Tumgik
adam-slx · 23 days
Text
oy vermedin pezevenk seçim analizi yapmak sana mı kaldı diyeceğiniz bir yazı (okuma süresi yaklaşık 3 dakika link de ki yazıyıda okursanız epey sürer yine siz bilirsiniz)
yazacak konu tek olunca yazması zorlaşıyor. yazacak konular da iplik iplik değil, (hazır senelik izindeyken kendi kendime sex yapacak bundan daha güzel bir konu sokamadım)
seçim yazısı ? (soru işareti ne alaka diye düşünmeyin sokarım düşüncenize, düşünseydiniz seçimler olmazdı değil mi) akp neden kaybetti? seksenmilyon analiz dinlediniz/okudunuz zaten benim ki mi kalın geldi. ben de yazacam amk? (evet yine soru işareti). bu seçim de geçenki gibi, ondan önceki gibi, ondan da önceki gibi taa 18 yaşıma kadar gider daha seçim kağıdını canlı görmedim) oy vermedim. izahı kolay sebep sokak hayvanları. bunların seçim vaadi olması bile zulken, böyle bir meselenin hiç olmaması gerekirken, seçim vaadi var mı diye baktım, yoktu. sokak hayvanlarına hak tanımayan belediye için oy vermeye de gerek yok. sana petshoplar oy versin.
ekonomi önceki seçimde de bozuktu, şimdi de bozuk diyor mesela. hayır, şimdi azıcık daha iyi ama bu azıcık iyi eşit bir iyilik değil. ekonomi herkese kötü olsa hükümet oy kaybetmez, yoktu, vermedik dersin ama memura keseyi açıp, emekliye vermezsen, emekli de sana memur oy versin der. ekonominin iyilik ve kötülüğünü değil, bu iyilik ve kötülüğün ne kadar eşit dağıtıldığına bakmak lazım. Belki emekliye zam yapmaması değil de, memura zam yapması soğutmuştur seçmeni.
eğer tek bir sebep gerekiyorsa kibir derim. patronların hayatlarını, emekçiden daha çok önemseyen kibir. onlardan oy alacağız diye kendini boyayarak beyaz türke dönüşmeye çalışan kibir. kimi koysak seçtiririz diyen kibir. bir kilo peynir alırken düşünen insanların karşısına on milyonluk arabayla çıkıp oy isterken utanmaya mani olan kibir, ülke babamızın malı, siz de kölemizsiniz, canımız ne isterse onu yaparız kibri...
kemal tahir iyi diktatör olur ama iyi diktatörlük olmaz dermiş. kurduğu düzen çakma goebbels, çakma kemalist, çakma tarih, çakma şair, çakma fikir, çakma mefkure, çakma dindar, çakma hakim, çakma savcı düzeni. korkulan tek odak kendisi olduğu için, ona sırtını yaslayınca her işin yapılabildiği bir düzen. çakma devletlülerin çakarlı araba düzeni.
ak parti iktidara geldiğinde bir halk partisiydi ve karşısında apoletli apoletsiz memurlar vardı. geçen yıllar içinde, bilhassa 15 temmuz'dan sonra kendisi bir memur partisine dönüştü. bir kısmı fetö'den boşalan boşluğu faşist kadrolarla doldurmak zorunda kalmasından, bir kısmı da ezeli aşağılık kompleksindendi. şimdi ellerinde köpekle gezen bir takım başörtülü kadınlar bize insanlık öğretmeye çalışıyor. bu tavrın tam da aydınlanmacı seküler tavrı olduğunu görmeden.
billur kubbe, mermer kaldırım diye yola çıkılmıştı, gide gide beton kule, boklu kaldırıma vardık. yanlış neredeydi? bunu uzun uzun yazmanın faydası var mı bilmem. alternatiflerinin daha yanlış olmasından başka bir doğrusu kalmayıncaya kadar düştü işte.
erdoğan ve partisinin düzeleceğini sanmam muhaletinde ileride erdoğanlaşacağını garanti ederim, muhalefetin, kendisine oy veren çoğu insana nazaran erdağan'la aynı rüyaları gördüğüne inanabilirsiniz, politikacılar tek millettir. başkanlık sistemi bahanesiyle isimsiz bürokratlar kendilerine kölemenlik düzeni kurdu ve biz onların etinden sütünden vergisinden faydalandığı reayası olduk. parlamenter sisteme geçilir mi sanmam ne demiştik politikacılar tek millettir. tabii bu yapılmayacak. verilen sözler tutulmayacak. değişim çok zor ve suçlayacak merci çok. memlekette hukukun çivisi biraz daha çıkacak, rüşvet çarkları hızlanacak, batan geminin malları daha çok kavgaya sebep olacak ve biz buradan seyredeceğiz bunları. bir gün halk peynir alamadığı için ayaklanırsa politikacıları can dostlarıyla birlikte, içi din adamlarıyla dolu bir adaya bırakıp yeni bir dünya kuracağız.
sic transit tempus tyranni (latince daha havalı duruyor)
3 notes · View notes
adam-slx · 2 months
Text
Organizasyonların, şirketlerin, devletlerin ahlakı var mıdır? okuma süresi yaklaşık 3.5 dakika
Ahlak temelde insanın utanma duygusuyla alakalı bir konu. İnsan hangi durumlarda utanıyorsa, o durumlarda ahlaktan bahsetmek mümkün. Organizasyonlar utanır mı?
İsrail devleti mesela şu an utanıyor mu öldürdüğü binlerce insandan?
Organizasyonlar primitif canlılara benziyor. Canlı ama fazla gelişmiş bir canlı değil. Daha yeni yeni sinir ağları oluşmaya başlamış basit bir canlı. Bu basit canlının ahlakı da utanmak gibi hayli gelişmiş duygular içermiyor. Ben onu yemezsem, o beni yer seviyesinde basit bir ahlak anlayışı var.
İsrail de öldürdüğü binlerce insanı kendini savunmak için öldürdüğünü iddia ediyor.
Bu güç ahlakının insanların oluşturduğu hemen her organizasyonda geçerli olduğunu görüyorum. Organizasyonlar bir hedef, bir ideal için kurulsalar da, bu hedefler çok hızlı şekilde yerini kendini koruma içgüdüsüne bırakıyor. İnsanlar da bunun farkında, mevzubahis vatansa gerisi teferruattır diyen birinin bir gün kendini korumak zorunda kalırsa İsrail askerlerinin yaptıklarını yapmayacağını düşünmek saflık olur.
Dahası bu insanların bu temel varoluş içgüdülerini utanmadan ortaya serebilecekleri bir ortam sağlıyor. Herhangi bir sebep olmadan gidip komşusunu öldürmeye utanacak bir adam, bunu vatanın bölünmez bütünlüğü uğruna yapabilir. Kendi başına yapmayacağı bir ahlaksızlığı, devleti korumak adına yapabilir. Kendi için rüşvet almaz ama çocuk okutan vakfı için bağış alabilir -- zira bu çocuklar bizim geleceğimiz, onlar bizim hikayemizin devamı.
İnsanların en değer verdikleri organizasyonların, ahlaksızlığı en rahat şekilde gerçekleştirmelerine imkan veren organizasyonlar olduğunu düşünürüm. Varoluş kaygısına ne kadar yakın bir hikaye anlatırsan, o kadar vazgeçilmez olursun.
sonuç: Ahlaken mükemmellik imkânsızdır.
Nefes alıyor olmak bile insanı ahlaken sorumlu yapar: Bir şeyler yapmaktan değilse de, dünya bu kadar kötüyken bir şeyleri yapmamaktan sorumlu hale gelirsin.
Dünyada yaşayan diğer insanların dertlerini yayınlamak bir meslek olduğundan beri suçluluktan kaçmak imkansız hale geldi. İnsan olarak çevre için bir felaketim, erkek olarak kadınlar için felaketim, Türk olarak Avrupalılar için, Müslüman olarak Amerikalılar için, trafiğe çıkarak trafikteki diğer insanlar, oy vererek oy vermeyenler için, oy vermeyerek oy verenler için bir felaket ve suçlu hale gelmek mümkün.
Modern dünya birey için bir suçluluk üretim makinesine dönüştü. Ahlaktan anladığımız, üzerinde bir irademiz olmayan pek çok konuda suçluluğu sahiplenmek. Kendimizi daha kötü hissettiğimizde, daha ahlaklı da hissediyor. Modern çağın ahlaki mazoşizmi. İyi olmak büyük ölçüde bu yeni dünyada, eskiden kimsenin sorumluluk almadığı meselelerde sorumluluk alıp, bunu yapamazsa suçluluk duyarak mümkün.
Suçluluk bir yandan üretiliyor ve bir yandan da temizlenmeli. Yeni bin yılın en büyük sosyolojik meselesi bu suçluluğun nasıl bertaraf edileceği. Devlet eliyle bertaraf edilirse buna faşizm diyoruz mesela. Devlet bize sağladığı imkanların ona sahip çıkmazsak elimizden gideceğini, bizi biz yapan değerlerin yok olacağını anlatıyor.
Bu suçluluğu din eliyle bertaraf etmeye çalışırsak başka bir şey oluyor. Bilim eliyle daha başka bir şey. Kötüyüm ama iyi taraflarım da var* derken *iyi taraflar* kim eliyle belirleniyorsa suçluluk da onların lehine çalışmış oluyor.
Kapitalist sömürünün bir parçasıyım ama çevreyi korumak için daha pahalı nesneler kullanıyorum.
Gürültü yapan çocukları sevmiyorum ama köpeklere mama bırakıyorum.
Trafikte kimseye yol vermem ama cuma namazlarını hep kılarım.
Suriyelilerden nefret ediyorum ama vergimi tam ödüyorum.
İnsanın iyi olduğuna, iyi tarafta bulunduğuna ve nihayetinin iyi olacağına inanmaya ihtiyacı var. İnsanları gütmek için en iyi yol da bu görünüyor, suçluluk üretiyorsun, bunun bedelini ödemesini bekliyorsun ve ödüyor. İyi insan olmak için ebediyyen köleleşiyoruz.
2 notes · View notes
adam-slx · 3 months
Text
enerjinin enerji ile enerjileşmesi okuma süresi yaklaşık 1.5 dakika
bu ara sosyal medya da dişil enerji furyası sarmış gidiyor ne desem bana günah :) dişileri okuyorum da enerjileri sik takmaya dayalı erkeği okuyorum ataerkil toplumsal cinsiyet rolleri, bana sorarsan (erkek ve kadın ayrımı yapmak günah) insanlarda enerjiyi belirleyen şey hayattan bekledikleridir. ömrünü köyünde babası gibi geçirmekten öte bir derdi olmayanla ömrünü iz bırakarak geçirmek isteyen arasındaki fark bu. ilkine neden yeni şeyler öğrenmesi gerektiğini anlatamazsın, ikincisinin de ilki gibi bir hayatın da anlamlı olabileceğine inanması imkansız.
insanlara hayattan ne beklemelerini öğretmeden, ne bekleyebileceklerini öğretmeden kendilerini hayata vereceklerini düşünmüyorum. insan ne olduğunu, ne yapabileceğini ve yaptıklarının ne işe yarayabileceğini etrafından öğrenir. önce anlam vardır ve sonra buna uygun bir kelime üretilir. insanı diğer canlılardan ayıran ihtiyaçlarını hikayesine bağlamaya ihtiyacı olması.
insanı robot haline getirmek, onu otomatize etmek için onlara bir hikaye sunabilmen gerek. Mankurtlaşacak insanın bile bunu kendinden büyük bir hikayeye bağlaması gerek. Fabrikalarda insan üreteceksen -- okullarda olduğu gibi -- onlara anlattıkların kendi hedefin doğrultusunda olmalı. Yine de insanı %100 robotlaştırmak mümkün mü? Sanmam. Onu insan kılan özellikleri robotlaştırılmasına da engel. Çünkü kişinin enerjisini tamamen dışarıdan beslemek mümkün değil.
insanların dişil eril enerjiye dair anlattıklarından ziyade insanların kendilerini bile isteye hayattan çektikleri (kadın/erkek ayrımından) bir dünyanın daha güzel olduğunu düşünüyorum. enerjiyi anlama bulmaya çalışması ve hayatın daha sıkıcı hale gelmesi, büyük değerlerin yok olması, insanın kendi değerini de azaltıyor.
7 notes · View notes
adam-slx · 5 months
Text
ahlak üzerine bir deneme-2 (özgürlük ve ahlak sevişmesi) okuma süresi yaklaşık 3 dakika
Benim özgürlüğüm nerede başlar ve nerede biter? Eğer bitiyorsa o özgürlük olabilir mi? Eğer mesele benim haklarımsa mesela, yarı sağır bir insan olarak başkalarının gürültü etmesinden rahatsız olmayacağıma göre istediğim kadar gürültü edebilir miyim? Ben açtım, sen de aç müziğin sesini kardeşim.
Özgürlük ve nasıl yaşamalı? meselesinin çözülmüş bir mesele olduğunu düşünmüyorum. İnsanlara kağıt üzerinde özgürlük vermek kullanabilecekleri anlamına gelmiyor ve günümüzde çoğu özgürlük edebiyatı politik bir kandırmacadan öteye gitmiyor.
Özgürlüğü asıl kısıtlayan doğrudan devlet değil. Devlete gelinceye kadar maddi imkan, aile, çevre ve kutsal unsurlar bizi kısıtlamış oluyor. Devlet bazı konularda toplumun bu özgürlük sınırlayıcı rolüne destek oluyor.
Bu sebeple hayata bakarken özgürlük açısından değil, risk açısından bakmak daha doğru bir düşünce sağlar. Özgürlüğün sınırları da tanımı da belirsiz, nerede başlıyor, içeriğine ne giriyor, uzun uzun tartışırsınız. Ahlakla arasındaki ilişkiyi anlamak hayli uzun sürer ve nihayetinde bir sonuç yoktur. Ancak konuya insanın hayatında aldığı riskleri azaltmak olarak bakarsanız, bugünkü özgürlük anlayışını da bunun üzerinden tanımlamak mümkün olur.
İnsan temelde özgürdür. Başına gelecekleri göze aldığı sürece her şeyi yapabilir. Paraşütünün kendisini kurtaracağına inanıyorsa bir binadan atlar, yakalanmayacağını, yakalansa da cezasına katlanacağına inanırsa suç işler, hayatını çalışmadan idame edeceğine inanıyorsa fonksiyonel hâle gelmeye çalışmaz.
Devletin yapması gereken bu riskleri azaltıp, artırarak doğru yaşamayı kolaylaştırıp, yanlış yaşamayı zorlaştırmaktır. Özgürlük gibi nötr gibi duran kavramlarda dahi zımnen bir doğru yaşama ve yanlış yaşama kabulü vardır.
Özgürlüğün tanımını bu sebeple risk üzerinden yapmak daha makul duruyor. Bireye hangi riskleri almak kolaylaştırılacak, hangilerini almak zorlaştırılacaktır?
Örneğin insanların çalışmadan yaşama riski almasına izin verecek miyiz? Teorik olarak herkesin böyle bir özgürlüğü var, angarya anayasaya göre yasak, kimse de kimseyi zorla tutup çalıştırmıyor. Ancak pratikte hemen hiç kimsenin böyle bir özgürlüğü yok. Zira toplumun çarklarında bir yer edinmeden onun sunduğu imkanlara ulaşmanız mümkün değil.
O hâlde eğer özgürlükleri ikame etmeyi düşünüyorsanız, hangi şartların insanların özgürlüğüne daha çok müdahale ettiğini düşünüp, bunlardan dolayı insanların aldıkları riskleri azaltmaya çalışırsınız. Özgürlük insanlar için aç kalmaktan daha öncelikli bir mesele olmadığına göre, memleketinizde açlık riski varsa özgürlüklerin desteklenmesi bu riskin azaltılmasıyla mümkün olur.
Ahlakı da insanların bir arada yaşamasının en az risk üreten davranış biçimleri diye tanımlamak mümkün. Bu en az risk de doğru yaşamak gibi bir bilinmez üzerinden tanımlandığı için ahlaktan ahlaka fark var.
4 notes · View notes
adam-slx · 5 months
Text
ahlak üzerine bir deneme-1 (okuma süresi yaklaşık 2 dakika)
Elimizde kötülüğü ölçecek bir aracın var olması iyiliği tersinden ölçecek bir araç olduğu anlamına gelmez.
Diyelim elimizde zeka geriliğini gösteren bir test varsa, bunu ileri zekayı ölçmek için kullanamayız. IQ testlerinde düşük puan alan insanlara zeka geriliği teşhisi koyabilmek, yüksek puan alanların ileri zekalı olduğu anlamına gelmez. İleri zekalılık birtakım testler geçmekten daha başka bir şey gerektirir ve varsa ibda edilen eser sayesinde ortaya çıkar. Bu da sadece zeka ile değil, daha çok çalışma ve imkan bulmakla ilgili bir durum. Albert Einstein ve Alan Turing'in ikisinin de ileri zekalı olduğunu söyleyebiliriz, ancak Turing Einstein'ın veya Einstein Turing'in uğraştığı problemlerle uğraşsaydı devrim yapabilirler miydi? Muhtemelen hayır. Bu sebeple üstün zeka bir gerek olsa da yeter gibi görünmüyor. Hemen hemen anlamsız bir ölçü.
Benzer bir durum ahlak alanında da var. Ahlaksızlığın ve kötülüğün ne olduğunu bilmek bize ahlaklılığın veya iyiliğin ne olduğunu göstermez. Üzerinde ittifak etmenin kolay olduğu tecavüz köt��lüktür gibi bir ölçüden, cinsel ilişkiden daima uzak durmak iyiliktir sonucu çıkmaz. Cinayet kötülüktür üzerinde uzlaşabiliriz, ancak bundan insan üretmek iyiliktir sonucunu çıkaramayız. Bir şeylerin iyilik olması için, kötülüğün zıddı olmasından başka kriterler de taşıması gerekir.
İyiliklerin hemen tamamı üstün zeka gibi belli bir hedef ölçüsünde iyilik anlamına gelir. Einstein'ın zekasının her alanda işe yaramaması gibi bir fiilin kötülük olmaması iyilik olduğu anlamına gelmez. İyilik olması için bir yerde hangi dünya, hangi yaşam biçimi, hangi mesele için iyilik? sorusunu cevaplamak gerekir.
İnsanların çoğunun kötülük konusunda ortak bir fikri var. Neyin kötülük olduğunu anlatmak için fazla uğraşmayız. Ancak iyilik üzerinde o kadar kolay uzlaşılabilir bir mesele değil. Siyasetin de devletin de hedefinin kötülüğü engellemek olması gerekir (soru işareti), daha küçük, birbirini tanıyan ve benzer bir hayat tarzı için yaşayan insanların derdi olmalıdır.
4 notes · View notes
adam-slx · 5 months
Text
başlık aramaya da dargınım (okuma süresi yaklaşık 1.5 dakika)
yazmayı bıraksam. bunu çok defa düşündüm. buranın bir anlamı yok. kendimi aseksüel bir uzaylının eşcinsel bir file aşkını uzunca bir roman yazıp, bu yazıları da ortadan kaldırmak. adam_slx'i öldürmek.
benzer hisler sosyal medya için de var. silinmek. kendimi ortadan temizlemek. orta mı temizlenmiş olur, ben mi?
bir yandan da bunun çözüm olmadığını biliyorum. bu yazılar benim götverenliğim den (siz ibnelik de diyebilirsiniz) yazılıyor. yazıp hiç yayınlamadığım yazılara bakınca, buradakilere az da olsa bir özen göstermişim gibi, hani paragraflarında cümle, cümlelerinde yüklem var, o manada bir özen göstermiş olmaktan memnunum. hiç ortaya çıkmayacak yazılar olsalar, muhtemelen bu kadar bile bir düzenleri olmaz. arkamdan götveren bir şeyler yazmış ama cümle bile yok içlerinde demekten ötesine yol açmayacak yazılar.
ve hayata karşı da bir dargınlık hissediyorum. insanların genelinin aptal olduğuna dair kanaatim insanlara dargınlık hissetmeme engel oluyor. bu genelin içinde ben de varım tabii, salak olmasan etrafında bu kadar salak olmaz. insanların nihayetinde aciz, beceriksiz ve kendi hissiyatlarının, neyi ne için yaptıklarının farkında olmayan canlılar olduğunu görünce onlara darılamıyorsun. oynadığı oyunun basitliğini gördüğün insanla oyun oynamayı istememek gibi. ben de oyun oynuyorum ve bu oyunların nereye varacağına dair fikrim yok, bıraktım onlar da oynasın.
benim dargınlığım hayata karşı dargınlık içinde bulunduğumuz ahval ve şeraitin anlamını keşfedemiyor olmaktan kaynaklı. bir takım sıkıntı, üzüntü ve endişe -- aklının sınırlarını, ruhunun sabrını zorlayan bir takım olaylar ve bütün bunların anlamı ne hissi. bir anlamı yok demek de anlama dahil, amaç bu mu?
anlam sorusuna verilmiş cevapların çokluğundan şaşkına döndüğüme de dargınım. herhalde asıl dargınlık bu. şaşkınım, nereye gideceğimi, ne diyeceğimi bilemiyorum ve önümde beni daha şaşırtmaya devam eden olaylar cereyan ediyor. kendimi herkesin inandığına inanan bir insan olmaya mı zorlayacağım, yoksa hala yazıp çizip tırnaklarınla bir anlam çizmeye mi uğraşacağım? bu şaşkınlığada dargınım
4 notes · View notes
adam-slx · 6 months
Text
sosyalist ile faşistleri ayırt etme sorunu (okuma süresi yaklaşık 2,5 dakika)
Hikaye yazmalıyım diye kendimi sıkıyorum ( ı ların üstüne noktayı siz koyun) bazen. Bu yazılardan sıkıldım. Kendi gündemim kendimi sıktı ( bunun da noktaları var)
Sonra hikayeyi ne üzerine yazacağımı düşünüyorum. İçinde iki zıt karakter olmalı, bunların çatışması olmalı ki hikaye yürüsün. Yoksa mıymıymıy insanlar gibi zorla itekleye itekleye gidiyor. Bu çatışma da en kolay birinin sosyalist, birinin faşist (ülkemizde ikiside aynı kişi olması şaşılacak bir şey değil. bknz. kemalistler) olmasıyla ateşlenir. Ota boka slagon yazmaları bundan, lafı sonsuz ölçüde sündürebiliyorsun. 2 saatte bitecek hikayeden 200 saatlik dizi üretebiliyorsun.
Ancak sosyalist deyince kendimde artık bir yılgınlık farkediyorum. sosyalistler hakkında yazmak ve konuşmak bana fenalık vermeye başlamış. faşistler hakkında zaten herhangi bir ilgim olmadığı için insanlık aleminin hemen hemen yüzde doksanbeşi ilgim dışına çıkmış oluyor. ayrıca bir uzaylıyla aseksüel bir kaplumbağanın seks hikayesini geliştirmek de zor şimdi, becereceğimi de düşünmüyorum.
sosyalistler hakkında konuşmaktan neden sıkıldım? Münbit bir konu. neresinden ele alsan gideri var. vatan sinyaller vermek için de imkan çok, özgürlük sinyalleri vermek için de. faşistler daha yalınkat, onların hakkında konuşacak daha az şey buluyorum. kendilerini üstün görüp diğerlerini saymayan insanlar. sosyalistler öyle değil, onların carcarcar birbirinden farklı olmaya, olmak mümkün değilse de görünmeye ihtiyaçları var sanırım. Bu da medyatik rollerin dağılımıyla ilgili. Bir taraf arayıcı, özel olarak kendini daha dikkat çekici hale getirmesine gerek yok. Bir lideri olduğunda onun ideolojisine ters düşmeyecek kadar kendine dikkat etmesi yeterli. Diğer tarafın bulunması için rakipleri arasında dikkat çekebilmesi lazım. Bunun için de farklı olması.
sosyalistlerin birbirini beğenmemesi ve zıt kutuplar gibi birbirine farklı konumlar almaya ayarlı olmaları da bundan herhalde. ideolojik, sınıfsal bir çeşitlenme var. gerçi günümüzde sosyalist ile faşistlerin giderek birbirine benzediğini, aynı plastik cerrahın elinden çıkmış salak yüz ifadelerini kopyaladıklarılarını görüyorum ama bu ayrı bir konu.
Ben işte bu sosyalistlerinhikayesini, onların dünyasını, dertlerini pek de umursamaz hale geldiğimi farkediyorum. en büyük kutsallık özgürlük sinyali verecek yaşı geçtim, kendimi öğrendiğim den beri faşişt düşmanlığım da azaldı. Genel olarak pek güvenmiyorum ama bu insan olmalarıyla alakalı, faşist olmalarıyla değil. sosyalistlere de güvenmiyorum ama bunu birbirimize sorun etmiyoruz.
O sebeple bu sıkıldığım konularda yazmaya devam edeceğim. mmmm.
3 notes · View notes
adam-slx · 6 months
Text
dır dır dırda dır (okuma süresi yaklaşık 2 dakika)
Borderline ve narsist kişilerle ilişki kuran bakıcı karakterleri hakkında bir makale okuyorum. Bakıcı, koruyucu, kurtarıcı.
Narsist/borderline kişilikle bu kurtarıcıların kurduğu ilişkilere drama üçgeni adını veriyor. Kurban/kurtarıcı ilişkileri hakkında daha önce de Türkçe bir şeyler okuduğumu hatırlıyorum ama orada bu üçgendeki rolleri tam anlamamıştım. Bir taraf devamlı kurban, diğer taraf devamlı kurtarıcı gibi davranır gibi düşünüyordum.
Burada bahsettiği üçgende, üç rol iki kişiye dağıtılıyor. Roller kurban, kurtarıcı ve suçlayıcı. Bu üçgenin devam edip gitmesi için bir tarafın genelde kurtarıcı karakterinde, diğerinin de kurban karakterinde olması lazım. Ancak bu roller stabil değil, arada bir kurtarıcı da kurban da suçlayıcı rolüne bürünüyor. Kurtarıcı yorulduğu veya kurbanın kendiyle ilgili sorumluluk almadığını düşündüğü için, kurban da yeterince kurtarılmadığı için karşı tarafı suçlamaya girişiyor.
makalenin bu üçgenden kurtulmak için neler dediğini henüz okumadım. Tecrübem eğer bu üç rolden birini kabul etmiyorsanız bu ilişkilerin kesildiği yönünde. Üç rolden birini kabul etmemenin de en kısa yolu susmak, kurtarmıyorum, kurtarılmayı beklemiyorum ve suçlamıyorum. Karşınızdaki insan bu üç rolden hangisine gireceğini bilemeyince krize giriyor. Diğer ikisi mümkün olmadığı için suçlayıcı oluyor, sustuğun için suçlamaya başlıyor. Ağzına geleni söylüyor ve ağzına geleni söylediği için de seni suçluyor. Onu bu stresten kurtarmadığın için yine seni suçluyor. Hasbelkader kurtarsan, kurtardığın için suçluyor. Yardım etsen yardım ettiğin için, etmesen etmediğin için, konuşsan onun istediklerini söylemediğin için, konuşmasan yine onun istediklerini söylemediğin için... Genel bir suçlayıcı atağı geçiriyor.
Bu drama üçgeninin nadir değil, hayli yaygın olduğunu düşünmeye başladım. Erkek veya kadın dırdırı dediğimiz durumların çoğu bu üçgene işaret ediyor. Çoğu ilişki kadın ve erkek arasında denk düzlemde değil, bir tarafın kurban, diğer tarafın kurtarıcı olduğu ve bu rollerden sıkılınca da karşı tarafı suçlamaya başladığı. Evliliklerin çoğu böyle bir dinamikle yürüyor, kurtarıcı olacak kadar kavvam olmadığı için sadece suçlayıcı olabiliyor. Sonrası bir dırdır sarmalı.
3 notes · View notes
adam-slx · 7 months
Text
Devlet nedir? (okuma süresi yaklaşık 2.5 dakika)
Devlet bir insan çiftliğidir. İnsanların birbirinin etinden sütünden faydalanmak için kurduğu bir çiftlik. Bu çiftlik diğer türden çiftliklerden çeşitli yollarla ayrılır. Mesela herhangi bir çiftliğin aksine devlet tarih veya kültür denen bir takım kavramları da destekler. Bir sığır çiftliğinde sığır tarihiyle ilgili kimseyi göremezsiniz ama devletlerin tarihçileri var ve bu sayede diğer çiftliklerden ayrılırlar.
O kadar ayrılırlar ki, kendilerinin bir çiftlik olduğunu bile unutmuş olabilirler. Daha doğrusu vatandaşları unutmuş ve kendilerinin o hikayenin parçası olduğunu düşünüyor olabilir. İnekler bir çiftlikte olduğunun bilincinde ve çiftliğin onları beslemesinin asıl sebebinin farkında olsaydı insanlardan daha bilinçli olurdu.
Daha bilinçli ne demek? Aslını biliyormuş gibi. Bilinç dediğimiz bir hikaye neticede, benim bilincimi paylaşıyorsan benim hikayemi paylaşıyorsundur. Bilinçli müslüman --yaptıklarının şuurunda olan ve bunların haram, helal veya mendup olup olmadığını bilen müslüman, --bilinçli insan kullandığı plastik pipetlerin doğaya zararının farkında olan insan, --bilinçli Türk vergisini verirse devletinin daha yükseleceğini bilen Türk. Buradaki anlamıyla bilinç aslında insanların topluluk içine yerleşmesi için gerekli bir hikaye.
Bilinçli inek nasıl olurdu? Bizi kesiyor yiyorlar ama türümüz insanların da sayesinde diğer türlerden çok daha yaygınlaşmış. Yalan da değil, kartalların sayısıyla tavukların sayısına bakarsan, ikincisinin bu bilinç sayesinde hayli mutlu olduğunu görürsün. Biz de avcı toplayıcılar kadar özgür olsaydık bu kadar sevinçli olamazdık. Birlikte kuvvet var ve bu özgürlüğümüzden fedakarlık etmekle mümkün.
Yine de burada bir tuhaflık var tabii. Bize bilinç diye sunulanların çoğu, tavuklara sunulsa yemezler. İnsanın kendini feda etmesinin bir sınırı var. Tavuklar kendilerini feda etmek için kandırılmaya ve bütün ömürlerince bedavadan yeme ihtiyaç duyuyor. İnsan için böyle değil, insana hikayeler anlatıyorsun, sen öleceksin ama devlet yaşayacak, bu millet mutlu olacak, dünya (ne mutlu) Türk olacak falan ve hayatı boyunca eziyet çektiği yetmemiş, yaşamak için, vergi verdiği için süründüğü yetmemiş, bir de hayatını veriyor. İnsan hayatı çok ucuz dedikleri bu, tavuklar ve inekler bu kadar kolay kandırılmıyor, onların etinden sütünden faydalanmak için en azından beslemek gerekiyor. İnsana hikaye yetiyor
5 notes · View notes
adam-slx · 7 months
Text
siki kırılan erkekler taali cemiyeti (okuma süresi yaklaşık 4 dakika)
Kendini gerçekliğe bağlı hissediyorsun. Hikaye yazmak zor geliyor. Hayal kurmanın zorluğu bunların hep bir anlamı olmasını beklemenden. Saatlerce yaz yoksa -- tutarlılık aramadığında hayatın kendisi de anlamsız. Bir takım hayaller, düşler ve düşkünlükler. Hayatın yarım kalmışlıkları.
Yazmam gereken hikayeler varmış gibi geliyor. "Siki Kırılan Erkekler Teali Cemiyeti mesela, güzel bir konu, kadın tavlamayı beceremeyen erkekler tarafından kurulmuş bir örgüt. Sonradan kadın bulan erkeklerin götverenliği yüzünden illegal sayılmış. işte o götveren üyelerin bir kısmı kadın düşmanlığından bıkıp "Kadın Muhipleri Cemiyeti" diye başka bir örgüt kurmuş. Sonra bunlar birbiriyle çatışmaya başlamış. Troya savaşından beri bitmeyen kadın kavgası.
Eskiden bunu daha şevkle yazabilirdim. Şimdilerde ise kurgusuna ve anlamına dikkat edeceğim diye kendime mani oluyorum. Aşıkken yazılan şiirlerin bir şeye benzemediği gibi, öfkeliyken yazılan hikayelerin yalınkat olması muhtemel. Her yerde kadın travması karşına çıkacak, karakterlerin sığ, SKETC sadece redpill’cilerin söylemine yaslanan bir şey olacak. Kadın travmaları geçtikçe — veya hafifledikçe, çünkü arada yeniden yeniden travma yaşıyoruz ama artık eskisi kadar öfkelenmiyorum — Siki Kırılan Erkekler Teali Cemiyeti’ne dair düşündüklerim de erkeklerin götverenliği üzerine oluyor, kadınları yermek, kınamak, kötülemek, çekiştirme üzerine değil.
Erkekleri nasıl ihya edersin? Aslında manasız bir soru çünkü bu gerizekalı cinsin başına gelenlerin çoğu zaten erkek olmalarından kaynaklı. Şahsen benim için de geçerli bu, gördüğüm tüm kadın erkek hikayelerinde de geçerli. Erkeklerin ihyası kendi şehvet, dürtü ve ihtiraslarının terbiye edilmesinden geçiyor. Şehvet, dürtü ve ihtiras da erkeği erkek yapıyor zaten. Yani bunları öldürmeye kalkarsan erkekliği de öldürmüş oluyorsun. Allah erkeklere aklı kıt ve sair dürtüleri çok vermiş. Bunun sonucu da aklı fazla olan adamların evrimsel manada avantajlı olmamasıyla nesillerinin kuruyup gitmesi.
Aklı olan evlenmez ve nitekim bu yüzden biz akılsız erkeklerin çocuklarıyız. Benim çocukların babası da akıllı bir adam gibi görünüyor ama aklı olsaydı bu durumlara düşmezdi. Hangi durumlara düşerdi bilemiyoruz ama düştüğü durumlar akıllı bir adam olmadığını gösteriyor.
Ben artık bu akılsızlığın erkekliğin bir cüzü olduğuna kanaat ettim. Kadınları sikine kılıf olarak görecek kadar salak erkek olursan hayatın kolaylaşıyor. Ben bu görümü kaybettiğimden beri daha akıllı ve daha mutsuz bir insanım. Mutsuz dediğim de lafın gelişi. Kadınlardan yana travmam eksik olmuyor anlamında.
Siki kırılan Erkekler Teali Cemiyeti'nde olmayanlar burada ne yapardı mesela? Erkekleri akıllandırır, bilinçlendirirsen, onların erkekliğinin altındaki bu aptallığı yok etmen gerek. Kadınlara bağlanmamak için kendi erkekliğini, dürtü, şehvet, ihtiras ve akılsızlığını ortadan kaldırman gerekiyorsa, bunları ortadan kaldırınca toplamda daha mı iyi oluyoruz? Güvenmeyince daha iyi insan mı oluyoruz? Daha mı erkek?
Ben kadınlarla ilgili konuşmaya başladığımda klasik cevap bunları hep kendi yaşadığın travmalardan dolayı söylüyorsun oluyor. Aslında öyle çok bir travma yaşamadım, (bildiğim kadarıyla) aldatılmadım mesela. Bunları yaşamış erkekler de var. Etraftan seçip duyduğum hikayelerde kadından kazık yiyen erkeklerin travmaları benimkinden derin. Bununla beraber beni rahatsız eden, kadınlar üzerine söylediğim her şeyin, bunlar zaten senin travmalarından diye cevaplanması. Bu bir cevap değil, diyelim kadınların genel olarak maddiyat peşinde oldukları veya evlenebilmenin bir araç değil, müstakilen bir amaç olduğu gibi şeyler söylediğimde bunların cevabı senin travmaların değil. Kadın ve erkek biyolojisi ve sosyal beklentileri farklı, kadınların doğurganlık süresi nispeten az ve piyasa şartlarını belirleyen faktörler var. Bir kadına evlendikten sonra değişmenden korkuyorum, çünkü bu senin için çok önemli bir amaç ve kendini kandırıyor olabilirsin dediğimde, ama bunlar senin travmalarından (veya daha kötüsü bunu nasıl düşünebilirsin) diye cevap verirse susup, demek ki doğru düşünüyorum diye devam ediyorum.
Bu bir batılı hakkımızda konuştuğunda zaten o batılı, müsteşrik demeye benziyor. Ad hominem. Bir gavur müslümanlar hakkında konuştuğunda, motivasyonu gavurluğu olabilir ama bu söylediklerinin içeriğinin doğruluk veya yanlışlığını tek başına belirlemez. Ben de kadınlar hakkında konuştuğumda gavurluğumdan erkekliğimden konuşuyor olabilirim ama bu söylediklerimin yanlış olduğunu göstermez. (Belli bir insandan ve burayı okuyanlardan bahsetmiyorum ama) kadınlarımızın önemli bir kısmının ruh hastası, karşısındakini söylediklerini dinlemekten, anlamaktan, derdini çözmeye çalışmaktan, şefkatten, güven vermekten, merhametten, sığınılabilmekten uzak, maymun iştahlı, statü, gösteriş ve maddiyat peşinde koşan, yalancı, saygısız ve cahil olduğunu düşünüyorum. Ben bunları travmalarımdan dolayı farketmiş olabilirim, keşke farketmeseydim ama farkettiklerimden bahsettiğimde bunlar hep travmaların demenin bir anlamı yok. Bilakis dediklerin doğru ama verecek cevabım yok anlamına geliyor.
5 notes · View notes
adam-slx · 7 months
Text
tanrılar la hep uğraştım birazda tanrıça tadına bakam (okuma süresi yaklaşık 2.5 dakika)
Dün akşam beni çok seven bir dostumun (hem beni seviyorsa beni ilgilendirmez) gönderdiği votkayı kahveyle (sekine adını verdim) karıştırıp içtim hoşuma gitti süt tozuyla denedim yumuşak oldu ona meşgalez adını verdim.(kaçak çay ile de çok güzel oluyor) akşamları kafeinsiz bir şeyler içmeye çalıştığım için meşgalez sardırdım. içkim var, sigaram var, kahvem artık az, bari böyle saçmalıklarda arayalım keyfi. Hala gece yarısından sonra yatıyorum ama en azından kahve içtim de ondan böyle oldu demiyorum (votka ile kahve sayılmaz). Elimden geleni yapmış olmanın huzuruyla kaçıyorum uykudan.
yaptığım içkinin adına sekine demek biraz iddialı. Sekine veya İbranicesiyle Şekinah, Allah’tan gelen huzur ve onun huzurunda bulunmak gibi anlamlarda. Kabbala’da onuncu sefirah Malkuth ‘un işaret ettiği bir huzur. Dün Wikipedia maddesini okurken dişilik vechesi diye bir ifade gördüm. İbrani teolojisi çok tanrılı alışkanlıklardan kurtulamadığı zamanlarda Rabbin dişi tarafına dair bir kavram üretmiş. Sonradan bunu Kutsal Ruh gibi de yorumlamışlar. benim girişimimin votkaya kahve ekleyerek satmaya çalıştığım kavram teslisin üçüncü vechesi.
İslami literatürdeki izahında ise herhangi bir dişilik alameti yok. Tüm yorumlar Allah’ın kalplere indirdiği emniyet üzerinden yapılmış, gerek Hz. Peygamber’in yanında bulunanlara, gerekse müminlere Allah tarafından indirilmiş emniyet hissi. Bu daha çok Allah'a ve sıfatlarına dişilik atfetmenin abesliğinden olabilir.
Bu emniyet hissinin dişi unsur ile bağlanması hayli eski bir düşünce olmalı. Şimdilerde dişi unsur dediğimizde sekinenin tam olarak korumaya çalıştığı şehvet ve sair hisler akla geliyor. Modern dişiliğin şefkat ve emniyet tarafı yok, o dünya için hak arayan ve eşitlik peşindeki kadın, ucuz ürünlerin reklamında kullanılan müstehcenlik, tatmin edilemeyen bir mücadele hissi uyandırıyor. Zamanın kadınlarının sekineyle benim gördüğüm bir alakası yok. Şahsi önyargılarım da etkili olabilir ama ben daha çok dünyadan kadına değil, kadından sekineye sığınılan bir dünyada yaşıyorum.
Zaman değişmiş. Tanrıça artık dış organları güzel demek, bunun doğuruculuk, şefkat, koruyuculuk, emniyet vasıfları yok. Biz artık orospulara tapıyoruz.
4 notes · View notes
adam-slx · 8 months
Text
ben kimim /okuma süresi yaklaşık 2 dakika
kimdir Adam_slx (soru işareti)
1973 yılının Aralık ayının 18'in de (babam 1 ay fazla çocuk parası alsın diye kimliğe kasım 3 olarak yazılan) çelikhan'da doğmuş, halihazırda bilgi işlem ve kaldırım taşları kalite kontrol işleriyle meşgul biri. maaşlı, ve makine öğrenen birisi
ismin kendisini lükse olan tutkumlulundan ürettim. SL'de olabilirdim, CLK'da olabilirdim, AMG'de. slx olmak biraz daha kolay geldi. SL lüks demek, slx de süper lüks. lüks olsaydım olsaydım cirmin kadar yer yakardım, süper lüks olunca faydam olabiliyor.
Buradaki yazıların içeriği bir otoriteden kaynaklanmıyor. Kitabi bir insanım ama akademisyen değilim. Bir zamanlar olmak istemiştim ama sonra bunun iyi bir fikir olmadığına kanaat ettim.
Borges, Kum Kitabı'nın başında yazdığı hikayeleri dostları için yazdığını söyler. Benim için de yazının temel gayesi budur. Konuşmayı sevmeyen bir insanın uzun soluklu, sakin konuşmaları.
Tanıdığım az sayıda kişi okur ve belki sever diye yazıyorum. Burada geçirdikleri üç dakikadan memnun olurlarsa ben de memnun oluyorum. O sebeple sen kimsin de bunları anlatıyorsun? anlamına gelebilecek sorulara basitçe hiçkimse diye cevap veriyorum.
Hiçkimse.
Bir sözü içeriğiyle değil, kimin söylediğiyle değerlendiren kimselerin burada bir şey bulacaklarını sanmam. Wittgenstein'ın Tractatus'un başında, bu kitapla zaten bu konularda düşünmüş olanlardan başka ilgilenecek kimse olduğunu sanmıyorum demesi gibi, ben de insan olmak istemeyenin (hayvan olun) derdine düşmüş olanlara yazıyorum. Gelecekten haber vermiyorum. Gizli bilgilerden haberim yok. Kimse beni dinleyip devrim yapmaya kalkmıyor. Benim de zaten böyle bir amacım yok. Özel bağlantılarım yok. Kahin veya lider değilim. Dünyayı kurtaracak veya insanları kurtuluşa erdirecek bilgim sınırlı. Tahminlerimin yarısı doğru, yarısı yanlış çıkıyor. Herkes kadar şaşkın ve herkes kadar biçareyim. Kendi merakımı celbeden sorular soruyor, onları düşünürken yazılar üretiyorum. Buradaki yazılardan maddi veya manevi ücret talebim yok. O sebeple hayatımın basit taraflarını da sadece gerçekten merak eden arkadaşlara anlatıyorum.
Soruyu tekrar sorabiliriz: Neler merakımı celbediyor ve bunlar beni kim yapıyor?
Bir canlının en temel meselesi hayatını nasıl yaşaması gerektiğine karar vermektir. Ben de bunu kendince araştıran bir canlıyım. Nasıl yaşamalıyım? Hayatımın sınırları nerededir? Ne kadar sorumluyum? Neyi değiştirebilirim? Nelere katlanmam gerekir.
Ve sonunda kendim için de aynı soru: Ben kimim?
Bir kere bu hayli soyut ve faydasız soruları düşünecek imkanı bulabilen biriyim. Bu imkanın da gerçekte ne olduğunu sorabilirim kendime. Hangi sebepler ve imkan sayesinde bu yazıları yazabildim?
Görüldüğü üzere sorular bitmez. Soruları tükenmeyen ve cevapların arasına her zaman ufak ayrıntılar sokabilecek biriyim. Bir yandan da anlamsız konularda fazla laf üretmeyi sevmeyen biriyim. O halde hangi konular laf yazı üretmeye değer ve hangi konular değmez? Neye değer veririm?
İnsan olmayana değer veririm. Onun düşüncelerine, nefesine, sağlığına, acizliğine. Merhameti hakeder, yazıktır. Bir uzay gemisinden atılmış kadar yalnızdır. Bu yalnızlığına aptallığı eşlik eder. Çoğu insanın hayatı bu iki sebeple hüsranla geçer.
Kendimi de yalnız ve aptal bir canlı olarak sever miyim? Çoğu zaman severim. Her zaman değil. Bu beni kim yapar? Sevdiğim zaman kim olurum, sevmediğim zaman kim?
Sürprizlerle değilse de çelişkilerle doluyum. Söylediklerimin arkasında her zaman duramam. Bazen söylediklerim de benden uzağa kaçar.
Yaşlı mıyım? Bazı zaman beş yaşında gibiyim. Bazı zaman altıyüzkırkyedi yıllık bir bebek ejderha. Çoğu zaman her insanın yaptığı kadar büyük rolü yaparım. Dünya birbirinin omzunda ağlayan büyüklere alışık değil. Ben de ağlamam kimseye, büyük olmayı biliyormuş gibi yaparım. Bu beni kim yapar?
Akıllı mıyım? İnsanların çoğunun anlamadığı bazı konuları anlarım. İnsanların çoğunun anladığı bazı konuları anlamam. Bu beni kim yapar?
Hasılı kendiyle yaşamaya alışmaya çalışan karmaşık ve çetrefil biriyim. Kim olduğumu söylemek o kadar kolay olsaydı bu yazılara gerek kalmazdı. Kim olduğum o sebeple bir soru olarak kalsın. Belki bir gün biri cevabını verir. Belki ben de o zaman duyabilirim.
4 notes · View notes
adam-slx · 9 months
Text
cinsel içerikli yazı (muhtemelen aklınıza hangisi değil ki diye geldi, muhtemelen haklısınız) okuma süresi yaklaşık 3 dakika
aeon.co da "13 Things that don't make sense" ile alakalı bir makaleye denk geldim, seksin evrim açısından nasıl bir çelişki olduğuyla ilgili bir paragraf vardı. "şöyle bir durum var: eğer bir canlı, kendi genlerinin devamı için ürüyorsa, neden bunun için (kendi türünde de olsa) başka birine ihtiyaç duyuyor? eşeyli üremede, anne ve baba çocuğun gen havuzunun bir kısmına etki etmek için, diğer kısmından vazgeçiyorlar."
günümüzdeki canlıları ele aldığımızda, bunun cevabı kolay: demek ki zamanında eşeyli (sikişerek) üreme yoluyla oluşan canlılar, diğerlerinden daha iyi adapte oldular ve bu sayede bugünkü canlı türlerinin büyük kısmı böyle. (bu kalıp canlılarla ilgili tüm soruları cevaplayabilir, dikkat ederseniz.) ancak nasıl ve hangi şartlarda soruları hala muallakta. makaleden hatırladığım kadarıyla, yapılan deneyler laboratuvar ortamında sikişerek üremenin daha iyi nesiller ürettiğiyle ilgili net bir sonuç vermemiş.
bence böyle sorular, renkli kitaplara hayvan fotoğrafı basmaktan daha anlamlı bir "evrim teorisi" eleştirisi oluyor ancak bu bilimsel teoriyi insan maymundan gelmiş mertebesinden öte öğrenmek zor geldiği için olacak, pek rating almıyor.
eşeyli üreme evrimsel açıdan bence çok acıklı bir olay. eş bulmak için harcanan enerjiyi, dökülen dili, ayırılan zamanı ve alınan hediyeleri düşünün. (ben erkek tarafıyım, evet.) sonra, ola ola çocuğun %50'si benim genlerimi taşımış oluyor. oturup herkes mitoz bölünerek (sikişmeyerek) ürese güzel güzel, böyle işlerle uğraşmasak olma mıydı? enerjimizi daha yararlı işlerde harcamış ve evliliğin getirdiği sosyal saçmalıkları hiç yaşamamış olmaz mıydık?
işte bu sorunun doyurucu bir cevabı bildiğim kadarıyla yok. makalede birkaç tanesine yer veriyor ancak cevapların, canlı bireylerinin kendilerinden daha üst bir düzen (tür) için yaşamaları gibi bir sonuç çıkıyor. mitoz bölünsek şahsım adına daha güzel olurdu, ancak insan türü açısından evlenip çoluk çocuğa karışmak daha güzel oluyor yani.
bence tür seçilimi pek kabul gören bir düşünce değil, çünkü canlı bireylerin sırf kendi basit menfaatlerini değil, türlerinin akıbetini de düşündükleri gibi bir sonuç çıkıyor ve bu da evrimin temelindeki doğal seçilimle uyumlu değil. doğal seçilim bireyler mertebesinde işleyen bir mekanizma, bireyler sadece kendilerini düşünüyor ve güçlü bireyler türü yaşatmış oluyor. ancak bireyler türü düşünür deyince, bunun nasıl olabileceğini de söylemek lazım ve o daha da göte kazık bir mesele (evet kendime kazık arıyorum) onun için buradan çıkış görünmüyor. en azından bildiğim kadarıyla yok.
makaleyi okurken sex as overfitting protection? diye bir not almışım. bu yukarıdakileri de giriş niyetine yazdım. aklıma gelen bir fikir var: eşeysiz üreme, bireylerin birbirinin (mutasyonlar hariç) tam bir kopyasını çıkarması demek. Bu da çevre şartlarına daha sıkı bağlı bireyler oluşmasına sebep oluyor. belli bir ortamda gelişmiş canlı türü, o ortama azami ölçüde adapte olduğu için, ortam değiştiğinde ayakta kalması daha zor oluyor.
ben biyolog değilim, ancak (sizde ne derler?) makine öğrenimi (machine learning) bilirim. bir model, öğrenme verisine (training data) sıkı sıkıya bağlıysa, test verisinde çakar. matematik kitabındaki bütün sonuçları ezberleyip, sınavda çıkan soruları çözemeyen öğrenciler gibi.
benim bildiğim üzere DNA bir program. bu programı çevre şartlarına azami derecede uygun hale getirirseniz, şartlar değiştiğinde programın çalışması zorlaşır. eşeyli üremenin, DNA'daki programı test edip, öncekinden daha genel ve çevre şartlarına daha iyi adapte olan bir model oluşturduğuna inanıyorum. okuduğum kadarıyla bunu test eden bir deney gerçekleşmiş değil. biyolog olsaydım yapardım. biyolog olmasam da bilgisayar modelleriyle deneyebilirim gerçi ama alan değiştirmek için uygun bir vakitte değilim. buna ek olarak, anne ve babadan gelen genlerin rastgele değil, belli kriterlere bağlı olarak çocuğa geçtiğine inanıyorum. bu kriterleri bilmiyorum ve böyle hiçbir araştırma okumadım. buradaki mekanizmayı çözen, evrimin mutasyonlarının nasıl daha iyi bireyler ürettiğini de açıklamış olur, çünkü doğal seleksiyon işin ikinci adımını açıklıyor sadece. mümkün bütün mutasyonlardan çok az bir kısmı daha iyi bireyler oluşturduğu halde, nasıl oluyor da türler gelişiyor sorusuna da bir cevap olabilir bu. aynı zamanda bireylerin nasıl olup da tür seçilimi yapabildiğini de açıklayabilir. burada hala çok bilinmeyen var.
5 notes · View notes
adam-slx · 9 months
Text
yeryüzü /okuma süresi yaklaşık 2 dakika
insanın yeryüzündeki işi ne? herkesin kendine göre bir cevabı, egosuna göre cevabının mukaddesliği; büyük ve büyülü kelimelere sarmalanınca kaybolacağı umulan bir cehaleti var...
insan aslında bildiğini sandığı en temel şeyi bile bilmiyor; kendini bil diyen, belki bilemeyeceğini bil demek istemişti, emin değilim, ama misal insan ben dediği şeyin nereden başlayıp, nerede bittiğini bile aslında bilmiyor.
ben şimdi bunu yazmakla, kendime ait bir kelimeler dizisini okuyanın zihnine emanet etmiş olduğuma göre, ben birazcık da okuyanın zihnindeyim, değil mi efendim?
(nNedense kendimi derdimin çevresinde dolanan bir uydu gibi hissettim; sonra yukardaki üç paragrafı sildim ve oh, tamam; şimdi daha kendimi atmosfere bırakabilirim.)
insanın yüklendiği yük, -kendine yüklediği veya inançlarının/ideolojilerinin yüklediği yük- aslında kaldırabileceği bir yük değil. insan doğru olamaz, çok zaman bilmeyi istemez, bilmeyi istese kaynaklarını bilemez, kaynaklarının doğru olduğundan emin olamaz; kardeşleri -yani başka insanlar- ona yalan söyler ve aslında onların da yapabilecekleri pek bir şey yoktur, kendini yalanla kandıranın sana doğru söylemesini bekleyemezsin…
yeryüzü gerçekten salak bir yer: pek çok insanın kendini uyuşturmak için elinden geleni yapmasını anlayabiliyorum, çünkü gerçekte herkesin yaşadığı bir sarhoşluk hali… insan devamlı kendini bir şeylerle kandırması gerekiyor, kandırabildiğin ölçüde, -biyolojik, zihni, ruhi yeteneklerini kandırabildiğin ölçüde- mutlusun.
ondandır ahmaklık yeryüzünde mutluluğun en kolay yolu oluşu, deponu ne kadar ucuza doldurabiliyor ve onunla ne kadar kilometre gidebiliyorsan, işte, mesele tam olarak budur.
hakikat yani, veya hayatın anlamı.
yoksa hepimiz adi yalancılarız.
3 notes · View notes
adam-slx · 10 months
Text
içimizdeki ölçü birimleri /okuma süresi yaklaşık 7 dakika
içinden ne geliyor? insanlığı kurtarmak mı? hayır. (uzatarak) hepsinin................ (noktaları biliysiniz) kurtulmuş herkes. kimsenin daha fazla kurtulmaya ihtiyacı yok. (imkanım olsa dünyanın iyiliği için hepsinin kökünü kuruturdum)
nasıl yaşamalı? sorusu insanın cevabını hayat boyu vermeye çalıştığı bir soru. insan kabul edilen herkesin kafasında bir yerlerde olmalı bu. hayat sorusu da cevabı da herkesin kendi götünde saklı kocaman bir yarrağa benziyor.
daha kendime yarrak girmemişken bu soruya verilen cevaplarım vardı. bunlar değişti. hislerim, alışkanlıklarım, yaşım, çevrem kaynaklı bir değişim olmalı herhalde. önemli olan merak ettiğim, özlediğim ve daha iyi olduğuna inandığım bir çok şeyin manasız olduğunu anladım. kısalık, uzunluk, incelik, kalınlık (içimde saklı olanın ölçü birimi) vazgeçilmez gördüklerimin hiç anlamı yok, insanların bütün afra tafraya rağmen sonunda keyifleri ne derse onu yaptıklarını ve yaptıklarının çok zaman yanlış olduğunu gördüm. büyük laflar gerçekte küçük tutkulara geçerlilik sağlamak için üretiliyor...
doğru yaşamak diye bir şey var mıdır? önceden herkese göre değişir diyordum. artık, hayır, o kadar da değişmez diyorum. eğer gidebileceğiniz sonsuz sayıda yol varsa; yaşamak için, sonsuz değilse de saymak istemeyeceğiniz kadar var; herhangi birinin diğerlerinden daha doğru olması için de bir sebebiniz yoksa; herkes kendine göre yaşasın dersiniz.
ancak herkes kendine göre yaşasın demek gerçekte güçlünün borusu ötsün ve insan, çoğunun hayatını idare edecek kadar bile aklı olduğundan şüphelenmeye başladığım insan, renkli, çekici, kolay, ucuz neyse onu tercih etsin demektir. ve öyle oluyor, insanlar kendilerini bugüne getiren değerleri sermaye yapıp yeni değerler üretmek yerine, en ucuzundan, çalışmadan, kafa yormadan, inanmadan bu değerleri satıp, onları ayağa düşürüp kendilerini de, hayatlarını da ucuzlatıyorlar.
cinselliğin yasak olduğu yerde meme/göt (erkek kişisi için) gösterip ilgi çekmek kolaydır. peki bu yasak kalkarsa ne göstereceksin? kadın güzelliği erkeğin götü artık bizi ilgilendirmediği zaman ne göstereceksin? şimdiden mesele daha ilginç, daha çarpıcı fotoğraf bulmak anlamına gelmeye başlamadı mı? şuh poz vermiyorsa, hangi organının ortada olduğu önemli değil.
çoğunun ayık olduğu yerde kendini içkiye vurup rahatlamak kolaydır. peki ya hepimiz doğru yolun bu olduğuna kanaat eder, akşam konuşur konuşur, sabah hepsini unutursak ne olacak? insanlar tadını çıkardıkları konforun başkalarının konforsuzluğu sayesinde yaşanabildiğinin farkında değiller mi?
kendimi tutmasam sen o kadar serbest olabilir misin? (aha içime sakladığım bir kalın kısa daha buldum, kalın kısası en zor olanı girmesiyle çıkması bir, hiç boş kalmıyor... tecrübeyle sabit)
kant’ın söylediği her şeye inanmam ama bu konuda ona hak veriyorum: bir şeyin doğru olup olmadığına karar vermek için herkesin bunu yaptığı durumları göz önüne alalım.
cinselliğin tamamen ve her anlamda serbest olması, misal, herkes için geçerli olsun. evlilikleri, beraberlikleri ortadan kaldıralım, neticede biriyle sevişmemin başkasına bir zararı yok, iki kişi arasındaki bir mevzu; basit bir eğlence, kim ne diyebilir?
ne olur bundan sonra? herkesin karşı cinsden arzuladığını daha rahat hayata geçirme imkanı olur. (eşcinsenlleride koyacaktım, doğru cümleyi bir saattir düşündüm bulamadım). kimseye aşık olmak gerekmez, zaten sikişmek dürtülerin bir dışavurumudur sevişmek. aşık olunca daha kolay atlatmak mümkün olur. kadın da erkek de cinselliğini sonuna kadar yaşayabilir.(burda eşcinselleri belirtme gereğini duymadım düşünmeden geçtim) birine adres sormak kadar kolay olsa mesela: sizinle şuracıkta sikeşelim mi? olur tabi, otobüs bekliyordum ama bir sonrakine binerim.
sonunda insanın daha da yalnızlaşması, cinselliğin adi bir vaka haline gelmesi. belki bu yüzden cinayet işlenmemesi, insanların kavga etmemesi, boşanmaması, ama zaten kimsenin umurunda olmaması. zira bu kadar rahat bir cinselliğin sonunda erkek de, kadın da, bir sözleşme ihtiyacı içinde olmayacaktır. herkesin herkesle her şekilde beraber olmasının sonu, kimsenin kimseyle beraber olmayışıdır. insanlar sizinle gidip şuracıkta sikeşelim mi? diye bile sormayacak, soran olsa bile, otobüs bekliyorum, şimdi olmaz cevabını alacaktır.
çünkü bir sonraki durakta da bulabilirsin aradığını.
neden tanımadığım ve asla bana yük olmayacak biriyle bir iki saatliğine vücut sıvısı üretmek varken, birinin kaprisini, derdini, hayatını çekeyim?
insanın rahatlamasına yardım eden tüm konfor biçimleri buna benziyor. bunların bir özgürlük konusu olması, ancak bazılarının –hatta çoğunluğun– onlara yanaşmamasından dolayı. bütün çocuklara süt yerine bira içirmek, misalen, birayı çok seven insanların da işine gelmez. kimsenin ayık gezmediği bir dünyada yaşamak da öyle; garson ayık değilse sana bira yerine şarap getirir, hesabı şişirir, kimse kimseye güvenemez, zira belli değil, ne yuttun, ne yedin, ne içtin; söylerken kafam yerinde değildi dersin geçer gider tüm sorumluluk. kimsenin kimseye ayık mısın deme hakkının olmadığı bir dünyada yaşasak, misal, kim kiminle hangi anlaşmayı yapabilir?.
modern insanın verdiği cevap şuna benziyor: biz tamamen sınırları kaldıralım demiyoruz, çocuklara bira vermek tabii ki doğru değil, çalışırken içmek de öyle, insanların bu kadar rahat cinsellik yaşamalarını istemiyoruz, sadece şimdikinden azıcık daha serbest olsalar yeter.
ah, evet, tabii ki, bir yerlerde sınır olmalı, o aptal vecizenin tabiriyle benim hürriyetim, senin hürriyetin falan filan. peki sevgili dostum* , kim karar veriyor bu sınırlara? neden sen kendinde böyle bir hak görüyorsun? kimsin ki doğruyu eğriyi benden daha iyi biliyorsun? yani içki içmenin gerçekte güzel bir şey olduğuna ve bunun çocuklara zararlı ama büyüklere faydalı olduğuna kim karar veriyor?
insanlar böyle doğrusunu kim belirliyor konularında sözleşme yaparlar. kimse için ideal durum değildir bu, evet, ama insanların buluştukları bir nokta vardır ve davranışlarını kontrol etmenin güvensizlikten daha kolay olduğuna karar verirler.
evlilik ne kadın için, ne erkek için ideal bir durumdur, ancak biyolojik ve sosyal şartlar öyle bir noktada buluşturmuştur (şartlarınıza sokam) insanları. bazılarının içki içip, bazılarının içmeyişi de aynen öyledir, içmeyen biri içenlerden hazzetmez, içenler de içmeyenlerden hazzetmez,(alın size bir oy verme nedeni daha) aralarındaki sözleşme, yani gidip birilerini içtiğinden dolayı saldırmamaları, onların da içmeye zorlamayışları herkes için hayatın en kolay noktasıdır. (paranteze ters düştü ama olsun)
benim böyle sözleşmelere uymam, sözleşmenin karşı tarafının yaptığının doğru olduğuna inandığım anlamına gelmez. (he kurnaz beni köşeye sıkıştıracaktın değil mi, yemedi mi, istersen uzun incesi var yen mi)
modern hayat biçimi, daha doğrusu gelenekleriyle dalga geçen ve onun sınırladığı her şeyi baş aşağı ederek eğlenenlerin hayat biçimi çok renkli üretimlerin olduğu, keyif içinde ömrünüzden mezun olmanın yollarından biri gibi görünüyor. gelenekleriniz de, toplumunuz da aptalından, bönünden, çirkininden kıtlığın çekilmediği kaynaklardır. ucuz yoldan eğlence sunar. yine de konu doğru nedir? sorusuna geldiğinde, modernlik de, eleştirdiği, güldüğü, dalga geçtiği gelenekler kadar –belki daha da fazla– yanlıştır. ama modern insan bu yanlışların hemen hepsini kendine ezeli hak olarak görür. değiştirilmesi, sorgulanması teklif dahi edilemeyen haklar, özgürlüğün gerçek anlamı, doğru nedir diye sormak yerine, özgürlük der, yapabilir miyim, yapamaz mıyım? yaparsın, ama yapmak doğru mudur? cevabını aradığımız asıl soru budur.
demokrasi veya özgürlük benim açımdan sadece bir sözleşme anlamına geliyor. sike sike zorla yapılmış bir sözleşme. doğrunun kendisi değil, daha büyük yanlışların önüne geçen bir sözleşme. bir gün değişmesi mümkün –ve elbette doğru lehine değişmesi için kavga ettiğim bir sözleşme.
bende değişen şey işte bu: özgürlüğün kendisinin herhangi bir anlamı olmadığını anlayışım, özgürlük içine hayatı doldurduğumuz bir bardak olabilir ama içini neyle dolduruyorsan, bardağın tadı odur…
bardağını özgürlükle doldurmak niyetindeyse insan, konfor fısıltılarından çok, ağacın meyvesine ve ağacı kimsenin sahiplenmemesine bakar.
(* seviştiğim olarak yazacaktı ama siz sikiştiğim anlayacağınız için yazarı tarafından son anda değiştirilmiştir)
3 notes · View notes
adam-slx · 2 years
Text
kağıt (pra+insan) = kağıt.para+kağıt.insan (okuma süresi yaklaşık iki dakika)
Yetişmiş insanların süslü kağıtlarından başkasına ihtiyacımız yok. Onların süslü kağıtları bizi buralardan alıp cennete götürecek.
Atom çağı falan diyorlar ama yalan. Kağıt çağı. Bakır, tunç, demirden sonra bir ara biraz altın çağı olmuş, Graeber öyle diyordu, paralı askerlere para vermek için parayı icad etmişler. Daha doğrusu paralı askeri icad etmişler, ona bir şey vermek lazım geldiği, bu da her yerde geçerli olması gerektiği için altın para bulunmuş. Finikeliler paraya uzak durmuş, çünkü asıl ticareti banka hesapları yoluyla yapıyorlarmış. Para yok, sadece alışveriş ve güven var. Yazı da o kayıtları tutmak için bulunmuş. Büyük bir mevzu gibi anlatılıyor da, ilk yazı muhasebe kaydı için. Kimsenin aklına o şekilde blog yazılacağı falan gelmemiş tabii. Adamların falancadan üç tavuk aldım diye yazdığı yazıların malzeme kalitesi şimdi yok mesela. Bir ara bu yazıları kil tabletlere çivi yazısıyla yazsam daha kalıcı olurmuş gibi gelmişti ama denemedim. Fırın bulmak lazım şimdi. Yazılarımı pişirebilir miyiz?
Sonra kağıt çağı başlamış. Kağıttan para, kağıttan ilim, kağıttan ev, kağıttan zenginlik, kağıttan yönetim, kağıttan lider, kağıttan insan. İnsan olduğunu bir kağıda bakıp anlıyorlar. Kim olduğun orada yazıyor. İnsanın boyunu aşan bir medeniyet kurmaya çalıştığını gösteren emareler. 150 kişiden fazlasını kafamız kaldırmıyor. Onun yerine kağıtlara bakıyoruz. Şimdilerde kağıt da fazla geliyor, direkt ışıklı ekranlara bakıyoruz. Birbirimizin yüzünü kırkbin yıldır görmüyoruz ama bari daha kalıcı nesnelere baksak.
Güzel kağıtların varsa hayat güzel. Yoksa kağıt toplayıcı oluyorsun.
10 notes · View notes
adam-slx · 2 years
Text
insan dürüst değildir dürüst olsa insan olmazdı (okuma süresi yaklaşık 2,5 dakika)
Hayat. Bize istediklerimizi istemediğimiz yollarla getiren anlaşılmaz yumak. Ne anlatmak istiyorsun? Ne söylemek istiyorsun? Ne de düşünmek işine geliyor?
Kazanmış olabilir miyim? Neyi kazandım? Hayatı? Neyi kaybettim? Ne kaybettiğini bilmediğin bir hayatta ne kazanmış olabilirim?
Rol yapmayı bırakmaktan bahsediyorum göt kafalı. Kazanmak diye bir şey varsa, rol yapmak mecburiyetinde olmadığın karakterden bahsediyorum sende göt varda karakter varmı bilemedim şimdi. Kendini kazanmalısın önce karakter için, Pek çok insan için ulaşılmaz ve yine bazıları için anlamsız sayılabilecek bir kazanç bu. Kendini kazanmak için diğer tüm kazançlardan vazgeçmen gerekecek. Onları kazanmaya çalışırken kendini kaybediyorsun.
Kendini kazanmanın tek yolu diğer kavgaları bırakıp çıkmak değil tabii. Diğer kavgaları kazanırken de kendimi kazanmaya devam edebilirmisin. Para kavgası yaparken kendini kaybetmeyecekmisin (yalancıyı.............)
Mümkün ama muhtemel mi? Gördüğüm kadarıyla bu götle hayır. götün yemez
Şeytan – veya Pressfield’ın “direnç” dediği her neyse, sana kendinle olan kavganı kaybettirmek için daha büyük, daha çeldirici başka kavgalar sunuyor. Bunların bazısını kazanıyorsun ve daha büyüklerini sunuyor. Şeytana şeytanlık yaparak kendinle kavgayı kazandığını sanıyorsun
Şu kadar para kazanacağım ve bu bana yetecek. Yetecek mi? İnsanların bana şu kadar yeter deyip, o kadarını kazandıktan sonra orada durduğunu görmedim. gören varsada gözüyle değil götüyle bakmıştır, her ne kadar aynı yerde değilsede göt'le göz arasında bir harf değişik
Başarıyla olan kavga da böyle. Bir başarı kazanacaksın ve sonra adını kimse duymasa da o sana yetecek, siktir. Böyle bir başarı var mı? Bugün dünyanın en iyisi olsan, yarın galaksinin en iyisi olmaya çabalayacaksın, seni uzaya çıkaran roketin yakıtını sikerim
Bütün ilişkilerde, kendini kazanmak istiyorsan sınırlarını da kendin belirlemelisin. Para ile kavgayı kazanmak için, hayatının merkezinden çıkarmak için kazancından az harcıyor olman gerek mesela becerebilecekmisin kapitalini siktiğimin sosyal demokratı. Ne kadar az veya çok param olursa olsun, hayat tarzım değişmez diyebilecekmisin benim götüm yemiyor. Başarı ile ilişkinde kendinle başardıkların arasında bir sınır koyacakmısın. O başardıklarına asla ulaşamayacak insanların da bazı konularda senden daha iyi olduğunu kabul edmedikten sonra seni şöhret basamaklarının tepesine çıkaran merdiveni sikim.
karşı cinsle ilişkinin tutarlı, dengeli, açık, iki insan arasındaki normal ilişki biçimlerinden olması lazım.
Devamlı peşinden koştuğun ve ne olursa olsun kazanmaya ahdettiğin kavgaların kazananı olmayacak. Olsa da sen olmayacaksın. Daha her zaman sana daha çeldirici bir kavga konusu sunacak, daha güçlü, daha zengin, daha güzel, daha büyük, daha başarılı bir şey olma ihtimali her zaman belirecek. Amacın bunlar olduğu sürece de kendini kazanmaya çalışmak aklına gelmeyecek, olmadığın bir şey olarak başarılı, zengin veya büyük olacaksın. Rol yapmaya devam ederek.
3 notes · View notes