Tumgik
#kitle kültürü
yorgunherakles · 8 months
Text
en ağır yükün, gerçekleştiremediğin potansiyelin.
carl jung - dört arketip
28 notes · View notes
by-hulusi · 11 months
Text
✍️
Zülfü Livaneli diyor ki: "...Sorun, onun gitmesiyle bitmeyecektir.
Sorun onu iktidara getiren, üst üste dokuz seçim kazandıran, bir sürü yolsuzluk ve yönetim skandallarına rağmen körü körüne peşinden giden halktır.
Daha doğrusu halkın bir bölümüdür.
Bu halk yığının Anadolu müslümanlığıyla, gelenekle, ahlakla, haram helal kavramıyla, merhametle, şefkatle hiçbir ilgisi yoktur.
Köyden kente göçle başlayan, ne köylü ne kentli olabilen, bütün değer ölçülerinden kopmuş, vahşi birer yaratık haline gelmiş, talandan yalandan pay kapmaya çalışan ve literatürde lumpen proletarya olarak tanımlanmış olan kitledir bu.
AKP’ye oy vermiş olanların tümünü böyle yaftalamak doğru değil elbette.
İçlerinde düzgün ve samimiyetle oy veren seçmenler de olabilir.
Ama o kitlenin genel karakteristiği budur.
Bu kesim kendini önce arabesk müzikle gösterdi.
Güzelim türküleri, geleneksel şarkıları, Anadolu’nun büyük şiir geleneğini terk eden insanlar, bir anda mide bulandırıcı seslere, insanın kulağını tornavida gibi delen elektro bağlamalara, içinde hiçbir hakiki lirizm ve hüzün barındırmayan
‘’Ben de isterem!’’ saldırganlığına kaptırdı kendini.
Şehirler kaçak mahallelerle, üzerinde demir filizleri bırakılmış sıvasız çirkin yapılarla, lağım kokan mahallelerle doldu.
Suç oranı ve özellikle kadına karşı şiddet akıl almayacak ölçülerde arttı.
Bunun adına ‘’muhafazakarlık’’ denilebilir mi? Elbette denilemez.
Aşağı yukarı sayıları kırk milyon dolayında tahmin edilen bu kitle Itri,
Mimar Sinan estetiğine de sahip değildir; Anadolu’da yüzyıllarca aydınlık bir nehir gibi akmış olan Karacaoğlan, Pir Sultan, Dadaloğlu temizliğine de.
Dolayısıyla bu kesim muhafazakar değil,
Türkiye’ye çarpık ve ahlak ölçülerinden yoksun bir ‘’modernleşme’’
sunan yeni bir oluşumdur.
Lafı uzatmadan söyleyeyim.
Bu kesimin hayatta en çok nefret ettiği model uygarlaşma, kültür, temizlik ve zarafet simgesi Mustafa Kemal Atatürk,
kanıyla canıyla savunduğu lideri ise şimdiki cumhurbaşkanıdır.
Kimse kendini aldatmasın. Sayıları çok kalabalık olan bu kesim, ne olursa olsun, hangi skandal patlarsa patlasın sonuna kadar liderini destekleyecek ve Cumhuriyet’e karşı çıkacaktır. Erdoğan siyasi ömrünü tamamlasa da ona benzeyen başka bir lider bulmakta gecikmeyecektir.
Çünkü Türkiye’nin çürüyen kesimi , bu bozulmayı önce müzikle, sonra hayatımızın her alanına egemen olan lumpenleşme ve arabeskleşmeyle ifade etmeye devam ediyor.
Gafil aydınlardan (!) destek alan lümpen kültür, örgütlü cehaletle beslenerek kılcal damarlarımıza kadar yayılıyor.
Bu manzaraya, lumpenlerin ele geçirdiği muazzam para ve iktidar gücünü de eklerseniz geleceğin hiçbirimiz için kolay olmadığı çok açık.
Erdoğan bu kitlenin lideridir ve onun yokluğunda yeni bir lider bulacaklarına hiçbir kuşku yok.
Mustafa Kemal aydınlığını savunan kitleler birleşene ve kendi aralarındaki çelişkileri gidererek, evrensel değerleri savunan bir Türkiye kültürü yaratana kadar acılar devam edecek.
•Z. Livaneli
8 notes · View notes
panoptik · 9 months
Text
Tumblr media
George Tsakraklides, Mutsuzluk Makinesi.
Kitle kültürü kavramını temel alarak günümüz tüketim kültürünün bireylerde yaratmış olduğu mutsuzluk üzerine bir kitap. Sosyal konular üzerine düşünmeye meraklı ancak dili ağır kitaplar okumak istemeyen insanlar için faydalı olmuş. İleri okuma yapan bireylerin ise bir çırpıda bitireceği, spesifik olarak çok kazanım elde edemeyeceği bir kitap.
Livera'dan çıkan ve aslen hiç de kabul etmediğim şekilde "günümüz aklını" "tümden reddetmeye" çalışan iki kitap okuduktan sonra faydalı olacağına inandığım Metamorfozlar'ı okumuştum. O kitap "Meşhur günümüz aklını" reddetmenin imkanı olabilmesine dair birazcık da ışık tutan kitaplardan biri oldu. Çünkü içinde bedene, ölüme, doğuma karşı farklı bakış açıları geliştirmeye çalışan bir anlatı vardı. Ondan sonra da Foucault biyopolitika ve Homo Sacer kavramı üzerine ilerleyen Agamben okuması yaptım. Onu da bir sonraki gönderi de paylaşacağım.
4 notes · View notes
kagittankayik · 11 months
Text
Gelenekçi değilim gelenek olan her şeyden de nefret edecek kadar bir tiskintim var. Halkın hikâyesi ve destanı ancak okurken güzel. Motifi yapısı degismedikçe ilerleme olmaz.
Köylülük nedir, köylü ruhu nedir derseniz? 50 yıl önceki köy hayatı şu an aynıysa bu kafi ki ülkemizin şehirleri koca bir köy. Köyü bu kadar geriye iten yine sistem camiye 4 kişi gelir ama imamı var. 20 tane öğrencisi vardır hocası yok. Her halükarda 5 kişi 1. Sınıfta bile olsa günde 30 saat yerine özel ilgiyle 15 saatlik eğitim bile 50 kişilik sınıflardan iyi olurdu. Bir öğretmeni bir gelişen kültürü çok gören sistem herkesi fakir ve onlara muhtaç bir şekilde yaşatırken gelenek adı altında halkı ezmesi ayrı bir trajedi. Halkımı ve insanımı seviyorum ve onun için onlardan kopuyorum modumuz bu olmalı. Yoksa gelenek ve görenek adı altinda değişen ve gelişen her şeyi çürüten bir yığın ile karşı karşıyayız. Halk bir yığın oldukça işte o kitle bir anlamı yitirmiştir. Orada birey ve duygusu pek söz konusu olmuyordur ve hiç bir zaman olamazda bize düşen şeyler bellidir. Yenilik ve ilerlemek bunun formülü de en sıradanlaşan insanın bile kitleden uzak durup birey olma kaygısını içinde büyütmesi.
3 notes · View notes
cagdasyatirim · 1 year
Text
"..Sorun, onun gitmesiyle bitmeyecektir. Sorun onu iktidara getiren, üst üste dokuz seçim kazandıran, bir sürü yolsuzluk ve yönetim skandallarına rağmen körü körüne peşinden giden halktır. Daha doğrusu halkın bir bölümüdür. Bu halk yığının Anadolu müslümanlığıyla, gelenekle, ahlakla, haram helal kavramıyla, merhametle, şefkatle hiçbir ilgisi yoktur. Köyden kente göçle başlayan, ne köylü ne kentli olabilen, bütün değer ölçülerinden kopmuş, vahşi birer yaratık haline gelmiş, talandan yalandan pay kapmaya çalışan ve literatürde lumpen proletarya olarak tanımlanmış olan kitledir bu. AKP’ye oy vermiş olanların tümünü böyle yaftalamak doğru değil elbette. İçlerinde düzgün ve samimiyetle oy veren seçmenler de olabilir. Ama o kitlenin genel karakteristiği budur. Bu kesim kendini önce arabesk müzikle gösterdi. Güzelim türküleri, geleneksel şarkıları, Anadolu’nun büyük şiir geleneğini terk eden insanlar, bir anda mide bulandırıcı seslere, insanın kulağını tornavida gibi delen elektro bağlamalara, içinde hiçbir hakiki lirizm ve hüzün barındırmayan ‘’Ben de isterem!’’ saldırganlığına kaptırdı kendini. Şehirler kaçak mahallelerle, üzerinde demir filizleri bırakılmış sıvasız çirkin yapılarla, lağım kokan mahallelerle doldu. Suç oranı ve özellikle kadına karşı şiddet akıl almayacak ölçülerde arttı. Bunun adına ‘’muhafazakarlık’’ denilebilir mi? Elbette denilemez. Aşağı yukarı sayıları kırk milyon dolayında tahmin edilen bu kitle Itri, Mimar Sinan estetiğine de sahip değildir; Anadolu’da yüzyıllarca aydınlık bir nehir gibi akmış olan Karacaoğlan, Pir Sultan, Dadaloğlu temizliğine de. Dolayısıyla bu kesim muhafazakar değil, Türkiye’ye çarpık ve ahlak ölçülerinden yoksun bir ‘’modernleşme’’ sunan yeni bir oluşumdur. Lafı uzatmadan söyleyeyim. Bu kesimin hayatta en çok nefret ettiği model uygarlaşma, kültür, temizlik ve zarafet simgesi Mustafa Kemal Atatürk, kanıyla canıyla savunduğu lideri ise şimdiki cumhurbaşkanıdır. Kimse kendini aldatmasın. Sayıları çok kalabalık olan bu kesim, ne olursa olsun, hangi skandal patlarsa patlasın sonuna kadar liderini destekleyecek ve Cumhuriyet’e karşı çıkacaktır. Erdoğan siyasi ömrünü tamamlasa da ona benzeyen başka bir lider bulmakta gecikmeyecektir. Çünkü Türkiye’nin çürüyen kesimi , bu bozulmayı önce müzikle, sonra hayatımızın her alanına egemen olan lumpenleşme ve arabeskleşmeyle ifade etmeye devam ediyor. Gafil aydınlardan (!) destek alan lümpen kültür, örgütlü cehaletle beslenerek kılcal damarlarımıza kadar yayılıyor. Bu manzaraya, lumpenlerin ele geçirdiği muazzam para ve iktidar gücünü de eklerseniz geleceğin hiçbirimiz için kolay olmadığı çok açık. Erdoğan bu kitlenin lideridir ve onun yokluğunda yeni bir lider bulacaklarına hiçbir kuşku yok. Mustafa Kemal aydınlığını savunan kitleler birleşene ve kendi aralarındaki çelişkileri gidererek, evrensel değerleri savunan bir Türkiye kültürü yaratana kadar acılar devam edecek. Zülfü Livaneli
3 notes · View notes
akilfikirgezegeni · 2 months
Text
Tumblr media
Terbiye adı altında ailenin en yetkin ve en yaşlı üyesinin (çoğu zaman baba figürüdür), tüm hal hareket, söylev ve isteklerini koşulsuz kabul etmeye odaklı yetişen kişiler, bir zaman sonra aynı etkiye sahip olduğunu düşündüğü yöneticilere de yine aynı biat kültürü ve terbiye adabına uygun olarak koşulsuz itaat ederler. Oysa gerçekte olması gereken büyüğe değil bilginin ve akil tecrübenin büyüklüğüne olmalıdır. Sırf uyumlu, terbiyeli, uslu olma adına yok edilen çocukluk ve gençlik dönemleri yüzünden, pek çok kişi özelikle kendi iç dünyalarında asıl "BEN" yerine başka benlerin esiri olarak yaşamak zorunda kalıyor. Bazen insan Bartleby gibi "Tercih etmeme" hakkını kullanmalı... Seçim yapmak bir idealin gerçekleşmesi yönünde atılmış en önemli adımdır. Neticesi ne olursa olsun yapılan bu seçim bireysel bir kararın kendi olma yolunda atılması için oldukça önemlidir. Diğeri yani bir iktidar erkinin güdümüyle verildiği sanılan karar çoğunlukla onların hırs ve arzularına hizmet eden önceden denenmiş ve baskısı sözde büyüklerce ayarlanmış bir kitle yaratmaktan başka bir işe yaramaz. Uyumluluk kavramı sanıldığı gibi her koşulda iyi bir davranış şekli değildir. Özelikle hayatı yeni tanıyan bireylerin kendini kesfetme zamanlarında henüz yeni sökün vermiş bir fidanın dallarını budamak gibi yanlış bir işe dönüşebilir. Bilginin eksiksiz, davranışların tam olması diye bir şey yoktur. Bir insanın her şeyi bilmesi ve kontrol etmesi söz konusu olmaz. Bilgi doğruyu öğrenmekle, bilge yanlışı kabul etmekle olunur. Şayet bir ortamda koşulsuz bir bilgiye ve kişiye itaat varsa orada sadece bu gücü elinde tutan kişinin çıkarları geçerlidir. Elbette diğer herkes de o çıkara hizmet eden kişiler topluluğudur. "Kuşun doğası uçmak, aslanın avlanmak, ineğin doğası süt vermek olduğu gibi insanın doğası da düşünmektir" Bi'düşün! İçaforiz
0 notes
dipnotski · 2 months
Text
Umberto Eco – Yapının Yokluğu (2024)
Göstergebilim üzerine çalışmaları 1960’lı yıllarda başlayan Umberto Eco, kitle kültürü üzerine yaptığı çalışmalarda, kültür fenomenleri üzerine çalışmak adına bir göstergeler kuramına ihtiyaç duyulduğunu görmüş ve ‘Yapının Yokluğu’nda böyle bir kuramın ilk formülasyonuna imza atmıştır. Yirminci yüzyıl göstergebiliminin ardındaki iki düşünürün; Amerikalı pragmatik filozof Charles Sanders Peirce ve…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
iibrvkenlxng · 5 months
Text
Türkçe Rap: Popülarite Kültürü Öldürüyor mu?
Zaman değiştiriyor her şeyi, kaçınılmaz olarak. Kayıt teknikleri, prodüksiyon cihazları, para kazanma yöntemleri, canlı performanslar… Peki ya kültür? Elbette, kültürün bu değişimden etkilenmemesi için hiçbir sebep yok. Ama popülaritenin kültürü öldürmesi… İşte bu apayrı bir konu. Bu soruya kendimce bir cevap vermek isterim.
Tumblr media
Öncelikle 90′ları görmediğimi belirteyim, 07 doğumluyum. Her ne kadar 90′lar Türkçe rap piyasası hakkında bir bilgi birikimine sahip olsam da, 2000′ler kadar hakim olduğumu söyleyemem piyasaya. Türkçe rap dinlemeye 2016-2017 gibi başladım zira. O senelerde ne hâldeydi peki kültür? Ne gözle bakılıyordu Türkçe rap’e? İspanyolların atlı ordusuna bakan biçare Aztekliler gibi diyebilirim tam olarak. Anlam veremedikleri bu atların, bir hayvandan çok mistik birer yaratık olduğunu düşünmüşlerdir muhtemelen. “Bunlar hayvan değil yeaaa” ile “rap müzik değil yeaa” arasında pek bir fark yok diyebilirim yani kısaca. Çok iyi hatırlıyorum rap müzik dinlediğim için uzaylı muamelesi yapan insanları. Ceza’yla dalga geçerlerdi “ma-ma-ma-ma” diye, Sagopa dinleyen birini görünce, ismini yanlış söyleyip dalga geçerlerdi “Sogopo mu dinliyon sen? Yeee man, pesimist stayla” falan diye. Rap’in müzik olmadığını iddia edenler mi ararsınız, açılımının “Rhythmic American Poetry(Ritmik Amerikan Şiiri)” olduğunu iddia edenler mi… Aynı kişiler ayıla bayıla Pitbull ve türevi rapçileri dinlerlerdi mesela, ama dinledikleri şeyin rap olduğunu söylediğinde kabul etmezlerdi.
Velhasılıkelam, rap müzik dinleyenlere müthiş bir ön yargı vardı ve bu insanlara laf anlatmak ciddi anlamda zordu. Özellikle rock müzik tutkunları bu konuda bambaşka bir cephedeydi. “Nasıl da öldü ama rock müzik ehehe” falan da derdim de, bu durum beni de üzdü bir rock müzik dinleyicisi olarak; bu yüzden gerek yok böyle şeylere. Peki şu nasıl? “Nasıl da yükseldi rap müzik ama ehehe”. Yok, bu da olmadı. Türkiye’de rap müziğin illaki zirvelere oynayacağı günler gelecekti, fakat bu şekilde mi olmalıydı? Çok demode bir laf olacak belki ama; zirveye çıktıktan sonra geriye kalan tek şey düşüştür. Tahtın sıradaki sahibi gelene kadar durabilirsin zirvede, fakat bazı şeylerin önüne geçmezsek tahtın veliahtı beklediğimizden çok daha erken gelebilir.
Rap’te de, diğer tüm müzik türlerinde olduğu gibi gelişim yer altından yer üstüne şeklinde gerçekleşti. Peki bu durumun ne gibi etkileri var? Bir müzik türünün popülerliği arttıkça, underground(yer altı) piyasa daha da kalabalıklaşır ve hatta çok fazla nitelikli isim de yer alır aralarında. Fakat bu yetenekli isimler, daha kalabalık olan ve trendleri takip ederek piyasada yerini almaya çabalayan diğer isimlere genellikle yenik düşer. Yani yer altı nicelik olarak yükselişte olsa da, nitelik olarak eğer ki oranlarsak düşüştedir diyebiliriz. İlk çıkış noktasının tam tersi bir durum söz konusudur. Yalnız yanlış anlaşılmasın, bu demek değildir ki “değişen müzikle birlikte kalite düştü.”. Tam tersi, çok daha kaliteli işler çıkıyor artık. Gerek prodüksiyon, gerek klip, gerek sö… Yok, söz olarak aynı fikirde değilim ama prodüksiyon olarak çağ atladık diyebilirim.
Fakat ne yazık ki mantalitesi “tüket, tüket, tüket” ve “ver bana hemen bitireyim” olan bir toplum düzeninde artık kalıcılık çok daha zor. Bunun farkında olup da nabza göre şerbet veren yapımcılar da bu işin ekmeğini yiyor işte. Ben bu arkadaşların karşısında değilim, ama yanlarında da değilim. Tek istediğimse bu kültüre yıllarını vermiş ya da yıllarını vermeye gönüllü, bilinçli insanların cephelere geri dönmesi. Çünkü hip hop ile büyüyen, yaşayan ve yaşayacak olan bir dolu insan var bu ülkede(her ne kadar artık azınlık da olsa).
Neyin müzik olup olmadığına karar verecek merci ben değilim, kimse de değil. Eğer X türü müzik dinlemekten hoşlanan bir kitle varsa, X türü müzik yapılmaya devam edilmelidir. Ben severim, sevmem; bu diğer dinleyicileri bağlayan bir olgu değildir. Fakat hip hop kültürü mevzubahis olduğunda ekstra hassasım. Popülarite kültürü öldürmüyor olsa da; yer yer süründürüyor, yer yer de benim gibi bu kültüre gönül vermiş insanların bu tarz bir yazı yazmasına vesile oluyor. Popüler olan şey kötü değildir, popülarite yalnızca değişimi değiştirir. Bu kadar.
Hip hop’a, Türkiye’de rap müziğe, ya da hip hop’ın diğer herhangi bir dalına gönül vermiş tüm kardeşlerimin birer adım öne çıkmasını istiyorum sadece. Bu kendi aramızda bir savaş değil, beraber de yürümek zorunda değiliz; fakat gemiyi terk etmeyin. Gemiyi en son kaptanlar terk eder.
Pace!
0 notes
hetesiya · 11 months
Text
Britanya Karşı-Kültür Hareketi ve Öfkeli Tugay
 Samantha Christiansen, Stuart Christie , Çeviri: Ayşe Boren, Derya Yılmaz
Tumblr media
1960’ların sonu ile 1970’lerin başında, Öfkeli Tugay (Angry Brigade) Londra’da en az yirmi beş bombalama eylemini üstlenmişti. Bombaların hedefleri arasında, bazı politikacıların evleri, Miss World töreninin düzenlendiği binanın önünde bekleyen bir BBC televizyonu minibüsü ve son moda bir mağaza vardı. Sıklıkla Britanya’nın ilk “şehir gerillaları” olarak tanımlanan Öfkeli Tugay, hedefler arasında bağlantı kurmaya ve saldırıları anlamlandırmaya çalışan Britanya yetkililerini şaşkına uğratarak 1971’de Londra Bomba İmha Birimi’nin kurulmasına yol açmış, Londra Ceza Mahkemesi’nin tarihindeki en uzun ceza davasına konu olmuştu.
Öfkeli Tugay’ın bombalama eylemlerinde hiçbir can kaybı veya ağır yaralanma yaşanmamakla birlikte, şiddete başvurmaları onları Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) ya da Weathermen gibi dönemin daha iyi bilinen diğer devrimci militan örgütleriyle aynı konuma getiriyordu. Buna rağmen Öfkeli Tugay, RAF veya Weathermen’le kıyaslandığında şaşılacak kadar az incelemeye konu olmuştur. Belki de bunun sebeplerinden biri, Öfkeli Tugay’ın, diğerlerinden farklı olarak ‘terörist grup’ kategorisine kolay kolay sokulamamasıydı.  
Fakat Öfkeli Tugay’a dair bir inceleme, 1960’larla 1970’lerin başındaki protesto kültürüne ilişkin en tartışmalı meselelerden birine ışık tutmaktadır: şiddet kullanımı, daha özgül olarak da, şiddetin toplumsal hareketin geneliyle olan ilişkisi. Şiddet, Britanya’da toplumsal mücadele alanının neredeyse tamamı tarafından, 1960’ların hareket kültürüne ait genel şiddetsizlik normlarından bir sapma olarak değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme, şiddeti bütün siyasi imkânlar tükendiğinde başvurulacak son çare olarak gören geleneksel şiddet ve toplumsal hareketler analizleriyle de tutarlıdır. Son yıllarda, devrimci şiddetin ortaya çıkışını daha geniş hareketin parçası olarak ele almaya çalışan bazı araştırmalar yapılmakla birlikte, bunlar da sonuçta şiddete başvuran grupların kitle hareketinden tecrit olduğu görüşünü kabullenmişlerdir. Oysa Öfkeli Tugay olgusu, 1960-70’lerin kültürel hareketleri ile şiddet kullanımı arasına net bir ayrım koymanın doğru olmadığını gösteriyor. Gruba dair kültürel bir analiz, Tugay’ın Britanya karşı-kültürüyle arasında açık, hatta kopmaz bir bağ olduğunu gözler önüne sermekle kalmıyor; Öfkeli Tugay’ın, dil düzeyindeki şiddetten doğrudan tahribata kadar şiddetin değişik biçimleriyle haşır neşir olan karşı-kültürün bir uzantısı olduğunu da ortaya koyuyor. Bu açıdan bakıldığında, şiddet, gözü dönmüş bir avuç radikalin eylemleri olarak değil, o kültürün bir parçası olarak kendini gösteriyor.
Şiddet ve Britanya Karşı-Kültürü
Öfkeli Tugay, bombalama eylemlerinin atfedildiği sekiz üyesinin yargılanması sırasında dönen tartışmalarda şiddet meselesinin başat temsilcisi haline geldiyse de, bu mesele Britanya karşı-kültürünün oluşumu ve tesisi süresince hep tartışılmıştı. Britanya’da karşı-kültür büyük ölçüde Yeni Sol’un kalıplaşmış politik altyapısına ve kurumsal kısıtlamalarına tepki olarak ortaya çıktı. 1968 yılı, ülkedeki (ve dünyadaki) sol hareketler açısından dönüm noktasıydı; Britanya Yeni Sol’una hâkim olan Leninist ve Troçkist grupların “politika”sına mesafe alma, karşı-kültürün temel özelliği olacaktı. Mart 1968’de Grosnevor Meydanı’nda savaş karşıtı gösteri olarak başlayıp isyana dönüşen eylem [Grosnevor Savaşı], birçokları için, şiddet içermeyen politik stratejilerin sonuna işaret ediyordu. Britanya solu, isyanı bir felaket ve bir dönüm noktası olarak değerlendirmişti.
Britanya karşı-kültüründen gençler isyanlara katılmış, ama gösterinin düzenleyicilerinin Vietnam Ulusal Kurtuluş Ordusu’nu desteklemelerinden ve sosyalist ideolojiye odaklanmalarından rahatsız olmuşlardı. Britanyalı tarihçi Chad Martin’e göre, “Britanya karşı-kültürü Yeni Sol’un faaliyetlerinden ve etkisinden uzaklaştıkça, özgürlükçü ve devrimci bir nitelik kazanmış, yaratmak istediği alternatif toplumu kendine model almıştı”. Bu siyasi düşüncelerin dolaşıma sokulduğu en önemli kanallardan biri, yeraltı dergilerdi; bunların başında, geniş bir dağıtım ağına sahip olan International Times geliyordu. [Öfkeli Tugay davalarında yargılanıp beraat eden] Stuart Christie’ye göre International Times, “yeni karşı-kültürün İngilizce’deki sesi”ydi.
Öfkeli Tugay, bildirilerini doğrudan International Times’a gönderiyordu. Tugay’ın imzasını taşıyan ilk bildiri, İspanyol büyükelçiliğinin silahla taranmasından ve Miss World törenini yayınlayacak BBC minibüsünü hedef alan bombalı saldırıdan sonra, 9 Aralık 1970’te yayınlandı. Ardından aynı hafta, ikinci mesaj geldi. Bu ikinci bildiri çok daha kısa ve yetkililer açısından çözülmesi zordu, ama karşı-kültür politikasına dayandığı açıktı:
Faşizmin ve zulmün
başı ezilecek
elçilikler (Perşembe günü İspanyol elçiliği tarandı)
Yüksek Domuzlar
Gösteriler [Spectacles]
Yargıçlar
Özel mülk
Bildiri bir kara listeyi andırıyordu, ama eylemler için bir açıklama da sunuyordu. Hedefler, karşı-kültürün mücadelesinin farklı yönlerini yansıtıyordu: hem politik hem kültürel yönüyle, sistem. İspanyol elçiliği faşizmin dolaysız temsilcisiydi, zira o dönemde Franco hâlâ iktidardaydı. Gelgelelim, polisin bilhassa ilgisini çeken kısım, “Gösteriler” sözcüğü oldu: Bulabildiği bütün sitüasyonist metinleri toplaması için bir özel müfettiş görevlendirildi.
Tumblr media
1 Mayıs 1970’te Öfkeli Tugay, “alternatif” ürünleriyle tanınan Biba adlı mağazaya bombalı saldırı düzenledi ve ardından, sitüasyonizmin etkisinin en açık biçimde görüldüğü şu bildiriyi yayınladı:
“Sıkılmakla meşgul olmadığın zamanlarda, alışveriş yapmakla meşgulsündür”
Son moda butiklerdeki bütün tezgâhtar kızlara, 1940’ların modasına ait aynı şeyler giydirilip aynı makyaj yapılıyor. Her şeyde olduğu gibi moda da kapitalizmin bütün yapabileceği geriye gitmek – gidebilecekleri başka bir yer yok – çünkü ölüler.
Oysa yarınlar bizim.
Hayat o kadar sıkıcı ki, bütün maaşını son moda eteğe ya da gömleğe harcamaktan başka yapabileceğin bir şey yok.
Kardeşlerimiz, gerçek arzularınız neler?
Dükkânda oturup boş gözlerle uzaklara bakmak, sıkılmak, tatsız kahvenizden bir yudum almak mı? Yoksa belki de, PATLATMAK VE YAKIP YIKMAK mı? Butik denen modern köle evlerine yapabileceğiniz tek bir şey var: ONLARI YERLE BİR ETMEK. Kâr kapitalizmini ve insanlıkdışılığı iyileştiremezsiniz. Parçalanana kadar tekmeleyin yeter.
Öfkeli Tugay’ın izini sürmeye çalışan polis, sitüasyonist metinleri toplamak için Londra’nın altını üstüne getirirken, sitüasyonizmin karşı-kültürün tamamına yayılmış olduğunu görecekti.
Tumblr media
International Times bürosuna gönderilen, derginin Şubat 1968 sayısında yayınlanan sitüasyonist détournement
Üst başlık: “İdeoloji en radikal eylemleri bile entegre etmeye çalışır” Sol balon: “Kültür mü? Hah! İdeal meta – diğerlerini satmaya yarayanı! Hepimizin ondan nasiplenmemizi istemene şaşmamak gerek!” Sağ üst balon: “Kitap çalmakta çok haklısın! Kültür herkesin doğuştan hakkıdır!” Sağ alt: “Bu laflarla anca hippileri kafalarsın babalık, bize sökmez!”
Dostlar Arası Dayanışma: Karşı-Kültür Öfkeli
Karşı-kültürle olan bağları Öfkeli Tugay’ın bildirilerindeki ortak bir temaydı. Birkaç bombalı saldırıdan sonra polis hiçbir yeni iz bulamayınca, karşı-kültürün tamamını hedef alan bir soruşturma başlattı. Yeraltı yayınlarına, komünlere ve radikal örgütlere yönelik inanılmaz sayıda baskın ve gözaltı yapıldı. International Times’ın Nisan 1971 tarihli bir yazısında şöyle deniyordu:
[Öfkeli Tugay avının] arkasında, Özel Birim’in anti-otoriter yapının tamamı hakkında, bu yeni politik yapı – bizim yapımız, bizim hayat tarzımız hakkında bilgi toplama çabası saklı. ... Dostlarımızı suçlu diye tanımlamaları, bizi asıl suçluların bu domuzlar olduğu gerçeğini görmekten alıkoymamalı.
Öfkeli Tugay bildirileri, aynı zamanda grubun daha geniş hareketten kendini ayırmadığını gösteriyordu: “Şu ya da bu kişinin Öfkeli Tugay üyesi olup olmadığını söyleyecek konumda değiliz. Biz sadece şunu diyoruz: Tugay her yerde.” Polis saldırıları karşı-kültürde yeni bir kimlik duygusu uyandırmış, Öfkeli Tugay da bir ölçüde bu kimliğin temsilcisi olmuştu. Chad Martin’e göre: “[Karşı-kültür], polis saldırılarının hedefi haline gelmelerinden Öfkeli Tugay’ı sorumlu tutmak yerine, gruba karşı daha büyük bir sempati beslemeye başlamıştı”. Tabii güvenlik güçleri karşı-kültürle özdeşleşenlerin tamamını tutuklayamazdı, sistem açısından utanç kaynağı olan bombalı saldırılarla ilgili olarak birilerini suçlaması gerekiyordu.
Polisin, Öfkeli Tugay adına yürütülen eylemlerden sorumlu olduklarına kanaat getirdiği gençler, tutuklandıkları dairenin adresine atıfla “Stoke Newington Sekizlisi” adıyla anılacaktı. Davada yargılanan on kişiden beşi, Jake Prescott, John Parker, Anna Mandleson, Hilary Creek ve Jim Greenfield, bombalı saldırı düzenlemekten on yıl hapis cezasına çarptırıldı. Diğerleri beraat etti.
Ancak davalar sırasında Britanya karşı-kültürü günah keçisi olarak gördüğü tutukluları sonuna kadar destekledi. Bu dayanışma, Öfkeli Tugay’ın karşı-kültürle arasındaki derin bağların bir başka göstergesiydi. Beş karşı-kültür mensubunun tutuklanması ve ardından hapse mahkûm edilmesi, hareket içinde şiddet politikasına dair yeni bir tartışmanın önünü açtı. Stoke Newington Sekizlisi Savunma Grubu’nun 1972’de yayınladığı bir metin, Öfkeli Tugay’ın şiddete başvurmasını eleştirenlere [çoğunlukla Yeni Sol'un liderleri -ç.n.] sert bir dille cevap veriyordu. Öfkeli Tugay, metnin yazarlarına göre, karşı-kültürle arasındaki güçlü bağı koruyarak kitle hareketinin parçası olma vasfı kazanmıştı.
Davalar sırasında International Times dergisi, üzerinde “Ben de Öfkeli Tugay üyesiyim” yazan binlerce rozet sattı. Bu destek gösterisi, polisin karşı-kültüre yönelik saldırısına tepki olarak gelişmiş dayanışma duygusunun ötesinde, Öfkeli Tugay’ın temsil ettiği ortak kimliğin de açık bir yansımasıydı. Sözgelimi, Gey Kurtuluş Cephesi’nin çıkardığı International Gay News dergisinde “Gey Öfkeli” yazıyordu. Öfkeli Tugay ismi veya çeşitlemeleri, bundan sonra, posta yoluyla gönderilen sahte bombalardan, mağazalara yönelik vandalizme kadar pek çok eylemde, karşı-kültür içinde otonom bir şekilde belirmeye başlayacaktı. Öfkeli Tugay rozetleri takan ve bu isim altında doğrudan eylem yapan binlerce genç insanın varlığı, grubun hem üyeleri hem de gözlemcileri nezdindeki gerçek niteliğini gözler önüne sermektedir.
Kaynak: 
Samantha Christiansen’in “The Brigade is Everywhere: Violence and Spectacle in the British Counter-Culture” başlıklı yazısından alınmış pasajlar, Between the Avant-garde and the Everyday: Subversive Politics in Europe from 1957 to the Present içinde, ed. Timothy Brown ve Lorena Anton, s. 47-57.
Jean Weir’in, Öfkeli Tugay’ın kurumsal sol tarafından dışlanmasını konu alan bir yazısı için bkz. libcom.org
Çeviri: Derya Yılmaz
Araçlar ve Amaçlar
Stuart Christie 
Araçlar ve amaçlar arasında bir tutarlılık olması gerektiği sonucuna varmak için konu hakkında derin bir felsefi tartışmaya girmek gerekmez; sağduyu yeterlidir. Öfkeli Tugay’ın da araçları ve amaçları tutarlıydı. Bildirilerinin retoriğine ve teatralliğine rağmen, iktidarı ele geçirmek ya da Britanya’da bir devrim başlatmak gibi bir hedefleri yoktu. Bombalı saldırıları, yaralamaya ya da öldürmeye yönelik değildi – ve zaten böyle bir şey de olmadı.
Bana sorarsanız, Öfkeli Tugay’ın sembolik hedeflere yönelik saldırıları, sorunlara dikkat çekmeye, Britanya’ya ve zamanın endüstrileşmiş demokrasilerine damgasını vuran  toplumsal ve politik huzursuzluğu vurgulamaya yönelik jestlerdi. Bob Dylan’ın şarkısında dediği gibi: “Havada devrim kokusu var”dı. Öfkeli Tugay’ın bir amacı da , kişisel olsun kamusal olsun her eylemin beraberinde bir sorumluluk getirdiğini vurgulamak; politika ve iş dünyasının, verdikleri kararların bir bedeli olduğunu ve her eylemin önceden kestirilemeyen sonuçları olduğunu idrak etmelerini sağlamaktı.  
Politikacılar ve kamu görevlileri de dahil olmak üzere hiçbirimiz, gerçekleşmesinde dolaylı ya da dolaysız payımız olan ölümlerin, yaralanmaların, acının ve terörün sorumluluğunu üstlenmekten kaçamayız. Emirlere itaat ettiğimizi iddia ederek, “devletin hikmetinden” ya da “ulvi” amaçlardan dem vurarak kendimizi aklayamayız. Anarşistler, milliyetçiler, Marksistler, köktendinci Müslümanlar, ev yapımı bombalarıyla psikopatlar, meskun mahallere Büyük Ordonat Hava Bombası (MOAB) ya da parça tesirli bombalar fırlatan askerî pilotlar, seyir füzeleri fırlatan silah sistemleri uzmanları, onların astları, astlara emirleri veren bakanlar, politikacılar, ya da savaşın masum kurbanları arasında “sivil zaiyat”lara sebep olan harekâtlara rıza gösterenler... Kim olursa olsun herkes eylemlerinden ve kendi adına yapılanlardan sorumludur. Neyse ki, Öfkeli Tugay’ın bombalı eylemlerinde hiçbir can kaybı veya ağır yaralanma yaşanmadı.
Aradan otuz sene geçtikten sonra dönüp bakacak olursak, Öfkeli Tugay dönemin olaylarında tam olarak nasıl bir rol oynamıştı, ne gibi bir etki yaratmıştı? Dünya tarihinde çok da ciddi bir etki yaratmamış olabilirler. Ama, grevlerden ve sokak eylemlerinden geçilmeyen o çalkantılı zamanlarda gerçekleştirdikleri eylemler ciddi anlamda ses getirdi. [Jake] Prescott, [Ian] Purdie ve “Stoke Newington Sekizlisi”nin (bu isimle anılıyorduk) yargılanması, ve özellikle de Old Bailey Ceza Mahkemesi’nde siyasi savunma yapmayı tercih eden üç sanığın (Anna Mendelson, John Barker ve Hillary Creek) dillendirdikleri savlar, sınıf politikalarının doğasına ve Britanya toplumunun adalet anlayışına ilişkin önemli meseleleri gündeme getirdi: evsizlik, işsizlik, sınıf farkı gözeten yasalar, derme çatma evlerinde soğuktan donarak ölen emekliler, Kuzey İrlanda’daki hapis cezaları, ve hatta her hafta iş kazalarından ve iş yerindeki yanlış uygulamalardan ötürü hayatını kaybeden ve yaralanan insanların sayısı bile tartışma konusu haline geldi.   
Oybirliğine varamayan Old Bailey jürisi, sanıklar lehine bir tutum benimsedi (jüri üyelerinden ikisi, davanın sonuna kadar sekizimizin birden beraat etmesi gerektiği hususunda diretti) ve emsali olmayan bir şekilde, nihayetinde mahkûm edilecek dört sanık için hâkimden af talep etti. Bu sempatinin sebebi, muhtemelen, Öfkeli Tugay’ın bazılarınca bir direniş hareketi olarak görülmesiydi... 
Peki, Öfkeli Tugay’ı bu kadar önemli kılan neydi?
Şahsen ben Öfkeli Tugay’ın oynadığı rolü Antik Yunan tiyatrosundaki koronun rolüne benzetiyorum. Koro, siyasal teşekkülün çıkarlarını korumaya adanmış ideal bir kamunun işlevini yerine getirirdi. Koro, oyunun vazgeçilmez unsurlarından biriydi: Olayların gelişimini takip eder; bazen uyarmak, bazen yüreklendirmek, ender olarak da münasip bir dramatik jest ya da eylemle olaya müdahale etmek için kritik bir anda araya girerdi.
Belki de Öfkeli Tugay, bazı Roma imparatorlarının, iktidarlarının zirvesindeyken kulaklarına “fani olduğunu ve bir gün öleceğini unutma” diye fısıldamaları için tuttukları hizmetkârlara benziyordu – tabii, bir farkla: Öfkeli Tugay’daki çocuklar, iktidar sarhoşluğunu dizginlemek için kimseden para almıyordu.
Kaynak: Öfkeli Tugay davasında yargılanıp beraat edenler arasında bulunan Stuart Christie’nin, The Angry Brigade: A History of Britain’s First Urban Guerilla adlı kitaba yazdığı önsözden alınmıştır. Gordon Carr’ın kaleme aldığı kitabın tamamı: Angry Brigade Book.pdf
Çeviri: Ayşe Boren
0 notes
yorgunherakles · 1 year
Quote
kompleks, ele avuca sığmaz bir hayvandır.
carl jung - modern psikolojinin tarihi
15 notes · View notes
ayhanozturk · 1 year
Text
Sorun, onun gitmesiyle bitmeyecektir. Sorun onu iktidara getiren, üst üste dokuz seçim kazandıran, bir sürü yolsuzluk ve yönetim skandallarına rağmen körü körüne peşinden giden halktır. Daha doğrusu halkın bir bölümüdür. Bu halk yığının Anadolu müslümanlığıyla, gelenekle, ahlakla, haram helal kavramıyla, merhametle, şefkatle hiçbir ilgisi yoktur. Köyden kente göçle başlayan, ne köylü ne kentli olabilen, bütün değer ölçülerinden kopmuş, vahşi birer yaratık haline gelmiş, talandan yalandan pay kapmaya çalışan ve literatürde lumpen proletarya olarak tanımlanmış olan kitledir bu. AKP’ye oy vermiş olanların tümünü böyle yaftalamak doğru değil elbette. İçlerinde düzgün ve samimiyetle oy veren seçmenler de olabilir. Ama o kitlenin genel karakteristiği budur. Bu kesim kendini önce arabesk müzikle gösterdi. Güzelim türküleri, geleneksel şarkıları, Anadolu’nun büyük şiir geleneğini terk eden insanlar, bir anda mide bulandırıcı seslere, insanın kulağını tornavida gibi delen elektro bağlamalara, içinde hiçbir hakiki lirizm ve hüzün barındırmayan ‘’Ben de isterem!’’ saldırganlığına kaptırdı kendini. Şehirler kaçak mahallelerle, üzerinde demir filizleri bırakılmış sıvasız çirkin yapılarla, lağım kokan mahallelerle doldu. Suç oranı ve özellikle kadına karşı şiddet akıl almayacak ölçülerde arttı. Bunun adına ‘’muhafazakarlık’’ denilebilir mi? Elbette denilemez. Aşağı yukarı sayıları kırk milyon dolayında tahmin edilen bu kitle Itri, Mimar Sinan estetiğine de sahip değildir; Anadolu’da yüzyıllarca aydınlık bir nehir gibi akmış olan Karacaoğlan, Pir Sultan, Dadaloğlu temizliğine de. Dolayısıyla bu kesim muhafazakar değil, Türkiye’ye çarpık ve ahlak ölçülerinden yoksun bir ‘’modernleşme’’ sunan yeni bir oluşumdur. Lafı uzatmadan söyleyeyim. Bu kesimin hayatta en çok nefret ettiği model uygarlaşma, kültür, temizlik ve zarafet simgesi Mustafa Kemal Atatürk, kanıyla canıyla savunduğu lideri ise şimdiki cumhurbaşkanıdır. Kimse kendini aldatmasın. Sayıları çok kalabalık olan bu kesim, ne olursa olsun, hangi skandal patlarsa patlasın sonuna kadar liderini destekleyecek ve Cumhuriyet’e karşı çıkacaktır. Erdoğan siyasi ömrünü tamamlasa da ona benzeyen başka bir lider bulmakta gecikmeyecektir. Çünkü Türkiye’nin çürüyen kesimi , bu bozulmayı önce müzikle, sonra hayatımızın her alanına egemen olan lumpenleşme ve arabeskleşmeyle ifade etmeye devam ediyor. Gafil aydınlardan (!) destek alan lümpen kültür, örgütlü cehaletle beslenerek kılcal damarlarımıza kadar yayılıyor. Bu manzaraya, lumpenlerin ele geçirdiği muazzam para ve iktidar gücünü de eklerseniz geleceğin hiçbirimiz için kolay olmadığı çok açık. Erdoğan bu kitlenin lideridir ve onun yokluğunda yeni bir lider bulacaklarına hiçbir kuşku yok. Mustafa Kemal aydınlığını savunan kitleler birleşene ve kendi aralarındaki çelişkileri gidererek, evrensel değerleri savunan bir Türkiye kültürü yaratana kadar acılar devam edecek.
Zülfü Livaneli
0 notes
baybaykus · 1 year
Text
Zülfü Livaneli diyor ki;
Sorun, onun gitmesiyle bitmeyecektir. Sorun onu iktidara getiren, üst üste dokuz seçim kazandıran, bir sürü yolsuzluk ve yönetim skandallarına rağmen körü körüne peşinden giden halktır. Daha doğrusu halkın bir bölümüdür. Bu halk yığının Anadolu müslümanlığıyla, gelenekle, ahlakla, haram helal kavramıyla, merhametle, şefkatle hiçbir ilgisi yoktur. Köyden kente göçle başlayan, ne köylü ne kentli olabilen, bütün değer ölçülerinden kopmuş, vahşi birer yaratık haline gelmiş, talandan yalandan pay kapmaya çalışan ve literatürde lumpen proletarya olarak tanımlanmış olan kitledir bu. AKP’ye oy vermiş olanların tümünü böyle yaftalamak doğru değil elbette. İçlerinde düzgün ve samimiyetle oy veren seçmenler de olabilir. Ama o kitlenin genel karakteristiği budur. Bu kesim kendini önce arabesk müzikle gösterdi. Güzelim türküleri, geleneksel şarkıları, Anadolu’nun büyük şiirn geleneğini terk eden insanlar, bir anda mide bulandırıcı seslere, insanın kulağını tornavida gibi delen elektro bağlamalara, içinde hiçbir hakiki lirizm ve hüzün barındırmayan ‘’Ben de isterem!’’ saldırganlığına kaptırdı kendini. Şehirler kaçak mahallelerle, üzerinde demir filizleri bırakılmış sıvasız çirkin yapılarla, lağım kokan mahallelerle doldu. Suç oranı ve özellikle kadına karşı şiddet akıl almayacak ölçülerde arttı. Bunun adına ‘’muhafazakarlık" denilebilir mi? Elbette denilemez. Aşağı yukarı sayıları kırk milyon dolayında tahmin edilen bu kitle Itri, Mimar Sinan estetiğine de sahip değildir; Anadolu’da yüzyıllarca aydınlık bir nehir gibi akmış olan Karacaoğlan, Pir Sultan, Dadaloğlu temizliğine de. Dolayısıyla bu kesim muhafazakar değil, Türkiye’ye çarpık ve ahlak ölçülerinden yoksun bir ‘’modernleşme’’ sunan yeni bir oluşumdur. Lafı uzatmadan söyleyeyim. Bu kesimin hayatta en çok nefret ettiği model uygarlaşma, kültür, temizlik ve zarafet simgesi Mustafa Kemal Atatürk, kanıyla canıyla savunduğu lideri ise şimdiki cumhurbaşkanıdır. Kimse kendini aldatmasın. Sayıları çok kalabalık olan bu kesim, ne olursa olsun, hangi skandal patlarsa patlasın sonuna kadar liderini destekleyecek ve Cumhuriyet’e karşı çıkacaktır. Erdoğan siyasi ömrünü tamamlasa da ona benzeyen başka bir lider bulmakta gecikmeyecektir. Çünkü Türkiye’nin çürüyen kesimi , bu bozulmayı önce müzikle, sonra hayatımızın her alanına egemen olan lumpenleşme ve arabeskleşmeyle ifade etmeye devam ediyor. Gafil aydınlardan (!) destek alan lümpen kültür, örgütlü cehaletle beslenerek kılcal damarlarımıza kadar yayılıyor. Bu manzaraya, lumpenlerin ele geçirdiği muazzam para ve iktidar gücünü de eklerseniz geleceğin hiçbirimiz için kolay olmadığı çok açık. Erdoğan bu kitlenin lideridir ve onun yokluğunda yeni bir lider bulacaklarına hiçbir kuşku yok. Mustafa Kemal aydınlığını savunan kitleler birleşene ve kendi aralarındaki çelişkileri gidererek, evrensel değerleri savunan bir Türkiye kültürü yaratana kadar acılar devam edecek.
Zülfü Livaneli
0 notes
dijitalfeed · 1 year
Text
Ticaret Yapabileceğiniz Forum Siteleri - 2022
Forum kültürü özellikle 2000'lerin başlarında son derece popülerdir. Günümüzde sosyal medya uygulamaların üstlendiği rolü forum platformları üstleniyordu. Facebook, Twitter, Youtube, Instagram ve daha onlarcasının gün yüzüne çıkmasıyla forum siteleri geri plana itildi. Ancak tüm bu sosyal medya devlerine rağmen ayakta kalmayı başaran ve büyük ilgi gören sayısız forum mevcut. Üstelik bunların bazılarında yoğun bir ticarette söz konusu. Covid-19 pandemisi neticesinde tüm dünyadan milyonlarca insan evlerine kapandı. Bu süreçte sayısız kişi dijital hizmetlerle tanıştı. Hatta bazıları bu alanda girişim yapmak için kendi işini bile bıraktı. Sizlerde bu forum siteleri aracılıyla web tasarımdan içerik hizmetlerine, sosyal medya danışmanlığından yazılıma kadar birçok alanda ticaret yapabilirsiniz. Lafı uzatmadan listemize geçelim.
Ticaret Yapabileceğiniz En Popüler Forum Siteleri
R10.net, günümüzün en popüler ticari forum sitelerinden biridir. Burada her gün binlerce kişi alım-satım işlemi gerçekleştiriyor. Ayrıca kendinizi geliştirebileceğiniz birçok kaynak bulunuyor. R10 içerisinde onlarca sektöre yönelik kategoriler bulunur. Kendi hizmetlerinize uygun kategoriyi seçerek hiç vakit kaybetmeden ticaret yapabilirsiniz. Platform, sizlerden herhangi bir komisyon almıyor. Yalnızca ekstra avantajlar için premium üyelikler, ranklar ve reklam paketleri satılıyor. Bunlarda tamamen tercihe bağlıdır.   Wmaraci.com tıpkı r10 gibi onlarca hizmet dalında binlerce ilanın bulunduğu köklü bir forum sitesidir. Üstelik yakın zamanda ara yüzünü güncelledi. Burada gerçekleştireceğiniz alım-satım işlemlerinde herhangi bir komisyon söz konusu değildir. Aslında ticari forum sitelerinin çok fazla tercih edilme nedenlerinden biride budur. 1-2 dakikanızı ayırarak üye olabilir ve hizmetlerinizi pazarlamaya başlayabilirsiniz.   Forum DonanımHaber Türkiye'nin bilgisayar teknolojisi üzerine kurulan ilk web sitelerinden biridir. 1999 senesinde teknoloji haberleri olarak yayın hayatına başladı. Kısa süre içerisinde kayda değer bir kitle yakalamayı başardı. Burada da tıpkı r10 ve wmaraci gibi ticaret yapabilmeniz mümkün.   Read the full article
0 notes
pdfsayar · 2 years
Text
Görsel Kültür Ve Küresel Kitle Kültürü
Görsel Kültür Ve Küresel Kitle Kültürü
10 sonuç Boyut Önizleme İndirme Görsel Kültürün Küresel Kültüre Dönüşmesinde Kitle İletişim …Anahtar Kelimeler: Görsel, görsel kültür, toplum, iletişim, kitle iletişim araçları. The Role of Mass Media in Transforming Visual Culture to Global Culture. Abstract: While human beings maintain their daily lives with the knowledge they have obtained through their senses, on the other hand, they…
View On WordPress
0 notes
medyadergisi · 2 years
Text
fonbulucu ’ya 4,5 milyon TL’lik ikinci yatırım
fonbulucu ’ya 4,5 milyon TL’lik ikinci yatırım
Yeni nesil yatırımcılık kültürü ile yeni nesil girişimcilik finansmanını Türkiye’de hem ilk uygulayan hem de gelişmesi yönünde büyük katkıları bulunan kitle fonlama platformu fonbulucu’nun çatı şirketi Global Kitle Fonlama Platformu A.Ş., Maqasid Gayrimenkul ve Girişim Sermayesi Portföy Yönetimi A.Ş.’nin girişim sermayesi yatırım fonundan 4,5 milyon TL yatırım aldı. Son iki ay içerisinde ikinci…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes