Tumgik
#gece kadar özgür
ay-da-benim-gece-de · 16 hours
Text
Keşke nedir Olric?
Hatalarımız efendimiz.
Çok mu hata yaptık?
Keşke diyecek kadar efendimiz.
5 notes · View notes
sadmissaloneflower · 2 months
Text
"Ey Sevgili! Bir geceliğine değiş tokuş etseydik yüreklerimizi, taşıyabilir miydin acaba, bendeki Sen'i."
Şems-i Tebrîzî
14 notes · View notes
ysfogzdgrz51 · 4 months
Text
Ellerim, her sabah aynı turuncu güneşli güne uyanırken az kıpırdanma telaşında, ani bir yağmurla vurulan kurşunlardan habersiz. Yağmurun ıslattığı kurşunlar çalışmaz. Her kurşun bekler geceyi, her gece kayıptır biraz. Şimdiye kadar ellerime yüklenen tüm ağrıları aldım, kabullendim. Şimdi ağırlıyorum, daha sonra son ilmeğin içinden geçirip bırakacağım gökyüzüne. Ellerim habersiz kalacak parmaklarımdan. Parmaklarım kalemden, kalem kâğıttan habersiz. Herkes bağımlı olduğu bir diğer parçasından ayrılacak bu ölümlü günle.
Öldükten sonra, artık ölümsüz olacak cümlelerimiz.
Eğer ölmezsek affedilmeyeceğiz!
Biz; ancak asılırsak
O zaman özgür kalır cümlelerimiz!.
Tumblr media
64 notes · View notes
birguzelllincirkini · 1 month
Text
Hatay'a taşındığımızda Arap-Alevisi bir beldede 13 sene boyunca yaşadım.
Babamlar,dedemler ile küs olduğundan yaz tatillerinde uzun zaman memleketede göndermediler yaklaşık 10 sene falan.
Neyse yani artık Arapça bile konuşur olduk :)
Annem ve Babam Kürtçeyi unutmayalım diye evde ne kadar Kürtçe konuşmaya özen gösterselerde bir yere kadar oda.
Son iki kardeşim tek kelime bilmeden büyüdüler biz ise komik dejenere akıcı olmayan bir Kürtçe talim ettik.
Bu zaman zarfında hiç bir şekilde bu kasabada hiç bir ayırımcılık ile karşılaşmadık.
Derken lise için İskenderuna taşındık okuduğum lisede Arap,Kürt,Türk,Ortodoks Hristiyan,Italyan katoliklerin ve Ermenilerin,Yahudilerin olduğu kozmopolit bir liseydi.
Fakat ilk defa it perestler ile burada karşılaştım.
Okul tuvaletinde Kürt olduğumu bilmeden edilen küfür yüzünden birine fena daldım.
Derken ertesi ders abartisiz söylüyorum kırk kişinden dayak yedim.
Ilk Ülkücüler ile karşilaşmam böyle oldu.
Derken kavga gürültüm bitmedi bunlarlar.
Babam baktı bıçak ile tespih ile okula gidiyorum.
Okuldan aldı Kürtlerin yoğun olduğu bir okula kaydımı yaptirdi.
Her çiçek kendi ikliminde güzeldir dedikleri bu olsa gerek drej lakabi ile okulda abî olduk.Sevildik yani..
HADEP'e gidiyoruz Yurtsever Gençlik dergisi okuyoruz,Özgür Ülke dergisine aboneyiz,Yurt sever liseli öğrenci birliğini kurmuşsuz.
İlk siyasi eylemim okulda boykutu organize etmekti.
Abartisiz söylüyorum 1997 Newrozunda 600 kişilik lisede 100 civarinda it perest dısında kimse yoktu.
1997 Newrozunun afiş işi bize kitlendi :)
Partiden elimiz 3 kova yapistirici bir o kadar da afiş verdiler.
Çılginlar gibi her yere asıyoruz..
3 saate bir partiye gidip yeni afişler alıyoruz
Partidekiler gençler ciddi ciddi yapistiriyorsunuz atmıyorsunuz dimi diyorlardi.
O gece sabah 4 kadar her yer istisnasız afişle donattık.
Esen Tepe diye ülkücülerin yoğun olduğu mahalleye özel ilgi göstermiştik.
Ülkü ocağının bütün duvarlarına basmıştık afişleri ahaha hala aklıma geldikçe gülüyorum.
Sırf kutlamalara katıldı diye istisnasız Newroz gecesi yüzlerce ev basılmış günlerce nezaretlerde insan dövülmüş bir kaç gün sonra bırakılmışlardı.
Bazen diyorum ya biz bu şirketten bir günde nefret etmedik be kardeşim.
Şimdi ki çoşkulu kutlamaları görünce bu çoskuda emeği olan 90'lı yılların acımasız devlet şiddetine gögüs geren tüm Kurdleri minnet ve saygı ile anasım gelıyor.
Bu çoşku bu ruh sizin eseriniz.
20 notes · View notes
murat-o41 · 9 months
Text
Otelde İki Almana Karımı Siktirdim! (Rasim 43 Y., Antalya)
Merhaba seks hikayesi tutkunları. O yaz Antalya'da bir otelin barında sezonluk iş bulmuştum ve lojman da verdikleri için karımı da götürebilecektim. İlerleyen günlerde otele alıştık ve karımla hem tatil yapıyor, hem de para kazanıyorduk. Günlerden bir gün çalıştığım barda son iki Alman müşteriyle oturuyorduk. Müşteri kalmadığı için, ben de son iki müşteriye içkilerinde eşlik ediyordum. Kafalarımız alkolün etkisiyle iyi idi. Müşteriler uzun süre otelde kaldıkları için tanıdık insanlardı. O akşam geç olmasına karşın, karım da barda benimle birlikteydi.
Karım 40 yaşında, fiziği düzgün bir bayandır ve uzun yıllar Almaya'da kaldığımızdan dolayı Almancası da iyidir. Sohbete o da katıldığı için, barda neşeli bir konuşma geçiyordu. Karım adamlara eşlerinin nerede olduğunu sordu. Adamlar eşlerinin ayrı eğlendiğini ve tatillerde birbirlerine pek karışmadıklarını, Diskoda kendi başlarına eğlendiklerini anlattılar. Bunlar da o akşam iki kafadar içki içmeye ve iki kafadar olarak eğlenmeye karar verdiklerini belirttiler. Karım da normalde pek içmezdi, ama o akşam sınırlarını biraz aşmıştı. Alkolün etkisiyle her zamankinden daha cesaretli, özel konuları konuşmaya başladı. Karım onlara, Türkiye'de böyle bir davranışın pek kabul görmediğini, hatta böylesi durumlarda cinayet bile işlendiğini anlatıyordu. Ancak evli bile olunsa, arada bir karı kocanın ayrı takılabilmesinin normal olması gerektiğini onaylıyordu. Almanlar hayret içinde, "Demek böyle düşünen Türkler de var!" diye şaşırıyorlardı. Karım da bana bakarak düşüncesini onaylamamı bekliyordu. Ben de kafa sallayarak onay veriyordum. Stefan isimli olanı lafı sekse getirerek, sekste de böyle özgür düşünceli Türklerin olup olmadığını soruyordu. Ben de, "Olabilir, ama çok fazla yoktur!" diye yanıtladım.
Karım tuvalete gidince, Stefan birden bana, "Madem bu kadar medenisin, karın seni başka biriyle aldatsaydı ne düşünürdün?" diye sordu. Ben de, önceden bilmek kaydıyla, bu kararın karıma ait olduğunu, onu mutlu edecekse kısıtlamayacağımı belirttim. Onlar da kendi karılarının şu anda muhtemelen yakışıklı Türk gençleriyle çılgınca sikiştiklerini ve bu gece kendilerine pek hayrı olmayacaklarını söylediler. Michael ise, oysa bu güzel geceyi sikişerek kapatmanın ne kadar iyi olacağını söylüyordu. Bana, "Türklerin ve Almanların seks hayatı aynı mıdır, senin karın seks sırasında nelerden hoşlanır? Bizimkilerin hep hayali değişik yarakların tadına bakmak ve uzun sikişler yapmak!" dedi. Ben de, bizlerin de uzun sikişleri sevdiğimizi ve kadın erkek bizim de fantazilerimizin olduğunu söyledim. Benim karımın da diğer kadınlar gibi iki ya da üç erkekle aynı anda sikilmeyi hayal ettiğini söyledim. Stefan bana, "Eğer kızmazsan sana bir şey söylemek istiyoruz, karın çok çekici bir kadın ve ikimiz de onunla birliklte olmak istiyoruz. Tabii sen de kabul edersen!" dedi. Aslında lafın sekse dönmesinden böyle bir teklifin geleceğini hissetmiştim ve onlara, karım kabul eder ve isterse benim de onaylayacağımı söyledim. Nasıl bir duyguydu bu, bir yandan kıskançlık, bir yandan da heyecan duyuyordum, ya karım kabul ederse diye.
O arada karım tuvaletten geliyordu. Bara yaklaştığında makyajını tazelediğini ve üzerine o çok çekici parfümü sıktığını anladım. Anlaşılan o da böyle bir teklife hazırlamıştı kendisini. Bara geldi ve "Neler yaptınız ben yokken?" dedi. Ben de, "Senin dedikodunu yapıyorduk ve onlar da sana sahip olduğum için çok şanslı olduğumu anlatıyorlardı!" dedim. "Ohhh, bakıyorum iyi kaynatmışsınız!" diyerek Stefan'a döndü ve kendisiyle ilgili neler konuştuğumuzu sordu. Stefan karıma, Türklerin seks hayatından ve özellikle kendisinin ne kadar çekici olduğundan bahsetti. Ardından Michael ikisinin de kendisiyle birlikte olmak istediklerini ve benim kararı kendisine bıraktığımı ekledi. Karım olayların çok çabuk geliştiğini, kendisinin de onlardan hoşlandığını ve bana bakarak, etik olarak böyle bir teklifi kabul edemeyeceğini söyledi. Onlar da, elbette zorla bir şeyin olmayacağını, bunun karşılıklı istekler ile gerçekleşebileceğini söylediler. Stefan kendilerinin yabancı olduğunu ve belki de bir daha hiç karşılaşmayacağımızı söyleyerek, fırsatın değerlendirilmesi gerektiğini söyleyerek, ikna turlarına başlamıştı.
Ben de bu arada onları incelerken, ne kadar boylu poslu ve atletik olduklarını, aynı zamanda sarışın, renkli gözlü olmalarının bir kadın için çekici olduklarını düşünüyordum. Karım yine bana bakarak, "Diyelim ki kabul ettim, ama kocamın yanında bu işi yapamam!" dedi. Michael hemen, "Sen işi bize bırak, senin aktif katılımın gerekmiyor. Biz seni en iyi şekilde hallderiz, sen istersen gözlerini kaparsın!" dedi. Karım bana bakıyor, ama bir şey söylemiyordu. Ben de ona, "Fantazini gerçekleştirme şansını kaçırma, zaten yabancılar, kime ne anlatacaklar ki?" diyerek Almanları destekledim. Ama ben mi söylüyordum bunları, nasıl ağzımdan çıkmıştı, kendime hayret ediyordum. Karım, "Sonra kıskanmak yok ve başıma kakmak da yok ama!" dedi. Ben de kıskançlık yapacak yaşları geçtiğimizi ve bundan sonra arzularımızın peşinden gitmemizin hayata daha bağlanmamızı sağlayacağını söyledim. "Tamam o zaman, hem yakışıklı hem de atletik görünüyorlar, umarım iyi birer de sikicilerdir!" diyerek, iki Almanın arasına oturdu. O an kalbimin duracağını sandım ve ok yaydan çıkmıştı...
Karım onlara dönerek, "Gösterin bakalım marifetlerinizi, neler yapabiliyorsunuz!" diyerek Stefan'ın kucağına oturdu. O da ilk şaşkınlıkla, "Demek sen de istiyorsun!" diyerek karımın dudaklarına yapıştı. Bense sadece seyrediyordum. Michael da bu arada karımın göğüslerini okşamaya başlamıştı. Biri dudaklarından öpüyor, diğeri göğüslerini ve bacaklarını okşuyordu. Hemen müdahale ettim ve birinin görebileceğini ve bunun bizi çok durumda bırakabileceğini söyleyerek, "Hadi lojmana gidelim!" diye ekledim. Çabucak barı kapattım ve yola koyulduk. Lojmana vardığımızda üçü de kendilerini içeriye zor attılar ve karımı ortalarına alarak yiyişmeye başladılar. Yatağa vardıklarında, karım ortalarında, bir eliyle hem göğüslerini okşuyor, arada bir pantolonun üstünden amını okşuyordu. Yavaş yavaş karımı soymaya başladılar. Üst tarafı sütyenle kalmıştı. Sütyeni de açmadan yukarı kaldırarak güzel memelerini ortaya çıkardılar ve iki yandan yalamaya başladılar...
Stefan'ın eli karımın amını avuçlamış, Michael ise ayağından pantolonunu çıkarmaya çalışıyordu. Çıkınca da külotunun üstünden kalçalarını sıkmaya başladı. Sonra kendi de tamamen soyundu. Yarağını eline alıp okşamaya başladı. Öteki ise karımın pantolondan sonra daha açığa çıkan amını külotun üstünden okşuyor ve arada parmaklarını külotun içine sokuyordu. Karım da bu arada adamın sikini okşuyor bir yandan da pantolonunun kemerini çözmeye çalışıyor ve arada inliyordu. Stefan ona yardımcı oldu ve ayağından pantolonu çıkarttı. Külotun üstünden sikinin epey iri ve kalın olduğu anlaşılıyordu. Karım daha fazla dayanamadı ve elini külottan içeri sokunca, "Ne kadar büyük!" diye şaşırdı. Stefan da gülerek, tadını alınca daha da hoşlanacağını söyleyerek, karımın külotunu sıyırdı ve amını yalamaya başladı. Bu arada sikiyle oynayan Michael biraz kaldırınca, hatırı sayılır irilikte bir siki olduğunu fark ettim. O da karımın ağzına veriyordu. Karım, "Bu da büyükmüş, amım bayram edecek!" diye inledi.
Stefan diliyle adeta karımı sikiyor ve karım da hem ağzındakini yalıyor, hem de, "Sok dilini, amımı sikilmeye hazırla!" diye inliyordu. Karım ilk kez bir yarağı naz yapmadan yalıyordu. Karımla o an için göz göze geldik. Burukluk hissetsem de, o anki zevk alışı dehşetti. Amını yalayan Stefan kalkarak yarağını karımın amına dayadı. Adamın yarağı kazık gibi görünüyordu. Karıma, "Hazır mısın? Benimki dayanamıyor ve amının tadına bakmak istiyor!" dedi. Karım ağzında ötekinin yarağı olduğu için sadece kafasını sallayabildi. Şimdi Stefan hafifçe bastırıyor, sikine karımın amında yol açmaya çalışıyordu. Sonra karımın kasıldığını ve hafif bir çığlık attığını duydum. Artık Stefan'ın siki amının içindeydi, ama tamamını sokmamıştı. Bir süre bekledi ve yeniden yüklenerek tamamını karımın amına gömdü. Karım, "Ohhh! Ne yarakmış, sanki amımın dibini buldu!" deyip, kalçalarını oynatarak Stefan'ın sikini amının dudaklarına yaslayarak, yarağın tek milimini bile dışarıda bırakmadı...
Stefan girip çıkmaya başladığında karımın amı görülmeye değerdi. Kocaman bir ağız gibi açılmış ve dudakları kabarmıştı. Stefan'ın siki girip çıktıkça karımın amının sularından parlıyor ve kafasını çıkardıkça sular amından götüne doğru akıyordu. Karımın amı da Stefan'ın sikine uyum sağlamış, zorlanmadan sikin tamamını alıyordu. Stefan daha iyi girebilmek için karımın bacaklarını omzuna aldı ve hızlı hızlı sikmeye devam etti. Bir ara ikisi de kasılarak boşaldılar...
Sıra Michael'deydi ve sikini karımın ağzından çıkararak, karımın domalmasını istedi. Karım ona doğru domalarak, amını havaya dikti. Michael'de karımın kalçasını havaya kaldırarak iki eliyle götünü araladı. Yarağını yeni sikilmiş ve genişlemiş amın üstünde gezdirdikten sonra, karımın amına sokmadı, am siki kendiliğinden içine aldı. Karımın inlemeleri içinde sikmeye ve gidip gelmeye başladı. Çok geçmeden de boşaldı. Karıma, "Kusura bakma fazla dayanamadım ve çabuk geldim, ama ikincisinde doya doya sikeceğim amını!" dedi. Karım amının her yanından taşan dölleri sildi. O ara karım susadığını ve bir şeyler içmek isteyince biraz ara verdiler...
Stefan karıma götten sikmek istediğini söyledi. Karım olmayacağını, çünkü hiç denemediğini söyledi. Stefan korkacak bir şey olmadığını, onu çok güzel hazırlayacağını ve götten sikilmenin tadını alınca bırakamayacağını söyleyerek ikna etti ve tekrar dudaklarından öpmeye başladı. Karımla çok ateşli sevişiyor, her ateşli öpüşü beni de azdırıyordu. Sonra karımı ayağa kaldırıp ters çevirdi. Karım Stefan'ın önünde eğilerek bacaklarını ayırdı. Stefan karımın göt deliğini yalamaya, parmağını götüne sokmaya başladı. Karım götten ilk kez sikileceği için biraz titriyordu. Stefan yarağını sokacağını ve karımın sakin olmasını söyledi. Yarağını yavaşça göt deliğine dayayarak, hafifçe iteklemeye başladı, ama bir türlü girmiyordu. Kar��m istemediğini söylüyor, ama o durmuyordu. Sonra ben durumlarına acıyarak, içeriden krem çıkarıp Stefan'a verdim...
Karım Stefan'ın yarağını ve kendi götünü kremlemesini beklerken, tekrar Michael'in sikini ağzına aldı. İyice kremlenen karımın götüne bu sefer Stefan zorlanmadan girdi, ama karım bağırıyordu, "Çıkart!" diye. O ise hareket etmeden içinde bekliyordu. Biraz bekledikten sonra sokup çıkarmaya başladı. Artık karım bağırmıyor, götten sikilmenin tadıyla inliyor, Stefan ise zevkle karımın götünü sikiyordu. Stefan karımın göt deliğinin ne kadar dar ve ne kadar güzel olduğunu mırıldanarak gidip geliyordu...
Şimdi Michael'de uzanmış ve karımı üstüne çekmişti. Karımın amı tam sikinin hizasındaydı. Stefan'a, "Sen çık, ben amına gireyim, sonra tekrar göte girersin!" dedi. Bunu duyan karım iki tane iri sikle tost olamayacağını ve istemediğini söylüyor, ama onu kimse dinlemiyordu. Michael karımın amına bir hamlede girdi ve arkadan Stefan karımın beline hafifçe bastırarak göt deliğinin yukarı çıkmasını sağladı ve sikinin başını karımın götüne yasladı. Bu arada Michael gidip gelmeyi bıraktı ve siki karımın amındayken bekledi. Stephan dizlerinin üstünde sikini bastırarak çıktığı yere yeniden girdi. Ve karımın bağırtıları, inlemeleri eşliğinde, bir birisi sokuyor, bir öteki sokuyor, amını götünü sikiyorlardı...
Karım aynı anda hem götüne hem amına giren yarraklara alışınca, "Aaahhh, deliklerim parçalandı, amımı götümü bitirdiniz! Hadi sikmeye devam edin! Kocacığım sen orada garip kaldın, getir bari yarağını ağzıma ver!" dedi. Ben de hemen yerimi aldım, karımın ağzına verdim. "İyi ki başka deliğim yok!" diyen karım, ikisinin arasında çığlıklar atarak şiddetli bir şekilde orgazm oldu. Ama adamlar halen sikmeye devam ediyorlardı. Sonra onlar da boşalarak, amından ve götünden çıktılar ve karımın yanına uzandılar...
Karım bana, "Beni sike sike bitirdiler, bu zevki sana anlatamam, teşekkür ederim kocacığım!" dedi. Adamlar, ortalarında çırılçıplak yatan karıma dayanamayıp, tekrar her yerini yalamaya başladılar. Sonra ikisi birden yaraklarını karımın ağzına verdiler ve karım biraz yalamadan sonra yarakları tekrar kaldırdı. Stefan koltuğa oturarak karımı üzerine çekti. Karım adamın yarağını eline alarak amına kendi elleriyle soktu. Stefan'ın yarağının karımın amına girip çıkmasını seyreden Michael, "Ben de şu götün tadına bakayım!" diyerek karımın arkasına geçti ve sikini rahat bir şekilde karımın açılmış götüne sokuverdi. Karım yine zevkin doruklarında geziyordu. Sonunda hepsi birden boşaldılar...
Karım yerinden kıpırdamadan, "Gel son noktayı da sen koy ve amıma geçir!" dedi. Ben de karımı masanın üstüne yatırarak bacaklarını omuzuma aldım ve zaten kalkmış olan yarağımı, karımın götüne soktum ve "El aleme var da, bana yok mu?" diyerek sikmeye başladım. Karım da, "Bak sana sikilmeye hazır götümü sundum, hiç uğraşmadan sikiyorsun işte!" dedi. "Evet, daha içinde de Michael'in dölleri duruyor, sanki krem vazifesi yapıyor!" diyerek, uzun olmasa da, zevkle siktim karımın götünü ve karımın götüne ben de boşalarak, geceyi bitirdik :)
[Rasim]
76 notes · View notes
yurekferahligi · 4 months
Text
geçen gece arkadaşımla mesajlaştık gece 2-3 gibiydi ve beni gerçeklerle öyle ağlattı ki lise 3’e gittim o zaman da sabah görüşeceğimizi umursamadan gece 3’e kadar konuşurduk. onun söylediklerini çok iyi bilsem de kendime bazı konularda söz geçiremiyordum, biz birbirimizin ruhlarını özgür bırakmak konusunda zaman zaman yardımcı oluyoruz ve bu durum çok mutlu ediyor beni. bide şey vardır ya hani Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez, Allah hiç ummadığın bir şey nasip eder ona çok inanıyorum. tüm yollar aşılır, hiçbir şey zor gelmez, olması gereken aslında tam o zamandır. biz istemekle yükümlüyüz. ben Allah’ın nazlı kuluyum yalnız ondan isterim ve bilirim bana yalnızca o yardım edebilir.
20 notes · View notes
egesizizmir · 6 months
Text
Ne vardı bu gecede bu kadar korkulacak, ne vardı bu kadar korkarak yataklara saklanacak, üstümüzü korunmak için sıkı sıkı örtecek?
Ben çocukluğumu geceyi merak ederek geçirdim. Çünkü gece bir özgür olma biçimiydi, biliyordum. İnsan aydınlıkta özgür olamazdı. İnsan ya gözleri kapalıyken, ya hava karanlıkken özgür olabilirdi. Bu yüzden gece dışarıda olmak hep huzur verici geldi bana.
42 notes · View notes
meeddusa · 6 months
Text
Özgür bırak bu akşam tüm acılarını tam da bu saatte , kimse yok hepsi uyuyor , ruhları senin yakınında bile değil. Korkma acılarını yansitmaktan en azından kendinle kaldığın saatlerde. Düşünme demicem çünkü sen düşünmeyi ne kadar ertelersen o kadar dibe batarsın . Tak kulaklığını en sevdiğin hüzünlü şarkıları dinle , sadece hüzünlü dinle ama ruhun sıkıştığı yerden gün yüzüne çıksın . Kapat gözlerini bırak zihnini şarkının melodisine , bu gece ruhuna izin ver . Bu yaşadıkların , hissettiklerin , içindeki seni tüketen boşluk elbet geçecek ...
25 notes · View notes
guzyazi · 7 months
Text
adnan oktar, dilan polat, müritlik
adnan oktar
Yıllar önce Nişantaşı’nda okurken oralı olan Babuna ailesinden bir şekilde haberdar olmuş ve o zamanlar gazeteci olmak isteğimden kaynaklı merakın kamçılamasıyla mı bilmiyorum bu aileyi araştırmaya başlamıştım. Eh tabii kendimi adnan oktar cemaatinin birtakım pislikleriyle karşı karşıya bulmuştum. O nedenle izlediğim “Kedicik” belgeselindeki anlatılanlar benim için hiç yeni ya da şaşırtıcı olmadı. Babunalar daha ilgi çekiciydi ve bir parça hayal kırıklığına bile uğradım. (Ayrıca ben hiçbir emniyet yetkilisinin “İçişleri Bakanı'na rağmen, ondan gizlice operasyon yaptık” diyebilmesini arkasız bir söz olarak yorumlayamıyorum. Bu cümle orta perdeden süleyman soylu itibarsızlaştırılması olarak yorumlanamaz mı ve belgeselin zamanlaması manidar değil mi?)
Neyse bence örgütle ilgili asıl şaşırılabilecekler, örgüt çökertildikten sonra Fatih Altaylı’nın yaptığı Teke Tek programında. Altaylı, örgütle gazeteci olarak yıllarca sistemli olarak uğraşmış. Bahsettiğim yayında da Fırat Develioğlu ve Ceylan Özgül konuk. Develioğlu, örgüt kurulduğu zaman iki numaralı kişi. Özgül de kediciklerden. Sonra örgütten ayrılıyorlar.  Bu yayının en ürkütücü itirafı bana göre şu olmuştu: “Kafalarına taktıkları bir genç kız eğer baştan direnç gösterirse -yani avlanamazsa- bir bakarsınız kızın karşı dairesine biri yerleşiverir, karşı apartmanında bir dükkan açılır, genç kızla iş/okul arkadaşı olunur, olmazsa annesiyle tanışılır…” Sonsuz bir B planından, kuşatmadan, sadece bir adet genç kızı elde edebilmek için müthiş bir finanstan söz ediliyor. Hala karanlık çok nokta var.
dilan polat
Ben bu kadını deprem zamanı, Taha Duymaz için mücadele ederken tanıdım. Takip etmedim, bilmem. Tek izlenimim arabik bir sonradan görme olduğu. Kitlesi malum. Yani alt sınıftan olmayıp bu kadını takip eden herkesin ruhu bir yerde alt sınıftır. Bu hakaret değil, yanlışsız bir tespit. Kimse kusura bakmasın.
Olayı yine dünkü Youtube Teke Tek yayınıyla etraflıca öğrenebildim. Boşluklarım vardır. Bilmeyenler için olay şu: Sanırım bir magazin programında DP, günde 750 bin lira harcadığını söylüyor. Özgür Demirtaş da konuya bir şekilde dahil oluyor ve günde bu kadar para harcayan birinin en az beş katı gelirinin olması, vergi ödemelerinin incelenmesi gerektiğini söylüyor. Sonra Muhammet Yakut isimli birisi, bir Youtube yayınında DP’nin eşinin “mail order” işi yaptığını, kara para akladıklarını iddia ediyor. Yapılan bir incelemede Dilan Mücevherat denen bir şirketlerinin ödediği verginin 15 bin tl olduğu ortaya çıkınca da mesele infial yaratıyor ve insanlar sorgulamaya başlıyor. Vergi kaçırmak böyle kolay mı? Hukuk kimlere işlemiyor? Kimlerin parası aklanıyor? Arkalarında kimler var? birkaç senede bu zenginleşme nasıl olur? Güzellik merkezlerinden bu kadar para kazanılıyor mu?... Olay magazinden çıkıp vatandaşlık dersine dönüyor kısacası.
Sonra DP'nin kardeşi evinde uyuşturucularla baskın yiyor. Kardeş, Vatan Emniyet'te sanırım bir gece geçirdikten sonra eve geliyor. Evde yine ne alakaysa namazlar, seccadeler, rabbimler... Türkiyemiz yine ayak kokuyor.
çıkarım
Sonuç olarak cemaatleşme, zamansız ve durdurulamaz bir şeymiş. Yok, olmuyor, bitmiyor, bitmeyecek. İnsan denen zavallı, mürit olmaya programlanmış. Bu müritleşme hala sadece din çatısı altında olur zannediyorsanız benim gibi yanılıyorsunuz. Edilgen olduğumuz, manipüle edilebildiğimiz her şey bizi müritleştiriyor.
Adnan Oktar olayından çıkarılması gereken ders, cemaatleşmenin sadece Üsküdar/Kısıklı ya da Fatih/Çarşamba taraflarında gerçekleşmediğinin bize gösterilmesi.
Nişantaşı, Etiler, Tarabya kökenli, din adına ailesinden hiçbir ilgi ya da bilgiyle donatılmamış, açık beyinli görünen “Beyaz Türklerin” dokunulmaz/aldanmaz olmadığı.
Dindar ya da inançsız olmak fark etmeksizin içinde yaşadığın topluma temas eden dinleri, inançları, gelenekleri hem hoşgörü hem zaafiyet açısından kesinlikle bilmen ve senden sonraki kuşaklara (çocuklar için soyut işlem dönemine geçince) aktarman gerektiği.
Sonunda kişi, Ateist olacaksa da neyi reddettiğini bilerek olmalı. Bilmediğinde ona taarruzun başlatılacağı bölgeyi ellerimizle hedeflendirmiş oluyoruz. Duygusal ve bilgisel boşluk çok çok çok tehlikeli.
DP olayından alınacak ders, gün gün takip ettiğimiz influencer’ın müridiyiz. Son beş senede banyo dolabımıza akın edenlere göz ucuyla bir bakalım: kolajen, nemlendirici, retinol, hyalüronik asit, güneş kremi, c vitamini ve dahası. Bunların kötü olduğunu söylemiyorum, nasıl bir pazarlama ağının içinde olduğumuzu görün diye anlatıyorum. Hangi kız arkadaşıma gitsem aynı ürünler. Durum böyle olunca bunların merdivenaltı imalatı kaçınılmaz oluyor. Feyza Altun'un Instagram öne çıkanlarına bakarsanız durumun korkunçluğunu, DP olayının rengini, cehaleti, müritleşmeyi, bilimsizliği, eğitilemezliği tokat gibi hissedeceksiniz.
Dini alimden, şifayı hekimden talep etmemenin ağır bedelleri.
15 notes · View notes
kotukarma · 10 months
Text
Tumblr media
Sıradan bir insandım ben.
Gözlerimi kanatırcasına ağladığım gecelerim vardı, ve kahkahalara sarılmış anılarım.
Herkes kadar dertli, bazılarından fakir, bazılarından zengindim.
Taşıdığım hayallerim, söylenecek şarkılarım, paylaşılacak dostluklarım vardı. Bilmeyene sevmeyi öğretecek kadar büyük bir kalbim, gidene yolun açık olsun diyecek bir dilim vardı..
Yüreğimi korkak büyütmedim. Kaybettiklerim; dağıttığım servetimdi.
Artık yüce bir kendinden geçiş halindeyim. Herşeyi uzun uzun düşünmem garip.
Aynadaki adam benim zıttım, ben ne kadar ev haliysem o, o kadar sokak.
Ben sokulgan isem, o başını alıp giden. Ben gündüzüm, o gece...
Çapkın, güçlü, cesur ve artık özgür...
Hangi yıldızlardan düşüp geldi bedenime..
Gözlerim biraz yorgun. içinde bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler….
"Öcü adam" köylü çocukların parasız yatılı sonuçları.
Nişanlısı askerde kızlar, kızı ölüm orucundaki baba, babası tersanede oğul, oğlu şizofren anne.
Ve bu ruh bulantısı çok daraltıyor beni.
Aykırı bir yolcuyum, dünya geniş.
Sen sudaki yapraklardan başka bir şey değilsin! Yağmur seni alıp götürecek!
Belki iki binli yıllara doğru insanlar yazdıklarımı okumaya cesaret edebilir...
Belki benim öğrencilerim henüz dünyaya gelmediler. Benim günlerim yarından sonraki günler. Bazı filozoflar ölümlerinden sonra doğarlar!.. @kotukarma #öcüadam
52 notes · View notes
doriangray1789 · 7 months
Text
BÖLÜM -1- Çarşaf ve Peçenin Öyküsü
Çarşaf sözcüğü dilimize Farsça “gece örtüsü” anlamına gelen çâder-şeb sözcüğünden geçmiştir. Peçe sözcüğünün ise Türkçe mi yoksa Farsça kaynaklı mı olduğu kesin değildir. Günümüzde birçok Müslüman, çarşaf ve peçenin İslamiyet’le birlikte ortaya çıkan ve Ahzap suresi 59. ayetinde sözü edilen “cilbab” olduğunu düşünürler. Oysa Arap toplumunda ne Cahiliye döneminde ne de Hz. Muhammed döneminde çarşaf giyildiğine ilişkin hiçbir tarihsel belge yoktur. Yine aynı şekilde fıkıh kitaplarında kadına nafaka olarak verilecek elbiseler teker teker belirtilirken hiçbirinde çarşafa rastlanmaz. Örtünme daha çok ferace adı verilen giysi ile yapılır. Kara çarşaf, Endülüs Emevileri döneminde İspanyol rahibelerinin giydiği bir elbise olarak Emeviler aracılığı ile İslam coğrafyasında görünmeye başlamıştır. Örtünme elbette İslamiyet öncesi Arap toplumlarında da vardı. Örneğin antik dönemlerin en önemli dini ve ticari merkezlerinden biri olan ve günümüzde Suriye sınırları içinde bulunan Palmira’da yapılan kazılarda bulunan tabletlerde, örtünmüş kadınların tasvirleri bulunur. Fakat bu örtünme biçimleri günümüzdeki çarşafa benzemekten oldukça uzaktır. Gerçekte çarşafın ve peçenin kökeni binlerce yıl öncesine, Sümerlere kadar uzanır. Pagan inanca sahip Sümer toplumunda kendilerini Tanrıya adayan tapınak kadınları, diğer kadınlardan ayırt edilebilmek için çarşaf ve peçe takarlardı.  Yalnız yanlış anlaşılmaması için belirtmekte fayda var: O dönemde tapınak kadınlığı kutsal bir görev olarak görülürdü ve bu nedenle zaman zaman kralların kızları dahi kendilerini bu göreve adarlardı. Zaman içinde, özellikle tek tanrılı dinlerin doğmaya başladığı zamanlarda çarşafın ve peçenin amacı tam tersi yönde değişime uğradı. Fırat ve Dicle ırmakları arasında uygarlık kuran Asurlular döneminde özgür kadınların kölelerden ayırt edilebilmesi için örtünmesi yasa ile zorunlu tutuldu. Günümüzde Berlin Müzesi’nde bulunan Asurlular dönemine ait tabletlerde kadının örtünmesiyle ilgili 40. yasa şöyledir: “İster evli kadınlar, isterse dul kadınlar veya Asurlu kadınlar olsun, sokağa çıkarlarken başlarını açmamış olacaklardır. Fahişeler ve köleler örtülü değildir. Örtünen fahişeler tutuklanacaktır.” Asurlu kadınlar gibi Yahudi kadınların de başı açık olarak toplum içinde dolaşmaları yasaklandı. Eski Ahit’te kadınların başını örtmesi gerektiği, üç farklı pasajda belirtilmektedir. İşaya 3/20’de başa giyilen kıyafet demek olan “fara”, İşaya 3/23’te başörtüsü anlamındaki “tsnyafaah” ya da Tekvin 24/65-38/14.19’da yüzü kapatan örtü anlamında da “tsaayafa.” Ayrıca vücudun üst kısmını örten örtü anlamında “radod” sözcüğü kullanılmıştır. Fakat peçenin anlamı değişime uğramamıştı. Tevrat’ta Yaratılış Bölüm 38’de peçe, fahişelerin giydiği bir örtü olarak anlatılır: “Yahuda onu görünce fahişe sandı. Çünkü yüzü örtülüydü.”
BÖLÜM *2*
Türklerde Örtünme Kültürü Osmanlı ile Başlar Türklerde örtünme kültürü ise İslamiyet’in kabulünden oldukça uzun zaman sonra başlar. İslamiyet öncesinde Türk kadınları tıpkı erkekler gibi deriden yapılmış giysiler giyiyor onlar gibi yaşıyorlardı. Yalnızca giydikleri şalvarlar, ata erkekler kadar sık binmedikleri için daha uzun ve baldırlara kadar uzanıyordu. Bu nedenle uzun konçlu çizme yerine daha fazla, etük, başmak gibi ayakkabılar giymektelerdi. Başlarında tıpkı erkekler gibi kalpaklar bulunsa da bu bir dini inanıştan ya da zorlamadan gelmiyordu. Göçebe uygarlığının hâlâ süren etkilerinin bir sonucuydu. Bedenini yabancı gözlerden saklamak gibi bir dertleri olmayan bu kadınlar 10.yy başlarında Arap gezgin İbni Fadlan’ı şaşkınlığa uğratmıştı. İbni Fadlan’ın şaşkınlığı, Bulgar Türklerinde kadınlarının erkeklerde birlikte nehirde birlikte yıkandıklarını gördüğünde iyice artmıştı. Abbasi Halifesi II. Melik döneminde çarşaf, İslamiyet’in yayılması amacıyla bir öge olarak kullanılmıştı. Yine yanlış anlaşılmaması için konuyu açmakta fayda var. II. Melik döneminde Bizans’ın bazı toprakları Abbasilerin egemenliği altına girmişti ve Bizanslı gayrimüslim kadınların bal rengi çarşaf giymesi zorunlu tutulmuştu. Bu kadınlar yalnızca iki koşulu yerine getirdikleri takdirde bu yasaktan kurtulabiliyordu: Müslümanlığı kabul etmek ya da Müslüman bir erkekle evlenmek… İslamiyet’le birlikte örtünmenin önemi giderek artınca, Selçuklular döneminden başlayarak kentlerde tesettüre uymak için, kadınlar sokakta bedenini saran yeni bir üstlük giymeye başladı. Yine de bu örtünme biçimi yalnızca kentlerde uygulanıyordu. Kırsal bölgelerde kadın ve erkeğin birlikte yaşaması ve çalışması geleneği ekonomik gerekçelerle değiştirilemediği için, bu kesimlerde sokağa çıkan kadının başına bir örtü alması örtünme için yeterli sayılıyordu. Kısacası Müslümanlığı kabul eden Türklerin 9. ve 11. yüzyıllarda yaşam biçimleri geleneksel Müslüman yaşamına uymuyordu. İslamiyet’in kabulünden 14. yüzyıla kadar Türk kadınları yüzlerini kapamamış, çarşaf ve peçe gibi örtüler kullanmamış ve toplantılara erkeklerle birlikte “başları ve yüzleri açık” olarak katılmışlardır. Türklerin Orta Asya’dan bu yana sürdürdükleri bu özgürlükçü anlayış Osmanlı döneminde Bizans’a ait topraklar ele geçirilmeye başlanıncaya kadar sürdü. Türklerde peçe giyilmesine ilişkin ilk tarihi kayıt I. Murat döneminde (1360-1389) dönemine aittir. Tarihçi Şikari, Karaman Tarihi adlı kitabında Türk kadınlarının peçe takmaya başlamasını günümüz Türkçesiyle şöyle anlatır:Yüz örtmek sonradan adet haline geldi. Karamanoğlu Alaüddin Bey, Hamidoğlu İlyas diyarında katliam yaptığında üç kabile Osmanlı topraklarına firar etmişlerdi. O vakit bunları Murat Han görüp pek temiz ve efendi olduklarından kendi kentinde (Bursa’da) yerleştirmiş. İşte bu kabilenin kadınları oldukça güzel olduklarından herkes bunları seyretmeye dalınca, ulema bu kabilenin kadınlarına yüzlerini saklamasını emretti. 
Ancak Halifeliğin Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlıya geçmesi ve Mısır’dan Arap Yarımadası’na kadar bölgenin Osmanlı sınırlarına katılması bir milat oldu. Yavuz'un halifeliğini kabul etmeyen arap aşiretlerini ikna edebilmek için Araplar içinde bile oldukça dar görüşlü kabul edilen ancak toplumda sözü geçen EŞARİ tarikatı mensupları anadoluya getirildi saray ve çevrsinde anadolunun çeşitli vilayetlerinde bunlara görevler verildi ve örgütlenmelerine ses çıkarılmadı..Yine de Meşrutiyet dönemine gelinceye kadar çarşaf, yaygın bir giyim biçimi halini alamadı. Çarşaf ilk başlarda baştan yere kadar uzanan, kolsuz, tek parçalı bir giysiydi. Meşrutiyet’in ardından çarşafta değişimler yaşandı. Başı ve omuzları örterek bele kadar uzanan bir pelerin ve belden aşık kemiklerine kadar inen bir etek olmak üzere çarşaf, iki parçalı bir dış giyim haline geldi. Fakat çarşaf giyen kadınların sayısı oldukça azdı. Çünkü çoğunluk tarafından çarşafa, Hristiyan kadınların giydiği bir elbise gözüyle bakılıyor ve Hristiyan adeti olduğu gerekçesiyle uzak duruluyordu. Hacdan dönenlerin İranlı kadınlardan görerek benimsemesiyle 19. yüzyılda Osmanlı’da çarşaf giyenlerin sayısı gün geçtikçe artmaya başladı. Bu dönüşüm öylesine hızlı olmuştu ki, yazar Leyla Saz, 1878’de İstanbul’da kadınların ferace giydiğini, eşinin valiliğe tayini üzerine gittiği Trabzon’dan İstanbul’a dönüşünde kadınların çoğunun çarşaf giymeye başladığını görüp şaşırdığını anlatır. Gerçekten de çarşaf bu dönemde bir anda yaygınlaşmıştır; ta ki II. Abdülhamit tarafından yasaklanıncaya kadar. 15 Ağustos 1881 ve 27 Temmuz 1882 tarihli Levant Herald gazetesinde yayınlanan iki ayrı haber bu yasağa değinir:Şeyhülislamın başvurusu ve padişahın buyrukları üzerine Emniyet Müdürlüğü, Devlet Şurası’yla fikir birliği halinde Müslüman kadınların topluma açık yerlerde nasıl davranmaları gerektiği konusunda bir yasa çıkarmıştır. Bu kanuna göre, kadınların açık ve kalabalık yerlerde “çarşaf” giymeleri yasaktır. Ama bu örtüyü tenha sokaklarda ve misafirliklerde kullanabilirler. (15 Ağustos 1881) Yeni İzmit valisi çevre köylerden pazarda satmak için pazara mal getiren ferace giymemiş ve ayağında pabuç olmayan Türk kadınlarının 5 gün hapis ve bir mecidiye para cezasına çarptırılacağı konusunda bir yasak çıkardı. Bu yasağa karşılık köylü kadınlar, atalarından kalmış gelenek ve göreneklerini hiçe sayıp baskı altına alan bu yeni yasaya uymaktansa, köylerinde kalmayı tercih ettiler. (27 Temmuz 1882) II. Abdülhamit’in yalnızca belirli bir alanda çarşafı yasaklayan bu kararı, 2 Nisan 1892 tarihinde Saray Başkâtibi Süreyya Bey’e bir ferman yazdırıp çarşaf giyilmesini tümüyle yasaklayana kadar sürer. 
7 notes · View notes
sidaramed00 · 5 months
Text
Odamın camlarından süzülerek içeriyi turlayan dolunayın ışıklarıyla pencereye doğru yol alıyorum. Pencerenin önüne vardığımda fark ediyorum ki iki dal bir o yana bir bu yana odamın duvarlarında gel gitlerle voltalar atıyor.
Dolunayın bir odaya hapsettiği iki dal bir gece de iki özgürlük mahkumu gibi davranıyor. Oysa benim şahit olacaklarıma şahit olsunlar istiyorum. Pencerenin kıyısından gökyüzüne doğru dolunaya bir baktığımda bir anda samanyolunun milyonlarca yıldızı arasında kaybolmaya başlıyorum. Kayboluyorum kaybolmasına da özgürlüğü de anca o kadar geniş bir sonsuzlukta bulabiliyorum.
Oysa bizler dünyanın neresine gidersek gidelim. Hiç bir zaman insanın zalimce uygulamalarından dolayı, insanın o öfke, kin, nefret bakışları altında asla özgürleşemeyeceğiz. O iki dal gibi bir odaya hapsolursak belki de milyonlarca insanın arasından dolaşmaktan daha özgür olacağız.
4 notes · View notes
cuy-i-ruh · 1 month
Text
cuma akşamı dersi güç bela bitirdim. sıcak bişeyler içsem de fayda etmedi. erkenden uyudum. ama neden bilinmez, saat başı uyandım o gece. huzursuz bi uykuydu. dün Arapça grubundan 2 arkadaş geldi, gün hazırlıkla geçti.yine biraz abartmışım sanırım. kalanları kaç gün yerim bakalım. yalnızım diye getirdiklerini de geri yolladım onlarla. Ne biçim de ev sahibi dimi.
neyse M. ile yakın zamanda görüşmüştük. B. abla depremden sonra bi süreliğine buraya yerleşen eczacı bi abla. maşallah o kadar bilgili ki ikimiz de ağzımız açık dinledik. çok keyifli bi akşamdı. schüssler in tuzlarından bahsetti. şifa Allah tan ama vesile ne olur bilinmez. ilgimi çekti. bugün alayım diye çıktım evden arabaya bindim. tavsiye ettiği eczaneyi maps e yazınca kapalı olabilir dedi. jeton geç düştü tabi. Pazar eczaneler kapalı. hava çok güzeldi. neyse indim arabadan yürüdüm biraz. markete uğradım. bim e kocaman bardaklar gelmiş yine. geçen yıl aldıklarım kırıldı bi şekilde. yine aldım, kuşlu olandan. çünkü canım kuşlar. özgür kuşlar. öylece eve döndüm. şimdi ders çalışmam lazım ama uzandım, kaldım. bazen bi atalet çöküyor.
gerçi sabah cuma anlatacağım dersi dinledim. sonra öğrencilerden kırık meal aldım. Bu haftaki ayet çalışması videolarını yükledim. Aslında bişeyler yaptım. belki de ondan hemen pes ettim. ama kalkmam lazım. Yarın dernektekilerle iftardayım. Salı da terapim var. Çarşamba dersine kadar Belagat notlarını temize çekmem lazım. Hadi kızım sen bu işi yaparsın. Sen aslansın sen kaplansın.🥲😅
bakalım bu gaz beni yerimden kaldırabilecek mi 👀🥸
3 notes · View notes
kuruldukhayata · 2 months
Text
Öylesine araf ki bu gece, öylesine karasız, öylesine belirsiz ve dengesiz.. Bi o kadar öylesine sırat ki.. Adamı hasım eder aynadakiyle bu gece. Neye tutuldun sorgulatır. Bi ara kan çıkar bi ara beyaz bayrak sallanır. Ne olduğunu şaşar kalırsın. Ne gidersin ne kalır. Ne kaybedersin ne kazanır. Ne alırsın ne verir. Öylesine uzak ki bu gece.. anlamsız hislerin kölesi olursun. Kafayı yersin bi noktada. Farkındalığın en zorudur, kafayı yediğini bilmenin bilinci. Bazen her şeyi bilmek zorunda mıyız gerçekten. Her şeyi biliyor muyuz ki aslında. Bu gece kadar bilsek kararları yetmez mi? Bu gece kadar arafta özgür olsak. Özgür olmak zorundayız. Zorundayız çünkü bu gecenin bana, bana ve O’na net olmaktan başka şansı yok. Nasıl beklerim ki bir geceden ne istediğini bilmesini. Beni O’na ait kılmayan geceden.. Beni O’na hissettirmeyen geceden.. Her gece böyle olsa.. Aman Yarabbim..
6 notes · View notes
papatyamsirem · 2 years
Text
Hatırlıyor musun dede, bu şarkının sözleriyle sana bir mektup yazmıştım? Duymuş muydun beni toprağın altından? Gelip fısıldayla bile konuşsam beni duyuyor musun dede? Sen gittikten sonra çok şey oldu dede, ben çok değiştim ama yine de içinde o masum çocuk duruyor. Ne kadar değişmiş olsam da bir gece içimdeki masum çocuk çıkıyor olduğu yerden, açıyor müziği ve sadece seni düşünüyor, seni ve anılarımızı, rüyalarındaki seni, seninle olan hayallerini, bir gün şaka yapmış olup gelmeni düşlüyor boğazında oluşan düğümle. Seneler geçmiş olmasına rağmen yine gelmeni bekledim dede, istesem de istemesem de gözüm o kapı deliğinin ordan ayrılmadı asla o teli açıp da gelirsin diye. Küçükken bunun gerçek olucağına o kadar inanıyordum ki. Şaka yapmış olmana, kafa dinleyip gelmene. Ama gelmedin. Şimdi büyüdüm, neyin olup neyin olamayacağını ayırt edebiliyorum ama içimde hâlâ o küçüklüğümün umudu duruyor dede, yine gelebilirsin umudu duruyor, küçücük de olsa duruyor orda. Yanımda olabilsen güzel dedem. Bir gün birlikte olmak duasıyla...
85 notes · View notes
pswrd-ilu · 3 months
Text
d-6
workout: yine 15 dakika yaptım ama biraz arttırmam gerektiğini düşünüyorum… pek incelmiş hissetmiyorum 1 hafta sonra tartılcak olmak geriyor. tartıya çıkıp motive de olabilirim demotive(?) de o yüzden şimdilik bakmamak en iyisi.
diyet: bugün ilk defa dışarıda olup sağlıklı bir şey yemeyi başardım önceki diyetlerimde hep düzeni bozardım ve fast food yerdim bugün tavuklu salata yedim hatta yarısını yedim. gayet iyi gitmeme rağmen sinir oldum bu kadar aç gezme ve kısıtlı yemek yeme olayına. zaten bölgesel incelme istiyorum gerek var mı aslında emin değilim ama bir hafta daha devam edicem . düşününce olay zaten asla zayıflamak değil.
mentalim patladığında gece parka gidip sallanmak en sevdiğim şey sanırım. sallanırken yağlanmış saçlarımı bakmadığım ellerimi düşünüp durdum asla özenli olmayan kıyafetlerimi. gerçekten depresyon gibi bir şey(böyle bi tanım yok) yüzünden mi bu kadar aksatıyorum yoksa önemsemiyor muyum nasıl göründüğümü tam çözemiyorum. bu kadar gösterişsiz ve özensiz olmayı neden seçtiğimi düşünüp durdum. bu ayın teması tamamen bu fiziksel görünüşü iyileştirme olucak gibi.
Tumblr media
sallanırken aklıma bu şarkı ve punpunun güneş vücuduna vurduğunda buharlaşıp uçmayı istemesi geldi. idk sorunları büyütmek değil iyileştirmek istiyorum fakat bi kafeste gibi sıkışmış hissederken bi anda özgür hissettim. parklar sallanmak hep böyle hissettiriyor.
Tumblr media Tumblr media
punpun ile alakalı en sevdiğim şeylerden biri çocuk halinin masumluğunu görmekti sanırım annesinin yemeğe punpun yemeğin soğuyor diyerek çağırdığı ama punpunun arkası dönük ağladığı sahne dünyanın en normal en yaşanabilir sahnesi mesela. ama unutulmaz geliyor bir şekilde bu panel. nedense punpuna sempati duyuyorum ve çektiği acıyı anlıyorum? (çocuk punpuna tabii ki) zaten problematik hislerinin o yaşlarda başlaması ve punpunun bununla mücadele etmeye çalışıp başaramaması seriyi en üzücü yapan şeylerden bir tanesiydi benim için.
Tumblr media
6 sene oldu hala punpundan konuşuyorum neyse duş almadım sabah 5te kalkıp hazırlanmam ve şirkete gitmem gerekiyor. başaracağıma inancım sıfır. yine de iyi geceler.
tinkle tinkle hoi
2 notes · View notes