Tumgik
#işlerine geldiği gibi
eylences-blog · 9 months
Text
Kalın Yarak Özlemim! (1) (Tuğba 35 Y., İstanbul)
Merhaba, adım Tuğba, 35 yaşında, 2 çocuk annesi bir kadınım. İhracaat yapan büyük bir firmada çalışıyorum. Kocamla iyi giden mutlu bir evliliğim var, ama evliliğimizin ilk yıllarına göre gittikçe seyrekleşen bir seks hayatımız vardı. Kocam iş için sürekli İzmir'e gidip geldiği için ayda 2 ya da 3 defa anca ilişkiye giriyorduk.
Çalıştığım yerde gözleri sürekli bende olan ve çok yakışıklı sayılmayacak bir adam vardı. İsmi Mehmet olan bu adam firmanın muhasebe işlerine bakıyordu. Mehmet'i çok iyi tanımıyordum, ama gözlerini sürekli olarak üzerimde hissediyordum. İşe girip çıkarken, yemekhanede, serviste falan rahatsızlık vermeden kaçamak bakışları sürekli olarak üzerimdeydi. Başım sürekli olarak kapalı, vücudumu belli etmeyen elbiseler giymeme rağmen bana neden baktığını merak etmiyor da değildim.
Bu pek te yakışıklı olmayan, benden yaşça büyük olan Mehmet'te fark edilen tek şey o güzel gri gözleriydi. Soğuk tavırlarıyla ilk başta insana itici gelen bu adamın içinde bambaşka bir insan olduğunu onu tanıdıktan sonra anladım. O kaba saba espriler yapan adamın içinde sevgi dolu bir aşık varmış.
Evli olduğum için, özellikle iş yerindeki erkeklere karşı hep mesafeli duruyor, oturup kalkmama ve konuşmalarıma dikkat ediyordum. O gün işten çıkmıştım. Servisle eve giderken aynı departmanda çalıştığım mesai arkadaşım Gülten'le Mehmet tartışıyorlardı. Gülten dış görünüşüyle modern gibi görünse de düşünceleri yobazcaydı. Gülten bir ara başı örtülü kadınlar hakkında kötü bir söz söyleyince ucu bana da dokunduğundan dayanamadım ve araya girdim. Mehmet te beni destekledi ve Gülten'e sesini yükseltip, "Haksızsın Gülten, sus artık!" diyerek konuyu kapattırdı.
Mehmet hakkındaki düşüncelerim değişmeye başlıyordu. Mehmet'i biraz daha tanımak istiyordum. Neredeyse 6 aydan beri aynı yerde çalışmış olsak da birkaç merhaba ve günaydın da öteye gitmemişti konuşmalarımız. Aslında benim departmanda çalışan ve kardeşim gibi sevdiğim Hakan'la araları çok iyiydi. Birkaç kez Hakan'a Mehmet'le ilgili sorular sorduğumda, Mehmet'in 45 yaşında, evlenip boşanmış, yalnız yaşayan bir adam olduğunu öğrendim. En büyük tutkusu sokak kedileriymiş, tıpkı Hakan gibi. Bıkmadan usanmadan her akşam kasaptan aldığı ciğer et tavuk gibi malzemeleri pişirir ve sokak hayvanlarını beslermiş. Görüntüsü ve yaşamı ile kendi içinde tezatları olan garip bir adamdı açıkçası.
Samimi olduğu insanlara oldukça yakın, samimi olmadığı insanlara da bir o kadar uzaktı, tıpkı bana uzak olduğu gibi. Bakışlarından bana bir tür ilgisi olduğu belliydi, ama gerek evli olmam, gerekse kapalı bir bayan olmamdan dolayı belli ki bir türlü yakınlaşamıyordu bana sanırım.
Bir gün çalıştığım yerin temizlik işlerine bakan Fatma abla ile sohbet ediyordum. Fatma abla da benim gibi başı kapalı bir kadındı. Hem Mehmet'in boşandığı karısını tandığını duyduğum için, hem de dedikoduyu çok sevdiğini bildiğim için, "Eee, anlat bakalım Fatma abla, bizim şu Mehmet beyle karısı neden boşandılar?" diye sordum. Sormaz olaydım, Fatma abla patavatsızca, "Neden olacak, yarak yüzünden!" deyip, eliyle bileğini kavradı ve bana gösterip, "Mehmet beyde nah bu kalınlıkta yarak varmış, karı her gün o kütük gibi yarağı yemeye dayanamamış!" diye ekleyerek kahkahayı bastı. Tabii ben de güldüm, ama aynı zamanda bu söylediklerinin şaka mı, gerçek mi olduğunu çıkaramadım. Şaka da olsa, gerçek de olsa aklım Mehmet'in yarağında kalmıştı. Gözümde sürekli adamın yarağını canlandırmaya çalışıyordum.
O günden sonra artık sürekli Mehmet'in önüne bakar olmuştum. Bir gün dayanamadım ve Mehmet'in yanına gittim, işle ilgili birşeyler sorma bahanesiyle. Beni gördüğüne çok sevinmişti. İşle ilgili uyduruk sorularıma cevap verdikten sonra çay ikram etti. Çaylarımızı içerken ben tabii çaktırmadan Mehmet'in önüne bakıyorum. Olamazdı, benimle konuşurken sanki siki kalkıyordu! Çaylarımız bitene kadar kumaş pantolonunun önü iyice kabarmıştı!
Kocam ilk erkeğim olmuş ve bildiğim her şeyi ondan öğrenmiştim. Tutucu çevrede yetiştiğim için erkekler her zaman mahrem olmuştu. Şimdiyse iş yerinde bir erkek yarağını benim için kaldırmıştı. Belki başka erkekler de bana bakarak tahrik olmuştur, ama şimdi ilk kez şahit oluyordum. Bana kalkan o yarağa bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Pantolona rağmen oldukça büyük olduğu belli oluyordu.
Çaylarımız bitince işimin başına dönmek için müsaade isteyip kalktım. Ardından da, "Geçen gün için teşekkür edemedim!" dedim. "Geçen gün???" diye sordu, ne kastettiğimi anlamamıştı sanırım. "Geçen gün, hani serviste Gülten'le tartışma meselesi, onu diyorum!" diye hatırlattım. Mehmet de, "Haa, o mu, yahu boşver o manyak kadını. Dıştan bakınca insana benziyor, ama örümcek kafalının teki. Kimin neye inandığı umurumda değil. Karşımdaki iyi bir insan mı, ben ona bakarım. Kendini bir bok sanıyor koduğumun karısı. Ya pardon, ben çok sinirleniyorum böyle şeylere!" dedi.
Kaba konuşmasına rağmen oldukça samimi gelmişti bana. "Neyse ben döneyim işimin başına!" diyerek, ilk kez o gri gözlerine uzun uzun baktım. O da benim gözlerime bakarak, "Hadi bakalım kolay gelsin, iyi çalışmalar, görüşürüz!" dedi. Yanından ayrılıp işimin başına döndüm.
İlk kez bir erkek bana farklı bir gözle bakmıştı kocamdan başka. Çok güzel değilimdir, ama kendime bakarım. Genç bir kız değilim, ama yediğime içtiğime dikkat ederim. Kendimden bahsetmek gerekirse, 1.60 boyunda, 65 kiloda, balık etli denebilecek beyaz tenli bir kadınım. Siyah uzun saçlarımı her zaman başörtüsüyle örterim. Vücudumu belli etmeyen uzun ve bol elbiseler giyerim. Erkeklerin dikkatini çekmemeye çalışırım.
Kafamda bazı sorularla öğlen olmuş, yemekhaneye gitmiştim. 4 kişilik masa da 3 kişi oturuyorduk. Tabii söylemeye gerek yok bunlardan bir tanesi de kardeşim gibi sevdiğim Hakan idi. Çok geçmeden Mehmet yemekhaneye girdi ve yemeğini aldıktan sonra doğruca bizim oturduğumuz masaya oturdu. İlk kez oluyordu bu. Hepimize afiyet olsun dedikten sonra yemeğimizi yerken kaçamak bakışlarını yakalıyordum.
Diğer masadan kalkan bir adam, "Abi bizim çocuk telefonumla oynarken bütün numaralar silinmiş, numaranı verir misin?" diye Mehmet'e sordu. O da hemen orada telefon numarasını adama söyledi. Adam kaydederken Mehmet bana bakarak numarayı tekrarladı. Neden böyle yaptı? Acaba telefon numarasını bana mı vermek istiyordu? Numarası akılda kalacak kadar kolaydı. İçimden birkaç kez tekrar ederek numarayı ezberlemeye çalıştım. Yemekten sonra Mehmet görev yerine gitti. Biz de sigara içme alanında çaylarımızı içerken kimseye fark ettirmeden Mehmet'in numarasını 'Muhasebe' diye kaydettim...
Günler geçiyordu. Birkaç kez bir bahane ile aramak istedim, ama yapamadım. Açıkçası bazı şeylerden emin olmak istiyordum, nihayetinde evli ve çocuklu bir kadındım. Bu arada Mehmet halen bana bakmaya devam ediyor, ama bana asla yaklaşmıyordu...
Bir gün sabah mesaiye erken gitmiştim, Hakan'la oturmuş kavhve içiyorduk. O sırada Mehmet yanımızdan geçerken, "Siz kendinize Müslümansınız. Kahve içiyorsunuz, muhasebede bir gariban var ona da ikram edelim demiyorsunuz!" diye takıldı. Hakan da, "Mola saatinde geliriz abi!" diye cevap verdi.
Mola saatinde 3 tane Türk kahvesi yaptım, Mehmet'in yanına gittik. Mehmet teşekkür edip sigarasını keyifle içerken konuşuyorduk. Tabii ben çok fazla konuşmalarına dahil olmuyordum. Hakan bir ara lavaboya gidince, bu anı bekleyen Mehmet, "Kahveyi sen mi yaptın?" diye sordu. "Evet." dedim. "Güzel olmuş eline sağlık. Şey diyecektim. Bir şeye ihtiyacın olursa, veya sadece konuşmak falan istersen, çekinme gel. Sorun olmaz!" dedi. Ben de, "İş yerinde laf söz olur." dedim. "Bir şey olmaz. Numarayı da verdik ama herhalde kaydetmemişsin bile?" deyince benim jeton düştü. "Bir şeye ihtiyacım olmadı ki!" dedim. Mehmet, "Bir şeye ihtiyacın olunca mı ararsın sadece?" diye sitem edince, "Tamam, tamam, mesaj atarım sana, sen de benim numaramı kaydedersin!" dedim. "İyi bakalım. Lazım olduğum anı sabırsızlıkla bekliyorum!" dedi.
Aramızda birşeylerin olduğu o an artık iyice belli olmuştu. Hakan gelip, "Abla gidelim mi?" deyince oradan ayrıldık. Birkaç saat sonra, Mehmet'e, "Kaydet numaramı!" diye mesaj attım. Anında cevap geldi. "İş yerindeki en güzel kadın diye kaydettim!" diye yazmıştı.
Bu mesajlaşmadan sonra çok düşündüm, doğru mu yaptım, yoksa yanlış mı diye. Bu işin sonu ne olacak bilmiyordum. Bu tuhaf adam ilgimi çekmişti. Muhabbeti de yeri geldiğinde oldukça ilgi çekiciydi. Bilgili ve zekice. Büyük şehirlerde yaşamış, görmediği yer kalmamıştı. Feleğin çarkından geçmişti. Başına buyruk yaşamayı seven bir adamdı. Benim gibi evli, çocuklu bir kadında ne bulmuştu? Sadece seks için olsa bile çekici olmayan kapalı bir kadındım. Bunları merak ediyordum. Dediğim gibi o kadar güzel bir kadın da değildim.
O günden sonra eskisine nazaran daha yakındık. Bir kadın olarak ben ilk adımı atmıştım, gerisi ona kalmıştı. Mesajlaşıyorduk sürekli olarak. Mesajlaşmalar gittikçe samimi olmaya başlamıştı. Tabii kimseye belli etmeden! Özellikle Whatsap grup paylaşımlarında oldukça ilginç komik şeyler paylaşıyordu. Sanki hiç derdi yokmuş, hayatı tiye alan bir izlenim uyandırıyordu. Bu benim için bir ilkti. Kocamdan başka bu kadar samimi olduğum ilk kişiydi. Hatta öyle ki, bana çok güzel olduğumu söyleyip, iltifat etmediği gün yoktu. Bu iltifatlarına cevap vermesem de, bir erkek tarafından beğenilmek çok hoşuma gidiyordu.
Günler geçtikçe Mehmet'le ilişkimiz oldukça garip bir hal alıyordu. Bir ay kadar böyle etti. Bir gün gün mesaiden sonra eve gelmiştim. Kocam iş için o gece İzmir'e gitti, ayda birkaç kere giderdi hep. Çocuklarsa uyuyordu. Yatakta uzanmış uyumaya çalışıyordum. Her ne kadar yorgun olsam da gözüme bir türlü uyku girmiyordu. Telefonuma gelen mesaj uyarısından sonra telefonuma uzandım. Mesaj atan Mehmet idi. Cinsel içerikli bir fıkra yollamıştı. Okudum, komikti. Kendi kendime gülümsedim ve "Serseri seni :)" diye yazdım. Sanırım harekete geçmeye karar vermişti.
Mehmet, "Tüh, sana mı yollamışım? Özür dilerim!" diye yazdı. "Kime yollayacaktın ki?" diye yazdım. "Yav arkadaşa yollayacaktım, sana gitti yanlışlıkla!" tazdı. "Sorun değil!" yazdım. "Hoşuna gitti mi? Gittiyse bir tane daha yollayayım sana?" yazdı. "Densiz :)" yazdım. "Cevap yazabildiğine göre kocan evde yok?" yazdı. "Evet yok, iş için yine İzmir'e gitti!" yazdım. "Pöf! Evli ol, karın olsun, sen gece İzmir'e git. Hayatta yapmazdım!" dedi. "Nedenmiş?" dedim, "Karı koca gece beraber yatmalı. Ayrı ayrı değil!" dedi.
Açılmaya başlamıştı. Konunun nereye gideceğini tahmin edebiliyordum, fakat devam ettirmeye karar verdim. "Keyfi için gitmedi ya, iş için gitti. Taş mı yiyeceğiz çalışmazsak?" yazdım. "Taşı maşı bilmem ama taş gibi sert başka birşey var burada!" dedi. Benim için ilk olan bu tür konuşmalar nedeniyle heyecanlanmaya başlamıştım. Kalbim hızlı bir şekilde küt küt atmaya başlamıştı. Olay farklı bir boyuta gidiyordu. Ama yalan yok, bu tür muhabbet hoşuma gitmeye başlamıştı. Ona, "Senin evlenmen lazım. O zaman görürsün!" yazdım. "Nedenmiş?" diye sordu. "Baksana aklın fikrin hep o iş'te!" dedim. "O iş için illa evli mi olmak gerek? Bak sen evlisin, ama yalnız yatıyorsun. Senin gibi güzel bir kadın bırakılıp da İzmir'e gidilir mi? Sen çok güzel bir kadınsın Tuğba!" diye yazdı.
Daha önceki mesajlarında ya da konuşurken hiçbir zaman adımı kullanmamıştı. Bu bir ilkti. "Teşekkürler!" yazdım. Mehmet ise, "Eğer kocan olsaydım..." diye gönderdi mesajını. Aman Tanrım, artık ok yaydan çıkmak üzereydi. Ya son verecektim, ya devam edecektim. Cümlenin devamını tahmin etsem de yine de duymak istiyordum. "Eee, kocam olsaydın???" diye sordum. "Devamını kamera açarsan söylerim!" yazdı. "Manyaksın sen :)" yazdım. "Sen de manyaksın :)" yazdı. "Kamera falan açamam, yataktayım!" yazdım. "Çıplak değilsin herhalde :)" yazdı. "Elbette değilim!" dedim. "O zaman sorun yok, aç hadi kameranı!" yazdı. "Çocuklar uyuyor!" dedim. "Tak kulaklığı, kapat kapıyı, aç kamerayı!" yazdı. "Manyak şey :)" yazdığımda, "Saat bilmem kaç, benimle mesajlaşabiliyorsan, görüntülü de konuşabilirsin! Hem merak etmiyor musun cümlemin devamını?" yazdı.
Garip bir oyun oynuyorduk. Aklım 'Olamaz!' derken, kalbim bunu devam ettirmek istiyordu. "Bekle!" diye mesaj attım. Sonra yataktan kalktım. Üzerimde popomun seviyesine kadar inen parlak satenden askılı bir gecelik vardı. Geceliğin altında sutyenim yoktu ve büyük memelerim nerdeyse taşacaktı geceliğin dekoltesinden. Üzerime sabahlığımı giydim ve kuşağını bağlayarak önümü kapattım. Ama yine de memelerim belli oluyordu. Sonra da başımı evde kullandığım beyaz bir eşarpla bağladım. Siyah uzun saçlarımı tam olarak kapatmamıştı. Biraz da tepkisini görmek istiyordum.
Sonra makyaj masasının önündeki sandalyeye oturdum. Görüntülü arama yaptım. Sanki bekliyormuş gibi hemen cevapladı aramamı. Yatakta uzanmıştı. Sadece göğüs kısmından üstü görünüyordu. Konuya giremediğini, "Yazmak daha kolaymış ya!" deyince anladım. Ben de, "Sen istedin beni görmeyi. Şimdi dökül bakalım!" dedim. "Gerçekten çok güzelmişsin! Seni hep öyle bol giysiler içinde gördüm. Seni kilolu gösteriyormuş. Bak saçların da uzunmuş. Düşündüğümden çok daha sexy bir kadınsın!" dedi. Sexy? Bu kelimeyi kocamdan hiç duymamıştım. Şimdi bir adam benim sexy olduğumu söylüyordu.
"Yalancı... Neremi gördün ki?" dedim. "Seni her gece soyuyorum ben!" dedi. "Terbiyesiz :) Utanmadın mı beni soymaya?" dedim. "Neden utanayım? Hayal benim değil mi? Soyarım da, severim de!" derken severim kelimesinin anlamı aslında sikerim idi. "Ama vücut benim vücudum. Öyle istediğin gibi kullanamazsın!" dedim. "Valla kullanırım, kullandım da!" dedi. "Nasıl kullandın?" diye sordum.
Cevabını merakla beklerken sandalyeden kalktım ve yatağa uzandım tıpkı onun gibi. Sadece vücudumun üst kısmını görebiliyordu. "Yatağın..." dedi. "Ne olmuş yatağıma?" dedim. "Tam düşündüğüm gibi ter temiz. Senin kocan olsaydım seni hiç yalnız bırakmazdım. Hele geceleri... O yatakta seni uyutmazdım. Tıpkı şimdi yattığın gibi, yatırırdım seni. Güneş görmemiş o bembeyaz vücudunu öperdim, koklardım..." dedi ve sustu.
Hayatımda ilk defa bir erkek telefonda görüntülü konuşurken benimle ilgili fantazilerini anlatıyordu. Anlattıkları beni de etkilemeye başlamış, amım sulanıyordu. Bunu hissedebiliyordum. Evli bir kadındım, bu yaptıklarım çok yanlıştı, ama ben de istiyordum artık.
"Eee, öyle bırakır mıydın?" diye sordum. "Hayallerimde bıraktım mı ki şimdi bırakayım? Pırıl pırılsındır, tek bir tane bile tüy yoktur sende!" dedi. Gerçekten de her zaman bakımlı olmuşumdur. Hiçbir zaman uzatmaz, düzenli keserdim kıllarımı. "Tüy yok değil mi Tuğba?" diye sordu. Hipnotize olmuş gibi, "Yok! Tertemizim!" dedim. "Eee, daha ne bekliyorsun?" dedi. "Neyi?" diye sordum. "Göstermeyi!" dedi. Neyi gösterecektim ki? Yoksa soyunmamı mı istiyordu? "Neyi göstereceğim?" dedim. "O güzel vücudunu!" dedi. "Yok artık, olmaz!" dedim. "Neden? Yarım saattir hayallerimi anlattırıyorsun bana, şimdi de göstermem mi diyorsun?" dedi.
Haklıydı, bu noktaya kadar gelmiştik. Yine de, "Fazla ileri gidiyorsun artık!" diye çıkıştım. "Sen ileri gitmiyor musun? Yok diyorsan kapat telefonu, bitir herşeyi!" dedi. Bitmesini istemiyordum aslında. Elimi ıslanmış amıma götürmek ve okşayarak orgazm olmak istiyordum. Cevap vermesem de aramayı da bitirmemiştim. "Tuğba'm, lütfen, bırak tutma kendini, çıkart içindeki o sexy kadını. İzin ver ikimiz de mutlu olalım!" dedi.
Gösterecektim. Kalkıp yeniden makyaj masasına gittim ve sandalyeye oturdum. Telefonu beni görecek şekilde aynanın önüne bıraktım. "Bakalım hayalindekiler gibi mi?" deyip sabahlığımı sıyırdım. Geceliğimin altından belli olan iri göğüslerimi iki yanından tuttum, sağa sola salladım. "Harikasın birtanem. Göster onları bana!" dedi. Askılarından tuttuğum geceliğimi yavaşça aşağıya indirmeye başladım. İri memelerim ortaya çıkmaya başlamıştı. Kocamdan sonra göğüslerimi gören ilk erkekti. Artık onun esiri olmuş gibiydim.
Mehmet artık yerinde duramıyordu. "Yanında olsam o göğüslerini avuçlayıp okşasam, uçlarını ağzıma alıp emsem..." diyen Mehmet boşta olan elini aşağıya götürdü. Sanırım yarağını okşuyordu. Sonra yatakta hareket edip kamerayı aşağıya doğru götürdü. Gördüğüm şey karşısında yutkundum. Daha önce kocamınkinden başka yarak görmemiştim. Kocaman bir yarağı vardı. Kocamınkinden daha uzun ve oldukça da kalın! Büyülenmiş gibi yarağına bakıyordum. O anda o yarağı içimde hissetmek istedim. Kocam beni tatmin ediyordu, ama iki çocuk doğurduktan sonra (Keşke şimdi daha kalın bir yarak olsa!) diye içimden geçirdiğim, özlem duyduğum anlar çok olmuştu.
"Tuğba'm, aşkııımmm, işte bununla siktim seni hayallerimde!" dedi Mehmet kocaman yarağını okşarken. Aşkım? İlk defa bana böyle hitap ediyordu. Böyle demesi hoşuma gitmişti. Ben yarağına gözümü kırpmadan bakarken, Mehmet, "Ben de seninkini görmek istiyorum! Lütfeeennn!" diye yalvarıyordu. Heyecanımı yenmek için biraz bekledim ve sonra ayağa kalktım ve belime kadar inmiş olan sabahlıkla birlikte geceliğimi sıyırınca Mehmet'in karşısında, başımda eşarbım, altımda külotumla kalmıştım. Yavaş hareketlerle yanlardan tutup külotumu da indirdim aşağıya doğru...
"Harikasın aşkım. Muhteşemsin. Yalamak istiyorum amını!" diyordu. Kendime inanamıyordum, çok da iyi tanımadığım bir adama amımı gösteriyordum. "Ohhh! Çok güzelsin aşkım!" diye iltifat ediyordu. Amım sulanmış, yanıyordu. O kocaman yarağından gözümü alamıyordum. Vıcık vıcık olmuş amıma girmesini öyle istiyordum ki! Kalbim küt küt atıyordu, nefes alamaz hale gelmiştim...
Mehmet'e, "Boşaldığını görmek istiyorum!" dediğimde, "Hadi sen de amını okşa da beraber boşalalım aşkım!" dedi. Karşılıklı mastürbasyon yapıyorduk. Birkaç dakika sonra büyük bir zevk dalgasının kasıklarımı sıkıştırdığını hissettiğim anda, Mehmet'in elinde benim eşarbıma çok benzeyen bir şey gördüm. Mehmet, "Ohhhh! Tuğba'm! Aşkıımmm!" diyerek elindeki eşarba boşalmaya başladı. Ama ne boşalma! Boşalma anını daha iyi görebilmem için kamerayı öyle bir ayarlamıştı ki, damarları iyice gerilmiş, döllerin fışkırmasını görebiliyordum. O anda ben de orgazm oldum. Daha önce böylesine şiddetli bir orgazm yaşadığımı hatırlamıyordum. Ben saniyelerce orgazm olurken, Mehmet'in yarağından döller elindeki eşarba fışkırıyordu. O anda o kocaman yarağından çıkan döllerin amıma fışkırmasını öylesine arzu ediyordum ki...
Orgazmdan sonra üzerimde tatlı bir yorgunluk oluşmuştu. Mehmet eşarpla sikini güzelce temizledi. Ben de sandalyeye oturdum, biraz kendime geldim. İçimde bulunduğum durumu düşündüm. Çevremde beni tanıyan herkes, mütevaziliğimin yanında, namusuna düşkün, tam bir aile kadını olarak biliyordu. Kapalı giyindiğim için eleştiren komşular acaba benim bir erkekle böyle şeyler yaptığımı bilseler ne düşünürlerdi?
Mehmet, "Aşkım, pişman mısın?" diye sorduğunda, "Hayır değilim!" dedim. "İşte her gece böyle seni düşünerek kendimi tatmin ediyorum!" dedi. "O eşarp neyin nesiydi?" diye sordum. "Senin başını örttüğün her eşarbın benzerinden birer tane aldım. Senin olduğunu düşünerek boşaldım o eşarplara! Anla artık seni ne kadar çok istediğimi" dedi. "Bak Mehmet, ben de seni çok istiyorum, ama evliyim, sonumuz yok biliyorsun!" dedim. "Umurumda değil. Seni istiyorum. Hiçbir şeyi bu kadar çok istemedim. Ne olur bir kere buluşalım!" dedi. "Bilmiyorum. Düşünmem lazım. Lütfen ısrar etme. Şimdi yatmam gerekiyor!" dedim ve cevap vermesine izin vermeden aramayı sonlandırdım.
Nefsime yenilmiştim. Ya bu işi bitirecektim, ya da buluşup beni deli gibi arzulayan erkeğin altına yatacaktım. Geceliğimi giyindim ve yatağa rahatlamış olarak yattım. Telefona bakınca Mehmet'in mesaj attığını gördüm. "Seni seviyorum Tuğba'm!" yazmıştı...
[Tuğba]
175 notes · View notes
reyhan-bloq · 2 months
Text
Tumblr media Tumblr media
Dost kirılınca sükûta dost olur!
Sükût, efkârlı bir cümledir Hafız!
Sükût, dile gelmez hüzünlerin tercümanıdır! Sordular: "Neden suskunsun?"
Dedi: "Biraz kırgınlıktan, biraz yorgunluktan!"
Sözü fazla uzatmamalı, araya da laf katmamalı!
"Sözünü kısa tut!" dedi Meczup,
"Nasıl olsa işlerine geldiği gibi anlayacaklar!"
28 notes · View notes
bi-perva · 5 months
Text
🌊 "Sözünü kısa tut nasıl olsa işlerine geldiği gibi anlayacaklar..."
40 notes · View notes
mesut-sems · 1 year
Text
Tumblr media
 "Sözünü kısa tut!" dedi meczup,
"Nasıl olsa işlerine geldiği gibi anlayacaklar!"
103 notes · View notes
istekligurbetci · 9 months
Text
1) (Tuğba 35 Y., İstanbul)
Merhaba, adım Tuğba, 35 yaşında, 2 çocuk annesi bir kadınım. İhracaat yapan büyük bir firmada çalışıyorum. Kocamla iyi giden mutlu bir evliliğim var, ama evliliğimizin ilk yıllarına göre gittikçe seyrekleşen bir seks hayatımız vardı. Kocam iş için sürekli İzmir'e gidip geldiği için ayda 2 ya da 3 defa anca ilişkiye giriyorduk.
Çalıştığım yerde gözleri sürekli bende olan ve çok yakışıklı sayılmayacak bir adam vardı. İsmi Mehmet olan bu adam firmanın muhasebe işlerine bakıyordu. Mehmet'i çok iyi tanımıyordum, ama gözlerini sürekli olarak üzerimde hissediyordum. İşe girip çıkarken, yemekhanede, serviste falan rahatsızlık vermeden kaçamak bakışları sürekli olarak üzerimdeydi. Başım sürekli olarak kapalı, vücudumu belli etmeyen elbiseler giymeme rağmen bana neden baktığını merak etmiyor da değildim.
Bu pek te yakışıklı olmayan, benden yaşça büyük olan Mehmet'te fark edilen tek şey o güzel gri gözleriydi. Soğuk tavırlarıyla ilk başta insana itici gelen bu adamın içinde bambaşka bir insan olduğunu onu tanıdıktan sonra anladım. O kaba saba espriler yapan adamın içinde sevgi dolu bir aşık varmış.
Evli olduğum için, özellikle iş yerindeki erkeklere karşı hep mesafeli duruyor, oturup kalkmama ve konuşmalarıma dikkat ediyordum. O gün işten çıkmıştım. Servisle eve giderken aynı departmanda çalıştığım mesai arkadaşım Gülten'le Mehmet tartışıyorlardı. Gülten dış görünüşüyle modern gibi görünse de düşünceleri yobazcaydı. Gülten bir ara başı örtülü kadınlar hakkında kötü bir söz söyleyince ucu bana da dokunduğundan dayanamadım ve araya girdim. Mehmet te beni destekledi ve Gülten'e sesini yükseltip, "Haksızsın Gülten, sus artık!" diyerek konuyu kapattırdı.
Mehmet hakkındaki düşüncelerim değişmeye başlıyordu. Mehmet'i biraz daha tanımak istiyordum. Neredeyse 6 aydan beri aynı yerde çalışmış olsak da birkaç merhaba ve günaydın da öteye gitmemişti konuşmalarımız. Aslında benim departmanda çalışan ve kardeşim gibi sevdiğim Hakan'la araları çok iyiydi. Birkaç kez Hakan'a Mehmet'le ilgili sorular sorduğumda, Mehmet'in 45 yaşında, evlenip boşanmış, yalnız yaşayan bir adam olduğunu öğrendim. En büyük tutkusu sokak kedileriymiş, tıpkı Hakan gibi. Bıkmadan usanmadan her akşam kasaptan aldığı ciğer et tavuk gibi malzemeleri pişirir ve sokak hayvanlarını beslermiş. Görüntüsü ve yaşamı ile kendi içinde tezatları olan garip bir adamdı açıkçası.
Samimi olduğu insanlara oldukça yakın, samimi olmadığı insanlara da bir o kadar uzaktı, tıpkı bana uzak olduğu gibi. Bakışlarından bana bir tür ilgisi olduğu belliydi, ama gerek evli olmam, gerekse kapalı bir bayan olmamdan dolayı belli ki bir türlü yakınlaşamıyordu bana sanırım.
Bir gün çalıştığım yerin temizlik işlerine bakan Fatma abla ile sohbet ediyordum. Fatma abla da benim gibi başı kapalı bir kadındı. Hem Mehmet'in boşandığı karısını tandığını duyduğum için, hem de dedikoduyu çok sevdiğini bildiğim için, "Eee, anlat bakalım Fatma abla, bizim şu Mehmet beyle karısı neden boşandılar?" diye sordum. Sormaz olaydım, Fatma abla patavatsızca, "Neden olacak, yarak yüzünden!" deyip, eliyle bileğini kavradı ve bana gösterip, "Mehmet beyde nah bu kalınlıkta yarak varmış, karı her gün o kütük gibi yarağı yemeye dayanamamış!" diye ekleyerek kahkahayı bastı. Tabii ben de güldüm, ama aynı zamanda bu söylediklerinin şaka mı, gerçek mi olduğunu çıkaramadım. Şaka da olsa, gerçek de olsa aklım Mehmet'in yarağında kalmıştı. Gözümde sürekli adamın yarağını canlandırmaya çalışıyordum.
O günden sonra artık sürekli Mehmet'in önüne bakar olmuştum. Bir gün dayanamadım ve Mehmet'in yanına gittim, işle ilgili birşeyler sorma bahanesiyle. Beni gördüğüne çok sevinmişti. İşle ilgili uyduruk sorularıma cevap verdikten sonra çay ikram etti. Çaylarımızı içerken ben tabii çaktırmadan Mehmet'in önüne bakıyorum. Olamazdı, benimle konuşurken sanki siki kalkıyordu! Çaylarımız bitene kadar kumaş pantolonunun önü iyice kabarmıştı!
Kocam ilk erkeğim olmuş ve bildiğim her şeyi ondan öğrenmiştim. Tutucu çevrede yetiştiğim için erkekler her zaman mahrem olmuştu. Şimdiyse iş yerinde bir erkek yarağını benim için kaldırmıştı. Belki başka erkekler de bana bakarak tahrik olmuştur, ama şimdi ilk kez şahit oluyordum. Bana kalkan o yarağa bakmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Pantolona rağmen oldukça büyük olduğu belli oluyordu.
Çaylarımız bitince işimin başına dönmek için müsaade isteyip kalktım. Ardından da, "Geçen gün için teşekkür edemedim!" dedim. "Geçen gün???" diye sordu, ne kastettiğimi anlamamıştı sanırım. "Geçen gün, hani serviste Gülten'le tartışma meselesi, onu diyorum!" diye hatırlattım. Mehmet de, "Haa, o mu, yahu boşver o manyak kadını. Dıştan bakınca insana benziyor, ama örümcek kafalının teki. Kimin neye inandığı umurumda değil. Karşımdaki iyi bir insan mı, ben ona bakarım. Kendini bir bok sanıyor koduğumun karısı. Ya pardon, ben çok sinirleniyorum böyle şeylere!" dedi.
Kaba konuşmasına rağmen oldukça samimi gelmişti bana. "Neyse ben döneyim işimin başına!" diyerek, ilk kez o gri gözlerine uzun uzun baktım. O da benim gözlerime bakarak, "Hadi bakalım kolay gelsin, iyi çalışmalar, görüşürüz!" dedi. Yanından ayrılıp işimin başına döndüm.
İlk kez bir erkek bana farklı bir gözle bakmıştı kocamdan başka. Çok güzel değilimdir, ama kendime bakarım. Genç bir kız değilim, ama yediğime içtiğime dikkat ederim. Kendimden bahsetmek gerekirse, 1.60 boyunda, 65 kiloda, balık etli denebilecek beyaz tenli bir kadınım. Siyah uzun saçlarımı her zaman başörtüsüyle örterim. Vücudumu belli etmeyen uzun ve bol elbiseler giyerim. Erkeklerin dikkatini çekmemeye çalışırım.
Kafamda bazı sorularla öğlen olmuş, yemekhaneye gitmiştim. 4 kişilik masa da 3 kişi oturuyorduk. Tabii söylemeye gerek yok bunlardan bir tanesi de kardeşim gibi sevdiğim Hakan idi. Çok geçmeden Mehmet yemekhaneye girdi ve yemeğini aldıktan sonra doğruca bizim oturduğumuz masaya oturdu. İlk kez oluyordu bu. Hepimize afiyet olsun dedikten sonra yemeğimizi yerken kaçamak bakışlarını yakalıyordum.
Diğer masadan kalkan bir adam, "Abi bizim çocuk telefonumla oynarken bütün numaralar silinmiş, numaranı verir misin?" diye Mehmet'e sordu. O da hemen orada telefon numarasını adama söyledi. Adam kaydederken Mehmet bana bakarak numarayı tekrarladı. Neden böyle yaptı? Acaba telefon numarasını bana mı vermek istiyordu? Numarası akılda kalacak kadar kolaydı. İçimden birkaç kez tekrar ederek numarayı ezberlemeye çalıştım. Yemekten sonra Mehmet görev yerine gitti. Biz de sigara içme alanında çaylarımızı içerken kimseye fark ettirmeden Mehmet'in numarasını 'Muhasebe' diye kaydettim...
Günler geçiyordu. Birkaç kez bir bahane ile aramak istedim, ama yapamadım. Açıkçası bazı şeylerden emin olmak istiyordum, nihayetinde evli ve çocuklu bir kadındım. Bu arada Mehmet halen bana bakmaya devam ediyor, ama bana asla yaklaşmıyordu...
Bir gün sabah mesaiye erken gitmiştim, Hakan'la oturmuş kavhve içiyorduk. O sırada Mehmet yanımızdan geçerken, "Siz kendinize Müslümansınız. Kahve içiyorsunuz, muhasebede bir gariban var ona da ikram edelim demiyorsunuz!" diye takıldı. Hakan da, "Mola saatinde geliriz abi!" diye cevap verdi.
Mola saatinde 3 tane Türk kahvesi yaptım, Mehmet'in yanına gittik. Mehmet teşekkür edip sigarasını keyifle içerken konuşuyorduk. Tabii ben çok fazla konuşmalarına dahil olmuyordum. Hakan bir ara lavaboya gidince, bu anı bekleyen Mehmet, "Kahveyi sen mi yaptın?" diye sordu. "Evet." dedim. "Güzel olmuş eline sağlık. Şey diyecektim. Bir şeye ihtiyacın olursa, veya sadece konuşmak falan istersen, çekinme gel. Sorun olmaz!" dedi. Ben de, "İş yerinde laf söz olur." dedim. "Bir şey olmaz. Numarayı da verdik ama herhalde kaydetmemişsin bile?" deyince benim jeton düştü. "Bir şeye ihtiyacım olmadı ki!" dedim. Mehmet, "Bir şeye ihtiyacın olunca mı ararsın sadece?" diye sitem edince, "Tamam, tamam, mesaj atarım sana, sen de benim numaramı kaydedersin!" dedim. "İyi bakalım. Lazım olduğum anı sabırsızlıkla bekliyorum!" dedi.
Aramızda birşeylerin olduğu o an artık iyice belli olmuştu. Hakan gelip, "Abla gidelim mi?" deyince oradan ayrıldık. Birkaç saat sonra, Mehmet'e, "Kaydet numaramı!" diye mesaj attım. Anında cevap geldi. "İş yerindeki en güzel kadın diye kaydettim!" diye yazmıştı.
Bu mesajlaşmadan sonra çok düşündüm, doğru mu yaptım, yoksa yanlış mı diye. Bu işin sonu ne olacak bilmiyordum. Bu tuhaf adam ilgimi çekmişti. Muhabbeti de yeri geldiğinde oldukça ilgi çekiciydi. Bilgili ve zekice. Büyük şehirlerde yaşamış, görmediği yer kalmamıştı. Feleğin çarkından geçmişti. Başına buyruk yaşamayı seven bir adamdı. Benim gibi evli, çocuklu bir kadında ne bulmuştu? Sadece seks için olsa bile çekici olmayan kapalı bir kadındım. Bunları merak ediyordum. Dediğim gibi o kadar güzel bir kadın da değildim.
O günden sonra eskisine nazaran daha yakındık. Bir kadın olarak ben ilk adımı atmıştım, gerisi ona kalmıştı. Mesajlaşıyorduk sürekli olarak. Mesajlaşmalar gittikçe samimi olmaya başlamıştı. Tabii kimseye belli etmeden! Özellikle Whatsap grup paylaşımlarında oldukça ilginç komik şeyler paylaşıyordu. Sanki hiç derdi yokmuş, hayatı tiye alan bir izlenim uyandırıyordu. Bu benim için bir ilkti. Kocamdan başka bu kadar samimi olduğum ilk kişiydi. Hatta öyle ki, bana çok güzel olduğumu söyleyip, iltifat etmediği gün yoktu. Bu iltifatlarına cevap vermesem de, bir erkek tarafından beğenilmek çok hoşuma gidiyordu.
Günler geçtikçe Mehmet'le ilişkimiz oldukça garip bir hal alıyordu. Bir ay kadar böyle etti. Bir gün gün mesaiden sonra eve gelmiştim. Kocam iş için o gece İzmir'e gitti, ayda birkaç kere giderdi hep. Çocuklarsa uyuyordu. Yatakta uzanmış uyumaya çalışıyordum. Her ne kadar yorgun olsam da gözüme bir türlü uyku girmiyordu. Telefonuma gelen mesaj uyarısından sonra telefonuma uzandım. Mesaj atan Mehmet idi. Cinsel içerikli bir fıkra yollamıştı. Okudum, komikti. Kendi kendime gülümsedim ve "Serseri seni :)" diye yazdım. Sanırım harekete geçmeye karar vermişti.
Mehmet, "Tüh, sana mı yollamışım? Özür dilerim!" diye yazdı. "Kime yollayacaktın ki?" diye yazdım. "Yav arkadaşa yollayacaktım, sana gitti yanlışlıkla!" tazdı. "Sorun değil!" yazdım. "Hoşuna gitti mi? Gittiyse bir tane daha yollayayım sana?" yazdı. "Densiz :)" yazdım. "Cevap yazabildiğine göre kocan evde yok?" yazdı. "Evet yok, iş için yine İzmir'e gitti!" yazdım. "Pöf! Evli ol, karın olsun, sen gece İzmir'e git. Hayatta yapmazdım!" dedi. "Nedenmiş?" dedim, "Karı koca gece beraber yatmalı. Ayrı ayrı değil!" dedi.
Açılmaya başlamıştı. Konunun nereye gideceğini tahmin edebiliyordum, fakat devam ettirmeye karar verdim. "Keyfi için gitmedi ya, iş için gitti. Taş mı yiyeceğiz çalışmazsak?" yazdım. "Taşı maşı bilmem ama taş gibi sert başka birşey var burada!" dedi. Benim için ilk olan bu tür konuşmalar nedeniyle heyecanlanmaya başlamıştım. Kalbim hızlı bir şekilde küt küt atmaya başlamıştı. Olay farklı bir boyuta gidiyordu. Ama yalan yok, bu tür muhabbet hoşuma gitmeye başlamıştı. Ona, "Senin evlenmen lazım. O zaman görürsün!" yazdım. "Nedenmiş?" diye sordu. "Baksana aklın fikrin hep o iş'te!" dedim. "O iş için illa evli mi olmak gerek? Bak sen evlisin, ama yalnız yatıyorsun. Senin gibi güzel bir kadın bırakılıp da İzmir'e gidilir mi? Sen çok güzel bir kadınsın Tuğba!" diye yazdı.
Daha önceki mesajlarında ya da konuşurken hiçbir zaman adımı kullanmamıştı. Bu bir ilkti. "Teşekkürler!" yazdım. Mehmet ise, "Eğer kocan olsaydım..." diye gönderdi mesajını. Aman Tanrım, artık ok yaydan çıkmak üzereydi. Ya son verecektim, ya devam edecektim. Cümlenin devamını tahmin etsem de yine de duymak istiyordum. "Eee, kocam olsaydın???" diye sordum. "Devamını kamera açarsan söylerim!" yazdı. "Manyaksın sen :)" yazdım. "Sen de manyaksın :)" yazdı. "Kamera falan açamam, yataktayım!" yazdım. "Çıplak değilsin herhalde :)" yazdı. "Elbette değilim!" dedim. "O zaman sorun yok, aç hadi kameranı!" yazdı. "Çocuklar uyuyor!" dedim. "Tak kulaklığı, kapat kapıyı, aç kamerayı!" yazdı. "Manyak şey :)" yazdığımda, "Saat bilmem kaç, benimle mesajlaşabiliyorsan, görüntülü de konuşabilirsin! Hem merak etmiyor musun cümlemin devamını?" yazdı.
Garip bir oyun oynuyorduk. Aklım 'Olamaz!' derken, kalbim bunu devam ettirmek istiyordu. "Bekle!" diye mesaj attım. Sonra yataktan kalktım. Üzerimde popomun seviyesine kadar inen parlak satenden askılı bir gecelik vardı. Geceliğin altında sutyenim yoktu ve büyük memelerim nerdeyse taşacaktı geceliğin dekoltesinden. Üzerime sabahlığımı giydim ve kuşağını bağlayarak önümü kapattım. Ama yine de memelerim belli oluyordu. Sonra da başımı evde kullandığım beyaz bir eşarpla bağladım. Siyah uzun saçlarımı tam olarak kapatmamıştı. Biraz da tepkisini görmek istiyordum.
Sonra makyaj masasının önündeki sandalyeye oturdum. Görüntülü arama yaptım. Sanki bekliyormuş gibi hemen cevapladı aramamı. Yatakta uzanmıştı. Sadece göğüs kısmından üstü görünüyordu. Konuya giremediğini, "Yazmak daha kolaymış ya!" deyince anladım. Ben de, "Sen istedin beni görmeyi. Şimdi dökül bakalım!" dedim. "Gerçekten çok güzelmişsin! Seni hep öyle bol giysiler içinde gördüm. Seni kilolu gösteriyormuş. Bak saçların da uzunmuş. Düşündüğümden çok daha sexy bir kadınsın!" dedi. Sexy? Bu kelimeyi kocamdan hiç duymamıştım. Şimdi bir adam benim sexy olduğumu söylüyordu.
"Yalancı... Neremi gördün ki?" dedim. "Seni her gece soyuyorum ben!" dedi. "Terbiyesiz :) Utanmadın mı beni soymaya?" dedim. "Neden utanayım? Hayal benim değil mi? Soyarım da, severim de!" derken severim kelimesinin anlamı aslında sikerim idi. "Ama vücut benim vücudum. Öyle istediğin gibi kullanamazsın!" dedim. "Valla kullanırım, kullandım da!" dedi. "Nasıl kullandın?" diye sordum.
Cevabını merakla beklerken sandalyeden kalktım ve yatağa uzandım tıpkı onun gibi. Sadece vücudumun üst kısmını görebiliyordu. "Yatağın..." dedi. "Ne olmuş yatağıma?" dedim. "Tam düşündüğüm gibi ter temiz. Senin kocan olsaydım seni hiç yalnız bırakmazdım. Hele geceleri... O yatakta seni uyutmazdım. Tıpkı şimdi yattığın gibi, yatırırdım seni. Güneş görmemiş o bembeyaz vücudunu öperdim, koklardım..." dedi ve sustu.
Hayatımda ilk defa bir erkek telefonda görüntülü konuşurken benimle ilgili fantazilerini anlatıyordu. Anlattıkları beni de etkilemeye başlamış, amım sulanıyordu. Bunu hissedebiliyordum. Evli bir kadındım, bu yaptıklarım çok yanlıştı, ama ben de istiyordum artık.
"Eee, öyle bırakır mıydın?" diye sordum. "Hayallerimde bıraktım mı ki şimdi bırakayım? Pırıl pırılsındır, tek bir tane bile tüy yoktur sende!" dedi. Gerçekten de her zaman bakımlı olmuşumdur. Hiçbir zaman uzatmaz, düzenli keserdim kıllarımı. "Tüy yok değil mi Tuğba?" diye sordu. Hipnotize olmuş gibi, "Yok! Tertemizim!" dedim. "Eee, daha ne bekliyorsun?" dedi. "Neyi?" diye sordum. "Göstermeyi!" dedi. Neyi gösterecektim ki? Yoksa soyunmamı mı istiyordu? "Neyi göstereceğim?" dedim. "O güzel vücudunu!" dedi. "Yok artık, olmaz!" dedim. "Neden? Yarım saattir hayallerimi anlattırıyorsun bana, şimdi de göstermem mi diyorsun?" dedi.
Haklıydı, bu noktaya kadar gelmiştik. Yine de, "Fazla ileri gidiyorsun artık!" diye çıkıştım. "Sen ileri gitmiyor musun? Yok diyorsan kapat telefonu, bitir herşeyi!" dedi. Bitmesini istemiyordum aslında. Elimi ıslanmış amıma götürmek ve okşayarak orgazm olmak istiyordum. Cevap vermesem de aramayı da bitirmemiştim. "Tuğba'm, lütfen, bırak tutma kendini, çıkart içindeki o sexy kadını. İzin ver ikimiz de mutlu olalım!" dedi.
Gösterecektim. Kalkıp yeniden makyaj masasına gittim ve sandalyeye oturdum. Telefonu beni görecek şekilde aynanın önüne bıraktım. "Bakalım hayalindekiler gibi mi?" deyip sabahlığımı sıyırdım. Geceliğimin altından belli olan iri göğüslerimi iki yanından tuttum, sağa sola salladım. "Harikasın birtanem. Göster onları bana!" dedi. Askılarından tuttuğum geceliğimi yavaşça aşağıya indirmeye başladım. İri memelerim ortaya çıkmaya başlamıştı. Kocamdan sonra göğüslerimi gören ilk erkekti. Artık onun esiri olmuş gibiydim.
Mehmet artık yerinde duramıyordu. "Yanında olsam o göğüslerini avuçlayıp okşasam, uçlarını ağzıma alıp emsem..." diyen Mehmet boşta olan elini aşağıya götürdü. Sanırım yarağını okşuyordu. Sonra yatakta hareket edip kamerayı aşağıya doğru götürdü. Gördüğüm şey karşısında yutkundum. Daha önce kocamınkinden başka yarak görmemiştim. Kocaman bir yarağı vardı. Kocamınkinden daha uzun ve oldukça da kalın! Büyülenmiş gibi yarağına bakıyordum. O anda o yarağı içimde hissetmek istedim. Kocam beni tatmin ediyordu, ama iki çocuk doğurduktan sonra (Keşke şimdi daha kalın bir yarak olsa!) diye içimden geçirdiğim, özlem duyduğum anlar çok olmuştu.
"Tuğba'm, aşkııımmm, işte bununla siktim seni hayallerimde!" dedi Mehmet kocaman yarağını okşarken. Aşkım? İlk defa bana böyle hitap ediyordu. Böyle demesi hoşuma gitmişti. Ben yarağına gözümü kırpmadan bakarken, Mehmet, "Ben de seninkini görmek istiyorum! Lütfeeennn!" diye yalvarıyordu. Heyecanımı yenmek için biraz bekledim ve sonra ayağa kalktım ve belime kadar inmiş olan sabahlıkla birlikte geceliğimi sıyırınca Mehmet'in karşısında, başımda eşarbım, altımda külotumla kalmıştım. Yavaş hareketlerle yanlardan tutup külotumu da indirdim aşağıya doğru...
"Harikasın aşkım. Muhteşemsin. Yalamak istiyorum amını!" diyordu. Kendime inanamıyordum, çok da iyi tanımadığım bir adama amımı gösteriyordum. "Ohhh! Çok güzelsin aşkım!" diye iltifat ediyordu. Amım sulanmış, yanıyordu. O kocaman yarağından gözümü alamıyordum. Vıcık vıcık olmuş amıma girmesini öyle istiyordum ki! Kalbim küt küt atıyordu, nefes alamaz hale gelmiştim...
Mehmet'e, "Boşaldığını görmek istiyorum!" dediğimde, "Hadi sen de amını okşa da beraber boşalalım aşkım!" dedi. Karşılıklı mastürbasyon yapıyorduk. Birkaç dakika sonra büyük bir zevk dalgasının kasıklarımı sıkıştırdığını hissettiğim anda, Mehmet'in elinde benim eşarbıma çok benzeyen bir şey gördüm. Mehmet, "Ohhhh! Tuğba'm! Aşkıımmm!" diyerek elindeki eşarba boşalmaya başladı. Ama ne boşalma! Boşalma anını daha iyi görebilmem için kamerayı öyle bir ayarlamıştı ki, damarları iyice gerilmiş, döllerin fışkırmasını görebiliyordum. O anda ben de orgazm oldum. Daha önce böylesine şiddetli bir orgazm yaşadığımı hatırlamıyordum. Ben saniyelerce orgazm olurken, Mehmet'in yarağından döller elindeki eşarba fışkırıyordu. O anda o kocaman yarağından çıkan döllerin amıma fışkırmasını öylesine arzu ediyordum ki...
Orgazmdan sonra üzerimde tatlı bir yorgunluk oluşmuştu. Mehmet eşarpla sikini güzelce temizledi. Ben de sandalyeye oturdum, biraz kendime geldim. İçimde bulunduğum durumu düşündüm. Çevremde beni tanıyan herkes, mütevaziliğimin yanında, namusuna düşkün, tam bir aile kadını olarak biliyordu. Kapalı giyindiğim için eleştiren komşular acaba benim bir erkekle böyle şeyler yaptığımı bilseler ne düşünürlerdi?
Mehmet, "Aşkım, pişman mısın?" diye sorduğunda, "Hayır değilim!" dedim. "İşte her gece böyle seni düşünerek kendimi tatmin ediyorum!" dedi. "O eşarp neyin nesiydi?" diye sordum. "Senin başını örttüğün her eşarbın benzerinden birer tane aldım. Senin olduğunu düşünerek boşaldım o eşarplara! Anla artık seni ne kadar çok istediğimi" dedi. "Bak Mehmet, ben de seni çok istiyorum, ama evliyim, sonumuz yok biliyorsun!" dedim. "Umurumda değil. Seni istiyorum. Hiçbir şeyi bu kadar çok istemedim. Ne olur bir kere buluşalım!" dedi. "Bilmiyorum. Düşünmem lazım. Lütfen ısrar etme. Şimdi yatmam gerekiyor!" dedim ve cevap vermesine izin vermeden aramayı sonlandırdım.
Nefsime yenilmiştim. Ya bu işi bitirecektim, ya da buluşup beni deli gibi arzulayan erkeğin altına yatacaktım. Geceliğimi giyindim ve yatağa rahatlamış olarak yattım. Telefona bakınca Mehmet'in mesaj attığını gördüm. "Seni seviyorum Tuğba'm!" yazmıştı...
[Tuğba]
23 notes · View notes
Text
" Sözünü kısa tut" dedi meczup, " nasıl olsa işlerine geldiği gibi anlayacaklar."
14 notes · View notes
onderkaracay · 1 year
Text
Tumblr media
🗣️ Bozgunculuk
Bozgunculuk yapanların dünya üzerinde ki planlarını dine yamamak isteme amaçları nedir?
Bunun yanıtı çok basittir. Bilmediğimiz farklı hiçbir konudan bahsetmeyeceğim. Sadece yaşanan gerçekleri tarihi akışı içinde sizlere sunuyorum. Biraz uzun bir derleme olmakla birlikte farkındalık düzeyimizi değiştirecek bir yazı hazırladım.
Herkesin bildiği bir konuda alışık olmadığımız bir tarzda yazı kaleme almak zorunda hissettim kendimi.
İnsanları din dışında dini kullanmadan kandırmak mümkün olmadığı için yaşıyoruz bu zulmü.
Bunu neden en çok Yahudi ve Hristiyanlar yapmaktadır?
Bunun yanıtını da Kur'an veriyor aslında.
Maide suresi 51. ayette diyor ki;
✓ Ey iman edenler. Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdır. İçinizden kim onlarla dost olursa bilin ki onlardandır. Muhakkak ki Allah o zalimleri hidayete doğru yola iletmez.
Bunu siyasi planlara ve o planlara uygun hareket edenlere göre değerlendirme yapalım. Kim kimin neden dostu olduğu ortaya çıksın.
Birileri ne derece doğru olduğu bilinmeyen Tevrat ile planlar yapıyor, birileri İncil ile planlar yapıyor.
Kur'an en son kitap ise bütün bunların hükmünün bittiği anlamına geldiği halde hem müslüman olduğunu iddia eden hemde Yahudi ve Hristiyan dinlerine atfedilerek anlatılan siyasi planların bir parçası olan hikayelere neden inanırlar?
Asıl sorun şu;
Bugün gerçek müslümanın kalmamış olması ve İslam dininin gerçeklerinin yaşanmıyor olmasından kaynaklanıyor.
Peygamber ve soyunun yok edilmesi Emevi zulmü ile dinin değiştirilmesi İbrahim ve onun hikâyelerinin dinin başlangıcı gibi anlatılması vb sebepler buna alan açmıştır.
Neden Yahudi ve Hristiyanlar planlarını Anadolu üzerinde yapmaktadır?
Bunun yanıtı da çok basittir.
İlk insan Adem'in ve eşi Havva'nın el ruha (Urfa) da yere ayak basmaları ve adam oğullarının Anadolu'da insanlığı, uygarlığı kurmuş olmalarıdır.
İlk kut verilmiş insanın Zulkarneyn olarak geçen Türk Oğuz Kağan'ın olmasından kaynaklanır.
Urfa, Balıklıgöl, İbrahim, İsmail ve kurban hikayeleri ve Nemrut ile İbrahim hikayelerinin amacı bu gerçeği gizlemektir.
Türklerin farkı şudur.
Kut verilmiş kişiler verilen görevi yapmaları gereken bir şekilde insanlığın huzuru ve yararına yapmış olmalarıdır.
Yahudiler ve Hıristiyanlar ise bütün bunları eğip bükerek kendi işlerine geldiği gibi yorumlamak ve uygulamak peşinde koşmalarından kaynaklanır.
Adam oğulları zamanında insanlığın ulaştığı seviyeye insanlık hiçbir zaman ulaşamamıştır.
Bugün ki bütün gelişmeler sömürgeye hizmet ettirmeye yönelik olup sonlarını getiren de bu olacaktır.
Dine dayanarak vaadedilmiş toprak yalanları, Mehdi, Mesih ve Deccal gelecek yalanları ile insanları kendi yanlarına çekme amacı Mehdi ve Mesih'in Anadolu'da ortaya çıkacağı yalanını tarikat ve cemaatler aracılığıyla yayma amacı budur.
Bütün bunların yalan olduğunu ve deşifre edileceğinin de Anadolu'nun gerçek sahibi Türkler tarafından gerçekleşecek olacağını planlarının içinde olmamış olması onları şaşkına çeviren tek sebeptir.
Türk'ü satın almak ve kullanmak mümkün olmayacağına göre karşısına hangi yalan ve hile konsa bile sonsuza kadar hiçbir işe yaramayacaktır.
Aldatanlar ve aldananlar yüzünden savaş, kan, gözyaşı dinmiyor.
1948 yılında bölgede israil adında bir şer yapının devlet olarak ilk kabul eden ülkenin Türkiye Cumhuriyeti olmasını sağlayan hileyi bugün herkes öğrenmek zorunda kalacak.
O gün ki o ihanet bugün başımıza başka belaların açılmasına yol açmıştır.
Yahudiler ve Hıristiyanlar kendilerine hizmet edenleri ülkemizde kritik görevlere getirterek bugüne kadar kullanmışlardır.
Bunun sonu geldi artık.
Son kozlarını Mehdi, Mesih ve Deccal ortaya çıkararak oynayacak ve o savaşı kaybederek bitecekler.
Atatürk son kut verilmiş adam (Adem) oğludur.
Ona ve eseri Cumhuriyet ve o eserin Anadolu ile birlikte sahibi ve bekçisi Türklere düşmanlığın sebebi budur.
Birinci dünya savaşı ve ikinci dünya savaşı birer ateşkesti. O savaş devam ediyor.
Ülkemizi yönetenleri 1938'den bu yana kullandıkları halde bizi bugüne kadar yenebilmiş değiller.
Yenemezler! Atatürk'ün askerleri ve orduları görevlerinin başındadır.
Dinin siyasete alet edilmesinin sebebi de Yahudilerin ve Hıristiyanların planlarının bir parçasıdır. Ilımlı İslam bu anlamda emperyalist bir proje olarak uygulanmak istendi. Sonucu buna umut bağlayanlar için hüsran olacak.
Fitne, fesat ve bozgunculuk ile ilgili Kur'an da geçen ayetler ile bu yanıtı destekleyelim.
► Onlara: “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.” denildiğinde: “Biz sadece ıslah edicileriz.” derler. (2/Bakara 11)
► Dikkat edin! Onlar bozguncuların ta kendileridirler. Lakin farkında değillerdir. (2/Bakara 12)
► O (fasıklar) ki sağlamlaştırıldıktan sonra Allah’ın sözünü bozar, Allah’ın birleştirilmesini istediği (bağları) koparır, yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. İşte bunlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (2/Bakara 27)
► Hani Rabbin meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.” demişti. Dediler ki: “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birini mi (halife) kılacaksın? Oysa bizler seni tüm eksiklerden tenzih ederek sana hamd etmekte ve seni takdis etmekteyiz.” (Allah) dedi ki: “Şüphesiz ki ben, sizin bilmediklerinizi biliyorum.” (2/Bakara 30)
► (Hatırlayın!) Hani Musa kavmi için su talep etmişti. Dedik ki: “Asanı taşa vur.” (Asanın taşa değmesiyle) sular fışkırmış ve on iki pınar/çeşme oluşmuştu. Onlardan her bir topluluk kendilerine ait olan kaynağı bilmişti. Allah’ın rızkından yiyin, için ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık/düzensizlik/taşkınlık çıkarmayın. (2/Bakara 60)
► (Bir işin başına yönetici olduğunda ya da) yanınızdan ayrıldığında yeryüzünde bozgunculuk yapmak, ekini ve nesli yok etmek için çalışır. (Oysa) Allah, bozgunculuğu sevmez. (2/Bakara 205)
► Ey iman edenler! Kendi dışınızda (sırlarınızı paylaşıp iç işlerinizden haberdar edeceğiniz kâfir) bir çevre edinmeyin. (Çünkü kâfirler) size zarar vermekten geri durmaz, sizin zora düşmenizi isterler. Kinleri ağızlarında belirmiştir. Sinelerinin sakladığı (kin) ise çok daha büyüktür. Şayet aklediyorsanız gerçekten size ayetlerimizi açıkladık. (3/Âl-i İmran 118)
► (Bir diğer gayesi ise) münafık olan kimseleri açığa çıkarmaktır. Onlara: “Gelin! Allah yolunda savaşın yahut müdafa yapın.” denildiğinde dediler ki: “Şayet savaşmayı biliyor olsaydık size tabi olur (sizinle beraber savaşa çıkardık).” (Bu sözü söyledikleri) o gün, imandan daha çok küfre yakındılar. Ağızlarıyla kalplerinde olmayanı (inanmadıkları şeyi) söylüyorlar. Allah, onların gizlediklerini en iyi bilendir. (3/Âl-i İmran 167)
► Bundan dolayı, İsrailoğullarına (şöyle) yazdık: Kim bir nefsi başka bir nefse ya da yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmaksızın öldürürse, bütün insanlığı öldürmüş gibi olur. Kim de (meşru bir sebep olmadığı için öldürmeyi terk ederek) onu ihya ederse, bütün insanlığı ihya etmiş gibi olur. Andolsun ki, resûllerimiz apaçık delillerle onlara geldi. Bundan sonra onların birçoğu, bunun ardından yeryüzünde taşkınlık etmektelerdir. (5/Mâide 32)
► Yahudiler: “Allah’ın eli bağlanmıştır/eli sıkı bir cimridir.” dediler. Söyledikleri (bu çirkin söz) nedeniyle elleri bağlandı ve lanetlendiler. (Hayır, öyle değil!) Bilakis, Allah’ın iki eli de açıktır ve dilediği gibi harcar. Andolsun ki Rabbinden sana indirilen (bu Kur’ân), onların birçoğunun azgınlık ve küfrünü arttıracaktır. Biz, onların arasına kıyamete dek sürüp gidecek bir düşmanlık ve kin atmışızdır. Her ne zaman savaş ateşi yakmışlarsa Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuk için çabalarlar. Allah, bozguncuları sevmez. (5/Mâide 64)
Kâfirlerin Allah tasavvuru: Kâfirler iki gruba ayrılır. İlki; hiç bir kitaba ve nebiye müntesip olmayan Kureyş müşrikleri gibi toplumlardır. Bunlar Allah’a (cc) dair kitabi bir bilgiye sahip olmadıkları için, krala/meliğe benzettikleri bir Allah’a inanırlar. (bk. 2/Bakara, 186; 10/Yûnus, 18; 39/Zümer, 3; 71/Nûh, 23)
İkincisi; bir Kitab’a ve nebiye müntesip olmakla beraber, Kitap’tan ve nebiden yüz çevirmiş Yahudi, Hristiyan ve onları adım adım izleyen ümmeti Muhammed’in (sav) sapkınlarıdır. (bk. Buhari, 7320; Müslim, 2669) Vahiyden yüz çeviren bu toplumlar, zamanla kendilerine benzeyen bir Allah tasavvuru oluştururlar. Kendileri gibi cimri (5/Mâide, 64), dostlarını yardımsız bırakan (48/Fetih, 6, 12), fakir düşebilen (3/Âl-i İmran, 181), torpil yapıp adam kayıran (3/Âl-i İmran, 24; 5/Mâide, 18), ölünün ardından ıskat yapılarak kandırılabilen, telkin verilerek sorgusundan kopya çekilebilen bir Allah...
► Yeryüzü (Allah tarafından düzenlenip) ıslah edildikten sonra orada bozgunculuk yapmayın. O’na korkarak ve umarak dua edin. Elbette ki Allah’ın rahmeti, muhsinlere/kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanlara pek yakındır. (7/A'râf 56)
► “Hatırlayın! Hani (Allah) Âd Kavmi'nden sonra sizleri halifeler kılmış ve sizi yeryüzüne yerleştirmişti. Ovalarında saraylar inşa ediyor, dağlarından evler yontuyordunuz. Allah’ın nimetlerini hatırlayın ve bozgunculuk yaparak karışıklık/düzensizlik/taşkınlık çıkarmayın.” (7/A'râf 74)
► Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (yollamıştık). Demişti ki: “Ey kavmim! Allah’a ibadet/kulluk edin. Sizin O’ndan başka (ibadeti hak eden) bir ilahınız yoktur. Şüphesiz ki size Rabbinizden apaçık bir mucize geldi. Ölçü ve tartıyı tam tutun. İnsanların eşyalarını (değerini düşürerek) eksiltmeyin. (Allah) yeryüzünü düzenledikten sonra orada bozgunculuk yapmayın. Şayet inanmışsanız bu sizin için en hayırlı olandır.” (7/A'râf 85)
► “(Allah’ın yolunun) çarpık/eğri olmasını isteyerek ve O’na iman edenleri Allah’ın yolundan alıkoymak için tehditler savurarak her yolun başına oturmayın. Hatırlayın! Siz az iken sizi çoğalttı. Bozguncuların akıbetinin nasıl olduğuna bir bakın.” (7/A'râf 86)
► Onların ardından Musa’yı, Firavun ve önde gelen avanesine ayetlerimizle yolladık. Onlar (ayetlerimizi inkâr edip, alaya alarak) zulmettiler. Bozguncuların akıbetinin nasıl olduğuna bir bak. (7/A'râf 103)
► Firavun’un kavminden önde ► Firavun’un kavminden önde gelenler demişlerdi ki: “Sen, Musa’yı ve kavmini yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar, seni ve ilahlarını terk etsinler diye mi bırakacaksın?” (Firavun terk etsinler diye mi bırakacaksın?” (Firavun onları yatıştırmak için) demişti ki: “Erkek çocuklarını öldüreceğiz, kadınlarını sağ bırakacağız. Şüphesiz ki biz, onların üzerinde kahredici bir güce sahibiz.” (7/A'râf 127)
► Kâfirler de birbirlerinin dostudur. Şayet yapmazsanız (kendi aranızda dostluk edip, onları düşman edinmezseniz) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk olur. (8/Enfâl 73)
► (Allah’ın onları savaşa çıkmaktan alıkoyması şu hikmete mebnidir:) Şayet sizinle savaşa çıkmış olsalardı, size zarar vermekten başka bir artıları olmayacak ve aranızda fitne çıkarmak için uğraşacaklardı. Sizin içinizde de onlara kulak verenler vardır. Allah, zalimleri bilmektedir. (9/Tevbe 47)
► İçlerinden kimisi ona inanır, kimisi de inanmaz. Rabbin bozguncuları en iyi bilendir. (10/Yûnus 40)
► Onlar (ellerindekileri) atınca, Musa demişti ki: “Bu yaptığınız büyüdür. Şüphesiz ki Allah, onu iptal edecektir. (Çünkü) Allah, bozguncuların yaptığını ıslah etmez.” (10/Yûnus 81)
► (Demek) şimdi ha! (Oysa) daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun. (10/Yûnus 91)
► “Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle kullanın. İnsanlara eşyalarını eksik vermeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık/düzensizlik/taşkınlık çıkarmayın.” (11/Hûd 85)
► Sizden önceki nesiller arasında -kurtardığımız azınlık dışında- yeryüzünde fesadı engelleyecek birileri olmalı değil miydi? Zalimler ise (yeryüzündeki fesadı ortadan kaldırmak yerine) şımartıldıkları rahat hayatın peşine düştüler. Ve onlar suçlu günahkârlardı. (11/Hûd 116)
► “Allah’a yemin olsun ki sizin de bildiğiniz gibi bizler bu yere bozgunculuk için gelmedik. Ve biz hırsız da değiliz.” demişlerdi. (12/Yûsuf 73)
► Pekiştirdikten sonra Allah’ın ahdini (tevhid sözleşmesini) bozan, Allah’ın birleştirilmesini istediği bağları koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar (var ya); böylelerine lanet ve (ahiret) yurdunun en kötü (akıbeti) vardır. (13/Ra'd 25)
► Kâfir olup da (insanları) Allah’ın yolundan alıkoyanlara (gelince); onların bozgunculuklarına karşılık, azaplarının üstüne bir azap daha katarız. (16/Nahl 88)
► Kitap’ta İsrailoğullarına şu hükmü de verdik: Hiç şüphesiz, yeryüzünde iki defa bozgunculuk yapacak ve büyük bir kibirle azgınlaşacaksınız. (17/İsrâ 4)
► Dediler ki: “Ey Zulkarneyn! Şüphesiz ki Ye’cuc ve Me’cuc (topluluğu), yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadır. Sana bir vergi versek, sen de bizimle onlar arasına bir set yapsan (olmaz mı)?” (18/Kehf 94)
► “İnsanların eşyalarını eksiltmeyin! Yeryüzünde bozgunculuk yaparak, karışıklık/düzensizlik/taşkınlık çıkarmayın.” (26/Şuarâ 183)
► İşte (bu) ahiret yurdudur. Biz, onu yeryüzünde üstünlük taslamayan ve bozgunculuk istemeyenlere veririz. (Güzel) akıbet muttakilerindir. (28/Kasas 83)
► Dedi ki: “Rabbim (şu) bozguncu topluluğa karşı bana yardım et.” (29/Ankebût 30)
► Medyen’e kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). Demişti ki: “Ey kavmim! Allah’a ibadet edin! Ahiret Günü (Allah’tan sevap almayı) umun. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık/düzensizlik/taşkınlık çıkarmayın.” (29/Ankebût 36)
► İnsanların elleriyle kazandıkları (günahlar) sebebiyle, karada ve denizde bozgunculuk baş gösterdi. Belki (İslam’a) dönerler diye (Allah), yaptıklarının (cezasının) bir kısmını onlara tattırmaktadır. (30/Rûm 41)
Yıllarca camiye giden biriydim. Son yıllarda camide siyaset yapılmaya başlandı ve camiye gitmeyi bıraktım. Yukarıda anlattığım ayetler ile ilgili camide neden konuşma yapılmadığını bir gün imama sordum aynen şunu söyledi bizim ne konuşacağımızı her hafta diyanet belirliyor. Niyeti o gün net olarak anladım.
Son sözleri yaşadığımız bazı bozgunculuk örneklerini vererek ve bir kez daha uyarılarımızı yaparak tamamlayalım.
Dinlerin insanlık yararına kullanılma tarihi aleyhine kullanılma tarihinden daha kısadır.
İsrail denen son bozgunculuk devlet olduğu günden bugüne insanlık adeta zulüm yaşamaktadır. Irak'ta, Suriye'de, Libya'da ve dolayısıyla 1938 sonrası ülkemizde yaşanan terör, askeri darbeler, özelleştirme talanı Cumhuriyet devrimlerinin özellikle laikliğin hedef alınmış olması bu bozgunculuğun bir ürünüdür.
Çünkü laiklik dinin insanlık aleyhine kullanılmasını önleyen en büyük devrimdir.
Bu son bozgunu bertaraf ettiğimiz de insanlık sonsuza kadar huzur içinde yaşayacak ve dinlerin farklı siyasi amaçlarla kullanılması tarih olacak.
Metafizik alanda ki gelişmeleri herkesin bilmesi ve anlaması mümkün olmadığı için şeytani planlar oradan yürümekte ısrar ediyor. Bunu bertaraf etmekte haliyle metafizik gelişmeler ile aşılacaktır.
Anayasa'dan Türklüğü çıkarmak isteyenler bir bozguncudur. Cumhuriyet devrimlerine düşmanlık yapanlar bozguncudur, Türk ulusunun sahip olduğu üretim ve hizmet araçlarını satanlar ve satın alanlar bozguncudur. Onların peşinden gitmeyin. Onlar sizi bugüne kadar yukarıda inandıkları dinin gerçeklerine aykırı davrananlar olduklarını ve dini sizi aldatmak için kullandıklarını artık görün.
Türklüğü unutturmak ve Türklerin araplaşmasını sağlamaya yönelik tüm çabalar Anadolu'yu Ortadoğu coğrafyasına benzeterek bu topraklarda israil benzeri bir şer devlet kurmaktır.
Arap coğrafyasında Atatürk sonrası kurulmuş hileye ve bozguna hizmet etmeyin.
Göç ile ülkenin demografik yapısının bozulmasına yönelik çabalar bozgunculuktur.
İnsanları borçlanmaya mahkum etmek adına düşük gelirli olmalarını dayatmak ve para toplayarak para satıp yasayla korunan satın alma gücünü ele geçiren tefeciliğin müşterisi olmaya zorlanmak bir bozgunculuktur.
Toplumu ırk ve mezhep üzerinden ayrımcılık yaparak bölmek bozgunculuktur.
Devlet yok şirketler var demek bozgunculuktur.
Ganimet olmak istemiyorsan önce direneceksin sonra gerekir ise savaşacaksın. Savaşmak son çaredir. Yurtta barış dünyada barış sözünün anlamını da yeniden idrak etmek gerekiyor. Ne demektir yurtta barış dünyada barış? Anadolu da barış ve huzur yoksa dünyada da olmayacak demektir. Bu kadim bir mesajdır. Kurt ulus olmak için kurtuluş savaşı vermiş bir ulusun dünyaya ve insanlığa mesajıdır. Batı çetesinin kan akıttığı her yere demokrasi ve barış getireceğiz yalanlarına benzemez. Önü arkası altı üstü doludur. Dobra bir duruştur. Osmanlıyı yıkan Atatürk değildi. Batının liberal işbirlikçi yazar, siyaset, gazeteci vb kullanılan kişiler tarafından uydurulmuş bir iftiradır. Osmanlıyı yıkan petrolü paylaşan ve Osmanlıyı borca sokarak esir alan yahudi tefecileridir. Onlar bugün yine aynı kılıkta başka yöntemler ile yine aynı oyunu oynuyorlar. Atatürk fitne ve fesadın planlarını bozduğu için bozgunculuk yapanları bir asırdır çılgına döndürmüştür. Bu sebeple çok yivli ve çok tetikli bir şekilde karşımıza dikilmeye yelteniyorlar. Yine aynı akıbeti yaşayarak son derslerini alarak yok olacaklar.
Atatürk sınır tanımayan arsızlığa sınır tanımayı öğretmiştir. Bugün bunun yeniden hatırlatılmasına ihtiyaç vardır.
Muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızda ki asil kanda mevcuttur.
Topluma karşı gizli düşmanlık yapmak hainliktir.
] Önder KARAÇAY [
11 notes · View notes
umuttherzamanvar · 1 year
Text
Vaktini kelebekleri yakalamaya çalışarak harcarsan,
kaçarlar.
Vaktini güzel bir bahçe inşa etmek için harca,
kelebekler kendiliğinden gelecektir.
"Sözünü kısa tut!",
"Nasıl olsa insanlar seni işlerine geldiği gibi anlayacaklar!"
8 notes · View notes
ghostmansblog · 1 year
Text
Ben hep yanlış anlaşıldım..çünkü kelimelerimi hep düz ve işlerine geldiği gibi okudular..🐞
4 notes · View notes
teneres · 1 year
Text
Tumblr media
İnsanın kibrine ve bencilliğine en iyi örneklerden birisi; günümüz seküler ve modernist ideolojisi kalbinde ve zihninde yer etmiş şekilde, özellikle de Türkiye, Azerbaycan gibi ulus milliyetçilikle, İslam'ın işlerine gelen kısmı harmanlanmış ülkelerde yaşayan insanlardır.
Bu kimseler asla İslam'ın tamamını motamot şekilde kabul etmez, bu tavırlarını savunmak içinde; alimlerin görüşü, falanca yerdeki Müslüman topluluğun kültürü, ataerkil zihniyet vb sıfatlarla etiketleyerek bastırmaya çalışırlar.
Allah'ı, dinini, kulları için belirlemiş olduğu düzeni red eder, hatta Allah ve Rasul'u ile dalga geçmeyi, eleştiriyi "düşünce ve fikir özgürlüğü" sayar, kendileri bunu yapmasa bile yapanlara karşı çıkılmaması gerektiğini iddia ederler. Dinin insanın kendi ile ilahi arasında manevi bir durum olduğunu savunur, insanlara bunu kanuni ve toplumsal baskılarla kabul ettirmeye çalışır, ancak iş ölüme geldiği zaman cennetin en güzel yerlerini isterler.
Mesela yakın zamanda biten Karabağ Savaşı'nda ordu da Hristiyan olan kimseler de öldü ve bunları da şehit saydılar.. Tepki gösterenlere ise cevaben en hafifi "sen Allah mısın hüküm veriyorsun" iken, gerisi ahlaksızlıklarına göre değişen sinkaflı küfürler oldu.
Maide Suresi 73. Andolsun, "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler de kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek bir İlahtan başka ilah yoktur. Eğer söylemekte olduklarından vazgeçmezlerse, onlardan inkâr edenlere mutlaka acı bir azap isabet edecektir.
Peki Allah ve Rasul'u bizlere kimin kafir olduğunu söylediği gibi, kimin şehid olduğunu da söylemedi mi?
Bakalım;
Al-i İmran Suresi 169. ALLAH YOLUNDA öldürülenleri sakın ölüler sanma.
Ebû Mûsâ el-Eş`arî (radıyallahu anh) şöyle dedi:
Rasulullah ﷺ'e;
Biri cesaretini göstermek, diğeri milletini korumak, öteki kendine yiğit adam dedirtmek için savaşan kimselerden hangisi Allah yolundadır? diye soruldu.
Rasulullah ﷺ şu cevabı verdi:
“Kim, İslam daha yüce olsun diye savaşıyorsa, o Allah yolundadır.”
Buhârî, İlim 45, Cihad, 15;
Tirmizî, Fezâilü’l-cihad 16;
İbni Mâce, Cihad 13
Gayri İslami kanunlarla yönetilen ve kullara kanun koyma yetkisi veren sistemlerin menfaatleri ve korunması için savaşanlar bu müjdelere dahil DEĞİLDİR.
Hakeza, bütün ömrünü Allah yokmuş gibi yaşayıp hatta İslam düşmanlığı içinde olup da, sırf bir kesimin itibar ettiği bir gazeteci, seküler bir eğitim kurumu başkanı veyahut başka önemli görülen bir meslekten diye, iş saatinde öldü diye şehid olmuş değildir.
Nitekim dünya ve ahiret şehidleri, canını Allah yolunda ortaya koymuş, ailesini, malını hayatını geride bırakarak bu yola çıkmış kimsedir. Yaşarken Müslüman olup olmadığı bile belirsiz kimseler sırf yaşadıkları devlet onlara şehid dedi diye, üzerlerinde üniforma var diye, yahut sınırlarını ve düzenini korudukları ülkenin içinde/geçmişinde Müslümanlar/İslam var diye şehid sayılmazlar. Velev ki birilerinin hoşuna gitmese, nefsine ağır gelse de, asıl ağır olan hakk'tır.
5 notes · View notes
idydla · 2 years
Text
↝ nanami kento x reader
tür; fluff, sfw.
wattpad; idydlaa
word count; 1229 kelime.
Dile kolay ve dilek olay beş yıl.
Belki daha fazlası da olabilirdi, keşke olsaydı ama kader beş yıl öncesini seçmişti. Ama yine de seçmişti ya, o bile yeterdi aslında. İyi ki, diyordunuz ikiniz de; iyi ki.
Aslında Nanami, eli ayağı birbirine dolanmış şekilde ne yapacağını bilemiyordu. Çok zor ve bazen de memnuniyetsiz biri olabiliyordun. Nanami bu huyunu sevmese bile, seninle olduğu için çok mutluydu.
Giyinmeye başladı, iş yerine getirdiği özel kıyafetlerinin içinde harikaydı, aynı beş yıl önceki gibi.
Sen üniversitedeyken, kendi kardeşinin mezuniyeti için gelmişti. O anda sarı saçlarına, fiziğine, kıyafetlerine ve en önemlisi onun kardeşi olan arkadaşına gösterdiği sadakatine ve dikkatine hayran olmuştun. Onu süze süze, en sonunda kendini fark ettirebilmiştin. Nanami ise o aralar kariyer için sevgili işlerine girmeyip, etrafa memnuniyetsiz bir şekilde bakarken, onun ilgisini hiç çekmemiştin.
Ama sonra, kader kendini göstermişti; cilvesini geç de olsa hatırlatabilmişti sizlere. Bir kafede, baristalık yaparken rastlamıştın ona, o ise haftada iki kez geldiği kafeye her gün gelmeye başlamıştı.
Tanışma hikayeniz, her zaman kavgaya sebepti. Sen ne kadar kafe diye diretsen de, Nanami mezuniyet töreni diyip duruyordu. Sen bunu kabul etmiyordun, Nanami bunu söylediğinde ise "Sen o zamanlar bana pas vermiyordun!" diye diretiyordun. Ama yine de, her iki günü de kutluyordunuz. Sen kafeyi, o ise mezuniyeti.
Bugün mezuniyetin olduğu gündü, beş yıl önce kaderin sihrinin kendisini gösterdiği gün. Nanami bunu kutsal ve uğurlu günü kabul ediyor, çünkü onun uğuru sensin.
Evdeki havayı ise anlatacak bir durum yoktu. Ne kadar bu konu hakkında Nanami ile kavga etsen de, sen de ona sürpriz hazırlama niyetindeydin. Hatta sürprize gerek bile yoktu, kutunun içine koyduğun kağıtlara ve çubuğa vereceği tepkiyi ne kadar merak ettiğini kelimelere sığdıramazdın. Bu ona yeter ve artardı bile.
Çünkü eğer bu hediye için kafede buluştuğun tarihi beklersen, bunu Nanami kesin öğrenirdi. En iyisi, hediyeyi sıcakken sunmaktı.
Nanami ise çiçek buketi yaptırmayı abartı ve gereksiz bulduğunu biliyordu, ama ne hediye vermeliydi; bunu bilmiyordu. Evlendiğiniz gün, gelin çiçeğini istemediğin için ne kadar kavga ettiğinizi hatırlayıp kıkırdadı ve yolda yürümeye devam etti.
Seninle tanışmasını kaba bir tabir olsa da "Tencere yuvarlandı kapağını buldu," olarak tarif ediyordu. Çünkü onun gibi çalışkandın, çünkü onun gibi sadakatli biriydin ve onun gibi paraya önem verirdin.
Siz evlendikten birkaç hafta sonra, Nanami balayına karşı olsa bile, belki sen istersin diye bir tatil ayarlamıştı. Bunu sana söylediğinde ise koşa koşa tatil acentasına gidip iptal ettirmiştiniz. Onun yüzünü iki eline alıp "Beraber olduğumuz her yer rahat hissettirir bana, tatile ne gerek var?" demiştin. Nanami o zaman anlamıştı, onun ruh eşi olduğunu.
Anılar bir bir aklına düştükçe kıkırdadı.
Nanami senin incir sevgini biliyordu. İncirli dondurma, kuru ya da taze incir, incirli lokum... Asla hayır diyemediğin bir meyveydi, her öğün yiyebileceğini hep söyleyip durdurdun. Ama bu kış akşamında, inciri ve onun türlerini nasıl bulurdu; bilemiyordu.
Ama kafasına koymuştu, senin için, biricik karısı için değerdi.
Sen de, evde, kırmızı kurdele telaşına girmiştin. Deli gibi kırmızı kurdele arıyordun. Ama sonra düşündün, Nanami sarı severdi. Evet, sarı kurdele.
Bu sefer sarı kurdele aramaya başladın ama yoktu. Sen kafayı yiyecek gibi sinirlenmiştin, bir an önce arabaya bindin ve en yakın tuhafiyenin yolunu tuttun. Sinirden elin ayağın titriyordu. Bir an önce sarı kurdele bulmalıydın, Nanami her an eve gelebilirdi.
Nanami de nerelere gitmiş olursa olsun incir bulamıyordu. İncirli puding, yazdan kalma kuru incir vardı fakat taze incir yoktu. Nanami de sinirlendi, o da sinirden deliye dönmüştü.
O da arabaya bindi ve yola çıktı. Sanayilerin ilerisindeki seralara sürdü arabayı ama Nanami yola bile gelişigüzel bakıyordu. Çünkü senin araban ve onun arabası yan yanayken, ikiniz de sinirden gözünüz döndüğü için fark etmemiştiniz.
Sen tuhafiyeye vardığında elli metrelik sarı kurdele aldın. Artık ömür boyu bitmeyecek sarı kurdele stoğunuz vardı. Ellerini birbirine çarptın tebessüm ederek.
Nanami ise seralara geldi ve kendi elleriyle incir toplamaya başladı. Bedavaydı, seralara akşam kimse gelmediği için onu hiçbir çiftçi göremezdi. Ama sonra, para koydu; incirin değerinden ne kadar düşük olsa da.
Nanami bir kasa inciri arka koltuğa atıp arabaya bindiğinde, sen yemekleri çıkarıyordun buzdolabından. Çoktan eve varmıştın ve akşama hazırlanıyordun. Üzerine bir hırka geçirdiğinde, tebessümünü gizleyemiyordun.
Sonra zil çaldı, Nanami eve gelmişti. Gelirken pastaneye uğrayıp incirli pasta da almıştı sana. Fakat sen bunu fark etmemiştin çünkü yatak odasında hediyenin son detaylarıyla meşguldün.
Hırkayı üzerine geçirdikten sonra üstü sarı kurdeleyle kaplı siyah kutuyu eline aldın ve aşağı indin. Kutuyu iç cebine sakladın, hırkanın fermuarını çektin ve sevgilinin yanına gittin. Onu dudağından öptün ve "Hoş geldin sevgilim," dedin.
"Hoş buldum aşkım," dedi öpücüğüne karşılık vererek, elindeki kutuları mutfak tezgahına koydu. Nanami, yemeklerin hepsini buzdolabına geri koyarken sen şaşkınlıkla ona bakıyordun.
"Ne yapıyorsun-" dediğinde sana döndü ve "Ssh," dedi. Sen de susmaya karar verdin. Nanami sana gitmeni işaret ettiğinde, oturma odasına gittin ve koltuğa oturdun.
Az sonra Nanami karşına pastayla geldi. Onun üzerini süzdün ardından, kıyafetleri ve kendisi, aynı beş yıl öncesi gibi çok seksi ve çok göz alıcıydı. Yıllar ondan hiçbir şey götürmemişti.
"İyi ki karşıma çıktın Y/N... Ben, ne kadar mutlu olduğumu tarif edemiyorum sana. İyi ki tanıştık, iyi ki o gün sen tam kafeyi kapatırken dükkana geldiğimde son kahveyi bana vermişsin ve "Kafede kahve bitmiş, seninki de bitmiş ve benim canım kahve çekiyor," deyip dudağımdan öpmüşsün. İyi ki... Kelimelerle aramın ne kadar kötü olduğunu benden daha iyi biliyorsun, o yüzden kısa keseceğim. Beşinci yılımız kutlu olsun hayatım, iyi ki rastladım sana."
Gözlerin dolmuştu, sevinçten duygulanmıştın.
"Emin ol, benim hediyem daha güzel," dedin gözyaşlarının arasında gülerek. "Başımıza taş yağacak, sen bugünü kutlar mıydın?" dedi Nanami gülerek. Gözlerini devirip "Öyle olması gerekti," dedin. "Sıra bende," diyerek arkanı döndün ve hırkanın cebinden kutuyu çıkardın. Kıkırdamalarını tutamıyordun, bir an önce Nanami'nin görmesi için sabırsızlanıyordun.
Sen "Burası çok sıcak," deyip hırkanı çıkarırken, Nanami de kutuyu açmakla meşguldü. Hırkanı çıkardığında, Nanami kutunun üzerindeki kurdeleyi çözdü ve sana baktı. Tek kaşını kaldırıp ne olduğunu anlamadan kutuyu açtı.
Kutunun içindeki şeylerle senin karnındaki kurdeleyi bağdaştıramadı ilk önce, şaşkınlıktan dili lâl olmuştu.
Fotoğrafları elinde tuttu ve Nanami'nin gözünden bir damla yaş düştü.
"İyi ki tanıştık sevgilim," dedin, Nanami elindeki pozitif testi elinde tutarken. Nanami ağlamaya başladı; ultrason fotoğrafları, pozitif hamilelik testi ve karnındaki kurdeleyi sonunda anlayabilmişti.
"Bu gerçek mi..?" dedi gözyaşlarının arasında. Böyle bir şeyi hiç beklemiyordu, mutluluğu o kadar barizdi ki sen de ağlayacaktın şimdi.
"Evet," dedin onun yüzünü ellerinin arasına alarak. "Sen baba oluyorsun, ben anne oluyorum, biz ebeveyn oluyoruz."
İkiniz bu muhteşem anın içinde kaybolurken, Nanami sana sımsıkı sarılıyordu. Seni tutkuyla öpmeye başladığında, bunun nereye gideceğinden korkuyordu. Nanami'nin aklına gelen düşünce ise dünyalarını yıktı.
"Ne yani şimdi, ben dokuz ay boyunca tenine hasret mi kalacağım?!" dedi üzüntüyle. Sen ise kahkaha atmakla yetindin. "Hayır sevgilim, ben sordum ve doktor ilk birkaç ay sorun olmaz dedi," dedin ama Nanami kararlıydı, şimdiden tedbirli olacaktı.
Sonra sana döndü ve "Ama doğruyu söylemeliyim; bundan sonra ne hediye alırsam alayım, yıldönümlerimizi ne kadar kutlarsam kutlayayım asla böyle bir şey yapamayacağım," dedi mutluluk içinde. "Bana dünyaları verdiniz, ikiniz de."
Aradan birkaç dakika geçtiğinde, Nanami sana incirleri ikram etmişti. Beraber oturup pasta ve incir yerken "Kendimi ne kadar zor tuttum bilemezsin..." dedin. "Eğer incir almasaydın, sana bu haberi söyledikten sonra sabahtan beri aşerdiğimi söyleyecektim," dedin gülerek.
Nanami de güldü ve sonra oturma odasından ayrıldı. Sana sudoku getirirken, bir yandan telefonunu televizyona bağlayıp klasik müzik açmıştı.
"Bebeğimizin kültürlü olması gerek," dedi ciddiyetle. Ona sinirle bakarken "BEN KÜLTÜRSÜZ MÜYÜM?!? BANA BUNU MU DEMEYE ÇALIŞIYORSUN?!" dedin. Nanami tam sana cevap verecekken, "SUS, KONUŞTUKÇA BATACAKSIN!" dedin tekrardan bağırarak.
Nanami kendini saatlerce affettirmeye çalıştıktan sonra başarılı oldu fakat dokuz ay boyunca bu triplerini ve senin ani duygu değişimlerini çekeceğinden hiç haberi yoktu.
10 notes · View notes
seslimeram · 2 years
Text
Herkes Haklı
Tumblr media
Herkes haklı. Kendince, yöresine, meşrebine, anladığı ve anlattığı kadarıyla herkes ama her bir fert haklı. Hakkaniyet kavramı uzak öte değil, dosdoğru, apaçık bir biçimde yerle yeksan edilirken, ne öncesinin ne sonrasının ayırtına varabilen, gel gelelim her durumda bu buhran hali içinde doğruyu bildiğini zanneden bir zevat / sınıf / temsil türedi. Hayatın o olduğu gibi, müştereken savunula gelen bir mesel olmasının farkında olmaktan çoktan öteye geçmiş / ilerlemiş bir tahakküm şeceresi ile oldu bittiler arasında bir hakkaniyetin varlığı tescillenmeye çalışılır. Herkes haklı olduğu zikredilirken, biteviye bildiğini sahi, sahiden de anladığını iddia eden suretlerin refakatinde belirsiz / muğlak bir linç örgüsü imal edilir. Her ima, her eylem / gönderi / tahayyül bir biçimde hak / doğru olanların da yerle bir edilmesine mesnetsizce sebep ilan edilir. Dünü gibi şimdisi, şimdi gibi yarının ve ötesinin çürümeyle buluşmuş sureti içinde debelenirken, olmakta olan yıkımın tümü birden kötülüğün ayırtına varmak değil, onu örtbas etmek güncellenir. Herkes haklıdır ama herkes denilirken salt / sırf muktedir ve payandalarının al takke ver külah var ettiği, süreğen kıldıkları bir süslü hanedanlık temsilinin piyonlarına ait bir mesel addedilir.
Çürüme her yerdeyken, ahlak alıp, edep satılırken, Lut kavminden bahisler sürekli ama sürekli yinelenip durulurken, şatafatın hemen her türden yozluğun tescili var edilmeye devam olunur. Hayır geçtiğimiz hafta bir mafyanın paylaştığı, bir sermayedar piyonun yaptığı seks değil mesele. Yahut da eşcinselliği hedef kılarken bir yandan kendilerine ait / öznel sahalarda var ettikleri ters yüz edilmiş roller bilmem ne de değildir mesele. Açıktan, aleni bir biçimde hakkaniyet kavramını / hakkı / doğruyu zayi ederken kendilerine geldiği sırada işin renginin apar topar dönüşümüdür. Mesele seks değildir, kapalı kapılar ardında birbirleriyle var edilmiş olagelen ticarettir. Makam, mevki için uğranan hakaretlerin birisi bitmeden bir başkasına sessizliktir. Beka, para, kaynak, gelecek beklentisi için olur olmaz her halta imza atmak, soygunlarla cebi hepten delik kılınmış yurttaştan çalınanlarla bariz bir birikim var etme cüretidir mesele. Mesele herkesin haklılığı değil, konu ancak seks ile gündeme düştüğünde birilerinin var ettiği herzelerin konuşulmasıdır. Misal ismi küçük kendi artık daldan dala atlayarak var ettiği bir “kendine” gazeteci titrine haiz zatın olanca şark kurnazlığı ile kariyer yapabildiği, ekrandan geleni terörist, gideni hain, onu mihrak bunu dış güçler derken kendini haklı olarak konumlandırmasıdır mesele. Herkes haklıdır da bazılarının var ettiği utanmazlık hak / doğruluk değil çürümüş bir pastadan bir dilimi daha fazla kapabilme savaşıdır, bu da kayda geçsin.
Herkes haklı olarak bildirilir ve lakin salt / sadece bir zümrenin, muktedir ve onun tebaa olarak gördüğü kesimlerin üstünlüğü söz konusu edilendir. Gel gelelim mafya ile siyaset sahnesinin borazancıbaşı tiplemelerinin kapı arkalarında çevirdikleri işlerin akıbeti de ol mesellerin hakkaniyet kısmı da seksten, eşcinsel olmaktan vareste basbayağı soygunculuk halidir. Haklılıkları göstere göstere bu milletten biraz daha biraz daha fazla tırtıklamak bir türlü doymak bilmeyen nefisleri için yağmalamaktır. Gazete Duvar’dan aktaralım şu haber metnini; “Organize suç örgütü lideri olduğu gerekçesiyle hakkında yakalama kararı çıkarılan Sedat Peker, Twitter'daki 'Deli Çavuş' hesabından ses kaydı yayınlayarak Nedim Şener'e seslendi.
Peker sosyal medyadan Nedim Şener'in kendisine 'pislik' dediğini söylemiş, "Bu kelimeyi düzelt" demişti. Şener ise "Sana pislik demedim. Bir suç örgütü liderinden özür dilemem" cevabı vermişti.
Tartışmanın devamında Sedat Peker, Nedim Şener'i etiketleyerek AK Partili Metin Külünk'le görüşmesine ait olduğunu iddia ettiği ses kayıtları yayınladı, şu notu düştü: "Daha önce senin sadece ismini duymuştum bu yüzden radarıma hiç girmedin. Ancak bu gün itibari ile radarıma girmiş bulunmaktasın. Yazdığın tweetleri okudum. Sana söyleyeceğim tek şey sen psikolojik hastasın. Ergenekon sürecinde ki yükü taşıyamamışsın.
Ancak üzülme sen doğru adrese geldin. Ben Dr. Sedat seni de tedavi edecem. Ancak bir doktor olarak zamana ihtiyacım var. Senin hastalığın komplike bir durum. Aşırı kaygı, baskı, sonucunda oluşan bir paranoyan olduğun ilk teşhisim. Mutlu olman için günün anlam ve önemine binaen sana özel bir yayın hazırladım. (diğeri hafif kalır diye.) Ben senin dediğin gibi bir adam olsaydım Tayyip Bey'in karakutusu Metin Külünk'ün ricası üzerine Biden görüşmesi öncesi videoları durdurmazdım. Bu ses kayıtları da delilimdir. (tedavim devam edecek.)"
Gazeteci Erk Acarer ise Peker'in yayınladığı kayıtları şöyle yorumladı: Erdoğan’ın, Biden görüşmesi öncesi Metin Külünk vasıtası ile Peker’den konuşmasın diye ricacı olması. Telefon Külünk’ün damadına ait. Külünk, kendi telefonu dinlemeye takılmasın diye Damat Eyüp Gül’ün telefonundan konuşuyor!
TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık da Peker'in yayınladığı kayıtlarla ilgili "10 bin doları veren 10 bin doları alanla telefonda. (Metin Külünk damadı Eyüp Gül’ün telefonundan konuşuyor.)" yorumunu yaptı.
Gazeteci Mustafa Hoş'un tahlili de ektedir; https://twitter.com/mustafahos/status/1542044516273864705
Sedat Peker, ses kaydı ile
1-bu konuşmanın kritik yerlerini de yayınlarım. müdahale edin
2-en tepeden ricacı olunacak kadar hala güçlüyüm
3-berat albayrak süleyman soylu ile işbirliği yapmasın
4-telefonunuzu dinleyen güçlerle ben savaşıyorum.
Mesajı veriyor”
Haklılık kavramının zehirlendiği bir zeminde mutlak bir biçimde yanlıştan, yalandan ve tüm yalın haliyle despotizm ekseninden bina edilir. Bir mafya tröstü benim dediğim oldu, olacak iddiasındayken, baş amirin yakınındaki bir temsilin rica, minneti ortalığa saçılır. Her nasıl bir çukurda olduğumuzu göstere gelen bir incelikli işçilik daha “tape” olarak görünür kılınır. Daha öncesinde aylarca süren tefrika halindeki çürümenin boyutunun o mafyanın zamanında oyun kurucu olduğu bir düzlemde, bugün aranan / zanlı konumuna yükselmesinin müsebbibi olagelen güç savaşlarının boyutu da ifşa olur. Her şekilde bariz bir dolambaçlı yıkım ekseni üstünde bir o yana bir bu yana savrulurken halk, muktedir ve avenesinin, çıkar çevreleri ve beraberindeki mafya özentisi ya da bizatihi kendisi olanların parsel parsel nasıl bir bölüşüm içine girdikleri muhakkaktır. Yataklarında var etmiş oldukları cinsellik değil, hepimizi birden soyup soğana çevirmek için var ettikleri birliktelik / ortaklıklar meseledir, ne ki bu da unutulacaktır! Ne ki adalet mekanizmasının, muktedirden bağımsız bir yargının değil tastamam işaret edildiği gibi hareket eden, olanı ve biteni önemsiz addetmesi salık verildiğinde suskun kalmayı talep eden bir cerahatin ta kendisi hakikatimiz kılınır. Kısacası yiğidin malı meydandadır bahsinin berisinde ötesinde devletin malı deniz yemeyen keriz argümanı son sürat yinelenip durulur, nokta!
Bianet’ten iki haber metnini birbiri ardına paylaşalım: “Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) ‘geçim şartlarını’ ortaya koymak için her ay düzenli olarak yaptığı ‘Açlık ve Yoksulluk Sınırı Araştırması’nın Haziran sonuçlarını yayımladı.
Araştırmaya göre;
Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 6 bin 391 TL’ye,
Gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu di��er aylık harcamalarının toplam tutarı (yoksulluk sınırı) 20 bin 818 TL’ye,
Bekâr bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ ise aylık 8 bin 313 TL’ye yükseldi.
Asgari ücretin 4 bin 252 TL’ye yükseldiği Ocak’ta açlık sınırı 4 bin 249 TL, yoksulluk sınırı 13 bin 843 TL, bekar bir çalışanın 'yaşama maliyeti' 5 bin 587 TL'ydi.
Öte yandan Haziran itibariyle de dört kişilik bir ailenin “gıda için” yapması gereken asgari harcama tutarındaki artış bir önceki aya göre yüzde 6,2 oranında arttı. Asgari harcama tutarındaki artış son 12 ayda yüzde 117’yi buldu.
"İnsanlar beslenme harcamalarından kısıyor"
Türk-İş araştırmada şu yorumu yaptı:
“Ne yazık ki, ülkemizde istihdama katılım oranı genel olarak ve özellikle de kadınlarda son derece düşüktür. Ücretli çalışanlarda haneye gelir sağlayan kişi sayısı ağırlıklı olarak bir kişi olmaktadır. Ele geçen ücretin yetersiz olduğu durumlarda, elde edilen gelir birden fazla kişinin geçimini karşılayamamakta, kişi başına ‘insanca geçim için’ yapılması gereken harcama tutarı yetersiz kalmaktadır.
Aileler, büyük bir olasılıkla beslenme dışı harcamalarının (kira, ulaşım, yakıt, elektrik ve benzerleri) bir kısmını da beslenme harcamalarından kısarak elde edebilmektedir. Sonuçta, gelir düzeyinin düşük ve yetersiz olması, dar gelirli kişi ve ailelerin sağlıksız ve dengesiz beslenme yapmasına yol açmaktadır.”
“Asgari ücrette ara zam belli oldu. Asgari Ücret Tespit Komisyonunun görüşmesinin ardından yeni ücreti Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan açıkladı.
Erdoğan zam oranı önce yüzde 25 olarak duyurdu. Ancak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin Erdoğan'ın kulağına fısıldayarak uyarıda bulundu. Erdoğan bunun üzerine zam oranını yüzde 30 olarak düzeltti.
Erdoğan “Buna göre yeni asgari ücret net 5 bin 500 lira olacak." dedi. Adından “İşçi başına devletimiz, işverenlere de 100 lira destek verecektir. Yeni asgari ücretin tüm kesimlere hayırlı olmasını diliyorum. Bu bir ara artıştır, asıl tespiti inşallah yılbaşında gerçekleştireceğiz." diye konuştu.
Açlık sınırından 891 TL düşük
Asgari ücret bu haliyle açlık sınırının altında kaldı. Türk-İş’in 28 Haziran’da açıkladığına göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 6 bin 391 TL. Bir başka deyişle asgari ücret, açlık sınırından 891 TL düşük.
Yine dört kişilik bir ailenin gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı (yoksulluk sınırı) 20 bin 818 TL.
Bekâr bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ ise aylık 8 bin 313 TL. Asgari ücretle çalışan bekar bir çalışan, yaşam maliyetini karşılayabilmesi için 2 bin 813 TL daha bulması gerekiyor.”
Sıradan insanların haklılığının nasıl da punduna getirilip iyice derdest edildiğinin nişanesi olarak asgari ücret tespiti başlı başına bir örneği oluşturur. Bunca afaki bir şekilde cürmün ortasında, ne hali varsa görsün denilerek giderek yapayalnız konulan hayatların aylık belli bir yaşam standardı dahi çok görülür. Tepelemesine nutuklar, birbiri ardına iyileştirme için ve adına öne sürülen kofti masalların karşısında çıkagelen tam bir hezimettir. Bir ayın hemen hemen yirmi altı günü çalıştırılan, sabah yedisinden, sekizinden akşam Allah her ne verdiyse eti, kemiği patrona teslim edilmiş insanların kursaklarından kuru ekmek ve su dışında başka şeylerin nadiren gireceği / girmeyeceği bir düzlem “müjde” diye bildirilmiş, duyurulmuştur. Baş amirin gırtlağımızı sıkmasınlar cümleciğindeki gibi hakikat, muktedir eliyle sıradan insanların üç kuruşa geçimine, yıl başından bu yana aralıksız sürdürülen zam fırtınalarında daha da fazla ezilmek olarak çıka gelir. Düzen ve o düzenin mimarlarının, siyasetçisinden, politik kan emici sermayedarlarından, düzenin emir eri olagelen sarı sendika başkanı ve benzerlerine birbiriyle uyumlu hallerinden bir yıkım tiradı daha çıkagelir. Haklılık ayaklar altına alınırken, zorbalığın göndere çekilip zamkla tutturulduğu zemin gerçeği yaşantımızı kuşatandır.
Karar mercilerinin al takke ver külah, devletin malı deniz yiyemeyen keriz pozisyonlarını muhafaza edip, hizmetkar olmaya geldikleri halkı her nasıl kandırmaya devam ettiklerini de bir biçimde örnekler o enflasyon güncellemesi, ara zam hali. Her şeyin hesaba kitaba en olmadık anket sonuçlarındaki ivmeye göre değiştirildiği, dönüştürüldüğü bir yerde tüm o bozuk olan / bozulmuş kılınanın karşısında hayatı onarmak söz konusu edilemeyendir iş bu raddede. Yaptık oldular karşısında sermayenin patronajın elini daha da güçlendirip bin bir türlü riyanın / kötülüğün yolunun, yönünün açıldığı bir güncelliktir halihazırda yüzde doksanın payına düşen. Bir kötülük tiradının başından sonuna kadar her şeyin muğlak ve afaki bir biçimde çürümeye rehin edildiği / bilindiği bir yerde mutlak denklikler, olmasına çaba sarf edilenlerle hayat punduna getirilip, haksızların haklılık kazanmasına zemin kılınıyor. Her şey böyle paldır küldür güncellenirken, mafya temsilinin arapsaçına dönmüş kör karanlık ilişki ifşası, öteki dünyanın var ettiği hanedanlık oyunlarının seksten kumara, ranttan iktidar oyunlarına giden serüvenlerinde beş liralık ekmeğe ulaşmak için, sözüm ona arttırılmış asgari ücret avuntusu sıradana bırakılıyor. Haklılığın çok başka bir zemin / sahada / olay örgüsünde olduğu belirginken buna da alışırsınız, devletiniz arkanızda, devletiniz her an sırtınızda denile geliyor. Kurgunun hanedan yüzüne düşenin kolaycı hayatlarını var etmenin ağır sınamaları sırf sıradana düşürülüyor. Herkes haklı, her durumda hepimiz için elzem ve gerekli denilenler o karunlar gibi saltanatlarını sürmeleri için dolgu malzemesi kılınıyor bir halkın emeği, alın teri, gündelik rızkı. Her şey ortadayken, her gün bir öncesinden de güncel bir yıkıma rehinken, yol mudur gidişat gidişat mıdır?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Sureti Hayat - Yasin AKGÜL
2 notes · View notes
huznefza · 5 months
Text
Kafamın dalgın bozuk ve yorgun olmasından dolayı bir şeyler yazmak istedim kendimce. Hani aşk diye birşey var bilirsiniz yahu vardır çevrenizde, orada, burada, şurada falan görmüşsünüzdür illaki birilerini hatta siz bile aşık olmuşsunuzdur belki de şuan aşıksınızdır da. Her neyse işte o çok boktan bir şeydir ne anlayabiliyorsun ne de bir anlam verebiliyorsun. Fedakarlık istiyor bazen yapıyorsun fedakarlığın en kralını ama ne oluyor affedersiniz ama bir boka yaramıyor kısacası karşınızdaki kişi için değmiyor bile. Ulan diyorsun bir daha aşık olursam, seversem bilmem ne olayım bilmem bana ne yapsınlar falan filan ama gel gör ki tekrar oluyorsun veya gene eski anıların canlanıyor. Aklına geliyor ve unutamıyorsun da zaten hiçbir akşam rahat uyuyamıyorsun. Hiçbir zaman asla olmayacak deme çünkü en zor anında bile olsa son dakikada bile olsa yenisi gelecek daha iyisi gelecek ve seni kurtaracak. Önemli olan şu ki kafan yorulmadan çok geç olmadan o kurtarıcıyı bulmak ve ona bağlanmak. Bu işlerin tiple falanda alakası yoktur he sakın beni kızlar beğenmiyor, karizma yok, tip kötü diye düşünmeyin herkesin bir beğeneni vardır merak etmeyin. Ben bu aşktan çok çektim be iflahımı kuruttu resmen her gelen ayrı bir fırtına estirdi her giden ayrı bir iz bıraktı ki artık kim gelip ne şekilde iz bırakacak diye bekler oldum açıkçası. Siz bir gemisiniz ve sizin sadece bir kaptanınız olacak gerisi elbette mürettebat. Geçicidir ufak işleri yaparlar istemedik zamanlarda istenmedik yerlerden çıkarlar. O yüzden dümeni emanet edeceğiniz kişiyi iyi seçmelisiniz ki o kaptan öyle bir kaptan olmalı ki size en son o terk etmeli sizi yeri geldiği zaman sizle birlikte batmalı hatta beraber parçalanmalı ve beraber boğulmalısınız. Lakin çok aşk gören de üzüntülü yalnız kalan da üzüntülü şu zamanda. Yalnız olmak daha kötü be ilk gelen, her gelen, her gördüğünüzden hoşlanırsınız, otobüste, yolda, yemek yediğiniz mekanlarda göz göze geldiğiniz kişilerle 10 saniye de olsa mutlu olup ne hayaller kurarsınız o 10 saniye bir ömür gibi gelir adama içini eritir insanın ama sonunda anlarsınız ki yalnızsınızdır ve kimseniz yoktur. Bu kimseden kastım sevgili, eş, diğer yarınız anlamında, dostlarınızı saymıyorum. Bazen istersiniz ki bir sevgiliniz olsun, dışarı çıkarken size sıkı giyin desin, öpünce sakalınız battığı zaman şu sakalları kes artık desin ama aslında sakal sana çok yakışıyor boş ver şaka yaptım cümlesi de arkasından gelsin. Yağmur yağdığı zaman el ele yağmur altında ıslanmak istersiniz, beraber yürümek, hatta çıplak ayakla bile koşmak istemişimdir ben bazen sevgilimle ama olmadı. Bunlar çok güzel şeyler her fedakarlığı yapın hayatta yaptığınız hiçbir şey için de pişman olmayın. Gece gece yazmak istedim içimi boşaltmak istedim yanlışım olduysa affola...
0 notes
insaatfiyatlari · 1 year
Text
Neden Akülü Matkap Tercih Edilir?
Tumblr media
Temel amacı delik delme olan matkapların akülü ve kablolu olmak üzere farklı seçenekleri bulunmaktadır. Her çeşit, farklı çalışma prensiplerine sahip olduğundan temel mekanizması da bu doğrultuda şekillenmektedir. Akülü matkapların tercih edilme sebebi elektriğe ihtiyaç duymadan çalışabilmesidir. Yeterince doluluğa sahip olan akülü matkap ile delme işlemini elektriğin olmadığı alanlarda da başarıyla gerçekleştirebilirsiniz. Üstelik işlemlerinizi gerçekleştirirken kablo sorunu yaşamazsınız.
Akülü Matkabın Avantajları Nelerdir?
Matkap gibi akülü el aletlerini kablolu el aletlerinden ayıran bazı özellikler bulunmaktadır. Bu özellikler aletlere avantaj ve dezavantajlar sağlamaktadır. Akülü matkabın avantajlarını şu şekilde sıralayabiliriz: Elektriğe ihtiyaç duymazsınız: Akülü matkaplar elektrik olmadan çalışmaktadır. Dolayısıyla elektrik erişiminin olmadığı ortamlarda kesintisiz çalışabilme imkanı sunmaktadır.Elektrik kesintisinin yaşandığı anlarda dahi kesintisiz çalışabilirsiniz. Kablo derdiyle uğraşmazsınız: Akülü matkaplar, enerjilerini mevcut akülerinden almaktadır ve kabloları bulunmamaktadır. Bu sayede rahat ve pratik şekilde kullanılabilmektedir. Kablonun karmaşıklığı ile uğraşmak zorunda kalmazsınız. Kullanımı son derece kolaydır: Akülü matkaplar son derece hafiftir. Kolay taşınabilir olması ile dikkat çeken bu aletler, ergonomik tasarımlara sahip olduğundan kullanıcıyı yormamaktadır.  Çok yönlüdür: Akülü matkapların birden fazla ucu bulunmaktadır. Bu uçlar sayesinde farklı yapıya sahip zeminler üzerinde vidalama ve delme gibi işlemler yapılabilmektedir. Özellikle tadilat ve inşa süreçlerinde kolaylıkla kullanılabilen akülü matkaplar, her ev için de gereklidir. Performanstan ödün vermez: Akülü matkap çeşitlerinin farklı güç performanslarına sahip olsalar da genellikle ihtiyaçları karşılayacak şekilde üst düzey performans göstermektedir. Gelişmiş akü teknolojisinin kullanıldığı cihazlar yüksek hızda hareket eder ve böylelikle zorlu işlerin dahi üstesinden gelir. Çok az gürültü çıkarır: Akülü matkaplar vidalama veya delme gibi işlemleri gerçekleştirirken son derece az gürültü çıkarmaktadır. Bu özelliği sayesinde ev ve ofis gibi son derece az gürültü çıkarılması gereken ortamlarda da kullanılabilmektedir. Matkapların aküleri, son teknolojinin ürünleridir. Akü ile entegre edilen motorlar ise daha az bakım gerektirmedir. Hızlı şekilde şarj olan bu aletler, uzun süreli kullanım için uygundur.
Tumblr media
Akülü Matkabın Avantajları Nelerdir
Akülü Matkap Hangi İşler İçin Kullanılabilir?
Akülü matkaplar ev ve iş hayatınızda ihtiyaç duyacağınız aletlerdendir. Tadilat ve inşa sürecinin birçok basamağında akülü matkaplar kullanılmaktadır. Akülü matkapların kullanım alanlarını şu şekilde sıralayabiliriz: Vidalama: Raf, dolap ve mobilya gibi ürünlerin montajı esnasında vidalama işlemini gerçekleştirmek için kullanılmaktadır. Ayrıca alçıpan kullanılarak ortaya çıkarılan dekorasyonlarda da akülü matkaplara önemli görev düşmektedir. Delme: Akülü matkap kullanılarak seramik, ahşap, plastik, beton ve metal gibi birçok farklı malzeme türü üzerine delme işlemi yapılabilmektedir. Montaj ve tamirat: Akülü matkap araç tamiri, bahçe işleri, aksesuar montajı veya kapı menteşelerinin yenilenmesi gibi montaj ve tamirat işlemlerinde kullanılmaktadır. Kaliteli akülü matkaplar sayesinde montaj ve tadilat işlerinizin üstesinden başarıyla gelebilirsiniz. Çok yönlü bir alet olduğundan hemen hemen her montaj ve tadilat işinizde en güvendiğiniz yardımcınız olmaktadır.
Tumblr media
Akülü Matkap Hangi İşler İçin Kullanılabilir
Akülü Matkaplar Güçlü Müdür?
Elektrik enerjisinin aküye kıyasla daha güçlü olduğuna dair genel bir kanı bulunmaktadır. Ancak akülü matkaplar, batarya ve motor sistemlerinin son teknolojisinden yararlanarak üretilmektedir. Montaj ve tadilat için yeterli güce sahip olan akülü matkaplar, batarya teknolojisinin geldiği nokta sayesinde daha uzun süre kullanılabilmekte ve daha hızlı şarj edilebilmektedir. Yüksek tork gücü ve yüksek devir hızı gibi özellikleri ile zorlu işlerin üstesinden gelmektedir. 
Akülü Matkaplar Ne Kadar Sürede Full Şarj Olur?
Akülü matkapların şarj süresi, bataryanın kapasitesine ve şarj cihazının özelliklerine bağlı olarak değişmektedir. Ortalama şarj süresi 1-2 saattir. Daha büyük kapasiteye sahip akülü matkapların şarj süreleri daha uzun olabilmektedir. 
Akülü Matkap Nereden Satın Alınır? 
Montaj ve tadilat gibi alanlarda en büyük yardımcılarınızdan biri olan matkabın farklı çeşitleri bulunmaktadır. Avantaj ve kolaylıklardan tam anlamıyla yararlanabilmeniz için kaliteli akülü matkap satın almanız gerekmektedir.  Yalıtım ürünlerinden yapı malzemelerine, hırdavat ürünlerinden dekorasyon ürünlerine kadar uzanan geniş bir yelpazede hizmet veren Nalport, akülü el aletleri için de bir numaralı tercihiniz olacak! En kaliteli ürünleri en uygun fiyatlarla sunan Nalport, tüm müşterilerin konforlu bir alışveriş ile buluşmasını amaçlamaktadır. Akülü matkap fiyatları hakkında bilgi sahibi olmak, en uygun fiyatlarla akülü matkap satın almak istiyorsanız www.nalport.com adresini hemen şimdi ziyaret edin! Read the full article
0 notes
baybaykus · 1 year
Text
Dilipak'ın *yazısı.. Yazı mı, ifşa mı?*
*TERS KÖŞE* :
“ *Fuhuş, uyuşturucu, marka ve lüks tutkusu* derken, bizim ‘modern muhafazakarların' geldiği nokta, dudaklarınızı uçuklatacak hale geldi.
*Su geçiren oje, abdeste mani olmayan rujlarımız var artık* .
*Helal likör, helal bira, helal şampanyalarımız var* .
*Yakında helal etiketli rakı da* çıkar.
Hani biz başkalarına benzemeyecektik?
Siyasilerimiz, bürokrasimiz, ahlak zafiyeti içinde.
Bebeğin cinsiyetini tahmin partisi diye bir parti duydunuz mu siz?
After umre party var.
Eskiden hac ve umreden dönenlerin evinde tebrik ziyaretleri olurdu, tebriğe gelenlere tesbih ve seccade hediye edilirdi, ama bu işin bir adabı olurdu.
*Rock müzik eşliğinde zikir party'si* bile var artık.
Yatlarda happy birthday party gibi rezaletler de yok değil.
Hepsi tesettürlü tabii!
*Ramazan iftarını party'e* dönüştürenler var, şatafat, müzik, kadınlı erkekli rengarenk giysiler içinde semazenlerle başlıyor.
Baby shower party çıkmış.
Bekarlığa veda partisi adı altında fuhuşa özendirenler bile var.
*Tesettürlü ama, lüks, israf, ne istersen var* .
Artık bu işler için ajanslar var, altın kaplamalı pasta sunumlarına kadar, Körfez ülkelerindeki rezillikleri aratmayacak her şey var.
*Haram para cüzdanda durduğu gibi durmuyor* .
Bu işlerin içinde siyasilerin, bürokratların yakınları var.
Bunlar biliniyor.
*Yat partilerinde konken* oynayan tesettürlü hanımlar var.
*Başörtüsü başörtüsü olmaktan çıktı, aksesuara dönüştü* .
*Namazı spora* ,
*orucu diyete* dönüştürürlerse, şaşmayın.
Hac da turizm olur.
Zaten adı şimdiden belli, *hac ve umre turizmi* .
*Kurban da kebap bayramı olunca* , bu iş tamam.
*Sakal bırak, başörtüsü tak, sonra onlar ne yapıyorsa aynısını yap.*
Seremoni, ritual, ikonalar, hepsi aynı.
Gay dergahlarına az kaldı.
*Aşağılık kompleksi bizi mahvediyor* .
Sadece makam sahiplerinin değil, *her* *seviyenin ayağı kayıyor.*
Yakında piercingli, tattolu imamlar görürsünüz.
Kimileri Lale Devri *sosyetesinin yaptıklarını* Osmanlı zannediyor, kimileri mevlidleri bile party'lere dönüştürüyor.
Artık *ilahiyatlarda* bile *namaz kılanlar yüzde 50* .
İnandığımız gibi yaşamayınca, *yaşadığımız gibi inanmaya başladık* .
Bunun sorumlusu kim?”
Kırk günlük bebeğe tek taş yüzük takan tesettür sosyetesi var.
Ascot yarışlarındaki düşeslere baroneslere özeniyorlar, türbanın üstüne tüylü şapka takarak, Lale Devri saraylarında, şatafatlı sofralarla mevlit yapıyorlar.
Mutaassıp yaşam biçiminden, gösteriş tüketimine sürüklendiler.
Mahremiyet duygusunun yerini, abartılı görgüsüzlük aldı, para döküp saçarak varolmaya çalışıyorlar, bedevi kültürüyle yarışıyorlar.
Maneviyattan maddiyata öylesine hızlı geçtiler, dünyevi zevklere kendilerini öylesine kaptırdılar ki, kulaklarından altınlar pırlantalar fışkırdığını herkese seyrettirmek istiyorlar.
Nasıl bir açlıksa artık, helal etiketli şampanyalar satılıyor.
Alkolsüz mojito var.
Sodalı limonata derse, havalı durmuyor, illa mojito diyecek.
Alkolsüz bellini var.
Alkolsüz aperol var.
Chia tohumu eşliğinde ejder meyveli smoothie'lerin kaçınılmaz yansımasıdır bu…
*Demirhindi şerbetiyle iktidara geldiler, mojitoya dönüştüler* .
“İslami eğlence” adı altında “helal organizasyon” yapan şirketlerin sayısında patlama yaşanıyor.
Beş yıldızlı otellerde tahtırevanla düğün yapan var.
Salona tavandan sarkıtılan gondola binerek giren var.
İlahi ekipleri var, helal müzik yapıyorlar, “düğün gecenizi helal çerçevesinde şenlendiriyoruz” diye reklam veriyorlar.
Sunucusuyla beraber semazen ekipleri var.
*Helal suşili düğün* yemekleri, Osmanlı köşklerindeki varaklı dekorlarda, Swarovski kristalleriyle süslü padişah koltuklarında, altın kaplamalı pastalarla bitiyor, cümle alem görsün diye, *videolarını* internette yayınlıyorlar.
*Dini düğün palyaçosu var kardeşim!*
İslami animatör var.
Helal selülit kremiyle İslami esaslara uygun masaj salonu var.
Taylandlı masözlere türban taktırıyorsun, İslami esaslara uygun olmuş oluyor!
Bu *çürüme sürecinde* , tee Singapurlardaki casinolarda rulet masasında yakalanan bakan çocuğunu görmüştük… En son, Akp *genel merkezinde çalışan, lise mezunu ve henüz 27 yaşında* olmasına rağmen, lüks otomobil koleksiyonu olan, kumar fişleriyle, revü kızlarıyla, elinde kadehle jakuzide poz veren, Çankaya'da lüks sitede oturan, rabia tweetleri atan arkadaşı kokain çekerken gördük.
17/25 Aralık lağımı patladığında, inanın, ne yakalandılar diye sevinmiştim, ne de öfkelenmiştim, hissettiğim sadece üzüntüydü.
Ait olduğum milletin başına gelenlere, koskoca *Türkiye'nin düşürüldüğü hale,* demokrasimize, gerçekten çok üzülmüştüm.
*Rabiacı arkadaşı kokain çekerken* gördüğümde de, inanın, aynı duyguları hissettim.
“ *Allah ile aldatma* ” ikliminin, *Türkiyemizi* ne hale getirdiğini gördüğüm için, gerçekten çok üzgünüm.
Ama…
Mütedeyyin (!) iktidardan medet uman sayın ahalimiz bir defa daha layığını bulduğu için, doğrusu
Abdurrahman Dilipak
0 notes
infinityvenom · 1 year
Text
Zidal’de karşılaşma
Zidal şehrine henüz gelmişti Ghin. Limandan şehir merkezine geçene kadar etrafında koşuşturan küçük sokak çocukları yüzünden şimdiden gürültülü ve kalabalık bulmuştu şehri. Etrafa çok fazla dalmadan, sanki yolu biliyormuş gibi yürüyordu; yavaş ama sağlam adımlarla. İçki içip karnını doyurabileceği bir taverna arıyordu ve yeni ayak bastığı her şehirde tavernanın yerini eliyle koymuş gibi bulmayı başarırdı. Birkaç çocuk etrafında dönerek koşmaya, kollarını iki yana açarak epeyce gürültülü kuş sesleri çıkarmaya başladılar. Bu Ghini daha da rahatsız etmişti ki aniden durdu ve içlerinden birini kolundan tutup "Çocuk!" dedi. Ateş kırmızısı saçları kirden ve tozdan keçe gibi olmuş, gözlerinin yeşili güzel bir tonda olsa da beyazı iyice sararmış sağlıksız olduğu kokusundan bile anlaşılan bir çocuktu bu. Burnundan üst dudağına doğru akan sümüğünü yalarken "yabancı" dedi çocuk. "Bana tavernanın yerini söylersen sana para veririm" dedi Ghin. Çocuk gözlerini Ghinin upuzun örgülü saçından ayırmadan sol elinin işaret parmağıyla sokağın hemen köşesindeki küçük, tahta çatılı dükkanı işaret etti. Ghin elini cebine attı, kesesini çıkardı ve kesesinden aldığı gümüş sikkeyi çocuğun açık halde bekleyen avcuna koydu. Çocuk şaşırmış ama sevinmişti. Hiçbir şey söylemeden, korkudan birkaç metre geriye sinmiş bekleyen arkadaşlarının yanına koştu. Garip bağrışma sesleri eşliğinde zıplamaya, oynamaya başladılar. Ghin, yaklaşık bir dakika boyunca çocukları izledikten sonra geriye dönüp tavernaya baktı. "Umarım içkileri yeterince acıdır" diye geçirdi içinden. Her zamanki yavaş adımlarıyla tavernanın kapısını açtı. İçerdeki hava tütün dumanı ve ter kokusundan oldukça bunaltıcıydı. Eski püskü birkaç masa, etraflarında ucuz tahta sandalye ve iskemleler, barın arkasında yaşlı şişman bir adam ve içkilerle yemekleri servis eden ; sarışın, biraz şişman ancak oldukça güzel gülümseyen genç bir kadın. Ghin salona hızlıca göz gezdirdikten sonra arkalarda, kimsenin oturmadığı, mekanı tamamen gören ancak dikkatli bakılmadıkça fark edilmeyen bir yer gördü. Karşılıklı iki iskemle ortasında diğer masalardan daha küçük bir masaya yaklaştı. Bundan başka boş masa yoktu. Önce sırtındaki küçük, her tarafı yamalı oldukça paspal bir görünüşe sahip çantasını çıkarıp yere bıraktı. Ardından sağ omzundan sol kalçasına kadar uzanan, oldukça heybetli, kabzası gümüş yılanlarla işlenmiş kılıcını kınıyla birlikte sırtından aldı ve otururken sırtını yaslayacağı duvara; yanında duracak biçimde yasladı. Salondaki birkaç meraklı göz kılıcın heybetinden gözünü alamasa da Ghinin soğuk ve sağlam ifadesi herkese kendi işlerine bakmaları gerektiğini hatırlattı. Ghin karşısında boşta duran sandalyenin konumunu ayarladıktan sonra bir ayağını üzerine uzattı. O esnada göz göze geldiği barın arkasındaki adama eliyle "bir" işareti yaptı. Adam hiç oralı olmadıysa da genç servis elemanı Ghinin masasına yaklaştı ve oldukça samimi hatta biraz da cilveli bir ifadeyle "ne istersin yakışıklı" diye sordu. Ghin, "içki" dedi donuk bir ifadeyle. Kadının cilveli tavrı aniden kayboldu ve "hangisinden" dedi, bara dönerek. Ghin "fark etmez" anlamına gelecek bir hareket yaptı. Kadın daha da bozulmuştı ama belli etmemek için " bira o halde" dedi. "Olur" der gibi başını bir kez eğdi Ghin . "Bir de yiyecek istiyorum" dedi , "eğer varsa etli börek" . Kadın, Ghine etli börek satmadıklarını ancak hindilerinin oldukça sevildiğini söyledi. Ghin kabul etti ve kadın, mutfak olduğu belli olan bir yere gitti. Ghin, iç cebinden çıkardığı, küçük bir parça tahtadan kabaca yontularak yapılmış ayı heykelciğine baktı. Üzerindeki ufak detayları yakından inceledi. Babasını son gördüğü günden beri günde birkaç kez bu heykelciği inceler ve babasının hatırasını yâd ederdi. Bu halde biraz oyalandıktan sonra sonunda kadın bir elinde çamur rengi bira diğer elinde kızarmış hindi budu ve biraz sebze bulunan tabak ile masaya yaklaştı. Suratında yine o yapmacık gülümse ile "afiyet olsun" dedi ve gitti. Ghin birasından koca bir yudum aldı. Birayı beğendi çünkü tadı acı ve paslıydı. Büyük bir yudum daha içtikten sonra yemeğine başladı. Salon oldukça gürültülüydü. Ama Ghin her geçen gün bu ortamlara alışıyor, alıştıkça da kendi köyünün sakinliğini, huzur bulduğu dere şırıltısını aramaz oluyordu. Tüm bu kaosun içinde Ghinin gözü kapıya takıldı. Kapıyı açan adam komik bir şapka takmış, üzerinde füme bir cübbe olan ve kadınlar için bile abartılı kaçacak topuklu çizmeler giymişti. Yürürken çıkardığı takırtı salonda herkesin dönüp ona bakamasına, tuhaf görüntüsü ise bakanların hemen başını başka yöne çevirmesine sebep oluyordu. Ghin de aynını yaptı ve yemeğine odaklandı. Tuhaf adam çizmesiyle çıkardığı sesten gurur duyarmışçasına yavaş ve mağrur bir yürüyüşle Ghinin masasına geldi.  Başını kaldırıp da adama bakan Ghin "ne var" diye çıkıştı. "Oturabilir miyim" dedi adam. Yüzünde haz duyan bir adamın gülümsemesi vardı. "Başka yer mi yok!" Diye adamı tersledi Ghin. Ancak kısa bir taramayla fark etti ki gerçekten yer yoktu. "Seni temin ederim ki rahatsızlık vermem, genç adam." Dedi ve Ghinin ayağını artık dayamıyor olduğu yamuk duran sandalyeyi geriye doğru çekti. Suratında ki iğrenç ifade bir dalkavuk olduğunu ele veriyordu ve gözlerindeki karşısında duran adama eziyet çektirdiğinden memnun bir işkenceciye yakışacak parıltı, Ghinin ondan hemen nefret etmesine yetmişti. Arkasına dönerek garson arayışına girişti ve en sonunda başardı. Kadının tam olarak yaklaşmasına izin vermeden Ghinin içkisini gösterdi ve işaret parmağıyla bir tane de kendisinin istediğini belirtti. Ghinin olmasından korktuğu gibi konuşmaya başladı: "neredeyse kendi boyun kadar bir kılıcın var ve onu yanında, davranmaya hazır tutuyorsun. Saçların eski Rokkun yerlileri gibi uzun ve örgülü. Gözlerin de tıpkı güney dağlarının halkları gibi. Masmavi bir alev gibi parıldayan bu gözler, belli ki çok ölüme şahit olmuş." Bu iddialı ve cesur sözler Ghinin ilgisini çekmişti çünkü tuhaf adamın söyledikleri doğruydu. Ghin güney dağlarındaki bir kasabadan geliyordu ve babası onu kendisi gibi bir Rokkun olarak yetiştirmişti. Adam konuşmaya devam etti: "oturuşundan ve ara ara etrafı kontrol edişinden anlıyorum ki yalnızsın. Bu da bir dosta ihtiyacın olduğu anlamına gelir." Ghin araya girdi: "Bir rokkunun tek arkadaşı kılıcıdır. " Adam kısa ve sessiz bir kahakaha attı. " Doğru dedin delikanlı. Şimdi son bir tahminde bulunmama izin ver. Sen bir ödül avcısı olmalısın. Ancak derdin asla para olmamış, doğru mu?" Bu adamdan her saniye daha da nefret ediyordu Ghin. Ama adam haklıydı. Ghin parayı umursamazdı. "Tek istediğin şey macera bence. Daha zor durumlardan sağ çıkmak, önünde sonunda görevini tamamlamak ve sonra uzaklara gidip yeni maceralar aramak sana paradan daha önemli geliyor, değil mi?" Ghin sabırsızca söze başladı: "Anladık, yabancı, gördüklerini okuyabiliyorsun. Ama benden ne istediğini anlamadım" adam konuşmak üzereydi ki Ghin beklemeden devam etti "sanma ki bu çok umurumda. Çünkü her ne istiyor olursan ol, ilgilenmiyorum." Adam hayal kırıklığına uğramış olsa da pek belli etmeden devam etti: "Maceraya aç bir delikanlıya göre biraz çabuk kestirip attın. Sana hayatın boyunca bir kez elde edebileceğin bir şans vermek istiyorum. Öyle ki, bu macerayı anlattığında çoğu insan sana inanmayacak bile." Adam sonunda Ghinin ilgisini çekmeyi başarmıştı ancak görebildiği tek heyecan belirtisi hafifçe kalkan bir kaş hareketi olmuştu. Yine de konuşmayı sürdürdü: "pek çoklarının rüyalarını süsleyen bir dizi seyahate çıkmak üzereyim. Ancak bana yoldaşlar lazım. Mesela güçlü, tecrübeli ve gözü pek bir savaşçı. Mümkünse genç ve hevesli olması da lazım. Sen bununla çok ilgilenmesen de karşılığında iyi para veririm. Tabi şanslıysak ve ikimiz de sağ kalıp dönebilirsek." Bu son detay Ghinin yüreğini hoplatmaya ve adamın teklifini merak etmesini sağlamaya yetmişti. Elindeki biranın kalanını bir dikişte içti ve adamın gözlerinin içine bakarak "Benim ismim Ghin, yabancı. Yalancı ve şarlatanlardan daha çok nefret ettiğim bir şey varsa o da masallardır. Ben efsanelere de vaatlere de inanmam. Bir antlaşma yaparız ve ona uyarız. Şimdi söylediklerinde ciddiysen, bana bir içki ısmarla ki konuşalım." Adamın gülüşü daha da çirkinleşti ve Ghine elini uzatarak "Benim adım Ejad Drahen." Dedi....
1 note · View note