Tumgik
#kadınhakları
felsefeyapmaulan · 5 months
Text
Neden bu kadar kadın düşmanısınız ? Neden kendinizi insan kadını hayvan gibi görüyosunuz ? Neden sizi Allah yaratmış kadını da eşya gibi kendi tasarımınız sanıyosunuz ? Neden kadın sesi duymak sizi rahatsız ediyor ? Ve neden tüm bunlar varken evleniyosunuz ? Ayrıca cennette size kadın verileceğinin hayalini kuruyosunuz ?
En çok sizlere inanıp peşinizden giden kadınlara acıyorum ben
29 notes · View notes
mesut-sems · 1 year
Text
Kim demiş ki dinimiz kadınlara değer vermiyor.. Anne sözü dinledi diye kendisine evliyalık verilen ve bizzat Efendimiz s.a.v tarafından hırka hediye edilen Hz Veysel Karaniyi kimse görmüyor mu?
Tumblr media
66 notes · View notes
seytanin-karisi · 1 year
Text
Kadınlığın ne olduğu sorulduğunda, günümüz toplumumuzda hatta belki de yakın tarihimizde tekrarlanan anahtar kelimeler: yumuşak, sessiz, itaatkar ve hatta çoğu, zayıflığı kadınlıkla eşanlamlı olarak kullanacak kadar ileri gider. Kadın karakterlerin çoğu folklorunda veya eski algılarında kafamı en çok karıştıran şey, kadın rol modellerinin genellikle vahşi, evcilleşmemiş, kaotik, cinsel ve iddialı olmasıdır. Kalıplandık ve katlandık, kenarlarımız zımparalandı ve erkek türün fikrine uyacak şekilde tanımlandık. İlahi bir varlıktan, erkeklerin gözlerinin zevki için yontulmuş küçültülmüş bir nesneye dönüştürüldük. Tecavüze uğrayan, öldürülen ve canavara dönüşen güçlü ve güzel bir kadın olan Medusa, güzelliği ve gücü nedeniyle utandırıldı ve dışlandı. Lilith'e bakın; Adem'ın seks sırasında onun altında olmayı reddeden ilk kadın ve ilk karısı, onun eşiti olarak saygı görmeyi talep etti. Ancak bunun için Aden bahçesinden kovuldu. Şimdi bize cinselliğimizden, güzelliğimizden ve hatta sesimizin gürlüğünden utanmamız öğretiliyor. Sürtük, fahişe kelimelerini duydukça cinselliğimizle iç içe olduğumuz için toplum tarafından alaya alınıyor ve dışlanıyoruz. Eğer çok güzelsek, cadı olarak damgalanır, kazıkta yakılır, nehirlerde boğulur, asılır ve teşhir edilirdik. Bize bir bayanın gülmemesi veya çok yüksek sesle konuşmaması gerektiği söylendi; bir kadının bu kadar dik kafalı olmaması gerektiğini; bir kadının kendini savunmaya hakkı yoktur, ancak bunlar bizi iddialılığımızın saldırganlık olduğuna inandırmaya yönlendirir. Erkekler tarafından oyulmuş bir kutuya sığdırılmaya zorlandık. Feminen bir kadının asla sessiz, yumuşak ya da itaatkâr olması beklenemezdi. Gerçek bir kadın tutkulu, vahşi, gürültülü ve evcilleştirilmemiştir.
11 notes · View notes
bydpolat44 · 1 year
Text
Berber salonu işleten bir adam, kansere yakalanan bir kadının saçlarını kazırken, destek olmak için kendi saçını da kesti 🥹
18 notes · View notes
kalbikirikbirkiz · 1 year
Text
Tumblr media
Ve Gökçe son olmadı :,)
4 notes · View notes
whitelosselydove · 2 years
Text
Bir kadın ne kadar özgürdür?
10 notes · View notes
bibliyofilll · 1 year
Text
Yalnızca bir gün önce kadınlar gününü kutlamışken bugün buraya hayatımda izlediğim en özel diziden bahsetmek istiyorum biraz. Bir kız çocuğu, bir genç kız, bir kadın olarak ne zaman aklıma mücadele etmek gelse ilk önce o geliyor gözümün önüne; Anne Shirly Cuthbert. Bu diziyi izlediğimde 17 yaşındaydım ve kadın olmayı bana bir kere daha sevdiren bir karakter oldu o. Mücadeleleri, pes etmeyişleri, umudu, öğrenmeye olan hevesi, susmayışları, hakkını arayışları ve içtenliğini çok sevdim. Ama en çok öfkesini sevdim galiba. 14 yaşımdaki halimi hatırlattı bana. Hayatımda feminizm kelimesi ile ilk defa o zaman tanışmıştım. Kadın hakları, kadın bedeni hakkında konuşulan çoğu şeyin yanlış, zorba bir dayatma olduğunu ilk o zaman fark etmiştim. Bana öğretilen şeylerin aslında bir doğruyu temsil etmediğini... Merak ettim ve bu kelimeyi daha da didikledim. Kadın dediğin ile başlayan bir sürü barbar cümle vardı toplumumuzda. Feminizm ise bütün bunların karşısında duran bir kelimeydi. Ona göre kadın dediğin öyle böyle değil kendi nasıl istiyorsa öyle olmalıydı. Kadın bedeni üstünde hakka yalnızca o bedeni taşıyan sahip olabilirdi. Ne giyeceğine, nerede ne konuşacağına, anne olup olmayacağına kendi karar verebilirdi ancak. Çünkü feminizme göre doğru olan buydu. Çoğu insan tarafından hala taşlanan bu kelime benim gibi bir çok kadının hayatını değiştirdi ve değiştirmeye devam ediyor. Hakkımı savunmayı, haklıysam susmamayı, ev işi yapmanın görevim olmadığını, bedenim üstünde benden başka kimsenin hakka sahip olmadığını, istediğim gibi kahkahalar atabileceğimi öğretti. Korkmamayı çünkü yalnız olmadığımı gösterdi. Biz birlikteyiz, her yerdeyiz dedi bana. Ataerkil düzene susmamayı, onu kabul etmemeyi öğretti. Ve yalnızca 14 yaşında müthiş bir öfke ile doldu kalbim, aklım. 17 yaşımda bu diziyi izlediğimde kendimi gördüm orada. Deli gibi kitap okuyan, okumaya öğrenmeye hevesli, umut ve sevgi dolu ama öfkeli kendimi gördüm. Göremediklerinizi size gösteren, gördüklerinizi ise evet bak bende görüyorum yalnız değilsin diyen bir dizi bu. Kadın olmayı tekrar tekrar sevdiren, saygı, sevgi, umut ve hoşgörü ile hayatın güzelleşebileceğini ve değişebileceğini gösteren bir dizi. Ve eğer ki bütün bunlar dünyayı değiştirmeye yetmezse mücadele etmeyi, pes etmemeyi öğreten bir dizi. Kısacası canım kadınlar bu diziyi izlediğinizde diyeceğiniz şey şu olacaktır; How I love being a woman!
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
5 notes · View notes
Text
Ne diyordunuz? Hah adalet. Yere göğe sığdıramadığınız adaletiniz işinize yaradı mı? Kaç yıl yatacak o katil? Kaç yıl bakacaklar güzelce ona? Yemeğini, suyunu verecekler. Sıcak bir yerde uyuyacaklar. Sonra çıkacaklar. Varile koyup üstüne beton döktüğü o kadın geri gelecek mi? Gelmeyecek. Adaletti değil mi? Namustu değil mi? Yere göğe sığdıramadığınız namusunuz var ya hani. Hepiniz namus bekçisisiniz zaten. Hepiniz namusunuzu koruyorsunuz değil mi? Neden? Namus 'kadın'da. Namus kadında değil. Namussuz kadın değil. Sevgilisiyim, kocasıyım, babasıyım, abisiyim diyerek kadını öldüren siz namussuzsunuz. Hepiniz zaten sözde 'namuslusunuz'. Ben bir kadını vahşice öldürene namuslu demem. Sevgilisi, karısı, kızı, kardeşi akşam dışarıda diye ona 'Namusumuzu iki paralık ettin.' diyerek öldürene namuslu demem. Namus iğrenç zihniyetinizle ağzınıza sakız edebileceğiniz bir şey değil. Namus, kadına değer verende. Namus, can dediğini sevende. Namus, anlamını bilende. 
12 notes · View notes
kahvedelisialey · 1 year
Text
5 Aralık çok önemli bir tarih. Seçme ve seçilme hakkı da öyle… Türk kadını, 1936 yılının 5 Aralık günü, dünyanın medeni geçinen pek çok ülkesinden önce bu ülkede “eşit birey” oldu. Biz bu ülkenin güçlü ve eşit Cumhuriyet kadınları, aldığımız her özgür nefeste, attığımız her bağımsız adımda ATA’mızı minnetle anıyoruz. O’nun bize verdiği hak ve özgürlükleri son nefesimize dek kimse bizden alamaz. Türk kadınının en büyük şansı O’nun kızları olmak! Kutlu olsun! 🇹🇷❤️
3 notes · View notes
mavisizbirbulut · 2 years
Text
Güzel kızlarım hep güçlü olun, sakın kimseye muhtaç olmayın bir tek kendinize muhtaç olun başarılarınıza. Siz ne kadar yüksekte olursanız o kadar güçlü olacaksınız ki eminim hepiniz çok güçlüsünüz küçüklerim. 🤎
6 notes · View notes
felsefeyapmaulan · 2 years
Text
Hâla şeriat sever kadınları anlamıyorum. Adamlar bırak gerçek kadını tv de çıkan kadına bile tahammül edemiyorlar
Tumblr media
17 notes · View notes
conteurdhistoire · 2 years
Text
KADINLI ERKEKLİ KONGRE
Maarif Kongresi’nin 1921 koşullarında kadın-erkek karışık düzenlenmesi, Meclis’teki muhafazakârların tepkisini çekti. Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey, kongreye kadın öğretmenlerin katılması ve kongreye harcanan para nedeniyle Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey hakkında soru önergesi verdi. Karasi Milletvekili Hasan Basri Bey, “kongrenin milletin gelenek ve duygularına uymayacak bir şekilde karışık düzenlendiğini” belirtti. Kırşehir Milletvekili Yahya Galip Bey, “Fakat kadınlarla birleşme iyi olmamış” dedi. Karahisarısahip Milletvekili Mehmet Şükrü Bey ise bu, “kadınlığı tahkir demektir” diyerek kongreyi eleştirdi. Görüşmelerden sonra Hamdullah Suphi Bey güvenoyu alsa da muhafazakâr milletvekilleri bu işin peşini bırakmadılar.
Kongrede kadın öğretmenler en ön sırada oturmuşlar, erkek öğretmenlerle de aralarında birkaç sıra boş bırakılmıştı. Buna rağmen ertesi gün Meclis’in sarıklı milletvekilleri, Müslüman hanımların erkeklerle aynı salonda toplantı yapmasını “dine aykırı” bulup sorumluları şikâyet etmek için Atatürk’e gittiler. Atatürk, şikâyetlerini dinledikten sonra büyük bir hiddetle, “Kimmiş Muallimler Cemiyeti Reisi? Çağırın onu!” diye seslendi. Cemiyet başkanı Mazhar Müfit Bey içeri girer girmez ona, “Siz öğretmenler toplantısında ne yapmışsızınız? Ne ayıp şey!” diye çıkıştı. Bu sırada sarıklıların keyfi yerindeydi. Atatürk, aynı tonda devam ediyordu: “Olur şey değil, olur şey değil!” Mazhar Müfit, ne diyeceğini şaşırmış halde ayakta bekliyor, kendini savunmaya çalışıyordu. Atatürk, “Bırak, bırak! Ben hepsini biliyorum. Toplantıya öğretmen hanımları da çağırmışsınız, fakat onları niye ayrı sıralarda oturttunuz? Sizin kendinize mi itimadınız yok? Türk hanımlarının faziletine mi? Bir daha öyle ayrılık gayrılık görmeyeyim…” Biraz önce zevkten dört köşe olmuş sarıklılar, şimdi ne yapacaklarını şaşırmış halde, başları önde sessiz sedasız odadan çıktılar.
(Zeki Sarıhan, 1921 Maarif Kongresi, Ankara, 2009, s. 129,130)
5 notes · View notes
minimalgalaxy · 2 years
Text
Sadece kadınların çalıştığı, böyle bişeye imkan verilmesi çoğu çalışanların orta yaşlarda kadınların olduğu İBB kent lokantasına denk geldim bugün. Uzun süre işsiz kalan, dul, evli, çocuklu kadınlara böyle bi şans verilmesi beni aşırrı mutlu etti. Ayrıca böyle bi sistemin oluşturulması; öğrenciler, ekonomik durumu alt sınıf olan insanlar için mükemmel bir şey. Teşekkürler İBB.
4 notes · View notes
someonestruggling · 2 years
Text
kendine can almayı hak görmüş insanlarla dolu bu adaletsiz dünyada insanlar yerine doğa konuşunca anladım bazı dengelerin bozulduğunu…
Herkese merhaba ben Naz :) bazı şeylere farkındalık uyandırmak için bi yerden başlamak gerektiğini düşünüyorum bu yüzden bu yazımı sizlerle paylaşmak istedim
yazmak benim için her zaman çok başka bi zevk olmuştu neden yazıyorum… derin bir soru… belkide kendi tarihime kazımak belki de yazdıklarımın ölüme karşı gelip ölümsüzleşmesini istediğim için
Ağaç derin bir iç çekti ve başladı kendi hikayesini anlatmaya… Yazımı kışa çeviriyorlardı. Saatler boyunca başka saatlerin geçmesini beklemiştim. Yandakiler beni ezberler gibi bakıyorlardı; son bakışlarım olduğunu biliyordum, biliyorlardı da…  Canım acıyordu ama dilimi anlayan kimse yoktu; ruhumu, düşüncelerimi en çok da acımı onlara tercüme edemiyordum. Yine gülümsedim hep hayır diyen hayata tekrar hayırlısı deyip... Neyse ki yarınlar var dedim, onlar benim umutlarımın en sevdiği günler. Ama umutlarımın ve yarınlarımın tükenmişliği karşısında sadece düşünmeyi unutmayı dileyerek, elimde tek kalan şimdimi dünlerimi anarak geçirdim. Aslında başkaları için geçirdiğim koca mazimi, anılarımı, içimi hiç dökesim yoktu zor sığdırmıştım zaten ama başkalarına ilaç olduğum anları düşünmek acımı hafifletiyordu.  
Mesela yanıma gelen o kadını hatırlıyorum. Yorgundu, yormuştu onu hayat. Derin bir iç çekti ve başladı: “18 yaşımdaydım en büyük hayalim okumaktı, okuyup büyük adam olmak ya da mucit olmak. Dünyaya bir katkım olsun istiyordum ama o zamanlar kimse benim gibi düşünmüyordu. Onlara kalsa kızlar okumak yerine evi çekip çevirmeyi öğrenip, ardından evlendirilip bu hayatı yaşamak zorundaydı. Bana seçim hakkı verilmedi. Halbuki ben asla istemezdim bu hayatı. 80 yaşıma geldiğimde bir ağacın altında yaşamak zorunda bırakıldığım hayatın pişmanlığını doğaya haykırmak yerine insanlığa olan katkılarıma gururla bakıp dolu dolu yaşadığım bir hayatım olsun isterdim.” demişti bana. Haklıydı aslında. Neden istediği hayatı yaşayamıyordu ki insanlar?
Aslında her 80 yaşındaki hayatından memnun değil diyemem. Kışın tüm zorluklarıyla başa çıkıp güneşin kucakladığı bahara merhaba diyebilen biriydi o. Aynı benim gibi. Tüm ömrü boyunca hayatla savaş içerisindeydi. Her zaman çiçeğim açacak mı, meyve verebilecek miyim, bu benim ilkbaharım mı yoksa sonbaharım mı, dallarımda hissettiğim son gün ışığı mı, üzerime konup şarkılar söyleyen son serçe mi diye düşünerek tüm hayatı boyunca tereddütle, korkuyla yaşamıştı o da. Yiyebilecek bir ekmek parçası dahi bulamazken ona acıyan gözlerle bakıp ondan iğrenen kişiler şimdi yaşam standartları değişince önünde düğmelerini ilikliyorlardı. Her şey para mı demekti?  Peki, ya duygulara ne olmuştu, vicdana, saygıya, sevgiye?.. Para, insan hayatında pembe bir sis gibi demişti bana. Her şeyi toz pembe gösterip üstünü örtebiliyordu. İnsanların yaşamak için bu yalana ihtiyaçları mı vardı? Zenginler ve fakirler, şart mıydı herkesi bu kalıplara koymak, adil miydi? O başarmıştı kıştan bahara çıkmayı belki ama herkes öyle değil, demişti bana. Bazıları ne zengin ne de şanslıydı. Onun gözünü boyamamıştı para! Her zaman bu kalıplar karşısında direnmişti. İnsanları ayırmanın hiçbir sebebi yoktu. Ne kadar kabul edilmese de… Herkes aynıydı, eşitti.
Ne de çok ne de güzel anılarım vardı. Gölgemle gurur duyuyordum. Çok kişiye ilaç olmuştum sanki onları dinlediğimi bilirmişçesine anlatırlardı bana. Bazen dertlerini, bazen sevinçlerini, bazen hüzünlerini, bazen yalnızlıklarını, bazen pişmanlıklarını…  
Yanıma gelen o çifti hatırlıyorum, o yaşlarda ağaçlara konuşacak kadar yorulmamışlardı insanlardan tabii ama yine de yanıma geldiklerinde beni kendi ağaçları yapışlarını ve üzerime rengarenk ipler ve kağıtlarla yazdıkları dilekleri dalıma astıkları her aklıma geldiğinde içimi ısıtır.
Peki, ya o çocuklara ne demeli? Dünyanın tüm fırtınalarından uzak her saniye başka limanlara yelken açan gemiler gibiler. Her saniye başka düşte, her saniye başka hayallerdeler. Bir topun peşinde kuşlar gibi kanatlanıp ağız dolusu gülücüklerle kötülüklerden uzak saf kalplerindeki, saf dostluklarıyla güneş batana kadar oynarlardı. Ve o işçiler onlar bana yine dünyadaki adaletsizliği hatırlatır. Onları çalışırken pek göremedim ama ne kadar yorulduklarını alınlarından çağlayan terlerden anlayabiliyordum. Her molalarında benim yanıma gelirlerdi, yorgun argın bir parça ekmeği ve peyniri aralarında paylaşırlardı, iş verenleri tıka basa yerken hatta geri kalan yemekleri çöpe atarken… Ardından biraz gölgemde dinlenirlerdi ben de dallarımı ve yapraklarımı gererek onlara daha fazla gölge yapmaya çalışırdım dinlensinler diye…
Beni en çok üzen ise o kadındı… Yanıma geldiğinde hıçkıra hıçkıra ağlıyordu… Derin bir nefes aldı ve başladı: “Canım çok acıyor!” dedi. Öylesine dememişti, gerçekten acıyordu, hissetmiştim hem görebiliyordum da vücudunda ve yüzündeki morlukları… Acı çekiyordu belliydi… Kovuğuma yaslanarak oturdu ve devam etti. “Neden sence?” dedi bana. Anlamadım. “Sence neden aynı yaratılan bir grup fani bu yalan dünyada kendini başkalarından üstün görüyor?” Hayatımda daha haklı bir isyan duyduğumu hatırlamıyordum. Kimdi onlar anlamadım, kimdi ki onlar da kendilerine can almayı hak görmüşlerdi? O iğrenç insanlardan kaçıp bana sığınmasına çok sevinmiştim. Bana, doğaya çok daha fazla güvenmesi harikaydı… Keşke onu anladığımı ve sonuna kadar onun yanında olduğumu bilseydi. Acaba insanlar ne kadar kötüydü de doğaya kaçıyordu, haykırıyordu insanlar merak ettim. Anlamış gibi cevap verdi bana “Doğa başka… Belki cevap vermiyor bana ama anladığını hissediyor insan. Her zaman yanında olduğunu… “Onu anladığımı ve yanında olduğumu hissettiğine çok sevinmiştim. Biraz daha gölgemde dinlendikten sonra yorgun argın kalktı bana sıcacık gülümsedi ve yoluna devam etti. O gün, gün boyu onu düşündüm. Acıyan canını hala hissedebiliyordum.                                                                                                                  
Daha başka bir şey üzemez beni dediğimde. Yanımda sessizce ağlayan bir köpek gördüm ve uzaklaşan bir araba… Yalnızlık bu dünyadaki en ağır, en zor sınav herkes biliyordur bunu.   Peki, neden ona kendi elleriyle yaşatıyordu ki bunu insanlar. Yazık değil miydi?.. Aslında önlemek çok kolaydı: Bakmayacaksan alma!
Kesişleri gittikçe ağırlaşıyordu. Artık acımı unutmakta çok zorlanıyordum. Derimi soyuşları, yapraklarımın çocuklarımın dökülüşleri, dallarımın çıtırdayışları. Kendi cenazemde mutlu olmaya çalışıyor gibiydim… Bu durum bana o çocuğu hatırlattı… O engelli çocuğu…
Tüm dünya ona karşıyken… Herkes ona acıyarak bakarken… Ailesi dahi ondan utanırken…            O hayata gülümsemeye çalışıyordu. Aynı benim gibi. Onun yaşındaki çocukların dilekleri genellikle bisiklet, paten ya da playstation olurken onunki yürümekti ya da konuşmak… Yine dünyanın bir tür adaletsizliği demiştim onu ilk gördüğümde fakat düşündükçe yanıldığımı anladım, bu sefer sadece içindekilerin düşüncesizliğiydi. Aslında engelli olmak o kadar da abartılacak bir şey değildi ama insanlar işte onlar olayları başkalarının üzerinden (bir gün onların da başına gelebileceğini düşünmeksizin) abartarak kötülerler… Bir bakıma çok daha farklı bir şey olabilirdi bence engellerimizin olması… Mesela herkeste olmayıp birinde olunca o kişi çok özel ve güzel oluyor hatta zengin ve farklı oluyor hatta herkes ona sahip olmak istiyor. Peki, neden herkeste olup da onlarda olmayan bir şey özel görülmüyordu ki...
Ömrüm boyunca insanları ve yaptıklarını hiç anlamadım. Çok değişik varlıklardı. Aslında bir bakıma doğaya benziyorlardı sadece onların çoğunun kalbi karanlık bürümüştü… Halbuki her şey onlar içindi… Dünya onların ellerinin altındaydı istediklerini yapıyorlardı onunla, ama yine de yetmiyordu onlara… Ben hayatım boyunca onları dinledim, anlamaya çalıştım bazenleri anladım sandım, bazenleri çok üzüldüm daha üzülemem dedim ama çok daha fazla üzüldüm, dahası olmaz dedim. Tahmin dahi edemeyeceğim şeyler yaptılar, bazenleri inanmak istemedim yapmazlar o kadar demek istedim ama her zaman yaptılar. Keşke biri durup neler olduğunu bambaşka bir pencereden görebilseler… Eminim bazı şeyler değişirdi. İnsanlar çok gariplerdi, mesela hep ağlarlardı gölgemde yalnız oldukları zamanlarda… İnsanlardan saklıyorlardı acılarını sanırım. Peki, neden ki?.. Onlar kardeş değil miydi?.. Mutluyken hep öyle diyorlardı birbirlerine… Belki de değillerdi… Hep acılarını düşünürdü onlar hiçbir zaman durup da şu gün çok mutluydum dememişlerdi bana. Onlar hayatları boyunca pişman olurum diye yapmadıklarının pişmanlığını yaşadı… Aslında cesaretlerini toplayıp yapsalar ne kaybedebilirlerdi ki bazenleri halatları çözüp güvenli limandan uzaklaşmak gerekir. Hayatım boyunca neden, dedim ben… Şu an ölüyorum ve hala bulamadım nedenlerini. Sanırım onlar da çoğu soruların cevabını bilmiyorlar ama onlar bu yalan dünyayla o kadar meşgul ki cevap arayamıyorlar…
Hep “mutlu son” aradınız ama belki de yaşayıvermek lazımdı… Her şeye canınızı sıktınız ama ne bu dertler kalıcıymış ne de bu ömür. Hem ne demiş Yunus Emre: “Derdi dünya olanın, dünya kadar derdi olur.” Bakın ben ölüyorum… Hayat çok kısaymış mütevazice ve doğanın bize sunduklarına değecek şekilde yaşamak lazımmış. “Kaf dağı kadar yüksekte olsan da kefene sığacak kadar küçüksün insan.” dememişler boşuna. Hayat, harika diyemem ama hayatı güzelleştirmek senin elinde… Ne olursa olsun doğa seni seviyor…  
5 notes · View notes
aysimokay · 5 months
Text
Günler den 5 ARALIK; Biz kadınların onurlu ,gururlu günümüz Atama sonsuz teşekkürler.
5 Aralık 1934 Türk Kadının Seçme ve Seçilme Hakkı Kadın Hakları Günümüz Kutlu Olsun.
29 Ekim 1923: Cumhuriyet ilan edildi. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte kadınların kamusal alana girmesini sağlayan yasal ve yapısal reformlar hızlandı.
3 Mart 1924: Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğrenim Birliği) çıkarıldı. Böylece eğitim laikleştirilerek tüm eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. Kız ve erkekler eşit haklarla eğitim görmeye başladı.
17 Şubat 1926: Türk Medeni Kanunu’nu kabul edildi. Kanun ile erkeğin çok eşliliği ve tek taraflı boşanmasına ilişkin düzenlemeler kaldırıldı, kadınlara boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf hakkı tanındı. 4 Nisan 1926 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan kanun 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girdi.
1930: Belediye yasası çıkarıldı. Yasa ile kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanındı.
1930: Kadın ve çocukların korunmasına ilişkin ilk düzenleme Umumi Hıfzısıhha Kanunu ile yapıldı.
1930: Doğum izni düzenlendi.
10 Haziran 1933: Kız çocuklarına mesleki eğitim vermek amacıyla Kız Teknik Öğretim Müdürlüğü kuruldu.
26 Ekim 1933: Köy Kanunu’nda değişiklik yapılarak kadınlara köylerde muhtar olma ve ihtiyar meclisine seçilme hakları verildi.
5 Aralık 1934: Anayasa değişikliği ile kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı. Türkiye bu hakkı kadınlara tanıyan ilk Avrupa ülkesi oldu. Türk kadını bu yeni haklarını hemen kullandı.
Tumblr media
0 notes
Text
Tumblr media
Today is #InternationalWomensDay I want to celebrate all women and remind everyone of the important roles they play in our lives. Let's not forget that women are strong and powerful, and we must continue to work towards protecting their rights and achieving equality.
Bugün #8MartDünyaEmekçiKadınlarGünü! Tüm kadınları kutluyor ve kadınların güçlü olduğunu hatırlatıyorum. Kadınlarımızın hayatımızdaki önemli rollerini takdir ediyoruz ve haklarını korumak için çalışmaya devam edeceğiz.
0 notes