; hani bir de masada rakı, aşkta endişe tükenmişse uzun yazlardan sözeden kadınlardan çok korkacaksın bir ağaç, gece vakti tırmanmaya kalkışmışsa ölü ren geyiklerine! uzun yolculuklardan sözeden erkeklerden korkacaksın hani bir de taşlı tozlu yollar, deli gibi koşuyorsa gözbebeklerinde; hani bir de devrimde inanç, vücutta takat tükenmişse uzun yolculuklardan sözeden erkeklerden çok korkacaksın bir çocuk, gece vakti sapanla vurmaya kalkışmışsa sınırdaki askeri! uzun şiirlerden sözeden şairlerden korkacaksın hani bir de intihar, fiyakalı bir sustalı gibi duruyorsa arka ceplerinde! hani bir de kâğıtta mürekkep, kâinatta şiddet tükenmişse uzun şiirlerden sözeden şairlerden çok korkacaksın bir mecnun kul, gece vakti tanrıyla peygamberin arasına girmişse! uzun sözcüğünden korkacaksın hani bir de kısaysa yazılırken bile! - küçük İskender, uzun (lezzetli tümörler lokantası / gözyaşlarım nal sesleri) - Görsel: Mehmet Adıyaman (küçük İskender)
11 notes · View notes
matmazelnoraliya · 2 years
Photo
Tumblr media
Seni sevmek niye eski yazlar gibi hep yeni bende gittikçe daha çok hatırlanan bir şey olduğundan belki sevmek de hatırlamak gibi öyle sevindirici, iyileştirici ve gerekli, yan yana dizmek küçük küçük taşları, üst üste koymak mı demeli peki, bu tören de burçlarımızın birer jesti olsun bize, ama taşlarımız da renkli olsun ki hem atalım hem kıyamayalım atmaya içimize. Beni şiirden yalnız sen kurtarabilir ve yalnız sen atabilirsin şiirin içine yine, peki yaz, de ki bir yaz günü doğmuşuz birbirimize bu yüzden yazdan başka bir şey gelmiyor içimden sana karşı ama geçmiyor da hiç yaz sende durmuş bir sevgi saati ve geri kalıyor hep bize kalıyor geri daha ileri gitmesin saati geçmesin bizi de yaz ya biz onu geçersek nereye gideriz ki unutalım unutalım unutmazsak eskir çünkü hatırlamak ilk defa gibidir hep ve her şeyi hatırlayalım, hatırlamak eski yazlar gibi hep yeni ve hep seni sevmek gibi iyi…
Haydar Ergülen, Eski Yazlar Gibi Yeni
35 notes · View notes
raksh4sa · 6 months
Text
Tumblr media
Sen Ben Lenin (2021)
1991 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından denize atılan Lenin heykellerinden biri, iki yıl sonra Düzce'nin Akçakoca ilçesinde sahile vurdu. 2000'li yıllarda Akçakoca Belediyesi, ilçede turizmi geliştirmek düşüncesiyle, Lenin heykelini Akçakoca meydanına dikme kararı aldı. Ancak bu tasarı hiçbir zaman hayata geçmedi. Dalgaların Karadeniz'i aşarak getirdiği ahşap heykel hâlâ belediyenin deposunda saklanmaktadır.
Tufan Taştan'ın senaryosunu Barış Bıçakçı ile yazdığı ilk uzun metrajlı filmi "Sen Ben Lenin", işte bu gerçek hikâyenin üzerine kurgulanmış bir kara mizah olarak beyazperdeyle buluşur. "Belki kasabaya bir Lenin gelir" başlığıyla Cumhuriyet gazetesinin dahi manşetlerine taşımış olduğu "Sen Ben Lenin" filminde, Lenin heykeli bu sefer kasabanın meydanına dikilmiştir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti başbakanıyla birlikte, Rusya'dan gönderilecek olan bir heyetin katılımıyla gerçekleştirilecek olan açılış töreninden bir gün önce Lenin heykeli ortadan kaybolur. Heykelin çalınmasıyla tüm hikâye böylelikle de başlamış olur. Heykelin bulunması için Ankara'dan özel olarak gönderilen iki polis müfettişinin kayıp heykeli bulmaları için 12 saati vardır.
Filmi seyrederken Kızılay'dan Bestekâr'a doğru yürüdüğüm yolların duvarlarında boyalı duran Lenin resimlerine gittim geldim. Elbette bir de filmde Ahmet Abi karakteriyle sıklıkla vurgulanan Edip Cansever'in "Mendilimde Kan Sesleri" şiirine... (Bu metni kaleme alırken arka planda çalan bu şiiri de şuraya ekliyorum: (https://www.youtube.com/watch?v=2CuFoIlrLuY) Ne diyelim... Belki Ankara'ya bir Lenin gelir.
Filmde en çok güldüğüm ve filmi en iyi anlatan sahne olarak gördüğüm şu repliği de aşağıya bırakıyorum:
"Lenin kasabayı değiştirecek derken, kasaba Lenin'i değiştirdi."
1 note · View note
ardor-mohr · 3 years
Text
“Şiir kanayan yaraya seslenir.”
— John Berger, “Şiirin Saati” (1982)
41 notes · View notes
hasanildizsiirleri · 3 years
Text
AFORİZMALAR
“Gerçek sevgi öptüğü yarayı iyileştirendir.”
“Yazmak, hayatın ayıbını yüzüne vurmaktır.”
“Tanrı güzel olan her şeyi yazmıştı; acıları yazmak bizlere düştü.”
“Dilin kemiği olmadıktan sonra, sözcüklere alınmanın bir anlamı yok.”
“Yazının yaktığı ateşi suyla söndüremezsin...”
“Bildiğini okumak okumaya zaman ayırmak değil, zamanı boşa harcamaktır.”
“Şıra bile olmayanlar, pekmez taklidi yapıyorlar.”
“Formun AltıOlağan olan, zaten yeterince olağanüstüdür.”
“Cahil toplumlarda kitap okuma aracı değil tapınma aracıdır.”
“Modern dünya düzeni; kitap okuyan efendilerle mesaj okuyan köleler arasındaki uyumdan ibarettir.”
“Cehalet bir kitabın sayfasını çeviremeyecek kadar tembeldir.”
“Neresinde insan varsa, dünya orasından hasta.”
“İnsan, ‘dünyanın’ başına gelen en kötü şeydir.”
“Dönüp dolaşıp acısına sığınıyor insan.”
“İnsan, kendinde olmayan bütün acılara hayvan.”
“Kendinden olmayanı unutursan kendin olmayı da unutursun.”
“Dal insanı kırmadı, insanın dalı kırdığı kadar.”
“Irgat yüzleri gibi toprağı yanık yurdum.”
“Baharın acısı yeşilde saklı.”
“Şarabın tadıyla mest olanın, üzümü yaradana borcu yok mudur?”
“Meyhane küncü, sofuya cefa sermeste sefadır.”
“Mestane bir küp şarabı zevk için değil curra için içermiş.”
“Ölülerin yönettiği toplumların ömrü,  mezarlıkta ayin yapmakla geçer.”
“Dünya kendi etrafında bir tur daha döndü. Şimdi herkes ölüme bir tur daha yakın.”
“Ölüm çiçeği er ya da geç açacak bir gün her evin bahçesinde.”
“Ölüm kendisi belirliyor en uygun zamanını.”
“Ölümün şiirini, en güzel, bir sala söyler.”
“Dünya aslına dönecek bir gün, akan su gayesine vasıl olacak.”
“Adı konmamış bir karanlıkta, çıkışı aramakla geçiyor ömür.”
“Adını Barış koyduk savaşa giden çocukların.”
“Dünyanın sekerek geçtiği yolda uygun adım yürümeye çalışıyoruz.”
“Bugün çobanın olan gün gelir kasabın da olur.”
“Kendinle savaştığın dünya senin gerçek dünyandır.”
“Denizi severken kumunu incitmeyen dostlar istiyorum.”
“Adımlarımızdır ömrümüz kısaldıkça kısalan...”
“Bir insanı anlamak da bazen cezadır başka bir insana.”
“Tutuculuk tarihin akışını değiştirmez sadece yavaşlatır.”
“Allah’la bir sorunumuz yok Allah’la korkutanlar olmasa.”
“Yürek kostüme bakar, akıl ise kostümün içindekini arar.”
“Hayatta en çok kaygan yolda beraber yürüyecek yoldaşlara ihtiyacımız var.”
“Biz, atölyelerde üretilenler, vitrinlere çıktık satılmak için.”
“Uçmak kanat değil kanaat işidir. Bu nedenledir ki nice kanatlılar yürümekle iktifa ederler.”
“Öcüler karanlıkta yaşarlar. Karanlığı aydınlatmadan öcüleri yok edemezsiniz.”
“Kimin gözüne baksam batan bir güneş.”
“Sobasız evlerde doğmuşuz biz. Bu yüzden bir yanımız hep soğuk kalmış.”
“Neden bir tek benim ülkemde her yeni yıl eskisinden daha kötü gelir?”
“Cennet ve cehennem fantezi bahçeleri değildir.”
“Nasıl bir dünyaysa bu herkes aradığını bulamadan gidiyor.”
“Bir yerden sonra dünyayı dümdüz görüyorsun.”
“Yalan, baştan çıkarıcıdır. Bu yüzden, bütün yalancılar bizim yalana duyduğumuz şehvete güvenirler.”
“Şeytan gibi bir avukatınız varsa, haramı helal, helali haram gösterebilirsiniz.”
“Şeytan sadece topuğunu gösterir, gerisini hayal eden insan nefsidir.”
“Yalancı dostlarımız en çok, omzumuzdan ateş etmeyi severler.”
“Sülük bile doyunca çeker sorgucunu insanın damarından.”
“Önyargı değişir de son yargı değişmez.”
“Kimsenin yürümeye cesareti yok. Herkes yanında oturacak birini arıyor.”
“Işığın değerini kavramak için karanlığa da ihtiyaç vardır.”
“Yağmur sesini yükseltirse, kar sessizce dağlara çekilir.”
“Birikmişin varsa acıdan yana gün gelir simsiyah bir kan yürür damarına.”
“Yarınını ipe çekmiş bir ülkede yaşıyorsan, bileceksin ki yazdığın her şiir son şiirin olabilir.”
“Daha yapacağım bir sürü kötülük varken tutup on sekiz yaşımda Dostoyevski okudum.
“Kötüler bu kadar örgütlüyken iyilerin kazanma şansı yoktur.”
“İnsan üç beş yudum su imiş, damla damla biriken ömür tasına.”
“İnsan dediğin en son kendi gurbetinde görülür
İnsan dediğin en son kendi gurbetinde ölür
İnsan dediğin en son kendi gurbetine gömülür.”
“İnsan doğmak Allah’ın, insan ölmekse kendi elinde.
“İnsanı ahlaklı kılmayan din sadece ritüelden ibarettir.”
“Her gün diz dize otursan da insan dediğin uzak bir şehir.”
“İnsan üç beş yudum su imiş, damla damla biriken ömür tasına.”
“Bu toplum kapıdan girdiğinde İslam pencereden kaçıyor.”
“Allah havale mercii değil hesap merciidir. Hesap vermeye giderken savunma dosyanı hazırlamayı unutma.”
“Allah'ı kandırmaya çalışan Müslümanın insana karşı dürüst davranması beklenemez.”
“Bir tek Fatiha okusam şeytanı etkiliyor da insana bütün Kur’an-ı okuyorum bana mısın demiyor.”
“Dürüst olamayan Müslüman hiçbir şey olamamış demektir.”
“Şart değildi toprak olman; topraktan geldiğini unutmasan yeterdi.”
“Sen yaşadığın dünyaya gösterdiğin saygı kadar insansın.”
“Dinini sırtlandan öğrenirsen, avdan pay kapmak için aslanın doymasını beklersin.”
“Kim Müslümanım demişse ağzında alay, ruhunda kibir. Belki de Ortadoğu bu yüzden cehennemdir.”
“Sırat-ı Müstakim, yaşadığın hayattı oysa sen onu ölünce geçilecek köprü zannettin.”
“Neyse ki İslamiyet tevazu dini yoksa nasıl bu kadar mütevazı olabilirdik.”
“İslam güzel ahlaktır, Müslümanlar hariç.”
“Müslümana inanmak kişiyi putlaştırmaktır, aslolan İslam'a inanmaktır.”
“Gerçek Müslüman yoksulluğun resmini değil sebebini paylaşır.”
“Büyük gemilerle küçük boğazlardan geçmeye kalkışmayın; ya dibe oturursunuz ya da kıyıya.”
“İnsanını ve toprağını değerlendirmeyen toplumlar uygarlık yarışını kaybetmeye mahkûmdur.”
“İyi insanların kendilerinden önce yaşadıkları coğrafya gülümser.”
“İnsanların, insanlarca, insanca yönetildiği hiçbir ülkede insanlar mutsuz olmazlar.”
“Türkiye bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmuş fikirsizlerin ülkesidir.”
“Biz zamanında yanlış karar verdiğimiz için çocuklarımız yanlış zamanda ölüyorlar.”
“Ülkesi ölürken susan bir toplumun cenaze namazını Haham kıldırır.”
“Sürüyü susturmaya birer tutam ot yeter.”
“Zıvanadan çıkmış bir dünyanın üstünde koro susmuş, aryalar bildiğini okuyor.” “Uygarlık, köleliği yok ederken her insanın kulağına, bir Tanrı olduğunu fısıldadı.” “Hepimiz kötü yazılmış kısa bir dünya tarihiyiz.”
“Corona, Avrupa ve Amerika’nın Titanic'ten sonra ikinci özgüven faciasıdır.”
“Atılan bir twitin bir füzeden daha yıkıcı olduğu çağa iletişim çağı diyorlar.”
“Kimsenin bayramına şeker olmıycam, çocuklar hariç.”
“Biz Türkler göçebeyiz, aklımız şehirleşse de yüreğimiz dağlarda kalır.”
“Şehirlere düşmüş her Yörük çocuğu ensesinde bir dağın rüzgârını taşır.”
“Yörük’sen eğer ayağın denize değse de gönlün dağlardan aşağı inmez.”
“Karanlık cahillerin beyninde örgütlenir. Bu yüzden ki güzel olan her şeye önce cahiller direnir.”
“Cahil insan dikenli çalıya benzer, neresinden tutsan elini kanatır.”
“İnsanı kör kılan görmeyen gözleri değil cehaletidir.”
“Kendini âlim sanandan daha tehlikeli bir cahil yoktur.”
“Cehalet yılan gibidir. Sinsice yaklaşır.”
“Cahilin cehaletinden başka silahı yoktur.”
“Cahil, cehaletiyle bir kez; kendini bilge sandığında bin kez sorun olur.”
“Teknoloji cahillerin efendisidir.”
“Cahil toplumlar yaptığı hiç bir hatadan pişmanlık duymazlar.”
“Cehalet orada her şeyiyle dururken, insanoğlu burada birbiriyle savaşır.”
“Cahil bir toplum, siyasetçisinin osuruğunu keramet sanır.”
“Bazı insanlar baltayla girer hayatınıza. O keser siz acısını çekersiniz.”
“İnsan bazen bir ömür tüketir de onurla kibir arasındaki ayrımı göremez.”
“Elin, yüzün gibi düşün hayatı. Her sabah yıkayıp yeniden kullanıyorsun.”
“Herkesi kendi yaşamıyla boğuyorlar.”
“Ölümden söz açmanın ne anlamı var ‘Servi’ dersin bütün kâinat susar.”
“Büyük kayalar çekiçlerle kırılmaz.”
“Herkes koparıp geçer de çiçek acısını kimselere söylemez.”
“Her suyun dalgası derinliği kadardır.”
“Her insanın kaçtığı bir yanı vardır; kaçtığı ama kurtulamadığı...”
“Sen bu kadar iyi olmasaydın, insan diye anılmak ağırıma giderdi.”
“En güzel ölüm için yarışsaydık eminim en iyi yaşamı kazanacaktık.”
“Uçların öbür yanı uçurumdur. Bu yüzden ki uçlarda yaşamak zordur.”
“Taşı kırdık da kırıldık toprağın inceliğinden.”
“İnsan, çıktığı yolculukta en son kendine uğrar.”
“Mazeret yüklü bulutlar, kuruyan ekinlere çare değildir.”
“Kendi düşenin değil, kendine düşenin acısı büyük.”
“Taşın çıkardığı sese bakmak, taşı atanı unutturuyor bazen.”
“Paranteze alınmışız bir kere sözü uzatmanın manası yoktur.”
“İnsan acılarıyla beraberdir. Sevdikleri arada bir çay içmeye gelir.”
“İnsan, kendisi gecekonduda otururken, başka bir insanın sarayda yaşamasını kutsayacak kadar aptaldır.          “ “Gördüm ki taşlar yüreklerden daha vefalı üzerine yazılanı silmiyor kırılsa da.”
“Güneş aç ve açıktır bazen, tıpkı bir kâğıt helva gibi yiyip bitirir karanlığı.” “Sadakaya şükreden bir toplumla onurlu bir gelecek kurulamaz.” “Uğruna başını veremeyeceğin düşünceyi başına koyma.” “Taşı yukarı değil ileri at ki tekrar tepene düşmesin.” “Tarifeli bir taşıt gibi insan, doğumla ölüm arasında.” “Yağmurun altındaki ateş, yansa da üşür alevlerinden.” “Kimi kapılar içeriye açılır, kimi kapılar ise içeriden...” “Kuş kendi gölgesine oturmaz gülüm.” “Sürüyle yürüyenin yolu ya meraya çıkar ya da mezbahaya...” “İnsan çoğu zaman kendisiyle bile yolculuk yapamıyor.” “Güldüğün kadar güldüremiyorsan, sahtekârsın.” “Hırsızın evi ekmeksiz kalmaz.” “Hainlerin ortak paydası çoktur, bu nedenle birinde olmazsa diğerinde anlaşarak hızla çoğalırlar.” “İnsan sabredemiyorsa, ilk yenilgisini nefsinden alır.” YABANCILAŞMAK: “Hak etmediklerinle kurduğun bir dünyada hak edilmediğini düşünmektir.” YANILGI: “Ölüm her gündü aslında, ama sana bir gün diye öğrettiler; bütün feveranın bundandır.”
SINANMAK: “Demire yazgıdır, ateşe görev.”
“Uykuyu sevenler ve hırsızlar için karanlık bir nimettir.”
“İnsan dediğin, karanlık yüzü dünyanın.”
“İnsan gözüyle bakar ama beyniyle görür.”
“İnsanlık kum saati gibidir, bir tarafı dolarken diğer taraf boşalır.”
“İnsan içine doğduğu dünyanın esiridir.”
“Acı çekmekten ve çektirmekten zevk alan tek canlı türü insandır.”
“Kar önce dağa düşer, kar soğuğu yoksulların evine...”
“Denemeden deneyim sahibi olunmuyor, denemekten korkmayın.”
“Bir toplumu geleceğe ‘Derin Devlet’ değil ‘Derin Evlat’ taşır.”
“Su, yolunu bulana kadar bin tane bentten aşarmış.”
“Ardına kalacak sözün, kayalara kazıdığındır.”
“Acısı bir mevsim dinmez, çiçeği koparılan yaprağın.”
“Daldaki bütün meyveler aynı anda çürümez.”
“Gözler hep karşıya baktığı sürece kendindeki güzelliği asla göremeyecek.”
“Yorgunluk ölümün gelmeden önce çektiği telgrafmış en yakın postaneden.”
“Kuşlar kanatlarına saklanıp uyur, çocuklar annesinin masallarına...”
“Meyvenin ağırlığı ağacın sırtına yük değildir.”
“Suskunluğun sesi kadar tahrip gücü yüksek başka bir silah yoktur.”
“Güneşin öptüğü goncanın suyu, karanlığın beslediği köklerden gelir.”
“Yalanın tanrılaştığı yerde, gerçek, şeytan ilan edilir.”
“Zaman doğrusal değil daireseldir, bu yüzden ki insan doğduğu gün ölür.”
“Nietzsche ile Mevlana'nın gördüğü hakikat aynı hakikatti; birini veli yaptı, birini deli.”
“Ölüm kimseden yana değil ve asla gölge düşmez tarafsızlığına.”
“Kaybetmekten korktuğunun, kaybetme korkusunu bir düşün.”
“Acısını alıp da gider insan, dostuna götürecek başka bir şeyi kalmadığında.”
“Kalbindeki ışık parlamıyorsa güneş senin dünyanı aydınlatamaz.”
“Yorgun düştüğümüzde kolumuza girene dost, sırtlayıp götürene yar diyorlar.”
“Hiçbir dağ aşılmaz değildir, yeter ki tırmanmaya cesaretin olsun.”
“Kim ki toprağa düştü de Allah onu yeşertmedi?”
“Ölüm inanan için sadece huzura varmaktır.”
“Çağımız insanının değer biçilemeyen bir değeri yoktur.”
“İyi insan ölmekle bir şey kaybetmez ama dünya onun ölümüyle çok şey kaybeder.”
“Ben bu hayatın kasığında ölü bir cenin gibi yaşlanmaktan yorgunum.”
“Özgürlük sadece aranır ama bu güne kadar onu bulan görülmemiştir.”
“Deve kuşu bacakları uzun olduğu için değil, tehlike karşısında başını kuma gömdüğü için komiktir.”
“Ayağın toprağa değseydi vicdanın ısınırdı.”
“Postmodern insan, aşkı dürüm niyetine yiyen ve üzerine acılı şalgam suyu içen insandır.”
“Aç bir yüreğin yapamayacağı kötülük yoktur.”
“Kolanın mucidine tapanlar, suyun mucidi sizden hesap soracak.”
“Cennet vadaedilmez, ancak hak edilir.”
“Gemileri yaktıysan dönüp de küllerine bakma.”
“Deredeki suyun tepedeki ağaca faydası olmaz.”
“Sığ sular çabuk kurur ve ardında kokuşmuş bir bataklık bırakır.”
“Yol gittiği yere, ömür bittiği yere kadardır.”
“Aynı hayatı paylaşıp da aynı tabaktan çorba içemiyorsan; birbirinin hayatında sadece misafirsin demektir.”
“Uzaktan sevenlerin kapsama alanı daha geniştir.”
“İnsanlık, tarihi boyunca inandıklarından değil tapındıklarından zarar görmüştür.”
“Güneşi arkasına alan, gün gelir kendi gölgesine tapınır.”
“Bazı yalnızlıklar iyileştiricidir, şifa niyetine yaşanır.”
“Bin tane düşüncen olacağına bir tane sağlam karakterin olsun.”
“Ağacın çiçek açması, yaşama duyduğu saygının gereğidir.”
“Ağacın başı göğe, meyvesinin başı toprağa bakar.”
“Toprağa düşen her can bizden bir yaşam alacaklı.”
“Gemileri yakmışsan, liman sadece bir teferruattır.”
“Dağların batı yüzü güneşin doğuşunu asla göremez.”
“Ne abes değil midir, iki damla su iken kendini okyanus sanmak.”
“Ölülerle yaşamak bir başka biçimidir ölümün.”
“Cevapsız soru yok, sadece henüz çözemediğin soru var insan kardeşim; çalışmaya devam...”
“Ölümü suçlayacak bir durum yok; geldin, gördün, gidiyorsun...”
“Ölümlüysen bir şekilde öleceksin; bunu dramatize etmenin bir anlamı yok.”
“Ölüme dair ne düşünmüşsen aslında her biri yaşama sebebindir.”
“İnsan acılarının göğermesinden bile mutluluk duyar bazen.”
“Ölmek mesele değil de insanları yaşamın güzelliğine inandıramamak çok acı.”
“İyi doğmak değil iyi olmakmış hayatın sırrı.”
“Güle baktım insanı gördüm, dikenine baktım yine insanı...”
“Dağların yüceliği denizlerin alçaklığındandır.”
“İmkânı yoktan değil imanı yoktan kendini sakın.”
“Zalime perde olanın şikâyete hakkı yoktur zulmün karanlığından.”
“Hüzün hiç solmayan çiçeğidir bazı bahçelerin.”
“Kahpelik bedensel değil ruhsal bir kirlenmedir.”
“Yendiğin rakip nefsin ise zaferin ebedidir.”
“Kapanın bir suçu yok, bir parça peynirin kurbanıyız hepimiz.”
“Haddini bilmez Maraba, rüyada kendini Ağa görürmüş.”
“Korkularından kaçan insan sık sık kendisiyle çarpışır.”
“Kendine söylediği türküleri vardır insanın.”
“İnsanı mağlup eden düşmanının değil dostlarının kuşatmasıdır.”
“Gördüğün her cenaze, hayatın sana çektiği bir ihtarnamedir.”                
“Yaşamın çatık kaşına değil, ölümün yüzündeki tebessüme vurgunum.”
“İçin karanlıksa, dışardaki aydınlık yaşamana yetmiyor.”Formun Üstü
Formun Altı
Formun Üstü
“Yüreğinde her daim açık bir sofran olsun; bilesin ki yol kenarı evden misafir eksik olmaz.”
“İnsan tercihini yaşar her hâlükârda; mutluysa aklını sever mutsuzsa kaderine söver.”
“İnsanı, az bilgi ukala; çok bilgi cühela yapar.”
“Dünyaya gözüyle bakanın gönlü yetimhanedir.”
“Ben bir ölüm seçiyorum, sen gelip onun dalını kesiyorsun.”
“Çıkar bu şehri üstünden, çok kötü ceset kokuyorsun.”
“Ormanla yatıyorsan yangınla uyanmayı göze aldın demektir.”
“Birine farklı olduğunu hissettirirken aslında ortaya koyduğun kendi farklılığındır.”
“İnsanlık susuyorsa İsrafil Sur' unu hazırlıyor demektir.
“Büyüklük ve küçüklük bakılan mesafeye göre değişir.”    
“Yemek yer gibi seven karnı doyunca sofradan kalkar.”
“Dağcı dediğin önce yüreğine tırmanır.”
“Refiki olmayana tarik gerekmez.”
“Kireç taşını yakan suyun serinliğidir.”
“Kendinden kaçanı, kendi çöplüğünde bulursun ancak.”
“Bazı insanların, insanı sevmesi bile küfürmüş meğer.”
“Bazen öyle durursun ki, gidişine gerek kalmaz.”
“Hayatta kahraman olmaya gerek yok, insan olmak yeterli.”
“Kendini parçalamayı öğrenmeden başkasına neşter vurma.”
“Adalet ona ihtiyacı olanlar için çözülmesi gereken bir sorundur.”
“Kanun çalmakla Kanuni olunmaz.”
“Adalet yoksa kâinatın ruhu ölmüş demektir.”
“Adil değilsen hiç bir şeysin.”
“Acının suladığı ağaç mutluluk çiçekleri açmaz.”
“Herkesin yalnızlığı kendine miras.”
“Dünya, senin tamah ettiğin kadar güzeldir.”
“İyi dostlar namaz gibidir, huzuruna her varışında abdest alma gereği duyarsın.”
“İnsanın en büyük aptallığı, cehaletini aptalca bir saplantıya dönüştürmesidir."
“Akıl etmez misin ki kâinat da tıpkı insan gibi bir zamanlar bir nutfeydi.”
“Merak etmiyorsam ateşin üstünde yaratılan cenneti, cehaletimdendir.”
“Kâinatı boşlukta tutan kuvveti merak etmiyorsam, cehaletimdendir.”
“Âlemi bilip de âlemleri aramıyorsam, cehaletimdendir.”
“Henüz çözememişsem Miraç’a yükselişin sırrını, cehaletimdendir.”
“Henüz beynimin yüzde doksanını kullanmıyorsam, cehaletimdendir.”
“Bir tek nesne yoktur ki Allah onda insan için bir fayda gözetmemiş olsun.”
“Aşkı Kâbe olana, ömür tavaftan ibarettir.”
“Hiç bir sevgili sonsuz bağışlayıcı olamaz; Allah'tan başka...”
“Her kapının anahtarı değiştirilebilir; gönül kapısı hariç.”
“Hiç bir insan yağmurun toprağa koştuğu gibi koşmamıştır sevdiğine.”
“Suyun alkışı uçurumun muhteşemliğinedir.”
“Sevda su gibidir, akıp gitse de izi kalır yatağında.”
“Yüzü güneşli kadınların yüreği kar yağışlıdır.”
“Umutsuz aşkların umutsuzluğunu sevmeli insan.”
“Yuvarlak bir dünyada, insana hayatı tek yön gösteren duyguya aşk denir.”
“Yüreğin acıyorsa pencereni aç ve kuşlara şarkı söyle.”
“Koynunda bir ormanla yaşıyorsa, bağrına ateş düşmeyen dağ olmaz.”
“Sen tırmanılmaya değersen elbet bir gün birileri bütün risklerini göze alacaktır.”
“Sevgi, insanın dünyaya sadakasıdır.”
“Yalan olduğunu bile bile inandığın sözler vardır.”
“Kimse seni YARADAN' dan daha fazla sevemez.”
“Ömründe bir kez olsun kamp ateşi yakmayan, gönülleri ısıtmaya talip olmasın.”
“Sevmenin zarafeti suskulardadır.”
“Sevmekte geç kalanın yüreği kendine yüktür.”
“Beklemek, bazen kavuşmaktan daha güzeldir.”
“Bir kere yüreğinden yara almışsan, ömrün o yarayı yalamakla geçer.”
“Aşk yandığın yerde sönmektir.”
“Aşk bir bozlaktır bir başladın mı yolculuğun sonuna kadar söylersin de bitmez...”
“Bir kadınlar bir de sular derin akar yeryüzünde.”
“Aşk öldürmez, yarası öldürür insanı.”
“Aşkın anlamı ve değeri ne kadar yaşandığında değil nasıl yaşandığındadır.”
“Aşkla fethedilen tek ülke bir kadının yüreğidir ve o ülkede saadetin ebedidir.”
“Aşk biraz da oruca benzer, insana nefsini yenmeyi öğretir.”
“Aşk, tek kişilik bir intihardır.”
“Aşk genellikle çabuk bozulan bir gıdadır.”
“Aşk, birbirine mahkûm olmak değil, birbirini özgür kılmak olmalı...”
“Yüreğine sığmayan birisini hayatına sığdırmaya çalışma.”
“Bazı mevsimler içimizden geçer kuşları ve çiçekleriyle.”
“Sevilmemiş kadınların saçları bile kırgındır.”
“Güneşi sevmişsen ömrünce yanmak kaderin olur.”
“Gün gelir, sadece kurumuş otlar kalır ölümsüz sevdaların üstünde.”
“Bir gülün sevdasına düşene kadar hiç bir ayrım gözetmedim çiçekler arasında.”
“Gülistan, Gülistan olmadan önce nice baykuşlara tünek olmuştur.”
“Rüzgâr şiddetiyle kahhar olsa da hiç bir dağın yüreğini delebilmedi.”
“Vakitsiz yolunan goncalar için, bahçelerde bir oturma eylemidir güllerin duruşu.”
“Herkesin kalbinde bir Ergenekon, beyninde aşılmaz dağlar var.”
“Her kızın göğsünde bir çiçek vardır sevdiği öptüğünde açılmayı bekleyen.”
“Aşk, bir yaptırımdır iki taşın arasında sıkılı bir zeytin gibi alır insanın özeğini.”
“Yandık ki yanmak fıtratında vardı aşkın.”
“İlk aşk, ilk intihar diye de bilinir bazı yerlerde.”      
“Aşkını kalbine gömme, ömrün mezar başı beklemekle geçer.”
“Aşkı tanımlamak yerine yaşamayı deneseydik yüreklerimiz mezarlık olmazdı.”
“Dozunu bilmeden yuttuğun aşk öldürür.”
“İnsan için hesaba kitaba vurulamayan tek değer aşktır.”
“İnsan yaratılan kadına değil yarattığı kadına âşıktır.”
“Kurban alıp kesmek yerine, kurban olup kesilmektir aşk.”
“Sevgi karşısında erimeyecek yürek yoktur, sadece her yüreğin ergime noktası farklıdır.”
“Cemre yüreğe düşerse aşka bahar gelirmiş.”
“Her insan yüreğine Kaf Dağları sıralar; sonra da bu dağların önüne oturup ağlar.”
“Gece bombardımanları gibidir aşk, yaptığı tahribatı gün doğunca görürsün.”
“Ağzıyla gülen kadın acının dibine vurmuş demektir. Gözleriyle gülen kadın ise mutluluğun...”
“Adaletin olmadığı ülkelerde kadınlar hüzünlerine sarılıp da uyurlar.”
“Tacirler güneşin doğuşunu, şairler batışını seyreden kadınları sever.”
“Bir tane Goethe'n yoksa Einstein’ın de olmaz, Balzac'ın, Zola'n yoksa Voltaire'in, Rousseau'n da olmaz.”
“Her yazarın vazgeçemediği bir kadın vardır; Dostoyevski için Petersburg, Dickens için Londra, Hugo için Paris gibi...”
“Benim dili yontarken çektiğim acı, senin şiirimi okurken duyduğun zevkle doğru orantılıdır.”
“Aşksız yürekte şiir bir fahişedir, ücretini ödeyenle sevişir.”
“Yüreğine giren her şiirim sıratı geçen kul kadar sevinçliydi.”
“Kader, kurşun kalemle yazılmış bir şiirdir.”
“Ölümün şiirini, en güzel, bir sala söyler.”
“Bazen en güzel şiir sevdiğinin yüzünü seyretmektir.”
“Yazarken parmaklarımı yakmayan sözcüğü şiirime koymam.”
“Sanatın ve sanatçının eleği zamandır.”
“Nerenden vururlarsa vursunlar insan olan yüreğinden ölür.”
“Dünya bir ozandan büyük ama bir ozanın yüreğinden daha küçüktür.”
“Ozanlar toplumun yasçılarıdır.”
“Bazen şiirler bile kendini asar, bağlar bir dizeyi boynuna...”
“Hint kültürü gibiyiz; içimizde birçok acı birbirine karışmış.”
“Kötülük lanetlenmez; lanet olan kötülüğün kendisidir zaten.”
“Kurbanı bekleyen köpeğe en fazla iki kemik düşer ama ömrü onu yemeğe bile yetmez.”
“Tehlike, size saldıran köpek değil, onun ardındaki kıskısçıdır.”
“Karga sesiyle başlayan günün sonu baykuş sesiyle biter.”
“Her at kuyruğunun altında bir avuç yavsıyla dolaşır.”
“Kurt meyveye çiçekte girer.”
“Günün bir fareyi kovalamakla geçiyorsa, kendini kedi sandığın içindir.”
“Aslanın nezaketi sırtlana cesaret verir.”
“Tilki on laf söylese, dokuzu tavuk üstünedir.”
“Köpekler boğuşurken arada enikler telef olur.”
“Kanadı denize değmeyen martı, ben martıyım demesin.”
“İt artığı et, ancak başka bir iti doyurur.”
“Kuşlarla uçuyorsan avcıdan korkmayacaksın.”
“Karga öter ötmesine de sesi bülbül için nağme-saz olmaz.”
“Dağdaki tilki ovadaki tazıya yol tarif eder.”
“Zenginin eşeği fakirin tarlasında anlanır.”
“Fille dolaşan zücaciye dükkânına girmemeli.”
“İnsan ölmek istiyorsa en güzel anındadır yaşamın.”
“Henüz yürümediğin yolun sonu hakkında hüküm verme.”
“Kendi konumunu belirlemeden başkasına yön çizmeye kalkışma.”
“Allah hiç kimseyi yakmak için yaratmadı, yanmak insanların kendi tercihi.”
“Susturulan insanın patlaması kadar öldürücü bir bomba yoktur.”
“Suskunluğun sesi kadar tahrip gücü yüksek başka bir silah yoktur.”
“Suskunluğun en tehlikeli silahındır, patlarsa düşmanını patlamazsa seni vurur.”
“Susmak, bir işkence çeşidiymiş, bunu yeni öğrendim.”
“Düşüyorsak yürümeyi bilmediğimizdendir, Sırat'ın bunda bir suçu yok.”
“Bütün geceler aynı başlar, ancak bazıları sabaha çıkar.”
“Yürüyeceğin yolu teke düşürmek, intiharın bir başka biçimidir.”
“İnsanları düşünceler değil çıkarlar ayrıştırır.”
“Hayatın sofrasına oturmadan kendinden emin olma.”
“Ayrılık mukadderse, helalleşmek adettendir.”
“Göç zamanı gelmişse çadırını sökmeli göçmen.”
“Dağın suskunluğu denizin feryadına saygıdanmış.”
“Uçurum zaten oradaydı, suç seni uçuruma götüren ayağında.”
“Kamışa yürüyen su, doğacak meyvenin habercisidir.”
“Dünyaya kendi karanlığından bakanlar, başkasının kalbindeki aydınlığı göremezler.”
“Allah'ı kandırmaya çalışan Müslümanın insana karşı dürüst davranması beklenemez.”
“Arayanlar, kaybettiğinin farkına varanlardır.”
“Batı hayranı değil, Batı'yı hayran bırakacak gençlere ihtiyacımız var.”
“Karanlığa alışan göz aydınlığı yadırgar.”
“Kısa hayatların acısı uzun yaşanır.”
“Elini yumruk yapmadan önce yapabileceğin çok şey var.”
“İslam dünyası, dışına mescit süsü verilmiş kumarhane gibi.”
“Dünya kötülerin Amerika' sıydı; biz eski kıtalarda kalmıştık.”
“Dünyada ateizm varsa bunun sorumlusu dinini doğru yaşamayan dindarlardır.”
“Dünyada kıskanılmaması gereken tek insan sanatçıdır, onda bütün insanlığın hakkı vardır.”
“İntihar, dünyayı ölümünle cezalandırma yanılgısıdır.”
“Her ateşin ömrü yaktığıncadır.”
“Acı çeken bir insanın yüzünden daha sanatsal ne olabilir ki?”
“Güneşin her doğuşu bir arabesktir; tıpkı batışı gibi.”
“Dağın sırtına çıkmakla dağdan büyük olmazsın.”
“Çölün kıymetini hiç kimse Leyla kadar bilemez.”
“Suyu bulmanın şehveti suyu içmekten daha yakıcıydı.”
“Deredeki suyun tepedeki ağaca faydası olmaz.”
“Mutluluk, uçurtmanın uçurduğu bir çocuktur gökyüzünde.”
“Yaşamın ciddiyeti ölümden sonra başlar.”
“Denizi öldürmeden önce balıklara olan kefaretimi ödemem lazım.”
“Bir lavın katılaşmasından daha kötü olan şey bir beynin taşlaşmasıdır.”
“Her çekip giden, senin de yitiğindir, umrunda olmasa da.”
“Yükseldikçe yalnızlaşırsın ama etrafını daha net görürsün.”
“İçindekiler seninle gelecekse, çekip gitmelerin ne anlamı var?”
“Bütün babalar, kendilerini astıkları ağacı gölge diye bırakırlar çocuklarına.”
“Edepsizler ülkesinde edebiyat yapmak kadar zor bir şey yoktur.”
“Hayalleri kanatılan çocuklar bir daha mutluluk hayali kuramazlar.”
“Hayat çok seçenekli bir sınavdır, sen tercih ettiğine girersin.”
“Yüreğine kin dolduran, insanları öldürmeye kendinden başlar.”
“Bazı yalnızlıklar iyileştiricidir, şifa niyetine yaşanır.”
“Fazla mağrur olma, gecenin saltanatı güneş ışıyana kadardır.”
“Kumaş örtünmek, elbise ise güzel görünmek için üretildi.”
“İnsanlar, hırsızlardan korktukları için değil; çaldıklarının çalınmasından korktukları için kapılarına kilit takarlar.”
“Doğanın kanserleşen dokusuna hukuk sisteminde suçlu diyorlar.”
“İlk Çağ'ın en varsıl fahişesi Akdeniz'dir.”
“Cama dönüşen kum; kuma dönüşecek insan için ibretlik bir hikâyedir.”
“Daneyi un edeni değirmen sanırlar; oysa oluktan bağıra çağıra ne sular akar.”
“Yaşamak kaderindir, nasıl yaşadığınsa senin tercihin.”
“İnsan, kâinatın toplamı olduğu için Allah tarafından en son yaratıldı.”
“Kitabı duvara asan ve karıyı kumara basan bir toplumun bahçesinde açsa açsa elem çiçekleri açar.”
“Sözün eğrisi doğrusu olmaz, eğri olan da doğru olanda insandır.”
“Toprak, verdiğinden bedel istemediği için hep ayaklar altındadır.”
“İnsan, insanlık tarihi boyunca, çözümü belli olan bir bulmacayı çözmekle meşgul.”
“Kendini değiştirebilen insan, dünyayı da değiştirebilir.”
“Kapısını kırarak girdiğin şehir sana sadece metres olur.”
“Geleceği üleşmenin yolu zamanla hesaplaşmaktan geçer.”
“Hayat hakikati arama serüveninden başka nedir ki?”
“Bilge insan acısıyla büyür, cahil insan acısını büyütür.”
“Sürüklenecek kadar hafifsen rüzgârdan şikâyete hakkın yoktur.”
“Hırslı atlar gün gelir çatlayarak ölürler.”
“Ölüm nefsimizin gördüğü korkulu bir rüyadır.”
“İnsan aldatmaya kendisiyle başlar.”
“Hayalle beslenen tek canlı türü insandır.”
“İnsan, söylenene değil söyleyene inanır, bu yüzden de genellikle aldanır.”
“Gözünün hikmetini bilmeyen, görmenin kıymetini hiç bilemez.”
“Gölgede yürüyenin gölgesi olmaz.”
“Kapıları kilitlemek hırsızlar ülkesinde padişah olmaya yetmez.”
“Dünyada insan olmak uzayda yıldız olmaktan daha zordur.”
“Sığ bir denizle sığ bir toplum arasında hiç bir fark yoktur, ikisine de balıklama daldığında boynunu kırabilir, felç olabilirsin.”
“Doğuda demokrasi tanklar sokağa çıkana kadardır.”
“Yalnızlık insanın yüreğine uyguladığı karantinadır.”
“Mazi boynunda yükse belinin bükülmesi mukadderdir.”
“Damında her daim Baykuş ötse de yüreğinin beklediği Bülbül sesidir.”
“Dünyaya kahpe diyorlar, insan gibi bir pezevengin elinde başka ne olabilirdi ki?”
“Savaş şeytanın adalet dağıttığı bir kandırmacadır.”
“Yanlış durakta beklediğin sürece asla doğru otobüse binemezsin.”
“Başına kar yağmayanın ayağında pınar olmaz.”
“Her insan iki değere sahiptir; biri senin gözündeki diğeri kendi özündeki.”
“Ölümsüzlüğün mihenk taşı zamandır.”
“Hayatın ıskalamaya toleransı yoktur, ya attığını vurursun ya da seni vururlar.”
“Kendinle savaştığın dünya senin gerçek dünyandır.”
“Dünya kirlenmişse hiç kimse temiz değildir.”
“İnsanın nefsine bir çift göz ver, ondan sana bir ilahe yaratır.”
“İnsanın aklı şaşar ama hayvanın içgüdüsü şaşmaz.”
“Kökü ne kadar derin olsa da ağacın kuvveti yaprağındadır.”
“Biz babamız gibi düşünmüyorsak özgürlük; Çocuğumuz bizim gibi düşünmüyorsa isyan sayarız.”
“Elinin döktüğünü toplarsın da dilinin döktüğünü toplayamazsın.”
“Gafletin cezası ağır olmasa yılan kıyamete kadar sürünür müydü?”
“Denize düşüp yılana sarıldığını söyleyenler; unutmayın ki bir gün yılana düşüp denize sarılacağınız günler de gelecektir.”
“Duvara yazı yazmak taşa nasihat etmek gibidir.”
“Bir âlimin ilk görevi her sabah güneşi uyandırmaktır.”
“Ders almak istiyorsan bir gün öleceğini bilmek yeter.”
“Anlaşılmadığın için kızma, neden anlatamadığını düşün.”
“Kendinden olmayanı unutursan kendin olmayı da unutursun.”
“Taşın ardından giden köpeğe yoldaş olur.”
“İnsan zekâsı önce sayıları buldu, sonra da bulduğu sayıların kölesi oldu.”
“Bu gün ayağının altında olan bir gün başının üstünde olacak.”
“Çizebileceğimiz en büyük çember kendimizi merkeze koyarak çizdiğimizdir.”
“İnsanın zekâsı, ayrıntılarda oyalanması için, kıt verilmiştir.”
“Işık yoksa gölge de yoktur.”
“Huzursuz insana kuş tüyü yastık batar, huzurlu insan çivinin üzerinde de yatar.”
“Gönül istemezse göz hakikati göremez.”
“Gözlerine kum atanın yüreğinde çöl vardır.”
“Her insan acısı kadar insandır.”
“Uygarlık, ismini ağaca yazan insanla kitaba yazan insan arasındaki ayrımda gizlidir.”
“Bakkala gönderdiğin çocuk halı sahadan geliyorsa kızma; bu dünyanın yuvarlak olduğunun ispatıdır.”
“Susuz çeşmelere kervan uğramaz.”
“Sırça köşkte oturan her zaman rüyasında taş görür.”
“En faydalı eğitim; insanı doğru bildiği yanlışlardan kurtarmaktır.”
“Efendinin yediğinden az ya da çok köpeği de nasiplenir.”
“Kemikten saray da yaptırsan köpekler kapıda yatmaktan hoşlanır.”
“Vermeyen evin kapısında it bile durmaz.”
“İnsanlar biraz karpuza benzer, tecrüben yoksa göğünü ve ermişini ayıramazsın.”
“Çocuğu çok döversen hırsız çok söversen arsız olur.”
“Başının geçtiği yerden gövden geçmiyorsa, bil ki üzerinde kul hakkıyla gezmedesin.”
“Ağacın eteğinde lekesiz meyve bulunmaz çünkü oradan her geçen onu bir kez sıktırmıştır.”
“İnsan bilgisi oranında acı çeker.”
“İntihar çiçeği ölümün kıyısında açar.”
“Canı yananın özü, teni yananın gözü ağlar.”
“Öncüler, yalnız yaşayıp yalnız öldükleri için ölümsüzdürler.”
“Başarısızlığın birinci sebebi kararsızlıktır.”
“Zirvelerde ancak cesur ayakların izi vardır.”
“Kalıcı başarı, kendinle yarışmak ve kendini aşmaktır.”
“Suyun nereden akacağına dağlar karar verir.”
“En sağlam kaleler korkuların üzerine kurulur.”
“Dünyada kaç insan çiçeklerin kardeşliğini yaşayabilir?”
“Bir sözün de varsa kendine söyle; insan kendi sözüne kırılmaz.”
“Rüzgârın ihaneti olmasa, hiç bir deniz hiç bir gemiye kıymazdı.”
“Cehennem yüreği kilitli insanların yurdudur.”
“Kendi değerinden eminsen, gidenin arkasından üzülme, senden daha iyisini bulamayacağına göre, batıdan gitse de doğudan geri gelecektir nasıl olsa.”
“İnsanın göğsünde tevazu kadar güzel duran başka bir madalya yoktur.”
“Mert insan dilinden, namert insan dilinden konuşur.”
“Ahmaklık, şeytanın gösterdiği yoldan cennete gideceğine inanmaktır.”
“Dünya üç günlük, ömür göz açıp kapayana kadardır; bunu tekrar ölçmeye çalışmak matematiğin aptallığıdır.”
“Dünya tanrıların savaş alanına dönmeseydi, sanırım insanlar mutlu yaşayabilirdi.”
“Mutsuzluk, hızla ölüme koşan bir dünyada yaşama dair kaygılarımızdır.”
“Sessizliğin kuşatmasını hiç bir kuvvet yaramaz.”
“Hayvanları severek başlar insanlar, insanlara nefretini haykırmaya.”
“Dünya doğru bildiklerimizle kurduğumuz bir cehennem; keşke yanlış bildiklerimize de bir şans verseydik.”
“Gülün gülüşüne kandık ve dikeni olmadığına inandık.”
“Uygar insan, yaşam için yaratılmış dünyayı yaşanamaz hale getiren insandır.”
“Senin olmayan gemide ister yelken ol isterse rüzgâr; yaptığın sadece kaptana yalakalıktır.”
“Yaşadın da ne öğrendin dünyadan, daha insanların kaç yüzü olduğunu bile bilmiyorsun.”
“Yaban bir şehirde ağaçlar, kuşlar bile dostun olur, oturur dertleşirsin.”
“Kaç dostum olduğunu merak eden yaralarımı saysın.”
“Dünya hali dedikleri kendi evinin misafiri olmakmış.”
“Suyun taş olduğu gökyüzü gün gelir ateş de olabilir.”
“Ruhunu ayağına giymişse İsa, denizde de yürür havada da.”
“Hak aşığı, çölde Mecnun olmayı, sarayda Leyla olmaya tercih edendir.”
“Ne yaparsan yap; yapmadıklarından da yargılanacaksın.”
“Ah toprak, bunca güzelliği verdiğin insanı birazcık tanısaydın, kendi ellerini kendin kırardın inan.”
“Tarihi kalıntılar gibiyim; kimisi alıp yüreğine eş, kimisi kırıp duvarına taş ediyor.”
“Denizine küsmüş gemiler sudan değil kahırdan çürür.”
“İnsan tercihini yaşar her hâlükârda; mutluysa aklını sever mutsuzsa kaderine söver.”
“Keşke kitaplar gibi özü sözü bir olsaydı insanlar.”
“En güzel gurup içindeki akşamdadır.”
“Buzağının burnundan, kuzunun gözlerinden öperek büyüdük biz. Şimdi bu üst üste yığılmış tabutlarda yaşamak için sebep arıyoruz.”
“Hüzün zehir gibidir, yaşama sevincini yavaş yavaş pıhtılaştırır ve bir sure sonra hayatını felç eder.”
“Ahlakın dibe vurduğu toplumlarda ahlaksızlık tavan yapar.”
“Akıl dışı her şeye inanıp da akla inanmayan bir toplumun, dünyada yapacağı tek bir şey vardır; Uşaklık...”
“İnsanlığın yarısı dünyanın düz olduğuna inanmaya hazır. Sadece bir delinin çıkıp bunu söylemesini bekliyor.”
“Herkes ne yaptığını biliyordu. Halk hariç...”
“Geçmiş ayağımıza pranga da olabilir, köklerimize hayat suyu da; hangisi olacağına eğitim karar verir.”
“On iki Mart, faşizmin kanlı dişleriyle yurdumun dört bir yanında insan avına çıktığı günün adıdır.”
“Öğretmenlik, gerçekten yapanlar için, ülkesinin acılarını ve mutluluklarını hem tanımanın hem de yaşamanın mesleğidir.”
“Allah hümanisttir, toleranslıdır, bağışlayıcıdır. Dinci O’nu kendi algısına göre yeniden yaratır. Ve ortaya fanatik, acımasız, müsamahasız bir Tanrı çıkarır.”
“İslam dünyaya hâkim olduğu gün bu zaferin muzafferi Ortadoğu olmayacak.”
“İdeoloji seni adam yapmaz. Sen ideolojiyi adam edersin.”
“İslam’a akılla yaklaşıma deizm diye burun kıvırırsanız bin yıl daha bu çukurda fantezilerle yaşayacaksınız.”
“İslam âleminin Kur’an-ı da vicdanı da duvardaki yeşil torbanın içindedir; o torba aşağıya inmedikçe İslam coğrafyasında iman ve vicdan aramanın bir anlamı yoktur.”
“Doğu, yüksek ateşte kaynatılan bir hayattır. Gelip geçen herkes altına bir odun sokuşturur.”
“Hiç bir aydınlık hâmile kalmadan yeni bir aydınlığa geçmez karanlığın koridorundan.”
“Şeklini arayan bir şekilsizlik ve aklını arayan bir akılsızlık amorf canlılar çağındayız.”
“Üniversiteleri sadece siyaset üreten bir ülkede bol bol demagog yetişir.”
“Bir toplumdaki dinsel statüko bilimde, sanatta ve siyasette de statükonun hazırlayıcısıdır.”
“Şark Kurnazlığı: İslam dünyasındaki geri kalmışlığın hem sebebi hem de şikâyetçisi olmaktır.”
“Sosyalizm, incir zamanı herkesin incir yiyebilmesidir.
“Kapitalizm, birisi ejder meyvesinin suyunu içerken diğerinin pazar yerinden çürük domates toplaması.”
“Kapitalizm, sermayedarlar yüzünden değil, bilinçsiz işçi ve köylülerin verdiği destek yüzünden güçlüdür.”
“Emperyalizm, gölgesinde bile sömürecek bir şeyler bulan sistemin adıdır.”
“Demokrasi, altınla tenekenin değerini eşit gösterme kurnazlığıdır.”
“Devlet sırrı, devletin metresine uyguladığı kürtajın adıdır.”
“Devrimleri, kaybedecek bir şeyi kalmayanlar değil, kaybedecek çok şeyi olanlar yapar.”
“Değerleri değersizleştirerek devrim yapacağına inanan tek solcu Türk solcusudur.”
“Dünya egoyu doyurmak için tasarlanmadı.”
“İnsanlık tarihinde, halkına söverek itibar kazanmış bir aydın görülmemiştir.”
“Yirminci yüz yıl insanı, çelik ve beton binalar içinde büyüdüğü için bu kadar katı ve soğuktur.”
“Milli sanayisini kuramamış toplumlarda ulaşım ağları sömürünün kan dolaşımıdır.”
“Demokrasiden otokrasiye geçtik ama bu da yetmeyecek; asıl amaç teokrasi.”
“İnsanın, iktidar için vaz geçemeyeceği bir değeri yoktur.”
“Kokuşmuş toplumlarda herkes kendisi için yaşar. Ve büyük oranda başkasının acısından beslenir.”
“Günümüzde, İslam’ın evrensel olduğunu ama Allah’ın sadece Arapça bildiğini düşünen insana Müslüman denir.”
“RAPÇA’ yı bilmiyorsan ARAPÇA bilmekle İslam’ı öğrenemezsin.”
“En iyi faşist ve sosyalist teorisyenler gibi en iyi din teorisyenleri de CİA'dan yetişir.”
“İnsanda yer etmiş yanlışları yerinden oynatmak çok acı verici bir iştir. Bu nedenledir ki pek çok insan yanlışlarını düzeltmek yerine dogmalarıyla yaşamayı tercih eder.” “Kapitalizm, birisi ejder meyvesinin suyunu içerken diğerinin pazar yerinden çürük domates toplaması.”
 “Neden yılkıya bırakmazlar yorulmuş ideoloji atlarını, bir deri bir kemik koşturup dururlar siyasetin acımasız yokuşlarını.”
 “Bilimin aydınlatmadığı hiç bir toplumun geleceğin dünyasında onurlu bir yeri olmayacaktır.”
“Kapitalizm sermayedarlar yüzünden değil, bilinçsiz işçi ve köylülerin verdiği destek yüzünden güçlüdür.”
“Müslüman, Müslümanın zulmünden kurtulduğu gün emperyalistlerin zulmünden de kurtulacaktır.”
“İnsanlar kirlendikçe doğa kirleniyor, doğa kirlendikçe insanlar kirleniyor. Bu bir kısır döngüdür ve yaşamın bitişiyle sonuçlanacaktır.”
“Aç bir toplumun uygarlığı olmaz. Olsa olsa sahtekârlığı olur, riyakârlığı olur, muhafazakârlığı olur.”
“Türk aydını okumuş bir ağadır, halk kapısında beklesin ister, ne içeri girmesine ne de uzaklaşmasına gönlü razı olmaz.”
“Bir gün biri hayatının içine bir taş yuvarlar, sen ömrün boyu o taşın yarattığı hasarı tamirle uğraşırsın.”
“Dünyanın güzel olduğu zamanlar da varmış. Herkes düşüncesini mağara duvarına yazarmış.”
“Kendi başlarına kaldıklarında vicdanlarını sorgulamayan insanlardan ahlaklı bir toplum oluşturulamaz.”
“İnsan herkesin yazdığı senaryoyu oynar da, işin tuhafı oynadığı her senaryoyu kendisinin yazdığını sanır.”
“İnsanlar, devletlerin biriktirdiği bozuk paralardır; üzerindeki değere göre, günü geldiğinde hepsi de birer birer harcanır.”
“İnsanların hayatı ne kadar yufkaymış meğer öpsen öptüğün yerden kanıyor, dokunsan dokunduğun yerden.”
“İnsanlığı acıtanlar, çocukluğu insanlık tarafından acıtılanlardır.”
“Senin işin mutsuz çocuklar doğurmak ey dünya, mutsuz ve kavgacı çocuklarla saldırmak Tanrı’nın yarattıklarına.”
“Düşmeyi uçmak sanıyorsunuz. Ve bu yanılgınız, gövdeniz toprağa çakılana kadar sürecek.”
“Her gün aynı elbiseyle sokağa çıkmaktan utanan ama aynı düşünceyle yaşlanmaktan utanmayan bir toplumuz.”
“Başkalarının düşüncelerine iman edenler yolcunun beygirine benzerler; sahibi nereye bağlarsa orada durur, nere çekerse oraya giderler.”
“Bir ülkede her şeyi değiştirebilirsiniz, eğer insanı değiştirememişseniz o ülkede hiçbir şey değişmemiş demektir.”
“Filozof yetişmeyen bir toplumda ahlaklı insan yetişmez. En yakın filozofumuz iki yüz yıl önce yaşamış Abdullah Cevdet ve biz bu toplumun mucize yaratacağına inanıyoruz.”
“Ortaçağ Hristiyan dünyasının kutsal ittifakı: Kral, Kardinal ve General... Bir şey anımsatıyor mu size?”
“Doğu, yüksek ateşte kaynatılan bir hayattır. Gelip geçen herkes altına bir odun sokuşturur.”
“Satacak hiçbir şeyin kalmamışsa yalan satarsın. Ve yalanın alıcısı her zaman gerçekten çok olmuştur.”
“Hep dağlara bağırdık kendimizi duymak için. İnsanlar geçirgendi, sesimizi geri vermiyordu.”
“Boşuna dem vurma aldan, yeşilden. Körler için bütün renkler siyahtır.”
“İnsan, çalıştı çabaladı mobeseyi kurdu. Tanrı'ysa mobeseyi daha baştan kullanıyordu.”
“Bir gülün sevdasına düşene kadar hiç bir ayrım gözetmedim çiçekler arasında.”
“Aşk bir gece yolculuğudur. Cesareti korkularından alırsın.”
“Gitmesine her yöne gidiyor da insanın yolculuğu kalbinde bitiyor.”
“Eşyanın tutamağına sap, insanın tutamağına kalp denir.”
“Gece bombardımanları gibidir aşk. Yaptığı tahribatı gün doğunca görürsün.”
“İnsan her mevsimde ölür de aşkların ölümü illaki ilkbahar mevsiminde.”
“Ey bahar, göğertme ağzını hemen. Kızaran yüzünü de göster bulutlara.”
“En karmaşık şehir sanırım duygulardı. Ne ışıklar yanıyordu, ne de bir yön tabelası vardı.”
“Ardına kalacak sözün varsa  kayalara kazıdığındır. Dil ne söylerse söylesin. Sevda karşındakinin kalbine yazdığındır.”
“Aşk dediğin çayın demine benzer. Kıvamını tutturursan içimine doyum olmaz.”
“Ne kadar da güzel ölüyormuş insan. İlle de aşk acısından. İlle de aşk acısından...”
“Kendini kendisiyle tamamlayanlar, hep eksik kaldıklarını asla anlayamazlar.”
“Hayatta kendin olmak kolay değildir. Ve de kendin kalabilmek bir ömür boyu.”
“Altı telin akordu olmak yerine tek telin tınısı olsaydım keşke.”
“Nasıl bir gökyüzüdür üstüme örtündüğüm, söyledikçe dilim, yazdıkça elim kötürüm.”
“Dünyayı doğuran ana kraliçe olmalı uzay kadınlarına.”
“Aşktan yana bir duruş bir sözün yoksa bir mezar taşısın dünya yüzünde.”
“İçinde kum olmayan inandıramaz beni nehirlere yataklık ettiğine. Kurum kokmuyorsa rüzgâr, aşk ile yandığın doğru değildir.”
“Dünyayı kirletmeye yüreklerden başladık. O yüzden temizlemek mümkün olmuyor.”
“Sevgili buzdan bir kaleyse aşk, beklemektir güneşin doğuşunu.”
“Vicdanla yıkanan şehir merhametle uyanır her gecenin sabahına.”
“Etimden ve kemiğimden kurtulduğum gün, nefsim için hüzün, ruhum için vasl-ı düğün.”
“Ne kadar koşarsan koş kendinden daha ileri gidemiyorsun.”
“Hayat herkesin bir şeyler sattığı bir pazar ve insan her tezgâhta kendinde olmayanı arar.”
“Çarmıh ki toplamanın işaretidir. Kan İsa’nın kanı. Can bütün insanlığın kefaretidir.”
“Kendi mezarını kendisi kazan bir toplumda gelecek hayali kan ve gözyaşıdır.”
“Kendi kuşatmasını yaramıyor insan hep yanlış yöne saldırıyor, yanlış yöne at sürüyor içindeki komutan.”
“Ölümün soyadı yoktur. O herkesin soy ismidir.”
“Ölümün ateşini kuma gömdüler. Derlenip toparlanıp kumu övdüler.”
“Dünya bu, dönmekte bir garip mizanda. Bak işte, kimin ölüsü kimin omzunda?”
“Bazen bir müzik öldürür koskoca şehri. Kan fışkırır kulağından, ortaya saçılır kalbi.”
“Herkes ölüm için askere yazılıyor. Yaşam için mevzi kazan görmedim daha.”
“Ne mutluluk rüyası ne varsıllık duası. Dünya bildiğin merhum ve merhumeler dünyası.”
“Ölümü süslemeyin boş yere mezarda veda partisi yok.”
“Git gide düşürüyor insan çıtayı. Krallar aynı kral. Soytarılar aynı soytarı. Her kuluna ayrı yazı yazmaktan Tanrı da artık bıkmış olmalı.”
“Hepsi de kirlenmişti günlerini. Anneler, yıkayıp giydirdiler çocuklarına.”
“Ne yanıma dönsem bir okyanus acısı bir gökyüzü hoyratlığı bunca olup bitene...”
“Seni de eskitecek bu ezel fırtınası. Güllerin dökülecek ecel suyuna.”
“Yoldaki işaretler cehennem içindi. Bunu ancak kapıya varınca anladık.”
“Aklın cehaleti, yalanın rehavetini, yalanın rehaveti, yoksulluğun sefaletini getirir.”
“Daldan umudunu kesmişse çiçek ha bir arı konmuş ha zehirli örümcek...”
“Kar çökünce başına, meşenin kolu kırılır, çamın boyu devrilir.”
“En kutsal dinidir doğuda insanın insanı öldürmek ve ölünün mezarına gül dikmek.”
“Bütün şahsiyetler açığa satılmış, herkesin gözü insan borsasında.”
“Vandal geçmişini yok ederek ilerler. Bu yüzden Vandalların tarihi yoktur.”
“Gece uzun olsa da güneş elbet doğacaktır. Batıl batacaktır elbet, doğacak olan Haktır.”
“Bazı perdeleri açık kalır ömrümüzün. Bazen göz, bazen söz dokunur içimize.”
“Yalnızlıktan korktuğu için şehirler kuran insan artık kurduğu şehirlerde bir kayıptır yalnızlıktan.”
“Bu yüzyılda da kitap okuyanlar kazanacak.” (Türkiye hariç)
“Şiirin yüzüne tükürür gibi yaşamak ödülünü zamana verdiler, yaşlanmak ödülünü Şaire...”
“Dünya, şiir yazacak kadar güzel, insan, bir dizeyi hak etmeyecek kadar basit.”
“Acılar en çok aynalara dökülür ve ağlamak bir sanata dönüşür gözyaşın kirpiğine asıldığında.”
“Yobazın kafası medeniyetin lazımlığıdır. İhtiyaç duyduğunda alıp içine eder.”
“Zaman o zamandır, desise ve hile insan muteber olur cehaletiyle.”
“Bir ağacın ölümüne yanıyordu orman. Rüzgârsa tepelerde alev dağıtıyordu.”
“İnsanın neresi acırsa kalbi orada atıyor. Kalbi acıdığı zaman bütün acılar susuyor.”
“Yaşamı koruyamayan ülkeler ölüm için debdebeli törenler düzenler.”
“Adalet hamasete teslim olmuşsa hakikat asla ortalarda gözükmez.”
“Sen deniz olmayı bilirsen, suyun bin bir dağdan gelir.”
“İnsan var insanın yoluna köprü. İnsan var insanın ömrüne törpü.”
“Felaketin tüyden ayakları vardır. İlk adımlarını sessizce atar.”
“Acılar hissedilmek içindir. Hisler kurutulmuşsa insan dediğin bir tutam kindir.”
“Aşktan yana bir duruş bir sözün yoksa bir mezar taşısın dünya yüzünde.”
“Gaflet perdesi, gözünde değil özündedir bilesin. Özüne güneş doğmadan gözünde şafak sökmez.”
“Gül çağını kül çağına çevirdik gidiyoruz işte...”
“Zemheriyi bile seviyor da insan, insanın soğukluğunu sevemiyor bir türlü.”
“Alnına sarı lira bağlanmış koyun bilmez ki yaşadığı her şey bir oyun.”
“Saatleri kurmayı bıraktım artık. Akşamdan çiçekleri sulamayı da ...”
“İnsan iki yerde zamanı unutur: Bir; akan suyun kenarında bir de sevdiğinin yanında.”
“Şimdi duvarlar bile manasız bakıyor insana. Eskiden her birinin yaşama dair bir sloganı vardı.”
“Yordun beni ey insanlık. Bu ritmi bozuk yüreğim senin eserin.”
“Çiçeğin içinde ateşler gördüm. Ateşi çiçek sandı sevdalı ömrüm.”
“Araf’ın tek çıplağı bendim. Gök kuşları neslimizi taşladığında.”
“Kinin tohumunu toprağa verdiler. Herkes düşmanını gömdüğünü sandı.”
“Ön yüzü çiçek açan yüreklerin arka yüzü kar yağışlı.”
“Cam şişede can taşıyan taşlı yoldan yürümemeli.”
“Bir karıncanın telaşı kadardı ömür. Ne bir eksik, ne bir fazla.”
“Karanlığı en çok kötüler sever. Karanlık da kötüleri seviyor olmalı ki karanlıkta işlenir bütün kötülükler.”
“Yolunun karanlığı emdiğin zehirden başlar. Ana sütü pak olan, hayır düşünür hayır işler.”
“Gözleri yorgun bakan insanlar ya çok doludur ömrünüze ömür katar ya çok boştur ömrünüzü alıp satar.”
“Yaram/az çocuklar büyütmüşüz eteninde boş yere çırpınıp duran. Kendi malı neyse yesin içsin de bir nebze habersiz kamu malından.”
“Betonun ve asfaltın çocukları değiliz. O yüzden sokaklarda asiyiz böylesine. Siz bina dikersiniz bulduğunuz her yere, bizse gönül bahçemize karanfiller ekeriz.”
“Âlem karanlıkla kibirlenirken, bir güneş yetti aydınlatmaya. Karanlıktan korkma, güneşini bulmaya gayret et.”
“Oluklardan akan, aynı su, aynı şerbet. Kimi vahdet için içer onu, kimisi kesret...”
“Suya bak ve de ki: Ya Allah'ın nimeti, herkes yüksekleri isterken senin gidişin neden alçaklaradır?”
“D��nyanın en yoksulları, değişime en çok direnenlerdir aynı zamanda. Yani yoksulluk, bir sömürü olayı olduğu kadar bir muhafazakârlık sorunudur da...”
“Bize manzara çizin diyordu öğretmen. Oysa biz  zaten manzaranın içinde yaşıyorduk.”
“Her insan bir kabiledir. Doğduğu memleketi sırtında taşır.”
“Fatih'ten kalma bir kaftandı İstanbul. Kime giydirdilerse bir kaç beden bol geldi.”
“Zulüm, gönül kapında köpek olmuşsa. Aşkın misafirleri avluna girmez.”
“Güneşi çalınmış bir gökyüzünde ne kadar sürebilir ışığın saltanatı?”
“Denizlere dipten baktığımızda kendimizi okyanus görürüz.”
“Biliyorum ki şehirler de kirlenir ve dünyada kızlardan sonra en çok tecavüze uğrayan şehirlerdir.”
“Ahıra dönmüş medreseden diplomalı eşekler çıkar.”
“Bu gökyüzü, böylesine mavi olmasaydı yeryüzünün siyahlığı bu kadar dokunmazdı kanıma”
“Toprağın aynı suyu yeşertmez mi ağacı. Neden kirazda tatlıdır, neden biberde acı.”
“Ölümden şikâyet etmezdin inan ayrılığın ateşini bilseydi gönlün.”
“Çocuğunu musallada görmeyen ölüm için methiyeler düzmesin.”
“Yapraklar yönünü aşağı dönmüşse ağacın günleri sayılı demektir.”
“Üstünden uçacak bir kuşun yoksa dünyanın en yüce dağı olsan ne fayda.”
“Artık doğrulara inanmıyorum. Tarih denen bu ırmağın tersine aktığını gördüm. Gördüm suyun yokuşa tırmandığını.”
“Yürüdüğün yol sevgiyse endişe etme. Er ya da geç bir yüreğe ulaşırsın.”
“Kefeni örtemeyecek ölümün, sırtımdaki kırbaç izini, yaşadığım bu çağın.”
“İnsan bir tek annesini ölümle düşünemiyor. Herkes ölsün diyor da annesi ölsün istemiyor.”
“Ne kadar soylu durur bu cümle ‘Ölümümden kimse sorumlu değildir’ oysa bizi gıdım gıdım öldüren, O ‘kimse’ lerin ta kendisidir.”
“İnsan ölmediğine ne kadar sevinsin dünya bir mezbahaya dönüşüyorken.”
“Yuvasını koruyan serçe, yavrusunu yemeye gelen yılandan daha güçlüdür.”
“İnsan bir kere yardan düşer. Ömür boyu kötürüm kalır.”
“Tütünü bozuk sigara gibidir insan. Yandan yandan yanar kederlenince.”
“Uzun uzun neyi var ki anlatacak hayatın Herkes gibi doğdun, herkes gibi bir şeyleri aradın Tam ‘buldum’ dediğinde, ne hayat vardı ne sen vardın.”
“Duvarlarını yumruklamalıyız dünyanın. Dışarıda sesimizi duyacak biri olmalı.”
“Ayağını acıtan dikenlere küfretme. Düşün ki hiç yürünmedik bir yol üzresin...”
“Bir filizkıran fırtınası sokaklar Bahara dikkat edin Baharda büyümeyin çocuklar.”
“Hucurat,  Canların değil  Tenlerin bölünmesiydi oysa Onlar bilemediler Affet onları.”
“Korkmayın Ayaklar çıtırtısız yürüyemez karanlığı.”
“Kabza, Üstüne namlu İçine kurşun Patlama! Henüz çok erken Çocuklar uyusun.”
“Taşın fazlasını aldılar, mükemmel bir heykel oldu İnsanın fazlasını aldılar, kalanı taşa benziyordu.”
“Siz suyun akışına aldanmayın, Aşk akan suda değil  Dibe çöken kumdadır.”
“Ölüm bize gelirken bizim ayaklarımızla yürür O yüzden fark etmeyiz yaklaşan adımlarını.”
“Herkese anlatır da insan Bir tek kendine anlatamaz Bu yeryüzü kavgasına Neden çıplak geldiğini.”
“Bir balık âşık olmuşsa birden bire uçmaya kalkar Güzel güzel yüzüp dururken.”
“Kum saatleri gibi dünya Bittiğinde bir el tutup çeviriyor Ve biz başlıyoruz dökülmeye tane tane...”
“İkiyüzlü demek artık iltifat gibi İnsan diye bildiklerimin O kadar çok yüzü var ki...”
“Dünyadaki bunca kötülüğe inat İyi ki güneş doğmaktan vazgeçmiyor.”
“Babanız  Artık bazı şeyleri sizden bekliyorsa Bilin ki için için ölmeye başlamıştır.”
“Evet, öfkelisiniz Çünkü dünya Sizin istediğiniz gibi dönmüyor.”
“Bütün kötü çocuklar Mahrem yerlerinde büyür Bütün güzel şehirlerin.”
“Asla umutsuz ve karamsar yatma. Işığı gösteren karanlıktır unutma.”
“Çiçeksiz bir tek fistanı yoktu annemin. Yürüdü mü dağlar gibi yürürdü.”
“Hayatın elleri her zaman kirlidir. Silip de öpebilene aşk olsun.”
“Dökülen yaprak yeniden çıkar. Yeter ki ağaca küsmesin bahar.”
“Kıvır kıvır bir ömrüm Ak Mescitte yılandı Sine-i sad pâremde nice putlar uyandı.”
“Sevgili, Tekinsiz karanlığın tekin bekçisi Gönül madeninin ağır işçisi.”
“Dünyada iki tür insan olagelmiştir Birincisi; Tarihin önünden gidenler İkincisi; Tarihi geriden takip edenler.”
“Tarih yapmak Tahta oturanların değil Ahde yüz tutanların işidir.”
“Geri kalmış toplumları oligarklar yönetir. Çünkü orda düşünmek en netameli gelenektir.”
“Bilmez değilsin Allah'ım Sınırsız af, suç oranını artırır.”
“Taşlar konuştukça İnsan köyün yalancı çobanıdır.”
“Kirlenmek nefisten başlar, Sokaklar yerine nefisleri temizlesek Yaptığımız temizlik kalıcı olurdu.”
“Her kuyudan bir şekilde çıkarsın da İçindeki kuyuda bir ömür saklanırsın.”
“Sigarasını kendisi sardığı için Keyfinin emekçisi sayılırdı babam.”
“Allah'ın doksan dokuz adı vardı Ben ‘Aşk’ dedim sadece Gerisi teferruattı.”
“Demiri döğenlerde kemlik olur mu hiç? Çiğlik kalır mı hiç ateşi içenlerde? Her ne kötülük olursa onlarda olur Yüreğinden ateş geçmeyenlerde.”
“Neden böyle acılar içinde şehir; Neden böyle aşk içinde Gökyüzünden geçen kuşlar Duvar resimlerinde?”
“Aşkları yüreğinizde Hiç değilse birer daşım kaynatın Bozuksa çökeleğe dönüşür zaten Değilse gön gibi kaymak tutar üstünde.”
“Mesele, akşamı etmekte değil Mesele, olan akşama layık olabilmekte.”
“Aşk devrimcidir, soldan gelir.” (Türkiye hariç)
“Demir olmak yetmiyor. Tavında dövenin olacak illaki.”
“İçin artık yaban bir şehirse, ağaçlar, kuşlar bile dostun olur, Oturur dertleşirsin.”
“Kendini tanımak için aynaya değil ömrüne bakmalısın. Aynanın sırı dökülür, ömrün sırı dökülmez.”
“Yaşarken verilecek bir şeyin yoksa Hiç kimseyi Mezarı başında ağlamak için sevme Ne kendine yazık et, ne de sevdiklerine.”
“Tutunduğu daldan emin olan Düşme korkusu yaşamaz.”
“Yol vardır dosta götürür Yol vardır dostu götürür.”
“Kemeri boynunda takılı kalan Yoksulluk akıtır ayaklarından.”
“Güneşin çıkardığı is dünyanın yüzüne kara”
“Dağ isen karınla Ateş isen harınla İnsan isen yârınla...”
“Dağlar dik ama dünya yuvarlak Onun için denizine doğru akar her ırmak.”
“Güneşe serdim ülkemi, daha iyi baksınlar diye  çocuklar gökyüzüne.”
“Her aydınlık  Hâmiledir yeni bir aydınlığa  Geçerken karanlığın koridorundan.”
“Hayvanın özgürlüğü. Boynundaki zincirin uzunluğu kadardır.”
“Dünyayı özetliyorum da bazen. Elimde bir elmanın çekirdeği kalıyor.”
“Aşk bazen bölücüdür. Aklını böler insanın.”
“Aşk tiksinmektir biraz da avcının peşindeki tazıdan.”
“Kök de kurur bazen. Çekemez olur gövdenin çilesini.”
“Dikkat ettim de dünyanın her yerinde karanlığın rengi aynı.”
“Birinci Adam’ lardan asla korkmayın Hainler daima ‘ikinci adam’ olur.”
“Ölümü çıkarırsam ne kalır senden? Belki sen de utanırsın böbürlenmekten.”
“Acılar en soyka zamanında gelir mutlulukların Mutluluklar en karanlık yerinden çıkagelir acıların.”
“İnsan, yüreğinin bir güz çiçeği olduğunu anlamıyor gecelere çiy düşmeyince.”
“Rüzgâra karşı tüküren kendi yüzüne tükürür.”
“Ayağını vurunca sövdüğün taş, köpekler saldırınca aradığın olur.”
“Herkes kuş olup uçmayı ister de yuvada bekleyen yılan olmasa.”
“Kendi hayallerinin peşinden gidemeyen başkasının hayaliyle yaşamaya alışır.”
“Malınız ne kadar değerli olursa olsun kasaba pazarında alıcısı bellidir.”    
“Yaşamı bunca zaman kutsayan bizler Neden birer ‘kapatma’ yız ölüme karşı?”
“Ölümlüyüm Ve biliyorum senin de gülüşünün meali budur.”
“Kuruyor birer birer dünya çiçeği. Her ölen yüreğini alıp da gidiyor.”
“Ölüm dediğin çocuk işi. Sen hele bir yaşamaya heveslen de gör.”
“Güzel bir dünya için güzel anneler doğurmalısın.”
“Her yürek sevdiğine göç eder. Kimisi kavuşur, kimisi yolunda ölür.”
“Yalnızlık ömrümün demirbaşı. Aşksa sözleşmeli geliyor”
“Aşkta biri ölecekse tetiği maşuka çektirirler her zaman.”
“Bir daha ısınmayan tek şey bir kadının soğumuş yüreğidir.”
“Kurt dağlara sığınır Çakalın yuvası ovada olur Herkes hak ettiği yeri Bir gün mutlaka bulur.”
“Ölümün acılığı yaşamın tadındandır. Hiç ölünün ölümden şikâyeti var mıdır?”
“Mevlana değilsen Şems'e âşık olmayacaksın Yoksa sana da yazık olur sevdiğine de.”
“Karanlığa kiminle sabretmişsen, Güneşin doğuşunu onunla seyredersin.”
“İnsan acısını neden kuyulara bağırır düşündün mü hiç Yukarıda koskocaman bir gökyüzü dururken.”
“Başın yüksekte olursa güneşin doğuşunu ilk sen görürsün ama ilk kar da senin başına yağar.”
“Hayatımda acı olmasın diyenler aşkı sadece mutluluk zannedenler. Siz hiç kabuğu çatlamayan tohumun yeşerdiğini gördünüz mü?”
“Ölümden korkma dedi sahip; o en büyük adalettir. Arşa heves eden nefsin o gün kendin bilecektir.”
“Karanlık odalarda kendine gülümseyen kadınlarımız. Bir kahkaha bile atamazsınız. Orospuya çıkarılır adınız.”
“Ölümlü olduğumu zaten biliyorum. Mesele, kendimi ölümsüz olduğuma inandırabilmekte.”
“Kum şehri sakinleriydik. Ta ki o fırtına çıkana kadar.”
“Kimsesiz çocuklardık biz. Parasız yatılı mekteplerde.
“Kim öptüyse çocukluğunu hâlâ acıyor insanlığım.”
“Ölüm, bize yaşamın taktığı şeref madalyasıdır. Bu yüzden ki bütün dostlarımız davetlidir törenimize.”
“Dilimde bir takunyayla dolaşıyorum Belki hırsızlar huzursuz olur diye...”
“Akıyor ve akacak Tarih denen ırmak Ve en çürük yerinden Bırakacak kendini  Eriyecek gıdım gıdım Irmağın yatağını dar kılan toprak.”
“Kavga etmeyin dedi birbirinizle, Rüzgârınız o dağlarda kaybolur gider. Toprak reddeder sizden gelen tohumu Gece kapılarını, aşkın yüzüne kilitler.”
“Ben Akdeniz; bıraktığın gibiyim Güneyimde gözyaşı Kuzeyimde sırtlanların savaşı Hiç değişmedim.”
“Benim uzak düştüğüm Asya Gül dikerdi gündüzleri şalvarına Geceleri çıkardı ninemin dolabından Halkalı şeker dağıtırdı çocuklarına.”
“Benim toprağımda kuru fasulye de var Karaduta benzer gözleri de var çocukların. En çok da çoban fıyıkları dağlarda; Kendi ağızlarından, kaçırılış hikâyesi kızların.”
“Benim suratım taşlara sürterek insan kılındı Böyle maskelendi içimin inanılmaz hayvanı Girdiğim her şehirde ölüler karşıladı beni Ürktü ve titredi geldiğim medeniyet Yürüdüğüm her sokak sakladı şenliğini.”
“Taşı taş üstüne koydular bina dediler Başı baş üstüne koydular zina dediler Şu üç günlük dünyada her herzeyi yediler Aklandılar paklandılar imandandır dediler.”
“Neden böyle acılar içinde şehir; Neden böyle aşk içinde Gökyüzünden geçen kuşlar Duvar resimlerinde?”
“Son zamanlarda en çok ölümü özlüyorum Kimi çağırsa Azrail, benmişim gibi geliyor Elimi kaldırıyorum, ‘Burda!’ diyorum."
“Ellerim günahını vicdanımdan soruyor Ayarsız bir tartı ömrüm kefeleri boş duruyor.”
“Tıkanıyor bir bir İnsanlığa açılan damarlarımız. Kanımız kirleniyor git gide Git gide dağılıyor uzuvlarımıza O derin  O ölümcül metastaz.”
“Her Hristiyan’ın sırtında Bir İsa gördüm çarmıha gerili Her Müslüman kuyusunda Yusuf değil Muhammet tutulur Asrısaadetten sonra.”
“Ölümünü sezdiğinde kediler Birden bire kaybolurlar ortalardan. Bundan daha yiğit bir duruş var mıdır ki? Var mıdır Azrail'i böyle vakur karşılayan?”
“Benim güzel Türkçem Görgülü kuşum Evcimen kadınım. Sözler içinde ilk sözümsün Ana rahmi gibi sıcak Mutlu ve bahtiyar yaşadığım.”
“Çekip gitmek her şeyi unuttursa Ne işi olurdu insanın Doğduğu yerde yıllar sonra.”
“Çürük bir su gibi sasıktır zaman Yakılmadan bitmez şehrin vebası Son bir memur, kravatı ağaçlarda Bir bürokrat öz güveni,  Üç katlı sefer tası.”
“Bekle beni uygarlık Benim tarlama ektiğini Senin tarlandan biçmeye geliyorum.”
“Kötülük kuş uykusunda
Kötülük iç denizlerde korsan.
Her renge aşina da
Tabirim caiz değil
Bir gecenin rengini
Tutturamıyor insan.”
 “Ölümsüzlüğedir
Bütün kötülüğü dünyanın
Bu yüzden saldırır insan
İnsanın şiirine
Ağacın Meyvesine.”
 “Çamaşır iplerinde güller kurutuyorum Belki giyersin diye bir gün.”
 “Yaşama sevdalıyken deliler gibi Ölümü üleşmeye razıyım şimdi.”
“Taşlara taş diyemez oldum Yürekleri tanıyalı.”
“Bu gün kalbinin girişine kazdığın hendeği Gün gelecek kendi ellerinle dolduracaksın.”
“Bir gün ben de konuşmak isterim elbet Altın saçlı kızların altın çıkarmadıklarını.”
“Yüreğim kendisini turnalardan sayıyor Her sabah kalktığımda bir gökyüzü telaşıyım.”
“Pervaneler sana doğru uçuyorsa rahatsız olma Çünkü onlar ışığı sende görenlerdendir.”
“İnsanın gerçek seveni, bakınca kendinden geçtiği değil Görünce yüreğinden iman içtiğidir.”
“Zehri ab-ı hayat olur, aşkından humar olanın. Sorgusu biter mi Araf’ta, gözü dünyada kalanın.”
“Acının da hatrı vardır, çilenin de bir mihneti. Niye feryat figan ile çınlatırsın kıyameti?”
“Yoruldum artık, çok yoruldum Sağırlar ülkesinde bas bas bağırmaktan. İki gözünün olması kurtarmıyor insanı Körler ülkesinde hapis kalmaktan.”
“Narpızın kokusunda su vardır İnsanın kokusunda insan. Hangi derenin serinliğine uzansam Ölümüm geçer aklımdan.”
“Kendime suçlar isnat ettim Dosyalar düzenledim kendim hakkında Eski bir Eylül'dün aklıma geldikçe İntihara kalkıştım olmadık zamanlarda.”
“Meyvelerin lezzetini Toprağına indirgedim. Her kelamı ağzımda Tam kırk kez çiğnedim Soyundum çöllerimi Gülün koynuna girdim. Düştüm sözün büyüsüne Gül konuştu ben dinledim.”
“Tohumu toprağa bıraktık dedi Yaşama yakın, ölüme ıraktık dedi Baharın dalında yapraktık dedi Dağlardan denizlere ırmaktık dedi Gül dedi, gülüm dedi, dili titredi Toprağın belediği çıplaktık dedi.”
“Bahçemizde henüz koklanmadık Bir gül gibi duruyorsa yaşamak Her zaman hakkıdır umudumuzun Avazı çıktığı kadar bağırmak.”
“Ruhum etimden kaçıncı kez davacıdır. Ve aklım bu mahkemede Hem yargıç, hem avukat, hem savcıdır.”
“Bütün varlığım           Bir varidat amirinin envanterinde. Neye dokunsam çığlık çığlığa kayıp Neyi öpsem, Bir avuç kül bırakıyor geride.”
“Ne söylesem, dönüp yalanlıyor beni Her sözümün ardından Dilim, yüzüme vuruyor cehaletimi.”
“İnsan ne görürse bilgiden görür Gökte kuş suda balık bilgiyle yürür Bilginin toprağında elvan gül açar Cehaletin geçtiği toprak da çürür.”
“Kuran çarpmaz aydınlatır Okumaktan Anlamaktan korkmayın. İnsanı aldatırsa cahil aldatır Allah ile aranıza Perde çekmeyin.”
“İnsan inancını yitirmeye görsün İyiliğe, doğruluğa, güzel günlere İşte o zaman gör dünyanın halini Tanrı bile inanamaz gördüklerine.”
“Darımın çatıldığı ağacı diken benim Boynumdaki urganı örüp hazırlayan da Kefen diye giydiğim şu beyaz gömlek var ya Ellerimle dokudum ömrünün tezgâhında.”
“Hayat seni kırdı diye üzülme Aşk yaşama çarpa çarpa büyür Ve her çarpışma sonrasında Vazgeçilmez sandığın  Fazlalıklar dökülür.”
“Beni tan eyleme gül için geldim Kelamı Allah olan dil için geldim Nice dağ dolaştım, nice çöl geçtim Beni Hakk’a ileten yol için geldim.”
“Sevdanın okunu kime attımsa Geldi kendi yüreğime saplandı.” Oklu Kirpi
“Herkes bir hedefe varmak için yola çıkar Bense bir hedefim olduğu için yola çıkarım.” Kaplumbağa
“Alçakları gözleyecek gözünüz yoksa Yükseklerde uçmaya heves etmeyin.” Kartal
“Işığa tahammülüm olsa Geceye sığınmazdım.” Yarasa
“Leş yiyicilik benim karakterimdir.” Akbaba
“Şu Amerika kuruldu kurulalı Kendime olan öz güvenimi yitirdim.” Tilki
“Mercedes’e binenlere bir şey diyen yok Bir atım var diye herkesin dilindeyim.” Atlı Karınca
“Herkes Yaradan'ı kalbinde taşır Bense hem kalbimde hem sırtımda taşırım.” Allah Devesi
“Sıçramak güzel de Düşeceğin yeri kestirememek çok kötü” Çekirge
“Varoş çocuğuydu, Her bahar geldiğinde  Gökyüzünü çiziyordu  Tanrıya inat.” Kırlangıç
“Bir nice zamandır adımız güle çıkmış O yüzden saklar dururuz İçimizdeki kül dağını.”
“Tür/beleşti sandukası Ortadoğu'nun Ay karanlık göremedim Şah'ımın gözlerini. Pelerini Akdeniz’di amatör bir kumpanyanın Şapkasında unuttular cambazın ellerini.”
“Bahçemizde henüz koklanmadık. Bir gül gibi duruyorsa yaşamak. Her zaman hakkıdır umudumuzun. Avazı çıktığı kadar bağırmak.”
“Çamaşır iplerinde güller kurutuyorum. Belki giyersin diye bir gün.”
“Gül/ten’im al senin olsun toprak. Benim nice sözlerim var. Dünya durdukça duracak.”
“Tenine dokundum, taşlar acıdı ömrümde. Dünyanın tek haini bendim Kendi armudumu keserken yakalandım Sultan Gâvur Mahmut'un baltası ellerimde.”
“Kendimden bir gurbet yaratıyorum Bittiğinde seni oraya götüreceğim.”
“Gelinciğin ömrü ne ki Bir insana bakınca. Oysa her gelincik  Bir gelin ömrü taşır O kırmızı avazında.”
“Dünyanın her gün biraz daha Kötüye gittiğini bile bile yaşamak Mutluluk şiirleri yazmak Yeni açan çiçeklere Gelen bahara Ve yeni doğan çocuklara Bir şair aptallığından başka nedir?”
“Şehir ağlıyorken şiir kalkıp diskoteğe gidemez.”
“Şairlerin yüreğinde sessiz yürünür, tıpkı mezarlıkta gezinir gibi.”
“Dünyanın en güzel trajedisi, bir şairin gülerken çekilmiş fotoğrafıdır.”
“Şiir, karada yaşayan ve uçmaya heveslenen bir deniz canlısının tuttuğu güncelerdir.”
“Şiir, şairle dilin sevişmesinden doğan bir veled-i zinadır.”
“Şiir, ozanın ölen bir dünyanın ardından yaktığı ağıttır. “
“Şairler güneş gibidir, fazla açılanı yakar, fazla örtüneni terletir.”
“Gece şiirin sütannesidir.”
“Şiir yazarım yazmasına da Bir faydası olmaz ki  Köpekten korkan çocuklara.”
“Şiir bir çığlıktır; Kimsenin geçmediği bir yerden Geçmeye çalışan bir öncünün çığlığı.”
“Kadim bir uygarlıktır şiir Şarap yüklü mavnalar Bekler limanlarını. Her şair geçmişe kırgın Arar içindeki denizde Kendi amforasını.”
“Okuduğum her şairin Yazdıkları değil yaşadıkları ağlattı beni Bu yüzden düşünürüm çokça zaman Şair mi şiiri yazdı, yoksa şiir mi şairini...”
“Şair yaşamanın öksüzü, sevmelerin yetimidir.”
“Kötü şair faili meçhul cinayet gibidir, önce herkes ondan bahseder, sonra da zaman aşımından arşive gönderirler.”
“Şiirin yüzüne tükürür gibi yaşamak ödülünü zamana verdiler, yaşlanmak ödülünü Şaire...”
“Sorsalardı: son isteğin nedir? Çocuk gülüşleri derdim...”
“Ben
Bir kuşun
İki yuva yaptığını görmedim.
Görmedim bir sincabın yuvasında
İki yıl yetecek kadar erzak.”
“Taştan taşa sekerek geçiyor ömrüm Bu balçık benim değil taş benim değil. Eski bir tarihin zulmünü gördüm Savaş benim değil hınç benim değil.”
“İnsanı tanımadınsa yeteri kadar Asla gönül teline dokunmayacaksın Aşkın ırgatlığını yapmadan önce Proletarya şiirleri okumayacaksın.”
“Her gün, bir dünya telaşıydı Bilmedik bunu Bilmedik ömrümüzün aktarlarda  Şifa diye satıldığını Bazen ıhlamura yatırıp Kekikle kaynatarak bazen Derman diye verildiğini ayrılık acısına.”
“Kuşlar kanadını vurmadan geçiyor Yılan derisini sürmeden karanlığa Bu nasıl bir dünyadır Yağmur bulutuna hasret yaşıyor Su kendini içiyor indiği yokuşlarda.”
“Bu balık bu denizde oynadıkça Dünyayı boyadıkça Tanrının eli Ölüm oldukça ve doğumlar Birbirini izledikçe hastane odalarında Şiir hep olacak gündeminde insanın.”
“İçinde rüzgârı esmiyorsa yaşadığın ülkenin İnsanı kara bir nehir gibi Gürül gürül akmıyorsa Ne o ülke senindir Ne de o ülkenin rüzgârı senin.”
“Bir salkım söğüt En güzel, suların aynasında durur Ve bir kuğu en güzel uykusunu Salkım söğüt altındaki Serin sularda uyur.”
“Karanlık her daim örgütlüdür Aydınlıksa kaygısız İşte bu yüzdendir ikide birde Taşlara takılır ayaklarımız.”
“Taşın yüzünde incecikten bir kıvılcım Bir çatlama toprağın gövdesinden içeri Yol, ağlasa da gururla dinler eminim Bu eşkıya yüreğimin söylediği türküleri.”
“Yağmur olsa kendine yağıyor Güneş olsa kendine doğuyor insan. İnsan mutlu oluyor insanın acısından.”
“Eğildim ve su içtim ben Şırıl şırıl akıp giden dereden Ey yükselen yeni nesil Senin suyun marketine gelecek Bu sana En kötü mirastır benden.”
“Doğunun mutluluğu Tezgâh altı satılan şarap gibidir Şişe değişir Şarap değişir  Ama bardak değişmez İllaki o şarap O kirli bardaktan içilir.”
“Üç dünya taşırsın Aklında, kalbinde ve sırtında Hangini düşürsen günahkârsın Suç senin suçundur Dünya hangine baksa Kadın olmak zor zenaattır Ortadoğu’da.”
“Kuşlar bile utanır oldu Gördükçe bu gökyüzü altında Çocuklar ve kadınların tecavüze uğradığını Akan ırmak yatağını değiştirdi  Yüreği tuz bağladı toprağın Rüzgâr aldı başını savruldu gitti Başka bir ülkede uçurtmalar uçsun diye. Ama insan sessiz kaldı belki bilerek Sustu ve oturdu öylesine.”
“Kimse gül takmıyor göğsüne Güller için ölüme giden Meçhul askerin... Ölenin etrafını yakıyor ateş dediğin Ölüme gönderenin Yüreği her daim serin.”
“Yazdıklarım Sadece uçuş talimidir kuşların Sakın ola bunları Aldanıp da şiir falan sanmayın...”
“Sözünü etmeye değmezsin dünya.”
Benim suratım taşlara sürterek insan kılındı Böyle maskelendi içimin inanılmaz hayvanı Girdiğim her şehirde ölüler karşıladı beni Ürktü ve titredi geldiğim medeniyet Yürüdüğüm her sokak sakladı şenliğini.
****************
Meyvelerin lezzetini Toprağına indirgedim. Her kelamı ağzımda Tam kırk kez çiğnedim Soyundum çöllerimi Gülün koynuna girdim. Düştüm sözün büyüsüne Gül konuştu ben dinledim.
12 notes · View notes
selenofill · 3 years
Text
Tumblr media Tumblr media
Müjde Bilir – Sevgili Didem, ilk kitabın İnkılap 2000 Şiir Ödülü’nü almıştı ve “Grapon Kağıtları” adını taşıyordu. Kısa bir süre önce de ikinci şiir kitabın “Ah’lar Ağacı”  (Everest Yay.) yayımlandı. Kitaba adını veren uzun şiirde “(…) Ne diyecektin, ne söyleyecektin/Şairlerin şahı olsan,/bir AH’dan başka./Ah benim nergis kokulu cehaletim/Bana yılarca, bunca sözü boşa söylettin./AH!” diyorsun. Nasıl bir yolculuktur, seni, “ah!” sesine getiren?
Didem Madak- Grapon Kağıtları’ndaki şiirleri yazdığım dönemi izleyen üç seneye yakın bir dönemde iki şiir dışında hiç şiir yazmadım. Hiç o dönemdeki kadar çok ah demedim. Sürekli ah dediğim için uyarırlardı beni çevremdeki insanlar. Ah denmez derlerdi, af denir. O dönemde hep sıkıntıyı azalttığına inanılan hediyeler verildi bana. Akik taşlı yüzükler, muskalar falan. Sabrı öğütleyen bir kum saati bile hediye edilmişti. Herhalde şimdi de bu kadar çok ah dediğim için okurdan af dilemenin vakti geldi. Virginia Woolf’un Orlando’sunu çok severim. Orlando yıllarca göğsünde taşıdığı ve bir meşe ağacından esinlenerek yazdığı şiiriyle ünlü olur ve bir ödül kazanır. O zaman kitabını kendisine esin veren meşe ağacının altına gömmeye karar verir. Ve simgesel cenaze töreninde şöyle bir konuşma yapmayı planlar: ‘Bunu bir armağan olarak görüyorum diyecektir, toprağın bana verdiklerinin toprağa geri dönmesi olarak.’ Galiba ben de bütün birikmiş ahlarımı, söylediklerimi ve söyleyemediklerimi ‘Ah’lar Ağacı’nın altına gömdüm. Bu yüzden ‘Ah’lar Ağacı’ bir şiirden çok bir ağıt olabilirdi esasında. Kendi acısıyla dalga geçen ve gülerek acı çeken bir kadın ani bir manevrayla şiiri ele geçirdi ve en başta ‘iç ses’ diye söylenen ağlak kadınla, ‘Yıldırım Gürses’ diye cevap verip dalga geçti. Ve aptal aptal güldü bir de buna. Şimdi ‘Ah’lar Ağacı’nı nereye gömmeliyim diye düşünüyorum. Belki de ‘başsız ayaksız bir mezara.’ ‘Susmanın su kenarında’ bir yerlere…
Kitapta yer alan özgeçmişinde, “ruhunu ütüsüz ve buruşuk gezdirmeyi” sevdiğinden söz ediliyor. Hemen hemen bütün kadınlar ütü yapmaktan nefret eder, ama neredeyse hiçbir kadın ütüden kaçamamıştır. Şöyle de yazmışsın: “(…) Karnabahar kızartmıyordu asla/başroldeki kadınlar.” Bir kadın için ütüden kurtulmak -eğer başrol oyuncusu değilse- bu kadar kolay mı? Şiir yazıyor olmanın bu kurtuluşa katkısı nedir?
Sevgili Müjde sen de bilirsin, bazı kadınlar pasaklıdır. Bu tip kadınların kocaları işe, buruşuk gömlekler ve kopuk düğmelerle giderler. Herkes bu bahtsız kocalara acır. Sanki bir karışıklık olmuş gibidir, bir erkeğe ait olabilecek bir ruh, bir kadının vücudunda dünyaya gelmiştir. Sanki bazı meseleleri gizlemek konusunda, yüzyıllardır süren bir anlaşma var gibidir kadınlar arasında. Bu gizi, bilinmeyeni anlamaya çalışmak ve bunu dil aracılığıyla sorgulamak, daha ziyade erkeğe özgü bir çaba gibi görünür. Bazen de ölümcül sonuçlara sebep olabilir böyle bir çaba, bir kadın için. Sylvia Plath Üç Kadın’da şöyle der mesela: “Bu adamlara takıyorum ben/Nasıl da kıskanıyorlar düz olmayan her şeyi! Dünyayı/Kendileri gibi düz yapabilecek kıskanç tanrılar onlar.” Evet, sanırım hiçbir kadının ütüden kaçamamasına yarayan bir mekanizma işler durumda. Ben bundan başlangıçta çok bilinçsiz ve el yordamıyla kaçtım. Yazmak bu kaçışta bence çok önemli rol oynadı. Kafamın daha da karışmasına neden oldu. Bir dönem komik ve çocukça tercihler yaptım: Gerçi çabuk vazgeçtim bu karardan, ama benden önce yazmış kadınlara çok şey borçlu olduğumu düşünüyorum. Sanırım bu söyleşiyi bir erkekle yapıyor olsaydım bana böyle bir soru yöneltilmezdi. Çünkü özgeçmişimde yer alan bu bölüm, bıyık altından gülünüp geçilecek kadar basit görünürdü ona. Ama senden böyle bir soru bekliyordum. Teşekkür ederim.
Adını şu an hatırlayamadığım bir zenci kadın şair şöyle demiş: Erkekler özgür iradeyi efendi efendi tartıştılar, bizse çığlıklar atarak tartıştık onu.
Çoğu kadın kendileri için önceden planlanmış güvenli bir hayata sığınır. Bu hayatın sonu baştan bellidir. Bir kadın bunun dışında seçimler yapmaya kalkıştığında, fena halde zora sokmuş olur kendini. (Haklısın, başrol oyuncusu olabileceği maddi manevi imkânların içine doğmamışsa eğer.) Çoğunluğu kendini gizleyen, koruyan, gardını alan, ürkmüş insanların yaşadığı bu ülkede bir kadın olarak bana ait bir hayatım olsun diye gösterdiğim çabaya ve kendi serüvenime haksızlık edemem. Bu yüzden hayatımı samimiyet ve cesaretle anlatmak benim için önemli. Benim hâlâ hayatımla ve bir kadın oluşumla ilgili çözemediğim bazı meselelerim var, bu meselelerle samimiyet ve cesaretle boğuşuyorum hâlâ. Bütün bunlar yokmuş gibi davranıp, kitabi şiirler yazamam. Şiirlerim ütüsüz ve buruşuk gezdirdiğim ruhumun diyeti bence. Bu yüzden hepsi benden parçalarla dolu. Bu yüzden biraz ‘kadınsı’, durup dururken bağıran şiirler.
Şiir ütüden böylece kurtuldu madem, yaşlanmaktan da korkmayacak o halde! “(…) Çizgili olsun, buruşsun yüzü,/Şiirlerim için yaşlanma etkilerini geciktirici krem kullanmayacağım” dediğini hatırlatmak istiyorum.
Niçin şiir yazmaya başladığımı düşündüğümde şunu fark ettim: O dönem şiir bana, herkesten ve her şeyden çok özgürlük vaat ediyordu. Yaşlanmak da benim için bir özgürlük vaadi aslında. Bu yüzden eteklerinin ucundan sarkan paçalı donlarına aldırmadan, örtmeden – gizlemeden dolmuşa binmeye çalışan, önüne gelen erkeğe yardım etmesi için elini uzatan yaşlı teyzelerin durumu bana çok büyüleyici gelmiştir hep. Yaşlı bir kadın hayatının bir dönemini kadın olarak geçirmiştir, ama artık tam bir kadın değildir. Yani bir kadın gibi kendini gizlemek, korumak zorunluluğu yoktur. Yaşlandığım vakit, şiirimin değişebileceğini düşünüyorum. Gecenin bir vakti kimsenin ilgisini çekmeden bir meyhaneye oturup, herkesin suratını inceleyebilirim o zaman. En fazla, bu buruşuk suratlı kadının niye kendilerini inceleyip durduğunu düşünürler. Sonra çok içip masada sızmama yakın, heyy kocakarı, derler bana, kapatıyoruz, hadi evine git. Genç bir kadın için tam bir yalnızlık mümkün olmuyor aslında. Eskiden cebimde bir falçata taşırdım mesela. Gecenin üçünde hiç korkmadan, arkamdaki ayak seslerini kollamadan, sokaklarda yalnız dolaşabilmek benim şiirime çok şey katabilir gibi geliyor. Yaşlanınca daha rahat ederim diye düşünüp, yaşlanma etkilerini geciktirici krem kullanmıyorum. Ne kendim ne de şiirim için. Ben sanırım yaşlanınca şu kabına sığamayan, çatlak ihtiyarlardan olacağım. Zaten şu an yazdığım şiirler beni, torunlarıma hayatımı anlatmak zahmetinden kurtaracak. O zaman haliyle gece ikiye kadar oturaklı, derin şiirler yazacağım, o saatten sonra da torunlarımla diskoya falan gideceğim. Herkesin ‘kaçık ihtiyar’ı ayıplamasını şiddetle istiyorum.
Sanki içini döküyorsun beyaz kağıtlara… Samimi hislerini itiraf ediyorsun… Kendinle, tanrıyla konuşmandan… Işıl’la, teyzenle ya da benimle paylaşmandan sanki pek farkı yok bunun. Kalemi eline aldığında -başka bir deyişle, yazının düşünsel süreci eyleme dönüştüğünde- neler oluyor peki? Bir çırpıda mı yazıyorsun şiirlerini? Sence samimiyet kurgulanamaz bir şey midir?
Bachmann, içten gelen herhangi bir zorlama olmaksızın, şiir yazabileceğine ilişkin bir kuşkuya kapıldığı vakit, şiir yazmayı bıraktığını söylemiş bir söyleşisinde. Bence şiirde samimiyet şairin içinden gelen bir zorlama ile ilgili. Önümüzde duran bir metnin şiir olup olmadığına karar vermek için nasıl bazı kesin ölçüler bulamıyorsak, bir şiirin samimi olup olmadığını anlayacak kesin ölçülerden söz etmemiz mümkün değil. Bunu ancak hissedebiliriz.
Benim açımdan en zor olanı yazmaya başlamak, bir şiir yazabileceğimi hissettiğimde çoğunlukla bir yığın kaçış yolu buluyorum, gezmeye gidiyorum, TV izliyorum. Yalnız değilsem kesinlikle yazamıyorum. Bu yüzden yalnız yaşamadığım dönemlerde şiirlerimi gece herkes uyuduktan sonra yazardım. Bazen yazma ihtiyacıyla kâğıdı kalemi elime alır, saatlerce yazarım. Ama bu yazılanlardan asla şiir çıkmaz. Bazen de bir mektup yazmaya başlar kısa bir süre sonra şiir yazarım. Yazmaya başladığımda ne yazacağım konusunda en ufak bir fikrim olmuyor çoğunlukla. Sadece yazmaya başlıyorum. Bir süre sonra benim ‘kalemin açılması’ dediğim bir durum ortaya çıkıyor, o zaman hiç zorlanmadan, kontrol etmeden yazıyorum. O zaman müthiş rahatlıyor ve hızlı yazıyorum. Bazen ağlıyorum. Genelde sayfalarca yazıyorum. Çoğunlukla sanki az sonra ölecekmişim gibi paniğe kapılıyorum yazarken. Sanki ölmeden önce itiraf etmem gereken bazı önemli meseleler varmış gibi hissediyorum. Bu yüzden sanki artık kaybedecek bir şeyim yokmuş gibi geliyor. Her şeyi söyleyebilirmişim gibi geliyor. O zaman her gün işe giderken karşılaştığım, boyozcunun yanında durup, boyoz yiyen insanları hayranlıkla seyreden o kara köpeği, puf böreği gibi tombik elleriyle kabak seçen ev hanımlarını, ucuzluktan alınmış bayramlıklarıyla kendilerinden pek memnun olan o bayram çocuklarını hatırlıyorum. O zaman onları sandığımdan çok sevdiğimi anlıyorum. Hepsi şiirime sızıyor o zaman. Hayat beni büyülüyor. Yazarken hayatı sandığımdan çok sevdiğimi, ona hayranlık duyduğumu anlıyorum. Aslında az sonra ölecek birinin gözleriyle dünyaya baktığımızda hayatın her yerinden şiirin fışkırdığını görürüz, önemli saydığımız çoğu şeyin önemini yitirdiğini görürüz. O zaman anlamsız bulduğumuz küçük gündelik hayatımızın aslında anlamlı olduğunu hissederiz. Ben sanırım böyle bir itkiyle yazdığım için biraz telâşlı yazıyorum. Doğaçlama bir şiir. Yazdıklarımı sonradan okuduğumda çoğunu yırtıyorum. Ben şiirde toptan eksiltme yöntemini takip ediyorum. Bazen cesaretimi toplayıp, eli yüzü düzgün bir kâğıda temize çekip, biraz düzeltiyor, kardeşime gösteriyorum. Ondan geçerse başkalarına da gösteriyorum. Kardeşim edebiyat öğretmeni en zoru ondan geçmek. Okuldaki öğrencileri ve ben bir kader birliği içindeyiz.
Samimiyet meselesi bence yanlış anlaşılıyor, insan ne kadar kendi hayatından söz ederse o kadar samimi sanılıyor. Edip Cansever, Stefan, Lusin, Cemile ve Seniha’nın hayatlarından muazzam şiirler kurdu, samimiydi. Sonuna kadar. Çünkü o bu hayatların şiirini yazma zorunluluğu duyuyordu. M. C. Anday çok sevdiğim ‘Güneşte’ kitabında samimiydi. Samimiyet şairin kendi deneyimine, düşünsel sürecine denk düşecek şiiri yazması demek bence. Şiirinin arkasında durabilmesi demek. Bazen özentili, güzel söz söyleme hevesiyle veya can sıkıntısıyla yazıldığı belli olan şiirler okuyorum. Şiire soruyorum o zaman: Hani ya senin şairin nerde? İyi şiir şairinin parmak izi gibidir. Tanırsınız hemen.
Şiire giden pek çok yol vardır. Önemli olan hangi yoldan gittiğimiz değil, şiire ulaşıp ulaşmadığımız. Birbirimizin tuttuğu yolu beğenmeyebiliriz, o zaman birbirimizi eleştiririz. Ama bazen bir öfke nöbeti esnasında yazıldığı izlenimini veren yazılar okuyorum. Üzülüyorum. Her türlü eleştirinin muhatabı olabilirim ama, öfkenin asla. Keşke feyz aldığımız üstatların bilgeliğinden de nasibimizi alsak.
Kaybolmaktan söz edelim mi biraz? “(…) Kapının arkasında yokum demiştim/Ve divanın altında da.” diyorsun. Ama biz, saklambaç oynamayı bütün çocuklar sever elbet, diyemiyoruz. “Bulamazsınız ki artık beni, hayatın ortasında.”diyerek öyle çabuk büyüyorsun ki “Bir kız çocuğunun hayalleri” şöyle dursun sanki hızla göçüp gidiyorsun: “(…) Vasiyetimdir/Dalgınlığınıza gelmek istiyorum/Ve kaybolmak o dalgınlıkta.” Sevgili kardeşim, yoksa kaybolduğun yerde mi saklı şiirinin sandığı? (…) kim dokunsa şiire/Eline bir kıymık saplanacak”mı hep?
Çocukken kuzenimle evcilik oynuyorduk. Dövme işini abartıp bebekleri yerden yere çalmaya başladık. Teyzem, ne yapıyorsunuz dedi, onların da canı var. Biz şaşırıp duraksadık. Onlar canlı değil ama, dedik. Evet ama demişti teyzem, siz onları canlı farz ediyordunuz döverken. Oyun oynarken hep böyle bir risk vardır, oyunun kuralları size bir sınır çizer. Saklambaç oynayan kimse, bulunmayı kabul ederek saklanır. Oysa kaybolmak bir oyun değildir. Bir ilgisizlik söz konusudur. Gaip arkasında ne olup bittiğini bilmez, nereye gider, ne yapar, onu neler bekler bilmez. Gaip nereye gideceğini bilemediğinden gitmeyi planlamadığı adreslere gider, görmeyi arzu etmediği bir yığın insan görür. İşte böyle rastgele gezdiği için (aradığının ne olduğunu bilmese bile) bulma şansı vardır. Neyi anlaması gerektiğini bilmese bile anlama şansı vardır. Kaybolmanın mütevazı bir cesaret gerektirdiğini düşünüyorum. Çünkü insan kaybolunca kendini bir daha hiç bulamayabilir. Böyle bir risk her zaman vardır. Çoğu insan gaip aslında, farkında değiller sadece. Paralarının içinde, rahatlıklarının içinde, okudukları kitaplarının ve bildiklerinin sarhoşluğu içinde çok gaip görüyorum. Ben sadece farkındayım kaybolduğumun. Bu yüzden her gün aynı soruyu soruyorum: “Baştan, baştan/bu ceza ne güne sürecek böyle?”
Ben çoğumuzun dünyaya biraz dalgın baktığını görüyorum. Hepimiz birbirimizin dalgınlığında kayboluyoruz. Sanırım tüm dünyayı işgal etti dalgınlık, şimdi de iktidarda. Bizler şanssız şairleriz aslında, hepimiz bu dalgınlıkta kaybolacağız. Bu çağdan bir Şeyh Galip çıkmayacak. Bize ‘çok alametler belirdi’ dışında bir şey söyletmeyecek bu çağ. Ben sadece açıkça görünen bu durumu kabulleniyor ve istiyorum.
“(…) Allahla samimi oldum/Geçen üç yıl boyunca.” demişsin. Doğal olarak şiirlerinde de hissedilen bu samimiyet seni nasıl etkiliyor? “Çoktandır öksüz olan dünya”ya ve insana bakışını nasıl belirliyor?
Dostoyevski sanırım Ecinniler’de şöyle bir laf etmiş: İnananlar her zaman inanmadıklarından, inanmayanlar da her zaman inandıklarından şüphe ederler. Sanırım Tanrı işte o şüphede saklıdır. Onun her yerde ve hiçbir yerde oluşu, onu nerede bulacağımızı bilmememiz bizim kendimize çarpmamıza sebep olur. O zaman ‘gök boş nereye bağlasam atımı’ deriz. Allah’la samimi oluşum öyle uhrevi sebeplere falan dayanmıyor, tam aksine çok basit bir sebebi var: Yaşama içgüdüm. 26 yaşıma kadar her istediğimi yaptım, bu neye mal olursa olsun. Sonra bir gün yolun sonuna geldiğimi hissettim.
Kendime dur demem gerekiyordu. İnsan ya ölerek ya da yaşamaya karar vererek kendini durdurabilir. Ben yaşamaya karar verdim. Bu yüzden Allah benim çaresizliğimdi, artık konuşabileceğim kimse kalmadığı için, konuştuğumdu. Hani adam uçurumdan düşerken bir dala zor zahmet tutunmuş ve dua etmeye başlamış: Kurtar beni Allahım, ne olur kurtar. Bakmış ses soluk çıkmıyor, bağırmış: Başka kimse yok mu? Yalnızlığının ucuna varan, Tanrı ile konuşmaya başlar ve orada başka kimse yoktur. İster istemez şiirlerimde de bu konuşmanın izleri var. Tasavvufun önerdiği iç yolculuğu, önemli bir olanak olarak görüyorum kendi açımdan. Tasavvuf insanı günahkâr, aciz bir kul konumundan uzaklaştırıyor.
Sanırım dervişliğin edebiyatını yeterince yaptık, artık onu yeni bir yorumla yaşadığımız çağa ve hayata katmamız lazım. Dervişlik havuz başında, âlemleri seyre dalmak anlamına gelmiyor yalnızca. Bence artık dervişlik, maçoluk yarışması yapılan bir masada, ‘ben kestiricem, zaten bir işe yaramıyor’ diyen bir adamın ‘iktidarsızlığında’ saklı. Himaye ve işbirliği kabul etmedikleri için boynu vurdurulan, derisi yüzülen dervişleri hatırlamakta saklı. Artık kapılanacak kapı kalmadı. Bizi çağıracak ses kalmadı, ‘çağrıldım, geldim’ diyemeyiz artık. Ahlayıp, oflayıp, ben diyerek kendimi herhangi birinden daha çok acı çekiyor sanışımla, ben dervişlikten ne kadar uzağım. Acımı sessizce çekeceğim bir yol bulursam, dervişlik işte orada saklı. Kırılan kalbimizin hesabını tutmaktan sıkılıp, kırdığımız kalplerin hesabını tutarsak, belki orada saklı. Fuzuli’nin söylediği gibi ‘iyi ile kötü sayma işi bitince mescid de birdir meyhane de.’ Belki dervişlik, bu sayma işini bitirmemde saklı.
“Ahlar ağacıyım, gibisi fazla./Başka bir şey istemem/Artık beyazlaşan üç-beş tel saçıma,/Hesabımı tam vermekten başka.” (…)Vasiyetimdir:/Bin ahımın hakkı toprağa kalsın.” diyen sevgili şair, sanki son sözlerini söyleme çabası içindedir. Peki “ne diyecek”tir, “ne söyleyecek”tir bundan sonra?
Evet yaşlanmak benim için bir ütopya gibi. Yaşlanınca ‘kötü bir efendinin elinden kurtulmuş bir köle gibi olacağım.’ Minibüs edebiyatında meşhur bir laf var hani: Hızlı yaşa, genç öl, cesedin güzel olsun. Genç ölemediğim için hızlı yaşlanmaya başladım sanırım.
İnsan eğer bir sırdaşı varsa ve her şeyini paylaşıyorsa, onu çok sevmekle birlikte bu paylaşımın kendisi için tehlikeli olduğunu da düşünür. Neden her şeyimi anlatıyorum ona diye sorarsın kendine, anlatmamalıyım, bazen kendime bile söyleyemediklerimi ona niye söylüyorum. Ne diye kurcalayıp duruyor her şeyi, diye düşünürsün. Acı söyleyen dostlardan hızla uzaklaşıldığını çok gördüm. Eğer biriyle çok yakın ve içli dışlıysan ilişkin gitgide gerilir. Ne onla ne de onsuz durumu çıkar ortaya. Benim şiirle ilişkim buna benziyor biraz. Ben ona, bana bunca lafı boşa söyletiyorsun, diyorum. O da bana asıl konuşmasan kötü olurdu, diyor.
Bir münzevi olma yolunda biraz erken ve biraz hızlı ilerliyorum. Bu seçim değil, tamamen beceriksizlikten kaynaklanıyor. Gitgide daha çok susuyorum. Kitap okuyorum, sonra ebru teknesinin başına geçip ebru ile uğraşıyorum. Suyun üzerine resim çizmek beni rahatlatıyor. Bazen yemek yapıyorum. Bazen yatağımda bir taşa dönüştüğümü hissediyorum. Dünyanın bir yerlerinde benim ulaşamadığım bir hafiflik olduğunu düşünüyorum.
Susmam için bir bedel ödemem gerekseydi susardım. Ama gerekmez. Susmanın sağlayacağı rahatlığı çok özlüyorum, ama rahat batar bana biliyorum. Tam olarak susamıyorum. Bu yüzden mutlaka ‘Ah’lar Ağacı’nı gömeceğim bir yer bulacağım.
Bu kadar çok ah dediğim için okurdan af dilerim. Vesselam.
13 notes · View notes
yurekbali · 1 year
Text
Tumblr media
Gülten Akın’ın Bavulu / Haydar Ergülen Akif Kurtuluş, ‘aşki’ bir şiirinde “açılmış bir defter kapanmaz ki” demişti. Akif sonra baktı ki açık defter şiirle dolacak gibi değil, romana da gönül verdi... Şiirin söyleyemediğini roman nasıl anlatsın behey şairler! Onlardan biri de Kemal Varol. Ama konumuz bu değil. Sıra onların bavuluna da gelince bu hususları açarız bir bir! Gülten Akın da açılmış defter gibi bavulunu hiç kapatmayanlardan. Hem defter niyetine hem dert yerine, hem memleket yoluna hem de gurbet eline. Şiir onun molası. Hayattan, evden, evlattan, Ankara’dan, Yozgat’tan, ülkeden soluklandığı zamanlarda bavulunu açık defter yerine kullanmış, oturup şiirini yazmış. O elinde bavulu olmasa da varmış gibi sorumluluk taşıyan rüzgârlı kızlardan. Hep taşınacak bir yükü, aşılacak bir dağı, yürünecek bir yolu, çekilecek bir derdi, açılacak bir bavulu ve elbette yazılacak bir şiiri olan. Sonra rüzgârını bırakıp kendisi gidenlerden. Bir de rüzgâra sardığı şiirini armağan olarak bir top gül yerine atanlardan. İyi ki olan, iyi ki olmuş olan, iyi ki var olan. O olmasa cumhuriyet rüzgârsız olurdu. Cumhuriyetin rüzgârı olmazdı. Rüzgârsız bir cumhuriyet de... Yaşamında da hem öyle rüzgârlılar var, hem de fırtınalar. “Ağır öğretmen” dediği, ‘insan, insaf’ dedesi var. Orhan Veli’nin sevgilisi, Cemal Süreya’nın “Cumhuriyet gibi kadın” diye övdüğü Nahit Hanım (Fıratlı) var edebiyat öğretmeni. Ve eşi Yaşar Cankoçak var. Anadolu’da çeşitli kasabalarda çalışırken adı ‘sosyalist kaymakam’a çıkan. Gülten Akın’ın “Sonra bana benzeyen bir adam gördüm. İkimiz çıktık cenneti aramaya.” dediği adam. Cennet: Kumluca, Şavşat, Gevaş, Alucra, Haymana, Kumru, Gerze, Saray, Maraş... Yaşar Cankoçak’ın TİP’e yakınlığı ve ağalara karşı toprak reformuna destek vermesi, şairin de hem avukat hem öğretmen olarak halkın yanında yer alması sürgünle ve şiirle sonuçlanır: “Git oldu can, sürgün geldi dayandı/ Sürgün yine geldi dayandı/ Kitapları topladım, çocukları giydirdim./ Hadi de doğrulalım Dranaz’ın karına.” Gülten Akın’ın bavulu şiir topluyor, şiiri sürgün topluyor, sürgünü kar topluyor. Ama en çok da rüzgâr topluyor. Rüzgâr toplamayan bir sözcük girdiği şiiri de kurutur çünkü. Gülten Akın’ın ilk kitabı 23 yaşındayken yayımladığı Rüzgâr Saati. İlk işaret fişeği, ilk rüzgâr ıslığı: “Aklım ıslıklarla türkülerle/ Rüzgâr saatleri evde tutamam/ Essin esmesin yollardadır.” Şiir de biraz rüzgâr aklı değil midir? “Deli Kızın Türküsü” de rüzgârakıllı bir şiirdir. Ama “Kör Aynadan İnce Kıza” şiiri, Gülten Akın şiirinin tüm genişliğini, yüksekliğini, derinliğini daha baştan gösterir: “Ben insanı tüm gösteren aynalardanım.” Ayna oldu ve her şeyi gördü, gösterdi. Acıların onurlandırdığı ve ülkesinin ödüllendirdiği bir büyük şair: Dilinde bir pas, içinde bir acı olarak kalan Yozgat’tan, kışta kıyamette çoluk çocuk yaşanan sürgünlere, faşist darbelerin ülkeye yaşattıklarından, oğlunun siyasal nedenlerle mahkûm olup işkence görmesine, mapusane mapusane dolaştırılmasına, ‘şair ana’ ya da ‘şairler annesi’ Gülten Akın’ın da oğlu Murat’ın peşinde mapusaneleri yol etmesine kadar. Açılmış bir defter rüzgâra da açıktır, açık bir deftere benzeyen bavulsa acılardan kapanmaz. Şiiri büyük olanın acısı da büyük olur memleketimizde çoğu kez, bir anlamda ‘acı onur ödülü’dür şiirinin, yaşadıklarının karşılığında eline geçen. İronik mi, değil. İronik, olağan zamanların, düzenli hayatların, yolunda giden şeylerin, işlerin, işleyişlerin olduğu yerlerde vuku bulan bir durumdur. Bizde ironik olan zaten gerçek olandır. Ve bu nedenle de ironi yapmak, hariçten gazel okumak sayılır. Hem de sayılmalıdır. İronik değildir Gülten Akın’ın durumu. Hem ülkesinin, dilinin yaşayan en büyük şairi seçilmesi, hem de en çok acıya çarptırılan şairlerin başında gelmesi. Bunun neresi ironik? İstenirse tam bir şair yaşamı da denilebilir buna. Şair taşta gerek. Çeliğe su verilince sertleşir, şiire su verilince incelir. Akın’ın şiiri de inceldikçe sağlamlaşan bir şiir oldu. Dayanıklı. Sanki kayalara, taşlara oyulmuş bir gülümseme gibi, pasa, toza, zamana aldırmadan, iyiliğini, saflığını, temizliğini gösterdi durdu. Temiz bir şiirdir Gülten Akın şiiri. Katıksız, katışıksız. Dünyayı, hayatı, insan ilişkilerini temize çekmez elbette. ‘İyi kalpli’, ‘kalbi temiz’, doğru/dürüst ve haklı bir şiirdir. Temiz şiir deyişim bundan. Bir de hesabını vermiş, varsa borçlarını ödemiş. Ve bütün büyük şiirler gibi, alacağı olan, alacaklı bir şiir. Onu da bağışlamış. Bağışlamak da temiz şiire dâhil. Ona ne çok şey yakıştırdık. ‘Biricik’ sayılırdı çünkü biraz da. Sennur Sezer’in şiire başlaması daha sonradır. Muazzez Menemencioğlu vardır, Türkan İldeniz Taşra Kızının Deliceleri ile ‘kadınlar vardır’ demiştir ama, sürdürmedikleri için orada da iş Gülten Akın’a kalmıştır. En çok da direnci yakıştırdık ona. Tıpkı onun da Metin Göktepe’nin annesine yakıştırdığı gibi. “Anneler İlahisi” şiiri hem iki anneyi, hem de onlarla direnmeyi buluşturan bir şiirdir. Yüreğin tartıldığı bir zamanda, hesabını yüreğiyle veren bir şiir: “Yüreğin tartıldı orda burda/ bozuk mu düzgün mü tartılarda/ durdun/ söylenmemiş, anlatılmamış, söylenememiş olanı/ anlaşılır kıldı duruşun/ [...]/ öyle bakıyorsun/ içinde dolaştırdıkları o karışık ayna/ senin çıplak gözlerine/ ne kadar ne kadar yabancı.” Neredeyse kendi yaşamını ve şiirini de daha açık ve ‘anlaşılır’ kılar bu dizelerle. Şiir, sınanmış, büyük bir sevgi duyuşunu deyişe çevirir: “Anneler olmasa kim kimi severdi/ saklı tuttun o insanı insana bağlayan güvenci/ yollar boyu, eskitilmiş alanlarda /solgun bir bedeni gezdirmedin Metin’in annesi.” Gülten Akın’ın şiiri de açık, bavulu da. Elbette böyle rüzgârlı bir şiir hiçbir bavula sığmaz. Bavulu hep açık dursun, şiirine hep rüzgâr vursun, onları merhamet, adalet, şefkat, iyilik, temizlik ve direnç olarak savursun. “Umudumuz var ki katlanıyoruz” diyenlerin yoldaşı olsun ki, “Göğü gördüm imkâna tutuldum düşü sevdim” diye durup, “ince şeyleri anlamaya” da vaktimiz olsun! - Haydar Ergülen, Gülten Akın’ın Bavulu (Şairin Bavulu / Portreler) - Görsel: Rewhat Arslan (Gülten Akın)
17 notes · View notes
umaynrsl · 4 years
Text
Güzellik
Tonlarca insan hayatlarındaki heyecansızlıktan yakınıyor. Bugün elimi yıkarken, musluğu kapatırken, elimi kurulayıp, benim olmayan diş fırçalarına bakarken aklıma geldi; bunun sebebi yine kendimiziz. 
Bu yazacağım şey bireyin kendini mutluluğunu kendi geliştirmesi veya mutluluk veya günlük heyecanlar terapisi tarzı bir zırva değil. Sıkılmakta, heyecan bulamamakta çok haklıyız aslında. Çünkü her gün gördüğümüz, ve yalnızca gördüğümüz değil, kullandığımız ve günlük hayatımızda o fonksiyon olmadan pürüsüz bir şekilde ilerleyemeyeceğimiz her şey aynı. Havlu, diş fırçası, televizyon, masa, kalem, otobüs yolculuğu, dikkat yazısı, dur işareti, yaya yolu, pencerem, penceren, hepsi esasında aynı. Aynılıklarını yine “ah hepimiz yıldız tozuyuz”a da bağlamayacağım. Aynılıkları, hepsinin varolma biçimine dayanıyor; insanın beşeri dünyasında beşeri varlıklar olmalarından, kendimiz için ürettiğimiz toplumsal baloncuğun içinde hijyen, ulaşım, iletişim-vari “gereklilik”leri kolaylaştırmalarından kaynaklanıyor. 
Kendimize orman, çöl, vadi, her neyse, üzerinde şehirler kurduk, ve bu şehirlerde alanlar oluşturduk, alanlara kurallar, kurallara yasalar, yasalara bunlara uyacak olanlar yerleştirdik. Bunu ben yapmadım, sen de yapmadın, bir başkan da yapmadı, ama bunu bir toplum olarak zamana yaydık, zamanla kendimizi beşeri seçilime tabii tuttuk. Kendi yarattığımız seçilime uymayan kendi türümüzü cezalandırdık. Sigarasını içerde içeni, başka şehirde yaşamak isteyeni, okumayı öğrenmek istemeyeni, daha çok okumak isteyeni, uzvu eksik olanları, inananı ve inanmayanı, oy vereni veya vermeyeni, sanat yapanı ve yapmayanı dahi, hep beraber, cümlemiz, hepimiz ya parayla, ya baskıyla, ya ezmeyle, ya kınamayla, ya hapisle, ya işkenceyle, ya varsaymamakla, ya da yalanla cezalandırdık.
Cezalandırmaya lanetler ettik, küfrettik, saydık sövdük, fakat buradaki sıkıntı cezalandırma sistemimizde değildi, çünkü zaten uyulmayan bir kurala uyulmasının veya uymayan kişinin toplumdan men edilmesinin sağlanabileceği yöntemler esasında bir elin parmağını geçmez. Dışlarsın, öldürürsün, özgürlüğünü elinden alırsın, acı çektirirsin, kayba uğratırsın. Bunların hepsi icabında birinci yöntemin altında toplanabiliyor aslında. Amaç “bir” olan toplumdan bireyi uzaklaştırmak. Dışlamak da bu aslında. Dışarı atmak. Dış yapmak. Kapıdan atmak. İletişimini kesmek. Ölürse, yaşayanların dünyanın dışındadır (ibret avantajı da var tabii), özgürlüğünü elinden almak ulaşım, iletişim, öğrenim gibi “lüks”leri elinden almakla onu toplumdan farklı bir yere koyarsın; veya hapse atarsın, kısa vadede hızlı çözüm. Acı çektirirsin, acıyla düşünemezi varlığı acı olur, diğerleri acı çekmiyordur, uzaklaşır, acıya acıya belki o da ölür. Belki bedeni değil, ama mutlaka kişiliği. Kayba uğratırsın, parasını alırsın, yemek yiyemez, evini alırsın, sokakta yatar, koruması olmaz, donar, saati çalınır; sevdiklerinden uzaklaştırırsın, onlarla beraber içindeki sevgi de ondan uzaklaşır, zavallı olur, üzgün olur, çarktaki dişli olmaz, toplumdan farklı olur. Dışlanmıştır. 
Ama bu cezalandırma sisteminin suçu değil. Uyulması istenen kural olmasa ceza olmazdı. Kuralları kim koydu? E biz koyduk. Biz, sen ben değil; biz. Toplum. Tek beyin. Hasadı artırma çabası. Bireysel hayatta kalma değil, genç nüfusu artırma çabası. İyi bilgi değil, mühendis, doktor artırma çabası. 
Sıkılıyoruz, heyecansızız, çünkü etkileşimde olduğumuz her şey çabasızca içinde bulunduğumuz kolektivizmin parçası. Sen sen ol diye yoksun, sen biri ol diye varsın. Seni kimse sen olduğun için işe almayacak. Çarktaki fonksiyonun kadar değerin var. Kağıtta yazan kronolojik aktivitelerin kadar değerin var. Gece oturup sigaranı içerken aklına gelen öykü kadar değil, akan su zerresinin sesini anlattığın şiirin kadar değil, çizdiğin resim, veya asansördeyken aklına gelen besten kadar değerin yok. Bunları satacaksan, senin bireyliğin yine sattığının ne kadar sattığıyla ölçülecek. 
Yine sıkılıyoruz, çünkü etrafımızdaki her şeyi biz yaptık. Evini sen yaptın. Yemeğini, suyunu, çöpünü, macununu sen yaptın. Aktivitelerin sıkıcı. Cinsellikten zevk alma sebebin yalnızca hormonların. Kimseyi aslında sevmiyorsun, çünkü yanındaki herkes yine insanlığın ürünü. Belki de bu sebeple ormana gittiğimizde, bir dağa çıktığımızda, uzanıp gündüz göğünde bulutlara, gece ise tek tük yıldızlara bakmak bu denli heyecanlandırıyor bizi. Veya beni. Seni de. Çünkü sonunda, orada senin yapmadığın bir şey var. Asla yapamayacağın, hem fiziksel hem düşünsel sınırlarını zorlamayı bile aşacak, algılayamayacağın “oluş”lar var. Ve bu mükemmel bir şey. En büyük heyecan. Evrendeki en güzel şey, senin türünün elinin değmediği şey. Sen ki, kendi türünü dahi kendinden iğrendirebiliyorsun, o zaman ancak yine sen, güzelliğe değmeyerek ancak onu deneyimleyebilirsin. Hiçbir insan gerçek güzellikte değildir; eşin güzel değil, çocuğun güzel değil, en güzel resimler güzeldir, ama gerçek güzellikten yine varoluşları sebebiyle mahrumlardır. 
Gerçekten güzel olan ne vardır biliyor musun? 
Renkler. Birinin gözündeki rengin güzel olması, o gözün güzel olmasını gerektirmez. Renk vardır, renk güzeldir. Renk ışık titreşimidir, sen onu görmesen de vardır.
Yıldızlar güzeldir. Hep güzel ve hep var olacaklar. Senlik, benlik değiller. 
Dağlar güzel. Dağlara bir şey yapamazsın. Onlar toprak, gezegen, madde, cansız, değişmez. Ona bakmak seni heyecanlandırır, çünkü senin sen olman, onun o olması, ölen insanlar, çıkan savaşlar, kaybedilen paralar, üretilen telefonlar, çalıştırılan çocuk işçiler, hiçbiri onun umrunda değil. Şimdiye kadar yaptığı tek şey var olmak ve sonrasında da onu yapacak.
Hayvanlar güzel. Kediler güzel. Kendileri için varlar. Yedikleri hayatta kalmak için, yürüdükleri bir amaç uğruna, miyavlamaları iletişim, seksleri üreme. Var olmaya çalışıyorlar.
Kuşlar güzel. Evrimsel dizaynları güzel. Hafif olmaları, var olanın arasında uçmaları, çıkardıkları sesler, sesleri insanın bozamayacak olması güzel. 
Yaratmak güzel. İnsan dışında bir şeyi üretmek, muazzam güzel.
15 notes · View notes
Text
Tumblr media
Şiirin saati, şairin ömrü olmaz.
1 note · View note
aliyasinturan · 4 years
Text
Tumblr media
Sana bu şiiri ıhlamur ağacı altında yazıyorum..
Dokunaklı kelamlardan dokuyorum, her  mısrayı..
Malum mevsimlerden sonbahar , dışarda yağmur ..
Üşürsün bilirim , kalbini bu satırlara dokundur ..
Yüreğimdeki korlarla yazıyorum , hissettiğim kışı..
Belki beni yakan seni ısıtır ..
Çetin geçen sonbahardan ,
arda kalan ağacın hikayesi bu..
Beklemekle geçmiş bir ömrün , geleceğe umutla bakmanın adı ıhlamur .
Kök salarken bu şiirin kırık duygularına ,
Umudu göğe yükselen dallarımda hissediyorum..
Zaman sadece saati ilerletiyor .
Defalarca ölmüş bir insanın hikayesi bu.
Günleri sadece Uyumakla geçiyor..
Geçmiyor ellerindeki mürekkep izleri.
Gizleyip hislerimi , buda geçecek inanıyorum..
Ali Yasin Turan
3 notes · View notes
kaanozer · 5 years
Text
İki yazarın ortak dili: Çizim
-
Kısa bir süre önce İstanbul’dayken dostlarıma beni yazar Latife Tekin’le tanıştırmalarını rica ettim. Şehrin kenarındaki gecekondularda yaşanan hayatı anlattığı romanlarından yapılmış bir iki çeviri bölüm okumuştum. Okuduğum o kısa bölümler bile beni yazarın düşgücü ve özgünlüğü açısından son derece etkilemişti. Herhalde o da gecekondularda büyümüştü. Dostlarım yemekli bir toplantı düzenlediler. Latife geldi. Ben Türkçe konuşamadığım için, doğal olarak, çeviri önerilleri geldi. Latife benim yanımda oturuyordu. İçimden bir şey bana, “Boş verin çocuklar, biz aramıza anlaşırız sanıyorum.” dedirtti.
Önce kuşkuyla baktık birbirimize. Başka bir zamanda, başka bir yerde o otuz yaşlarında sürekli hırsızlık suçundan yakalanan genç bir kadın, bense o kadını sorguya çeken yaşlı bir polis memuru olabilirdim. Ama işte bu tek ömrümüzde, ikimiz de birer anlatıcıydık. Birbirinin dilinden tek sözcük anlamayan iki masalcı. Gözlemlerimiz, anlatım özelliklerimiz, Ezopça bir hüznümüz dışında hiçbir şeyimiz yoktu. Kuşku yerini çekingenliğe bıraktı.
Elime bir defter alıp kendi resmimi çizdim. Latife’nin kitabını okuyordum. Sonra kalemi Latife aldı ve kâğıda batmış bir vapur çizdi. İyi resim yapamadığını anlatmak istiyordu. Ben de kâğıdı ters çevirdim; vapur yüzmeye başladı. Latife bir desen daha çizdi. Resimlediği bütün vapurların battığını söylemek istiyordu. Ben denizin dibinde kuşlar olduğunu çizdim. O da gökyüzünde demir bir çapa yaptı. (Masadaki herkes gibi biz de rakı içiyorduk.) Latife, ondan sonra, bana şehrin eteklerine bir gece içinde yapılmış evleri belediyenin buldozerlerinin nasıl yerle bir ettiklerini anlattı. Ben de ona bir karavanda yaşayan yaşlı bir kadından söz ettim. Çizmeyi sürdürdükçe birbirimizi daha çabuk anlama başlamıştık. Sonunda kendi aceleciliğimize yine kendimiz gülmeye başladık. Anlattıklarımız acıklı ya da korkunç bile olsa biz gülüyorduk. Latife eline bir ceviz alıp iki böldü, uzattı –bir beynin iki yarısı demek istiyordu! Derken, biri Bektaşi müziği çalmaya başladı bütün konuklar da dans etmeye.
(…)
John Berger, “Şiirin Saati” Çeviri: Gönül Çapan, Adam Yayınları, 2. Baskı, Ağustos 1998, ss:97,98
4 notes · View notes
kafkasli · 5 years
Text
Tumblr media
“marşı olanın kavgası da olur. marşı olanın saati ve haritası da olur. yani aslında şiirin varsa ‘yer ve tarih’ belirtmesen de olur.”
furkan çalışkan - cins 38.sayı
Gunaydin...
46 notes · View notes
noisescape · 3 years
Text
Jim Jarmusch’un altılı filmografisi,
Sürreal,şiirsel bir anlatıya yolculuk
“doğar bazıları acıya
her sabah ve her gece
doğar bazıları tatlı hazza
doğar bazıları sonsuz geceye” William Blake
Oldukça bilinen bu Blake şiirine The Doors şarkısı End of the Night’da rastlamış olmanız muhtemel.Morrison’un Huxley ve Blake hayranlığı,sürreal distopik kurmacada ortak paydalar ve arttırılabilir diğer bağlantıların varlığını burda bu kadarıyla belirterek,edebiyat ve sanatta etkilerinin oldukça kapsamlı bir konu olduğunu söyleyerek başlayabiliriz.Jim Jarmusch küçük yaşlarından itibaren şair olmak isteyen,Amerikan Literatürü ve Fransız edebiyatı eğitimi alan bir yönetmen ve bir hayli Blake sever bir anlatıcı.Yukarıdaki şiiri 1995 yapımı Dead Man filminde Amerikan yerlisi Nobody’den sık sık dinleriz,yönetmen neden bu şiir sorusuna Blake’in sevdiği bir şair olduğu yanıtını verir.
Öncelikle bu yazı bir film incelemesi değil,yönetmenin 1980’de Permanent Vacation ile başlayan,1984 Stranger than Paradise,1986 Down by Law,1991 Night on Earth ve 1995 Dead Man filmlerini temel alarak 2013 Only Lovers Left Alive’a evrilen filmografisinin kısa bir değerlendirmesi.
Geceyi,müziği ve şiiri seven,karakterleri üzerinden filmini inşa eden(bu hep söylenir hatta buna bir cevabı da mevcut),onları ilk dört filminde öncesiz ve sonrasızlık arasında,şimdinin modern dünyasına uyum sağlayamayan insanı olacak biçimde oluşturan,Dead Man’de seçici algılanabilir sürreal karakterleri Only Lovers Left Alive’da tamamiyle sürreale taşıyan bir yönetmenden bahsediyoruz.
Tumblr media
(Night on Earth film afişi,Polonya)
Permanent Vacation’da dönüşmekte olan bir şehrin terkedilmiş sokaklarında dolaşan,binalarını ziyaret eden Charlie Parker hayranı Allie,insanlarla konuşur,tenha bir sinemaya gider,kitap okuyan kızdan patlamış mısır satın alır(sanki sadece Allie almıştır),akıl hastanesindeki annesini ziyaret eder,evinde sadece yer yatağı,ayna ve plakçalar bulunan kız arkadaşının( hiç konuşmayan) evine gider,müziği açar ve tüm boşluğu içine çekip dans ederek herşeyi birden canlandırır.Bu canlanma Allie ve seyircinin katıldığı bir canlanma olarak o odada kalır,kız arkadaşının yüzünü Allie ve biz görmeyiz ve Allie ceketini omzuna alarak oradan ayrılır.Yıkık binaların arasında bir Vietnam gazisiyle sohbet eder,onu anılarıyla başbaşa bırakarak dolaşmaya devam eder.Heryer terk edilmiş,yaşayanların aklını yitirmiş,müzik dinleyerek,çalarak,kitap okuyarak kendisini zamanın dışına taşıdığı tek tük insanlar arasında farkındalığa Allie sahiptir ve sanki tek yaşayan odur.Eline geçen bir miktar para ile Paris’e gemi bileti alır ve geminin oluşturduğu dalgaları seyrederek New York’u terk eder.Allie sanayileşmenin ölüler şehrini,yeni modern dünyayı terk eder,seyrettiği dalgaları izlerken elde ettiği özgürlüğe seyirci de dahil olur.Allie’nin sevimli,avare,eğlenceli uyumsuzluğu ona özgürlüğünü getirir.
Tumblr media
(Permanent Vacation,popcorn satan kız)
Bu ilk filmiyle karakterleri ile ilgili az çok fikir vermiştir.Onun insanları zamanın dışında veya uyumsuz,bolca boş vakti olan,sürekli yer değiştiren veya yolculukta,yersiz,yurtsuz,bir melankonin öznesi,neşeye sahip,sürpriz tesadüflere rastlayan fakat bunlara pek bir anlam da yüklemeyen,anlık sevinçlere sahip,ideali ve gelecek planı hatta yarınının planı olmayan kişiliklerden oluşuyor.
Doğup büyüdüğü ülke Macaristan’dan New York’a kuzeninin yanına gelen Eva sürekli yanında kasetçalarıyla hep aynı şarkıyı dinler Stranger than Paradise’da.Scream’in Jay Hawkins’den I Put a Spell on You.Willie(John Lurie) bu şarkıyı sevmediğini söylese de üç dört kez dinleriz film boyunca.Eva,Willie’nin tam anlamıyla bomboş hayatına şaşkınlık gösterse de ona aldığı tv pizzası,sigara ile birlikte kart oynayarak memnuniyetini gösterir.Üç günün ardından Eva,teyzesinin yanına Cleveland’a gider.Gidecek olmanın yarattığı umutla Willie’nin boş yaşamının ve kentin çaresizlikler ortamının onu etkilemediğini hissettiğimiz bir neşeye sahiptir.Bu neşenin bir kaç günde etkisinde kalan Willie,Eva’nın eksikliğini hisseder ve arkadaşı Eddie ile Cleveland’a yola çıkarlar.Yıllar önce Amerika’ya yerleşmiş teyzelerinin Cleveland’daki yaşamında Eva’ya verebileceği yol kenarındaki küçük evinden fazlası değildir.Willie ve Eddie’nin ev ziyaretinde tv izleyerek zamanını geçiren,anılarını anlatan,Macar göçmeni yapayalnız yaşlı bir kadının evine konuk oluruz.Eva ise bir burgercide işe girmiş,neredeyse kendisini hiç dahil etmediği bir ilişkiyi öylesine yaşadığı erkek arkadaşıyla günlerini geçirmektedir.Willie ve Eddie’nin sürpriz ziyareti onu çok mutlu eder ve birlikte karlar içindeki Cleveland’da gezerler,donmuş gölü anlamsızca izlerler daha sonra da birlikte Florida’ya gitme kararı alarak yola çıkarlar.Bu yolculuk onlar için bir çıkış gibidir,sahilde tuttukları evde bir süre kalacakları paraları varken Willie bu parayı oyunda kaybeder ve sevinçleri çaresizliğe dönüşür.İnanılmaz bir tesadüfle Eva aldığı bir şapkayı takarak sahilde yürürken şapkalı birine para teslim etmesi gereken biri Eva’yı aradığı kişi sanar ve parayı ona verir.Bir çanta parayla odaya dönen Eva,Willie ve Eddie’ye para bırakarak ilk bulduğu uçakla Avrupa’ya dönme kararı alır.Havaalanına gelen Willie ve Eddie onunla karşılaşamazlar.Willie ve Eddie’nin yolları havaalanında,uçağı kaçıran Eva’nın ise geri döndüğü odada ayrılır.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
(Stranger than Paradise)
İlk filminde Allie’yi Paris’e yalnız gönderen yönetmen Stranger in Paradise’da üç karakterini birbirinden ayırır,Down by Law’da da Zack,Jack ve Roberto ayrılacaktır.O’nun insanları yalnızdır,anıları dünden öteye gitmeyen,adeta kendisine yabancı genç Amerikan insanı,aynı zamanda Amerikan rüyasına ve ezeli iyimserliğine de sahiptir.Mutlu olmanın ve kendini yeniden icat etmenin yolu nedir?Hayatı ama yalnızca hayatı deneyimlemenin yolu nedir?Mutluluk,unutkanlık ve yeni bir zaman algılayışı mıdır?Sorularını akıllara getiren,modern dünyaya ait karakterler ve onların etrafında gelişen olaylar.
Charles Baudelaire,Modern Dünyanın Ressamı adlı denemesinde modern güzellik ile modernlik deneyiminin ikili bir imgesini sunar: ‘Modernlik geçici,ele avuca sığmaz,zorunsuz,bir yarısı ezeli ve değişmez olan sanatın öbür yarısıdır.’ Şimdiyi temsil etmek,geçici olanı,galeyanı,modern deneyimin geçici niteliklerini yakalamaktır.Eserinde bir şiirde modern bir mutluluk arayışına yer verir.Mutluluk (Fransızca bonheur) iki insanın doğru zamanda,doğru yerde buluşmaları ve bir şekilde o anı yakalamaları anlamında bir zamanlama meselesidir,vecit halindeki bir modern şimdidir.Ve yine şiirinde kent kalabalığı bir arka plan değil,sahnededir.Kalabalık karşılaşmanın tekil niteliğini gösterir.Baudelaire modern deneyimin yaratıcı potansiyellerini araştıran,melankolik ve duygusal modern sanatçıydı.Bozulmuşluğun modernistiydi,sanatını modern kent yaşamının çelişkilerinden kurtarma derdine düşmemişti.
Jim Jarmusch’un filmlerinde Baudelaire’nin kent kalabalığının tam aksine kentin terkedilmiş,ıssız bölgelerini veya bomboş,tekinsiz gece saatlerini tercih ettiğini görürüz.O karakterlerinin tesadüfi karşılaşmalarını bu ıssızlıkta tekilleştirir,Onun pırıltılı karşılaşmaları terkedilmiş yerlerde veya boş saatlerde,boş avarelerin karşılaşmaları üzerinedir,evrenini bu bozulmuştuk oluşturur.
Down by Law’da kent yalnızlığından doğadaki tekinsiz yalnızlığa geçişi yine esrarengiz bir şans eseri İtalyan göçmeni Roberto’nun vurdumduymaz neşesiyle hapisaneden kaçışlarıyla izleriz.Ordan kaçmanın ve timsahların olduğu bir bataklıktan geçmenin ihtimali çok düşük iken kolayca mümkün olur.Ve Roberto ormanın ücra bir köşesinde yapayalnız yaşayan İtalyan bir kadınla tanışır ve ona aşık olur,orada onunla kalmaya karar verir.Permanent Vacation’daki sanki yaşamıyormuş gibi yaşayan bir nevi yaşayan ölü hissine Nicoletta’yı görünce kapılırız.Roberto da yola devam etmeyerek,Nicoletta ile kalarak o anda orada ölü haline gelir sanki.Hayat Zack ve Jack için devam etmektedir.Hayat yolculuk ve bir yoldur.
Tumblr media
(Down by Law,Nicoletta’nın yeri)
Night on Earth de yol,filmin tamamının taksilerde geçmesi nedeniyle sahnenin kendisi haline gelir ve zaman hep gecedir.Karakterlerin yalnızlığı gece saati ile belirginleştirilir,dünyanın beş şehrinde aynı gecenin başlangıcından sabahın doğuşuna değin gezeriz.Yönetmen bu filmde kozmolojisini Amerika ve Avrupa insanı üzerine kurar.Film yapımcısı zengin Hollywood’lu bir kadın,tamirci olmak isteyen ve oyunculuk teklifini geri çeviren genç ve güzel bir kadın,Rus asıllı otomobil kullanmayı bilmeyen bir taksi şoförü ve ona yardım eden yerleşik olmayı Helmut’a göre üstünlük olarak gören YoYo,Paris’te görme engelli bir kadın ve zenci taksi şoförü,Roma’da bir rahip ve günahları onunla yolculuk ederken aklına gelen sürücü,Helsinki de çalışma ve sosyal haklara sahip olamayan işçiler ve bebeğini kaybetmiş bir sürücü.Avrupa ve Amerika’da çalışarak,hayatın getirilerini kabul ederek yaşayan,yaşadığı kenti,hayatını ve yerini değiştirmek istemeyen güvenli alanlarına sığınmış insanlar.Corky’nin ayağına gelen fırsatı geri çevirmesi,elindekileri kaybetme korkusuyla hiçbir riski göze alamayan birinin tasviridir.
Permanent Vacation,Stranger than Paradise ve Down by Law’da oluşan ve Dead Man’e doğru iyice belirginleşen ‘yaşayan ölü’ karakterler Night on Earth’de görülmez,onlar çalışan,evlenen,çocuk sahibi olmaya çalışan karakterlerdir.Kentin ve modernliğin ölüleri ile yolda olan aykırıları arasında görmediğimiz o kalabalığın insanlarını gece saatlerinde,yaptıkları kısacık yolculuklarında sürücülerle sohbetlerinde bir anlığına sorguladıkları,sonra da düşünmekten vazgeçtikleri hayatlarının yitikliğinde buluruz.Doğar bazıları acıya her sabah ve her gece.
Permanent Vacation’da deniz ve dalgalar yeni bir hayata başlangıcın umudu iken Stranger than Paradise’da (özellikle Eva’nın sahilde kasetçalarını dinlediği sahnede) sonsuz bir melankolinin nesnesi olur.Down by Law’da Roberto’nun Nicoletta ile kalışı aynı sonsuz melankoliyi yaşatır.Sabitliğin,değişimsizlin,sıradanlığın sonsuzluğunu.Doğar bazıları sonsuz geceye.
Jim Jarmusch anlatımlarının bütünlüğü ile,müzik seçkisiyle,siyah beyazdan renkliye tekrardan siyah beyaza geçişleriyle melankolik,romantik şiirler yazmaktadır.
Bir trendeki başlangıcıyla Westernini izlediğimizi anladığımız yönetmen,Dead Man’de kürekçinin konuşmasıyla ölüler diyarında olduğumuzu anladığımız epik şiirini kusursuzca sunar.Karakterleri kentin ve düzenin bozukluğundan doğan yaşayan ölülerinden,Makina kasabasından anlaşılan sanayi toplumu öncesine,muhasebeci William Blake dışında herkesin son yolculuğunda,arafta veya Styx nehri kıyısında,ölümü enselerinde taşıyan veya ölmüş sürreal karakterlere dönüştüğünü görürüz.William Blake melankolisi,romantizmi ve sürrealizmine yakınlığı Neil Young’ın sonsuzluğu çağrıştıran,tekinsiz,film boyunca tonu değişen ancak hep aynı olan ezgileriyle taçlanır.John Milton’un ‘Kayıp Cennet’inde olduğu gibi arafta dolaşan karakterlere öykünmede yakınlık hissedilir.Dead Man,melankolik,romantik epik şiiridir Jim Jarmusch’un.
Tumblr media
(Dead Man,tren sahnesi,kürekçi)
Beş filminde yersiz,yurtsuz,köksüz karakterlere karşılık kültürünü,coğrafyasını hiç kaybetmemiş Nobody’nin sıcak,samimi yoldaşlığı modern dünyanın insanının durumuna her an dönüp içimizde bir boşluk oluşturmamıza neden olur.Nobody ülkesinden koparılıp İngiliz Edebiyatı eğitimi almasına rağmen coğrafyasına,yurduna dönmüş,kabilesi tarafından boş konuştuğu gerekçesiyle reddedilmiş,doğasından vazgeçmemiş biri.Muhasebeci Blake’i son yolculuğuna kadar yalnız bırakmayışı beş filmdeki tüm yalnızlıkları silip süpüren,yerini huzur ve güvene teslim eden hislerimizin kahramanı Nobody.Doğayı özümseyişi,onunla içiçeliği,boş konuşsa bile aslında çok anlamlar da içeren sözleri,şarkıları,duaları,tütsüleri ile bir meditasyonun içine bizi alışı..Nobody bize ölümün de bir yolculuk olduğunu öğretir.Makina kasabasındaki herkesin kaderi gibi Nobody de ölür,Blake’in son yolculuğuna bunu bilerek devam etmesi bitmeyen sonsuz acıyı duyumsatır.Hayat,ölüme kadar her an acılarla doludur.Ailesini,işini,nişanlısını kaybederek Makina kasabasına gelen Blake’in denize doğru kızılderili kanosu ile yaptığı bu son yolculuk,bir ülkenin,bir kültürün,doğanın üzerine vahşice çöreklenip vahşi düzenini kuran yeni dünya insanının sonudur,modern insanın ve çağının sonudur.
Tumblr media
Buraya kadar adeta birbirini inşa ederek devam eden filmleriyle bizi de bir yolculukta gezdiren yönetmen için Only Lovers Left Alive,zamansızlığı ve karakterlerin yaşayan ölülerden vampirlere evrilişiyle sürrealist anlatımına kavuştuğu bir düzlüktür.Jim Jarmusch modern,bağımsız sinemanın oluşmasında öne çıkan bir yönetmendir,alışılagelmiş kavrayışların dışında kavrayışlar sunmuştur.Egemenliğini ilan eden insanın yarattığı modern dünyayı sonlandırmış,savaşların,açlığın ve göçebe yaşamın insanının anlık mutluluğunu,bu bozukluğun içinde avare,başıboş,kaygısız,eğlenceli karakterleriyle espirili,şiirsel bir dille anlatmıştır.Karakterlerin vampire dönüştüğü bu filminde insan varlığını vampir fikriyle tartışmaya açar.Gün ışığında dolaşmayan,güneş ışığında zarar gören,insan kanıyla beslenen,insan varlığına alternatif vampirler.Dead Man’de ilk kez kullanmaya başladığı metafor kullanımı bu filmde de devam eder.Müzik,edebiyat tarihi ile beslenen film entellektüel ve bohem vampirlerin otantik,insanlardan uzak yaşamını fantastik biçimde ele alır.Vampirlerin yüzyıllar süren yaşamları,üzerinde yaşadıkları yeryüzünü ve kaynaklarını sürekli tüketen insanın tüm çağlarına şahittir.Yaşayan ölü (zombi) olan insanı eleştiren Adam ve Eve de hayatta kalmanın tüketme ile mümkün olduğunu ironik biçimde anlar.Ölümlü yada ölümsüz her canlı hayatta kalmak için tüketmek zorundadır.Adam ile Eve’in ölümsüz hayatının sonsuzluğu aşklarının varlığı ile anlamlıdır.Sonsuzluğun acı ironisi burada da hissedilir.21. Yüzyıl insanı,Adam ve Eve’in yaşam kaynağı olan sanata ve edebiyata değer vermez,onlar soylu yalnızlıklarında birlikte acı çeken yüzyılın bohem elitleridir.Dünyayı istila eden zombiler dışında kalmış bir avuç elit vampir.Başka bir düşünceyle Adam ile Eve’i sonu gelmiş modern insan çağına gelen ilk Adem ve Havva olarak düşünebiliriz.Dünyasının sonunu getiren insanın hatalarına,yok edici hızına ve vahşiliğine tanık Adem ve Havva ile başka bir çağın başlangıcına geçiş yaparız.Eva’nın terk ettiği,muhasebeci Blake’in her şeyini kaybettiği Cleveland kesişmesine benzer bir ortaklık,oyuncu seçimi veya mekan benzeşmesi yoktur.Adam hikayeyle uyumlu distopik havasıyla Detroit’de yaşar,Eve de onun yanına gelir.
Modern insan kusurludur,düzeni bozuk,çarpık ve adaletsizdir.Uyumsuzluğu ile,müzik,edebiyat ve sanat deneyimleriyle zamanını genişletebilir ve yaşamını anlamlandırabilir.’Yolda olmak’ mottosudur.
“Hiçbir şey orijinal değildir.Hayal gücünüzü gazlayan,sizi ilhamla titreştiren her şeyden çalın.Sadece ruhlarınıza seslenen şeyleri malzeme alın” Jim Jarmusch.
başak,
haziran ortası,2021 İstanbul
kaynaklar: Charles Bauderlaire,Modern Hayatın Ressamı,1859
Zeliha Dişçi,İnsan ve Vampir:Sadece aşıklar hayatta kalır filminde Varlığın Spinozacı temsili,DergiPak
1 note · View note