Tumgik
radyo007 · 4 years
Text
Yapılmayanlar Unutturuyor... - Matt Cardle / Uninvited
youtube
Unutuyorum. Yaşadığım her anı, geride kalan her dakikayı unutuyorum. Zaman anlamsızlaşıyor. Kayboluyorum. Yaşadığım, nefes aldığım, yemek yediğim doğru.  Ama tüm bunları şimdi neden yapıyorum? Nede olsa unutuyorum. Ben yaşadıkça, nefes aldıkça, yemek yedikçe geride kalan her an; anlam veremediğim o koca boşluk, giderek büyüyor, büyüyor ve büyüyor. Çünkü ben unutuyorum.
Hatırlamak neydi, nasıl bir duyguydu onu dahi unuttum ben. Yaşadığım her gün birbirinin aynı ve ben yalnızca gerekli olanları yerine getiriyorum şimdi. Her gün, geride bıraktığım her gün yapabildiğim tek şey sadece kendimi tatmin etmek ve mutlu olduğumu, güvende olduğumu kendime fısıldamak. Acaba zamanı sığdıramadığım tek bir günüm olsa yine de unutur muyum? Yorulsam. Unutur muyum? Kızıp öfkelendiğim, bakıp gördüğüm, tanıyıp konuştuğum, kırılıp küstüğüm, kabullenip sevdiğim tek bir günüm olsa unutur muyum yine?
‘’Daha Fazlası’’, yok benim hayatımda. Mutluluğu, sevgiyi, neşeyi hatırlamak için kıyıda köşede kalmış ufak kırıntılar dahi tek bir şey bile değilken. Belki yalnızca tek bir şey hatırlasam, daha fazlası da olabilecek… Rüzgar, şimdi yüzüme vuruyor. Ama sıcak değil. Soğuk. Gelip gittiği yönü bilmiyorum ama yine de yanımdan süzülüp geçiyor, hissedebiliyorum. Bedenime çarpıyor. Yüzüme. Acıyor. Ama çok değil, az. İçime çekiyorum. Genizim yanıyor. Şakaklarım, şakaklarım genişliyor. Nabzımı duyuyorum. Yaşıyorum… Bunu, bu şekilde hatırlasam yaşamayı unutur muyum? Sevmeyi unutur muyum? Anlamayı, görmeyi, bilmeyi, özgürlüğü… Unutur muyum? Eğer unutmazsam hatırlar mıyım daha fazla yaşamayı? Daha fazla sevmeyi, daha fazla anlamayı, daha fazla görmeyi, daha fazla bilmeyi, daha fazla özgürlüğü hatırlar mıyım?
Herhangi bir şey yapıp geride bırakmadığım, her bir gün unutuyorum ben. Geçmişime ekleyecek tek bir şey dahi kalmadığında unutuyorum. Yapılmayan, yapılmayacak her şey unutturuyor. Tekrar tekrar yapılan, kopyalama olan her şey de öyle.
Yazan: Türker ÖZDİL
0 notes
radyo007 · 5 years
Text
‘’Devam Eden Hayat, RİTİM’dir’’ - Loituma / Levan Polkka
youtube
1998 - Loituma / Levan Polkka
Yaşam, her ne kadar doğum ve ölüm ile sınırlandırılmış olsa da; bu yalnızca bizim tanıklık ettiğimiz hayatın ta kendisidir. Başka bir şey değil. Bizim hayatımızın ötesinde de bir yaşamın olduğunu asla es geçemeyiz. Bizden öncesini veya sonrasını dahi bir kenara bıraktığımızda; şimdi, şuan, herhangi bir yerde pek çok hayat ilerlemeye, akmaya devam ediyor. Tüm bunlar olurken biz yalnızca doğum ile ölüm arasında ölçüp, biçtiğimiz, şekillendirdiğimiz yaşamların içerisinde sıkışıp kalıyoruz. Başımız yerde ve yalnızca kendimize odaklanmış şekilde.. Belki de sıkışıp kalmak istediğimizden, öyle zannediyoruz.
Devam etmek gerek. Durmadan. Ama biz dinlenmek, ara vermek, soluklanmak, sıkışıp kalmak istiyoruz. Peki ama bizden başka bunu kim istiyor? Zaman, enerji, arzular, düşünceler; hepsi ama hepsi durmaksızın büyüyor. Bir öncekinin yerine yenisi geliyor ve o gelen, eskisinden daha da iyi bir hal alıyor. Tek bir seferlikte olsa var olmakla, herhangi bireyi yapmış olmakla yetinmiyor. Sürekli, aynı verimlilikle üremeye, üretmeye devam ediyor. İşte bunun adı RİTİM.
Yetinilecek hiç bir şey yoktur ki; hayat var olduğu sürece çoğalmaya ve üretmeye devam eder. Akışı (Ritmi) değişse de hiç bir zaman yok olmaz. Bir, iki, üç, dört.. Bak, hala daha devam ediyor.
İnsan nedendir ki kendindeki ufka bakma güdüsünü yitirsin. Uzaklara, daha öteye bakmayı, daha geniş bakmayı unutsun? Neden ayaklarının dibine bakmakla yetinir hale gelsin? Öyle zannediyorum ki ritme olan inancını yitirdiğinden.
İnancını yitirme. İnançta bir ritimdir çünkü. Öngörüdür inanç ve ona sahip olmak için başını kaldırıp ufka bakman gerekir. Bakıp görmen gerekir. Görüp devam etmen, devam edip yenilenmen, yenilendikçe öğrenmen gerekir. Öğrendikçe daha çok öğrenmen, daha çok öğrendikçe öğretmen gerekir.
Ritim, hayattır ve hayat hep devam edecek.
Yazan: Türker ÖZDİL
0 notes
radyo007 · 5 years
Text
‘’İçindekilerle Barışık Ol!’’ - Bill Withers - Ain't No Sunshine
youtube
Ufak otlar büyümeye yüz tutmuş, Hızla o şehirden uzaklaşan arabamın camından onları izlemeye dalmışım. Kimi yerde yaslanmış ve oldukları yerden tekrar doğrulmaya çalışıyorlar. Fütursuzca dik durma çabası. Biz insanlardan bir hayli farklı...
Kimi zaman gitmek en kolayı. Yorulmuşsundur, bıkmışsındır, kızmışsındır ve dahası... Umursamak istemezsin. Belki de artık önemini yitirmiştir. Geride bırakıp gitmek istersin. Her şeyi ile son bulacağını sanıp uzaklaşmak, terk etmek istersin. 
Gidersin. Uzaklara. Hatta en uzağa. Ama bilemezsin ki bir mazi, bir anı ile o da taşınmıştır seninle birlikte. Yol boyu aklında, kalbindedir. Gözlerini yumarsın, hafiften bir müziğe eşlik edersin, yerinden kalkıp bir kaç adım atarsın ama olmaz. Gözlerinin önünde, şarkı sözlerinde, adım attığın yerde aniden belirir. Başını kaldırıp ardına baktığında yüzlerce, binlerce kilometre uzağındadır. Ancak şimdi, şu an burdadır. Nasıl olur? Oluyor işte..
Yapmayı istediğimiz yahut tercih ettiğimiz şeyler yalnızca bizim eylemlerimizden ibaret değildir. İçinde barındırdıklarımızı hep unuturuz. Çokçası kendimizi, kendimizden ibaret sanıp öyle davranırız. Kararlar alır, arzu eder, tercihte bulunuruz. Ama asla kendi içimizdekilerle barışık bir şekilde değil. Ve tüm bu eylem bütünlüğümüzü onlarla birlikte gerçekleştirmeyiz. 
Bir yol hikayesinde her zaman bir başka şeyden söz edersin. Bir ölçüde de kendinden. Ama olabileceğin en kısasından. Benim yol hikayem ise biraz farklı. Yola çıkan, giden, terk eden ben olmasam da uzaklara doğru yol alan o kişinin içinde yaptığım bir yolculuk bu. Eee tabiki onun bile bundan haberi yokken.
Yaşananlar, tanık olunanlar başlı başına öylesine basit ve kolay şeyler olmayabilir. Ama bazen de kolaydır işte. Nerden bakarsan bak uzakları yakın, yakınları da uzak yapmak gibi bir şey. Yalnızca kendi içinde barındırdıklarınla uzlaştığın ve bütünleştiğin sürece kolaydır.
Zor olduğu için gidersin. Ama kolay yolu var. Gel barışalım. Yollar da bizim, mazi de. Bizim olmayan hiç bir şey yok ki. Gel barışalım. Nasıl olsa giden de biziz kalan da.
0 notes
radyo007 · 7 years
Text
“Lekesiz Zihnin Sonsuz Güneş Işığı” Jon Brion - Eternal Sunshine of the Spotless Mind
youtube
19 Mart 2004 - Jon Brion / Eternal Sunshine of the Spotless Mind
Şimdilerde 20′li yaşların sonuna yaklaşıyorum. Ama aklımın bir köşesinde hep çocukluk anılarım var. Her geçen gün daha fazlası ekleniyor. Çünkü zaman ilerliyor ve biz büyüyoruz. Elbette geçmiş zamanın içerisinde hep bir çocuğuz biz. Asla duraksamayan bu zamanın içerisinde, öylesine saf bir çocuğuz. Olduğunu bildiğin, emin olduğun şeyden daha aptalsındır geride kalan zamanda. Ama yalnızca 1 saniye. 1 saniyeliğine uzaklaşmışsındır o saflıktan, çocukluktan. O çocukluk, o saflık hiç de o kadar uzakta değil.
Çoğumuz uzuuun yıllar önceki çocukluğuna, gençliğine geri dönmek ister. Belki bir geri sarma yada silbaştan yapma oyunu bu. Öyle sanırsam sadece hislerden oluşan küçük bir oyun, küçük bir kaçamak. Belki de bir ihtiyaç. Yorgun bedenlerin, ruhların emeksiz ve zahmetsiz bir dinlenti için uzaklaşma, arınma metodu. Küçük bir mola. Yalnızca tek bir doğrusu, tek bir yanıtı olmasa gerek.
Tumblr media
Peki ya neden bu kadar uzaktakileri anıları yad etme ihtiyacı duyuyoruz. Kendi saflığımıza daha rahat ulaşabilmek için mi? Kim bilebilir ki? Küçük zaman dilimlerinden biriktirilen tecrübelerin yetersizliğinden mi? Bilmek gerçekten zor.
İster bir oyun olsun isterse de bir mola. İsterse saflığa ulaşabilmenin kolay bir yolu olsun isterse de biriktirdiklerinin azlığından bir çokluk yaratma metodu. Arkada bırakmak değildir asla bunun tam adı. Şimdinin içerisinde yaşanan öğrenme ve pekiştirme modeli olsa gerek. 
Öğrenmekten, pekiştirmekten bizi uzaklaştıran bazı şeyler olduğuna inanıyorum. Saflığın, yalınlığın bozulması. Bu nedenle çoğunlukla aradığımız şey de o oluyor. Kaçışlar, molalar, tatiller ismini koyduğumuz daha pek çok şey, tüm bunlarda yapmaya gayret ettimiz şey saflığa, yalınlığa erişmek oluyor. Tüm bu anlarda hep bir güneş, bir ışık, bir doğa arayışı içindeyiz.
Tumblr media
Güneş hep orada bir yerlerde sevgili dostlar. Gözlerin gördüğü şey karanlık bir gece olsada, tenin hissettiği şey bir soğukluk olsada, burnun kokladığı şey yağan çiğ ile ıslanan toprağın kokusu olsada, kulakların duyduğu şey ay ışığında beliren bir baykuşun sesi olsada, dilin tadına vardığı şey bir akşam yemeği olsada; güneş farklı coğrafyalarda farklı insanlara saflığı sunuyor. Sonsuz bir ışık ve sonsuz bir güneş orada. Güneş sana saflığı verir, saflık ise sana mutluluğu yani sonsuzluğu. “Lekesiz Zihnin Sonsuz Güneş Işığı”
Yazan: Türker ÖZDİL
Tumblr media
2 notes · View notes
radyo007 · 7 years
Text
“Gerçekleri Görebilmek Üzerine:” Haluk Levent - Kral Çıplak
youtube
2001 - Haluk Levent / Kral Çıplak
Gerçekler tek bir yönde ve herkes tarafından görülebilseydi, herkes aynı yöne bakardı. Farklı yollardan gitseler de bütün insanlık aynı yerde buluşurdu ve kimse birbirleri ile çatışmazdı. O zaman ne ezici rekabetin çarklarında sıkışır ne de bugün bizleri her gün tekrar tekrar üzen şiddetle, gafletle ve “komediler” ile karşılaşırdık. Gerçekten de öyledir, herkes gerçekleri aynı şekilde görmüyor, kendi gerçeğine göre görüyor.
Benim için gerçek; elde edilmiş bir saygınlık ise her şeyi öyle göreceğim. Ya da benim için tek gerçeklik maddesel ihtiyaçların tatmini ise bütün her şey bu gerçeğin etrafında dönecektir.
Tumblr media
O halde kaç tane gerçek vardır? İnsanlar kadar mı? Hayır. Ben size derim ki “Tek bir gerçek vardır ve bütün her şey eninde sonunda onda birleşir” Bu bahsettiğim çok önemli konuyu birçok kişi önemsemese de herkesin kalbinin derinliklerinde anladığını düşünmekteyim. Ne kadar da çok yanılsamalar, bizleri birçok gerçeğin var olduğu konusunda ikna etseler de; bütün yollar “bir” tek gerçeğe çıkar. Hatta bilim, sanat ve tüm inançlar tek bir gerçekte buluşurlar..
Eski bir Tibet metni olan Sessizliğin Sesi’nde geçen şu cümleler aklıma kazınmıştır: “Zihin gerçeğin büyük katledicisidir”. Elbette bahsettiği bu zihin, Tibetliler’in hep üzerinde çalıştıkları eğitilmemiş bir zihindir. Bu zihin iyi yönetilmediğinde çatlak bir ayna gibi imgeleri yanlış göstererek gerçekleri çarpıtır. Bu, hepimizin düştüğü ya da düşebileceği durumlara neden olur. Mesela sevdiğimiz kişinin kusurlarını görmemek gibi. Her zaman başkasının gözümüze kaçan saman çöpünü görüp, kendi gözlerimizin önünde bulunan tomruğu göremememiz gibi..
Tumblr media
Çok eski bir masal bize gerçeklerin ancak beklentilerinden ve korkularından arınmış bir akıl tarafından net görünebileceğini bilgece anlatır. Hikâyeyi hepimiz biliriz. Çok eski zamanlarda iki kurnaz tüccar krala ancak akıllıların görebileceği sözde güzel elbiseler satar. En sonunda kral ancak “akıllı” kişilerin görebildiği bu kıyafetlerle halkının karşısına çıkar. Ama hiç kimse korkularından ve beklentilerinden kurtulup kralın çıplak olduğunu söyleyemez. Ta ki saf bir bakışa sahip bir çocuk gerçekliği tüm çıplaklığı ile görüp ifade edene kadar...
Haluk Levent’in “Kral Çıplak!” şarkısı da yalın ve çok derinliği olan bu hikâyeyi gözlerimizin önüne serer. Gerçekten gerçekleri görebiliyor muyuz? Yoksa zamana, kişilere ve durumlara göre değişen kendi gerçeklerimizi mi görebiliyoruz? Sorun bu kadar açık ve yalındır.
Tekrar gerçekler ile yüz yüze gelebilmek için bu eski masalı hatırlamakta fayda vardır ve Helena Petrovna Blavatsky isimli eski bir filozofun eski bir metaforunda dediği gibi, “Hakikatten üstün hiçbir şey yoktur.”
Gerçekten gerçeği görebilmeye…
Tumblr media
Yazan: Nazım Özdemir
Yeni Yüksektepe Yayınları,
Feniks e-dergi Editörü
0 notes
radyo007 · 7 years
Text
“Hayatın Bir Sorgusu Bu: Hakikat” Beyoncé - Halo
youtube
20 Ocak 2009 - Beyoncé / Halo
Hafiften sararmış yapraklardan burnuma doğru tüten eski kağıt kokusu. Ahşap kokusundan ayırt etmek güç. Ama kolay. Bakarsın yada hissedersin. Etrafında binlerce kitap. Kimi yıllar yıllar önce cesurluğu ile nam salmış birini anlatır satırlarında, kimisi korkularından ötürü sadece kendine değil tüm var olanlara büyük acılar çektirmiş birini, kimisi ise savaşları anlatmış, bazıları aşkı, bazıları da yoksulluğu anlatmış, pek çoğu ise zenginliği. Hatta ve hatta hayatı anlatanlar da varmış. Hepsinde mürekkep kağıdı süslemiş, değerli kılmış. Mürekkep, sadece kendinde olanı sunmuş kağıda. Katıksız, sade ve yalın. O satırlarda yazanların bile değiştiremeyeceği tek yalın şeyi. Hani hal budur ya mürekkep kağıda akmış, şekil kazanmış, kağıt değerlenmiş, yıllar birbirini kovalayıp buram buram kokulara dönüşüp burnumun ucuna dayanmış. İnsan bir garip oluyor, baştan çıkıyor. Ama yeter mi? Yetmez. Olurda bir gün bu güzel kokunun zevkini çıkartırken sakın ola kendinde saklı kalma. Dedim ya yetmez. Yeter mi hiç? Eğer olurda içeri bir de sen girersen bu ademoğlu şimdi ne yapsın?
Tumblr media
Bir rüya sanırsın; ağırdan ağırdan içeri süzülen bir melek yaklaşır ve konuşur. Rüya renklenir, anlam kazanır. Her bir harf, her bir kelime kazınır zihnine. Hatta her bir göz kırpması, her bir tebessüm. Rüya değildir bu bilirsin. Rüyada koku alamazsın, orada iki kere aşık olamazsın. Sararmış eski kağıt yapraklarından yayılan kokuyu alıp ona aşık olduktan sonra içeri süzülen bu peri kızına aşık olmak da neymiş? Bak sen şu işe. Rüya değil bu gerçek. Hakikat. Hayatın bir sorgusu beni hakikate götürecek şimdi. Bir insan başka ne isteyebilir ki? Bende hakikate kavuşmak istiyorum.
Farklı oldu yine. Hep öyle de olmuştur zaten. Hiç bir zaman kolay olmadı. Öyle sanıyorum ki olmayacak da. Herkes gibi bende pek çok defa, pek çok şey istedim. Pek azını elde edebildim. Onları elde etmek için hep herkesinkinden daha farklı yöntemlerim oldu. Çünkü sahip olduklarım onlarınkinden çok daha farklıydı. Ben sevdim farklı olmayı; her ne kadar az ile yetinsem de sevdim. Ben şimdi yine seviyorum; bu sefer seni seviyorum ve bu sefer her zamankinden farklı olup seni kazanabilmeyi umuyorum.
Tumblr media
Hayatımın pek çok yılı yeşil ve onun tonlarına aşina olmakla geçti. Ama ben yine benzer bir manzaraya bakıp dalmak istiyorum. Bu sefer farklı olsun istiyorum. İçinde sen ol ve o yemyeşil ağaçlar ve çimenler göz kırpsın sana. Hem sana hem bana göz kırpsınlar. Sadece bize şimdi, şurada. Bir çiçek şahit olsun bize; sulanıp serpildiği her gün. Bir kuş olsa yanı başımızda, mevsimlerden sonbahar olunca imrenip bize göç etmese bu diyardan. Herkes toplanıp yanı başımıza izlese bizi. Ama en çok seni seyretsinler. Seni seyredip bizi sevseler. Adeta bir mürekkep ve onun kağıdı gibi. Mürekkebi okuyabilmek için kağıda bakarlar. Beni tanımak isteyende sana baksın.
Tumblr media
Ben çok şey yaptım, yapmak istediklerimden arta kalanlardan. Sen onlardan vazgeçtin kah isteyerek kah istemeyerek. Ama biliyorsun ben sana hep geldim. Kapıda beni karşılamayacağını bilerek. Sen söylememe, haykırmama izin vermedin kah bilerek kah bilmeyerek. Ama sen hep bil. Her daim bil istiyorum seni sevdiğimi. Hatta çok fazla sevdiğimi. Herkesten daha farklı ve daha fazla sevdiğimi bil. Bil istiyorum, belki de bilip kaçtığın sevgiyi. Birde gerçekten bildiğini bilmek istiyorum bana gelip de hakikati sunman için.
...
Yazan: Türker ÖZDİL
1 note · View note
radyo007 · 7 years
Text
“Cesur Bir Kâşifin Varlığı” Damien Rice - It Takes a Lot To Know a Man
youtube
31 Ekim 2014 - Damien Rice / It Takes a Lot To Know a Man
Az gittim uz gittim, dere tepe düz gittim. Değişik coğrafyalar, kültürler gördüm. Her birinde farklı bir melodi, farklı bir bakış keşfettim. Acılar da mutluluklar da apayrı gözlemleniyordu tüm oralarda. Hikâyeler de farklıydı, sözcükler de. Giyimler farklıydı tabular, yaşayışlar, ölümler de. Her biri benim sahip olduklarımdan farklı belki de ayrıcalıklıydı. Çünkü daha öncesine kadar deneyimlenmemiş, tadılmamış, keşfedilememişti. Yani varlığın, var olmanın tam olarak kendisi ile karşı karşıyaydım.
Yokluğun anlamsızlığı işte tam da o zaman kazındı zihnime. Yokluk, yoksunluk neydi ki tam olarak? Bizim öğrendiğimiz gerçekten de yokluk muydu? Yokluk denen şeyi nasıl bilebilirdik ki? Birebir doğrudan kendimiz ve etrafımızdaki diğer her şey zaten bir varlık ürünüydü. Var olabilen her şey, her daim bizim etrafımızda dönüp dururken; yoksunluklara sitem etmenin anlamı neydi. Şikâyetin kendisi, yoksunluğun bahanesi ise; etraftaki diğer o tüm şeyler ne ola ki? Öyle sanıyorum ki tüm o şeyler birer varlık ve birer çözüm.
Tumblr media
Var olanlar sadece hissettiklerimizle sınırlı değil. Var olanlar oralarda bir yerlerde keşfedilmeyi bekliyor. Zaman, bilgi, zekâ ve algı, varlığın şekil almışlığını keşfedebilmemiz için bedenlerimizden ve ruhlarımızdan yardım beliyor. Onlar orada keşfedilmeyi beklerken bizim onlara inanmamız gerekir. Onlara inanıp, arayışa çıkabilmemiz için... Arayışlar bir süreç gerektirir. Bu yüzdendir ki  cesaret “olmazsa olmaz”ımızdır. Her zaman iyi, iyilik olmayacak. Belki kötü iyiden daha fazla olacak. Zaten bu yüzdendir arayışımız, bu yüzdendir keşfimiz. Spontane, sabit güdümler, iyiler, iyilikler olsa her daim, bir arayışa ne hacet? Ya da bir diğeri... Her daim bir kötü, bir kötülük hüküm sürse; iyilik arayışımız neden anlam kazansın? Cesaret edip en çok emin olduklarımızın dahi üzerine yürüyerek, bir kâşif rolüne bürünmeliyiz. Cesur bir kâşif, varlığın peşi sıra sürüp giden yolculuğunda; yokluk ve yoksunlukla avunanlara oranla öze, varlığın nedenine daha çabuk, daha kolay ulaşacaktır.
Tumblr media
Yazan: @Turkerozdil
2 notes · View notes
radyo007 · 7 years
Text
“Her Daim Bir Yol Hikayesi Vardır” Can Gox - Wrong Side Of The Road
youtube
Nisan 2011 - Can Gox / Wrong Side Of The Road
Bir rüya ortasında sıçrayıvermişim oturduğum yerde. Kısa ama derinden bir uyku. Bir an kesilip, yarıda da kalsa o eski uzun uzadıya uykularımdan çok daha rahatlatıcı. Ufka dalıp derin düşünceler beslediğin anda seyiren gözlerini açık, başını dik tutmak için verdiğin savaş sonrasında; ufak bir mola bu. Sonra bakmışsın kaldığın yerden devam etmişsin. Yollar uzadıkça uzamış, şehirler değişmiş, yan koltuktakiler değişmiş. Ama sen hala aynı camdan aynı ufka bakıp başlangıcını dahi hatırlayamadığın onca düşünceler içinde yoğrulmuşsun. Adeta pişmek için kor parçası bekleyen bir ekmek hamuru gibi…
Ekmeğin doyurucu olması için pişmesi gerekir. Pişmek için de bir aleve. Alev için bir parça oduna. Odun için ise sabır. Sabır için de çaba. Çaba için özveri. Özveri için inanç gerekir; hem de her türlüsünden. Bir insanın inançtan yoksun olması çok güç. Varlığının yegane sebeplerinden sadece bir tanesi o. Adım atışımız, nefes alışımız, aile kurmamız ve tabi ki hayatta kalmamız; her daim bir inanç ürünüyle meydana gelen eylemlerimizdir.
Tumblr media
Her yol hikayesinde bir inanmışlık vardır. Herbirimizin farklı nedenlerle, farklı ihtiyaçlarla inandığımız pek çok şey. Ama ortak olan yoldur. Başı ve sonu olan. Bazen belli bazen de belirsiz olan cinsten. Nedense bizim topraklarımızda çokçası belirsizdir. Belki de romantik bir şekilde sadece o camdan ufka doğru bakıp düşüncelere dalmayı tercih ettiğimiz için. Ara durakları es geçip ilk durakta binip, son durakta inmeyi daha kolay sandığımız için. Zaman zaman da sadece el sallayıp, su dökmeyi yeğleyebilmek için.
Yalnızca inananlar yola çıkmaz ki. İnanabilmek için yola çıkanlar da vardır. Yol sadece amaçtır. Önemli olan ulaşmak yahut ulaştırabilmek olmalı. Yahut o cam kenarında güzel manzaradan zevk alabilmek. Belki birde koridor kenarında oturup diğerlerini tanıyabilmeyi ekleyebiliriz listeye. O tanışıklıklardan hikayeler biriktirmek, pek çok hikaye. Kah mutlu kah hüzünlü.
Yol biriktirmektir. Biriktirip paylaşmaktır daha kolay ilerleyebilmek için. Paylaşıp ilerlerken güzergahın merkezinde kalmaktır.
Tumblr media
Yol uzundur. Yol kısadır. Ama yol asla ıssız değildir. Yola çıkıp asla yalnız kalamazsın. Yola çıktığında ileri adım atarsın. Ne olursa olsun ileri. Yüzün hep ileri dönüktür. İster bir gidiş olsun bu isterse de bir dönüş. Gözlerin ve bedenin her daim ufka, ileri dönüktür. Hep birlikte her daim ileri; yol bunu sunacak sana.
Tumblr media
Yazan:  @Turkerozdil
1 note · View note
radyo007 · 7 years
Text
“Deli Deli Dans Et Sokaklarda” Michael Jackson - Billie Jean
youtube
3 Ocak 1983 - Michael Jackson / Billie Jean
Deli deli dans et sokaklarda, saf saf bak sıkıntılara, seni senden çalmaya çalışanlara inat gülümse hayata... Çünkü yaşadığın sahnelerin bir daha tekrarı olmayacak... Ne kadar bilirsek bilelim bunu, hepimiz ilizyona kanıyoruz bazen... Sahnelerin kaybolacağını bildiğimiz halde, olmayan gölgelere ateş ediyoruz. Rüzgarla sivrisineğin hikayesinde olduğu gibi, nasıl sivrisinek rüzgara “esme bana doğru rahatsız oluyorum” demesine rağmen rüzgar esmeye devam ediyorsa, o demek oluyor ki herkes bizim isteklerimize rağmen bir şekilde kendi görevini yapıyor olacak. Kötü kötülüğünü oynayacak, yalancı yine kandıracak, kurnaz kurnazlığına devam edecek ve bunlara rağmen sen hala iyi kalabiliyorsan senin ismin de iyilerden olacak. Sen hangi dansı seçiyorsun asıl ona bak. 
Tumblr media
Zordur hakkıyla yol almak, bilgi, hayal ve rüya hırsızlığının sularına girmeden hayallerinle birlikte yol alabilmek... Bil ki bir hırsız her zaman senden daha hızlı koşar. Çünkü sen hayallerinle birlikte sahip olduğun azimle yavaş yavaş yol alırken, o yolunu görür ve senden önce gerçekleştirmek için hızlıca çalar... Niyet akıbeti getirir her zaman. Başkasının hayallerini çalanlar bir süreliğine parlar. Evrensel yasalarda bilmedikleri bir şey vardır ki; evren kendi dansı yerine başkasının figürleriyle dans edenleri bir süreliğine parlatır ve sonra onu sistem dışı bırakır. Sistem dışında bıraktığı zamanda onu kendine sorgulatır, gün gelir kendimizden kaçamadığımız zaman olur. Evren o vakit sorgulamamızı, anlamamızı ister. Kimseye torpil geçmez yaşam, herkesin bilgeleşmesini ister. Buraya geliş amacımız zaten öğrenmek. Ham kalmaktansa, pişmek daha kolay aslında. Bir kere pişsen, bir daha pişsen de yanmazsın. Küllerinden doğmak, tam da budur işte. Yaşamın en üst renginde,  kendi figürlerinle dans edebilmek. Kendi içselliğine güvenerek korkusuzluğu ve özgürlüğü deneyimlemek. Özgüven de budur; yaşamımda ne olursa olsun bir çıkış yolu bulunur, altından kalkarım diyenler daha geniş sulara demir atar. Dansları daha belirgin, figürleri daha anlamlı ve daha coşkuyla renk salar...
Tumblr media
Yazan: @gizemserrasozen
0 notes
radyo007 · 7 years
Text
“Hayatta Kal, Bizimle Kal” Saint Etiennel - Only Love Can Break Your Heart
youtube
Mayıs 1990 - Saint Etiennel / Only Love Can Break Your Heart
Havasını kokladığımız, nimetlerinden ihtiyaçlarımızı giderdiğimiz, üzerine basıp yaşadığımız mavi bir gezegen... Dünya milyarlarca yıldır evrimini devam ettiriyor. Ve tabi ki bizler... Bizler milyonlarca yıldır bu “Mavi Gezegen”de hayatta kalma mücadelesi veriyoruz. Belki de insanoğlunun en temel içgüdüsü bu. Bu içgüdüyü nesillerce o kadar derinleştirmişiz ki; bir mit haline dönüşmüş. Varlığın, açıklaması dahi; zaman zaman bundan ibaret hale gelmiş. İçgüdü ile başlayıp bir mit’e dönüşen bu döngüde hayat mücadelesi, insanlara çok büyük ızdıraplar yaşatmış. Gerek bireysel gerekse toplumsal yıkımlara yol açan pek çok eylem de; hayatta kalabilme gereksinimi yahut buna bağlı endişelerin kaynaklığında meydana gelmiştir.
Hayatta kalma mücadelesini ve sebep olduğu yıkımları, insanoğlunun geçirdiği evrim süreçlerini incelediğimizde daha iyi anlayabiliriz.
Tumblr media
İnsanlar hayatta kalabilmek adına ilk eylemlerini ağaç kavuklarına ve mağaralara sığınarak gerçekleştirdi. Mağaralarda bir araya gelerek dışarıdaki tehlikelere karşı daha güçlü olmayı denediler. Bir araya gelerek doğanın onlara sunduklarından yararlanmaya gayret ettiler. Mağaralar onlara dar geliyordu. Gittikçe büyüyerek çoğalıyorlardı. Daha çok olanak ve dolayısıyla daha uzun yaşam adına geniş topraklara yerleştiler. Bir vazgeçiş ile kendi yaşamlarını evrimleştirmek adına kendi kabilelerini, kolonilerini kurdular. Üretmeye başladılar. Ağaç kavuklarında başlayan bireysel mücadele kabilelerde, kolonilerde toplumsal bir mücadeleye dönüştü. “Benim” mücadelesi “Bizim” mücadelemize dönüştü. “Mavi Gezegen”de diğer tüm şeyler gibi sınırlı bir kapsama sahip. İçerisindeki olanaklar, elverişler sınırlı. Gayet de sınırlı bir kapsama sahip bu elverişli imkanlar, hayatta kalma mücadelesinin en büyük sebebi olarak kabilelerin çatışma noktası oldu. Birlikte, bir arada olan insanoğlunun yetkinliklerinin daha da geliştiğini fark ettiğimizde; bu çatışma noktalarında daha da büyük travmalara, yıkımlara şahit olduk. Günümüze kadar süregelen birlikte olmak ve ötekileştirmenin de temelinde bu gelişmeler yatar.
Tumblr media
Bir diğer yandan da hayatta kalma mücadelesi, insanlığa getirdiği yıkımlar kadar onların evrimi ve gelişimini de bir o kadar hızlandırmıştır. Yaşamsal tehlikelere karşı her daim bir çözüm bulunması gerektiğinde insanoğlu bunu bir şekilde buldu. Gerek akıl yürüterek, gerek deneyimleyerek, gerekse de ölerek. Birinci şahıs yada birinci kuşak yahut onlardan sonrakiler. Bir gereksinim varsa bir çözüm de vardır. Onlarda bunu yaptılar. İnsanoğlu ürettiği yaşamsal çözümlemeler ile her daim gelişti, evrildi. Birbirini etkiledi, gelişmesi için diğerini mecbur kıldı.
Benim idealimdeki daha yaşanılası Dünya’da da, hayatta kalma içgüdümüzün yıkımlardan ziyade gelişimimize olanak sağlaması temelinden oluşuyor. Hayatta kalmak zaten başlı başına üstesinden gelmesi zor bir mücadele iken bu mücadelenin sonucu olan diğer yıkımlar ile tekrar tekrar uğraşmak bizi yavaşlatmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.
Tumblr media
Hayalimdeki bu Dünya için bir yol haritası çizmek gerekirse eğer; aslında yukarıda sözünü ettiğim tarihsel gelişimlerden ilham alarak günümüzdeki konjonktüre uyarlayacağım. Ağaç kavuklarındaki sığınma sonrasında mağaralarda toplanıp çoğalan ve birden (1) bir bütüne dönüşen yaşan eğrisi, global ölçekteki geçerliliği her zamankinden daha kuvvetli. Gelişen teknoloji ve iletişim kaynakları, ortak bir dil, zihin, felsefe ve kültürde buluşmamıza olanak sağlıyor. Evet hali hazırdaki pek çok farklı coğrafyada yer alan adetler, gelenekler, kültürler, inançlar bizlerin gelişiminde çok kritik rol oynuyor. Ancak bizler bugünlerde bu farklılıkları bir gelişim aracı olarak değil çatışma unsuru olarak kullanmayı tercih ediyoruz. Bizi bu alışkanlıktan alıkoyacak tek bir şey olabilir; o da sevgi. Nefret ederek kavgaya tutuşmayı bizlere aşılayanlara karşı; sevmeyi öneriyorum sizlere. Severek saygı duymayı, birlikte olmayı, birbirimiz için çaba göstermeyi, aşık olmayı, görmeyi, dokunmayı, severek hüzünlenmeyi ... Sevgi, bir dayanışma halinde; ortak bilinç etrafında birleşmemizi ve birlikte yaşamamızı sağlayacak anahtar kelimedir. Bir araya gelerek azı çok, çoğu da adilce paylaşmamızı sağlayacak yegane şey de odur.
Tumblr media
İhtiyaç fazlası o kadar çok şey var ki her birimizin sahip olduğu. Tüm bu ihtiyaç fazlası materyallerden dolayı geliştirmemiz, yüceltmemiz gereken zihinsel ve bedensel eylemlere, erdemlere odaklanamıyoruz. Severek bir araya gelelim ve iş birliği yapalım ve hep birlikte paylaşalım. Ne hissediyorsak, ne üretiyorsak, ne yaşıyorsak her birini severek paylaşalım. İhtiyaçlarımızı hep birlikte, bir bütün halinde giderelim. İşte o zaman gereklilikler zaruriyetle sınırlı kalıp gereksiz ağırlıklar omuzlarımızdan ve zihinlerimizden düşecektir. Onlar eksildikçe biz daha çok yükseleceğiz. Hafifleyen omuzlarımıza ve zihinlerimize; toplumsal erdemleri yükleyeceğiz.
Tumblr media
Her bir birey her bir toplum bizim Dünya’mıza, tüm insanlığa hizmet etsin. Kabilelerimizin sınırları “Mavi Gezegen”inkiyle eş değer olsun. İnsanların sevgisi ortak olsun. Var olanın kıymeti yok olanla kıyaslanmasın, korkular ile bulanıklaşmasın. Hafızalar intikam ile değil, geçmişin çıkarsamaları ile dolsun taşsın. Algılar sadece bedenlerin değil, zihinlerin ve ruhların birer fonksiyonu olsun.
Tumblr media
Yazan: @Turkerozdil
0 notes
radyo007 · 8 years
Text
“Daha İyi ve Yeni Bir Dünya Hayal Etmek Üzerine” John Lennon - Imagine
youtube
11 Ekim 1971 - John Lennon / Imagine
Gündelik hayatın koşuşturmasının kuşattığı acelecilik içerisinde gözden kaçırdığımız son derece önemli şeyler var. Bu da biraz düşünme, ardından sorgulama ve son olarak imgelemek yani hayal etme kapasitesidir. Bunların kendi içerisinde bir sıralaması var. Neden? Bir sıralaması var çünkü gerçekleştirdiği eylemlerinin sonucunda düşünen kişi, neyi bildiğini, neyi bilmediğini gerçekçi bir şekilde analiz eder. Bilmediklerini nasıl bilgiye dönüştüreceğini sorgular. Sorgulayan kişi, kendinde ve çevresinde saklı gerçekleri keşfetmeye çıkar. Bu, kişinin fiziksel olarak görmediği bir dünyayı; kendi iç gözleri ile algılayabilmesi anlamına gelir. Bu eylem, kelimenin tam anlamı ile İmgelem – imajinasyon da denildiği olur. Yani diğer bir deyişle hayal etme kapasitesidir.
Tumblr media
Hayalsiz kimsenin yaşayamadığı söylenir. Doğru bir saptama olabilir ama burada hayal etmenin ne menem bir şey olduğu üzerinde durmak gerekiyor. Çünkü oturduğu yerden hayal kurmak ve bunun için hiç çabalamadan sadece onu “düşlemek” fanteziler dünyasında gezinmekten başka bir şey olamazdı. İnsan kaçınılmaz bir şekilde geçmişe, şimdiki zamana ve geleceğe bağlı bir varlıktır. Geçmiş bizim bireysel olarak tarihimizdir ve şu an ile doğrudan bağlantılıdır. Çünkü insan bulunduğu anı, geçmişte aldıkları kararlar ve tercihleri doğrultusunda yaşar. Gelecek fikri ise onu canlı kılar. Hiç büyümeyen bir ağaç yoktur. Aksi takdirde ölü bir ağaç olurdu. İnsan için de aynı şekilde hiç büyümeyen hayalleri olmayan bir insan canlı olabilir mi? Evet, insanı insan yapan aradığı şeydir, yönüdür ve hayalleridir.
Tumblr media
Sanata aktarılmış, klasik olan ne kadar çok eser vardır, insanın hayallerini anlatan... Bunlardan bir tanesi de John Lennon’un Imagine şarkısı...
Sadece gökyüzünün olduğu, sonradan erişilebilecek bir cennetin olmadığı bir dünyayı hayal eder. Sadece iyi olduğu için dünyaya iyilik getirilmesinin umuduna işaret eder. Bu gerçek bir umudu taşır ve bence çok “gerçek” bir hayaldir.
Hepimizin bildiği gibi sonradan gelecek olan bir cennet düşüncesi genel olarak bir koşullanmayı getirdiği için iyinin özünden uzaklaştırır. Bu, tıpkı bir çocuğun koşullanmasına benzer. Yani ebeveynlerinin alacağı bisiklet için çalışmayı yeğleyen bir çocuk gibi çalışır, eyler. Öğrenme aşkı ve bilgiyi sevdiği için değil.
Tumblr media
Aynı zamanda hiçbir cehennemin olmadığı bir dünyayı hayal eder. Salt acı getiren cezaları nedeniyle kötülükten sakınmak ne kadar cahilcedir. Bu nedenle kanunların boşluğundan faydalanıp bir sürü sahtekâr çıkmaz mı? Ya da kontrol olmadığında işini boşlayan kişiler... Bu da bir çocuğun tavrıdır. Ebeveynleri cezalandıracağı için kötülükten sakınması ya da ödülden mahrum bırakılacağı için zorunlu olarak iyi olan şeylere yönelmesi…
Evet, sanatçının bu hayali gerçek bir hayaldir. Çünkü maddesel olan şeyleri gerçekleşmesini dileyen bir hayal değildir. Bunlar gerçek hayaldir. Maddesel beklentiler ise gerçekleştiği anda değerini yitirir. Hep ama hep daha fazlasını elde etme isteğinin kısır döngüsüne düşürür kişiyi. Oysa daha iyi bir dünyanın hayali ne zaman biter, ne zaman son bulur? Hiçbir zaman... Her zaman ufukta yeniden belirir. İnsanın önünde açılan ufuk, insanı kısır döngülere düşürmez, maddesel şeylere sahip olsa da mutsuz etmez, boşluk hissine düşürmez.
Tumblr media
Ne kadar çok kendimiz dışında başkalarını da kucaklayan hayallerimiz varsa gerçek bir inşaatçıyızdır. Gerçek birer insanızdır. Bir hayalperest olmak değildir. Adım adım bunu gerçekleştirdikçe bir çoğumuzun hayal ettiği ya da elde etmek için uğraştığı şeylere doğal bir şekilde sahip olurduk ve o zaman cenneti bu Dünya’da gerçekleştirirdik. Sadece kendi hayallerimizin peşinden koştuğumuz ve mutluluğumuzu başkalarının mutsuzluğu üzerine de kurgulamaktan çekinmediğimiz için bu dünyanın cehenneme dönüşmesinde bir payımız olmuyor mu? İçten bir şekilde kendinize şu soruyu sorarsak bulacağınız yanıtlar herkesi mutlu edecektir. Gerçekten dünyanın daha iyi bir dünya olması için çalışmış olsak, mutsuzluklar kalır mı? Kaynaklar daha adil bir şekilde paylaşılmaz mı? Herkes eğitimde ve çalışma da aynı fırsatlara sahip olmaz mı? Bunun sonucunda birçoğumuzun peşinden koştuğu maddesel şeylere; çabamız ölçüsünde sahip olmaz mıyız? Bunu düşünmeye ve sorgulamaya değer. John Lennon’un şarkısında söylediği gibi..
Tumblr media
Hayal et, cennetin olmadığını,
Denersen bu kolaydır         .                
Altımızda bir cehennem yok.
Sadece üstümüzde gökyüzü
Herkesin bugün için çalıştığını, bir hayal etsene!
Tumblr media
Yazan: Nazım Özdemir
Yeni Yüksektepe Yayınları,
Feniks e-dergi Editörü
0 notes
radyo007 · 8 years
Text
“Güzel Koku Herkesi Ayağa Kaldırır” John Lennon - Stand By Me
youtube
10 Mart 1975 - John Lennon / Stand By Me
"Sen hiçbir zaman düşmeyeceksin, çünkü ben varım. Ben olduğum sürece her zaman ayakta kalacaksın" diye kim kime söyleyebilir bugün? Hadi diyelim söyledi; önemi yok. Konuşması kolaydır her zaman... Peki uygulamaya gelince, söyleyenler sınıftan geçebilir mi? Pek sanmıyorum. Birbirimizi düşürtünceye kadar tekme atmaktansa kol kanat gerip, el uzatmak; ne sevgililikte, ne de dostlukta mümkün müdür artık? Bir maskeli baloda palyaço misali en renkli haliyle oynamayı bilenler, içleriyle baş başa kaldıklarında yine içlerindeki o en renksiz hallerine gülebilirler mi? Yoksa herkes gidip makyajlar silindiğinde, o yalan gülücükler yaşam çiçeklerinin cevapsız soruları mı olur?
Tumblr media
Yaşam çiçeği diyoruz, onun adına ne kolyeler, ne yüzükler, bilezikler yapıldı. Yaşam çiçeğini sadece maddede değil, manada da yaşamak lazım. Kalbinizdeki o çiçeğe iyi bakın. Sevgiyle büyütün, hayaller kurdurun, rüyasının dansını yaptırın ona. Ama dikkat edin yarıştırmayın onu kimselerle, nefret ettirmeyin rekabetlerle, kıskançlık tohumları ekmeyin kalbine. O çiçeğin koku vermesi sizin nasıl büyüttüğünüze bağlı çünkü...  Zamanın kalbinde iki şekilde büyütebilirsiniz onu... Ya sevgiyle ya da kendi içinizde halledemediğiniz kinlerle... Dünyaya sevgi temelinde geldiğimizi anladığımızda, güzelliklerden keyif alan bir kalp ile görebiliriz aşkın ayak izini. Her mahsülün meyve vermesi için aşkın ayak izine ihtiyaç duyduğunu... Güzel koku vermek istiyorsak bunun ancak sevgiyle ve temiz bir kalple büyütülen çiçekten doğabileceğini. Bir tek farklılıkların idrak zenginliğimiz için mutlaka olması gerektiğini idrak etmiş bir yürek, hırsın zincirlerinden kendini kurtarabilir. Hiç bir şeyin boşa yaratılmadığını farklılıkların düşmanı olarak değil, yalnız güzelliklerin seyircisi olarak görebiliriz. Gördükçe hissetmeye başlarız, güzelliğimize güzellik katarız. Yaydığımız frekansın kokuları duyulmaya başlar, etrafımıza etki eder hale geliriz. Bizi görenler de bizim gibi güzelleşmek ister. Kimisi rahatsız olur, sadece kendine çalmak ister. Öyleleri sevmez aslında güzeli. Çünkü kalbi cimri olanlar bütünü göremedikleri için sadece kendilerini görmek ister, teklikleri ile. Bu yüzden çeşidin rengini bulamazlar, özlerinde parlatamazlar renklerini. Sen yaydığın kokuyla onları da harekete geçirirsin. Onlarda artık senin renklerinde bulanmak isterler. Eyleme geçerler. Sadece tek bir güzel koku herkesi ayağı kaldırmaya yeter... Yolda aslanlar da vardır, tilkiler de hangisini seçeceğin sana bağlıdır...
Tumblr media
youtube
Yazan: @gizemserrasozen
0 notes
radyo007 · 8 years
Text
“Varsın Şimdi Böyle Olsun” Glen Hansard & Lisa Hannigan - Falling Slowly
youtube
21 Nisan 2006 - Falling Slowly / Glen Hansard & Markéta Irglová
Bir rüzgar esip saçlarını savurduğunda bir kuru odanın içerisinde ve yaz dönümündeydik. Hiç bir neden yoktu ama o rüzgar esti ve saçların dalgalandı. Rüzgar saçlarını havalandırdı ve kokunu bana taşıdı. Göz bebeklerim büyüdü ve hiç lüzumsuz bir tebessüm beliriverdi yüzümün orta yerinde. Gözlerim sadece seni görüyor, kulaklarım sadece seni duyuyor, sadece seni koklayıp, sadece seni hissediyordum; o kuru odada çakılıp kaldığım sandalyede. Etrafımda sadece sen vardın sanki ama meğersem öyle değilmiş. Daha pek çok göz ve daha pek çok nefes. Mümkün olduğunca çok sabit kalmak istedim, sadece sana doğru. Daha ilk kez kimmişim, neymişim, nerdeymişim önemsizleşti. İlk kez aldığım nefes bana yetmedi. Daha ilk kez ve daha pek çok şey.
Tumblr media
Karşılaştık senle pek çok kez, pek çok zaman. Ama sözcükler hep anlamsız kaldı. Sözler ve yazılar hep teferruattı. Söylediklerim yada yazdıklarım bambaşkaydı. Çünkü haykırmak istediklerim ve beynimde tepişen düşünceler çok daha farklıydı. 
Hem acıyor hem çürüyor içim. Hem bakıyor ve görüyorum hem de tutup sarmalayamıyorum seni. Hem gözlerimi sana odaklıyor hemde kaçan gözlerini takip ediyorum. Avutuşlarını besliyor, kızgınlıklarını siliyorum. Umut arıyorum, tek bir tane. İstek, arzu arıyorum derinde, hatta en derinde. Bir sızı var ama nerede? Kondurmak çok zor, kendine o sızıyı.
Tumblr media
Farklı olan her şeyin arkasına sığınmak zorundayım. Dokunuşlar ve bakışlar hissettiklerimden daha farklı olmalı. Hissettiklerim ve eylemlerim çok farklı. Olmak zorunda ve tabiki oluyor. Öyle oluyor ki kendinden vazgeçiyorsun yada Kendinden pek çok şey.
Varsın şimdi böyle olsun. Kanıyorum, üzgünüm ve yorgunum. Olduğunda ve bittiğinde her kim burada ise sen de ben de burada olacağız zaten. Dediğim gibi işte varsın Dünya dönsün ve varsın şimdi böyle olsun.
Yavaşça düşüyorum ve senin melodini mırıldanıyorum. Bu şarkıyı söyleyip duracağım...
Tumblr media
Yazan: @Turkerozdil
0 notes
radyo007 · 8 years
Text
“Yaşamın Hediyesine Sahip Çık” Lionel Richie - Hello
youtube
13 Şubat 1984 - Lionel Richie / Hello
Yaşam bir hediye. Hediyeler ise her daim sürpriz dolu. Neyin, ne zaman, neden karşına çıkacağı belirsiz. Ama o hediye sana. O hediyeyi sahiplenip, onunla yüzleşmen gerekir. Her seferinde ama her seferinde yeniden, yeniden. Hediyen ne olursa olsun kucak açmalısın ve bir merhaba demelisin. Merhabalar önemlidir. Tebessüm için, samimiyet için, ,içtenlik, inandırıcılık için bir merhaba her zaman önemlidir.
Tumblr media
Yaşam aynı zamanda bir sanat. Zor da olsa kolay da bir çaba ve ilham gerektirir. Yeri gelir herşeyden ilham alır ilham verirsin yeri gelir tek bir ilham yeter. Ama her zaman birilerini etkilersin. Çünkü yalnız değilsindir. Bir çok şey, bir çok kişi aşinadır varlığına. Belki, yokluğuna da.
Tumblr media
Yaşamınıza yada yaşamlara bir anlam katabilmek için vermekten hiç çekinmeyin. Güzel hediyeler verin. Güzel merhabalar, güzel gülümsemeler, güzel melodiler, güzel sözler. Siz onları verdikçe bedenleriniz o boşalan yerleri daha değerlileri ile dolduracak. Çoğalan güzellikler de tüm evreni sarıp bizleri, tüm insanlığı daha idealize edecek.
Tumblr media
Yazan: @Turkerozdil
0 notes
radyo007 · 8 years
Text
“Kıymetli olan Küçüklükse; İşte O Zaman Büyümüşsündür” Carrie Underwood - So Small
youtube
14 Ağustos 2007 - Carrie Underwood / So Small
Pamuk ipliği ile örülmüş bir yaşam bizimkisi. Pahada ağır ama yükte hafif olduğunu söylemiyorum bile. Ufak bir sökük ile darmadağın olacak bir örgüyüz ama bunu asla kabul etmedik, muhtemelen de etmeyeceğiz. Güçlü olmalıydık işte tam bu sebepten ötürü. Maharetli ellerle dövülmüş bir çelik zırh gibi. Tüm kahpeliklerden bizi koruyan o çelik zırh gibi parıltılı gösterişli ve güçlü ve güvenli. Oysa zaten tüm kahpeliklerde bundan doğmuyor mu? Korkular ve güç arzusu. Bir tetikçi arıyorsan önce kendine de bakmalısın. Bakmalısın ki tanımalısın ve cesur olmalısın. Cesur olmalısın ki dürüst olabilesin. Dürüstsen o zaman korkuya ne hacet.
Tumblr media
Kavga ettiğin tüm o tüm eylemler ne için? Ne uğruna üzdün, üzüldün, kırdın, kırıldın, kızdırdın yahut kızdın. Belki de herhangi bir ömrün yada kendininkinin kısalmasına neden oldun. Tüm bunların sonuçları belli ve bir çoğumuz aşina. Peki ama ya nedenler? Nedenleri hep atlarız. Gel bu sefer nedenleri daha çok önemseyelim, üzerine daha çok düşünelim.
Tumblr media
Ufak bir unutkanlığın kaybettirdiği çok değerli şeyler olsun. Öyle değerli olsun ki sahip olduğun dünyevi malın, mülkün yarısını birden bire alsın götürsün. Belki seneler süren emek. Bir anda, hiç tereddütsüz. Uçsun gitsin. Belki bunun yanına şimdi kaybettiğin o şeylerle edindiğin itibarını da ekleyebiliriz. Zincir biraz daha büyüsün kaybettikçe daha çok kaybet. Tekrar kazanmak istediklerini dahi. Ve şimdi. Kaybettiklerini, tamamını bir araya getir karşına koy. Daha sonrasında sakinle ve bir düşün. Şimdiye kadar şahit olduğun, dinlediğin, izlediğin hikayeleri anımsa. O hikayelerdeki kaybedilen herşeyi ama herşeyi topla ve kendi kayıplarının yanıbaşına koy. Şimdi de iki yığının karşısına geçme vakti. Eminim bir tanesi diğerinin yanında çok küçük kalacak. Tahmin etmemi ister misin? Seninkisi mi? Çok küçük öyle değil mi?
Tumblr media
Sen yaşadığın tüm sistemi tanıyor musun ki büyüklüğün hayalini kurup, buna uğraş veriyorsun. Hadi büyük olmaya çaba gösteriyorsun yöntemin doğrumu. En büyüğü, en ihtişamlı olmak istediği yığın dahi sınırlarını henüz anlayamadın devran içerisinde öylesine yetersiz ve yetkisiz ki bu hoyratlığın neden. Kağıt da, metal de senin şimdi en büyük olmak için kullandığın yöntemden çok daha başka, çok daha devasa güç ve büyüklükler yaratıyorken; sendeki bu hiddet niye?
Küçük ama çok küçük olduğunu bildiğinde; beslendiğin kaynaklar korkulardan soyutlanır. İşte o zaman daha çok farklılaşırsın daha fazla zenginleşirsin, daha fazla ve daha hızlı büyürsün.
Tumblr media
Yazan: @Turkerozdil
0 notes
radyo007 · 8 years
Text
“Sırrı Sende Saklı Bir Kırmızı Çizgi” Eddie Vedder & Jerry Hannan - Society
youtube
18 Eylül 2007 - Eddie Vedder / Society
“Yolu olmayan ormanlarda mutluluk vardır, Yalnız yürünen deniz kıyısında sevinç. Topluluklar vardır kimsenin zorla girmediği derin denizlerde, ve sesinde de müzik. İnsanı daha az seviyorum diyemem ama doğayı daha fazla …”   (Lord Byron)
Sınırlar, sadece haritalar üzerine çizilmiş birer kırmızı çizgi değil. Ülkeleri, eyaletleri, şehirleri birbirinden ayırmakla yetinmiyor. Bizi birbirimizden ayırıyor; hatta bazen kendimizi kendimizden. Sınırları çizenler ve o sınırlara biat edenler her daim bir kuşku içinde; başı ve sonu belli olan bir döngünün, bir tam parçası onlar. Sınırlar senin kulaklarına haykırılmış, beyinlerine işlenmiş ama vicdanına değil. Eğer sen gerçekten istersen bedeninde ve ruhunda saklı olan gerçekliğin bir parçası olup vicdanında saklanan potansiyel sınırlarını keşfedersin ve işte o zaman yapay sınırlardan arınmış bir düzenin sınırları ile yaşayabilirsin. Sanan ait olan ve sadece senin biat edebildiğin, kimsenin ölçümlendirmesi ve değerlendirmesi ile ilgilenmediğin. Eğer, bir taklidin dışında sadece sen olmak istiyorsan doğru yoldasın. Çünkü senin sen olman milyonlarca sen olmasından daha gerçekçi ve adil. Gerçek ve adil olmalıyız çünkü biz çok kalabalığız. Kalabalıkların güçlü olması için önce, sadece tek bir “1″ olmalıyız. Sadece bir. Sadece ben. Sonra o teklikle keşfedilen gerçeklik ve adalet. Daha sonrasında da kalabalıkları daha güçlü kılan özveri.
Tumblr media
Hem kendi kırmızı çizgilerimiz hemde toplumu oluşturan özveri için bir ilham arıyorsanız eğer; zaten o her zaman bizimle. Sadece biraz dikkatli olarak etrafına bakman gerek. Bunu yaparken bakmak için bakma. Anlamak, anlamlandırmak için, görmek için bak, keşfetmek için. Bu ilhama sahibiz; bazen, bazı yerlerde az veya çok ama bir şekilde sahibiz. Asla yoksun değiliz. Dünya yavaşça dönüyor, rüzgar esiyor, ırmaklar, nehirler, dereler akıyor, güneş batıp tekrar doğuyor, insanlar yürüyor, koşuyor, konuşuyor. İlham her daim yanıbaşımızda. 
Yazan: @Turkerozdil
0 notes
radyo007 · 8 years
Text
“Geçmişi Hatırlamayanlar, Onu Bir Kez Daha Yaşar” Bob Dylan - The Times They Are A Changin
youtube
8 Mart 1965 - Bob Dylan / The Times They Are A Changin
Uzak diyarlardan birinde bir ülkede, yemyeşil tepelerin arasında, kışın bembeyaz bir kar örtüsü ile, baharda rengarenk kır çiçekleri ile kaplanan bir vadi vardı. Ortasından küçük bir ırmağın geçtiği bu vadi “Büyülü Vadi” olarak anılırdı. Ona bu adı veren ise, vadideki ilginç bir dükkan ile, bu dükkanda yaşananlardı. Ünü ülkenin dört bir yanına yayılmış olan dükkanın adı  “Büyü Dükkanı” idi. Büyü Dükkanı’nın sahibi, ak saçlı, ak sakallı bir ihtiyardı. Burası, aynı zamanda onun yaşadığı yerdi. Bu nedenle, dükkanın dışarıdan görüntüsü tıpkı bir ev gibiydi. Üç tarafında da yeşil çerçeveli pencerelerin olduğu, tamamı ahşaptan yapılmış olan bu binaya, bir verandadan giriliyordu. İçeri girer girmez, ilginç eşyalarla donanmış oldukça geniş bir oda ile karşılaşıyordunuz. Büyük bir kütüphane, üzerlerinde çok sayıda eşyanın bulunduğu raflar, masa ve konsollar dükkanın dört bir tarafını kaplıyordu. Ancak bu kalabalık görüntü içinde çok etkileyici bir düzen göze çarpıyordu. Bütün eşyalar, belli bir estetik içinde duruyor ve bu estetik hiçbir zaman bozulmuyordu. Büyü Dükkanını çevreleyen pencereler, içerdeyken bile günün aydınlığına ve vadinin güzelliğine hakim olmanıza izin veriyordu. Dükkanın içinde, arka taraftaki bölmeye açılan bir kapı vardı. Bu bölmede mutfak, banyo ve yatak odası bulunuyordu. Dükkana gelen müşteriler, arka tarafa açılan kapıyı daima kapalı görürlerdi.
Tumblr media
Her insanın, yaşamında çok istediği ancak sahip olamadığı bir şeyler vardır. Ya da sahip olup kaybettiği şeyler. Bazen de sahip olduğu ancak kurtulmak istediği şeyler. İşte bütün bunlar, o ülkede yaşayan insanların bir kısmı için, “Büyü Dükkanı”na gelme nedeniydi.
Bu dükkanda, isteklerinizi sınırlamak zorunda değildiniz. Müşteriler, hayal edebildikleri her şeyi isteme ve alma hakkına sahiptiler.  Tabii, bedelini ödedikleri takdirde. Her yerde olduğu gibi bu dükkanda da almak istediğiniz şeyin bir bedeli vardı. Bu bedelin ne olacağı, dükkan sahibiyle yaptığınız pazarlık sonucunda ortaya çıkardı. Ancak, Büyü Dükkanı’nda maddi bedellerin hiçbir hükmü yoktu. Bazı müşteriler bir şeye sahip olmak için denebilecek tek bedelin para olabileceği düşüncesiyle, cepleri kabarık gelirlerdi. Oysa burada yapılan pazarlıklar, günlük yaşamdakilerden biraz farklı olur ve pek çok müşteriyi  şaşırtırdı. Dükkan sahibi yaşlı adam, her sabah gün ağarırken kalkar, kendine büyük bir fincan kahve yapar ve bir insanın isteyebileceği her şeyin var olduğu dükkanıyla gurur duyarak kahvesini yudumlardı. Kahvenin ardından gelen zevkli bir kahvaltıdan sonra da pencerelerinin perdelerini sonuna kadar açarak, sallanan koltuğuna oturur ve içeri dolan gün ışığının yardımıyla okumaya başlardı. Büyü Dükkanı’nda satıcı olmak bilgelik isterdi. O güne kadar dükkana gelen hiçbir müşteriyi geri çevirmemişti dükkan sahibi. Herkes, çok istediği bir şeye sahip olmak uğruna onca yolu göze alarak gelir ve mutlaka alabileceği en iyi şeyi almış olarak çıkardı. Ama genellikle aldığı şey istediği şeyden çok farklı olurdu. Yaşlı adam ara sıra, okuduğu kitaptan başını kaldırır, yolu gören pencereye bir göz atardı. Eğer bir müşteri geliyorsa, onu ta uzaktan yakalayıp, dükkana yaklaşana kadar izlemeyi severdi. Bu, onun için zihinsel bir hazırlık süreciydi. Bu süre içinde zihnini, biraz sonra gelecek olan müşteriyi iyi anlayabilmek için boşaltırdı.
Tumblr media
Sabah dışarı baktığında, yağan karın yolu iyice kapattığını gördü. Bu havda gelen giden olmaz diye düşünüp, hüzünlendi. Büyü Dükkanı, hemen her gün bir müşteri ağırlardı. Ancak, yılda birkaç kere de olsa kimsenin uğramadığı günler olurdu.
Yaşlı adam, o gününde bunlardan biri olmasından korktu. Nedense işsizlik içini ürpertmişti. Tam o sırada uzakta bir karartı gördü. Kar beyazının kamaştırdığı gözlerini kırpıştırıp tekrar baktığında, bunun yaklaşmakta olan bir insan olduğunu anladı. İçini bir sevinç kapladı. Gidip sobasına bir odun attı ve tam pencerenin karşısındaki sallanan koltuğa oturup, müşterisini beklemeye koyuldu. Kış mevsiminin bu soğuk günüde epeyce üşümüş, yorgun düşmüş olmalıydı. Kapının  önüne gelinceye kadar, gözlerini hiç ayırmadan izledi onu. İyice  kulak kabarttı. Üç basamakla çıkılan, ahşap zeminli verandadaki ayak seslerini ve onlara eşlik eden gıcırtıyı duymaktan çok hoşlanırdı. Beklediği kişinin ayak sesleri ikinci basamakta kesildi. Müşteri çalmadan, kapıyı açmamayı prensip edinmişti yaşlı adam. Çünkü, hemen herkes o kapının önünde durup, bir kez daha düşünürdü. Kapıyı çalmaktan vazgeçip dönenler, az da olsa olmuştu. O gün de aynı şeyi yaptı. Sonunda kapı çalındı. Açtığındı, karşısında soğuktan kızarmış elleriyle atkısını çıkarmaya çalışan bir erkek gördü. “İyi sabahlar, girebilir miyim?” diye sordu müşteri. Dükkan sahibi, müşterisini içeri aldıktan sonra, ısınmasın için ona bir kahve ikram etti. Sessizce kahvesini içerken etrafı seyreden adam, karşısında oturan yaşlı satıcının ikna edilmesi pek güç olmayan biri olduğunu düşündü. Herhalde o da müşterisini anlar, onun haklı isteğini geri çevirmek istemezdi. Acaba Büyü Dükkanı’dan çıkarken istediği  gibi bir alışveriş yapmış olacak mıydı? Bir süre söze nasıl başlayacağını bilemedi. Belki de dükkan sahibinin bir şeyler söylemesi gerekirdi. Ancak karşısında, sabırlı bir ifade ile müşterisinin gözlerinin içine bakarak oturan satıcının, alışverişi başlatmaya niyetli olmadığını anladı. Bu sabırlı bekleyiş, onda hem cesaret hem de yumuşak bir etki yarattı. Anlaşın, başlangıç sözleri kendisinden bekleniyordu. Sonunda, fazla düşünmeden aklından ilk geçeni söyleyiverdi:
- Ününüzü duyunca çok uzaklardan kalkıp geldim buraya. İstediğim şeyi, bir tek sizin dükkanınızda bulabileceğimi söylediler. Karşılığında ne isterseniz vermeye hazırım.
- İstediğiniz şeyin ne olduğunu öğrenebilir miyim?
- Bakın, ben elli beş yaşındayım. Yanı yolun yarısını geçeli çok oldu. Söylemeye dili varmıyor ama yolun sonuna yaklaştım galiba. Bu gerçeğe tahammülüm yok. Ben bugüne kadar ki hayatımı geri istiyorum. Mümkün mü?
- Elbette mümkün. Biliyorsunuz, dükkanımda her şey mevcut. Ancak tam olarak ne isteğinizi anlayabilmem için,bana geri istediğiniz hayatınızı biraz anlatabilir misiniz?
Tumblr media
Dükkan   sahibinin sorduğu soru, müşteriyi iç dünyasına döndürmüştü. Gözünün önünden geçen sahnelerin kendi yaşamına ait olduğunu kabul etmek için kendini zorluyordu. Bütün görüntüler, bir kargaşa ve telaş içinde birbirlerine karışarak geçip gittiler ve geride yalnızca ıssız bir hüzün bıraktılar. Hüznünün yüzüne yansımasına engel olamayan müşteri,  yaşlı satıcının  sorusu karşısında ancak şunları söyleyebildi:
- Geçmiş yaşamımda birçok hata yaptım. Bunlar için pişmanlık duyuyorum. Yanlış kararlar verdim, kayıplara uğradım. Zamanı hovardaca harcadım. Bir gün bir de baktım ki, hayat yanımdan geçip gidiyor. Paniğe kapıldım ve bir çare aramaya başladım. Dostlarımla konuşmayı denedim. Beni teselli edip derdimi unutturmaya çalışanlar da oldu, yardım etmeye çalışanlar da. Ama hiçbiri kar etmedi. Kendimi çok mutsuz hissediyordum. Derken, bir gün birisi bana sizden ve Büyü Dükkanı’ndan söz etti. Bunu duyar duymaz sanki içinde bir ışık yandı. Büyük bir umutla hemen yollara düşüp size geldim. Kendimi çok çaresiz hissediyorum. Lütfen elli beş yılımı bana geri verin.
- Yani, siz pişmanlık duyduğunuz hayatınızı yeniden yaşamak mı istiyorsunuz?
- Elbette hayır. Söylemek istediğim bu değil. Ben yalnızca kaybettiğim yıllarımı geri istiyorum. Eğer bir şansım daha olursa aynı hataları tekrarlamayacağım.
- Herhalde bunu çok istiyorsunuz.
- Evet, hem  de her şeyimi verecek kadar.
- Peki, benim size vereceğim elli beş yılın karşılığında siz bana ne verebilirsiniz?
- Ne isterseniz?
- Sanki bunun için her şeyden vazgeçmeye hazır gibisiniz.
- Hiç kuşkunuz olmasın. Şu anda sahip olduğum her şeyden vazgeçebilirim. Yeter ki geride bıraktığım yıllarımı bana geri verin.
Tumblr media
Yaşlı adam, ellerini sakallarında dolaştırırken, kendini sallanan koltuğunun devinimlerine bırakmıştı. Bir süre düşündü. Müşterisinin, sabırsızlıkla, pazarlığın bitmesini beklediğinden emindi. Büyü dükkanına gelen kişiler, yaşlı adam, pazarlığın başındaki düşünce yolculuklarında yalnız kalırdı. Şu anda da, sessizliğin yalnızca kendi işine yaradığını biliyordu. Koltuğu ile birlikte öne doğru eğilerek müşterisinin gözlerinin içine baktı ve ağır ağır konuşmaya başladı:
- Beyefendi, her ne kadar siz elli beş yıl karşılığında bana her şeyinizi vermeye hazır olsanız da, ben sizden bir tek şey isteyeceğim.
- Dileyin benden ne dilerseniz.
- Belleğinizi.
- Anlamadım?
- Belleğinizi dedim. Elli beş yılın yaşantısını içinde barındıran belleğinizi istiyorum.
- Ah evet anladım. İlginç bir bedel. Kabul ediyorum. Tamam alın belleğimi.
- Emin misiniz?
- Neden olmayayım? Elli beş yıl kazanacağım.
- Belleğinizi, içindeki her şeyle birlikte bu dükkanda bırakıp gideceksiniz. Elli beş yılın tek bir anını hatırlamayacaksınız. Buraya neden geldiğinizi bile.
- Daha iyi ya! Her şeye yeniden başlayacağım. Zaten geçmişi hatırlamak istemiyorum ki!
- O halde, korkarım elli beş yıl sonra buraya tekrar gelirsiniz. Tabii o zaman benim yerime, bir başkası size yardımcı olur.
- Hayır hayır. Emin olun ki, şu dakika belleğimi sez bırakıp elli beş yılımı geri alacağım ve dükkanınızı, bir daha dönmemek üzere terk edeceğim. Ve yine söz veriyorum, şu ana kadar yaptığım hataların hiç birini tekrar etmeyeceğim.
- İsterseniz başka sözler vermeyin. Çünkü, az sonra, belleğinizle birlikte bütün hepsini burada bırakıp gideceksiniz.
Yaşlı adamın son sözleri, müşterinin duraklamasına neden olmuştu. Bu sözlerin anlamını kavrayabilmek için birkaç saniye düşünmek zorunda kaldı.
- Nasıl yani? Buradan çıktığımda hiçbir şey hatırlamayacak mıyım? Sizinle konuştuklarımızı bile, öyle mi?
- ...................................
- Yani hiçbir şeyi mi? Buraya neden geldiğimi,sizin kim olduğunuzu ve hatta...!
- Ne yazık ki!
Tumblr media
Yaşlı adam, şu anda pazarlığın sonuna geldiklerini hissediyordu. Karşısında oturan müşterinin yüzünde gördüğü aydınlanma, pazarlık sahnelerinin en hoşlandığı görüntüsüydü. Son sözleri  müşterisinin söylemesini istediği için bir süre sessiz kaldı ve bekledi. Bu seferki sessizliğin, müşterisinin işine yaradığından emindi. Onun aydınlanan yüzünün ortasında parlayan gözbebekleri, yaşlı satıcı için, sessizliğin içinden çıkacak sesli bir coşkunun habercisi gibiydi. Gerçekten de, konuşmaya başlayan müşterisi onu yanıltmadı:
- Sanırım ne demek isteğinizi şimdi anlıyorum. Eğer elli beş yılın bedeli bu ise, pes ediyorum. Belleğimden vazgeçemem. Bu neye benziyor biliyor musunuz? Bir kadının, çok istediği bir tokayı, saçları karşılığında satın almasına. Çok ilginç bir insansınız. Bana, Büyü Dükkanı’dan almak istediğimden çok farklı bir şeyle çıkacağımı söylemişlerdi de inanmamıştım. Ben, bugüne kadar ki yaşamımı almak için gelmiştim, ancak bugünden sonraki yaşamımı alıp gidiyorum. Size teşekkür ederim.
- Bir şey değil. Güzel bir pazarlıktı. Hoşça kalın.
Yaşlı adam, müşterisini gözden kaybolana dek gülümseyerek izlerken, aklından Santayana’nın bir  sözü geçiyordu:
“Geçmişi hatırlamayanlar, onu bir kez daha yaşamak zorunda kalırlar.”
Tumblr media
Yazan: Yeşim Türköz / Büyü Dükkanı
0 notes