Tumgik
#kadına karşı şiddet
Text
Ne diyordunuz? Hah adalet. Yere göğe sığdıramadığınız adaletiniz işinize yaradı mı? Kaç yıl yatacak o katil? Kaç yıl bakacaklar güzelce ona? Yemeğini, suyunu verecekler. Sıcak bir yerde uyuyacaklar. Sonra çıkacaklar. Varile koyup üstüne beton döktüğü o kadın geri gelecek mi? Gelmeyecek. Adaletti değil mi? Namustu değil mi? Yere göğe sığdıramadığınız namusunuz var ya hani. Hepiniz namus bekçisisiniz zaten. Hepiniz namusunuzu koruyorsunuz değil mi? Neden? Namus 'kadın'da. Namus kadında değil. Namussuz kadın değil. Sevgilisiyim, kocasıyım, babasıyım, abisiyim diyerek kadını öldüren siz namussuzsunuz. Hepiniz zaten sözde 'namuslusunuz'. Ben bir kadını vahşice öldürene namuslu demem. Sevgilisi, karısı, kızı, kardeşi akşam dışarıda diye ona 'Namusumuzu iki paralık ettin.' diyerek öldürene namuslu demem. Namus iğrenç zihniyetinizle ağzınıza sakız edebileceğiniz bir şey değil. Namus, kadına değer verende. Namus, can dediğini sevende. Namus, anlamını bilende. 
12 notes · View notes
hepeksikk · 5 months
Text
Tumblr media
Bugün 25 Kasım Kadına Şiddete Karşı Mücadele Günü.
Sadece anma günü olmaktan öteye gidemiyor. Siyasetçiler atlamamış olmak için sosyal medyada paylaşım yapıp yeter sanıyor; belediyeler kanuni zorunlulukları olan sığınma evlerini açmıyor, yapabileceklerinin çok azını yapıyor. Bu arada Türkiye’de, kadına şiddet her geçen gün artıyor, kadınlar toplumun gözü önünde yok oluyor. 10 yılda 3000’den fazla kadın erkekler tarafından öldürüldü. “Ama erkekler de öldürülüyor” diyerek kadına şiddeti önemsizleştirenlerin ağzına terlikle vurabilirim. Çünkü erkekleri kadınlar değil, yine erkekler öldürüyor. Unutmamalı ki, kadına yönelik şiddet toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve güç dengesizliğinden kaynaklanıyor.
Kadına şiddet ülkemizde politik bir çürümeyi ifade ediyor. Bu şiddetin kökleri toplumun temelinden besleniyor. Kadınların ekonomik, sosyal, politik alanda maruz kaldığı ayrımcılık şiddetin yayılmasına zemin hazırlıyor. Bu sadece bireysel sapkınlıkların sonucu değil, sistematik bir sorun. Bunu kabul etmekte zorlanan bir topluma ve idareye sahibiz. Kadına şiddet, toplumun her katmanını etkiler; sadece bireysel trajedi değil, aynı zamanda toplumsal bir krizdir.
Devlet ve toplumsal normlar kadına yönelik şiddeti engellemekte yetersiz kalıyor. Cezasızlık kültürü ve mağdurların korunmasızlığı, kadına şiddeti teşvik ederek sorunu derinleştiriyor. Devletin, toplumun her kesimine eşit şekilde hizmet etme sorumluluğu, kadına yönelik şiddetle mücadelede daha etkin rol üstlenmesini gerektirir. Bizde olmuyor.
Bu mücadelede sadece kadınların değil, toplumun tüm kesimlerinin bir araya gelip ortak çözüm bulması önemli. Toplumsal bilinçlenme, eğitim, adalet sisteminde reformlar ve kadın haklarına saygı, politikacılardan, liderlerden ve toplumun her bireyinden talep ettiğimiz adımlar. Kadına şiddetle mücadele, sadece bir gün değil, her gün süren çabayı gerektirir.
Kadına şiddeti politik bir mesele olarak ele almak, toplumsal değişim için ilk adımdır. Unutmayalım ki, eşitlik ve adalet için mücadele etmek, sadece kadınlar için değil, tüm insanlık için bir gereklilik. Umudum, bu gerçekleri görerek ve değişim talep ederek bir araya gelmiş, güçlü bir toplumda yatıyor. Dilerim bir gün…
52 notes · View notes
bursatravestiiii · 9 months
Text
Bursa travestileri
Türkiye’nin en büyük 4. şehri olan Bursa, zengin tarihi ve farklı kültürüyle tanınır. Bununla birlikte, canlı bir travesti topluluğuna da ev sahipliği yapmaktadır. Bu kişiler, ayrımcılık ve yasal engeller de dahil olmak üzere birçok zorlukla karşı karşıyadır. Bu zorluklara rağmen, Bursa’nın travesti topluluğu gelişmeye ve kabul ve görünürlük sağlamaya devam ediyor. Bu yazıda, Bursa'nın travesti topluluğunun benzersiz deneyimlerini ve zorluklarını üç üzerinden keşfedeceğiz.
Bursa travesti, canlı bir travesti topluluğuna ev sahipliği yapıyor. Bu bireyler, LGBTQ+ topluluğunun bir parçasıdır ve genellikle kendilerini transgender veya cross-dresser olarak tanımlarlar. Bursa’daki travesti topluluğu, kendini erkek olarak tanımlayanlardan kadına, erkeğe ve ikili olmayanlara kadar uzanan çeşitli bir gruptur. Birçok travestinin sosyalleşmek ve kendilerini ifade etmek için bir araya geldiği Kent Meydanı da dahil olmak üzere şehrin çeşitli yerlerinde bulunabilirler.
Bursa’daki escort travestiler ayrımcılık ve yasal zorluklarla karşı karşıya. Türkiye’de travestilere yönelik ayrımcılık çok yaygın ve sıklıkla sözlü ve fiziksel tacize uğruyorlar. Hükümet ayrıca, resmi belgelerde cinsiyet kimliğini değiştirme yasağı gibi yasal engeller de getirmektedir. Sonuç olarak, travestiler sağlık, eğitim ve istihdam olanaklarına erişimde zorluklarla karşılaşmaktadır. Pek çok travesti Görülkle de seks işçiliğine zorlanıyor, bu da onları daha fazla şiddete ve sömürüye maruz bırakıyor.
Bu zorluklara rağmen, Bursa’nın escort travesti topluluğu gelişmeye ve kabul ve görünürlüğü artırmaya devam ediyor. Görükle’deki travesti topluluğunun güçlü bir destek sistemi var ve haklarını savunmak için birlikte çalışıyorlar. Bursa Altıparmak LGBTİ+ Derneği gibi birçok kuruluş travestilere kaynak ve destek sağlıyor. Bu organizasyonlar ayrıca farkındalığı artırmak ve LGBTQ+ topluluğunun kabulünü desteklemek için İstanbul Onur Yürüyüşü gibi etkinlikler de düzenliyor. Bu çabalar sayesinde, Bursa’nın Osmangazi Altıparmak ve Nilüfer'in Görükle semtlerindeki travesti topluluğu daha fazla kabul görme ve görünürlük yolunda ilerliyor.
Sonuç olarak, Bursa, ayrımcılık ve yasal zorluklarla karşı karşıya olan canlı bir travesti topluluğuna ev sahipliği yapıyor. Bu engellere rağmen, gelişmeye ve kabul ve görünürlüğü teşvik etmeye devam ediyorlar. Bursa travestileri topluluğunun benzersiz deneyimlerini ve zorluklarını tanımak ve desteklemek esastır. Daha fazla farkındalık ve savunuculuk yoluyla, cinsiyet kimlikleri veya ifadeleri ne olursa olsun tüm bireyler için daha kapsayıcı ve kabul gören bir toplum yaratmaya çalışabiliriz.
22 notes · View notes
veganlogicdinamo · 5 months
Text
AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan adına yarın da yine sosyal medya hesaplarından kadına şiddeti kınayan birtakım cümleler paylaşılacak.
Hatta güne uygun olarak bir etkinliğe de katılabilir ama sonra yine özüne dönecek...
“Sürtük” diyerek, doğum makinesi gibi görerek, doğurmayanları “eksik, yarım” diye niteleyerek, erkeklerle eşit olmadıklarını iddia ederek, kullandığı dille şiddeti beslediği için, kendine saygısı olan kadınlar ona hiçbir zaman inanmayacak.
Ekonomik, psikolojik ve fiziksel şiddete uğradıkları için haklarını aramak amacıyla yürümek isteyen kadınlar, onun iktidarında “güvenlik adına” şiddet uygulanarak yerlerde sürüklendiklerini hiç unutmayacak.
AKP döneminde kadına yönelik şiddet 14 kat artarken onun cinayetlere “münferit” dediğini de unutmayacak.
Ne kadınlara yönelik hakaretleri...
Ne kadınları aşağılayan tarikat şeyhleri ile muhabbeti...
Ne Yeniden Refah Partisi ve HÜDA PAR gibi laik Cumhuriyet ve kadın düşmanlarını TBMM’ye doldurduğu...
Ne laikliği tasfiye ederken hemen her alanda kadın düşmanı uygulamaların önünü açtığı...
Ne de şiddete karşı en etkili mücadele araçlarından biri olan İstanbul Sözleşmesi’nden, tarikatların baskısıyla, Türkiye’yi geri çektiği unutulacak.
21 yıllık AKP iktidarı, tarihte emekçilerin hakları açısından olduğu gibi kadın hakları açısından da piyasacılıkla el ele veren gericiliğin şahlandığı bir utanç dönemi olarak anılacak.
Ve gerçek sürekli haykırılacak: AKP’nin kendisi, Türkiye’de kadına yönelik şiddeti artıran bir nedendir!
9 notes · View notes
naif-cumleler · 1 year
Text
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü biliyormuydunuz.
Tumblr media
@naif-cumleler 🙄
67 notes · View notes
nesrin-c · 2 years
Text
'' Soğanları pembeleşinceye kadar kavurdu kadın.
Biraz domates rendeledi, bir kaşık da salça ekledi.
Akşamdan suya ısladığı fasulyeleri döktü üzerine.
Biraz tuz serpti, çok az da şeker. Kırsın diye ev yapımı salçanın ekşisini.
Önce harlı ateşte kavurdu biraz,sonra kısık ateşte uzun uzun pişirdi.
Serdi keten masa örtüsünü, koydu üzerine iki tabak, ortaya da bol soğanlı bir salata. Keşke sadece soğan doğrarken ağlasaydı…
Dumanı üzerinde koydu yemeği tabaklara, bir ekmeğin ucundan kopardı, uzattı adama.
Adam kafasını kaldırmadan aldı ekmeği, bir lokma kopardı, attı ağzına. Bir kaşık da yemekten aldı, sonra çekti örtüyü, sofranın altını üstüne kattı.
Yemeğin tuzu eksikti, adamın insanlığı…
İçindeki öfkeye eksik olan tuzu bahane etti, hıncını kadından çıkardı.
Taşlar, sopalar, yumruklar kırabilirdi kadının kemiklerini, ama kelimeler kadar canını yakamazdı hiçbiri.
Kemikleri iyileşti zamanla, ama ruhu hiçbir zaman iyileşmedi kadının.
Kendisine uzanan her ele karşı ürkek kaldı.
Hırpalandı, hor görüldü, aşağılandı, bıçaklandı, öldürüldü kadın ya da kadınlar, bizim kadınlarımız…
İnsan gibi yürüyebilecekleri bir yol bırakılmayınca, kendi içine doğru yürümeye başladı ve sonunda düştü.
Kendi içine düşen insanın orada boğulması kaçınılmazdı zaten...
Sonra bir gün kendisini esir eden bu hayattan kurtulmak istedi. ‘Bu yemeğin tuzu niye eksik, bu çocuk neden ağlıyor?’ gibi sebeplerle daha fazla ölecek gücü kalmamıştı.
Bir boşanma dilekçesine imza attı, sokağın köşesini döner dönmez iki el silah atıldı.
Belki de hayatında ilk kez kendisi için bir şey yapmaya cesaret eden kadın, 50 metre menzilli bir tabancadan çıkan iki kurşunla kayıplara karıştı.
“Aldılar, götürdüler, namazı kılındı, gömüldü…”
Gazetelerde H.K. diye geçti adı.
Haberini okuyanlar derin bir nefes aldı, böyle bir felaketi kendileri yaşamamış olduğu için.
Sevmediği bir adamla zorla evlendiren babası bile ağladı ardından, ‘Pişmanım’ dedi günah çıkarmak ister gibi.
Asıl darbeyi babasından almıştı aslında kadın, zaten ondan da görmemişti şefkatli bir dokunuş.
Hayatındaki tüm erkekler kırmıştı kolunu kanadını. Hatta bir kez kendisi kıymak istemişti canına.
Kocasının yumruğuyla kırdığı camın kırıklarını bileklerine gömmüştü.
Yakmıştı canını cam kırıkları, ama canın kırgınlığı daha çok acıtıyordu.
Canına okudular kadının, elbirliğiyle üstelik.
Geçmişine okudular, geleceğine okudular, ama kadına iki dize güzel bir şiir okumadılar.
Kahkahasına bile kulp taktılar kadının, yine elbirliğiyle üstelik.
Ama kulağının arkasına bir çiçek takmadılar.
Yetim yaralarıyla, öksüz hayalleriyle geçti bu dünyanın toprağından kadın. Biri geçti, diğerleri geçmekte hala…
Biri tacize, biri tecavüze, biri şiddete maruz kalıyor. Birinin saçının rengine karışılıyor, birinin eteğinin boyuna.
Ve bir diğerinin varlığı bile günah sayılıyor…
İşte tam şu an biri eve mahkûm ediliyor, biri cezaevine kapatılıyor, biri istemediği bir evliliğe zorlanıyor.
Kendinden geriye siyah-beyaz yarım tebessümlü bir fotoğraf kalan, dünyaya ‘ah’ını bırakarak giden tüm kadınların anısına…''
Sevil Akkaya.
Tumblr media
126 notes · View notes
by-hulusi · 1 year
Text
✍️
Zülfü Livaneli diyor ki: "...Sorun, onun gitmesiyle bitmeyecektir.
Sorun onu iktidara getiren, üst üste dokuz seçim kazandıran, bir sürü yolsuzluk ve yönetim skandallarına rağmen körü körüne peşinden giden halktır.
Daha doğrusu halkın bir bölümüdür.
Bu halk yığının Anadolu müslümanlığıyla, gelenekle, ahlakla, haram helal kavramıyla, merhametle, şefkatle hiçbir ilgisi yoktur.
Köyden kente göçle başlayan, ne köylü ne kentli olabilen, bütün değer ölçülerinden kopmuş, vahşi birer yaratık haline gelmiş, talandan yalandan pay kapmaya çalışan ve literatürde lumpen proletarya olarak tanımlanmış olan kitledir bu.
AKP’ye oy vermiş olanların tümünü böyle yaftalamak doğru değil elbette.
İçlerinde düzgün ve samimiyetle oy veren seçmenler de olabilir.
Ama o kitlenin genel karakteristiği budur.
Bu kesim kendini önce arabesk müzikle gösterdi.
Güzelim türküleri, geleneksel şarkıları, Anadolu’nun büyük şiir geleneğini terk eden insanlar, bir anda mide bulandırıcı seslere, insanın kulağını tornavida gibi delen elektro bağlamalara, içinde hiçbir hakiki lirizm ve hüzün barındırmayan
‘’Ben de isterem!’’ saldırganlığına kaptırdı kendini.
Şehirler kaçak mahallelerle, üzerinde demir filizleri bırakılmış sıvasız çirkin yapılarla, lağım kokan mahallelerle doldu.
Suç oranı ve özellikle kadına karşı şiddet akıl almayacak ölçülerde arttı.
Bunun adına ‘’muhafazakarlık’’ denilebilir mi? Elbette denilemez.
Aşağı yukarı sayıları kırk milyon dolayında tahmin edilen bu kitle Itri,
Mimar Sinan estetiğine de sahip değildir; Anadolu’da yüzyıllarca aydınlık bir nehir gibi akmış olan Karacaoğlan, Pir Sultan, Dadaloğlu temizliğine de.
Dolayısıyla bu kesim muhafazakar değil,
Türkiye’ye çarpık ve ahlak ölçülerinden yoksun bir ‘’modernleşme’’
sunan yeni bir oluşumdur.
Lafı uzatmadan söyleyeyim.
Bu kesimin hayatta en çok nefret ettiği model uygarlaşma, kültür, temizlik ve zarafet simgesi Mustafa Kemal Atatürk,
kanıyla canıyla savunduğu lideri ise şimdiki cumhurbaşkanıdır.
Kimse kendini aldatmasın. Sayıları çok kalabalık olan bu kesim, ne olursa olsun, hangi skandal patlarsa patlasın sonuna kadar liderini destekleyecek ve Cumhuriyet’e karşı çıkacaktır. Erdoğan siyasi ömrünü tamamlasa da ona benzeyen başka bir lider bulmakta gecikmeyecektir.
Çünkü Türkiye’nin çürüyen kesimi , bu bozulmayı önce müzikle, sonra hayatımızın her alanına egemen olan lumpenleşme ve arabeskleşmeyle ifade etmeye devam ediyor.
Gafil aydınlardan (!) destek alan lümpen kültür, örgütlü cehaletle beslenerek kılcal damarlarımıza kadar yayılıyor.
Bu manzaraya, lumpenlerin ele geçirdiği muazzam para ve iktidar gücünü de eklerseniz geleceğin hiçbirimiz için kolay olmadığı çok açık.
Erdoğan bu kitlenin lideridir ve onun yokluğunda yeni bir lider bulacaklarına hiçbir kuşku yok.
Mustafa Kemal aydınlığını savunan kitleler birleşene ve kendi aralarındaki çelişkileri gidererek, evrensel değerleri savunan bir Türkiye kültürü yaratana kadar acılar devam edecek.
•Z. Livaneli
8 notes · View notes
selcuksofta · 1 year
Text
Kadınlar şiddete karşı tek ses
7 notes · View notes
aynodndr · 2 years
Text
Tumblr media
'' Soğanları pembeleşinceye kadar kavurdu kadın.
Biraz domates rendeledi, bir kaşık da salça ekledi.
Akşamdan suya ısladığı fasulyeleri döktü üzerine.
Biraz tuz serpti, çok az da şeker. Kırsın diye ev yapımı salçanın ekşisini.
Önce harlı ateşte kavurdu biraz,sonra kısık ateşte uzun uzun pişirdi.
Serdi keten masa örtüsünü, koydu üzerine iki tabak, ortaya da bol soğanlı bir salata. Keşke sadece soğan doğrarken ağlasaydı…
Dumanı üzerinde koydu yemeği tabaklara, bir ekmeğin ucundan kopardı, uzattı adama.
Adam kafasını kaldırmadan aldı ekmeği, bir lokma kopardı, attı ağzına. Bir kaşık da yemekten aldı, sonra çekti örtüyü, sofranın altını üstüne kattı.
Yemeğin tuzu eksikti, adamın insanlığı…
İçindeki öfkeye eksik olan tuzu bahane etti, hıncını kadından çıkardı.
Taşlar, sopalar, yumruklar kırabilirdi kadının kemiklerini, ama kelimeler kadar canını yakamazdı hiçbiri.
Kemikleri iyileşti zamanla, ama ruhu hiçbir zaman iyileşmedi kadının.
Kendisine uzanan her ele karşı ürkek kaldı.
Hırpalandı, hor görüldü, aşağılandı, bıçaklandı, öldürüldü kadın ya da kadınlar, bizim kadınlarımız…
İnsan gibi yürüyebilecekleri bir yol bırakılmayınca, kendi içine doğru yürümeye başladı ve sonunda düştü.
Kendi içine düşen insanın orada boğulması kaçınılmazdı zaten...
Sonra bir gün kendisini esir eden bu hayattan kurtulmak istedi. ‘Bu yemeğin tuzu niye eksik, bu çocuk neden ağlıyor?’ gibi sebeplerle daha fazla ölecek gücü kalmamıştı.
Bir boşanma dilekçesine imza attı, sokağın köşesini döner dönmez iki el silah atıldı.
Belki de hayatında ilk kez kendisi için bir şey yapmaya cesaret eden kadın, 50 metre menzilli bir tabancadan çıkan iki kurşunla kayıplara karıştı.
“Aldılar, götürdüler, namazı kılındı, gömüldü…”
Gazetelerde H.K. diye geçti adı.
Haberini okuyanlar derin bir nefes aldı, böyle bir felaketi kendileri yaşamamış olduğu için.
Sevmediği bir adamla zorla evlendiren babası bile ağladı ardından, ‘Pişmanım’ dedi günah çıkarmak ister gibi.
Asıl darbeyi babasından almıştı aslında kadın, zaten ondan da görmemişti şefkatli bir dokunuş.
Hayatındaki tüm erkekler kırmıştı kolunu kanadını. Hatta bir kez kendisi kıymak istemişti canına.
Kocasının yumruğuyla kırdığı camın kırıklarını bileklerine gömmüştü.
Yakmıştı canını cam kırıkları, ama canın kırgınlığı daha çok acıtıyordu.
Canına okudular kadının, elbirliğiyle üstelik.
Geçmişine okudular, geleceğine okudular, ama kadına iki dize güzel bir şiir okumadılar.
Kahkahasına bile kulp taktılar kadının, yine elbirliğiyle üstelik.
Ama kulağının arkasına bir çiçek takmadılar.
Yetim yaralarıyla, öksüz hayalleriyle geçti bu dünyanın toprağından kadın. Biri geçti, diğerleri geçmekte hala…
Biri tacize, biri tecavüze, biri şiddete maruz kalıyor. Birinin saçının rengine karışılıyor, birinin eteğinin boyuna.
Ve bir diğerinin varlığı bile günah sayılıyor…
İşte tam şu an biri eve mahkûm ediliyor, biri cezaevine kapatılıyor, biri istemediği bir evliliğe zorlanıyor.
Kendinden geriye siyah-beyaz yarım tebessümlü bir fotoğraf kalan, dünyaya ‘ah’ını bırakarak giden tüm kadınların anısına…''
10 notes · View notes
cagdasyatirim · 1 year
Text
"..Sorun, onun gitmesiyle bitmeyecektir. Sorun onu iktidara getiren, üst üste dokuz seçim kazandıran, bir sürü yolsuzluk ve yönetim skandallarına rağmen körü körüne peşinden giden halktır. Daha doğrusu halkın bir bölümüdür. Bu halk yığının Anadolu müslümanlığıyla, gelenekle, ahlakla, haram helal kavramıyla, merhametle, şefkatle hiçbir ilgisi yoktur. Köyden kente göçle başlayan, ne köylü ne kentli olabilen, bütün değer ölçülerinden kopmuş, vahşi birer yaratık haline gelmiş, talandan yalandan pay kapmaya çalışan ve literatürde lumpen proletarya olarak tanımlanmış olan kitledir bu. AKP’ye oy vermiş olanların tümünü böyle yaftalamak doğru değil elbette. İçlerinde düzgün ve samimiyetle oy veren seçmenler de olabilir. Ama o kitlenin genel karakteristiği budur. Bu kesim kendini önce arabesk müzikle gösterdi. Güzelim türküleri, geleneksel şarkıları, Anadolu’nun büyük şiir geleneğini terk eden insanlar, bir anda mide bulandırıcı seslere, insanın kulağını tornavida gibi delen elektro bağlamalara, içinde hiçbir hakiki lirizm ve hüzün barındırmayan ‘’Ben de isterem!’’ saldırganlığına kaptırdı kendini. Şehirler kaçak mahallelerle, üzerinde demir filizleri bırakılmış sıvasız çirkin yapılarla, lağım kokan mahallelerle doldu. Suç oranı ve özellikle kadına karşı şiddet akıl almayacak ölçülerde arttı. Bunun adına ‘’muhafazakarlık’’ denilebilir mi? Elbette denilemez. Aşağı yukarı sayıları kırk milyon dolayında tahmin edilen bu kitle Itri, Mimar Sinan estetiğine de sahip değildir; Anadolu’da yüzyıllarca aydınlık bir nehir gibi akmış olan Karacaoğlan, Pir Sultan, Dadaloğlu temizliğine de. Dolayısıyla bu kesim muhafazakar değil, Türkiye’ye çarpık ve ahlak ölçülerinden yoksun bir ‘’modernleşme’’ sunan yeni bir oluşumdur. Lafı uzatmadan söyleyeyim. Bu kesimin hayatta en çok nefret ettiği model uygarlaşma, kültür, temizlik ve zarafet simgesi Mustafa Kemal Atatürk, kanıyla canıyla savunduğu lideri ise şimdiki cumhurbaşkanıdır. Kimse kendini aldatmasın. Sayıları çok kalabalık olan bu kesim, ne olursa olsun, hangi skandal patlarsa patlasın sonuna kadar liderini destekleyecek ve Cumhuriyet’e karşı çıkacaktır. Erdoğan siyasi ömrünü tamamlasa da ona benzeyen başka bir lider bulmakta gecikmeyecektir. Çünkü Türkiye’nin çürüyen kesimi , bu bozulmayı önce müzikle, sonra hayatımızın her alanına egemen olan lumpenleşme ve arabeskleşmeyle ifade etmeye devam ediyor. Gafil aydınlardan (!) destek alan lümpen kültür, örgütlü cehaletle beslenerek kılcal damarlarımıza kadar yayılıyor. Bu manzaraya, lumpenlerin ele geçirdiği muazzam para ve iktidar gücünü de eklerseniz geleceğin hiçbirimiz için kolay olmadığı çok açık. Erdoğan bu kitlenin lideridir ve onun yokluğunda yeni bir lider bulacaklarına hiçbir kuşku yok. Mustafa Kemal aydınlığını savunan kitleler birleşene ve kendi aralarındaki çelişkileri gidererek, evrensel değerleri savunan bir Türkiye kültürü yaratana kadar acılar devam edecek. Zülfü Livaneli
3 notes · View notes
seslimeram · 1 year
Text
Tabloidleşmiş Ülke Meseli
Tumblr media
Tabloid bir hayat imgesinin rehini kılınıyor koca bir menzil. Muktedirin güllük gülistanlık her şey yolunda, refah içerisinde bir ülke zaman akışının kenarında ekranlardan taşmaya bir biçimde devam eden suç, yıkım, çürüme hali günü tabloid basın denilenin çerçevesine oturtuyor. Tabloid basının envantere, a3 boyutunda, her şeyin renklendirilmiş, sulandırılıp servis edilmiş bir mizansenini takip eden bir ülke var edilmiştir bugün, bu yerde. Tümden, garez ve kinin, aralıksız hiddet hal ve isteminin kıyısında cerahatle boğulan hayatlar birer imgeye dönüşüyor. İzlenme oranı var denilerek köşe bucak kaçırılan her türden yıkım, bir biçimde ekranlardan gayet sade, normal birer meseleymiş kabilinden aksettiriliyor. Bütün o yaygın medyanın haber bültenleri kasap dükkanları gibi kesilen / biçilen insan hayatları ve hikayeleriyle lebalep kılınır. Lebalep bir nefret, topyekun bir cerahat ahvali kuşatırken, otuzar ellişer saniyelik spotlarla hizada durulsun diye emirler yağdırılıyor. Allah esirgesin lafzına sığınıp her şeyin en kötüsü çoktan bir standarda dönüştürülüyor. Adıyla, sanıyla ol biyopolitik tahakküm tabloid basınla bir kılınmış olagelen şablonlarla birlikte günceyi bir biçimde sınırlandırmak her gün yeniden var edilen ataklarla işlevsel kılınıyor.
Göz dağı ve kindarlıkla bir hayat imgesi doğrulanıp test ediliyor. Hayat bütünüyle belirgin bir biçimde cürmün, çürümenin kılınırken bunları görün ve unutun denilerek var edilmiş her türden hamle yıkıcılığı sağlama alıyor. Yirmi bir yıllık bir iktidarın bütün açık özgürlük taleplerini, bağımsız, düşünce ve savunuyu imkansız kılacak derecede yıkıcılığı tek sabit olarak var ettiği ülke temsili güncelleniyor. Cerahatle yıkımı, yalan dolan anlam, hikayelendirme halleriyle cürmü, bütünüyle nobran bir hilebazlıkla çürüme hattını eksiği gediği kalmadan hayat imgesini tarumar etmeye vesile kılınıyor. Tabloid kılınmış bütün o hayat imgesinin fütursuz, belirsiz bir geleceğe rehin olunduğu unutturulmak isteniyor hali hazırda. Var edilmiş sunulan, paylaşılan hallerle bir biçimde çürümenin etrafından geçilip gidildiği zikrediliyor. Oysa her şey yalın bir biçimde sınırın içinde, sınırın ötesine taşarak hep / daimi bir istemle savunuluyor. Yolun da yordamın da çürümeye ilişik kılındığı, her durumda tahakküm ve akla, fikre yönelik tehdidin dillendirildiği, uygulandığı bir zemini hikayesi hakikattir artık. Tabloidleşen gündelik yaşam idesinin mimarı olarak yeni yüzyıl aksiyonunun her nasıl bir biçimde derin bir karanlığın ta kendisi olduğu gözlerden kaçırılır bir hız, bir hışım, binbir taklayla.
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “İstanbul Taksim’de 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla düzenlenen eylemde 200 civarında kadının darbedilerek gözaltına alınmasının üzerinden çok geçmeden bu kez de İstanbul Kadıköy’de düzenlenmek istenen 25 Kasım eylemleri polis barikatıyla karşılaştı.
İKD’ye Polis Engeli: Çok Sayıda Gözaltı
İlerici Kadınlar Derneğinin (İKD) İstanbul Kadıköy Süreyya Operası önünde yapmak istedikleri 25 Kasım açıklamasına da polis müdahale etti. Valiliğin yasaklama kararı öne sürülerek açıklamaya müdahale eden polisler aralarında İKD Genel Sekreteri Nuray Yenil ve Türkiye Komünist Hareketi Genel Başkanı Aysel Tekerek’in de aralarında bulunduğu 23 kişiyi gözaltına aldı. Engelleme üzerine basın toplantısı düzenleyen İKD üyeleri, “Mücadelemiz, eşit, özgür, laik ve aydınlık bir Türkiye içindir. Şiddete, yoksulluğa, gericiliğe dur diyelim” dedi.
Kadıköy Rıhtım’da aralarında Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun da yer aldığı çeşitli kadın örgütlerinin düzenlemek istediği eyleme de polis izin vermedi. Engellemeye rağmen kadınlar açıklama yapmak istedi. Polis önce kadınları ablukaya aldı; ardından darbederek gözaltına aldı. Kadınlar “Kadınlara değil, katillere barikat” sloganları atarak polis müdahalesini protesto etti.
Müdahale sonrası Kadın Meclislerinden Dilber Sünnetçioğlu, “Her gün kadınlar öldürülüyor, hiç mi üzülmüyorsunuz? Kadın cinayetlerini durduracağız demenin nesi kötü? Bir kişi çıkıp bunu açıklasın” diyerek iktidara tepki gösterdi.”
Yoğun ve duraksamayan bir cendere hali içerisine Türkiye topraklarının örgütlü belki de tek ve doğrudan muhalif kesimi olagelen kadınlar bir kere daha şiddetle baş başa bırakılır. Taksim’in korunaklı, muhalefet için steril bir serbest kürsüsü kılınan İstiklal Caddesinin, önce mimli muhalefet, sonra Kürd siyaseti en sonunda da Kadınlara kapatılmasının bir başka sureti geçtiğimiz pazar günü Kadıköy semalarında var edilir. Bir tabloide dönüşmüş olagelen devlet aklının, dahiliye nazırının emir eri kolluğunun var ettiği psikolojik şiddet ve bütünüyle bariz işkenceci halleriyle bir kere daha sokaklar gözaltı sahasına dönüştürülür. Temel, evrensel hakların bir darbeci anayasasında dahi lafta dahi var edildiği bir zeminde, genelin, küresel müşterek bir itiraz hakkının önü ancak o cendereye tutsak ederek kadınları var edilmek istenir.
Daha birkaç gün önce iki yüzü aşkın insanın gözaltına alındığı bir şehirde, bir deneme de Kadıköy’de bu her şeyiyle biyopolitik bir ezme, biçme, sınırlama çabasında var edilmek istenir. Bir ölçüde de başarılır. Gelecekteki seçim sathı mahallinde tek bir itirazın dahi var edilemeyecek olduğu gözler önünde darp etme hallerinden, görüntü almaya çalışan basın emekçilerini tehdit / linç etmelerden bariz kılınır. Demokrasi ediminden bahis açıldığı vakit mangalda kül bırakılmayan bir zeminde olan biten yıkımdır, basbayağı cürmün paralelinde despotik bir memleketin binasıdır. Bu hallerle bir kere daha demokrasi gibi bir amaçlarının olmadığını da dosta düşmana belirgin bir biçimde sunar akparti-mhp-ip ittifakı. 50 kadının gözaltına alındığı yekpare bir sessizleştirme / susup itirazsız biat ettirme yakında her yerdedir? Bütün o tabloidlerin suna geldiği mükemmel, kıskanılan, yeni yüzyılına koşa duran ülke bu mudur? Vah haline!
Bianet’ten aktaralım: “Diyarbakır Valiliği, kayıp yakınları ve İnsan Hakları Derneği'nin (İHD), 'Kayıplar bulunsun, failler yargılansın' eylemini 720 haftasında, "eylem ve etkinlik yasağı" gerekçesiyle engelledi.
Her hafta Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde yapılan eyleme polis izin vermedi.
Polis ablukasına alınan parkta açıklama yapan İHD Diyarbakır Şubesi Başkanı Abdullah Zeytun, valiliğin yasak kararına karşı dava açtıklarını belirtti.
İHD ve kayıp yakınları bu hafta düzenleyeceği eylemi 28 Kasım 2015'te Diyarbakır Sur'da öldürülen Tahir Elçi 'ye atfetti.
Kayıp yakınlarının açıklaması şöyle:
“1966 yılında Şırnak’ın Cizre ilçesinde doğan Tahir Elçi, orta ve lise öğrenimini Cizre'de tamamladı. 1991 yılında Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu.
"1992 yılından itibaren Diyarbakır'da serbest avukatlık yapan Tahir Elçi, ceza ve insan hakları hukuku alanında yoğunlaştı. İnsan Hakları Derneği (İHD) üyesi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) kurucularından olan Elçi, 1990'lı yıllardaki yargısız infaz, faili meçhul cinayetler, köy yakma davalarında mağdurların avukatlığını yaparken, Diyarbakır ve bölgedeki hak ihlalleriyle ilgili de birçok çalışmayı sürdürdü.
"Birçok STK'nin kuruluşunda yer aldı"
"Tahir Elçi, 1994 yılında 26 kişinin ölümüne neden olan Kuşkonar ve Koçağılı köylerinin bombalanması, Lice Davası, Temizöz Davası, Roboski Katliamı gibi pek çok davanın avukatlığını yaptı.
"Birçok sivil toplum örgütünün kuruluş ve çalışmalarında yer alan Tahir Elçi, 2012 yılında Diyarbakır Barosu Başkanlığına seçildi. 2014 yılı olağan genel kurulu ile tekrar baro başkanlık görevine seçildi.
"Etkili soruşturma yürütülmedi"
"28 Kasım 2015 tarihinde Diyarbakır Barosu tarafından Diyarbakır Sur ilçesinde yaşanan çatışmalar nedeniyle tahrip olan ve çok ağır zarar gören tarihi eser ve kültürel varlıklara dikkat çekmek amacıyla, Dört Ayaklı Minare önünde basın açıklaması gerçekleştirildi. Basın açıklamasına katılan Tahir Elçi, açıklamanın hemen akabinde aynı yerde meydana gelen silahlı çatışma sırasında, kendisine isabet eden kurşunla katledildi.
"Tahir Elçi’nin öldürülmesine ilişkin soruşturma süreci etkili yürütülmedi. Olaya ilişkin Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma 4,5 yıl sonra TMK ile yetkilendirilmiş ihtisas mahkemesi olan Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesinde kabul edilen iddianame ile davaya dönüştü. Hazırlanan iddianamenin sevk maddesinde Tahir Elçi’nin öldürülmesi olayı hakkında taksirle insan öldürme suçunun oluştuğu değerlendirilmesi yapıldı.
"Avukatların reddi hakim talebi reddedildi"
"21 Ekim 2020 tarihinde görülen ilk duruşmada; pandemi gerekçe gösterilerek duruşma salonuna avukat ve izleyici kısıtlaması getirilmiş ve bu şekilde kamuoyunun davaya olan ilgisi kırılmaya çalışıldı.
"Duruşmanın başlamasından kısa bir süre sonra söz almak isteyen müşteki ve vekillerinin, mahkeme heyeti tarafından duruşma salonundan çıkarılmakla tehdit edilmesi üzerine, mahkeme heyetinin adil ve usule uygun bir yargılama yapamayacağı konusunda kanaat oluşturdu. Elçi Ailesi avukatları tarafından mahkeme heyetinin tümü için ‘reddi hâkim’ talebinde bulundu.
"Müşteki avukatların ‘reddi hâkim’ talebi ise ret edilmiştir. 15 Haziran 2022 tarihli duruşmada tanık olarak dönemin başbakanı olan Ahmet Davutoğlu’nun dinlenilmesine karar verilmişse de duruşma dışı müştekiye ve vekillerine herhangi bir bilgi verilmeden ve görüş alınmadan mahkeme tarafından bu karardan dönüldü.
"Ömrünü cezasızlıkla mücadeleye adadı"
"23 Kasım 2022 tarihinde görülen son duruşmada ise avukatların geri alınan tanıklık kararına itirazlarına karşın mahkeme heyeti salonu terk etti. Aradan geçen 2 yıllık sürece rağmen dava dosyasında herhangi bir ilerleme olmamış ve bir sonraki duruşmanın 5 Temmuz 2023 gününe ertelenmesine karar verilmiştir.
"Derneğimiz üyesi, ömrünü cezasızlık ile mücadeleye adayan hak savunucusu Av. Tahir Elçi’nin katledildiği olaya ilişkin hukuk ilkelerinden ve ciddiyetinden yoksun bu davanın, gerçek anlamda adaletin sağlandığı bir davaya dönüşmesi için mücadele edeceğimizi ve takipçisi olacağımızı kamuoyuna saygı ile paylaşmak isteriz. Tahir Elçi için adalet istemekten asla vazgeçmeyeceğiz.”
Her şey yukarıda anlatıldığı gibidir. Düzenin suna geldiği tabloid görünümün kenarında o yıllardır süre giden mücadelenin bir biçimde susturulmasının anahtarı cinayetlerden birisi vardır. Tahir Elçi, bu ülkede sözünü hakikatten yana kuran, insan haklarının tamamıyla ol Bakur Kürdistan’ı sathı mahallinde var edilmesi, kalıcılaşması için çaba sarf eden bir insan, bir avukattı. Tümüyle devletin ezber ettiği, yıllar geçtikçe yüzsüzleşip, arsızlaştığı, umarsızca sömürdüğü, görmezden geldiği bir memleket meseli olan Kürd sorununa nihai, kesin bir barış tahayyülü için çaba sarf etmenin bedelini önce linç edilip, ardından kırıma sevk ve bir cinayetle yok edilmesine varan süreç hep ortadaydı. Bugünün ülkesindeki tüm o bağnaz nefretin, ötekileştirme halinin kaçıncı kurbanıydı Tahir Elçi. Bugün yedi yılın ardından her neresindeyiz, Kürd sorunundaki çözümlemenin, buralar hep meçhuldur, hep muhayyile!
Tabloid bir hayat imgesinin esiri kılınmış memleket sathı mahallinde yaralara dair tek satır kelam yoktur. Hiçbir yarayı iyileştirmek gibi bir gaile söz konusu değildir, halen sözü edilmeyendir. Duraksamayan, dinlenmeyen, sorgulamayan bir menzilde vahamet içinde seyrüseferin suna geldiği yegane şey bir biçimde tabloid basının suna geldiği bir kırım halinin falsolu tekrarlanışıdır. Bütünüyle yaşamdaki ehven olanın tükettirilmesi hal ve isteminde, sitemsiz, yalın bir çöküş allanıp pullanır. Olmakta olanın suna geldiği belki de doğrudan tek bir düzlem, tek bir sabit, tek bir anlam vardır; enikonu çürüme. Sabitliği ile çıkagelen cerahat, cürüm ve cinai bir şebekeye dönüşen devlet aklının eylediği her şey tabloid kılınmış olanın gerçekliğe geçişini de var eder. İyi de böylesinden bir ülke, sahiden de bir yurt, bir memleket var edilebilir mi, bir ev kalır mı sahiden de geriye! Ya bir hak, bir hukuk, bir hürriyet meseli...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel İçin Zorunlu Kaynakça: Bianet
2 notes · View notes
venusunruhu · 2 years
Text
BİR KADINI ÇÖPE ATMAK
Bundan üç gün önce Şırnak'ın Silopi ilçesine bağlı Başverimli beldesi yakınlarındaki şehir çöplüğünde geri dönüşüm malzemesi toplayanlar, yüzü yakılmış bir kadın cesedi buldular.
Yapılan incelemeler sonucunda vücudunda altı bıçak darbesi tespit edilen cesedin, Sakine Kültür'e ait olduğu anlaşıldı.
Van doğumlu olan 40 yaşındaki Sakine Kültür, ikisi engelli beş çocuk annesi idi.
Peki Sakine Kültür'ü önce altı yerinden bıçakladıktan sonra üste bir de yakarak bir çöplüğe atan kimdi?
Şırnak İl Özel İdaresi’nde saha personeli olarak çalışan ve aynı zamanda da Özel Harekât Ocakları Şırnak İl Başkanı olan İbrahim Barkın.
Mezopotamya Ajansı'nın haberine göre işkenceyle katledilen Sakine Kültür’ün, fail İbrahim Barkın tarafından 4 yıl boyunca sistematik bir şekilde cinsel tacize maruz kaldığı öğrenildi. Barkın’ın, sürekli tehdit ettiği Kültür’e, birçok kez işkence uyguladığı belirtildi.
Peki "Özel Harekât Ocağı" nedir?
İsminin çağrıştırdığı resmiyetle hiçbir ilgisi bulunmayan bir sözde "sivil toplum örgütü."
Bilindiği gibi "özel harekât" sıfatı, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne ve İç İşleri Bakanlığı'na bağlı polis ve jandarma teşkilatı bünyesinde kurulmuş Özel Harekât Başkanlığı, Polis Özel Harekât (PÖH), Jandarma Özel Harekât (JÖH) gibi özel ekiplerde silahlı kamu görevi yapanlar için kullanılmaktadır.
Yani, senelerdir Kürt illerinde korku ve baskı unsuru olarak kullanılan resmî yapılanmalar için...
"Sivil toplum" demokratik ülkelerde yasama, yürütme, yargı erkleri ve medyadan sonra “Beşinci Güç” olarak tanımlanır, "sivil toplum örgütlerinin" varlık sebebi de toplumun hayrına faaliyetler yürütmektir.
Peki, onun da bir sivil toplum örgütü olduğu iddiasında bulunulan Özel Harekât Ocağı'nın topluma hayrı nedir?
Söyleyeyim: Aynı ismi kullanan resmî yapılanmaların yarattığı korku ve endişeye bir de birtakım karanlık pramiliter güçlerin yaratacağı korku ve endişeyi ekleyerek, Kürt halkı üzerinde ekstra bir baskı kurmak.
Ne ulvî bir görev değil mi?
Nitekim bu karanlık amaç, Sakine Kültür üzerinde son derece etkili bir sonuç vermiş; Kültür, malum sözde sivil toplum kuruluşunun Şırnak il başkanı tarafından, tam dört yıl boyunca tehdit ile cinsel istismara maruz bırakılarak işkenceye uğramış; sonunda da katledilerek bir çöplüğe atılmıştır.
Kriminoloji dediğimiz suç bilimine göre, bir katilin katlettiği kişiyi bıraktığı pozisyon ve yer, direkt kurbanına yüklediği anlamın simgesidir ve çöplük, o simgelerin en vahşisi, en aşağılayıcısıdır. Bir cesedi dağ başına gömmek, bir nehrin karanlık sularına bırakmak vs gibi sayısız seçenek varken çöplüğe atmak, mecazen "onun çöp olarak görüldüğünün" göstergesidir.
Sadece, katilin kurbanına çöp olarak baktığının göstergesi olsa gene iyi; onu son derece kolay bulunabileceği uluorta bir yere atma fütursuzluğu, aynı zamanda yargıdan hiçbir şekilde korkmadığının; işlediği suçtan kimliği, ilişkileri ve pozisyonu sayesinde kolayca yırtacağına dair son derece yüksek bir güven taşıdığının da kanıtıdır.
Bu genel bilgileri olayımıza adapte ettiğimizde göreceğimiz tablo ise ne yazık ki hiçbirimize yabancı değil.
Ablukalar esnasında yukarıda isimleri geçen resmî kuruluşların sosyal medya sayfalarında gördüğüm bir sözde karikatürü hiç unutmuyorum. Karikatürde, devasa boyutlarda çizilmiş bir faraş ile süpürge vardı ve karafatma boyutlarında çizilmiş olan yerel kıyafetli kadın, erkek, yaşlı, çocuk Kürt insanları, üniformalı bir eleman tarafından süpürülerek dolduruldukları faraş ile çöpe atılıyorlardı.
Tıpkı Sakine Kültür gibi...
O insanlık dışı şeyin altındaki binlerce beğeniyi ve yüzlerce vahşi yorumu hatırladığımda, bugün bile gözlerimin dolmasına engel olamam.
Tıpkı şu anda aynı o karikatürdeki insanlar gibi bir böcek, iğrenç bir çöp gibi görülerek çöpe atılan Kürt kadını Sakine Kültür'ü yazarken yanaklarımdan süzülen yaşlara engel olamadığım gibi...
Elbette ki ülkemizde kadına karşı şiddet, taciz, tecavüz ve cinayet olayları her bölgede yoğun olarak yaşanmaktadır; fakat inkâr edilemez bir gerçek vardır ki Kürt bölgelerinde Sakine Kültür'ün failinin pozisyonundaki kişiler tarafından Kürt kadınlarına karşı sıklıkla gerçekleştirilen bu tarz insanlık suçlarının arkasında yatan saik, tamamen bu zihniyettir.
O kadınlara birer böcek, birer çöp parçası gibi bakılması ve onlara karşı işlenecek suçların cezasız kalacağına inanılması...
Tıpkı "İper Er-Musa Orhan" davasında olduğu gibi... Hatırlanacağı üzere Batman'da yaşayan 18 yaşındaki İpek Er, uzman çavuş Musa Orhan'ın kendisine evlenme vaadi ile cinsel istismarda bulunması sonucunda intihar etmiş; Orhan ise 10 yıl hapis cezası almasına rağmen, adlî kontrol kararı ile serbest bırakılmıştı.
Benzeri sayısız olayın tümünde olduğu ve kendisini tehditle dört sene boyunca olmadık işkencelerle istismar ettiği beş çocuk annesi kadını sonunda altı yerinden bıçaklayıp çöpe attıktan sonra suçunu büyük bir rahatlıkla kabul eden İbrahim Barkın olayında da olacağı gibi...
Mevzu tamamen, yukarıda anlattığım "çöpe atılmaya lâyık böcek insanlar ve faraş-kürek" mevzusudur.
Bu ülkede Kürt halkına böcek, onları katledenlere ise faraş ile kürek olarak bakılmaya devam edildiği sürece, bu tarz kadın cinayetleri ve istismarları asla bitmeyecek; bu insanlık suçları sonucunda gerçekleştirilen her hukuk cinayeti ile de bu kirli toplum biraz daha çürüyecek!
Bu kadar net!
Birileri "herkes için adalet mi" dedi? Güldürmeyin beni!
Bu karanlık coğrafyada üç gün önce beş çocuk annesi 40 yaşında bir kadın, Özel Harekât Ocağı denilen sözde sivil toplumunun başkanı tarafından, pozisyonunun yarattığı korku sayesinde yıllarca böcek gibi ezildikten sonra vahşice katledilerek çöpe atıldı!
Hani nerede yurdumun nadide kadın örgütleri, nerede?
Şırnak’ın Silopi ilçesindeki Taybet Ana Dayanışma Merkezi'nin dışında kimseden tıs yok!
Bundan iki yıl önce birtakım yazar kadınların önlerine gelen erkeği tacizle suçladıkları çakma "me too" furyasında yargısız ifşa ile yeri yerinden oynatıp, bazı başı sonu belli olmayan özel mesajlarını basına servis ettikleri islamî kesimden Ankakalı bir yazarın intihar etmesine yol açan çoğu feminist kadın derneklerinin hepsi sağıra yatmış durumda... O cephede yaprak kıpırdamıyor.
Onlar da haklı aslında, böcek-çöp-faraş-kürek denklemin dokunulmazlığı var.
Sakine Kültür'ün dili "me too" demeye dönemezdi; dönse de korkusundan diyemezdi; dese de kimse onu dinlemezdi. Dolayısıyla da içine doğduğu coğrafyanın ilahî değil karanlık güçler tarafından yazılmış olan kara yazgısından koparamadığı çilekeş hayatı, halkından nefret edenlerin kendisine en lâyık yer olarak gördüğü bir çöplükte son buldu.
Ağlamak, yüreğimize çöreklenmiş bir engereğin ağusudur artık sadece...
Rabia Mine
Tumblr media
7 notes · View notes
elazigsurmanset · 28 days
Text
Müdür Yardımcısı N.K., Kadın Öğretmenin Telefon Bilgilerini Escort Sitelerinde Yayınladı
Tumblr media
İzmir’de bir ortaokul müdür yardımcısı N.K., iddiaya göre mobbing uyguladığı bir kadın öğretmenin telefon numarasını ‘Escort İlan Sayfalarına’nda yayınladı. Skandal olay eğitim camiasında büyük tepkiyle karşılandı. 
İzmir Milli Eğitim Müdürlüğü Soruşturmayı Yavaşlattı İddiası
Hakkında soruşturma açılıp tutuklanan N.K., serbest bırakılıp görev yaptığı okula geri döndü. Eğitim Sen İzmir 2 Nolu Şube, basın açıklaması yaparak olayı kınadı,  Karşıyaka İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ve İzmir Milli Eğitim Müdürlüğün’nü soruşturmayı yavaş yürütmekle suçladı.
KESK’e Bağlı Eğitim Sen Eylem Yaptı
KESK’e bağlı Eğitim Sen 2 Nolu Şube, Karşıyaka Şehit Ahmet Oruç Ortaokulu’nda yaşanan skandal olaya sert tepki gösterdi. Şuba Başkanı Zeliha Danyeli, Son Mühür’e yaptığı açıklamada, “Karşıyaka Şehit Ahmet Oruç O.O. Müdür Yardımcısı olarak görev yapan Nevzat Kahraman aynı okulda görev yapan üyemizin telefon numarasını escort ilanı ile İnternet sitesinde ve fiziki olarak yaydığı için TCK 136/1, 43/1 maddeleri uyarınca Karşıyaka 1. Sulh Ceza Hakimliğince üyemizin emsal olacak güçlü mücadelesi sonucu 20 Mart Çarşamba günü tutuklanmıştır.  29 Mart Cuma günü tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığını öğrendik. Öğretmenimizin şahsında tüm üyelerimize ve kadınlara yönelik yapılan bu saldırıyı şiddetle kınıyoruz. Bu olayın takipçisi olacağımızı herkese bildirir; fail gerekli şekilde cezalandırılana kadar mücadelemizi sürdüreceğimizi ilan ederiz” diye konuştu.
Kaymakam Bey’in Talimatıyla Görevinden El Çektirildi
Bilim ve Sağlık Haber Ajansı’na (BSHA) konuşan Eğitim Sen 2 Nolu Şube Başkanı Zeliha Danyeli, “Bu şahıs tutuksuz yargılanma aldıktan sonra elini kolunu sallayarak tekrar okula geldi. Ve öğretmenimize şunu söyledi, ‘Sen istediğini yap bana bir şey olmaz’ Bu cüret kendinde nasıl buluyor. Kaymakam Bey ile yaptığımız görüşmenin ardından Müdür Yardımcısı Nevzat Kahraman görevinden el çektirildi”
Nevzat Kahraman Tutuklanmalı
Yapılan açıklama sırasında kadın eğitimciler, ‘Nevzat Kahraman’ tutuklansın sloganları attı. “İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Karşıyaka İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü birçok kez başvurumuza rağmen idari soruşturma sürecini yavaş işletmiş, aynı okulda çalışarak failin arkadaşımıza uyguladığı psikolojik şiddetin ve mobbingin devam etmesine neden olmuşlardır” diyen Danyeli, şunları söyledi, “Sonrasında arkadaşımız okul değiştirmek zorunda kalmıştır. Fail, serbest bırakıldıktan sonra görevi askıya alınmasına rağmen  elini kolunu sallayarak okula geliyor. Nevzat Kahraman bu cüreti nereden alıyor? Şiddetin hiçbiri tesadüf değildir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en ağır sonuçlarından biri olan kadına yönelik şiddet dünyada da önemli bir sorun olmakla birlikte Türkiye’de gün geçtikçe kadınların yaşamını daha fazla kuşatma altına alıyor. Evde, işte, okulda, sokakta, sosyal medyada, dijital platformlarda erkek şiddetine maruz bırakılıyoruz. Erkek şiddetine dair veriler iktidarlar tarafından açıklanmıyor. Şiddet vakalarının üstü örtülmeye çalışılıyor.  AKP-MHP iktidarı sorun çözmek yerine kadın düşmanı siyasetine ve nefret söylemlerine yenilerini ekliyor. Tekçi, gerici ve cinsiyetçi temelde yürütülen politikalarla toplumsal cinsiyet karşıtlığı  yaygınlaştırılıyor ; cezasızlık politikalarıyla kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin önü açılıyor.“Milli, yerel, geleneksel” değerler adı altında kadınlar  eve ve aileye hapsedilmeye çalışılıyor. İstanbul sözleşmesi tek gecede feshediliyor,6284 sayılı kanun tartışmaya açılıyor. Hepsi egemen sistem tarafından üretilmekte; Nevzat Kahraman’ın tutuksuz yargılanması kararında olduğu gibi failler dayanışma içinde korunmakta; kadınlardan sessiz kalmaları beklenmektedir”
“Artık Yeter”
Artık yeter diyoruz. Kadınların tüm bu saldırılara karşı sessiz kalmayacağını herkes bilmelidir.  Şiddet ve ölüm kusan erkek egemen düzene karşı mücadelemiz sürecektir. Son dönemde AKP iktidarının gerek kadınlara gerekse mücadele eden tüm kesimlere karşı uyguladığı baskı ve tehdit politikaları birbirinden ayrı ele alınmamalıdır. Özel olanın politik olduğunun bilinciyle; her türlü şiddetin bizzat iktidarın kendisi tarafından üretildiği bilinmelidir. Yeni yasalarla kadınları eve kapatan; üç çocuk nasihatleriyle bedenimizi kontrol etmeye çalışan, her fırsatta kadınların haklarını ellerinden almaya uğraşan, laik karma eğiitimi hedef alarak kadınların eşit şekilde eğitim almalarını engelleyen zihniyet kadınların şiddet görmelerinden de sorumludur. Şiddet uygulayanların, tacizcilerin, katillerin hiçbir şey olmamış gibi rahat dolaşmalarını sağlayan yargı da hiç kuşkusuz bu zihniyetin ürünüdür.
Kadına Her Alanda Yapılan Mobbing, Taciz Kabul Edilemez
Cinsiyetçi iş bölümü ve mevcut toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri çalışma yaşamında da şiddetin, tacizin ve ayrımcılığın yaygınlaşmasını sağlıyor. İşyerinde taciz ve şiddete karşı koruyucu yasaların olmaması kadınları şiddete açık hale getiriyor. Bu sebeple çalışma yaşamında kadına yönelik şiddet ve tacizin önlenmesi için  ILO’nun 190 Sayılı Sözleşmesi Onaylansın! İstiyoruz. -6284 sayılı yasanın etkin bir biçimde uygulanmasını, -İstanbul sözleşmesinin yeniden yürürlüğe girmesini ve uygulanmasını talep ediyoruz. Güvenceli iş güvenli gelecek talebimizden vazgeçmiyoruz! Örgütlenme özgürlüğümüzden vazgeçmiyoruz! Şiddetsiz bir yaşam, eşitlik, özgürlük, adalet, demokrasi, barış, laiklik mücadelemizden vazgeçmiyoruz!  Eğitim Sen olarak  üyemizin yanındayız. Kadına yönelik her alanda yapılan şiddet, taciz, mobbing kabul edilemez, mücadelemiz devam edecektir. Nevzat Kahraman gerekli cezayı alması için bu olayın yasal takipçisi olacağız.  Öğretmenimiz şahsında tüm kadınlara ve eğitim emekçilerine yönelik bu saldırıya duyarsız kalınmaması gerekmektedir. Herkesi duyarlı olmaya; her yerde bu şiddete karşı ses çıkarmaya çağırıyoruz” (BSHA – Bilim ve Sağlık Haber Ajansı)    Read the full article
0 notes
veganlogicdinamo · 7 months
Text
VATAN PARTİSİ’NDEN NEFRET SÖYLEMİ İÇEREN YASA TEKLİFİ
Cinsel yönelimleri farklı olanları potansiyel bir “suçlu” gibi gösteren cahillerin arasına toplumun “ahlak bekçiliğine” soyunan @Vatan_Partisi de katıldı ve LGBTİ’lerin örgütlenmesinin yasaklanmasını istedi ve İstanbul Sözleşmesi’ni hedefledi!
Bu ülkenin her yerinde kadınlar erkek şiddetine uğrayıp katledilirken, tarikatlarda çocuklara erkekler tarafından cinsel tacizde bulunulurken, hayvanlara erkekler tecavüz ederken, Perinçek’in LGBTİ+’ları hedef alması, olsa olsa AKP’ye yaranmak için olabilir.
İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet ile mücadelede en önemli araçlardan biriyken, Türkiye gericilerin saldırısı sonucu bir gecede tek kişinin imzası ile sözleşmeden çekilirken, şimdi anayasa tartışmalarının öncesinde Perinçek’in onu hedeflemesi de olsa olsa AKP’ye yaranmak için olabilir.
Perinçek’in LGBTİ+’ları “yaradılışa aykırı bir sapkınlık” olarak niteleyen Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş ile aynı çizgiye gelmesi, cinsel yönelimi farklı olanlara karşı nefret mitingi düzenleyen dinci sağ ile aynı görüşleri savunması, olsa olsa LGBTİ+’ları baskı altına alabilmek için yasal zemin arayışında olan AKP’ye yaranmak için olabilir.
6 notes · View notes
diyarbakirhaberleri · 2 months
Text
Bakan Göktaş, BM Kadına Karşı Şiddet Özel Raportörü Alsalem ile görüştü
ICYMI: https://www.haberidiyarbakir.com/bakan-goktas-bm-kadina-karsi-siddet-ozel-raportoru-alsalem-ile-gorustu/?utm_source=dlvr.it&utm_medium=tumblr
0 notes
su-icre-su · 4 months
Text
Peki millet mafyalı vs alengirli dram alışmışken beklerken benim gelecek hikayeden Amy Santiago&Jack Peralta beklemem şaka mı :D Valla çok merak ediyorum hikayeyi, isim karakterizasyonu şeklinde hazırlanmış isimleri, bir de kalıpları yıkan hikaye olsun istiyorum açıkçası. Ağlatmak yerine güldürmek mesela yani küçük tatlı hüzünler olabilir de ama ağır dramlar yordu entrika vs üçüncü şahıslar gibi klişeler zaten gerçek hayatın içinde yoran şeyler olduğu için izlediğinde görmek istemiyorsun :D kadın erkek alışılmış rolleri yıkması da önemli :) ruhun duymaz dizisindeki gibi erkek polis kadın hırsız falan illa erkeği polis yapmak klişesi de olmamalı kadın da polis olabilir. Ay neyse Türk dizilerine karşı içimi çok döktüm :D
Neyse ki artık devrim yapan kadından yana olan diziler de var. Erkeği idealize etmek yerine karanlık yanını da seyirciye gösteren. Kadına şiddet sahnelerini köpürte köpürte göstermeyen. Ama tabii ülkeye tvde devrim yapmak yetmiyor tamam biz hikayeleri yazdıkça yazıyoruz "Dünyayı kalemi elinde tutanlar yönetecek" unutamadığımız cümlesine sarılarak ve umudumuzu yitirmeden inancımızı kaybetmeden ama olay ülkeyi, dünyayı gerçekten sevenlerin çabalarını şu noktada aşıyor o da kötülüğün zır cahilliğinden, körlüğünden, ihtiyarlamış kirli numaralarından, bencilce öldürme yetkisinden. Taktikleri, planları bile sürekli kendini tekrar eden klişeler halini aldı bölücülük tehdit vs ama ülkeyi, dünyayı gerçekten sevenlerin kalbi, beyni, ruhu onlardan daha dinç daha gelişmiş daha direniyor. Daha inanıyor. Yürekleri daha güçlü çünkü kirlenmemiş çünkü öldürmemiş öldürenin yüreği gibi korkak değil öldüren gibi unutkan değil her şeyin peşine düşüyor her şeyin izini sürüyor. Hiçbir şeyi unutmuyor. Belki de parçaları doğru birleştiriyor. Öldüren gibi yalancı değil ne dediğini unutmuyor ne dediğini unutanın, değiştirenin farkında olunca daha dikkatli oluyor. Öldüren kendini rezil etmenin döngüsünde yaşarken öldürülmek istenenler ölsek de öldürenlerin acımasızlıklarını yapmamış bir hayatla ölmüş olacağım o yüzden ne zaman öleceksem ölebilirim diyor. Öldüren ölmekten korktuğu için küçük basit geçici şeyleri kaybetmek korktuğu ve kendiyle yüzleşemediği için öldürmek kolayına gelirken öldürülmek istenenin cesareti var. Ölümden korkmayışı var. Bu ihtiyarlamış köhne düzen elbet son bulur elbet öldürmek değil yaşatmak moda olur elbet yenilik kazanır.
0 notes