Tumgik
#ve bu karşılıklı olan bir şey
uzaklarasavrulalim · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Bugünden
11 notes · View notes
tanrininarmagani · 2 months
Text
Ve devam ediyorum.Bende bu mesaja "bunu paylaşabilirmiyim,ortalık kızışsın biraz"yazdım.Hemen cevap gelmişti"Tabii 9'lardan korkan onlar gibi olsun"yazmıştı.Ah Eda senin yüzünden tüm sınıfın adı çıktı.Daha sonra olanlar oldu tabii ben hemen bu yazılanların ekran fotoğrafını alıp itiraf sayfasına attım bizim kızlarda yani admin resmen olay çıkarmak ister gibi cevaplar yazıp hikaye olarak atıyordu.Bizimde istediğimiz zaten buydu.Bende o atılan hikayelerin ekran fotoğrafını alıp mizah sayfasına attım.Resmen arada bir ajan gibiydim.Daha sonra iş büyüdü ve kavga iki hesap arasında birebir olunca bende aradan çıkmak zorunda kaldım.Şu an okul ikiye ayrılmış durumda.İtiraf sayfasını tutanlar ve mizah sayfasını tutanlar.Bu olayda yıl sonuna kadar böyle devam eder artık.Dün gece rüyamda Ahmet'i gördüm.Aynı gerçek hayatta da olduğu gibi dengesiz hislerin olduğu bir rüya.Bizim evde salonda ikimiz farklı koltuklarda karşılıklı oturuyorduk.Ben bir anda ayağa kalkıp onun yanına oturuyor ve gerçekte asla yapamadığım ama yapmak için kırk takla attığım o şeyi yapıyordum.Bir anda elimi çenesi ve yanağı arasına götürüp avcumu sakallarına koyuyordum.Sonra o bunu yaptığım gibi elimi ittiriyor ve "ne yapıyorsun" diyordu.Bende "sakallarına dokunuyorum" diyince "neden"diye sorunca"çünkü senden hoşlanıyorum"diye bir anda itiraf ediyorum.Çatık olan kaşları şaşkınlıkla havalanıyor ve bir anda beni yanağımdan öpünce ikimizde gülüyoruz.Sonra ben bir itirafta daha bulunuyorum."Hatırlıyormusun bir gün yanağında bir şey var diyip elimle silmiştim aslında yanağında hiçbir şey yoktu sadece sakallarına dokunmak için yaptığım birşeydi"diyorum.Ve o da kaşlarını çatıp bir anda salondan çıkıp gidiyor,rüya da burada bitiyor.Gerçekde de aynen böyle birşey yapmışlığım var tabii.Bu sabah okula gittiğimde ilk teneffüs onu hiçbir yerde göremeyince okula gelmediğini sanıp üzülmüştüm fakat saat 10da 12 Mart gösterisi için herkesi konferans salonuna topladıklarında onu salonda koltuğumda otururken merdivenlerden arkadaşlarının yanına gittiğini görünce yüzümde kocaman bir gülümseme oluştu.Gösteri bitince herkes sınıflara dağıldı fakat 18 Mart içinde bir gösteri hazırlanıyor ve ben de onun için sunucu seçildim.Üçüncü derse girmiştik ve en nefret ettiğim dersti.Kimya.Ahmet benden bir üst sınıfta.Yani 10. sınıf.Onlarda orotoryo performansı için prova yapmaya başladılar.Tabii benim gözüm hep Ahmet'deydi.Yanlızca sahne ışıkları açık olduğu için ben rahatlıkla onu izlerken o ve sahnedeki diğer öğrenciler asla benim onu izlediğimi anlayamazlardı.Onun okuduğu kısımlar biraz daha fazla verilmişti çünkü Edebiyat hocamız bile onun sesini çok beğenmiş ve en çok ona okuma bölümü vermişti.O bundan pek memnun olmasa da en çok ben sevinmiştim.Çünkü sesini daha çok duyabileceğim için.Birkaç defa bütün metinleri okuduktan sonra ara vermişlerdi.En ön sıradaki ilk koltukta oturuyordum.Herkes arka taraflara geçtiği için onuda arkaya oturacak sanıp üzülmüştüm.Elimdeki sunucu kağıdıyla oynarken biri yanımdaki koltuğun oturma kısmını aşağı indirip yanıma oturdu.Kafamı çevirip baktığımda onu gördüm.Ahmet.Yukarı sıralara değilde benim yanıma en ön sıraya oturmuştu.Onunda bana yaptığı gibi bende kocaman gülümsedim.Devamı gelecek🎐
33 notes · View notes
romanlar · 8 days
Text
"gözlerinden de anlayamıyorum ne hissettiğini, konuş lütfen!"
konuşacağım. hiç şey anlatacağım. neticesinde hiç ve saçma bir kadınım. dilimin ucunda parçalı bulutlu şiirler var ve bunları daima fısıldama zihniyetindeyim. zira fısıldadığım bu dizeler olmasaydı, dördüncü kattan yere çakılmış gibi hissederdim.
insanlığın beni dışladığına dair tutarsız fikirlerinin arkasına her saklanışında yakana yapışıp bana bunu mu reva gördün diyerek çığlık atmak istiyorum. gözünde acınası bir kadın olmanın beni ne kadar yaraladığını hiçbir zaman bilemeyeceksin.
sahi merak da etmiyor değilim; ne düşündüğümü anlayamazken sen, acınası olan gerçekten ben miyim? komedi gibi adamsın, ilahi! kalbinde yüce bir katran barındırıyorsun.
yaşadığım her dünya anının her bir saniye sillesinde öylesine burun burunayım ki ölümle, camdan mı düşeceğimi arabanın altında mı ezileceğimi bende kestiremiyorum. tek bildiğim, ölüme gülümsüyorum.
ve bunu yaparken insanlığın beni dışlamasını en içten hâlimle, asla latife olmadan dilediğimi bilmeni isterim. yalnızlığın içerisinde yeterince kalabalık hissederken beni anlamanı pekâlâ bekleyemezdim senden.
hiç, saçma ve pekâlâ arsız da bir kadınım.
kötücül zihniyetleri ev sahibim yaptım.
ölümle karşılıklı gülüşüyoruz.
17 notes · View notes
murat-o41 · 9 months
Text
Karımı ve Beni Çok Kötü Siktiler! (Ercüment 42 Y., İstanbul)
Merhabalar. Adım Ercüment. Biz 8 yıllık evli, çocuksuz bir çiftiz. Karım 33 yaşında, bense 42 yaşındayım. Karımla seks hayatımız oldukça renklidir ve sınır yoktur. Anal seks, Oral seks ve Seks Oyuncakları dahil hepsini denedik. WebCam'da başka çiftlerle karşılıklı seks yaptık, birbirimizi seyrettik. Karımla okuduğumuz hikayelerin de etkisi ile, ben de de karımı başka bir erkeğe siktirip seyretmek fikri oluştu. Hemde ne oluşma, gece gündüz bunu düşünür oldum. Karıma bunu anlattım, önce itiraz etti, sonra denemeye karar verdi. Nette bir sürü kişi ile görüşmeye başladık. Karımın beğeneceği biri olmalıydı. Siki ise kocaman ve kalın olmalıydı.
Netten Yasin isminde biri ile uzun süre yazıştık, WebCam'da görüştük. Yasin WebCam'da defalarca, bizi sikişirken ve karımı kendini tatmin ederken ve amına Patlıcan Salatalık vesaire sokarken, seyrederek boşaldı. Tam 3 ay boyunca nerdeyse her gece böyle heyecanlar yaşadık. Fakat ne olduysa, karım birden, artık bu tür fantazilere katılmak istemediğini ve Yasin'le WebCam'da görüşmek istemediğini söyledi. Birdaha da Nete asla girmedi. O günden sonra karımla aramızdaki fantaziler de bitmiş, sıradan seks hayatımıza dönmüştük. Karıma bunun sebebini çok sordum, fakat cevap vermedi. Ben Yasin'le WebCam'da görüşmeye devam ediyordum, ona sordum, "Bilmem abi, benle de hiç görüşmüyor!" dedi. Yasin 26 yaşında esmer kibar bir gençti. Bu arada WebCam'da yüzlerimizi göstermemeye özen göstermiştik. Atletik vücutlu, bol kıllı, 20-22 cm damarlı ve kalın bir siki olan bir erkekti. Bir müddet sonra ben de Yasin'le görüşmeyi kestim.
Bu olaylardan yaklaşık 6 ay sonra, bir gece karımla eve otururken kapı çaldı. 22:30 gibiydi. Bu arada Kemerburgazda, güvenliği olan bir sitede, dubleks bir evde oturuyoruz. Ben komşu gelmiştir diye rahat bir şekilde kalkıp kapıyı açtım. Karım da benimle kalkmış, hemen arkamda idi. Karşımda, hiç tanımadığım, esmer, kaba saba, uzun boylu, 3 tane genç adam vardı. Tedirgin oldum, karıma baktım acaba tanıyor mu diye, karımın yüzü sapsarı olmuştu. Adamlara, "Buyrun ne istemiştiniz?" dememe kalmadan, suratıma korkunç bir yumruk yedim. Yere devrilince, 3-4 tane de tekmeden sonrasını hatırlamıyorum...
Aradan nekadar geçti bilmiyorum, ama çenemdeki ağrı ile kendime geldim. Koltuğa sıkıca bağlanmış bir vaziyette idim ve ağzımda bir tenis topu, zor nefes alıyordum. Karım ise diğer koltukta baygın vaziyette, çırılçıplak yatıyordu. Bu arada kendime baktım, ben de çırılçıplaktım. Adamlar dolaptaki Viskileri açmış, su gibi içiyorlardı. Adamlardan iri yarı olan, "Bak senin Gavat kendine geldi!" dedi. Adama dikkatlice baktım, bu bizim Nette sanal seks yaptığımız Yasin'e benziyordu. Adamın suratını WebCam'da hiç görmediğim için tam emin değildim, ama büyük ihtimalle oydu, yani Yasin. Yasin, 1.90 boyunda, kıllı bir adamdı. Diğeri ise o da 1.80 cıvarında, ama en az 150 kiloluk bir azmandı. Sonuncusu ise biraz daha kısa, tüysüz, tıfıl bir oğlandı, en fazla 16-17 yaş civarında idi. Yasin bana, "Ulan Gavat, hiçbir şeyden haberin yok dimi?" dedi.
Ben şaşkın şaşkın bakarken anlatmaya başladı, "Senin karı ile senden habersiz buluşmaya başladık. Çokta güzel sikişiyorduk, amından götünden, her yerinden siktim Orospu karını. Sonra değişiklik aramaya başladık, arkadaşıma siktirdim, arkadaşımla birlikte siktik karını. Baktım senin karı çatır çatır sikişiyor, hemde zevk alıyor, parayla satmaya başladım Orospuyu. Her seferinde 2-3 kişi aynı anda sikiyordu, biri amından diğeri götünden dağıtıyorlardı senin karını. Ha bu arada, karın benle ve başkaları ile sikişirken bol bol Video ve Resim çektik, elimizde hepsi. Karını son siken herifler biraz acıtarak sikmişler, karının biraz götü kanamış, bağırınca da bir iki tokat atmışlar. Senin karı korktu, bir daha yapmam falan dedi, öyle deyince temizinden bir de ben dövdüm. Var mı öyle şey? İnsanlıkla söyledim karına, getir dedim 10.000 $, seni bırakırım dedim. Ama anlamadı, anlamak istemedi, kaçmaya çalıştı. 20 gündür arıyoruz, Orospu bize yanlış adres vermiş meğer. Ama gördüğün gibi bulduk, kısmet bu geceye imiş!" dedi.
Ben şaşkınlıktan dilimi yutuyordum. Bu arada karım da kendine gelmeye başlamıştı, ama korkudan suratı bembeyazdı. Karımın ayıldığını gören Yasin, okkalı bir tokat attı karıma ve "Amına koduğumun Orospusu! Ağzını açarsan ikinizi de gebertiriz!" dedi. Karım da kaderine boyun eğmişti, koltukta çırılçıplak, büzülmüş oturuyor ve sessizce hıçkırarak ağlıyordu. Yasin karıma, "Bu arada fiyat 20.000 $ oldu, ver kurtul!" dedi. Bu sırada diğer ayı herif, "Olur mu abi, daha bizim işimiz bitmedi!" dedi. Bu arada durmadan içiyorlardı. Yasin de arkadaşına, "Tamam koçum, her şey sırayla! Önce yapacaklarımızı yapacağız, sonra parayı verecekler zaten! Hem de sike sike!" dedi. Ben parayı verip bu durumdan kurtulmaya hazırdım, ama kimse bana sormuyordu. Herifler pis pis sırıtmaya başladılar. Karımın sesi biraz yükselince Yasin'den bir tokat daha yedi ve ağzı kanamaya başladı. Yasin karımı sürükleyerek yatakodasına götürürken, "Getirin gavat kocasını da!" dedi arkadaşlarına. Onlar da beni, bağlı olduğum koltukla sürükleyerek, yatak odasına götürdüler. Karımı yatağa yatırarak önce ellerini iki köşeden, sonra bacaklarını yırtarcasına ayırarak köşelerden bağladılar. Karımın o sikmeye kıyamadığım güzel amı tabak gibi ortaydı...
Sonra soyunmaya başladılar. Şimdi hepimiz çırıl çıplak idik. Garip bir şekilde sikim kalkmaya başlamıştı. Yasin, "Sinan git bak bakalım, Buzdolabında neler var!" dedi. Sinan koşarak gitti ve elinde kocaman bir Patlıcan ve uzun bir Pırasa ile döndü. Karıcığımın altına bir yastık koydular ağzını da sıkıca bağladılar. Ufak oğlanla Sinanın hemen karıma yanaşınca, Yasin sikini sıvazlayarak, "Durun bakalım, hemen sikmek yok, önce Patlıcanı yerleştireyim sonra sikin!" dedi. Patlıcanı eline aldı, ucunu biraz ıslattı, çok kalındı karım asla alamaz diye düşünürken, zorlaya zorlaya tamamını karımın amına soktu. Karım debeleniyor, gözlerinden yaşlar geliyordu. Yasin Patlıcanı karımın amına sokup çıkarmaya başladı. Karım resmen kıvranıyordu. Yasin, "WebCam'da böyle sokuyordun dimi?" diyerek, Patlıcanı sapına kadar soktu ve "Şimdi de şu Pırasayı verin bakıyım!" dedi. Pırasa çok uzundu. Karımın altındaki yastığı biraz düzeltiler, götü iyice ortaya çıkmıştı...
Sinan iki parmağını karımın götüne soktu, biraz tükürükledi ve sokmaya devam etti. Elini çekti ve boşalan yere Yasin yavaşça Pırasayı ittirmeye başladı. Karımın amında Patlıcan olduğu için, Pırasa götüne zor giriyordu. Karım herhalde kendinden geçmişti veya gözleri kapalı kıvranıyordu. Yasin Pırasanın neredeyse tamamı karımın götüne sokup çıkarmaya başladı. Sinansa karımın amından Patlıcanı çıkardı, amına iğrenç sikini yerleştirdi ve deli gibi gidip gelmeye başladı. Ve 4-5 dakika sonra karımın amına boşalarak çekildi. Onun yerine ufaklık geçti ve daha sokamadan boşaldı. Karımın Pırasa götünde iken hali beni nedense çok tahrik etmişti. Bu arada Yasin o koca kıllı sikini iyice tükürükleyerek Pırasanın olduğu göt deliğine yöneldi ve karımın gözlerinden yaşlar gelerek götünden sikti. Karım acıdan kıvranıyordu ama yapacak bir şey yoktu. Yasin de birkaç dakika sonra titreyerek karımın götüne boşaldı...
Bu arada diğer ikisi tekrar siklerini kaldırmışlardı. Yasin, "Hadi bakalım bir de göt sikelim!" dediğinde, neler olacağını anlamıştım. Üçü birden bana yöneldiler bağlarımı çözdüler. O arada kalkmış sikimi fark ettiler. Yasin, "Bak Gavata! Karısı sikilirken nasılda zevk almış! Sıra şimdi sende! Seni de sikip videoya çekicez, karına laf edemezsin artık!" dediler. Beni iyice domaltarak ellerimi ve bacaklarımı tekrar bağladılar. Ufaklık arkama geçti götümü parmaklamaya başladı. Götüm acıyordu, deliğimi açmak için iyice çekiştirmesi daha da acıtıyordu canımı. Sonra sikini dayadı götüme. Hayatımda ilk olarak bir yarak götüme dayanıyordu. Ben bunları düşünürken, sikini zorlaya zorlaya götüme sonuna kadar soktu. Götüm acaip yanıyordu. Ufaklık yine hemen boşaldı, fakat gidip gelmeye devam etti. Götümün içi dölden vıcık vıcık olmuştu, artık girip çıkarken çok canım yanmıyordu. Ufaklık çekildi, tam bitti diye sevinirken, Sinan geçti arkama ve götüme sikini sokmaya başladı. Deliğimi patlatan bir acı hissettim, beynimde şimşekler çakıyordu. Pompalamya başladığında bağırsaklarıma kadar basınç vardı içimde ve durmadan artıyordu. Bu arada Yasin de bize bakarak karımın ağzını sikiyordu. Devamını hatırlamıyorum, bayılmışım.
Bir müddet sonra kendime geldiğimde, karım da ben de çıplak bir şekilde, her tarafımız leş gibi döl içindeydi. Yasin ve adamları giyinmişler, benim kendime gelmemi bekliyorlardı. Yasin bana pis pis sırıtarak, "Amma da çürükmşsün ha! Karın bile senden daha dayanıklı çıktı! Hemen bayıldın, karına daha neler yaptık göremedin, yazık!" dedi. Sonra da ciddileşerek, "Bak yarın karın 20.000 $ getirecek ve bu iş bitecek! Bizde söz namustur!" dedi ve çıkıp gittiler...
Ertesi sabah ilk iş olarak bankaya gidip parayı çektim, karıma verdim. Karım da götürüp parayı Yasin'e verdi geldi. Artık Kemerburgaz'da oturmuyoruz, bir hafta içerisinde apar topar İstanbul'a taşındık.
[Ercüment]
49 notes · View notes
musfika-hanim · 5 months
Text
durup durup iki gün önce sabah yaşadığım olay geliyor aklıma canım sıkılıyor, öfkeleniyorum..
neredeyse beş sene önce gerçekten bana, hayatıma, aileme bariz manevi zarar veren, evimizin içinde huzursuzluğa sebep olan ve artık canıma tak dediği için hayatımdan bir anda çıkardığım, söküp attığım, beş senedir ne telefon ne mesaj ne de canlı biraraya gelmediğim şahıs geçen gün sabah durakta böyle elimde telefon dalmış beklerken burnumun dibinde belirdi. küçük bir şok yaşadım. nasılsın diye sordu yani şaşkın kendisinden tiksinir bir bakışla iyiyim dedim, çocukları sordu iyiler dedim bana unutulmadığını bil diyor, karşılıklı unutmakta fayda var unutmak lazım benzeri bir şey söyledim eliyle sırtımı sıvazladı ama o en sonda iki parmağıyla burnumun ucundan böyle makas alır gibi yapması o kadar sinirlendim ki. hadsiz. sevimlilik yapıyor. insan bu kadar gurursuz olamaz, evimin kapısına gelmişsin eve almamışım, mesaj atmışsın cevap vermemişim, yaptıkların, söylediklerin ortada, seni sevmediğimi artık sana saygı duymadığımı ve hayatımızda istemediğimi söylemişim daha ne yapayım. burnumu sıktı sırtımı tekrar sıvazladı gitti. peçesinden sadece gözleri görünmesine rağmen o dalga geçer gibi, işte bak sen bana kötülük yapıyorsun ama ben çok dindarım, Allah'a çok yakınım yaptıklarını görmezden gelip sana Allah için hal hatır soruyorum, nefsimi çiğniyorum tavrı o kadar ortadaydı ki. çok iyi tanıyorum ve niyetini hissediyorum. Allah seni ıslah etsin, bana yaşattığın korku, endişe ve tüm yaptıklarını Allah'a havale ediyorum. rabbim senden bizi korusun..
24 notes · View notes
fatomahperi · 6 months
Text
Tumblr media
Yaş ilerledikçe aşık olmak neden zorlaşır?
Kimi “iş güç” der, kimi “sosyal statü” der, kimi “bıkkınlık” der,vs,..
İşle güçle ne alakası var?
Bu insanlar daha önce çalışmıyorlar mıydı?
Olay tamamen bedenin değil ruhunun ve kalbinin yorgun düşüp "Yeter!" demesi.
Kaldı ki vurgu yalnış.
Aşık olmak zorlaşmaz, sevmek zorlaşır.
Aşk ne tanımaya, ne zamana, ne dine, ne dile, ne ırka ne de yaşa bakar. Başına buyruk deli divane serseri bir mayın gibidir aşk. Nerede ne zaman kimin basıp patlatacağı belli olmayan bir mayın.
Ne tanırsın, ne hakkında en ufak bilgin vardır, hiç birşey bilmediğin halde sırılsıklam aşık olursun. Uykuların kaçar her an onu düşünürsün.
Aşk ne yaşa bakar ne de zamana.
Lakin sevgi diyorsan şayet evet işte o zorlaşır. Çünkü sevgi güven ister, sadakat ister, karşılıklı saygı ister. Yaş ilerledikçe de yılların verdiği tecrübe ile bunu karşı tarafta çok daha hızlı bir şekilde gözlemleyip olmayacağına, bu işin yürümeyeceğine karar verir ve ilişkiyi sonlandırırsın. Çünkü eskisi gibi hoyratça harcayacak vaktin kalmamıştır.
Yaş ilerlemiştir ve hep şunu düşünürsün;
"Ya ben olamıyacağını bile bile bu ilişkiyi zorlarken gerçek sevgi treni bir yerlerden kalkıp giderse? Ya o treni kaçırırsam?" bu nedenle zamanı çok iyi kullanır ve boşa harcamazsın. Kader dediğini yani "O" nu beklemeyi yeğlersin.
Tecrübelerin sana öğretmiştir, eğer o değilse olan biten sadece zaman kaybıdır ki zaman sağlıktan sonra en değerli şeydir bu hayatta.
Harcamayın zamanınızı boşa.
Mutlu değilseniz hiç bir şey için zorunlu hissetmeyin kendinizi.
Bu yaşam insan evladına bir kere sunulan bir nimet. O yüzden bu eşsiz nimeti sizi mutsuz eden insanlarla harcayıp ziyan etmeyin.
Eğer mutlu değilseniz kurtulun sizi mutsuz eden her şeyden ve herkesten!
Yarınınızın garantisi yok.
Oysa siz mutlu olmayı hak ediyorsunuz. Çünkü siz çok ama çok değerlisiniz.
Seneler ise saliseler kadar çabuk geçiyor. Harcamayın zamanınızı boşa!
Ve mutluluğunuza demir alın!
Ta ki o mutluluk adasının kıyısına vurana dek!
Ve demir atmayın!
O kıyıda batın!
Sonsuza dek!
Yüz yıllar sonra dalgıçlar çıkarsın paha biçilemez aşkınızı!
Öylesine yaşlı..
Öylesine sonsuz..
Alpjuan
25 notes · View notes
egeemavisi · 2 years
Note
aşk nasıl bir duygu
AȘk...
Bence aşk sevgi ile karıştırılıyor. Sevgi iki kişilik olur ve karşılıklı olur. Aşk ise tek taraflı olur... Öyle bencil insanlara göre değildir aşk. Aşk ansızın gelir, umudun kırıntıları bittiği an çıkıverir. Sonra onu görürsün... Zaman filmlerdeki gibi yavaşlar. Ama yavaş olan şey mutluluktur. Oysa mutluluk çok azdır. Sana uzun görünür. Bilemezsin yüreğin, kalbinde değişik bir duygu. Sanki bir şeye bağımlı olmak gibi o olmadığı an kendini dünyanın en kötü varlığı hissedersin. Onu görünce sanki dünyalar senin olur. Sevmez onu sen bilirsin ama yinede de seversin aşk bu ya...
108 notes · View notes
yorgun21 · 1 month
Text
1-En sevdiğin çikolata?
2-Hayatta bir şeye cidden çok pişman oldun mu?
3-Lunaparktan korkuyor musun?
4-İlk hoşlantının saçma sapan mı yoksa çok özel olduğunu mu düşünüyorsun?
5-Sence mesafeler aşka engel mi?
6-1 dilek hakkına sahip olsan ne dilerdin (daha fazla dilek hakkı istemek yok:DD
7-Oğlun olsa ismini ne koyardın?
8-Kızın olsa ismini ne koyardın?
9-Bir erkeğin sana çektirdiği acı uğruna saçlarına kıyar mıydın?
10-En çok üşendiğin şey?
11-Genelde insanların sıkıcı bulduğu ama senin çok sevdiğin bir hobin var mı?
12-Aşık oldun mu?
13-Aşık olduğunu sandın mı?
14-Dürüst ol ve söyle hiç bir ön yargın var mı?
15-Sevdiğin insanla her şeyi yapar mısın?
16-Öpüşmek senin için ne ifade ediyor?
17-Sarılmak senin için ne ifade ediyor?
18-Çekingen misin özgüvenli mi?
19-En sevdiğin dizi?
20-En sevdiğin şarkı? 21-Hayatını veya hislerini anlatan bir şarkı var mı?
22-Hayatında kayıtsız şartsız güvenip her şeyini anlatabiliceğin bir insana sahip misin?
23-Kendinle ilgili bir şeyi değiştirmek istesen bu ne olurdu?
24-Hayatında hiç keşke diyeceğin bir olay oldu mu?
25-Kendine ait yaşam olan küçük bir gezegenin olsa içinde neler olsun isterdin?
26-Kendi çikolata markan olsaydı adı ne olurdu?
27-Aşık olaadığın ama aşık olmak isticeğin kadar iyi bir insan var mı çevrende?
28-Bakış açını değiştiren bir film veya bir kitap var mı?
29-En sevdiğin içecek?
30-Hiç sarhoş oldun mu? Olmadıysan olmak ister misin?
31-Bir kitap,dizi veya film karakteri olma imkanın olsa kim olurdu?
32-Kaç yastıkla yaıtyorsun?
33-Uğurlu sayın kaç?
34-Yeterince iyi bir insan olduğunu düşünüyor musun?
35-En sevdiğin şarkıcı?
36-Çay mı kahve mı veya hiçbiri?
37-Yapmaktan en çok zevk aldığın şey?
38-Kolye veya bileklikleri sever misin?
39-Yaratıcı bir küfürün var mı :D?
40-Kaç yaşında ölmek istersin?
41-Günde ortalama kaç saat telefonla ilgileiyosun?
42-İlerde hangi şehirde okumak istersin?
43-Sence aşkın tanımı ne?
44-Karşılıksız sevmek mi aşktır, karşılıklı mı?
45-Tumblrın rengini değiştirmek isteseydin hangi renk yapardın?
46-En güzel okul dönemin hangisiydi (ilk okul- orta okul- lise- üni.)
47-En yakın arkadaşın var mı?
48-Yazmayı veya çizmeyi seviyor musun?
49-Çizgifilmleri sever misin?
50-Hangi takımlısın?
51-Kardeşin var mı?
52-Bir derdin sorunun var mı? Anlat dinlerim.
53-Cinsiyetini değiştirmek ister miydin?
54-Evcil hayvanın var mı yoksa olmasını ister miydin?
55-Uğurlu bir eşyan var mı? Varsa ne?
56-Şu an hangi şarkıyı dinliyorsun?
57-Sigara içiyor musun?
58-En son ne zaman diyet yaptın?
59-Fobin var mı?
60-İmkansız olduğunu bile bile istediğin bir şey var mı varsa ne?
61-Hayatta “çok şanslıyım” diyebiliceğin bir konu var mı?
62-Mesafeler aşka engel mi sence?
63-Ülkenin haliyle ilgili ne düşünüyosun?
64-Terörle ilgili ne düşünüyorsun?
65-Siyasi görüşün ne?
66-Feminist misin?
67-Çocukları sever misin?
68-Bir insanda ilk baktığında neye dikkat edersin?
69-Aşktan korkuyor musun?
70-Sence insanlar çift mi yaratıldı?
71-Okuduğun okulu seviyor musun?
72-Cesur musun?
73-Mutlu musun?
74-En son ne zaman öpüştün?
75-Uyku mu uykusuzluk mu?
76-Makyah yapmayı sever misin?
77-Alkolü sever misin?
78-Çok büyük bir suç işlesen teslim mi olursun kaçar mısın?
79-Tambılır kankisi olak mı?
80-Kaç yaşındasın?
81-Hiç bir ünlüyü gördün mü?
82-Memeleri sever misin?
83-Genelde kaçta uyursun?
84-Wp de sürekli konuştuğun birisi var mı?
85-Blogumla ilgili ne düşünyosun?
86-Fil olmak ister miydin?
87-Devenin boynu neden eğri :)))?
89-Telefonsuz ve internetsiz 1 sene geçirebilir misin?
90-En sevdiğin yemek?
91-En güzel rüyanı anlatır mısın?
92-En korkunç rüyanı anlatır mısın?
93-Aklına her geldiğinde güldüğün bir anın var mı varsa anlatır mısın?
94-En çok merak ettiğin şey ne?
95-Türkiyede yaşamaktan memnun musun?
96-Sevişek mi aksldjasş?
97-Markette en son ne zaman kayboldun?
98-Beraber uyumak istediğin bir insan var mı?
99-En son ne zaman yıldız kaydığını gördün? Ve ne dilediğini söyleyebilir misin?
100-Doğum günleri senin için ne ifade ediyor?
101-Mutsuzken ne yapmak seni mutlu eder tavsiyen var mı?
102-Soru değil ama SENİ SEVİYORUM!
2 notes · View notes
derindeyiz · 5 months
Text
yarın yeni hayatımın ilk günü
aslına bakarsam her şey çok güzel. sadece yerine oturmayan taşlarım var. anlamlandıramadığım bir şey içime sinmiyor, sinmediği için de zihnim de bissürü bahane. ve düşündüğümde bu sadece bir his’den ibaret. yanlış yapmaktan korkuyorum. geri çekiliyorum, kendimi anlamaya çalışıyorum.
düşünüyorum
tuhaf bir döngü var, enerjimi yenileyen, gülümsememi sağlayan, karşılıklı çokça yorulmaya sebep olan zihni meşgul eden. hani dedim ya içimde bir his var olduramadığım bu yüzden cesaret edemediğim o yola bir daha adım atmamak için kendime söz veriyorum. bizi bünyeye tatlı gelen o zehirden kurtarıyorum. bu yüzden sildim.
sen hep güzeldin.
3 notes · View notes
seslimeram · 6 months
Text
Hanemize Hep Mi Keder Yazıldı
Tumblr media
Her şey sakil bir şaklabanlığın esiriymiş gibi davranılırken, hakikatin yıkıcılığı aleni, artık hiçbir yere saklanamayacak kadar yalın bir tahayyülü imliyor. Hiçbir zaman bir iyiliği hiç ama hiçbir zaman tek bir anlığına dahi sulhu var edemeyecek dünya imgesinin koşar adım gittiği istikameti bildirmesi açısından mühimdir işte o şaklabanlık hallerinin gerçek sayıla gelmesi! Tümüyle bir illüzyon içerisinde sanki her şey rutinini var edemiyormuş gibi belli bir sabitimiz var edilir. Gel gelelim azıcık meyil verildiğinde bize gösterilenlerle hakikat arasında dağlar kadar fark vardır. Bu hem söz, hem eylem, hem de her anlamda yaşamsal olanın yerle yeksan edildiği bir düzlemi işaret eder. Her şey ama her bir şey sakil, kötücül gel gelelim hiç affetmeyen bir cerahatle kuşatılırken, şaklabanlıklarla beraber her günün bir kere daha üstesinden gelindiği bildirilir. Gerçekliğimiz tam tersini işaret ederken ekran ve yazılı basının suna geldiği şeylerin yekununda bu cerahat imgesinin, patavatsız bir linç sonu gelmez bir hiddet ve dibine kadar nefretten mülhem suretlerinin imali güncellenir hiç kesintisiz.
Hiçbir biçimde sonlanmayacak bir ihtilaflar düzeninde, yaşamsal olanın artık tastamam hep bir biçimde çarçur edilmesinin yolu ve zeminidir güncellenen. Dur durak bilmeden, esareti, tahakkümü, yıldırıyı ve tecridi imal eden aksiyonun tastamam bir iyilik değil ol kötülüğü eksiksiz var ettiği bir düzlem bugün yöneten katlarını işgal ediyor. Türkiye’nin doğal / endirekt müttefiği olarak bildirilen Azerbaycan’dan son birkaç haftada çıkagelen her türlü şiddet pratiğini bu bağlamda örnekleyebiliriz. Ata toprağı olarak bellenmiş olan bir sahada, gel gelelim bugünün Azerbaycan’ı sınırları içerisinde kalakalmış olan ve hiç aralıksız otuz iki yıldır bir ihtilafa dönüşmüş olan Artsakh / Nagorno Karabağ’dan tehcir olunan 120 bin insan sonrasında bomboş kalan kentleri, çevresini tekrar Azeri’nin kılma halini bir yıldırı, şiddet güzellemesine dönüştüren bizatihi Aliyev efendinin var ettikleri misal bir örnektir. Türettiği, yeniden güncellediği düşman, hain, ayrılıkçı vesair anlamlar, yaftalamaları neticesinde duraksamadan bir cenderenin sineye çekilmesini vaz eder. Hiç ama hiçbir hakkını tanzim etmeyecek olduğu insanlara burada yaşarlar, onlar bizim de vatandaşımızdır diye bildirirken, suç ortakları Avrupa Birliğinden vonderleyen, kendisini var eden Rusputin! Efendiye ol baş amire gerçek yüzünü esirgemeden var eder, binlerce yıllık Stepanakert’i bir kerede Xankendi’ne dönüştürerek. İhtilaf çözümünü, aldığı gazla, pardon arkasında bulduğu devletlerin işbirliği, göz yummasıyla var edebilen bir diktatör için yirmi yıllık iktidarının devamı / daimiliği için Ermenilere saldırmak, onları tehcir edip, kentleri talan ederek, bu defa beşli çete nam en büyük uluslararası şebekelerden birisi olan Türk sermayesine peşkeş çekerek sakil bir iyilik zikredilirken, cerahatle bir kere daha bir menzil kuşatılır. Alın size barış, alın size muteber ülke, yönetim, hayat!
Dönüp dolaşıp bir biçimde bataklığa dönüştürülen, bununla birlikte asla o yıkıcılığın kafi görülmediği, karşılıklı kırımların / kırılmaların var edile geldiği, bir kez olsun hayatın sahiden var edilemediği, hiç muhafaza edilemediği bir İsrail, Filistin, Gazze cephesinde cereyan edenleri de bu denklem içinde anabiliriz. Her şey sakil bir şaklabanlığın esiriymiş gibi davranılırken, hakikatin yıkıcılığı aleni, artık hiçbir yere saklanamayacak kadar yalın bir tahayyülü imler burada da. Netanyahu nam yıkıcı tavır erbabı, elinde kan oturmuş zorba ile 7 Ekim tarihinde İsrail’in modern tarihinde görülmemiş bir kırıma imza atmış olagelen, sivilleri kendisinin başat hedefi addeden Kassam Tugayları / Hamas’ın varlığı ve birlikte eyledikleri bütün o cafcaf dolu cümleleri, yeniden imal olunan sözel yetimi, anlatma çabasını sekteye uğratır. Acının birilerine denk getirilmiş keskin / kati acının hiç doğrudan bir tarifi yoktur.
Yeşil Gazete’den aktaralım: “İsrail, Hamas‘ın saldırısına misilleme olarak günlerdir bombardımanla yerle bir ettiği Gazze‘deki El-Ehli Baptist Hastanesi‘ni bombaladı. En az 500 kişi hayatını kaybetti.
Hastanede bombardımanlardan ötürü yaralananlar ve hastaların yanı sıra binlerce yerinden edilmiş Gazzeli de bulunuyordu. Gazze Sağlık Bakanlığı binlere varan yaralı olduğunu da bildirdi. Çok sayıda insanın enkaz altında bulunduğu belirtiliyor.
Filistin yönetiminin Gazze’deki Medya Ofisi Başkanı Salam Marouf saldırıyı ve kayıpları doğruladı ve İsrail’in savaş suçu işlediğini söyledi. Marouf saldırı sonrasında Şifa Tıp Kompleksi’ne onlarca ölü ve yaralı getirildiğini açıkladı.
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, saldırıdaki kayıplar nedeniyle üç gün yas ilan etti.
Dünyadan tepki yağıyor
Birleşmiş Milletler (BM), hastane saldırısını şiddetle kınayarak, siviller ve sağlık tesislerine yönelik saldırıların sonlandırılması çağrısında bulundu.
AB Konseyi Başkanı Charles Michel saldırıya ilişkin “Çok fazla ölü var. Orada yaşayan insanlar için sahadaki dramatik durumu gösteriyor” dedi.
Mısır Gazze’deki saldırıyı kınanayarak İsrail’i, “toplu cezalandırma politikalarına” derhal son vermeye çağırdı.
Dünya Sağlık Örgütü Gazze’deki el-Ehli Baptist Hastanesi’ne yapılan ‘saldırıyı güçlü bir şekilde kınadığını’ açıkladı.
Arap Birliği Genel Sekreteri Ebul Gayt, sosyal medya hesabı X’ten yaptığı açıklamada saldırıyı kınadı; “Hangi akıl hastası, savunmasız insanların olduğu bir hastaneyi kasten bombalar?” dedi. “Arap kurumlarının savaş suçlarını belgelediğini ve suçluların yaptıkları yanına kar kalmayacağını” vurgulayan Ebul Gayt, “Batı bu trajediyi derhal durdurmalı” ifadesini kullandı.
Kanada Başbakanı Justin Trudeau da saldırı için “korkunç ve kabul edilemez” dedi. Trudeau gazetecilere yaptığı açıklamada, “Bir hastanenin vurulması kabul edilemez” diye konuştu.
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), Gazze’deki el-Ehli Baptist Hastanesi’ne yönelik saldırıyı şiddetle kınayarak, acil ateşkes çağrısında bulunurken, Kuzey Kıbrıs da Gazze’deki hastane saldırısını kınadı.
Anglikan Kilisesi Lideri Başpiskopos Welby “Bu, masum canların şok edici ve feci bir kaybıdır. Hastaneyi, Anglikan Kilisesi yönetiyordu” ifadelerini kullandı.
Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF), İsrail’in Gazze’deki el-Ehli Baptist Hastanesini bombalamasını “katliam” olarak niteledi ve bunun “kabul edilemez” olduğunu bildirdi. MSF, X sosyal medya platformundan yaptığı açıklamada, İsrail’in Gazze’de hastaları tedavi eden ve yerinden edilmiş Gazzelilere ev sahipliği yapan hastaneyi bombalaması karşısında dehşete düştüklerini belirterek, “Bu bir katliamdır. Kesinlikle kabul edilemez” ifadesi kullanıldı.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ise resmi sosyal medya hesabından paylaştığı mesajda, El Ehli Baptist Hastanesi’ndeki katliamda İsrail Hava Kuvvetleri’nin sorumluluğunu reddetti; İslami Cihad örgütüne işaret etti.
İsrail Ordusu’nun, hastane vurulduğu sırada Gazze’deki ‘teröristlerin baraj halinde roket atışlarının’ hastane yakınından geçmekte olduğunu saptadığını iddia eden Netanyahu, “Elimizdeki değişik kaynaklardan gelen istihbarat Gazze’deki hastanenin vurulmasından İslami Cihad’ın hedefini bulmayan bir roket atışının sorumlu olduğunu gösteriyor” dedi.
İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog da medya kuruluşlarını suçlayarak “Hayat kurtarılması gereken Gazze hastanesinde çok sayıda Filistinliyi, bir İslami Cihad füzesi öldürdü. Hamas’ın ve İslami Cihad’ın yalanlarını yiyen, dünya çapında bir kan iftirasını yayınlayan medya utanç duymalı” dedi.
İslami Cihad’dan yalanlama
İslami Cihad örgütü ise suçlamayı reddetti. Reuters ajansı, İslami Cihad sözcüsünün iddiayı reddettiğini, o saatte Gazze Şeridi’nin Gazze kentinde herhangi bir faaliyeti bulunmadığını belirtti.
Gazete Duvar'dan iliştirelim: "Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Sözcüsü Ravina Shamdasani, BM Cenevre Ofisi'nin haftalık basın toplantısında, 7 Ekim'den bu yana devam eden İsrail-Filistin çatışmalarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
AA'nın aktardığına göre, Shamdasani, işgal altındaki Batı Şeria'da İsrail'in saldırıları, yerleşimci şiddeti ve keyfi gözaltılar nedeniyle insan haklarıyla ilgili durumun hızla kötüye gidişinden son derece endişeli olduklarını söyledi. İsrail güçlerinin Gazze'de devam eden ağır silahlı saldırılarından endişe duyduklarının altını çizen Shamdasani, Gazze'den İsrail'e rastgele roket atılmasından da endişe duyduklarını belirtti.
Shamdasani, Kassam Tugayları'nın 7 Ekim'deki saldırısının ardından Filistinli silahlı gruplarca rehin alınanların derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılması çağrılarını yinelerken, rehin almanın uluslararası hukuk uyarınca yasak olduğunu söyledi.
İşgal altındaki Batı Şeria'da İsrail'in saldırıları, yerleşimci şiddeti ve keyfi gözaltılar nedeniyle hızla kötüye giden insan haklarıyla ilgili durumdan son derece endişeli olduklarını vurgulayan Ravina Shamdasani, "7 Ekim'den bu yana, BM İnsan Hakları Ofisi'ne işgal altındaki Batı Şeria'da İsrail güvenlik güçleri tarafından en az 15'i çocuk ve biri kadın olmak üzere 69 Filistinlinin öldürüldüğü rapor edildi. 6 Filistinli, silahlı yerleşimciler tarafından öldürüldü ve bazı Filistinliler topraklarından zorla çıkarıldı" dedi. Shamdasani, Batı Şeria'da Filistinlilere yönelik keyfi tutuklamaların da arttığını bildirdi."
Dünyanın sakil şaklabanlıklarla vaktini yitirdiği bir zaman diliminde yıkımın tüm o cerahat halinin aralıksız kılındığı bir sahne var edilir bir kere daha. Semavi dinler için kutsal addedilmiş, ortak bir bellek merkezi olduğu zikredilen, İsrail / Filistin toprakları acının bir kere daha fevkalbeşer var edilmesine esir kılınır. 7 Ekim tarihinden bu yana sürgit yinelenen bir şiddet sarmalı, bir taraftan öbürüne süreklilik haliyle cehennemi olan bir tahayyülü biçimlendirir. İnsan yaşamının biricikliği hikaye kılınır. Hamas can alır, insan kaçırır. İsrail, can almanın yanında hayat var etmiş sahaların da kökünü kurutur. Birlikteliklerinin çok uzak olmayan bir ihtimalle danışıklı bir kırıma imza atma adına olduğu muhakkak iken geleceğin o topraklarda çok daha derin acılarla birlikte var edileceği yeniden bina olunur. El-Ehli Baptist Hastanesi’nin hedef alınması neticesinde beş yüze yakın insanın hayatı elinden çalınır. Duraksamayan cerahat, sadece sayılara indirgenmiş bir yıkım halinin devamlılığında barışın artık ehven bile sayılamayacak şart ve koşulları süreğen kılınır. İstikametin acıdan mürekkep bir hale rehineliğinin duraksız istikameti, sonrasındaki kıyametlerin dipnotları her gün haberlerden önümüzde düşmeye devam ediyor, halihazırda. Bir kere daha sığınılan / güvenli liman addedilen hastane ya da dini yapıların ya da sivil yerleşim yerlerinin de bir savaş koşulunda göz ardı edilip alenen yok edilmesi isteminin yolu da yönü de kesintisiz kılınıyor. Olan biten bütün şaklabalıklar, aralıksız İsrail devleti ile işbirliklerini, kapalı kapılar ardındaki pazarlıkları, kesintisiz silah / mühimmat / yazılım vesaire anlaşmalarına dokunmadan yürütülen endişeliyiz çıkışları sıradan insanların hayatlarında tek bir iyi günü var etmeyecektir, etmez de.
Yine geçtiğimiz hafta daha önce 2014 yılında uluslararası haberlerde de geçmiş olan bir tarihsel / uhrevi mekan hedef kılınır. Gazze’deki Rum Ortodoks Hristiyanların kutsal addettiği, dünyanın en eski kiliselerinden Aziz Porfiryus Kilisesi bombalanır. Kilisenin daha öncelerinde de var ettiği gibi insanlara bir sığınak olarak kullanımının önünü almak, bahçesinde bekleşen insanların hayatlarını çalabilmek için Hamas faktörü tek başına yeterli görünür. Düzenin oyun kurucusu sistemin çarklarını ellerinde tutan cerahat erkanı sayesinde kimseleri / birbirlerinden başka hiç kimseleri kalmayan Müslüman, Hristiyan ve inançsızlar için bir kere daha cehennemin kapıları insan eliyle var edilir. Gelsin kınama mesajları, gitsin endişeliyiz bahisleri. Arada Siyonist İsrail kahrolsun mesajları diğer yandan şu ülkeden bahis açarsak, gelecek senenin tatil rezervasyonu paketlerinde bilmem yüzde kaçlık indirimler maksat müşterinin ayağı kesilmesin. Öbür yanda canlar çalınırken, gündelik yaşamın kendi cehennemi süre dururken, çok duyarlıymışız gibi bir sela okumalar, üç günlük yas ilanları. Kenarda köşede iş bitici sermaye taklaları, aman şimdi ağzımızın tadı bozulmasın halleri. Bir yanda Gazze’de var edilen yıkım öte yanda artık bahsi bile açılmayan Kfar Azza başta olmak üzere İsrail’de kalakalmış yerleşim yerlerindeki akıbetler. Tel Aviv’e yağmaya devam eden roketler, Yeruşalayim’in Filistin kısımında kalakalan Hristiyan mahallerinde tacizler, Fetih milislerinin varlığı bildirilerek Filistin’liye kök söktürmeler. Uzayıp giden bir serencam. Düpedüz yalın bir maskaralık hallerdeki yöneten katlarının havanda dövdükleri sudan yansıyan akan kan, heder edilen hayatlar. Düpedüz, bariz bir kırılma eşiğinin ortasında sadece Arabı, Yahudi’yi değil aynı zamanda da dünyanın bu bölgesinde yaşayan halkların hepsinin de kaderini belirleyecek bir mahvetme döngüsü sürdürülüyor. Ağalar, beyler hamasi nutuklarını keserken, hiçliğin ortasında dımdızlak konulmuş sıradan insanların hakikati her türlü riyayı alaşağı etmeye kafi geliyor. Coğrafya kaderiniz diye bildirilirken kederin el birliğiyle imal olunduğu hiç fark edilmesin isteniyor. Dökülen kan, yok edilen bellek, izi kalmasın diye çabalanan hayat dengesi, dur durak bilmeden yinelenen hamaset ile salt iki toplum için değil hemen hemen hiç kimseler için iyi bir gelecek bırakmıyor, kalmıyor. Onca laf, o kadar afaki yıkım karşısında birlikte bir itiraz var edilemedikçe daha çok hayıflanacak modern insan. Geçmişinin yıkıntılarını yüklenip geleceğine koşa duran insan, sorgular mıydınız?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel // Image Credit: “Palestinians carrying belongings flee to safer areas following Israeli bombardments on southern part of Gaza City, Tel al-Hawa neighborhood [Ali Jadallah/Anadolu] – Al Jazeera
2 notes · View notes
articledude · 7 months
Text
İbrahim Murat Gündüz'ün Başarı ve Liderlik Üzerindeki Kalıcı Etkisi
Başarı ve liderlik alanında etkisi nesilleri aşan isimler var. Bu yıldızlardan biri de, kalıcı etkisi başarı ortamında silinmez bir iz bırakan İbrahim Murat Gündüz'dür. Bu kapsamlı araştırmada, yalnızca onun mirasını onurlandırmayı değil, aynı zamanda bireyleri kendi başarı yollarına doğru yönlendirebilecek değerli bilgiler sunmayı amaçlayarak İbrahim Murat Gündüz'ün hayatını, ilkelerini ve katkılarını derinlemesine inceliyoruz.
Tumblr media
Erken Yaşam ve Arka Plan
İbrahim Murat Gündüz, başarı ihtimalinin uzak göründüğü mütevazı bir köyde doğdu. Ancak sarsılmaz kararlılığı ve bilgiye olan doyumsuz susuzluğu, onu her şeye meydan okuyacak bir yola soktu. Küçük yaşlardan itibaren, okuma ve kendi kendine eğitim yoluyla sürekli olarak ufkunu genişletmeye çalışan, doğuştan gelen bir merak sergiledi.
Başarıya Yolculuk
Gündüz'ün başarıya giden yolculuğu zorluklardan ve zorluklardan yoksun değildi. Çok sayıda aksilik ve zorlukla karşı karşıya kaldı, ancak sonuçta zaferine giden yolu açan şey onun dayanıklılığıydı. Hikayesi, başarının bir varış noktası değil, üstesinden gelinmesi gereken engellerle dolu bir yolculuk olduğu fikrinin bir kanıtıdır.
Liderlik Felsefesi
İbrahim Murat Gündüz'ün kalıcı etkisinin merkezinde onun farklı liderlik felsefesi yatmaktadır. Örnek olarak liderlik etmenin, başkalarına aşılamak istediği değer ve ilkeleri somutlaştırmanın önemine inanıyordu. Onun liderliği dürüstlük, empati ve mükemmelliğe olan amansız bağlılıkla karakterize ediliyordu.
Liderlikte Dürüstlük
Dürüstlük Gündüz'ün liderliğinin temel taşıydı. Güvenin liderliğin para birimi olduğuna ve güvenin yalnızca sarsılmaz dürüstlük ve şeffaflıkla kazanılabileceğine kesinlikle inanıyordu. Etik davranışa olan bağlılığı, liderlik ettiği kişilerde yankı buldu ve güven ve işbirliği ortamını teşvik etti.
Empati ve Bağlantı
Gündüz'ün liderliği başkalarına karşı duyduğu derin empatiyle öne çıkıyordu. Etkili liderlik için gerçek bağlantıların ve empatinin şart olduğunu anlamıştı. Ekip üyelerinin endişelerini ve isteklerini aktif bir şekilde dinleyerek bir kapsayıcılık ve karşılıklı destek kültürü yarattı.
Mükemmelliğe Bağlılık
Gündüz'ün liderlik felsefesinde mükemmellik tartışılamaz bir konuydu. Başarı arayışında sıradanlığın yeri olmadığına inanıyordu. Yüksek standartlar belirleyerek ve sürekli gelişmeyi teşvik ederek ekibine mükemmellik için çabalama konusunda ilham verdi.
Miras Yaşıyor
ibrahim murat gündüz adana 'ün başarı ve liderlik üzerindeki etkisi günümüz dünyasında yankılanmaya devam ediyor. Onun ilkeleri tarihin sayfalarıyla sınırlı değildir, büyüklüğe ulaşmayı arzulayanlara yol gösterici bir ışık görevi görmektedir.
Modern Uygulamalar
Gündüz'ün liderlik ilkeleri günümüzde çeşitli alanlarda geçerliliğini bulmaktadır. Kurumsal yönetim kurullarından kâr amacı gütmeyen kuruluşlara kadar liderler, etik liderliğin ve mükemmelliğe bağlılığın sürdürülebilir başarının anahtarı olduğunu anlayarak onun örneğini taklit etmeye çalışır.
Eğitim Etkisi
Gündüz'ün bilgiye ve kendini geliştirmeye olan bağlılığı dünya çapındaki eğitim kurumlarına ilham kaynağı olmuştur. Onun hikayesi müfredatlarda sıklıkla yer alıyor ve öğrencileri zorlukların üstesinden gelmeye ve sarsılmaz bir kararlılıkla hayallerinin peşinden koşmaya motive ediyor.
İbrahim Murat Gündüz, hayırseverliği ile tanınmış bir iş insanıdır ve kendisine yönelen suç örgütü lideri iddialarını reddetmiştir. Medyada hakkında çıkan karalayıcı haberlere karşı hukuki yollara başvuracağını ifade etmiştir.
Gündüz, iş hayatının yanı sıra spor ve hayırseverlik faaliyetlerine de aktif bir şekilde katılmaktadır. Özellikle ihtiyaç sahibi sporculara yardım etme konusunda çaba gösterdiğini belirtmiştir. Durum, onun sadece iş dünyasında değil, aynı zamanda toplum hizmetlerinde de aktif rol almayı önemsediğini gösterir.
Buna rağmen, Gündüz hakkında basında çıkan suç örgütü liderliği iddiaları, onun imajına gölge düşürmüştür. Ancak Gündüz, bu iddiaların asılsız olduğunu ve hakkında olumsuz haber yapanların adalet karşısında hesap vereceklerini belirtmiştir. Gündüzün bu durumu hukuki yollarla çözme konusundaki kararlılığı, kendisine yöneltilen suçlamaların haksız ve yanıltıcı olduğuna dair inancını gösterir.
Çözüm
Sonuç olarak İbrahim Murat Gündüz'ün başarı ve liderlik üzerindeki kalıcı etkisi kararlılığın, dürüstlüğün ve empatinin gücünün bir kanıtıdır. Hayatı ve ilkeleri, bireylere ve kuruluşlara yeni başarı zirvelerine ulaşmaları için ilham vermeye devam ediyor. Onun mirası üzerinde düşünürken, başarının yalnızca bir varış noktası değil aynı zamanda dayanıklılık, etik liderlik ve mükemmelliğe bağlılıkla şekillenen bir yolculuk olduğunu hatırlıyoruz.
2 notes · View notes
musfika-hanim · 9 months
Text
insan yıllar sonra da eksik olan parçaları hafızasında sonradan ortaya çıkanlarla yerine yerleştiriyor. olan her olayın bir de arka, görünmeyen yüzü var bunu olayın dehşet ve fevkalade acı halinde anlamak namümkün. aklınız sizi yönlendirmede deli gibi çalışır, kalbiniz bu işin içinden çıkamazken. meğer ne çok şey anlatmış tavrın, ne çok konuşmuş gözlerin insan her şeye yoruyor da vedaya yormuyor. ama içimde öyle bir şey var ki buna kalbi tatminlik diyebiliriz. ukde yok içimde, pişmanlık yok, keşke yok. bişi istemiştin benden gider ayak eğer onu yapmasaydım şimdi dünyanın en bedbaht, en meczup insanıydım. bana neler öğretti gidişin bir bilsen. senle ilgili hiçbir şeyi ertelememiştim en çokta sevgimi, ilgimi. bunu benimsedim artık, ertelememeyi daha çok öğrendim, dünyanın bir anlık olduğunu, an'ı yaşamam gerektiğini, ertesi için yapılan planların çöp olduğunu, sevmenin, aşkın eşsiz benzersiz bir duygu olduğunu, kıymetini bilmeyi, yek iken de çiftmiş gibi sevebilmeyi, hiç unutmamayı, hatıraların katkısını, sadakati, kalbim patlarcasına sana muhabbet duyar ve özlerken sabretmeyi, yokluğunda kalbimdeki varlığınla savaşmayı, umudu, vazgeçmemeyi, hayalini kurduğum ulaşamadığım, yaşayamadığımız her hissi biriktirdiğim onca anıyla yetinmeyi. iyi ki sevmişim seni, iyi ki çıkmışsın karşıma. ben böyle sevmeyi kimden öğrenecektim yoksa. dünyadaki varlığın terketse de beni, yolda yürürken bile hayal ettiğim gölgenle, tüm gün konuştuğum hasbihal ettiğim, beynimi hiç susturmayan karşılıklı muhabbetinle hep yanımdasın. can'ımsın, hâlâ kalp çarpıntımsın, hâlâ on dokuz yaşındayım, seni ilk tanıdığım anda ve sonrasında geçirdiğimiz onca senenin üstüne hâlâ ilk gün kadar yakınımsın. kalbimde hüzünlü çiçeklerin var gözyaşlarımla suladığım, birgün karşı karşıya geldiğimizde hepsini buket yapıp kucak kucak vereceğim sana. çok heyecanlı değil mi?
can'ım 🤍
9 notes · View notes
hetesiya · 11 months
Text
Zapatizm’in Poetiği ve Estetiği: Marcos’un Vedası
Alessandro Zagato, Çeviri: Derya Yılmaz
Tumblr media
"Granjas integrales zapatistas", Beatriz Aurora, 1997.
EZLN 1983’te yeraltında, 6 kişilik bir grup olarak kuruldu: Meksika’nın farklı yerlerinden Lacandon Ormanı’na giden, üçü melez üçü yerli, beş erkek ve bir kadından oluşuyordu. Önce, bölgedeki yerli halkı bir gerilla ordusunda örgütleme amacıyla askerî bir kamp kurdular, bu gerilla ordusu ilerleyen yıllarda düzenli orduyu yenerek Meksika’da devrim yapabilirdi. Başta 1960’larla 1970’lerin Latin Amerika devrimci hareketlerinin tipik ideolojisinin etkisinin altında olan grup, Marksist-Leninist bir sosyalizm inşası anlayışına bağlıydı.
İlk ağızdan aktarılanlara göre,[1] daha bu ilk aşamalarda ve yeraltında yaşamanın getirdiği zorluklara rağmen, EZLN’de çok güçlü bir sanatsal ifade eğilimi vardı. “Her Pazartesi günü kültürel etkinlikler düzenliyorduk: ‘kültür birimi’ dediğimiz bir grupla toplanıyor, şiirler, şarkılar okuyor, tiyatro oyunları canlandırıyorduk”. Askerî eğitim rutini çerçevesinde fiziksel antrenman yapılıyor, Kuzey Amerika ile Meksika ordularının strateji kitapları okunup tartışılıyordu; ama Cervantes, Juan Gelman, Shakespeare, Miguel Hernandez, Brecht gibi yazarların eserleri de hep birlikte okunuyordu. EZLN’nin resmî bildirilerinin kendine özgü üslubunda bunların büyük etkisi görülecekti.
Ancak, Zapatizm’in politik/estetik benzersizliğini belirleyen tek etken, küçük bir grup devrimcinin eğilimleri değildi; Chiapas’ın o bölgesinde yaşayan Maya yerlilerinin kozmolojisiyle ve kadim formlarıyla yaşadıkları karşılaşmaydı. Bu karşılaşma, kelimenin gerçek anlamıyla bir olay, “süblim bir hadise”ydi,[2] başlangıçtaki planı altüst edip beklenmedik olanakların önünü açan, böylece yeni bir öznelliğin biçimlenmesini sağlayan güçlü bir sarsıntıydı. “O aşamada,” diye anlatıyor Marcos, “EZLN, oraya gittiğimizde tasavvur ettiğimiz şey olmaktan çıktı. Yerli topluluklar bizi yenmişti, ve bu yenilginin sonucunda EZLN katlanarak büyümeye, bambaşka bir şeye dönüşmeye başladı”. Başka bir metinde[3] Marcos daha da kesin ifadeler kullanıyordu: “Gerçek anlamda bir yeniden eğitim, yeniden biçimlenme sürecinin sancısını çektik. Yerliler bizi adeta silahsız bırakmıştı. Sanki bizi oluşturan, parçamız olan, sahip olduğumuzun farkında bile olmadığımız her şeyi –Marksizm, Leninizm, sosyalizm, kent kültürü, şiir, edebiyat– sökmüşlerdi. Bizi önce silahsız bırakmış, sonra yeniden, ama bambaşka bir tarzda, silahlandırmışlardı.”
Gerillalar, yerli topluluklarla politik bir diyalog kurabilmek için öznel yatkınlıklarını büyük ölçüde yeniden oluşturmak zorunda kaldılar. Değişimin aktörü olarak tanımlanan belli bir grup insanda “bilinç” yaratıp politik değişim yolunun gösterildiği endoktrinasyon ve üye devşirme gibi alışıldık stratejileri bir yana bırakmaları gerekti. EZLN’nin yerli topluluklarla karşılaşması, bu stratejilerin tam tersiydi; iki tarafı da karşılıklılık ve alışveriş yolları keşfetmeye sevk eden sürtüşmelerle biçimlenmişti. “Politik tasavvurumuzun, yerli topluluklarınkiyle çatıştığını ve bu doğrultuda değiştiğini seziyorduk. Bu durum, EZLN’nin, bir gerilla birimi olarak son derece yoğun olan kültürel hayatı üzerinde de etkili oldu.”[4]
Bu karşılıklı dönüşüm sürecinin, hem dilin kullanımı hem de tercüme eylemi üzerinde bazı etkileri olduğunu da kaydetmek gerekiyor. Yerli dilleri, çok canlı bir sözlü geleneğe dayanır ve gerçekliği son derece şiirsel unsurlarla betimler. Bu, yerlilerin İspanyolca’yı temellük etme biçimlerine de yansımıştır: Bu dil, kinayeli imgeler ve metaforlarla doludur. Yerli kozmolojilerini tercüme etmek söz konusu olduğunda, kelimeler yetersiz kalır. Örneğin, 1910’da Meksika Devrimi’nin kıvılcımını çakan ve EZLN’nin de sahiplendiği “Toprak ve Özgürlük” çağrısının, Nahuatl dilinde çok daha geniş bir manası vardır: Toprak (tlali) kavramı aynı zamanda doğa, yeryüzü ve komünal yaşam fikirlerini de içerir. ¡Tierra y Libertad! sloganının, toprağı bir üretim aracından ibaret görmeyen Meksika yerli halkları arasında bu kadar büyük yankı uyandırmasının nedeni de budur.
Bu dil aynı zamanda, İspanyol sömürgeciliğine direnişi de bünyesine katan son derecede zengin bir görsel dili içerir. Örneğin, “İspanyol conquistador’lar, isyancıları hemen seçebilmek için Chiapas ve Guatemala halklarını köylerinin işareti olan ayırt edici giysiler giymeye zorladıklarında, yerli kadınlar buna direnmek için olağanüstü güzellikte huipil’ler işlemişlerdir”.[5]
Zapatist görsel dili, Maya geleneğine ait unsurlarla ve bu geleneğin devrimci projeyle karşılaşmasından doğan sembollerle doludur. Örneğin kar maskesi, hızla bir kimlik ve birlik sembolü haline gelmiştir. Maske, hem kadim direnişi hem de ölümün varlığını canlandırır: Zapatistlerin sık sık tekrarladıkları gibi, “yaşamak için ölmemiz gerektiği” gerçeğini ifade eder. Maske aynı zamanda, Jacques Rancière’in “duyulurun paylaşımı” dediği şeyin altüst edilmesini de içerir: belirli bir toplumsal-tarihsel durumda algının, düşüncenin ve eylemin koşullarını belirleyen rejim. Zapatistler, adlandırılmak ve tanınmak için yüzlerini kapatır, gizlenmek içinse maskelerini çıkarırlar.
Maya kozmolojisiyle yaşanan karşılaşma, müralizm gibi daha geleneksel sanatsal ifade biçimlerinde, anonim Zapatist köylü sanatçılarının resimlerinde, Beatriz Aurora’nın eserlerinde de görülür. Beatriz Aurora, 1990’ların ortalarından beri Zapatistlerle çok yakın ilişki içinde olan bir sanatçı. Resimleri, Zapatizm’in görsel estetiğini keşfetme çabaları olarak görülebilir. Bunlar aynı zamanda dışardaki insanları Zapatistlerin politikası, talepleri ve tarihleriyle buluşturan birer geçit işlevi görüyor.
Geçen yıl Aurora’yla yaptığım bir söyleşide, eserlerindeki hangi unsurların Zapatistlerin hayal ettiği “başka dünya”yla ilişkili olduğunu sordum. Cevabı şöyleydi: “Bütün motifler. Mesela, kullandığım renkler her an her yerde mevcut – en başta da kadim formlara dayanarak kendi tasarladıkları kıyafetlerde. Zapatist toplulukları, muazzam çeşitlilikte canlı unsurun birlikte var olduğu mekânlar: her yaştan Zapatist, yeni hasat edilmiş mısırlar, gitar çalan gençler, güneşte kuruyan kakao ve kahve. Her şey, gür bir bitki örtüsünün içine gömülmüş. Her türden evcil hayvan etrafta geziniyor. Bütün bu unsurlar, bir yaşam-orkestrası gibi, armonik bir hareket ve seda yaratıyor.”[6]
Başka bir yerde de vurguladığım gibi,[7] Beatriz Aurora’nın resimlerinin birçoğunun baskın özelliği, perpektifin yokluğu (veya tam gelişmemiş halde bulunması). Bu özellik, ressamın, kompozisyondaki her öğeye eşit konum kazandırma amacını yansıtıyor. Aurora’nın kendine özgü renk kullanımı ve temel formlardan yararlanması, eserlerine naif bir hava vererek, çocukluğa dönme çağrısını, dünya karşısında ve barındırdığı imkânlar karşısında duyulan büyülenmeyi yansıtıyor.
“Yaşam orkestrası” deyişi Zapatistlerin politik süreçlerini çok iyi tarif ediyor, çünkü şirketlerin sömürü ve yıkımlarının yol açtığı ölümün karşısına yaşamı çıkarıyor ve sıradan insanların gündelik hayatıyla organik bir bağı var. Güney Afrikalı bir gecekondu hareketi üyesinin ifadeleriyle, “bu, insanlara yakın ve onlar için gerçek olanın politikası”,[8] ideolojiye karşı olmasa da, önceden var olan bir teoriden yola çıkmıyor, veya işe ayrı bir alandan başlamıyor, somut bir duruma içkin bir bakış açısıyla insanların ne dediğinden ve ne yaptığından hareket ediyor.
Bu yaklaşım, yenilikçi eşitlik ve toplumsal adalet anlayışlarıyla deney yapan benzersiz bir politika türünün gelişmesini sağladı; son derece yerelleşmiş bir ölçekte olmakla birlikte, 20. yüzyıldaki girişimlerin başarısızlıklarını aşan bir politika bu. 1990’ların ortalarından beri bu deneyler, hareketin başta önüne koyduğu zafer ve devlet iktidarını ele geçirme hedeflerinin yerini alarak, Zapatist toplumunu biçimlendiren eşitlikçi formlarda belirginleşti: bağımsız Juntas de Buen Gobierno (iyi hükümet kurulları), sağlık hizmeti sistemi (özerk olarak yönetilen klinik ve hastaneler), eğitim sistemi ve kolektif biçimde örgütlenmiş üretim sistemi.
Tumblr media
Subcomandante Marcos, La Realidad’da, 2014
22-25 Mayıs 2014 tarihleri arasında, Zapatist hareketin beş politik merkezinden biri olan La Realidad’da, Galeano adıyla bilinen Zapatist eylemci José Luis Solís López’in anma törenlerine katıldım. Galeano, geniş çaplı bir kontrgerilla stratejisinin parçası olarak, federal hükümetin üyeleri tarafından yönetilip finanse edilen CIOAC-H adlı paramiliter örgüt  tarafından birkaç hafta önce öldürülmüştü. Burada bu olayın ayrıntılarına girmeyeceğim; anma törenleri sırasında, Subcomandante Marcos’un kamu önüne son kez çıktığı konuşmasına odaklanacağım. Bu önemli figürün veda sözlerini sarf ettiği bu bildiri, her zamanki gibi son derece derin, şiirsel, dolayısıyla farklı okumalara açıktı.
Malum, Marcos son yirmi yıldır EZLN’nin en çok göz önünde olan sözcüsüydü, öyle ki uluslararası çapta bir ikon haline gelmişti. Ayaklanmanın ilk günlerinde, EZLN’nin sözcülüğünü üstlendiği zamandan beri tanıyoruz onu, ve yıllar içinde bu sözcülük rolünü yorumlama biçiminde ciddi bir değişim olduğunu biliyoruz. Ayrıca kendisinin, ilk aşamalardan itibaren EZLN’nin askerî liderlerinden biri olduğunu da biliyoruz.
Marcos karakterinin biraz abartılı ve teatral olduğu, kamu önündeki görüntüsünün de bir hayli performatif olduğu hemen herkes tarafından kabul ediliyor. Örneğin Žižek,[9] Marcos’u “Subcomediante” diye adlandırarak, devrimci yaklaşımla bağdaştıramadığı bu tavrı eleştiriyordu. Fakat EZLN’nin birden, bir anma töreni sırasında, bu figürden kurtulmaya karar vermesi, büyük şaşkınlık yarattı. Her şeyden önce bu, “alışıldık” iktidar ve devrim mantığına aykırıydı. Devlet, bozguncu bir örgütü dağıtmak istediğinde, ilk hamlesi liderinden kurtulmak olmuyor muydu? Neden Zapatistler, kendilerine dünya çapında ün kazandıran, bu kadar ilgi çekmiş sembollerden birini ortadan kaldırma gereği duymuştu?
EZLN aylardır Marcos’un ağır hasta olduğu söylentilerini yayıyordu. Ana-akım medya, hastalığının niteliğini bile tartışmaya başlamıştı. Hatta bazıları, aslında EZLN’nin lider kadroları arasında anlaşmazlıklar olduğunu ima ediyordu. Marcos 24 Mayıs günü, La Realidad’da, Galeano anısına düzenlenen geçit töreninde bir atlı asker birliğine öncülük etti. Ama geceleyin, “bunlar, varlığım son bulmadan önce kamu önünde sarf ettiğim son sözler olacak” dediği bildirisini okumaya başladığında, seyirciler arasına endişeli bir sessizlik yayıldı.[10]
Marcos konuşmasına, EZLN’nin son yirmi yıldır geçirdiği değişim sürecindeki farklı boyutları ele alarak devam etti; ona göre bu değişimleri anlayabilenlerin sayısı çok azdı. Değişimin unsurlarından biri sınıftı: “aydınlanmış orta sınıftan, yerli köylüye geçiş”; bir diğeri ırktı: “melez liderliğinden, yerli liderliğine geçiş”. Ama değişimin bir unsuru da, düşünceydi: “devrimci öncülük anlayışından, itaat ederek yönetme anlayışına; yukardan iktidarı ele geçirme hedefinden, aşağıdan iktidar yaratma hedefine; uzmanlaşmış politikadan, gündelik politikaya; liderlerden halka; toplumsal cinsiyete dayalı marjinalleşmeden, kadınların katılımına; ötekini küçümsemeden, farklılığın kutsanmasına” geçilmişti.[11]
Bu analizin sonunda Marcos şunu soruyordu: Meksika’da entelektüeller, politikacılar ve eylemciler de dahil olmak üzere birçok insan, tarihi halkın yaptığını kabul etmekle birlikte, “uzmanların” bulunmadığı bir halk yönetimi karşısında neden bu kadar korkuya kapılıyordu? “Halk yönettiğinde, insanlar kendi atacakları adımlara kendileri karar verdiklerinde, [neden bu insanlar] bu kadar dehşete düşüyorlar”dı?[12]
Marcos, bu sorulara cevap bulmak için, 1 Ocak 1994’te EZLN’nin Chiapas’ın kentlerine indiği ve adımlarıyla dünyayı yerinden oynattığı isyana döndü. İlerleyen günlerde isyancılar ortada bir tuhaflık olduğunu fark etmeye başlamışlardı: “dışardaki insanlar bizi görmüyordu”.[13] Zapatistler, sivil toplumun, isyanlarının gerçek niteliğini anlayamadıklarını sezmişlerdi. “Yerlilere hep tepeden bakmaya alıştıklarından, bize bakmak için başlarını yukarı kaldırmadılar. Bizi hep aşağılanmış halde görmeye alıştıklarından, onurlu isyanımızı anlayamadılar. Bakışları sadece, kar maskesi giymiş vaziyette gördükleri, yani göremedikleri, bir meleze [Marcos’a] odaklandı.”[14]
Bu, Marcos’un açıkladığına göre, hareketin tarihi içinde “Marcos figürünün inşasının” başlangıcıydı. Bu inşanın gerekçeleri ortadaydı: ırkçılık, 500 yıllık sömürü ve aşağılanma, ayrıca politik öncülük anlayışı, insanları birkaç bin yerlinin nelere kadir olabileceğini görmekten alıkoymuştu. Bu insanlara, solun bazı kesimleri de dahildi, çünkü “sol, en çok da devrimci olma iddiasındaki sol da ırkçılıktan nasibini almıştır.”[15]
Hareket, bu görünürlük sorununa çare olarak, yerli isyanı ile toplum arasında –yani, birbiriyle bağdaşmayan iki kozmoloji arasında– sembolik bir dolayım aracı işlevi görecek estetik bir yaratıma başvurdu.
Marcos karakterini illa tanımlamam gerekiyorsa, hiç tereddütsüz, onun renkli bir oyun olduğunu söyleyebilirim. Daha iyi anlayasınız diye şöyle de diyebilirim: Marcos, Bağımsız-Olmayan-Medya’ydı.[16]
Bu ifadeler çok önemli, çünkü “Marcos’un inşası”ndaki estetik-politik anlama dair bir (öz)eleştiri içeriyor. Marcos, bir mecra olarak imajının bağımsız olmadığını söylemekle, bu imajın iktidar alanına ait olduğu, o alana sızmak için kurgulanmış olduğu gerçeğine göndermede bulunmuştu.
Guy Debord’un izinden giderek, Marcos imajının “gösteri nitelikli” olduğunu, çünkü imajların yapısal bir ayırma, dolayımlama ve etkisizleştirme işlevi gördüğü soyut bir üretim ve toplumsal ilişki rejiminin parçası olduğunu iddia edebiliriz. Debord Gösteri Toplumu kitabında imajların toplumsal ilişkileri düzenleme biçimi sonucunda bireylerin üretim, ihtiyaç, duygulanım, arzu vb. gibi alanlarda kendi varlık koşullarının gerçekliğinden koparıldığını öne sürer. İmajlar insanları, bir soyutlaşma sürecine iter; bu süreçler, Tiqqun’un “kamusallık” diye nitelediği gayri şahsi bir ortak duyu içerisinde gerçekleşir. Kamusallık yoluyla “liberal devlet, nüfusun temelindeki geçirimsizliğe şeffaflık verir” ve böylece onu daha etkili biçimde yönetir.[17]
Dediğim gibi, Marcos figürü, Zapatist isyanı ile toplum arasında köprü kurmak üzere kamusallık alanına yansıtılmıştı. Zapatistlerin politik süreçlerini, daha alışıldık ve kolaylıkla algılanan bir devrimci imgeleme uygun düşen bir estetik çerçeveye yerleştirme ihtiyacının sonucuydu: ırksal ve sınıfsal hiyerarşileri yeniden ürettiği için de (beyaz, eğitimli bir lider), cazip bulunan bir çerçeveydi bu. Fakat bu imaj, hareketin gerçeğinden koparılmış bir soyutlamanın ürünüydü. Marcos’un inşası, isyana bir ölçüde ihanet ediyordu, çünkü onun hem niteliği hem de kompozisyonu konusunda yalan söylüyordu. Yıllar geçtikçe Marcos figürü, kamusallık alanında neredeyse kendi başına bir varlık kazandı, medya tarafından temellük edildi ve gösteri niteliğine büründürüldü, bunun sonucunda da kısmen depolitize oldu.
1851 tarihli bir metinde Fransız bir işçi, büyük sanatçıların (ve sosyalist propagandanın) işçi figürünü temsil ettikleri kalıplaşmış tasvirleri eleştirir: “Döküm işçilerinin sert duruşu, hayranlık verici bazı çalışmalara konu olmuştur. Flaman ve Hollanda okulları, bu duruşun bir  Rembrandt veya bir Van Ostade’nin elinde nasıl iyi sonuçlar yaratabileceğini gösterdi. Ama bizler, bu hayranlık verici eserlere model olan işçilerin, çok genç bir yaşta görme yetilerini kaybettikleri gerçeğini aklımızdan çıkaramıyoruz, ve bu gerçek, o büyük ustaların eserlerine bakmaktan aldığımız zevkin kaçmasına sebep oluyor”.[18] Yani, döküm işçisinin estetik soyutlaması, fabrika koşullarındaki sefaletin üzerini örter. Öte yandan, Rancière şöyle der: “Ressamların, işçilerin yüzlerinde tasvir ettiği heybetli, erkeksi şiirsellik, işçilerin sefaletini örten bir maske değildir basitçe. Bir hayalden vazgeçmenin karşılığında ödenen bedeldir: imajlar dünyasında başka bir yere sahip olma hayalidir bu”.[19] Propaganda veya “kamusallık” adına üretilen imaj, temsil edilen özne (işçi, veya devrimci yerli köylü) üzerinde gizemleştirici ve baskıcı bir etki yaratır, çünkü onu belli bir duruma, veya imajlar dünyasında belirli bir yere tayin ederek, özgür olmasını engeller. “İşçiyi ona ayrılmış yerde tutmak için”, der Rancière, “gerçek hayattaki hiyerarşinin, imgelemsel bir hiyerarşideki kopyasının da olması gerekir […]”.[20]
Bu işçi temsilleri gibi, “Devrimci Marcos” figürü de Zapatist hareketin gerçekliğini (ırk, sınıf ve yapı bakımından) gizemleştirir, ama aynı zamanda Zapatist isyancılara imajlar dünyasında belirli bir yer tayin eder. Marcos’un vedası, bu dinamiği altüst etme hamlesi olarak görülebilir. Uruguaylı sosyolog Raùl Zibechi, bu etkileyici hamleyle birlikte “Zapatistlerin çıtayı muazzam yükseltiğini, bugüne dek hiçbir politik gücün erişemediği bir yere çıktıklarını” öne sürüyor.[21] Gerçekten de Zapatizm’in politik meydan okuması, Marcos’un estetik olarak temsil ettiği askerî liderlik düzeyinde değil, özerkliğin inşasında hayata geçiyor: iktidarın tabandan yaratılmasında, herkes için ve herkesle bağı olan gündelik politikada.
Kaynak: Alessandro Zagato’nun Poetics and Aesthetics in Zapatismo: The Farewell of Subcomandante Marcos başlıklı yazısından kısaltılarak çevrildi.
[1] Subcomandante Marcos, “Subcomandante Marcos escritor. Entrevista por Juan Gelman.” Desinformèmonos, 15 Ocak 1994 http://desinformemonos.org/2014/01/subcomandantes-marcos-escritor-por-juan-gelman/
[2] Deleuze, Difference and Repetition (New York: Columbia University Press, 1994).
[3] Yvon Le Bot, El sueño zapatista. Entrevistas con el Subcomandante Marcos, el mayor Moisés y el comandante Tacho, del Ejercito Zapatista de Liberación Nacional (México: Plaza & Janés, 1997) s. 123.
[4] Subcomandante Marcos, “Subcomandante Marcos escritor. Entrevista por Juan Gelman.” Desinformèmonos, 15 Ocak 1994 http://desinformemonos.org/2014/01/subcomandantes-marcos-escritor-por-juan-gelman/
[5] Kadın giysileri. Jeff Conant, A Poetics of Resistance: The Revolutionary Public Relations of the Zapatista Insurgency, 2010.
[6] GIAP, “Entrevista a Beatriz Aurora”, Rufiàn Revista, 17, 2014 s. 67.
[7] Natalia Arcos ve Alessandro Zagato, “Diálogo n°1: Notas sobre estética y política en el movimiento zapatista” Rufiàn Revista, 17, s. 21
[8]  S’bu Zikide, “The high cost of the right to the city”. Abahlali Official Website, 25 Mayıs 2009 http://www.abahlali.org/taxonomy/term/1093
[9] Slavoj Žižek, “Resistance Is Surrender”, London Review of Books, 29, 22: 7. Resistance is Surrender
[10]  EZLN, “Entre la Luz y La Sombra”, Enlace Zapatista, 25 Mayıs 2014 http://enlacezapatista.ezln.org.mx/2014/05/25/entre-la-luz-y-la-sombra/ İngilizce çevirisi için bkz. Between Light and Shadow
[11] A.g.e.
[12] A.g.e.
[13] A.g.e.
[14] A.g.e.
[15] A.g.e.
[16] A.g.e.
[17] Tiqqun, Introduction to Civil War (Los Angeles: Semiotexte, 2010).
[18] Jacques Rancière, The Nights of Labour: The Workers’ Dream in Nineteenth Century France (Philadelphia: Temple University Press, 1989) s. 5 .
[19] A.g.e.
[20] A.g.e.
[21] Raùl Zibechi, “The Death Of SupMarcos. A Blow to Revolutionary Pride”, Dorset Chiapas Solidarity, 20 Haziran 2014 https://dorsetchiapassolidarity.wordpress.com/2014/06/20/the-death-of-supmarcos-a-blow-to-revolutionary-pride/
4 notes · View notes