Tumgik
#liberalizm
kevkebus-subh · 1 year
Text
“Türkiye’de şöyle bir şey var, bu çok net, bu bütün ülkede var; biz nimetlerinden istifade edelim ama külfetini çekmeyelim. Böyle bir anlayış var bizde. Bu anlayış bize Osmanlı’dan gelen bir anlayış. Osmanlı halka hep nimet verdi, hürriyetini kesti ama nimet verdi. Belli bir hayat standardı verdi. Külfet çektirmedi. Külfeti devlet çekti. Şimdi Liberalizme dönünce nimeti hep istemeye devam ettik. Ama Liberalizmin temelinde nimet külfet dengesi vardır. Hadise bu...”
4 notes · View notes
pateralba · 6 months
Text
Tumblr media
KAPİTALİZMİN FELSEFESİ
Söylemi özgürlük iken eylemi bireyci yarar ve mutluluk olan liberal felsefenin bileşenlerinden söz edeceğim. Kapitalizm ve onun yönetimindekiler, insanı "mutluluk mu, özgürlük mü" ikilemine sokarken bu tuzağa düşen gerçek özgürlükçüleri (liberalleri değil) mutsuz kılmayı da başarabilir. Bu ikileme dikkat etmeliyiz. Ayrıca liberalizmin varacağı noktadan da söz edeceğim. Liberalizmin yarattığı narsist birey ve narsist bireyin varacağı nokta olarak bilimsel görünmeye çalışan hastalık "sosyal darwinizm" çıkmazından söz edeceğim. Irkçılık, genetikle ulusların arasında ilişki olduğu yanılgısı üzerinden var oldu. Fakat medeniyet ve bilim tarihinin, ulusları dillerin oluşturduğu, dillerin doğadan öğrenilerek oluştuğu gerçeğini ortaya çıkarması ile insanı insana yabancılaştıran ırkçılık da çöktü. Bütün bunlara değinirken kapitalizmde psikolojik olarak düzelmeye de değineceğim.  
Burjuvazinin felsefesi ve ideolojisi liberalizmdir. Çoğu ülkede ise "ideoloji" kaygan bir kavramdır. Bu kayganlık egemen sınıfın istediği şeydir. Liberalizmin temelinde mutluluğu en yüksek seviyeye çıkaracak şekilde tüketim yapan insan vardır. Her şey daha fazla mutluluğu hedefleyen ve daha fazla yarar amaçlayan insan tanımı üzerinedir. Çünkü kapitalizm, liberalizmi tüm bileşenleriyle bayrak edindi. Liberal felsefe, insanın özgür ve eşit olduğunu iddia eden bir felsefe, ancak aynı zamanda mülkiyeti temel alan liberal ekonomi, yani kapitalizm de söz konusudur. Liberal felsefe, aydınlıklar yüzyılı denilen 17.yy’ın sonunda ortaya çıktı. Liberal ekonomi ise kolektivizm ile çelişiyor, ayrıca özel mülkiyeti doğal bir hak sayıyor. Lİberal ekonomiye göre bireyler ayrı ayrı haklarına ulaşmaya çalışarak, kolektif çıkarlarını da gerçekleştirebilir. Liberalizme göre, piyasa işleyişine hiçbirşey engel olmamalı, devlet kurallara göre ekonomiye müdahale etmeli ve kurallara uymayanları cezalandırmalıdır. İşte bu tam olarak kapitalizmdir. Liberalizm kapitalizmdir ve felsefesi de kapitalizmin felsefesidir. Politik felsefe olarak liberalizm insanı merkeze alıp, insan özgürlüğüne vurgu yapmakla birlikte, özgürlüğü bir amaç olarak görmez ve erteledikçe erteler. 1920'ler boyunca savaşın zararlarını yaşayan, ekonomik koşulların zorlaştığı, işsizliğin arttığı, toplumsal hoşnutsuzluğun arttığı süreçte Naziler "Neşeyle Kuvvetlenme" ilkesiyle bir çeşit mutluluk propagandası yaptılar. Nazilerin popülerliğini arttıran en önemli kuruluşlardan biri KdF (Kraft durch Freude), yani "Neşeyle Kuvvetlenme" idi. 1939'a kadar milyonlarca insanın katıldığı organizasyon, özellikle işçilere ve ailelerine yönelik politikalar geliştirdi. Eğlence, boş zaman ve tüketim üzerine kurulu bir organizasyondu. Devletin popülerliğini öven örtük bir propaganda aracıydı. Her gün yaşanan ve felaket olarak görülen her şeye rağmen, devletin pozitifliğine dair propagandasını sürdürdü. KdF'nin hedefinde ücretli çalışan kesimler, işçiler vardı. Devlet tarafından, eğitimli ve daha üretken bir ülke için iş gücü propagandası yapılıyordu. Kurulan sistemin herkes için avantajlı olduğu yönde propaganda yapılıyordu. Sınıfsal çelişkilerin önemli olmadığı vurgulanıyordu. Devlet, pozitif yönetim teknikleri geliştirmeye çalıştı. Yaşamın boş zamanına hazzı, mutluluğu ve keyif alınan olguları koymaya çalıştı. Böylece hayatından ve işinden (devletten) keyif alan mutlu bir ulus devlet görünümü oluştu. Vatandaşlar için en iyi yönetimin bu olduğu propagandası yapıldı. Mutsuz olmak, muhalif olmaktı. Mutluluk çok geniş bir kavramdır. Yaşam biçimleri, kültürler, yaşamdan beklentiler, zevk ve tutkular, inançlar ve daha bir çok nedenle herkese göre değişiklik gösteriyor. Fakat bilimsel olarak tek bir şey ifade ediyor. Mutluluk bir beden durumudur ve bedenden geri bildirim geldiğinde mutlu olursunuz. Nefes almak gibidir. Times dergisine göre bilim insanları diyor ki; mutluluk hissinin %40'ını düşüncelerimiz, hareketlerimiz ve karakterimiz belirler, geri kalanın %50'si ise genetik faktörlerle ilgilidir. Yani bu bilgiye bakarsanız mutlu olmanın sadece %10'u çevre gibi insan beyninden bağımsız faktörlerden etkilenmektedir. Fakat insanlara nasıl "aklını kontrol et ve mutlu ol" diyebiliriz? İnsanların yaşayabilmeleri için gıda, barınma, eğitim sağlık ihtiyaçları var. Emekçiler bu ihtiyaçları karşılamakta zorlanıyor. Savaşlar, krizler, çevre kirliliği gibi sorunlar da var. Bunlardan dolayı mutsuz olmaya sebep olan şey kapitalizm iken insanlara nasıl "aklını kontrol et ve mutlu ol" diyebiliriz? Kapitalizm kendi krize girdikçe burjuvazi insanları birçok amaçla kalıba sokuyor. Medyayı kullanıyor.
Bu mutsuzluk durumlarında, dizi ve filmlerde konu fakirlik de olsa fakir olan sonunda zenginleşiyor. Herkes zengin mi olacak, kapitalizm medya aracılığıyla topluma bunu mu vaat ediyor? Filmlerdeki çağa uyan insan felsefesi, para kazanmak ve harcamaktır. Kişi sürekli kendisi için düşünmelidir, çünkü kapitalizmin felsefesi olarak liberalizme göre mutluluk bu formülde gizlidir. Reklamlarda bir çikolatayla mutlu olabiliyorsunuz ya da bir otomobille ayrıcalıklı sayılıyorsunuz veya lüks bir rezidans ile yaşama meydan okuyorsunuz. Emekçiler, bu tüketim kışkırtması sonucunda, maddi olanaklara kavuştuklarında değer göreceklerine inandırılıyorlar. Kapitalizm insanları o kadar küçük beklentilere razı etti ki, büyük idealler ve amaçlar insan aklından uzaklaştı. Küçük metalar satın almak insanları tutsak etti. Bencillik, bireycilik, rekabeti arttırıyor ve arttırdıkça insanların duygu durumları daha da sarsılıyor. Gerçek olansa, mutluluk bir duygu durumudur ve sürekli aynı duygu durumunda kalmak sağlıklı değildir. Psikolojik sağlığın en önemli göstergelerinden biri, kişinin tüm duyguları hissetmeye açık, herhangi bir duyguda çok kalmadan ve hiçbirinden kaçmadan duyguları deneyimlemesidir. Times dergisindeki bilim insanlarının aksine mutluluk bir bilimdir ve pozitif psikolojidir.
Pozitif psikolojinin amacı olması amaçlanana odaklanmaktır. Mutluluk bilimi ya da pozitif psikoloji, kişilerin güçlü olan yanlanlarıyla ilgilenir. Böylece kişiler kendilerini daha iyi durumlara ulaşmak için motive eder. Günümüzde pozitif psikoloji ders olarak okutulmakta ve mutluluk bilimi sosyal alanlarda başarılı olmak için öğretilmektedir. Bu psikolojiyle uğraşanlar, herkes için genel geçer çözüm olmadığını belirtiyor. Sosyal ilişkileri güçlü ve başarılı olanların mutlu olduğunu ekliyor ve sosyal ilişkileri arkadaşlık sayısıyla ilişkilendirmiyor. Mutlu insanın akıl sağlığı düzgün insan olduğunu, kendisiyle barışık olduğunu ve doğayla iyi ilişkiler kurduğunu belirtiyor. Amacı olan insanların, insanlığa yararlı olabilmeyi hedefleyen kişiler olduğunu belirtiyorlar. Anlaşılıyor ki mutluluk için, Times dergisinin söylediğinin aksine çaba göstermek gerekiyor. Mutluluk konusunda ise felsefenin önermelerinin yerini kesinlik aldı. Fakat yine de felsefeye değinmeden edemeyiz. Bilimden önce felsefe bu konuda akıl yürüttü. Aristo "mutluluk anlık hislerden oluşmaz, nihai hedeftir" derdi. Kant "mutluluk tüm eğilimlerin memnuniyetidir" derdi. Nietzche "mutluluk insanların çevrelerine uyguladıkları bir güçtür" derdi. Sokrates "mutluluk kişinin kendine bahşettiği başarılarından gelir" derdi. Platon mutlu olmanın yolunu "bir önceki yıla göre edindiğimiz başarı" olarak görürdü. Felsefenin, bilimin gelişmesinde yararını göz ardı etmesek de, artık bilim bu çıkarımları gereksiz kılıyor. Ben yine de liberal felsefenin ağacına su akıtan her oluğu eşeleyeceğim ve size meyvesini göstereceğim. Roma imparatorluğunun egemen felsefesi olan Stoacılık, örgütlü bir hareket olarak yaklaşık 500 yıl devam etti. Bu süreçte uluslar arası boyut kazandı ve günümüzde de liberalizm tarafından teşvik ediliyor. Daha çok ahlak felsefesi olarak ön plana çıksa da yaşamın bütününü kucaklayan bir felsefedir. Stoacılığın bize sunacağı iki yardım var: İlki, endişelendiğimizde, çoğu insan bizi neşelendirmeye çalışırken ve en akıllıları bile "neşelen" derken Stoacılar umut vermezler. Çünkü umut duyguların afyonudur ve kişinin iç huzurunu sağlamak için kesinlikle yok edilmelidir. Stoacılık bunun yanında, anın kıymetini bilmek, geçmişe takılmamak, bugünü pişmanlıklarda bulandırmamak, olaylara bakış açımızı değiştirerek, kendimizi tanıyarak ve sınırlarımızı bilerek bunu kabullenerek mutluluğa erişebileceğimizi öğütler. Stoacılık, dünyayla ilgili teorilerle ilgilenmez ve sonsuz bir tartışma için değil, eylem için vardır. Adını Zenon'un derslerini verdiği stoa isimli direkli galeriden alır. Stoacılar, dört önemli erdem aracılığıyla öz-gelişim amacı güderler. Pratik bilgelik, aşırıya kaçmama, adalet, cesaret. Bütün bunlara rağmen, Stoacı öğreti, ahlaklı olmanın koşulunu dışsal değil de içsel özgürlüklere bağladığı yerde, sosyal eşitsizliklerle ilgili herhangi bir eleştiri sunmaz. Hatta Roma Anayasası'nı doğal anayasa olarak gördüğünden, köleliği de doğallaştırır. Belki de liberalizmin bugün Stoacılığı teşvik edişi bundandır. Eudaimonizm, Antik çağda insan davranışlarının mutluluk isteğiyle belirlendiğini ileri süren ahlak felsefesidir. Buna göre en üstün iyi, mutluluktur. Sokrates'e göre, en üstün iyi olan mutluluk, ahlaki mutluluktur ki bu da bilgiyle elde edilir. Bu durum Sokrates'ten sonra bütün Yunan düşünürlerince kabul edildi. Mutluluk, bütün öğretilere göre iyi yaşama anlamındadır. Bu konuda toplumsalı bireysele indirgemek, mutluluk koşullarını her zaman ve her yerde aynı ve geçerli saymak gibi, temelsizce mutluluğu ölümden sonrasına aktaran teolojik anlayıştan çok daha bilimsel olan eudaimonizmin, insanları bu dünyada mutlu kılmak gibi yüce bir gücü vardır. Fakat Fransız burjuva materyalistleriyle, İngiliz ve Amerikan pragmatistleri, bütün idealist yanılgılarıyla temelde eudaimonizmden yola çıktılar. Liberalizmin eudaimonizmi teşvik edişi, burjuva materyalistlerin ve idealistlerin ellerinde yücelmesindendir.  
Hazza uyum, 1970'li yıllarda iki psikolog tarafından ortaya atıldı. 1971'de bir başkası tarafından basitleştirildi ve mutluluk çarkı biçimini aldı. Bu teoriye göre her insanın mutluluğu, ulaşabileceği en yüksek seviye ve düşebileceği en alçak seviye arasında belirlidir. Olağan ya da olağan olmayan yaşam şartları altında, insanların yaşama uyum sağlarken yakaladıkları mutluluk seviyesi, aslında her zaman aynı döngünün içindedir. Hedone eski Yunancada haz ve zevk anlamına gelmektedir. Hedonizm ise, hazcılık demektir. Haz bireysel olarak ortaya çıkan bir hoşlanma duygusudur. Bireyin haz duygusu sadece o kişinin eylemleri için geçerlidir ve evrensel bir özellik taşımaz. Bu yüzden hedonizme göre evrensel ahlak yasası yoktur. Psikolojik ve ahlaki olarak iki hedonizm vardır. İnsanların psikolojik anlamda yalnızca haz almayı istediği hedonizm ve zevki en yüksek seviyeye çıkarmanın temel ahlaki sorumluluk olduğunu söyleyen diğer hedonizm.
Hedonistler sürekli olarak zevk ve hazzın peşinde koşarlar ve bunun en doğru yaşama biçimi olduğuna inanırlar. Kişinin, anlık istek, zevk ve hazzını, karşısındaki diğer insanları önemsemeden yaşaması gerektiğini savunurlar. Hatta bilginin de anda yaşanan duygulardan oluştuğunu düşünürler. Ayrıca hedonizm, çalışma kültürü açısından da kişinin kendisi için çalışmasını ifade eder. Bu da, bireyin kendisi ve bireysel çıkarlarıyla hedefleri için para kazanması demektir. Hedonistlerde ortak özellikler; bencillik, kendini beğenme, başkalarını kendi çıkarları için kullanma, eleştiriye kapalı olma şeklinde görülür. Günümüzde hedonizm, hayatın tek amacının yeme, içme ve sınırsız eğlence olduğu yanılgısı üzerinden yükseliyor. Liberalizmin istediği bireye ne kadar da benziyor. 400 yılı aşan kapitalist ekonomi, bireyin özellikle hazcı olduğu bilincini topluma yerleştirdi. Kapitalizmin varsaydığı insan tipi yukarıda bahsettiğim hedonist bireydir. Bunun sonucu olarak bu birey için en önemli davranış biçimi, mutluluğun ve hazzın gıdası olan tüketime yönelmektir. Bireyin satın alacağı meta ve hizmetlerden sağlayacağı yarar ile mutluluğu, hazzını perçinleştirecektir. Epikür'ün felsefesini ele alalım: "Yiyelim, içelim çünkü yarın öleceğiz." Epikürcülere göre insanın en yüksek ideali kendi mutluluğu ve hayatın tadını çıkarmaktır. Her hareketi doğru ve adil olana değil, şu sorunun yanıtına dayanmalıdır: Bu şu an keyfime katkıda bulunacak mı? Epikürcülük, fiziksel haz en büyük iyiliktir der, fiziksel acı ise en büyük kötülüktür. Epikür determinist değildir; nedensiz bir sonucun mümkün olduğunu kabul eder. Epikürcülüğün atomlardan anladığı, kaderci oluşuyla birlikte tam da liberalizmin istediği teslimiyet koşullarını oluşturur. Epikür'e göre insan, kadere kayıtsız kalmalıdır. Çünkü insan, ancak kendi iradesinin ürünü olan şeylere ilgi duyabilir. İnsan, yalnızca akıllı davranıp bize sunulan bir yığın şeyden mutluluk sağlayanları ayırmayı bilmelidir. Epikür'ün "akıllıca davranmak" sözündeki amacı, sonunda acı verecek hazlardan kaçınmaktır. Çünkü insan temel ihtiyaçları olmadan yaşayamayacağından, ihtiyaçlarını tatmin etmekten geri durmayacaktır.
İnsan hiçbir şeye gereğinden fazla ilgi göstermemelidir; çünkü fazlalık sonunda her zaman acıya neden olur. İnsan, şan ve şeref gibi görünüşe dayalı değerlerden uzak durmayı da bilmelidir. Bu sahte değerler insanı, hep daha fazlasını istemeye yönlendirirler, ama bunlara yeter derecede sahip olunamayacağı için insan sürekli bir huzursuzluk içine düşer. Bu nedenle sonunda doyumsuzluk ve tiksinti yaratmayacak olan içsel hazlara ilgi göstermelidir. Bir de insan uyuşabildiği, kendisiyle aynı düşüncede ve karakterde olan insanlarla dostluk etmelidir. Bu düşüncenin sonucu olarak Epikürcüler, gerçekten benzerine az rastlanan arkadaş topluluğu kurmuşlardır. Ahlakın amacı, acıları ve sıkıntıları ortadan kaldırmak, aklı dinginliğe ulaştırmaktır. Bilge, isteklerini yaparak, onları doyurarak dinginliğe ulaşır. Epikür ahlakı, amaçta Stoacı ahlaka benzer. Fakat ayrılık amaçlardadır. Epikürcülükte zevkler derece derecedir. Bilge, zevklerin hesabını ustaca yaparak onlardan en çok hoşlanmayı becerebilendir. Her zevk, az çok bir sıkıntıyla birlikte geleceğine göre, Epikürcülük sıkıntıdan kurtulmak için en sonunda dünyadan kopmayı öğütleyecektir. Bilinmezciliğe adanan akıl işlevsizleşir. Bu durum kapitalizmin birey üzerinde en çok istediği durumdur. Utilitarizme göre ahlak, yarara göre ölçülür. Utilitarizm, evrensel ahlak yasasını reddeden, bir şeyin doğru ve yanlışlığını sağladığı yarara göre değerlendiren bir felsefedir. En üstün yarar iyidir ve iyiyi kötüden ayırmak için yararlı olup olmadığına bakılmalıdır. Olayların, yarar ve bir amaca yönelik olması gerektiğini savunur. Yararlı işler iyidir, yararsızlar kötüdür. Bu felsefeye göre yaptığımız her iş yararlı olmalıdır. İyi davranışı, haz veren yararlı davranış olarak tanımlayan kişi utilitaristtir. Utilitarist ahlak, yararı toplumsal olarak değerlendirmez. Temel aldığı birim bireydir. Bireyin hazzı ve yararı bazen toplumların aleyhine olur. Aynı zamanda toplum içerisindeki bireylerin mutluluğu aynı anda mümkün olmayabilir. Yarar veya haz ile toplumsal ahlak birçok durumda çelişmektedir. Bu durumda birçok ideoloji kişisel yarar yerine toplumsal yararı temel alır. Dinler de dahil olmak üzere kişiler arasındaki ilişkiyi toplumsal değerler üzerine kurmak yaygınlaşır. Bu da kapitalizmde bireyi, istekleri üzerinden teslim almanın başka bir türüdür. Gündelik yaşamımızın ilk bakışta çok dikkat çekmeyen yönlerinden biridir pragmatizm. Dilimize Fransızca'dan giren sözcüğün, felsefenin yanında gündelik dilde yüklendiği "sonuç odaklı yaklaşım" gibi daha somut ve geçerli anlamı da var. Pragmatizm, Amerika'da ortaya çıkan ve daha sonra ülke felsefesi durumuna gelen bir felsefedir. Pragmatizm, felsefe olmaktan çok bir yöntemdir, düşünceyi doğurduğu eyleme göre ölçen bir eylem. Bu yöntemde yeni bir şey yoktur ve günümüze gelinceye kadar evrensel bir görev bilinci yoktu. Pragmatizm, her şeyden önce, başka türlü son verilmeyecek olan metafizik tartışmaların yatıştırılması yöntemidir. Pragmatizm ile kapitalizmin kendine özgü, metafiziği koruma felsefesi de kuruldu. Bu durumlarda pragmatizm, her kavrama kendisinden değer verilebilecek pratik sonuçlar çıkarmak suretiyle yorumlar yapar. Bu tartışmaların sonu gelmez ve bilinmezlik ile pragmatizm hep kazanır gibi görünür. Bilinmeyen-olmayan şeyi eşeler durursunuz. Oysa pragmatizm yalnızca geçiştirme aracıdır. Pragmatizm, "tanrıya inanmak insanlar için yararlı bir eylemdir" derken, onun düşünce sisteminde yaratacağı sis bulutundan hiç söz etmiyor. Bu noktada pragmatizm kendisiyle çelişiyor ve yarar sağlayacağına zarar veriyor. Elbette burada inanç konusunda "kime faydası olmalı" sorusu gündeme gelmektedir ve pragmatizmin bu soruya yanıtı "bana faydası olmalı" oluyor. Bunun felsefede anlamı ise "öznel idealizmin", "tek benciliğin" biçimidir. Pragmatizmde bize sorulan "neye inanmak daha iyi olurdu" sorusu da, soruya soruyla karşılık veriyor: Neye inanmak zorundayız? Bu sorunun pragmatizmde karşılığı şudur: İnanılması bizim için daha iyi olan şeye inanmak zorundayız. Yani pragmatist çıkarına göre inanacaktır.
Ona göre erdem, yaşayışımız için elverişli olduğu sürece, pratik yarar sağladığı sürece doğrudur. Her şey pratik yarar ölçüsüne göre değerlendirilmelidir. Pragmacılar, soyut düşüncelere, deney öncesi düşüncelere de kendi yöntemlerini uyguluyorlar. Onlara göre doğru düşünce, pratikte doğrulanabilen düşüncedir. Bu düşünce kafamızda dururken doğru olamaz. Ancak olaylar nedeniyle doğru duruma gelebilir. İnsan, davranışlarından ve eylemlerinden sorumlu bir varlıktır. Toplumsal mücadelenin son hedefi "praksisi" ya da "eylemli toplumu" ortaya çıkarmaktır. İnsanı, gelişimini sınırlayan her şeyden kurtararak, toplum yaşamının öznesi durumuna sokmaktır. Bu da ancak kolektif bir özne yaratılmasıyla ve emek etrafında birleşmesiyle mümkündür. İnsan davranışlarından sorumludur. Çünkü insanın davranışları, toplum yaşamını, çevreyi, dünyayı, uygarlığı ve tarihi etkiler. Bunun sonuçları hemen ortaya çıkmasa da bir süre sonra görülecektir. Öznede kolektif davranış çözülerek, yerini siyasallığı dışlayan bireyci çözümler aldığında, insan özne olmaktan çıkarak, bireyci-yararcı arayışlara yönelir. Bu arayışlar üzerlerine yenilerini koyar, kendi pragmatik davranış ve ifade biçimlerini yaratır. Genel olarak, egemen sınıfın çıkarlarını ve bunun ifadesi olarak egemenliğini korumak için yararlı olan her şeyin doğru olduğu mantığından hareket eden pragmatizm, emperyalizm çağında bütün burjuva egemenlerin genel felsefe teşvikidir. Psikologlar narsizmi, psikopatlık ve makyavelizm ile ilişkilenen karanlık bir üçlü olarak görür. Narsistler, empati kurmayan ve utanç-suçluluk duymayan insanlardır. Bireylerin ötekileştirme, kırılganlık ve kendilerini iyi hissetmek için başkalarını aşağılama eğilimleriyle birlikte kendilerini üstün, yetkili ve özel görmeleri olarak tanımlanabilir. Narsist, dış dünya kendisinden ibaret olmadığı ve kendi içselliğinden farklı olduğu için, dünyayı algılamakta zorlanır. Narsist liderin ise en büyük korkusu gücünü kaybetmektir. Herhangi bir topluluktaki bir kişi tarafından da olsa üstü kapalı eleştirilse, bütün dikkatini o kişiye odaklar. O kişiyi düşmanlaştırır. Örneğin; o kişi tarafından kıskanıldığına inanır. Gerçekte ise kendileri, yoğun kıskançlık duyguları yaşarlar ve her türlü başarının kendi hakları olduğuna inanırlar. Küstah, kendini beğenmiş, insanlara tepeden bakan bir duruşları olduğunu kabul eder, ancak bunu hak ettiklerini düşünürler. Bunu da açıkça ifade etmekten çekinmezler. Çevrelerine aşırı öz güvenli görünürler, fakat bu durum derinlerde gizlenmiş güvensizlik duygusu ve düşük öz saygı ile kuşanmıştır. Narsist insanlar sürekli olarak duygusal ihtiyaçlarını kullanmak için sığ ve zayıf ilişkiler içerisinde olurlar.
Dolayısıyla narsistik özellikler bir değer yitimine uğradığı anda, bu durum narsistik kişilik bozukluğuna neden olur. Narsizm; sanayi devrimiyle birlikte toplumda yayılan modern bir salgındır. Toplumsal olandan kişisel olana doğru bir odaklanma söz konusudur. Öz-saygı değişimi için burası önemli bir dönüş noktasıydı. Hayattaki başarı için öz-saygı bir kilit olarak tanımlanmaya başlandı. Bireyciliğin gelişmesi ve toplumun modernleşmesiyle benimsenmiş sosyal kuralların azalmasıyla birlikte, aile ve toplum, bireylere sağladıkları desteği artık sağlayamaz duruma geldi. Ve araştırmalar, sosyal bağlara dayalı olmanın (bulunulan topluma, aileye ve arkadaşlarla bağlılık) sağlık açısından temel yararlar sağladığını ortaya koydu. Sosyal toplum bozuldukça "diğer insanlar için de en iyi olan hangisidir" sorusunun yerini "benim için en iyi olan hangisidir" sorusu aldı. Bu biçimde bir modernleşme; her şeyden önce zenginlik, ün ve şöhreti över duruma geldi. Bütün bunlar, sosyal bağlardaki kırılmalarla birleşince de "sosyal anlamda boş benlik" ortaya çıktı. Yine emperyalizmin istediği oldu. İşte kapitalizmin felsefesinin meyvesine, bizi getirdiği nokta "sosyal darwinizm" ve onun özlemle istediği "öjeniye" geldik. Bütün o mutlulukçuluk ve bencillik isteğinin altında yatan temel sebebe geldik. Sosyal darwinizm, Charles Darwin'in evrim teorisinin oluşturulmasında kanıt olarak sunduğu "ortama uyum sağlamakta güçlük çeken canlılar zaman içinde yerlerini, ortama daha kolay ayak uydurabilen daha güçlü canlılara bırakırlar" görüşünün, bazı düşünürler tarafından sosyolojide veri olarak alınmasıyla oluştu. Sosyal darwinizm, Darwin'in adını taşımasına karşın temel olarak teoriyi geliştirenler H.Spencer, T.Malthus, F.Galton gibi başkalarıdır. Sosyal darwinizm terimi ilk olarak 1879'da Oscar Scmidth tarafından "Popüler Bilim" dergisinde yayınlansa da bilimle ilgisi yoktur. Sosyal Darwinizm ile klasik ekonomi arasındaki ilişkinin arkasında Thomas Malthus ve onun nüfus teorisi vardır. Klasik ekonominin öncülerinden kabul edilen Malthus'un insanlığın nüfus artış hızının kaynakların (özellikle gıda) artış hızından fazla olduğu, matematiksel anlamda ifade edilirse nüfus artışı geometrik bir dizi izlerken, kaynakların artış hızının aritmetik bir dizi halinde artması, bu nedenle uzun süreçte zorunlu bir şekilde var olan kaynakların var olan nüfusa yetmeyeceği ve bununda bir doğal ayıklanma süreciyle beraber dengeye oturması gerektiğini, ve sistemde oluşacak bu gibi dengesizliklerin tamamen çok fazla çoğalan alt sınıflar tarafından kaynaklandığını savundu. Bununla birlikte, burada gözden kaçan durum, evrim teorisinin "en güçlünün hayatta kalması" değil; "en uyumlunun, değişime en açık olanın hayatta kalması" olduğu gerçeğidir.
Güçlünün hayatta kalmasını iddia eden kişi H.Spencer olmasına karşın Darwin ısrarla "güçlülük" değil "değişime açıklık ve uyumluluk" dedi. Hatta kuzeni F.Galton'ın evrim teorisine dayanan ve sadece en sağlıklı/verimli insanların üremesine izin verilip, diğerlerinin üremesine engel olarak daha başarılı insan toplumları yaratılması gerektiği görüşünü ileri süren öjeni düşüncesine de ömrü boyunca sertçe karşı çıktı. Darwin'in kendisiyle ilgili olmayan bilimsellikten uzak "sosyal darwinizm" teorisine karşıtlığına rağmen Alman tarih okulu "güçlü olanın ayakta kalacağı" düşüncesinden yola çıkarak "güçlü olanın haklı da olduğu" düşüncesiyle sistematik ırkçılığın temellerini attı. O süreçte ırkçı Alman tarih okulunun tarih görüşü "tarih bir uluslar savaşıdır ve saf ve güçlü olan ulus bu savaştan galip çıkacaktır" der. Fakat Darwin'deki "ırk" kavramı yaşadığı zamanın gereği olarak kullanıldı, insan için türe karşılık gelir ve ırkçılığı dışlar. Bugünün koşullarında da yaşayan insan "homo sapiens" olarak tek türdür. Peki sosyal darwinizm, dolayısıyla ırkçılık ne getirir? Öjeni getirir arkadaşlar. Öjeni suçtur ve emperyalizmin meyvesidir. 20.yy'ın ilk yarısında taraftarı çok olan öjeni teorisi, sakat ve hasta insanların ayıklanarak, insan ırkının yenilenmesini savunuyordu. Bu teoriye göre, nasıl sağlıklı hayvanlar birbirleriyle çiftleşerek iyi hayvan cinsleri oluşturuluyorsa, insan ırkı da yenilenebilirdi. Amerikalı öjenikçiler İtalya, Yunanistan ve Doğu Avrupa gibi küçük gördükleri toplumlardan gelen göçmen sayısını sınırlamayı da destekliyor, Amerikan vatandaşı olan akıl hastaları, geri zekalılar ve saralıların kısırlaştırılmasını ileri sürüyordu. Bu çabalar sonucunda Amerika'daki eyaletlerin yarısından çoğunda kısırlaştırma yasaları çıkarıldı; 1970'lere değin çok az da olsa, istek dışı kısırlaştırmanın olduğunu biliyoruz.
Öjenikçilerin düşünceleri, 1930'lardan buraya değin çok fazla eleştiriye hedef oldu; Almanya'da Nazilerin Yahudiler, Siyahlar ve eşcinsellerin ortadan kaldırılmasında öjenikten destek almasından sonra bu görüşler unutuldu. Öjeni düşüncesi, soykırım gibi, ırkçılığın en uç noktalarından biri olarak değerlendirilir. Bu iki kavram anılınca akla ilk gelen siyasal yapı faşizmdir. Irkçı teorisyenlerin başında gelen Henry Fairfield Osborn, "insan ırklarının evrimi" başlıklı bir makalesinde ortalama bir siyahinin zeka yaşı, homo sapiens türüne ait on bir yaşındaki bir çoçuğun zekasına ancak ulaşabilir diye yazıyordu. Öjenik denetim ilk kez 1883'te F.Galton tarafından ileri sürülmüştür. Bu görüşü destekleyenler "iyi" özellikleri olan insanların çocuk yapmaya teşvik edilmelerini; "kötü" özellikleri olanlarınsa aile kurmaktan kaçınmalarını önerirler. Ancak hangi özelliğin "iyi" ya da "kötü" olduğuna objektif olarak kimin karar verebileceği de ayrı bir sorundur. Yakın zamanlarda öjeni Avrupa'da ve ABD'de uygulanmıştır. 1926'da kurulan Amerikan Öjenik Derneği, toplumda burjuvazinin genetik yapısı nedeniyle ekonomik olarak güçlü olduğunu ve toplumsal konumunu hak ettiğini ileri sürdü. Emperyalizmin ilerideki planları arasında sınıf öjenizmi söz konusu olabilir. İşte size liberalizm ağacının olukları ve meyvesi öjenizm!
0 notes
belkidebirharfimben · 6 months
Text
0 notes
celalyesilyurt · 2 years
Text
Edward Said’in halefi olarak anılan Hintli düşünür ve romancı Pankaj Mishra'ya göre, günümüz bireyi güç ve zenginlik elde etmek için ‘hayvanca’ bir mücadele içindedir. Bir 'zulüm ve merhametsizlik’ kültürü yayan bu vahşi mücadelenin besin kaynağı ise neo-liberal ekonomidir. (Öfke Çağı, İst. 2018, s. 336.)
Dr. Adnan Bülent BALOĞLU
0 notes
artur-stojanowski · 10 months
Text
https://www.tiktok.com/t/ZGJVrkrqF/
View On WordPress
0 notes
sebperest · 10 months
Text
youtube
Fosforlu Kalem'de yeni misafirimiz Halil Berktay Hoca'nın @KopernikKitap'tan çıkan Batı, Sol, Türkiye'si oldu. Okuyoruz, konuşuyoruz, yani birşeyler yapıyoruz. Sürç-i lisan ettiysek affola.
0 notes
paravesiyaset · 11 months
Link
0 notes
holderlininhyperionu · 11 months
Text
Turgenyev, İvan Sergeyeviç (2013). Babalar ve Oğullar. Çeviren Ergin Altay. İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Tumblr media
in search of destiny, viktor kryzhanovsky, 1998
🕯️''Hayır," diye düşünüyordu Arkadiy, "hiç zengin bir yer değil burası, ne refah ne de faaliyet var; hayır, hayır, böyle gitmez, değişiklikler yapmak zorunlu... Peki ama nasıl yapmalı, nereden başlamalı? .. "
🕯️-Kurbağalar da senin, benim gibi canlılardı; biz onlardan farklı olarak ayaklarımızın üzerinde yürüyoruz yalnızca, yani bizim içimizde de neler olduğunu öğrenmiş olacağım.
🕯️-Bak sen. Ama bize ters gelir böyle şeyler. Biz eski kafalı insanlarız; bize göre prensipler (Pavel Petroviç bu sözcüğü yumuşak, Fransızlar gibi telaffuz etmişti, oysa Arkadiy ilk hecenin üzerine basarak "prensip" diyordu) evet, toplumca kabul edilmiş, senin deyiminle benimsenmiş prensipler olmadan bir adım atamazsın, nefes bile alamazsın. Vous avez change tout cela, * Tanrı sağlık versin size, general rütbesi versin. Bizler yalnızca gurur duyarak izleyeceğiz sizi bay... Neydi o dediğin?
Arkadiy üstüne basa basa,
- Nihilistler, dedi.
- Evet. Başlangıçta Hegelciler vardı, şimdi de nihilistler. Boşlukta, havasız bir ortamda varlığınızı nasıl sürdüreceksniz, göreceğiz...
🕯️-Ama, izninizle sorabilir miyim, sizler her şeyi yadsıyor musunuz, yoksa daha açıkçası, her şeyi yıkıyor musunuz?..Oysa yapıcı olmak gerekmez mi?
🕯️-Adım Arkadiy Nikolaiç Kirsanov ve yaptığım hiçbir iş yok, dedi Arkadiy.
🕯️-Kitapların onlarca sayfada anlattığı şeyi bir resim açık seçik anlatır bana da ondan.
🕯️- İzninizle sorabilir miyim, neye yarar sanat?
-En azından insanları tanımaya, anlamaya …
Bazarov gülümsedi.
-Bunun için önce hayat tecrübesi gerekir; sonra şunu da söyleyeyim size, kişileri ayrı ayrı incelemek uğraşmaya değmez. İnsanlar bedensel yönden de, ruhsal yönden de birbirine benzer: Her birimizin bir beyni, bir dalağı, bir kalbi vardır, ciğerlerimizin yapısı da aynıdır. Ruhsal yapımız da hemen hepimizde aynıdır: Görünüşteki küçük farklılıkları bir anlamı yoktur. Bir tek insanı ele alıp incelemek ötekilerin tümüyle ilgili karar vermek için yeterlidir. İnsanlar ormandaki ağaçlar gibidirler. Hiçbir bitkibilimci her ağacı tek tek incelemeye kalkışmaz.
🕯️Anna Sergeyevna oldukça tuhaf yaradılışlı bir kadındı. Her türlü önyargıdan uzaktı, sıkıca bağlı olduğu inançları bile yoktu; hiçbir şey karşısında geri çekilmez, hiçbir şeyden kaçınmazdı. Çoğu şeyi açıkça görür, çoğu şeyle yakından ilgilenir; ama hiçbirinden tatmin olmazdı; aslında tam bir tatmin aradığı da söylenemezdi. Soruşturan ama aynı zamanda kayıtsız bir zekaya sahipti: Kuşkuları asla bütünüyle yatışmaz ve asla endişeye varırcasına güçlenmezdi. Varlıklı ve bağımsız olmasaydı, belki kendini bir savaşın içine atar; tutkuyu orada tanırdı herhalde... Ama, arada bir canı sıkılsa da, kolay bir yaşamı vardı ve nadiren heyecanlanarak, hiç acele etmeden, sakince yaşayıp gidiyordu. Kimi zaman gözlerinin önünde renkli dünyalar parlıyordu, ama bir süre sonra söndüklerine rahatlıyor; arkasından üzülmüyordu. Hayallerinin olağan ahlak kurallarının sınırlarını zorladığı olmuyor da değildi, ama o zamanlar bile göz kamaştırıcı biçimli bedeninin damarlarında kanı gene öyle sakin dolaşıyordu. Kimi zaman, hoş kokulu banyosundan bedeni sıcacık, yumuşacık çıktığında yaşamın boşluğunu, acılarını, kötülüklerini düşündüğü oluyordu . .. Ansızın bir cesaret doluyordu içine , güzel şeyler yapmak tutkusuna kaptırıyordu kendini; ama o anda yarı açık pencereden gelen ilk esintiyle canı sıkılıyor; neredeyse öfkeleniyordu, o anda yalnızca bir şey istiyordu:
O iğrenç esintinin kesilmesini.
Hiç aşık olmamış her kadın gibi o da neyi istediğini bilmeden, bir şeylerin olmasını istiyordu. Her şeyi istediğini sanmasına karşın, aslında istediği bir şey yoktu.
🕯️Zaman (bilindiği üzere) bazen kuş gibi uçar gider, bazen sümüklüböcek gibi ilerler; ama insanın en çok hoşlandığı, onun çabuk mu, yavaş mı geçtiğini fark etmemesidir.
🕯️-Olabilir. Benim için ya hep ya hiçtir. Cana candır... Benim hayatımı aldıysan, sen de kendi hayatını vereceksin bana; acımadan ve dönüşü olmayacak biçimde. Yoksa başka türlüsünü istemem.
🕯️-Ayrıca büyük bölümü bize bağlı olmayan gelecek üzerine konuşmanın, düşünmenin ne gereği var? Bir şeyler yapma şansını yakalarsan ne ala, ama olmazsa, önceden boşuna gevezelik etmeye değmez en azından.
🕯️-Her insan pamuk ipliğine asılıdır, aşağıda her an her şey olabilir. Ama o hala kendine başka başka dertler arar, hayatını bozmaya çalışır.
🕯️Daha hastanede çalışırken fark etmiştim: Acılarına öfkelenen hastalar kesinlikle iyileşiyorlardı.
🕯️"Bir yasa, yasa, yasa koyacağız kendimize
Yaşamak için neşe ... neşe ... neşe içinde!"
🕯️-Şöyle düşünüyorum: Bak, şu saman yığınının yanında uzanmış yatıyorum... İşgal ettiğim yer öylesine küçücük, evrende bulunmadığım ve umurunda bile olmadığım alanın yanında öylesine ufacık, yok sayılacak kadar küçük ki... ve yaşayacağım zaman dilimi benim bulunmadığım ve bulunmayacağım sonsuz zamanın yanında öylesine az ki. .. Oysa bu atomun, bu matematiksel noktanın içinde kan dolaşıyor, bir beyin çalışıyor, birtakım istekleri var... Ne kepazelik! Ne saçmalık!
🕯️Duygular vardır. Her şey duygulara bağlıdır.
🕯️Hristiyanlığın bir yardımı olmayacaksa filozof ol, stoacı ol bari.
1 note · View note
Photo
Tumblr media
Demokratik Zorbalık - Alexis De Tocqueville (kitap yorumu) Her ayın 15'inde düzenlenen @okuyan_kadinlar_kulubu moderatörlüğünde #renklikitaplarım etkinliğinde sarı kapaklı kitap olarak felsefe alanında yazılmış güzel bir kitabı sizlerle paylaşmak istedim 📖 Can yayınları kısa klasikler serisinden okuduğum eserin 1835-1840 yılları arasında kaleme alınmasına rağmen, hala güncel oluşu gerçekten büyük bir başarı👍yazarın konu ile ilgili sade ve tarafsız anlatımı, demokratik zorbalık tanımının açıklanması, siyasi ve kamusal yönetimin halk üzerindeki etkisi, eski yönetim ve yeni yönetim biçiminin yorumlanması, sorunların oluşma nedeni ve olası çözüm önerilerini irdeleyen yazar, toplumu bilinçlendirmeye dair gayretini takdir etmemek mümkün değil 👏 kitap 63 sayfa olsa da, okuması kolay bir eser değil. Üzerine düşünerek okuması elbette anlatılanları anlamak adına daha faydalı olacaktır. Felsefe alanında ilk kez tanışanlar okumakta zorlanabilirler. Ama, sade anlatım biçimi ve muntazam çevirisiyle emin olun okuyup anlamakta zorluk çekmeyeceksiniz. Okumayı düşünüyorsanız eğer mutlaka tavsiye ederim 📚 🤔🌎 #alexisdetocqueville #demokratikzorbalık #canyayınları #canklasik #edebiyakut #klasikeserlerokuyoruz #okuyankadinlarkulubu #felsefe #tarihçi #düşünür #hukuk #dünyaklasikleri #demokrasi #çağdaştoplum #eşitlik #liberalizm #kamuyönetimi #siyaset #kitap1sevda #kısaklasikler #düşünmek #yönetim #fransa #avrupa #amerika #zaman #toplum #ekonomi #sanayi https://www.instagram.com/p/ChQvBLMIA8D/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
hypnogaja · 2 years
Text
of salak gerçekten çok salak bu çocuk
9 notes · View notes
dipnotski · 1 year
Text
Katrina Forrester – Adaletin Gölgesinde (2023)
‘Bir Adalet Teorisi’, 1971’de yayımlandığında, yazarı John Rawls’u İngilizce konuşulan ülkelerin en ünlü siyasal düşünürü haline getirmişti. ‘Adaletin Gölgesinde: Savaş Sonrası Liberalizm ve Siyasal Felsefeyi Yeniden Şekillendirmek’, liberalizmin yükselişi ve Anglo-Amerikan siyaset felsefesi üzerindeki John Rawls etkisi üzerine eleştirel bir inceleme. Kitap, liberal siyaset felsefesinin yirminci…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
albay34-blog · 2 years
Text
Liberalizm Neden Çöktü?
Dünyada 12 dile çevrilen “Liberalizm Neden Çöktü?” VakıfBank Kültür Yayınları’nda VakıfBank Kültür Yayınları (VBKY) Patrick J. Deneen’in yazdığı “Liberalizm Neden Çöktü” adlı kitabı yayımladı. Deneen, kitabında 20’nci yüzyılın en uzun soluklu ideolojisinin vadettiklerini nasıl yerine getiremediğini ve liberalizmi çöküşe taşıyan dinamikleri okurla paylaşıyor.   VakıfBank Kültür Yayınları’nın…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
belkidebirharfimben · 11 months
Text
youtube
Bu defa başlığımız: "Komünizm kötü de liberalizm iyi mi sanki?" Neden böyle? Efendim, Bediüzzaman'ın Risale-i Nur'da 'şimaldeki devlet' şeklindeki vurgularının, 'bütün Batı'yı kapsayıp kapsamadığını da konuşuyoruz da ondan. (Spoiler: Bence kapsıyor.)
0 notes
celalyesilyurt · 2 years
Text
Küreselleşme
Tumblr media
Küreselleşme “tek düşünce” adı verilen “yeni liberalizm”in ta kendisidir. Dünyayı ele geçirme girişiminin adıdır. “Daha az devlet” sloganına sarılan yeni liberalizm, ulus devleti bir “gece bekçisi” ya da “sınırları koruyan” bir güç konumuna indirgeyip, toplumu tekelci kapitalizmin yağmacı güçlerine teslim etme amacını uygulamaktadır. Server Tanilli
0 notes
Text
prospektüsünü okumadım ama iyi bir ağrı kesiciye benziyordu gözlerin.
üçüncü sınıf bir şairim,
okuma yazma bilirim.
bohem triplerde de yerim var.
fakat sevgilim o yazarın son öyküsü şaire hiç
uğramadı deyip ağlayabilirim.
bunun ontolojiyle ilgisini bilmem,
kültür strabuckslarla haşrolundu.
burada, buralarda hisse senedi gibi yaşanırken aşklar.
sermayesi din olan,
bürokratlar hep haklı,
ve müteahhitler,
ve politikacılar.
emeklilikte varoluşa takılanlar,
ve proleterler asla!
-buraya bir smith wesson-
modern kölelikle kravatın bir ilişkisi olmalı!
yoksulluğun postmodern bir ambiyansı;
sosyal sınıf, merkez sağ ve liberalizm.
hiç olmak bazen,
nihilist olmaktan da güzeldir, anladım.
bir şeyleri anlamanın hiçbir şeye yaramadığını anladım.
bunu anlamak da hiçbir şeye yaramadı.
ama sen;
kolaysa anla!
hiç olmakla hiç olmamak arasında bir fark yoktu oysa..
o yüzden sevgilim;
- yaşıyor musun?
- hem de ölesiye...
-buraya ikinci defa smith wesson-
77 notes · View notes
psixologiyaze · 10 days
Text
1. Feminizm
Kişilər və qadınlar bərabərdir, lakin qabları kişilər yumalıdır.
2. Teokratiya
Sakit şəkildə qabları yumasam daş-qalaq ediləcəm və öldükdən sonra cəhənnəmə düşəcəm.
3. Demokratiya
Ailə şurasında qabların yuyulmasının mütləqliyinə səs verdik.
4. Suveren demokratiya
Ailə başçısı heç vaxt qab yumayacaq, çünki ailənin 146%-i bu variant üçün səs verib.
5. Anarxiya
Hər kəs öz qabını yuyur. Kimsə məni onun qabını yumağa məcbur etsə Molotov ilə tanış olacaq. 
6. Transhumanizm
Mən qabyuyan maşından istifadə edirəm.
7. Kommunizm
Ailə rəhbəri deyir ki, mən bacardığım qədər qab yuyuram və istədiyim qədər təmiz qabdan istifadə edirəm. Üstəlik də mən onun yerinə qab yumasam güllələnəcəm.
8. Texnokratçılıq
Qabların necə və nə vaxt yuyulması qab yumaq üzrə ən yaxşı mütəxəssis tərəfindən təyin edilir.
9. Liberalizm
Bu mənim stəkanımdır. Onu nə vaxt istəsəm onda yuyuram. Heç kim mənə onunla nə etməli olduğum ilə bağlı əmrlər verə bilməz. Sənin öz qabınla nə etdiyin məni qəti şəkildə maraqlandırmır, lakin sən onun haqqında danışmağa haqqın var.
10. Primitivizm
Qab yumaq – bəşəriyyətin əsas problemidir. Yalnız əlləriniz ilə çirkli torpaqdan yeməlisiniz.
11. Faşizm
Təmiz qablar mənim həyatımdan daha böyük əhəmiyyətə sahibdir. Bizim qonşularımızın hamısının qabları çirklidir, buna görə də onları öldürmək lazımdır. Əgər mən ailə rəhbərinin əvəzinə qab yumasam məhv ediləcəm.
12. Kapitalizm
Kiçik qardaşım onun ev tapşırıqlarını yazmaqda kömək etməyimə qarşılıq mənim qabımı da yudu.
13. Pasifizm
Qab yumağın sadəcə zərərləri var.
14. Antisemitizm
Mənim bütün qablarımı yəhudilər çirkləndirib!
15. Antiqlobalizm
Dünya rəhbərliyi bizi təmiz qablardan istifadə etməyə məcbur etməklə unikal ailə ənənəsini məhv etmək istəyir.
16. Monarxiya
Ailə rəhbəri heç vaxt qab yumur, belə ki onun atası və babası heç vaxt qab yumayıb.
13 notes · View notes