Tumgik
#sandık
nevzatboyraz44 · 1 year
Text
En büyük rakibimiz sandık güvenliği ;
14 Mayıs seni unutursam kanım kurusun!..
Devlet'imizin re'sen ataması sonucu sandık görevlisi oldum dün, hayatımın en zor görevi idi..
Sandıkların etrafında oynanan oyunları anlatmaya kelamım yetmeyecek..
Ak parti ve MHP teşkilatı neredeydiniz siz nerede?
Sandıkları yetim bıraktınız, hepinize kırgınız!
Sandıkları yapa yalnız bıraktınız..
Oy kullananların verdiği bir mucadele vardı ki akla ziyan...
Sandık kurulmadan döndüm ki seçmen 07.50 de 150 kişi kuyruğa girmiş, savaşa gider gibi oy kullanmaya gelmişler adeta, kimi " ikinci tura kalacak zaten " derken " kimi de " bu adam kaç tura kalırsa kalsın gidecek, göndereceğiz ailecek gönderecegiz" sesleri..
Şiddetli bakışlar , gürültülü sesler , kargaşa çıkaran gençler "gidecek" diyor..
Şaşkınım ,çok şaşkınım.
Benim Türkiye'm de pkk gelsin ,Tayyip gitsin diye Yirmi beş milyon insan oy kullandı..
Benim Bayrağıma bu kadar düşman, Benim Asker'ime bu kadar düşman ,Benim Ezan'ıma bu kadar düşman, Benim Devlet'ime bu kadar düşman bir millet nasıl oluştu tartışılmalı..
Yahu pkk gelirse Selahaddin Demirtaş'a içişleri bakanlığını vereceğiz diyenlere baş kaldırmak yerine kabullenmek nasıl bir vatan severliktir!..
Sinan Oğan'a oy verenlerde bir enteresan idi... mecliste Kominist partisine ,cumhurbaşkanlığında da Sinan Oğan'a oy verdiklerini görünce de başka bir şaşkınlık yaşadım...
Mühendislik siyasetini artık istemiyoruz....
Muhendislik siyasetin mimarları sandık başında,cana can kana kan bir mucadele yaşattılar bize..
Kominist partisi , yeşil sol (hdp) partili gencler bize nefes aldırmadılar.
Avukat'larından gönüllü gençlerine kadar mobing uyguladılar,iş yaptırmadılar..
Okul yetkilileri ,Parti yetkilileri,sandık başkanlari ve görevliler bir daha gözden geçirilmeli
Oylar sayılmaya başladı "Ak parti dedi " sayan kişi ,oradaki Chp'li görevliler ve diğerleri "AKP diyeceksiniz ne Ak partisi size burada Ak parti dedirtmeyiz"diyerek oyları sayan MHP ve Ak parti temsilcileride "AKP" demeye başladı bir daha Ak Parti diyemedi sizin davanız bu muydu liyakatsiz ,samimiyetsiz ,ciddiyetsiz durumlarınız çok rahatsız edici idi..
Ve liyakatsız sandık başkanları korkudan ödünüz patladı bir anda..
Yahu adamlar algı ile sandıklara hükmediyorlar ikinci tura kalınacak diyorlar diye ikinci tura bıraktilar.
Ak parti de sosyal medya gücü yok ,muhalifler Sosyal medyanın verdiği güç ile seçimi yönetiyorlar..
Ak parti hizmetlerini sosyal medya da anlatamadı..
Gençlik çalışması fiyasko!..
" Yumuşak koltuklu jeep'lere binen ablalar abiler sizin makam derdiniz bitirdi. Allah'a hesabınız büyük olacak.."
Ne zaman gençlik çalışmalarınız fiyasko böyle olmaz dediysek, şiddetle karşımıza çıktınız. sosyal medya da yoksunuz dedik, gençler yok dedik şiddetle karşımıza çıktınız..
" Milletle örülen duvarlar tepeden bakma hallerinizin sonucu bu kanamayı başlattı.. "
Sandıkların başına her okulda chp nin avukatları ,yüzlerce görevlileri yüzlerce komünist partili gençleri çoğu ODTÜ den gelme, yüzlerce hdp'li...
... gençleri yerleştirmişler bize iş yaptırmadılar.
"sizi şikayet edeceğiz savcılığa, geçersiz oy çıkamaz "
...diyerek 7 saat mobing uyguladılar.
...gecersiz oyları geçersiz saydırmadılar.
Saatler gece 11 iken sınıfı otuz kişilik kominist bir grup sarmaladı tutanağı bitirmemize izin vermediler.çıkarmadılar okuldan bizi...
Sandık başlarına dişardan hiçbir şekilde seyirci oturtulmamalı, temsilci de başkaları oturtulmamalı bu sandığa saldırıdır.
Benim tutanaklarımı fotoğrafladılar, imzalarımı fotoğraf çektiler buna izin veren okul yetkilileri de hesabını vermelidir.
Manda zihniyeti ile büyük bir mücadele verdik...
Oylar sayılmaya başladığında okulu gezeyim dedim; kaç sandık başkanının hüngür hüngür ağladığını gördüm..
Uygulanan psikolojik şiddetinin hangisini yazayım..
Allah bize uyanışı,direnişi ve birlikteliği nasip etsin..
Ona tuzak kurmak istemişlerdi de biz onları en fazla hüsrana uğrayanlardan kılmıştık.(21/Enbiyâ 70)
Elif SÖĞÜTLÜ
Tumblr media Tumblr media
Konu ile ilgili cimer'e başvuru yapılmıştır. İnşallah hayırlısı olur
54 notes · View notes
vinceverbatim · 6 months
Text
"
Hani bazen her şeyi anladığımızı sandığımız anlar olur ya, ama daha anladıklarımızı dile getiremeden aklımızdan geçenler uçup gider. Belki Amerigo'da da pek büyük bir değişiklik olmuş sayılmazdı; davranışları, bunların nedenleri, kendini savunması, bütün bunların değişmesi çok zordu; istediğimiz kadar aksini iddia etsek de, sonuçta insanlar hep aynı kalır..
Italo Calvino, Sandık Gözlemcisinin Uzun Günü
10 notes · View notes
huysuzlukabidesi24 · 1 year
Text
Hayatım da oy verirken bu kadar gerilip heyecanlanmamıştım...
12 notes · View notes
irmakiie · 11 months
Text
Sandık.
Arda'nın Irmak'ı sevdiğini sandık..
3 notes · View notes
sustun · 1 year
Text
Hz. Musa ve Hızır Kıssası aslında bir Flashback mi?
Bu gece, Kuran-ı Kerim'deki Musa ve Hızır Kıssası'nda anlatılanların aslında bir flashback (geçmişe dönüş) olabileceği teorisi üzerinde duracağım.
Bu gece, Kuran-ı Kerim’deki Musa ve Hızır Kıssası’nda anlatılanların aslında bir flashback (geçmişe dönüş) olabileceği teorisi üzerinde duracağım. Ramazan, bereketiyle devam ediyor elhamdülillah. Kuran’ı anlama yolculuğunda Taha Suresi’ne ulaşınca yine başka bir kapı aralanıverdi kavrayışa aç zihnimin içinde. Çünkü Hud Suresi 1. ayetinde ifade edilen metoda göre Allah bir ayeti indiriyor sonra…
Tumblr media
View On WordPress
2 notes · View notes
serhatnigiz · 1 year
Text
Muhtemel Seçimler Üzerine Bazı Sesli Düşünceler
Tumblr media
Türkiye'de gerçekleşmiş olan genel ve yerel seçimlerin iç dinamiklerine bakıldığında hepsinin devletin ve yönetim şeklinin karşı karşı karşıya kaldığı (hakim sınıflar arası çatışmalar, iç huzursuzluklar, sosyal isyanlar vs. gibi) krizler ile bağlantılı olduğu görülebilir. Elbette ki bu krizler Türkiye kapitalizminin ve sermaye sınıflarının karşı karşıya kaldığı yapısal krizlerden, mevcut emek ve birikim rejiminin sürdürülebilirliğine dair yaşanan yönetsel ve idari sorunlardan da (egemenler cephesinden de) bağımsız değildir. Başka bir deyişle, seçimler her seferinde sistemin politikalarını kitlelere onaylatmak ve rıza üretmek için yapılmaktadır. Yoksa iddia edildiği gibi "milletin demokratik iradesinin tecelli edilmesini sağlamak" için değil!
Bu işin sistem için olan güzel tarafı ise, sistem/suyun başını tutanlar ne zaman isterlerse halk ancak o zaman sandık başına gidebilmektedir! Başka bir deyişle, bu sistem gereğince seçimi düzenleyenlerde seçimde seçilenlerde istisnalar dışında organik olarak aynıdır. İşte bu temsiliyetizm oyununa "demokrasi" adı verilmektedir. Yani siz oylarınız ile bir kişiyi seçiyorsunuz; o kişinin sizi temsil ettiğine inanıyorsunuz ama o kişi sizi değil, öncelikli olarak kendisini temsil ediyor. Açıkçası sınıflar adına yapılan temsiliyetizm biçimlerinde de durum pek farkı bir sonuç doğurmuyor. Zira sınıf adına yapılan temsiliyetizmde de kişi sınıftan çok kendi kendisini temsil eder hale geliyor. Çoktan aza doğru yetki bürokrasiye devredilerek bürokrasi eliyle de yetki tek bir kişide cisimleşiyor. Günümüz modern temsiliyetist devlet yapılanmaları ve siyasi partilerin tümü de bu şekilde örgütlenmektedir.
Gerçekte meselenin kökü salt temsil edip etmemek değil, asıl önemli olan temsil edenle/temsil eden arasındaki ilişkide denetimin nasıl sağlanacağıdır. Aşağıdan yukarıya ve yukarından aşağıya doğru bağımsız kurumlar aracılığıyla çift kanatlı toplumsal bir denetim olmadığı sürece kim olursa olsun temsiliyetizmin tüm biçimleri şahsi temsile dönüşmekten kurtulamaz. Bu açıdan hem dünyada hem de Türkiye'de seçimler bu haliyle memurun, devletin ve kapitalistin çıkarlarına uygun bir sistem kurmaktan ve piyasa mekanizmalarını güvence altına almaktan başka da bir işe yaramamaktadır. Dolayısıyla; ortaya çıkan tablo, yani oyların toplamı bize asla halkın, emekçi sınıfların genel iradesini vermez! Genel irade biçimindeki burjuva yanılsama gerçekte temsiliyetist bir aldatmacadır.
Şimdi gelelim maydanozun faydalarına! Bunca acı deneyimden sonra bile hala Türkiye'deki solların, muhalif kesimlerin kendilerini 6'lı masanın "güçlendirilmiş parlamenter sistem" demagojisine eklemlemesine, dahası ekseriyetle de seçim ve sandık temeli bir hat izlemelerine ne demeli? Neymiş efendim AKP giderse "nefes alabilecekleri koşullar ortaya çıkarmış". Elbette ki Erdoğan'ın tekrar aday olamaması ve AKP'nin seçimleri kaybederek hükümetten, iktidardan uzaklaşması kayda değer bir gelişme olacaktır ve bu durum emekçi toplum kesimlerinin de nesnel olarak yararınadır fakat bunun yolu seçime ve sandığa, daha doğrusu burjuva muhalefete endeksli bir politikadan geçmemektedir.
Kuşkusuz sistem karşısında kendisini çaresiz hisseden kitlelerin "denize düşen yılana sarılır" misali bir burjuva odaktan/ittifaktan diğer bir burjuva odağa/ittifaka yönelmeleri emekçi kitlelerin örgütsüzlüğünün tavan yaptığı bugün ki koşullarda anlaşılabilir bir durumdur. Fakat topluma ve emekçi sınıflara öncülük etme ve yol gösterme iddiasında olan sosyalistlerin kendi politik perspektiflerini burjuva muhalefetin belirlediği temsiliyetist oyunlara endekslemeleri ve hiçbir zaman oyun kurucu bir güç olamayacakları bir zeminde siyaset üretmeye çalışmaları ise anlaşılır bile değildir.
Dahası Türkiye'de devletin resmi yargı kurumlarının dahi kendi ağzıyla "seçimlerde seçmen ve seçilmen güvenliğinin olmadığını" itiraf ettiği bir ortamda (AYM kararları) ve 7 Haziran 2015 tarihinde gerçekleşmiş olan seçimin bile yasadışı yollardan iptal edilebilmiş olduğu gerçeğinden de hareketle, önümüzdeki süreçte gerçekleşecek olan muhtemel bir seçiminde meşruiyeti tartışma konusudur, olmaya da devam edecektir. Bürokrasi içinde önemli miktarda güç biriktirmiş olan mevcut hükümet ve iktidar bloğunun daha önceki seçimlerde olduğu gibi, önümüzde ki seçimlere de gölge düşürmeyeceğinin hiç bir garantisi yoktur.
Kuşkusuz bu olgular seçim sürecini önemsizleştirmemektedir. Aksine seçim süreci toplumun ve emekçi sınıfların ülke yönetimine ve politikalarına dair talep ve istemlerinin doruk noktasına çıkacağı bir dönem olması nedeniyle de sosyalist güçler açısından da önemlidir. Bu yüzden şimdiden tutum belirlemek ve somut bir perspektif temelinde, seçime ve sandığa öncelik veren değil, önceliği denetimist bürokratik devrimci faaliyete veren bir çizgiyi hakim kılmak gerekmektedir.
Dolayısıyla; bir yandan temsiliyetist seçim ve sandık yalanlarını deşifre ederken, diğer yandan ise denetimist bürokratik devrimci mücadelenin gereklerini yerine getirmek gerekir. Bu noktada denetimistlerin öncelikli meselelerinden biri de; 2 dönem maddesini/kuralını ihlal ederek hukuksuz ve kanunsuz bir biçimde seçimlere girme hazırlığı yapan Recep Tayyip Erdoğan'ın bu girişimine karşı gerekli adımları atmaktır. Kaldı ki bu adımlar denetimistler tarafından gerçekleştirilmiş olup, bu konuyla ilgili hukuki başvuru AYM tarafından da görüşülmektedir. Yine benzer şekilde YSK'nın bu süreçte alacağı tutuma ilişkin gerekli müracaatların yapılması ki, yapılmış olan müracaatların takipçisi olunması ve bu noktada YSK'nın seçim kanunları ve mevzuatı ile çelişen durumunu ve Recep Tayyip Erdoğan'ın adaylığı konusunda alacağı usulsüz ve gayrimeşru kararlara karşı çıkılması ve bunların toplum nezlinde teşhir edilmesi de diğer önemli hususlardır.
Hukuk tekniği ve bürokratik denetimist faaliyet açısından böylesine bir çalışma yürütülmeksizin, temsiliyetist seçim oyunlarının teşhir edilmesinin de tek başına bir anlamı olmayacaktır. Bu noktada sandığa gitmeyen sandıksızların "temsili" noktasında da daha önceden yapılmış hukuki müracaatların hala geçerliliğini koruduğu bir ortamda, "ben küstüm, oynamıyorum!" tarzında kendisini gösteren müzmin ve küskün boykotçu tavrın demokrasi mücadelesini kazanma noktasında bir ayağı topal, bir gözü ise kör kalacaktır. Başka bir deyişle, küskün boykotçu tavır ile denetimist sandıksızlık arasında seçimlere ve sandığa gitmeme noktasında da ciddi ve temel farklılıklar bulunmaktadır.
Bu farkları kısaca özetlemek gerekir ise;
Temsiliyetist seçim ve sandık yalanlarının denetimist temelde sistematik olarak teşhir edilmesi.
Kitlelere temsiliyetizm karşısında denetimist bürokratik faaliyetin öneminin sürekli olarak anlatılması.
Denetimist bürokratik faaliyet yoluyla AYM ve YSK gibi resmi kurumların 2 dönem maddesi/şartı hususunda açık ve net bir tavır almasının sağlanması.
6'lı masa olarak bilinen burjuva muhalefetin temsiliyetist yalanları ortaya konulurken, şayet böyle bir imkan varsa 6'lı masanın "Anayasa Taslağı"nda toplumsal denetime göreceli de olsa kapı aralayan kimi maddelerin desteklenmesi, örneğin iç ve kısmen dış kurullar aracılığı ile vatandaşın yasama organında gensoru verebilme hakkının tanınması. 6’lı masanın sözünün arkasında durup durmayacağının takip edilmesi.
Sandıksızların "temsil hakkı" noktasında uygulanmaya konması gereken yasal ve kanunu düzenlemeler için yapılmış olan hukuki itiraz ve başvuruların takipçisi olunması ve bunların Anayasal güvence altına alınması için mücadele edilmesi.
Denetimist sandıksızlık/boykotçuluk ile klasik/geleneksel/boykotçuluk arasında ki farkların açıkça ortaya konulması. Temsiliyetist faşizanlığa karşı Denetimist bürokratik devrimci faaliyet yapılmaksızın tek başına sandığa gitmeme şeklinde kendini ortaya koyan boykotçu eğilimin umulduğunun aksine liberalizmi ve tasfiyeciliği (hatta bu eğilimin gizli gizli sandığa koşma biçimindeki başka yanlış eğilimleri de) güçlendirdiğinin altının kalın çizgiler ile çizilmesi.
Muhtemel seçim süreci yaklaştıkça yeni olgu ve dinamiklere de bağlı olarak bu 6 madde elbette ki genişletilebilir. Bu da ancak seçimlere dair açık ve net bir denetimist perspektifinin kararlı bir şekilde sürdürülebilmesi ile sağlanabilir.
7.12.2022
Serhat Nigiz
3 notes · View notes
ncdtgrsy · 22 days
Text
1 note · View note
diyarbakirhaberleri · 26 days
Text
Özel: Seçimin huzur ve güven içerisinde gerçekleşmesini temenni ediyorum
ICYMI: https://www.haberidiyarbakir.com/ozel-secimin-huzur-ve-guven-icerisinde-gerceklesmesini-temenni-ediyorum/?utm_source=dlvr.it&utm_medium=tumblr
0 notes
magazinxhaberler · 2 months
Text
Uğur Yücel Show TV'nin iddialı dizisi Sandık Kokusu kadrosuna katıldı
Tumblr media Tumblr media
Uğur Yücel “Sandık Kokusu” Dizisine Katılıyor!
Show TV’nin sevilen dizisi “Sandık Kokusu”, kadrosuna usta oyuncu Uğur Yücel’i katıyor. Demet Akbağ, Özge Özpirinçci, Metin Akdülger, Necip Memili ve Meriç Aral’ın yer aldığı güçlü kadroya Yücel’in de dahil olmasıyla dizi heyecanını artırıyor. Uğur Yücel, Melis Civelek ve Zeynep Gür’ün senaryosunu yazdığı, O3 Medya imzalı “Sandık Kokusu” dizisinde Atilla’nın (Metin Akdülger) babası Hasan rolünü canlandıracak. Hikayeye yeni bir soluk getirecek ve dengeleri değiştirecek olan Hasan karakterinin 13. bölümde diziye dahil olması planlanıyor. Uğur Yücel’in “Sandık Kokusu” dizisine katılımı, dizinin izleyicileri tarafından büyük bir heyecanla karşılandı. Usta oyuncunun performansı ve dizinin hikayesine katkısı merakla bekleniyor. Magazin X Haberler : Magazin Read the full article
0 notes
afgunes · 1 year
Text
SANDIK
Sandıkların bir çok çeşidi her birinin de ayrı ayrı değeri var. Özellikle ahşap malzemeden el emeği göz nuru yapılmış ve çeyiz için kullanılan bir sandık evvelden hemen hemen her evde olurdu. Son zamanlarda sandık denince akla gelen en popüler olanı çok yakında yüzleşeceğimiz oy sandığı. Çeyiz sandığı ne kadar kapalı ve özenle yapılmış olursa oy sandığı da o kadar şeffaf ve güvenli olmak…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
enatech · 1 year
Text
Muhammet Çalık Ahşap Palet Sandık
0 notes
vinceverbatim · 6 months
Text
"
Öte yandan, sürekli elinden geleni yapmayı öneren bir ahlak ilkesi vardı; yaşamın başka alanlarında olduğu gibi politikada da insanlar için, ahmakların dışında, izlenecek iki yol vardı: Pek fazla umuda kapılmamak ve yapılan her şeyin bir işe yarayacağına inanmak.
Italo Calvino, Sandık Gözlemcisinin Uzun Günü
4 notes · View notes
judasizm1 · 1 year
Text
"Kader planı.."
"Hadi ordan..."
İsmet İnönü . .
Hiçbir partiye sempatim yok, hiçbir siyasi akıma hiç mi hiç güvenmiyorum, inanmıyorum. Ben akıl, bilim, vicdan ve sevgiyle yürüyorum. Ve bilim ve akıl diyor ki "Kader değil bu!"
Benim tek liderim Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'tür. Ata'mın izinde yürürken kaşlarını çatıp, devlet imkanlarıyla kimse beni tehdit edemez çünkü o devletin patronu benim gibi 84 milyon vatandaştır. Vekil değil asıl biziz, siz siyasetçiler zamanınız gelince seçim sandığında gideceksiniz. Seçimle geldiniz seçile gideceksiniz ama yaptıklarınızın hesabını "bağımsız" Yüce Türk Adaleti karşısında Yüce Türk Milleti adına siz, Cumhuriyetimizin savcılarına, hakimlerine hesap vereceksiniz..
Bilim, akıl, vicdan ve sevgiyle..
Not: Bir bakan olan zat, tv'de konuşuyor şu anda. 12 Kasım 2022'deki yurt çapında yaptığınız başarısız tatbikattan bir ders çıkarttınız mı? Görünüyor ki çıkartmamışsınız; deprem olduğu anda sensörler çalışmalı ve otomatik olarak bütün vatandaşlara o uyarı gitmeliydi. Ama yok! Merak ediyorum; o gün hangi sms gateway şirketinden hizmet aldınız (12 Kasım 2022)?
1 note · View note
elestirmen-46-86 · 1 year
Text
Sandık
Bir zamanlar bir tüccar varmış; öyle zengin, öyle zenginmiş ki, istese bütün caddeleri, sokakları gümüş paralarla kaplatabilirmiş. Ama böyle bir şey yapmamış tabii; parasını nerede kullanacağını gayet iyi bilirmiş çünkü. Cebinden bir kuruş çıkarsa, mutlaka iki kuruş kazanırmış karşılığında. Evet, bu adam akıllı bir tüccarmış, ama herkes gibi o’da ölmüş sonunda. Bütün mirası oğluna kalmış.…
View On WordPress
1 note · View note
oraetc · 1 year
Photo
Tumblr media
50’ler Askeri Mühimmat Sandıkları. 83x30x20cm. Made in USA. | 3650TL | #oraetc #vintage #retro #popart #eski #eskici #eskiesya #antik #antika #antique #old #obje #design #klasik #classic #dekorasyon #koleksiyon #koleksiyoncu #sandık #mühimmatsandığı #tasarım #tasarımcı (at Ora Etc.) https://www.instagram.com/p/CnP7BCtr0sC/?igshid=NGJjMDIxMWI=
1 note · View note
serhatnigiz · 10 months
Text
14/28 Mayıs Plebisiter Seçim Tiyatrosuna Dair Değinmeler
Tumblr media
14/28 Mayıs plebisiter seçimleri sonrasında sosyal medya üzerinden bir dizi paylaşım yapmıştım. Lakin bu paylaşımları bütünlüklü bir yazıya dönüştürme fırsatım olmadığı için, “ara bir formül” olarak sosyal medya paylaşımları mı kronolojik bir sırayla yayınlamayı daha uygun buldum. Kuşkusuz metinde yer alan her bir notun içeriğini, detaylarını, uzamlarını vs. tek tek açmaya kalkarsak ciltlerce yazmakta mümkündür. Dolayısıyla; bu kısa derleme temel olarak tarihe "not düşme" amacı taşımaktadır.
4-5 yılda bir memur kastları tarafından zorla önüne koyulan sandıktan yine bu memur kastlarını seçmekle yükümlü olan millete "Türk milleti" adı verilir. Dolayısıyla; Türk milleti memur kastlarını sandık yoluyla seçmekle yükümlü bir köle olmanın da ötesinde gerçek manada hiçbir hukuki hak ve özgürlüğe dahi haiz olamayan bir köledir! Kısacası; Türk milleti köledir; köle bir millettir! Haliyle; bu sistemde YSK'nın rolü de, bu memur kastlarının tekrar seçilmesini sağlamakla sınırlı bir roldür. Diğer bir deyişle, YSK plebisiter seçimlerin düzenleyicisi olan görevli bir kurumdur. 3 bacaklı memur kastlarından oluşan bu devlet yapısı asla "Türk milletinin" devleti değildir. Aksine bu devlet Türk milletinin haklarına ve özgürlüklerine düşman olan memur kastlarının temsiliyetist diktatörlüğüdür. Millet bürokratik denetimist faaliyet ile devletten, kurumlardan ve memur kastlarından haklarını ve özgürlüklerini söke söke almadığı sürece, bu diktatörlükten ne demokrasi ne cumhuriyet ne de hukuk çıkmayacağı gün gibi aşikardır!
8.06.2023
Sandığa ve sandık hukukuna iktidar emir ve talimatlarla (İç işleri Bakanlığı, İl-ilçe seçim müdürlükleri vs.) YSK'yı kullanarak el atmıştır. YSK, denetimistlere bununda cevabını verememiştir. YSK'ya çöreklenmiş memur kastları üç maymunu oynamaktadır. YSK iktidarın bugüne kadar yapmış olduğu tüm plebisiter seçimlerin suç ortağıdır. 14 Mayıs ve 28 Mayıs parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde milletin iradesi iktidar ve onun emir uşağı olan YSK eliyle gasp edilmiştir!
8.06.2023
Seçimlerde seçmene karşı görevi ve yetkisi bulunmayan YSK'nın, evrensel seçim hukukunda seçilmenlere karşıda seçimlerde görevi ve yetkisi bulunmamaktadır. İktidarın emir uşağı haline gelmiş olan YSK'nın böyle bir problemi de yoktur. Seçilmen sandığına seçilmen olarak el koyup, seçmenin seçimlerde güvencesi olarak milletin denetim haklarını millete verebilmek adına cumhurbaşkanı adayı olan "denetimist-davacı-cumhurbaşkanı-adayının" seçilmen olarak memur kastları rejiminden davacı olması da bu sebeptendir. Çünkü YSK'yı anayasanın kendisi ilgilendirmediği gibi, evrensel seçim hukuku ve AİHS seçme ve seçilme hukukunun maddesi de ilgilendirmemektedir. Evrensel temel seçim ilkesi gereği seçmenin teminatı seçilmen, seçilmenin teminatı ise seçmen iken, bu evrensel temel seçim ilkesini bile uygulamaktan aciz bir YSK, milletin seçme ve seçilme haklarının uygulayıcısı bir kurum olamamıştır; olmasına da geçit verilmemiştir. YSK aldığı kararlarla, seçilmen terörizminin koltuk değneği olduğunu, bağımlı ve taraflı bir kurum olduğunu resmen ilan etmiştir. Dolayısıyla; seçimlerin iktidardan emir ve talimat alan YSK eliyle yapılıyor olması, 14 Mayıs seçimini daha başlamadan şaibeli (plebisiter) bir seçim haline getirmiştir!
8.06.2023
Yürütmeye bağlı Adalet Bakanlığı'nın bir kurumu olan YSK'nın seçim hukukuna bakmadığını ve buna yönelik her hangi bir görevinin olmadığını hepimiz biliyor olsak bile, seçim hukukunun da ötesinde YSK'nın seçim kanunlarına da bakmadan uygulama yapması ve kararlar alması dünyanın hangi ülkesinde görülmüştür? ABD, Almanya, Fransa, Rusya, Çin vs. hangisinde seçim kanunları hiçe sayılarak o ülkenin Yüksek Seçim Kurumu kendi kurullarının güvenilirliğini ayaklar altına almaktadır. Aklı başında hiçbir ülkede seçim hukukunun ötesinde, o ülkenin Yüksek Seçim Kurulu mevcut yazılı kanunlara bakmadan karar almaz. Hitler Almanya’sı bile en basitinden kanun devleti idi. Yazılı kanun ne ise faşist hakimler, savcılar, yargıçlar onu uyguluyordu. Türkiye'de bu da yok! Zamanında birileri T.C. için "faşist diktatörlük" derdi. İnanın faşist bir rejimde bile bu kadar saçmalık görülmemiştir. Bazı arkadaşlar "bu da söylenmez yahu!" diyor ya, eğer yalansa sabahı çıkarmayım, inanın bu memur kastları Hitler'e bile rahmet okuturlar! Bunların, iktidarın, YSK'nın, MHP-AKP çetesinin üzerinden bir an gözünüzü ayırın adamlar kaş göz arasında bir ton filim fırıldak çevirir ruhunuz bile duymaz. Böyle sahtekar, böyle ahlaksız bir ülke işte!
8.06.2023
Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz diye diye bu hale geldi devlet. Meclis başkanı istedi diye "12.inci cumhurbaşkanı" ibaresinde "12.inci" rakamı çıkarılıp, rakamlar sıfırlandı. Yeni devlet mi kuruldu? Türkiye Cumhuriyeti devleti yıkılıp Tayyip Erdoğan devleti mi kuruldu? Rakamları neye göre sıfırladınız? Bugüne kadar gelen her Cumhurbaşkanına atfen bir rakam koyarak ilerletişmiş bir tarih mevzu bahis iken, Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere tüm cumhurbaşkanları yok sayıldı. Meclis 3/5 yani 360+1 ile seçim kararı veremediği için (Anayasa/116), iş nasıl bir formül bulsak da Erdoğan'ı üçüncü defa tekrar seçtirsek (Anayasa/101) meselesine düğümlendi. Rakam oyunu da bu yüzden çevrildi. Anayasal düzenleme gereken bir konu iktidarın emir ve talimatlarıyla YSK ve meclis başkanının keyfine göre düzenlendi. Yargının ve YSK'nın bir emir uşağı olduğu böylece bir kez daha kanıtlanmış oldu. Resmi iktidar AKP ve derin iktidar (rahmetli Uğur Mumcu buna "derin devlet" derdi) MHP istedikten sonra YSK dahil hiçbir kurumun kendi yasasına dahi bakmadığı, hatta AYM'nin bile anayasaya ve kanunlara bakmadığı, kararların emirle ve talimatlarla alındığı denetimistlerin bürokratik mücadelesi sonucunda daha da net bir şekilde ortaya çıktı. Sonuç olarak, Türkiye Cumhuriyeti devleti kendi kanunlarına bile bakmayan, iktidarın emir uşağı olmuş kurumların devleti vaziyetindedir. Bırakın hukuk devleti olmayı, Türkiye Cumhuriyeti devleti kanun devleti bile olamamış bir görüntü vermektedir. Anayasa da hukuk devleti yazıyor ama sadece yazıyor. AYM dahil olmak üzere hiçbir kurum ne anayasaya ne kanunlara bakıyor. Hukuk salt yazılı kanunlara ve ölü metinlere indirgendiğinde o hukuk olmuyor; tam tersine guguk oluyor! Yani anlayacağınız o ki; seçilmen terörizmi ile seçilmiş iktidar şayet isterse milletin malına, canına ve haklarına devlet şiddeti ile sözüm ona kanun ve anayasa şiddeti ile çökebiliyor. Keza milletin temel haklarına çökmek sömürgeci siyasi temsiliyetist memuriyetizmin varlık nedenidir! Peki asıl sorulması gereken soru şu: bunca şey olurken muhalefet ne yapmaktadır? Neden bu konuları gündeme getirmemektedir? Toplum içerisinde bu konuların tartışılmasının neden önünü açmamaktadır? Bu muhalefet kime çalışmaktadır? Nasıl ki bu ülkede yalandan darbe, yalandan fetö, yalandan ohal var ise, yalandan bir muhalefetin olması da bir tesadüf müdür?
9.06.2023
Millet yasamaya müracaat etse önerge veremiyor, kanun iptali için Anayasa Mahkemesi’ne gitse müracaat edemiyor, yürütme ve yürütmenin bir kolu olan hakimi, savcıyı, avukatı şikayet edip yargıya müracaat etse, o’nu da memurun koruma kanunlarından dolayı yapamıyor. Yani seçim geçtikten sonra millet, seçilmen ve atanman terörizminin ele geçirdiği yasama, yargı ve yürütme kastları tarafından eli kolu bağlı kurbanlık koyun haline getiriliyor!
Seçimler lafa gelince millet adına millet için yapılıyor. Kanunlar ve anayasa lafa gelince millet için yapılıyor. Lakin kanun ve anayasa devlet ve iktidar tarafından uygulanmak istenmediği zaman, devlet ve devlet memuru milletin malına, canına ve haklarına çökmek için kanunsuz uygulamalar yaptığında, lafta millet adına milletin malına, canına ve haklarına çöken devlet ve devlet memuru arka kapıdan devlet şiddetini kullanarak şahsi menfaat elde ediyor. Millet adına devlet ve kurumlarını kullanarak şahsi menfaat elde etme işine temsiliyetizm ve memuriyetizm denir. Ne güzel tezgah ama! Devlet dediğiniz mekanizma, milleti dolandırma mekanizması haline gelmiş. Bu dolandırıcılık işi de sandıkta başlıyor. Yürütme her türlü milletin, malına, canına ve haklarına çöküp iktidarın memurlarının şahsi menfaatlerine haksız kazancı yürütüyor. Yürütme işlemi, milletin temel haklarına çökerek, aşırı çalıp çırparak milleti soyma işlemini icra ediyor.
Millet değil, her seferinde temsiliyetist ve memuriyetist siyasal kast diktatörlüğü kazanıyor, milletin malına, canına ve haklarına çökülüyor, millet ise her seferinde kaybediyor zulme ve devlet şiddetine uğruyor. Tam bir soyguncu, sömürgeci rejim! Yani emperyalizm, emperyalist kapitalist olalı böyle bir sömürgeci zulüm düzeni de görmemiştir!
Memur kastlarına yetki vermemiş bu milletin denetimist fertleri olarak, sizin kendi şahsi amaçlarınız ve menfaatleriniz için çıkarttığınız kanunları ve anayasayı tanımıyoruz!
AİHM ve Avrupa Konseyi gibi “emperyalist kurumlarda” az biraz akıl kaldı ise, onlarda sizin kanunlarınızı ve anayasanızı tanımayacaktır!
Bu milletin denetimist bireyleri olarak yaptığınız şaibeli (plebisiter) seçimi de, kendi menfi amaçlarınız için kullandığınız lafta Anayasanızı da, kanunlarınızı da, TANIMIYORUZ!
9.06.2023
Önceden ülkemizde ve tüm dünyada kabul edilen seçim hukuk sistemlerine göre, milletin iradesinin “yasamaya yansıyan oy oranında yürütmenin belirlenmesi usulü” temel bir seçim hukuku iken, milletin iradesinin yasamaya daha az, yürütmeye daha fazla yansımasını referans alan yeni seçim sisteminin dünyada hiçbir emsali dahi yokken, bu ne idüğü belirsiz uygulamanın hangi temelde alındığını dahi açıklamaktan acizler.
Yıllardır başkanlık sistemi uygulanan ABD de bile yasamaya yansıyan oy oranına göre yürütme belirlenirken ve dünyada başkanlık sistemlerinin gerekçesi “istikrar” iken, bizim ülkede istikrar adına, koalisyonlardan kurtulmak adına, koalisyonlardan daha kötü bir dönemin kapıları aralanmıştır. Yürütmenin ittifak gücünün yasamada daha zayıf, yasamanın ise daha parçalı ve daha da kaos içerisinde bulunduğu bir hükümet sistemi geliştirilmiştir. Yürütmede güçlü bir şekilde çalışan bu sistem yasamada ise sürekli felç durumu yaratmaktan öteye geçememektedir. Yürütme böylelikle yasamayı şimdiden daha da çok tahakküm altına almıştır.
Türkiye, “davacı denetimist cumhurbaşkanı adayının” dosyasına AİHM mahkemesinde cevap verebilmek için, yalandan yere aldırdığı AYM seçim kararını da Avrupa’ya yedirip dünyayı kandırabilmek için, yasama ve yürütme arasındaki teraziyi bilinçli bir şekilde bozmuş, kanunlarını ve anayasasını memurun bekası pahasına vatandaşın zararına uyguladığı ve bozduğu gerçeğini saklamak için, bu seçim sistemini çıkartmış, böylelikle de seçmenlerin seçim teminatını yasama üzerinden yürütmenin lehine yasamanın aleyhine eşitsiz bir şekilde, kendisini sözde güvence vermiş gibi göstermeye çalışmıştır.
Yani böylelikle bir yandan Avrupa’yı kandırmaya çalışırlarken, diğer taraftan da muhalif partilerin üzerinde baskı ve tahakküm gücü kurarak fırsattan istifade etmeye çalışmışlardır. Daha denetimistleri kandıramamışken, kaldı ki Avrupa’yı kandırabilsinler! Bizim şark kurnazı malum iktidarın bu kurnazlıklarını Avrupalı bilmiyor mu? Avrupa tarihi böyle kurnazlıklarla dolu. Daha biz seçim sepet demokrasi işleri yapmadan 2 asır öncesinden bu kurnazlık yollarından geçmişler. AKP ve MHP’nin yaptığı cinlikleri şark şeytanlığının dik alasını Avrupalı emperyalistler çoktan görmüş geçirmiş bile! Yani sizin sözde hukuk devleti süsü verilmiş devletinizin, hatta kanun devleti bile olamamış devletinizin ne mal olduğunu Avrupalı emperyalistler bilmiyor mu sanıyorsunuz?
Yani bir tek adam için yapmadığınız şey kalmadı! Anayasa ve kanunları çiğnediniz, yalandan yere darbe varmış gibi darbe yaptınız, seçimi falan kaldırın iktidar babadan oğula geçer deyin, öyle anayasa da süs biblosu gibi duran üniter/hukuk/demokrasi/cumhuriyet gibi uygulanmayan maddeleri de bir zahmet kaldırın!
Kurup da gizlediğiniz Tayyipistan diktatörlüğünüzü, hem bu millete hem de tüm dünyaya açıklayın!
9.06.2023
Bilindiği gibi Almanya'da Hitler iktidara parti ile seçim ile gelip adım adım tüm kurumları eline geçirip diktatörlüğünü kurduğu gibi, MHP'nin emir ve komutasındaki RTE ve AKP ekibi de aynı Adolf Hitler'in yolunu izlemiştir. Bu kadar mı benzer bir şekilde Alman faşizminden kopya çekilmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonunda yenik düşen Almanya açlıkla, sefaletle, işsizlikle, hastalıkla ve savaşın vermiş olduğu ağır bedeller ve savaş borçlarıyla cebelleşiyorken, Almanya'da siyasal olarak çok güçlü olan Alman sosyal demokrat partisi, aynı bizim ülkemizdeki CHP gibi "liberal çekingen ve ürkek bir program izlerken", sosyal demokratların yapamadığı rol ve görevlerini (yıllardır CHP'nin edilgen ve elitist tavırları gibi) nasyonal sosyalizm programı ve adıyla, sosyal demokratların görevlerini de üstlenmiş bir faşist parti doğup, burada Erdoğan'ın yaptığı gibi aynı karizmatik tavırlarla, ilk etapta her kesime gülücük dağıtıp herkesi mavi boncuk politikası güderek büyülemiş ve büyümüş ve sonuçta radikal söylem ve militan tavırlarıyla da (aynı AKP gibi) iktidar olmuştur. Almanya'da Nazilerin iktidara gelişi ile AKP'nin iktidara gelişi arasında yöntemsel anlamda hiçbir fark yoktur. Orada da faşist parti iktidara seçimle yürümüş, iktidara yürüyüşü sırasında "ulusal-sol söylemleri" tercih etmiş, AKP'nin yükselişinde de aynı söylemler hakimdi. Daha sonra daha sekter ve seküler bir ırkçılığa yönelmiştir. AKP'nin son 8-10 yıllık süreci de buna işaret etmektedir. Propaganda yöntemleri açısından da Hitler'de Erdoğan'da tek adam rejimi kurmuştur. Tüm devlet erki, bir kişi de toplanmıştır. Almanya'da Türkiye'de anayasalarını ve kanunlarını kuvvetler birliğine göre inşa etmişlerdir. İç düşman dış düşman tanımlamaları, her zaman toplumu kamplaştırıp, milleti bölücü ve ayrıştırıcı söylem ve politikalarla iktidarlarını pekiştirmişlerdir. Bu örneğe her ne kadar gelişim süreçleri tam olarak örtüşmese de Franko İspanyasını ve Mussolini İtalyasını da verebiliriz. Hitler, Mussolini ve Franko faşist politikalarının ana eksenini, başlangıçta "demagojik bir mağduriyet algısı yaratmakla" başlamışlar, daha sonraları ise yalan, demagoji, iftira, hakaret ve devlet şiddeti ile paramiliter şiddeti birleştirmişlerdir. Ülkemizde AKP ve MHP de aynı politik hattan beslenip, toplumsal hiç bir sorunu çözmediği gibi, tüm toplumsal sorunları işin içerisinden çıkılamaz bir hale getirmiştir. Maalesef Hitler, Mussolini ve Franko faşizminin bile gıpta edebileceği bir "devlet ve memur yalan söyler" yasası da 7418 ile çıkarılmıştır. Dünyada gelmiş geçmiş hiçbir faşist liderin göze alamadığı "devlet ve iktidar deformasyon/dezenformasyon ve yalan yapar" yasasını çıkartmak, R. T. Erdoğan'a ve AKP hükümetine/Cumhur ittifakına "nasip" olmuştur. İşte görüldüğü üzere ortada demokrasi yoktur. Seçimle gelen temsiliyetist güçler isterlerse demokrasiden krallığa ve diktatörlüğe gidebilirlermiş! Maalesef örnekleri de var; R. T. Erdoğan, AKP ve Bahçelinin MHP'si bunu icat etmişlerdir. Bizimkiler tüm faşist parti ve liderlerin deneyimlerini özümseyerek günümüz ölçeğinde "faşizmi de modernleştirmek ve geliştirmek suretiyle" yeniden tesis etmişlerdir. Başka bir deyişle, R. T. Erdoğan, AKP, D. Bahçeli MHP faşizmi dünün minimal-faşizmine kıyasla günümüz ölçeğinde "modernleştirilmiş ve geliştirilmiş" olan glokal-faşizmin bugün ki suretidir.
11.06.2023
Ne zaman ki derin/PDY devlet MHP AKP'ye R. T. Erdoğan'a "yürü ya kulum!" dedi. O günden beri kimi zaman kavgalı gözükseler de, kimi zaman barışık gözükseler de; sonrasında "YAŞ mühpem kararıydı", yok "e-muhtura idi", yok "367 idi", yok "referandum idi", yok "Ergenekon idi", yok şuydu, yok buydu, bir sürü senaryo ve algı operasyonlarıyla, önce askeriyedeki muhalif subay ve astsubaylar temizlendi, mit-jitem kapışması ile emniyetteki muhalif üst düzey kadrolar temizlendi. Yok ıslak imza, yok kozmik oda, yok 17 Aralık, yok hendekler, yok darbe, yok fetö metö diyerek, AKP ve MHP tüm devlet kurumlarını bir bir eline geçirerek devlet içerisindeki tüm diğer siyasi muhalifleri eze eze bir diktatörlük rejimini inşa etti. Fetö damgasıyla işten atılan öğretmenler mi dersiniz, doktor ve mühendisler mi dersiniz, her yere kendi kadrolarını yerleştirdiler. Yargı'da da aynı şeyler/süreçler yaşandı. Tüm yürütme kurumları ve bakanlıklar alt düzey olmasa da tüm yönetici amir kadrolar, YSK'sı, HSK'sı, AYM'si her yerde istedikleri gibi müdahale edebilmektedirler. Her devlet kurumunu kendi yandaşları ile doldurmaktadırlar. Yasama ve yürütmenin yargının üst kurumlarına atama yapması, bağımsız ve tarafsız yargı gerçeğine aykırıdır. Adalet Bakanlığı'nın teşkilat olarak yargının başı olması, HSK ve diğer yargının üst kurumlarının da başı olması, siyasal otoritenin yargı üzerindeki tahakkümünün en açık kanıtıdır. Haliyle; yargı kararları ne ulusal hukuka ne de uluslararası hukuka uymadığı gibi, seçilmenlerin ve atanmanların kendi yapmış olduğu kanunlara dahi uymamaktadır. Dolayısıyla; devletin ve kurumların başındakilerin tanımadığı bir anayasayı ve kanunları vatandaşın tanımasını beklemek hangi akla ve mantığa uygundur?
11.06.2023
Osmanlı İmparatorluğu'nun 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı'nın galipleri tarafından işgal edilmesi ile gelen bir "Cumhuriyet" yapısı, kendi iç dinamikleri ile gelişen bir modernizmden/kapitalizmden ziyade, emperyalist işgal kuvvetlerinin dışsal zorlamasıyla oluşan bir modernizm/kapitalizm olarak kalmıştır. Başka bir deyişle, emperyalist işgalle gelen modernizm/kapitalizm daha baştan sakat ve kusurlu doğmuştur. Dolayısıyla; yerel dinamikleri oluşmamış bir "cumhuriyetçi" devlet algısı, modernizmi/kapitalizmi bu coğrafya da yukardan aşağıya doğru gelişen otokratik bir dikta rejimine dönüştürmüştür. Kaldı ki; emperyalizmin gölgesinde kurulan bu devlet; en başında itibaren Alman ittihatçılığından ve İngiliz ittihatçılığından devşirilmiş memur kastlarından oluşturulmuştur. Sonuç olarak; içselleştirilmiş bir laizm/cumhuriyetçilik/demokratizm bu coğrafya da hiç bir zaman var olmamıştır ki; içselleştirilmiş bir hukuk algısı var olabilsin! Öte yandan, yargı ve hukukun birbirinden ayrılması meselesinde de, "iç yargı" diye bilinen ve yanlış adlandırılan kurumların (buna AYM de dahil), siyasi yargı süreçlerine dahil olduğu ve başka bir yanılsamayla da hukukun ise "dış-hukukta" olduğu şöylense de, bunların her ikisi de gerçeği yansıtmamaktadır. Her iki açıdan da yanlış olan bu yaklaşımlar; hukukun dışardan (Avrupa'dan vs.) geleceğine olan bir boş inançtan kaynaklanmaktadır. Haliyle hukuk, yani hak! Ne "iç yargıdan", ne "dış hukuktan" (Avrupa vs.) değil, ancak milletin bürokratik denetimist savaşımı ile gelebilir! Yani hak verilmez, hak alınır. Hak var olandan değil, yok olandan çıkar. Hak yoktan var olur. Ancak bu şekilde hak hak'ın asıl sahibi olan millete eşit şekilde üleştirilebilir. Toplumun, işçilerin, emekçilerin, kadınların, çocukların vs. hakları ancak bu şekilde teminat altına alınabilir. Hak ancak kendi hakları için mücadele eden bireyler var olduğu müddetçe var olabilir. Yoksa haklar ölü metinler, anayasalar, kanunlar, yasalar vs. ile doğuştan kazandığımız şeyler değildir. Hak verilemez, ancak savaşarak, mücadele edilerek elde edilebilir! Ülkemizde ve tüm dünyada insanlığın ilerlemesinin önünde bir engel olarak duran çürümüş temsiliyetist ve memuriyetist yapılar tarihsel olarak kendi sınırlarına dayanmış durumdadır. Dolayısıyla; 4 bacaklı denetimist devlet aygıtlarının tarihsel dayanaklarının bir bir ortaya çıkması da, elbette ki bürokratik denetimist savaşım biçimlerindeki artışla doğru orantılıdır. Haliyle; kitlelerin öz denetimsel bürokratik savaşımı karşısında temsiliyetizmden ve memuriyetizmden beslenen kapitalist emperyalist sistem ne yaparsa yapsın er ya da geç yerini yeni tarihsel ve toplumsal kurumlara bırakmaya mecbur kalacaktır. Eski toplumun bağrından çıkan yeni ilkeler ve kurallar eski toplumu da kapsayarak aşacak şekilde yeni bir devlet ve toplum yapılanmasının da temellerini atacaktır. Başka bir deyişle, er ya da geç bu statüsüzlük hali tüm statüleri eski ilkeleri ve kuralları yıkarak, yeni bir statünün yeni ilkelere ve kurallara dayalı yeni bir sisteminde öncüsü olacaktır!
12.06.2023
Tıpkı emperyalist işgal ve ilhakla, İngiliz çizmeleriyle zorla kabul ettirdikleri temsiliyetist-memuriyetist cumhuriyetçilik gibi, denetimist hukukta zorla Avrupa'nın baskısı ile Türk devlet yapısına entegre olsun da "bize kimse dokunmasın" diyen anlayış, bugün Türk yargısına hakim olan anlayıştır.
Yargının denetimistlere karşı takındığı tutum, yasamadaki, yargıdaki, yürütmedeki kastların korkusundan beslenen bu tutum, ne bu millet tarafından ne de denetimistler tarafından kabul edilebilir bir durum değildir. Bu tutum hukuksuz bir duruma da işaret etmektedir.
Denetimist hukuk mücadelesine karşı bu tutumu reva gören memur kastlarına ilişkin olarak, AİHM'ye yapılan müracaat gereği; ister görevde olsun ister emekli olsun tüm savcıların, hakimlerin ve yargı personelinin uluslararası hakim, savcı, avukat vs. teşkilatlarından emeklilik haklarının cezai müeyyidelerini ödemeleri talep edilmiştir. Keza Türk milleti adına yanlış kararlar alan yargının kendi sorumluluğunun bilincine varması adına yapılan müracaatlar esas olarak denetimist vatandaşlık bilincinin bir gereğidir. Aksi takdirde; Türk milleti adına millete yaşatılan mağduriyetlerin giderilmesi de mümkün değildir.
Memur kastları bilmelidir ki; seçmenle seçilmeni yalandan yere ayırmakla (AYM kararı) bu işten sıyrılamazsınız! Madem bir yanlış yaptınız ve seçmenle seçilmeni birbirinden ayırdınız; 20 yıldır kararlarınız ile gerçek suçlulara ceza kesemediniz ya; ne de olsa memuriyetist çıkarları korumaya yemin etmişsiniz ya; o vakit sizin millet adına konuşmaya dahi yetkiniz kalmamış demektir! Nasıl siz milletin temel haklarını, anayasayı, kanunları vs. tanımıyorsanız, denetimistler de sizin yalan politikalarınızı tanımayacak ve Türk milleti (toplumun-kümülatif-hakları) adına Türkiye'nin AİHM'de ve Avrupa Konseyi'ndeki savunma haklarını da burada iç hukukta yok edeceklerdir!
Ey Türk yargısı memur kastlarına boğun eğip memur mafyasını/GLADİO'sunu koruyacağına, İtalya'daki savcı gibi Cumhurbaşkanına dava açabilseydiniz, eğer hukuka zerre kadar saygı duyup bu savcı gibi yapsaydınız, hukuka ulaşmak için Türk yargısı da çabalıyor derdik!
İtalya'daki o cesur savcı tutuklanmış, devlet içerisindeki memur mafyasının/GLADİO'sunun kapışması çözümlenmeyince de AİHM ve Avrupa Konseyi sürece müdahale etmiştir. Yani İtalya'da sadece bir devlet kurumu yakalanmıştır. Yani siz ne yapmaya çalışıyorsunuz, denetimistler olarak anlamadık. Yasama, yargı ve yürütme üçü birden suçüstü yakalanıyor, dünya rekoru kırıyor, Türk milletine ve Türk devletine bu kadar zarar veriyor, ama siz görmedim, duymadım, bilmiyorum diyerek üç maymunu oynuyorsunuz. Siz hangi milletin hangi devletin mensuplarısınız, açıkçası biz anlayamadık!
Türkiye'yi tüm dünyaya rezil edip, rezillikte de sınır tanımıyorsunuz. Bir de utanmadan sıkılmadan almış olduğunuz kararlar ile bu rezilliğinizi dünyaya deklere ediyorsunuz. Tüm dünya hukuk camiası ve önde gelenleri size bir tarafıyla gülüyor. En basitinden; peki kooperatif üyesine "trans"/statüsüzlük kararı vererek üniter yapıyı/Türklüğü/milletin temel kümülatif haklarını yok sayarak Avrupa'da AİHM ve AİHS'de attığınız kimliksel şerhe ne demeli? Peki İstanbul Sözleşmesi’nde “Cinsel kimlik talep ediyorlar” yalanına sarılarak Avrupa Konseyi’ni ve AİHM’sini kandırmaya çalışmanıza ne demeli? Siz Türk yargısı mısınız yoksa başka bir milletin yargısı mısınız önce ona bir karar verin.
Sanmayın ki Türk milleti sizden bir gün hesap soramaz. Millet hukuk tanımaz bu kast uygulamalarınızdan ve diktanızdan milletin temel hakları için er ya da geç hesap sormasını bilecektir!
12.06.2023
Tüm millet üstü toplumsal yapılar ve bu yapıların iç seçimleri hangi kıstaslara göre yapılmaktadır?
Kendisine "demokrat", "cumhuriyetçi", "aydınlanmacı" diyenlerin çoğunluğu neden bir kez dahi olsun bu soruyu kendilerine sormamışlardır?
İster özerk, ister tüzerk içinde özerk, ister özerk içinde tüzerk olsun, ister kurum, ister kurul, ister dernek, ister sendika vs. biçiminde olsun tüm dünyada ve ülkemizde millet üstü toplumsal yapıların iç seçimleri de dahil olmak üzere tüm seçimler plebisiterist'tir. Başka bir deyişle, tüm bu millet üstü yapılar tarihsel olarak yasamadaki, yargıdaki, yürütmedeki plebisiterizmden ve plebisiterizm türlerinden beslenmektedir.
İşte bu nedenledir ki; temsiliyetizmin bir kolu plebisiterizme çıkarken bir kolu da memuriyetizmde vücut bulmaktadır. Dolayısıyla; tüm dünyada ve ülkemizde seçilmen terörizminin otokratik despotizmi ile hareket eden memur kastları ellerinde tuttukları partilerde, sendikalarda, meslek odalarında, derneklerde vs. tüm seçim sepet işlerini bu plebisiter despotizm aracılığıyla yapmaktadırlar.
Örneğin, Türkiye'de YSK'nın atanması ve YSK iç seçimleri ya da HSK'nın atanması ve HSK iç seçimleri ya da AYM'nin atanması ve AYM iç seçimleri (bu liste Yargıtay, Sayıştay, Danıştay vs. biçiminde uzatılabilir), yasamadaki komisyon atamaları, yürütme bakanlıklarının atamaları ve bakanlıkların iç seçimleri, tüm bu süreçler milletin hiçbir şekilde söz ve karar hakkına sahip olmadığı plebisiter tarzda örgütlenen ve uygulanan despotik süreçlerdir.
Başka bir deyişle; bütün bu süreçler seçilmişlerin (ki atanmışlarda aynı kişilerden meydana gelmektedir) kendi kendilerini seçtikleri ve kendi kendilerini atayarak kurumları ve kurulları (dolayısıyla devleti) oluşturdukları bir plebisiter despotizm eliyle yapılmaktadır.
Doğal olarak; memuriyetist ve temsiliyetist plebisiter sistemin bu yapısal sistemin üzerine bina edildiğini söylemek hiçte abartılı olmayacaktır!
Sorunun kaynağı salt adil bir seçim sisteminin olmaması değildir. Sorunun asıl kaynağı adil bir seçim sistemine, eşit ve ulaşılabilir bir hukuk sistemine, bir cumhuriyet sistemine, milletin temel haklarını kıstas alan sosyal eşitlikçi bir devlet yapılanmasına mevcut plebisiter despotizm modeli ile ulaşılabilmesinin mümkün olmamasıdır.
İşte bu nedenledir ki; memuru da vatandaş karşısında eşitleme terazisi olarak bağımsız bir toplumsal denetim kurumu ile dengelemeye ve böylelikle denetlenebilir ve geri çağrılabilir bir bürokrasi eliyle millet ve devlet arasında bozulmuş olan dengenin millet lehine yeniden tesis edilebilmesinin tek yolu denetlenebilir bir devlet ve toplum modelinin hayata geçirilebilmesidir.
Aksi takdirde; devlet ve kurumlarını ele geçirip menfi ve siyasi çıkarlarının peşinde koşan, milletin temel haklarına çöken, cebini doldurma kavgasında her türden siyasal madrabazlığı ve hokkabazlığı yapan temsiliyetist ve memuriyetist kastların tüm dünyaya ve ülkemize getirebileceği tek şey daha fazla yozlaşma ve yoksulluk olacaktır.
Çözüm çok basit.
Çözüm milletin kendisini ve temel haklarını denetim yoluyla memur despotizminden korumasıdır.
Kimsenin kimse adına sözcülük ve savunma yapması bir çözüm değildir. Kimsenin Don Kişot vari bir role soyunmasına da gerek yoktur!
Herkes kendi temel haklarını devlet sistemi içerisinde kurumsal bir statü altında, tüm iç denge ve denetim kurumlarının da bağımsız bir toplumsal denetim kurumu altına alınmasıyla, millet bu sayede tepeden tırnağa tüm devleti ve memurlarını denetleyebilecektir.
Denetlenebilir ve geri çağrılabilir bir bürokrasi ancak temel haklarının farkında olan ve devlet sistemi içerisinde kurumsal teminatlara ve statülere sahip olan bir vatandaş denetim ağı ile sağlanabilir.
Sonuç olarak; denetlenmeyen bir devlet, denetlenmeyen bir cumhuriyet, denetlenmeyen bir demokrasi, ne bir devlet ne bir cumhuriyet ne de bir demokrasi olamayacağı gibi; çürümenin ve yozlaşmanın büyük bir hızla tepeden topluma aşağıya doğru yayıldığı bir sistemin gelecekte ki akıbetinin ne olabileceğini görmek içinde zaman yolculuğu yapmakta gerekmemektedir!
13.06.2023
Faşist propaganda yöntemleri doğru olsaydı; tüm dünya bu propaganda yöntemlerini açıkça savunurdu. Dünyanın uygar ve gelişmiş toplumlarında faşist propaganda yöntemleri lanetlenirken, bizim gibi ülkelerde ise temsiliyetist siyasal kastlar rahat rahat faşist propaganda yapabilsin diye yasa bile çıkarılabilmektedir.
Sözde 298 deki propaganda da eşitlik ilkesi yasa maddesi olarak varken kanun kaotizmine geçit verilerek faşist propaganda yöntemlerine serbestlik getirilmiştir. Elbette ki bu serbestlik memur kastları için getirilmiş olan bir serbestlik olup, memur despotizmi millete daha iyi yanıltıcı bilgi verebilsin ve yalanı daha iyi yayabilsin diye bu serbestliğin önü bilinçli ve kasıtlı olarak açılmıştır.
Seçimin tarafı olan Cumhurbaşkanına seçim kanunlarının gereği olarak seçim yasakları bile uygulanmamıştır. Eğer uygulanmayacaksa; YSK kendi seçim kanunlarına dahi bakmayacaksa, o maddeleri oraya koymanın ne anlamı vardır? Dünya nereye gitmektedir; Türkiye nereye gitmektedir? Türk devleti tersine tersine giderek adım adım kendi çöküşünü de hazırlamaktadır.
Memur despotizminin çaldığı yetmiyormuş gibi, bir de milletin bu temsiliyetist teröristler tarafından her gün aşalanması, hakarete ve iftiraya uğraması yok mu! İşte milletin bu memuriyetist kastlara diş bilemesinin bir nedeni de budur. Anayasa tanımaz, kanun tanımaz, yasa tanımaz, hukuk tanımaz, hak tanımaz bu mantık; milletin temel haklarına çökmeye devam ederek milleti millete rağmen sonsuza kadar köleleştirebileceğini sanma hastalığına ve akıl tutulmasına düşmüş durumdadır.
MHP/AKP/ cumhur ittifakı kastları deprem yasalarını ve afet yasalarını çıkartmadığı ve çıkarttığı yasaları uygulamadığı için yargılanmalıdır. Suçlular derhal mahkeme önüne çıkarılmalıdır!
CHP ve HDP belediyeleri de olsa; o imar müdürleri, yapı denetim müdürlükleri, ilgili bakanlıklar derhal yargılanmalıdır!
“Doğu Anadolu fay hattında katliam olacak, acil önlemler alınmalıdır” dediği için Mimarlar Odası’nı (TMMOB) hain ilan eden, terörist ilan eden de bu hükümettir.
Bilimsel gerçekleri söyleyen jeofizikçilerin raporlarını kabul etmeyip, hain ve terörist diye üniversitelerden kovanda bu iktidardır.
Devletin başına musallat olmuş her şeyi bildiğini varsayan örgütlü cehalet milletin başını da yemeye devam etmektedir. Memuriyetist kast grupları ve derin MHP seçim sepet işleriyle deformasyonla/dezenformasyonla bu sistemi zorla despotizmle millete rağmen ayakta tutmaya çalışmaktadır.
Aynı darbe raporlarını kaybedip darbe araştırmasına ret verdikleri gibi, aynı sözde fetöcü terör örgütünün siyasi ayağının araştırılmasına ret verdikleri gibi, memur kastları kendi suçlarını gizlemek için kılıktan kılığa girseler de, 14/28 Mayıs plebisiter seçimleri memur kastlarının son temsiliyetist seçimi olmuştur.
Keza millete bu zulümü reva gören zalimlerin yargılanması için sonuna kadar denetimistler mücadele edecektir. Temsiliyetist siyasal kastlar hem iç hukukta hem de evrensel hukukta kaybetmeye ve yenilmeye mahkumdur!
14.06.2023
Gerçek seçim tarihi 14 Mayıs değildi.
R. T. Erdoğan’ın üçüncü defa aday olma halkı anayasaya uygun değildi.
Neden millet ittifakı/CHP ve onun açık/gizli ortakları yasal denetim yapıp bu seçimi mahkemeleştirmediler?
Neden muhalefet yasama başkanının yazdığı bir makalenin bir hukuk kararı olamayacağını beyan etmedi?
Bütün bunları milletten neden sakladınız?
Yasa koyuculukta bu ülkede bütün kanunları MHP ekibi yapmıyor mu?
İktidar ve muhalefet baştan beri anlaşmalıydı.
Amaç memur despotizmine dokundurmamaktı.
Yeter ki millet temel haklarının bilincine varmasın.
“Aman millet bize dokunmasın!” bizi denetlemesin diyen siyasal temsiliyetist kastlar anlaşmalı bir şekilde sandıktan Erdoğan’ı çıkardılar.
Ortada YSK’nın açıklayamadığı 12 milyona yakın oy var. Bir ülkede seçmen sayısından fazla oy olabilir mi? Misal; 50 milyon kişilik bir ülkede 60 milyonun oy vermiş olması sizce normal mi?
Ne dedik oyu kimin verdiğine, oyu kimin saydığına değil, asıl yetkiyi (mazbatayı) kim veriyor, oyu kim kabul ediyor ona bakın.
Gerçeklerle yüzleşmek bu kadar mı zor?
İşte kazananda kaybeden de buna göre belirleniyor.
Yıllarca sosyalist yapılar seçim ve parlamento için aldatmacadır dediler. Ama yalnız dediler. Dediler de ne yaptılar?
Sosyalist yapılar bu plebisiter seçimleri, plebisiter şekilde oluşmuş olan yasama, yargı ve yürütme kurumlarını denetlemek için ne yaptılar?
Müzmin küstüm oynamıyorum sandık boykotizmi edilgen bir protesto biçimi olarak kaldı.
Bunun yerine denetim yoluyla millete (hadi işçi sınıfına diyelim) sandığa gidip sandığı (temsiliyetizmi ve memuriyetizmi) sandıkta protesto edin neden denilmedi?
Denilmez; çünkü kendisine sosyalist adını veren yapılarda aynı yasamadaki, yargıdaki ve yürütmedeki plebisiter atama ve seçimlere benzer bir şekilde oluşuyor.
Burjuva partilerini geçin, hangi sosyalist yapıda iç denetim var? Tıpkı temsiliyetist ve memuriyetist kurumlar gibi bu yapılarda parti oligarşisine ve lider kültüne dayanıyor.
Daha kendi kendisinin iç denetimini yapmayı başaramayan bu yapılar, es kaza iktidara gelse sistemi toplumla birlikte nasıl denetleyecek/nasıl yönetecek?
Sonra al sana otokratik parti ya da lider diktatörlüğü, al sana ceberut devlet anlayışı!
Tarihi kişiler üzerinden açıklamaya çalışanlar büyük resmi oluşturan yapıları da asla göremezler.
Türkiye’de genel manada muhalifler temsiliyetist ve memuriyetist yapıyı tanımadıkları için sürekli oldukları yerde sayıyorlar.
Ülkenin aydın kesimleri bile aydın olma vasıflarına sahip değil. Halbuki bir toplumda ileri ve devrimci fikirlerin katalizörü genellikle aydın tabakalardır.
Ama bizim aydınlarımız sağcı ya da solcu olsun gerici bir konumda. Bunu denetimist mücadelenin karşısında yıllardır üç maymunu oynamalarından iyi biliyoruz.
Hala yok Kılıçdaroğlu iyi adamdı, dürüst adamdı, hakkı yenildi, şöyle olsaydı, böyle olsaydı kazanırdı diye züğürt tesellisi ile kendisini avutanlar da yok değil!
Seçim baştan AN-LAŞ-MA-LIY-DI!
Bir devlette (o devlet Afrika’daki bir kabile devleti bile olsa) yetki tek bir adamın eline geçmişse (o devletin derin iktidarı da şimdilik bunu destekliyorsa) tüm yetkiye sahip olanın ağzından çıkan her şey tanrı kelamıdır.
Bu durumda o ülkede YSK da dahil tüm kurumların patronu da aynı kişidir.
Bu adama karşı sandıkta seçim falan KA-ZA-NA-MAZ-SI-NIZ!
Bu yüzden sözüm ona kendisine muhalefet diyenlerin yaptığı tartışmalar özü itibariyle boş tartışmalardır. Milleti kandırmaya ve avutmaya dönük tartışmalardır.
Hodri meydan!
Karşısında korkudan altınıza pislediğiniz R. T. Erdoğan’ı denetimist hukuk savaşçıları hem ulusal hukukta hem de evrensel hukukta mahkemeleştirmiş durumda.
Ülkede mikrofon faşizmi olsa da, bu gerçek milletten ısrarla saklanmaya çalışılsa da, kral çıplak!
Kralın 14/28 plebisiter seçimlerinde atı alıp Üsküdar’ı geçememesi de, atın denizi geçeyim derken boğulması da bundan işte.
Ey muhalifler mücadele diyorsunuz; peki neredesiniz?
Hak verilmez, hak alınır. Hak zorla, mücadeleyle alınır.
Hak denetim yoluyla, milletin kendi temel haklarını memur despotizmine karşı koruması ile alınır!
15.06.2023
Bilindiği üzere R. T. Erdoğan Beyoğlu Belediye seçimlerine ve 1994 İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerine katıldığında hala bir İmam Hatip mezunuydu. O dönemin çeşitli basın yayın organlarında R. T. Erdoğan için “Değil belediye başkanı olmayı, muhtar bile olamaz” deniyordu. Erbakan ekibine karşı Erdoğan’ın imam hatipli kimliği üzerinden pek çok karşı propaganda yapılıyordu.
2014 yılına gelindiğinde ise davacı Ahmet Davran Erdoğan’ın notere verdiği diplomanın aslını görmeden imzalanmasına ve onaylanmasına yönelik müracaatıyla ilgili noter disiplin cezası yemiş, sonradan bu konuda açılan mahkemelere verdiği talimatla birlikte emir eri mahkemeler ceza hukukundan bu davaların önünü hep kapatmıştır.
Ceza hukukunda Erdoğan’ın diplomasına karşı Ahmet Davran dışında hiç kimse bir girişimde bulunmamış, kimi partiler “hukuk mahkemeleri” yoluyla Erdoğan’ı dava etmeye çalışsalar da başarılı olamamışlardır.
KVKK kanunuyla da diploma gerçeğinin üstü örtüldüğü gibi, fetö ve darbe politikaları için kanunsal düzenlemeler de bu kanunla yapılmıştır.
Diplomayı ve bu konudaki usulsüz işlemleri yapan memurlar hakkında yapılan suç duyuruları da “memura hakaret davaları kapsamında” değerlendirilip, ne fetönün ne darbenin ne de diplomanın hesabı sorulamamıştır. Hesap sormaya kalkan her kim olursa olsun bu muhalif memurlar bile olursa olsun hakaret cezalarına çarptırılmıştır.
Muhalif memurlar hakkındaki veriler bu kurul tarafından rahatlıkla değiştiriliyor, iktidarın istediği gibi muhalif memurlara işlem yapabilecek yasal dayanak sağlanıp, devlet bürokrasisinde yukardan aşağıya doğru baskı politikaları geliştirilebiliyordu. Bu verilerin değiştirilmesi sayesinde hatta emekli memurların emekli subayların bile emekli maaşlarına el konulup yıllarca ödenmemişti. İktidar tüm gücüyle yalan üzerinden bir terör politikası oluşturmuştu.
Bu KVVK’dan önce Erdoğan kendi sahte diplomasını, önce YSK aracılığıyla kabul ettirmişti. YSK, Erdoğan ile ilgili geçmiş belge ve verileri ile (89-94-2002) Cumhurbaşkanlığına adaylık sırasındaki verileri inceleme yapmadan, kendi eski veri sistemiyle karşılaştırmadan yalanla kabul etmiştir.
KVVK ile kanun ve kurum/kurul ile artık YSK sorumluluktan kurtulduğunu zannetmiştir. Yani en azından sorumluluktan kurtulmasalar da bu konuda kanun çıkmasıyla daha da rahatlamışlardır.
İşte gördüğünüz gibi kurulun ve kurumun başkanı istediği veriyi, istediği özerk-kişi ya da tüzerk-kişi olan herhangi bir memurun hakkında veri girebiliyor, istediği veriyi istediği gibi değiştirip, istediği veriyi de istediği gibi silebiliyor.
İşte bu yolla 4-5 bin savcı ve hakimi de sözde fetöcü ilan edip, bu savcı ve hakimlerin verilerini, rütbelerini ve derecelerini istediğiniz gibi değiştirip, istediğiniz gibi meslekten fetö diye de atabilirsiniz.
Ya da iktidarın İrfan Fidan’ı (soyada dikkat!) Yargıtay tecrübesi ve derecesi bile olmadan canının istediği gibi AYM’ye atamasına, ya da iktidarın canının istediği hakim ve savcıyı HSK’ya atamasına ne demeli!
Bu kanunla memurlar iktidarın insafına kalmış, iki dudaklarının arasındaki talimata bağlı hale gelmişlerdir.
İstanbul Adalet sarayında görevli iken, birden bireye Yargıtay’a, orada bir ay bile kalmadan AYM’ye ataması yapılan İrfan Fidan’ın atamasının nasıl yapıldığını anlamak bu sistemin nasıl çalıştığını anlamayı da olanaklı kılar.
Fetö karalaması ve suçlamasıyla içeri giren, mesleklerinden edilen ve zorla emekli edilen hakim ve savcıların onca çabalarına rağmen, nasıl ve neyle suçlandıklarını anlayamamalarının sebebi de bu kanun ve kuruldur.
Kurul, istediği kişiye istediği veriyi gösteriyor, istemediği kişiye istemediği veriyi göstermeye biliyordu.
Muhalif birey ve memurlar ya da şahıslar hakkında gerçek veriler ile gerçek olmayan veriler istenildiği gibi 2 ayrı kayıt sistemiyle birlikte tutulabiliyordu.
İktidar kendi çıkarları doğrultusunda gerçek olmayan verilerden yanıltıcı bilgi ve verilerden “özel kayıt sistemi” yaratmış, diğer yandan kişilerle ilgili gerçek bilgilerden oluşan bir kayıt sistemi yaratmıştır. İstediği zaman istediği kayıt sistemini kullanmaktadır. UYAP dahil TC numaraları da bu şekilde ikili bir kayıt sistemiyle birlikte iktidarın yararına koşullandırılmıştı. Fetö soruşturması için 2015 de hazır liste olarak HSYK’ya verilen o hazır liste de bu sistemle oluşturulmuş bir listeydi. KVKK çıkmadan ki, KVVK uygulamaları da böyle oluşmuştu.
Denetimistler YSK’ya ve AYM’ye yaptıkları “Vatandaş denetim raporları” müracaatlarıyla bu ikili sistemi birçok delille birlikte ilgili kurumlara bildirmişlerdir.
Denetimistler; doğal gaz su elektrik vs. içişleri bakanlığı hizmet birimlerinden, kapı numaralarıyla tesisat numaraları arasındaki farklılıklardan, dubleksler üzerinden dönen seçim hilelerinden tutunda, çevre şehircilik üzerinden arsalara çıkarılan sözde bina ve sözde sahte seçmenlerden tutunda, bir ton konuyu örnekleri ve delilleri ile birlikte ortaya koymuşlardır.
R. T. Erdoğan’ın sahte diplomasına ilişkin her ne kadar davalar açılmış olsa da, KVKK’nın kişisel verilerin yurt dışına aktarılmasını engelleyen 9. maddesi “Kişisel veriler, ilgili kişinin açık rızası olmaksızın yurt dışına aktarılamaz” gereğince de bu veriler yurt dışına aktarılmamış, AİHM’e gönderilmiş davalarda böylelikle engellenmiştir.
KVKK maddeleri kamu gücünün merkezileşip tek merkeze ve tek kişiye bağlanmasıyla da tam bir korku terörü ve devlet şiddeti politikasının gayri meşru yasal-kanunsal dayanağı haline gelmiştir.
Denetimist davacı Cumhurbaşkanı adayı; yıllardır sahte diplomasıyla Cumhurbaşkanlığı yapan R. T. Erdoğan’ın diploması olmadığına şahit olarak hem ulusal hem de uluslararası hukuk kapsamında uluslararası tanık programına kendisini kayıt ve talep etmiştir. (19.12.2022 tarihinde AİHM’in aldığı karar gereği denetimist davacı cumhurbaşkanı adayı diploma davasına tanıktır.)
Türk milleti, bu temsiliyetist memur mafyalarından oluşmuş bu iktidarın, devlet-şiddetinin ve gayri meşru çıkarttıkları yasaların üstesinden ancak denetimist bürokratik savaşım yoluyla gelebilir.
Bu sebeptendir ki; denetimist davacı cumhurbaşkanı adayı Türk milleti adına milletin kümülatif haklarının temliğini gerçekleştirebilmek için aday olmuştur. Dolayısıyla; Türk milleti de davacı adayın kümülatif haklarına dayanarak temsiliyetist memur mafyalarının çıkarttığı gayri meşru yasalara da kanunlara da itiraz edebilir. Haliyle; denetimist hak arama yolu sonuna kadar açıktır!
Dahası; davacı aday Avrupa Konseyi’ne sonra AİHM’e seçme seçilme hakkının iktidar ve devlet eliyle engellendiği, plebisiter bir seçimlere gidildiği, YSK’nın aldığı kararların hukuksal denetiminin yapılmaması nedeniyle de ihbar hakkını da kullanmıştır.
YSK, kararlarına karşı başka bir merciye başvurulamayacağını, dolayısıyla plebisiter seçimlerde yapılsa, hile ve hurda ile iktidarın emir ve talimatlarıyla YSK’ya kararlarda aldırsan, sahte diploma ile adaylıkta yapılsa ve diğer seçim hileleri de yapılsa, YSK kararlarına karşı başka bir merciye şikayet edilememektedir. Yanlış duymadınız YSK’nın almış olduğu kararların hukuksal denetimi sadece YSK tarafından yapılabilir; tabii ki buna hukuksal denetim denilebilirse!
Avrupa Konseyi başta olmak üzere AİHS sözleşmesi kapsamında seçme seçilme özgürlüğüne her ne kadar Türkiye yalandan yere imza atsa bile, ülkemizdeki memur mafyalarının devletinin uygulaması bu’dur!
Bu memur mafyaları yıllardır nasıl Türk milletini kandırıyorsa AİHM ve Avrupa Konseyi’ni de aynı şekilde kandırmaya devam etmektedirler.
Dolayısıyla; AİHM ve Avrupa Konseyi Türkiye’yi AİHS ve diğer maddelere göre daha fazla gözlem altına alsın ya da almasın bu da talidir. Zira Türkiye’de memur mafyaları tarafından düzenlenen seçimler ve bu seçimleri yürütebilmek adına yapılan gayri meşru kanunlar plebisiter (şaibeli) hale geldikçe AİHM ve Avrupa Konseyi gibi kurul ve kurumlarda bir o kadar plebisiter hale gelmekten de kurtulamamaktadır.
Başka bir deyişle, bu memur mafyalarına, devlet-şiddetine, temsiliyetistler terörizmine göz yumduğu sürece AİHM ve Avrupa Konseyi gibi teori de “demokratlığı” ile övünen kurul ve kurumlarda kendi varlık zeminlerini ortadan kaldırmaktan kurtulamamaktadır.
Uzun lafın kısası; bu memur despotizmine ve milletin canına, hayatına, geleceğine çöken sistemin önüne geçebilmenin tek bir yolu vardır; o da dünyada ve Türkiye’de emekçi sınıfların kendi temel (kümülatif) hakları için temsiliyetist kastlara karşı bürokratik denetimist savaşım yürütmesidir.
Aksi takdirde toplumsal bir kurtuluş mümkün olmadığı gibi, hakka, adalete ve özgürlüğe dayalı yeni bir toplumsal sistemin yaratılabilmesi de asla mümkün olmayacaktır.
20.06.2023
21.06.2023
Serhat Nigiz
0 notes