Karabük’te korkunç bir kara para ağı mı var ? Araştırmacı Gazeteci Ersin Eroğlu dehşeti anlattı...
Karabük'te Afrikalı öğrenci istilasının arkasında, Karabük Üniversitesi'nin ikinci, üçüncü sınıf Afrika ülkelerinde Karabük'e gelmeleri için yaptıkları sonuç garantili sınavlar var!
Lise diploması olmayanlar bile getirilmiş!
Bu sözde sınavlar; Maarif Vakfı'nın himayesinde gerçekleşiyor! Dikkatinizi çekti mi? Maarif Vakfı!
Bu olayı bir süredir zenci erkeklerle Türk kızlarının evliliğinin teşvik edilmesinden ayrı düşünmeyin!
Üniversite bahanesiyle getirilip Türkiye'de kalmaları amaçlanıyor.
İktidarın Suriyeli, Afgan ve Müslüman Afrikalılarla oluşturmaya çalıştığı ümmet toplumu projesinde görevli üniversitelerden biri Karabük Üniversitesi'dir.
Fatih Ergin.
--------------------------------------------------------------------------
malesef 😔
Bugün şunu gördüm:
Karabük Üniversitesi yabancı öğrenci sayıları:
(YÖK 2022-2023'e göre 11 bin 890)
Çad 1386
Senegal 401
Somali 493
Afganistan 348
Sudan 464
Cibuti 238
Endonezya 99
Bangladeş 32
Etiyopya 46
Fildişi Sahili C. 64
Gabon 361
Gine-Bissau 169
Moritanya 93
Kamerun 135
Kongo 149
Suriye 1498
Ürdün 464
Yemen 649
Tanzanya 53
Pakistan 139
Gana 22
Komorlar Birliği 8
Kenya 53
Mali 32
Myanmar 66
Nijer 6
Nijerya 66
Burkina Faso 11
Haiti 9
Zimbabve 4
Vasat zekalar n'olicek yurt dışında da yabancılar okuyor diyecekler. Yurt dışı bir defa zekileri alıyor kendi ülkesinde ona çalışma alanı var. Biz ne yapıyoruz. Kendi halkımızın sırtından kendi çocuklarının kontenjanından başka ülkelerin hizmetinde çalışacak çocuklar yetiştiriyoruz.
Kaldı ki Türk gençleri yurtdışında okuyamıyorlar. Kabulü ve davetiyesi olsa da vize alamıyorlar. TC vatandaşlığı el altından arap ülkeleri vatandaşlarına koşulsuz şartsız sağlandığı için Avrupalı Amerikalı Kanadalı diyor ki ne bileyim ben senin muhammad el hakeym iken muhammet haki adını almadığını.
Şimdi sağlıktan sonra yargıda da sınavsız denklik şartsız arap afrikalı hakim savcı başlarsa hiç şaşırmam
48 notes
·
View notes
oy vermedin pezevenk seçim analizi yapmak sana mı kaldı diyeceğiniz bir yazı (okuma süresi yaklaşık 3 dakika link de ki yazıyıda okursanız epey sürer yine siz bilirsiniz)
yazacak konu tek olunca yazması zorlaşıyor. yazacak konular da iplik iplik değil, (hazır senelik izindeyken kendi kendime sex yapacak bundan daha güzel bir konu sokamadım)
seçim yazısı ? (soru işareti ne alaka diye düşünmeyin sokarım düşüncenize, düşünseydiniz seçimler olmazdı değil mi) akp neden kaybetti? seksenmilyon analiz dinlediniz/okudunuz zaten benim ki mi kalın geldi. ben de yazacam amk? (evet yine soru işareti). bu seçim de geçenki gibi, ondan önceki gibi, ondan da önceki gibi taa 18 yaşıma kadar gider daha seçim kağıdını canlı görmedim) oy vermedim. izahı kolay sebep sokak hayvanları. bunların seçim vaadi olması bile zulken, böyle bir meselenin hiç olmaması gerekirken, seçim vaadi var mı diye baktım, yoktu. sokak hayvanlarına hak tanımayan belediye için oy vermeye de gerek yok. sana petshoplar oy versin.
ekonomi önceki seçimde de bozuktu, şimdi de bozuk diyor mesela. hayır, şimdi azıcık daha iyi ama bu azıcık iyi eşit bir iyilik değil. ekonomi herkese kötü olsa hükümet oy kaybetmez, yoktu, vermedik dersin ama memura keseyi açıp, emekliye vermezsen, emekli de sana memur oy versin der. ekonominin iyilik ve kötülüğünü değil, bu iyilik ve kötülüğün ne kadar eşit dağıtıldığına bakmak lazım. Belki emekliye zam yapmaması değil de, memura zam yapması soğutmuştur seçmeni.
eğer tek bir sebep gerekiyorsa kibir derim. patronların hayatlarını, emekçiden daha çok önemseyen kibir. onlardan oy alacağız diye kendini boyayarak beyaz türke dönüşmeye çalışan kibir. kimi koysak seçtiririz diyen kibir. bir kilo peynir alırken düşünen insanların karşısına on milyonluk arabayla çıkıp oy isterken utanmaya mani olan kibir, ülke babamızın malı, siz de kölemizsiniz, canımız ne isterse onu yaparız kibri...
kemal tahir iyi diktatör olur ama iyi diktatörlük olmaz dermiş. kurduğu düzen çakma goebbels, çakma kemalist, çakma tarih, çakma şair, çakma fikir, çakma mefkure, çakma dindar, çakma hakim, çakma savcı düzeni. korkulan tek odak kendisi olduğu için, ona sırtını yaslayınca her işin yapılabildiği bir düzen. çakma devletlülerin çakarlı araba düzeni.
ak parti iktidara geldiğinde bir halk partisiydi ve karşısında apoletli apoletsiz memurlar vardı. geçen yıllar içinde, bilhassa 15 temmuz'dan sonra kendisi bir memur partisine dönüştü. bir kısmı fetö'den boşalan boşluğu faşist kadrolarla doldurmak zorunda kalmasından, bir kısmı da ezeli aşağılık kompleksindendi. şimdi ellerinde köpekle gezen bir takım başörtülü kadınlar bize insanlık öğretmeye çalışıyor. bu tavrın tam da aydınlanmacı seküler tavrı olduğunu görmeden.
billur kubbe, mermer kaldırım diye yola çıkılmıştı, gide gide beton kule, boklu kaldırıma vardık. yanlış neredeydi? bunu uzun uzun yazmanın faydası var mı bilmem. alternatiflerinin daha yanlış olmasından başka bir doğrusu kalmayıncaya kadar düştü işte.
erdoğan ve partisinin düzeleceğini sanmam muhaletinde ileride erdoğanlaşacağını garanti ederim, muhalefetin, kendisine oy veren çoğu insana nazaran erdağan'la aynı rüyaları gördüğüne inanabilirsiniz, politikacılar tek millettir. başkanlık sistemi bahanesiyle isimsiz bürokratlar kendilerine kölemenlik düzeni kurdu ve biz onların etinden sütünden vergisinden faydalandığı reayası olduk. parlamenter sisteme geçilir mi sanmam ne demiştik politikacılar tek millettir. tabii bu yapılmayacak. verilen sözler tutulmayacak. değişim çok zor ve suçlayacak merci çok. memlekette hukukun çivisi biraz daha çıkacak, rüşvet çarkları hızlanacak, batan geminin malları daha çok kavgaya sebep olacak ve biz buradan seyredeceğiz bunları. bir gün halk peynir alamadığı için ayaklanırsa politikacıları can dostlarıyla birlikte, içi din adamlarıyla dolu bir adaya bırakıp yeni bir dünya kuracağız.
sic transit tempus tyranni (latince daha havalı duruyor)
3 notes
·
View notes
OSMANLI DEVLETİ NEDEN YIKILDI?
En son söyleyeceğimizi ilk cümleden yazıp daha sonra kısa bir analizle açıklamaya çalışayım...
Osmanlı Devleti'nin Kuruluşundaki İslamî itikadi yolu MATURİDİLİK iken, yıkılış dönemindeki islamî itikadi yolu EŞARİLİK olarak benimsenmiş olmasıdır...
Türk Milletinin tarihine, kültürüne ve en önemlisi töresine en uygun islâmî felsefe MATURİDİLİK tir.
Zira bu itikadi felsefi yolun, kurucu imamı MATURİDİ Türkistanlı, Horasanlı bir Türktür...
Maturidiliği kisaca açıklayacak olursak; "Bu felsefe Akla, pozitif bilime ve ilme öncelik veren Türk töresine en uygun itikadi islamî bir yoldur."
İmam Maturidi, İslam dünyasında inançla ilgili fikrî savrulmaların yaşandığı bir dönemde akıl-vahiy dengesini kurarak dinî problemlere kalıcı çözümler üretmiş, aynı zamanda toplumun değerleriyle bütünleşen bir inanç sistemi kurarak Türk-İslam medeniyetinin oluşmasına öncülük etmiştir.
Yaratılışın merkezine hikmeti yerleştiren ve onu “her şeyi yerli yerine koymak” şeklinde tanımlayan İmam Maturidi’nin iyi anlaşılmasının, yaşadığı döneme olduğu gibi günümüz dünyasının sorunlarına da hayati katkılar sunacağı muhakkaktır.
Osmanlının Yıkılış Döneminde izlediği İtikadi yol EŞARİ felsefesi ise;
Yemenli bir aileye mensup olan İmam EŞARİ 900 lü yıllarda yaşamıştır.
Daha çok Arap Milliyetçiliğine dayanan görüşleri ile tanınmaktadır.
İmam MATURİDİ' nin aksine Akılcılıktan ilim ve bilimden önce NAKİLCİ bir anlayışla hareket etmiştir.
İslâmi problemleri daha çok Peygamber efendimizin sünnetlerini ön plana çıkararak ve hadislerle çözmeye çalışmıştır.
Peygamber efendimizin içinden çıktığı toplumun yaşayışı, coğrafyası ve kültürü zamanla bize sünnet diye dayatılmış. Birçok hadisin uydurma olduğuda daha sonra hadis ilmi yapan ulema tarafından temizlenmiştir. Günümüzde de hala bircok hadis tartışmalıdır. Din uleması kendi arasında dahi anlaşamamakta, akılla ilmle ve vahiyle örtüşmediği görülmüştür. Ve ortada bir vaka olarak durmaktadır.
Bu iki felsefeyi kısaca açıkladıktan sonra Osmanlı Devletini de bu iki akımın etkisi altında kalan İki farklı Osmanlı olarak analiz etmek doğru olacaktır...
OSMANLI’NIN İKİ FARKLI DÖNEMİ...
Birinci Kuruluş dönemi:
Osmanlı Devleti kurulurken, bütün Türk devletleri gibi Türk Töresi üzerine kurulmuştur...
Bir milletin kültürü ve Töresi yok sayılarak yaşaması mümkün değildir.
Kuruluş Döneminde Osmanlı Devletinin Manevi Kurucusu Şeyh Edabalı, Horasan erlerenlerinden, Piri Türkistan Hoca Ahmet Yesevi hazretlerinin talebesidir...
O dönemlerde Türk kültür ve töresine en uygun İslami akım, Horasan, Türkistan coğrafyasında hakim olan MATURİDİ (Akıl, bilim, ilmi önceleyen felsefi yol) felsefi itikadi yoludur...
Piri Türkistan Hoca Ahmet Yesevi hazretlerinin talebeleri de MATURİDİ felsefesi ile yetişmiş bu itikadi yolu izleyerek, Anadolu'ya TÜRK-İSLÂM anlayışını yaymak için akın akın gelmişlerdir...
Osmanlı Devleti kurulurken, Kayı Boyu Türk töresince yaşamakta ve Türk kültürü ile yaşamaktaydı.
Adetlerinden, yaşam şeklinden, kıyafetlerine hatta çocuklarına konan isme kadar herşey TÜRKTÜ...
İsimleri; Ertuğrul, Ataman, Afşin, Savcı, Gündüz, Konuralp, Korkut, Orhan’dı, Türk’tük yani...
İlk 250 yıl Osmanlı Devleti bir Türk Devleti idi...
Hakim din Müslümanlık, Sarayın izlediği itikadi yol MATURİDİLİK yani Aklı bilmi ilmî önceleyen bir dini yoldu.
İşte bu yüzden girdiğimiz bütün savaşları kazandık. İlimde fende teknolojide Avrupadan öndeydik.
Tuna boyları, Karpatlar, Macar Ovaları Türk atlılarının nal sesleri ve kılıç şakırtıları ile inledi...
Bizans ortadan kaldırıldı Istanbul Fethedildi...
"Melekler erkek mi, dişi mi?" Tartışması yapan hurafelerle uğraşan Hıristiyan alemi diz çoktürüldü.
Peki bu yükseliş ve Dünya Liderliği ne zamana kadar sürdü?
Ta ki halifelik Osmanlı Devletine geçene kadar başarılarımız devam etti...
Her şey o kadar güzel giderken Yavuz Sultan Selim Han' ın aklına biri halifelik sevdasına düşürdü...
Halifelik dinî bir makam değil, siyasi bir kurumdu. Dünyaya hükmeden bir imparatorluğun o donemde siyaseten bu kuruma ihtiyacı yoktu.
O dönemde Sadece Asya değil, Avrupa da, Arap dünyası da Hıristiyanlık alemi de Türk’ün gücü önünde baş eğiyordu...
Yavuz Sultan Selim Han, hocası Kürt Şeyhi İdris Bitlisi’nin Halifelik Makamını ele geçirmesi konusundaki yönlendirmesi ile Mercidabık ve Ridaniye savaşlarını kazanarak, Mısırı fethetti.
Abbasi halifeliğini İstanbul’a getirdi...
Ancak ortada bir sorun vardı.
Arap dünyası halifeliğin Araplar dan başka bir millete geçmesinin İslama uygun olmadığını savunuyordu.
Hele hele Türklere hilafetin geçmesine tamamı karşı çıkıp Yavuz’a biat etmediler...
Bu sorunu çözlülmeliydi...
Yavuz bu sorunu çözmek için orta bir yol bulundu.
Mısır ve Arap dünyasından ikibin kadar Arap asıllı EŞARİ anlayışına mensup din bilgini, ulema İstanbul’a davet edilerek, para, mal, mülk, arazi de verilerek kalıcı olarak yerleşmelerini sağlandı.
Bir nevi Arap ulemadan para, mevki, makam verilerek Hilafetin başka bir millete geçmesinde dinî bir sakınca olmadığına dair rüşvetle fetva isteniyordu.
Bu gelen ulema EŞARİ anlayışlı Arap milliyetçisi din bilginleriydi.
Devletin kuruluşunda etkili olan MATURİDİ anlayışı din bilginleri ile, bu yeni gelen EŞARİ anlayış arasında fikir ayrılığı, dolayısı ile dinî yorumlamada farklılıklar ortaya çıktı.
DevletinTürk-İslamı felsefesi bırakılarak, Arap İslamına doğru evrilme başladı. “Türk Milleti” kavramının yerini, bugün olduğu gibi “tek millet” almaya başladı.
Bu aşamadan sonra;
İkinci Osmanlı Dönemi başladı:
Yeniçeri ocağına alınan devşirme sistemi bozuldu.
Devlet yönetiminde bir taraftan Yeniçeri ocağından sistemin bozuk işlemesi sonucu hızla yükselen devşirme ağalar, paşalar hakim olurken, diğer taraftan Arap Yarım Adasından getirilen 2000 din alim devlet yonetiminde etkili olmaya basladı.
Bu bilgin kılıklı Arap Milliyetçisi alimlerin verdiği fetvalarla devlet politikaları belirlendi.
“Türküm, Türkmenim” diyen Aleviler, Kızılbaşlar aşağılandı, dışlandı, kafaları kesildi.
Anadoluda uretim durdu. Fetihler son buldu. Bu din adamı kılıklı bilginler devleti soydu ekonomi bozuldu.
İsyanlar başladı. İsyanları bastırmak için uygulanan yöntemler halkı saraya ve devlete karşı düşman etti.
Sadece Kuyucu Murat Paşa’nın kellesini kestirip kuyulara doldurduğu Türk sayısı yüz binin üzerindedir...
Sadece Benim ilçem Gümüşhacıköy de Sırp Devşirme si, Yörgüç Paşa nın katlettiği Türkmen on binlerin üzerindedir.
Osmanlı Devletinin Kuruluşundan itibaren yaklaşik ilk 250 yılı ile hilafet makamını alışından itibaren son 350 yılı birbirinden farklı islâmî felsefe ile yönetilmiştir.
Osmanlı ilk 250 yılında MATURİDİ' lik etkili olmuşken.
Son 350 yılında EŞARİ' lik etkilidir.
Osmanlı’nın son 350 yılı ilk 250 yılın tersine, Türklere zulüm yıldır.
Artık Arap kültürü Anadolu’ya çöreklenmiş, zehirli bir yılan gibi Türk kültürünü boğmaya başlamıştır.
Bu zulümden en çok payını alan da ses bayrağımız dilimiz Türkçe olmuştur...
Türkçe saraydan, devletten, edebiyattan kovulmuş ancak dağlarda, ıssız ovalarda devlet babasina isyankar evlat olarak barınmaya yasamaya başlamıştır...
Yavuz Sultan Selim Han’ ın getirdiği Arap bilginleri yobaz mı yobazdılar.
Talihsizlik o dur ki, Yavuz' un ömrü ve saltanatı kısa sürmüştür.
Tahminim o dur ki; Yavuz' un saltanatı biraz uzun sürse idi, Halifelik Makamını eline iyice sağlama aldıktan sonra, bu yobaz Arap Milliyetçisi din adamlarını geldikleri yere geri gönderirdi...
Bu yobaz anlayışlı bilim adamları akla ziyan fetvalar çıkarmışlardır.
Bunlardan sadece biri; bu Arap Milliyetçisi EŞARİ anlayışlı bilginlerin fetvaları ile matbaa “Gavur icadı” denilip İstanbul’a sokulmamıştır...
Yine onların fetvaları ile, “Meleklerin bacakları seyrediliyor” denilip İstanbul Uzay Gözlemevi top atışları ile yıkılmıştır...
Ve ilk 250 yılında bir Türk İmparatorluğu olarak kurulan Osmanlı Araplaştıkça batmaya, son 350 yılında girdiği bütün savaşları kaybetmeye başlamıstır...
Kurulurken Türk adı taşıyan padişahlar, devlet yıkılırken Arap isimleri almaya başlamışlar, Sarayda Türkçe konuşulmaz olmuş halkla sarayın bağı Aynen Selçuklu nun son dönemi gibi kopmuştur.
Padişah isimleri, Abdülmecit, Abdülaziz, Abdülhamit gibi Arap isimleri konmuştur.
En sonunda Balkan Savaşları yenilgisi ile yeniden Anadolu’ya yani doğduğumuz topraklara geri dönmek zorunda kalınmıştır.
Kurtuluş Savaşı’nı Arap milliyetçisi bilginlerin, ulemanın verdiği Araplık ruhuyla değil, Türk ruhuyla kazanılmıştır.
Hatta Bu EŞARİ anlayışlı din adamları Kurtuluş Savaşına karşı çıkmış verdikleri fetvalar ile Yabancı Ingiliz Yunan Fransız işgalcileri desteklemişlerdir...
Buna rağmen Anadoluda, TÜRK TÖRESİ ÜZERİNE YENİ BİR TÜRK DEVLETİ KURULMUŞTUR...
Türk soyunu tüketmeyen Arap EŞARİ lerinin torunları bu günde bu Türk devletini Araplaştırma çalışmalarından vazgeçmemişlerdir. İhanetlerine devam etmektedirler...
350 yıl baş köşede oturttuğumuz Arap ümmetinin ihanetine rağmen; TÜRKÜN SOYU, TÖRESİ, OCAĞININ KOR ATEŞİ SÖNMEMİŞTİR.
BİZ DE ELİMİZDEN GELDİĞİNCE DİLİMİZİN DÖNDÜĞÜNCE TÜRKÜN YANAN OCAĞININ ATEŞİNİ HARLAYACAĞIZ...
Ne diyordu Piri Türkistan Hoca Ahmet Yesevi:
“Din bir seçimdir, ama Türklük kaderdir!”
Bizde kaderimizi yaşayacağız.
Mevlüt KALELİ
2 notes
·
View notes
İki gözüm seneler geçiyor
Kendime iki gözüm şeklinde sesleniyorum. Lan serco, iki gözüm, seneler geçiyor oğlummm.
Evet, sevgili defter, bugün yolun yarısına eriştik. 35. yılımıza adım attık.
Eski nüshalarının birisinde bir gelecek tahayyülü yazmıştım. 35 yaşımda bir anadolu kasabasında hakim savcı olarak görev yapmaktayken, toplumdan bir o kadar uzak bir yaşam sürüyordum, kot pantolonu giymeden. Sonra değişti o tahayyül, yine yananların arasında vardı. İdari hakim olunca bir anadolu kasabası hayali kuramazdım tabi ki.
Kimya-i Saadeti okuduğumda üniversite sondaydım. Saadeti bulmanın yollarından birisi de ölümü hatırlamak ve netice olarak kısa emel sahibi olmaktı. Tul-i emelden uzak durmalıydı yani. Koca Gazali güzel açıklamıştı olayı: Tul-i emelin iki sebebi vardı: 1-cahillik, 2- dünya sevgisi. İmam Gazali şöyle anlatmış tul-i emelden kurtulmanın çaresini: "...dünyayı tanıyan onu sevmez. Çünkü lezzetlerinin birkaç günlük olduğunu, ölümle elden çıkacağını bilir. İçinde yaşadığı zamana bakınca, bulanık ve sıkıntılı olduğunu, hiç kimsenin bunlardan kurtulamadığını anlar. Ahiretin uzunluğunu, ömrünün kısalığını düşünen kimse, ahireti verip dünyayı satın almanın, rüyadaki bir gümüşü, uyanıklıktaki bir altına tercih etmek olduğunu bilir. Çünkü Dünya rüya gibidir. Hadis-i Şerifte, İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar. buyuruldu. Cahilliği gidermenin çaresi, saf bir tefekkür ve hakiki bir marifetle olur. Bu da ölümün kendi elinde olmadığını bilmek, ne zaman geleceğini bilmemek, gençliğe ve diğer şeylere güvenmemekle elde edilir." Sayfa 804.
Kitabı okuduğumda gençtim, bu satırları anlamam mümkün değildi. Cahildim ve dünya sevgim had safhadaydı ki ben uzun uzun hayaller peşinde koşturmuşum. Ne hayaller ne hayaller. Sağ olsun Rabbim yüzüme vurdu. Kaç defa hem de. Her umduğum anda dur hele dünyaya kanma diye hatırlattı. Rabbime küsmek mümkün değil, hüküm onun.
Rabbim küslüğümü affet.
Doğum günümde ölümü hatırlamak gerekiyor bence. Tul-i emel sahibi olmayalı o kadar uzun süre oldu ki. Misal mesleğe iade edilmeyi istemekle birlikte hayal kurmuyorum. Açmam gereken davalar var. Akşama çocuk uyuyacak mı diye dertleniyorum. Yeni dolap aldık onu nasıl yerleştirmeli diye düşünüyorum. Hanım artık bu yaz tatile gidelim diyor. Plan yok diyorum. Hayırlısı diye dua et. İnşallah.
Ciddiyet bana yakışmıyor. Ama ciddi bir insan olmalıyım. Değil mi iki gözüm canım serco?
Sahi Sercocum nasıl bir his 35 olmak? Lan dün gibiydi daha kurtuluş parkının köşesinde badem yediğim günler. Milli kütüphanede sıra beklediğim ve iğrenç bir masanın geldiği gün daha dündü. Adada sevdiğimle otururken aşıklar tepesinde daha dün yağmura yakalanmıştık. Oğlum bile dün doğdu pespembe, şimdi 21 aylık oldu nerdeyse.
Yolun ilk yarısı biraz dalgalıydı. İkinci yarısı nasıl olacak bakalım.
Vesselam.
5 notes
·
View notes