Hiç unutmuyorum o günü.
Üstüme yağan binlerce damlayı,
Ve tenimi yakan sonsuz acıyı…
Güneş'in karşısında üşürken,
Aklıma geliyor kaybolup giden çocukluğum.
Yıllardır aradığım çocukluğumun doktoru çıkıyor karşıma,
Soruyorum;
Son durum nedir?
Öldü diyor acımasızca.
Bu arsız hayat hayat değil,
Bir savaştı oysa.
Biz ise en ön saflarda savaşan askerlerdik.
Savaşıyor, yeniliyor, yeniden ayağa kalkmaya çalışıyorduk.
Bedenizimiz sağlam, ruhumuz paramparça bulundu sonunda.
Bu arsız hayat hayat değil,
Bir hırsızdı oysa.
Sevdiklerimizi, yıldızlarımızı, gökyüzümüzü aldı teker teker ellerimizden.
Kimse öğretmemişti ki bize geri almayı mutlululuğumuzu,
Sadece nefes al demişlerdi bizlere.
Hiç kimse fark etmedi,
Herkesin gözlerinin önünde yanıp kül olan ruhumun çıtırtılarını,
Sonsuz labirentte kaybolan çocukluğumun çığlıklarını.
Kimse umursamadı yüzümdeki gülümsemeyi,
Kimse umursamadı gözlerimden akan tonlarca damlayı…
Şimdi seni de benimle yanmaya davet ediyorum.
Hadi gel, görünmez olalım…
Zaman geçti, kum saati tersine döndü. 3 kişi girdiğimiz bu odada 6 kişiyle vedalaştık. Dost olarak başladığımız hayatta birer yabancıya dönüştürdü zaman bizi. Şu an bile dün gibi hatırlıyorum nasıl öldüğümüzü. Boş bir odaya kapattılar üçümüzü de ve odanın kapısı açıldığında 6 ceset çıkarttılar o odadan. Şu an bu satırları bir hayalet yazmıyor elbet ama yaşadığımda söylenemez. Ruhu ölmüş birinin bedeni ceset kokmaz ama içinde taşıdığı kokuya kendi bile dayanamaz.
Çünkü bazen insanlara iyilik yapmak sana sadece aptal lakabı kazandırır. Yüzleri gülsün diye uğraşırsın ama onlar senin yüzün gülünce bile sana nefretle bakarlar. Gülmek senin hakkın değilmiş gibi davranırlar. Sonra da sadece onlar gülsün diye kendini bile güldüremeyen bir insana dönüşmemi sessizce beklerler.