Tüm sığlımızda boğulurken ne gerçekten iyiye ne de adalete sahip olabiliyoruz. Sokrates’e göre gerçek bir adaletin, iyiliğin ve cesaretin kaynağı yalnızca bilgidir. İyilik, adalet, cesaret vs. tüm bunlar bilgeliğin ürünüdür. Dolaysıyla bilgi olmadan hiç biri gerçekten varsayılmaz. İyi olana ulaşmak, elimizdeki dini, toplumsal kalıpların aşılmasını ve derin bir sorgulamanın yapılmasını gerektirir. İyilik kimsenin tekelinde değil, üretilen ve yaratılan bir süreçtir.
Sürekli iyilik yaptığımızı sanıp kendimizi iyi olmakla, adil olmakla ya da cesur olmakla etiketliyoruz. Nietzsche “ Ne çok gülmüşümdür, keskin pençeleri olmadığı için kendini iyi zanneden zayıflara” demektedir bu durum için. İyi olan da acıma duygusunu, adil olan da kesen, biçen bir eşitlik ilkesini, cesur olanda da deliliği tahta oturtup yolumuza bakıyoruz. Karşılaştırmalarımız da bir o kadar sığ. Her durumda egomuzu tatmin eden sonuçlara varıyoruz.
Peki cesaret? Güçlünün kazandığını sandığımız dünyada, gücümüzü kanıtlamakta bir cesaret oyunundan geçiyor. Davranışlarımızın sorumluluğunu almadan, yüksek egomuz ve kontrol edemediğimiz öfkemizle yaratmaya çalıştığımız cesur algısı, bir sanrıdan öteye gidemez. Şüpheli çanta tekmeleme, kasksız motor kullanma, benzin istasyonunda sigara içme, gaz kaçağını çakmakla kontrol etme, tankın altına yatma gibi davranışların hiçbiri cesaret değildir. ‘Bana bir şey olmaz’ sözleri tüm trajikomikliği ile son sözlerimiz olabiliyor. Ölümü göze alma davranışı, bilinçli bir risk olabilir akılcı bir amaç doğrultusunda. Ama sık sık tekrarlanan ölürüm, öldürürüm ifadeleri olsa olsa egosuna yenik düşmüş zayıf bir kişiliğin, kendini yüceltme çabası olabilir. Çünkü biliyoruz ki iyi sorgulanmamış bir tehlike ile karşı karşıya kalındığında, yapılacak tek normal duygu korkmak ve tek tepki ölmemektir yani kaçmak.
‘Ey’ ile başlayan meydan okuyan cümlelerin sonu, kitlelerce portakal bıçaklamaya vardığında cahilin cesareti de saman alevi misali sönüveriyor. Oysa aklın bir ürünü olarak cesaret, amacına ulaşırken intikamla, kibirle, öfkeyle beslenmez. Cesaret sorumluk dolayısıyla bilgi ister.
Bilmemenin yarattığı korku, kirli savaşların en büyük nedenidir Bilgisizliğin ya da bildiğini zannetmenin yarattığı bir girdapta, tüm değerlerle birlikte yutulmak üzereyiz.
Bilgiye dair korku, bizi koruduğunu zannettiğimiz gücün esiri etti. Kahve masasında yapılan zeminsiz, boyutsuz değerlendirmelere toplumca yenik düşmek üzereyiz. Unutmanın (kestirme kaçışın) hüküm sürdüğü zamanlardayız.
Bilgiye yeniden tutunup tüm değerleri yeniden değerlendirmeliyiz. Bilmeye ya da bilmediklerimize dair arınmış bir sorgulama, bizim için tek fırsat gibi.
Lili Marlen - Attilâ İlhan
akşam olur
mektuplar hasretlik söyler
zagrep radyosu’nda lili marlen türküsü
siperden sipere ateş tokuşturanlar
karanlıkta dem çeken
ishak kuşu
bu civarlarda benim
bir cennetmekânım olacak
aslan sıfatlı johnny hisarboylu silahşör
arkasında mısır el kahire
ehramlar cana can katan nil
cüzamlı dilenci trahomlu insan
sağında mavi gözlü dilber akdeniz
solunda çöl
ve balta girmemiş orman
biz dünyalılar yemin içtik
imanımız var
hürriyet için hürriyet aşkına
savulacak döne’m savulacak düşman
dehrin cefasını çektik
safasını süreceğiz
biz sudanlılar
kıbleye karşı namaza duranlar
aragon’dan bıçak gibi çekilmiş yedi mısra
sydney’den bir muhalif rüzgâr
akşam olur
mektuplar hasretlik söyler
zagrep radyosu’nda lili marlen türküsü
dost ağlar karanfilim dost ağlar
marş söylemeden ölmek bize yakışmaz
ve biz yine yıldızlara bakarız
ve yine yıldızlar bize bakar
duadır
güneşbaht olasın civan oğlum
hürriyet için dipçik tutan el dert görmesin
- Attilâ İlhan, Lili Marlen
(Duvar)
sahi, kadın olmak.. kutsal bir şey aslında değil mi? bakıldığında öyle. ilgiyle büyümek, sevgiyle büyümek.
ve ben. hiçbir zaman böyle büyümedim. evimize bir erkek gerekiyordu. o da ben olmuştum. bir erkeğin yapabileceği ve kadının hoşuna gidebilecek ona güven verecek her şeyi ben yapardım. bir su damacanası taşımak, ne kadar basit di mi? küçük bir kız çocuğu için değildi.
demek istediğim, beni asil ve olgun yapan tek şey, kendimde farkettiğim kutsallıktı. fakat pek de acılı bir şey bu. şimdiye, bazı anlara bile vuruyor etkisi. venüs çokça yorgun. venüs geçmişindeki acılara düğümlü olmanın verdiği sarhoşlukla evreni inceliyor.
paranoyam, sadece güvendiğim yerlerde ağlamam, güven hissettiğim ilk an tüm kırılganlıklarımın ortaya çıkması, manik krizler geçirmem.. hepsi böyle. gerçekten anlaması bu kadar zor mu, yani çinko karbon insanlar için?
venüs bugün biraz yorgun. bunu ne zaman okursanız okuyun. iyi geceler dünyalılar.
Aşağı dünyalılar için şehre yeni açılacak club’ın davetiyesi Geto’ya da gelmişti. Tabii girdiği sayısız kimliklerinden birineydi. Ama bu akşam kendi kimliği ile gidecekti. Uzun zamandan sonra ilk defa kendi yüzünü kullanacaktı. Özel dikim beyaz ipek bir yine özel dikim bir takım giyindi. Çaldıklarının ve mal varlığının yanında bu takıma ödediği fiyat bir toz tanesi kadardı. Yeni kestiği saçlarını salık bıraktı. Aynaya baktığında kendini hazır hissediyordu. Bu akşam hiçbir organizasyon yapmamıştı. Sadece gidip eğlenmek istiyordu. Dairesinden çıkıp yeni aldığı siyah BMW motorunu çalıştırdı. Motoru kadın kimliğindeki sevgilisine aldırmıştı. En son ne zaman bir araca para verdiğini hatırlamıyordu bile. Kaskını takmadan rüzgarın yüzünü okşamasına izin vererek şehrin göbeğindeki club’a doğru yol aldı. Kendi kimliğine girdiği zamanlarda hiç olmadığı kadar özgür hissediyordu. Görev amaçlı olmadıkça kadın ve erkek versiyonu dışında kimseye dönüşmeyi istemiyordu. Lakin para için yapmayacağını şey yoktu. Bunun için kendine bir sınır koymamıştı. Motor club’ın önünde durunca kendine küçük bir park yeri buldu. Motorun çalınmayacağından emin olduğu bir köşeye bağladıktan sonra içeri girdi. İlk önce aldığı ilk koku ter ve alkoldü. İlerledikçe koku eroin türü uyuşturuculara dönmüştü. Herkes kafayı bulmaya başlamış hatta geç bile kalmıştı. Bir kaç kız arkadaşı gelip sarılarak selam verdi. Uzun zamandır nerede olduğunu sorunca Avrupa’da olduğunu söyledi hepsine. Yalanına bazen kendisi bile inanıyordu. Kendine bir viski almak için bara yaklaştı. Tamda yeni boşalan bar sandalyesine oturup kendine bir viski istedi. O sırada etrafını iyice gözlemeye başladı. Çünkü bir daha bu kadar kalabalık bir ortam bulamazdı. Gördüğü bütün yüzleri hafıza sarayına kaydetti tek tek. Bu tekniği hayran olduğu Sherlock sayesinde keşfetmişti ve işinde de çok büyük kolaylık sağlamıştı. İhtiyaç duyduğunda kullanacağı yüzler için bir saraydı. Viskisini yudumlarken barmen de konu açıp konuşmaya çalışıyordu. Adam muhtemelen kendinden gençti. Boynundaki kolyeden paladin olduğu anlaşılıyordu. Tanrının adamları ile uğraşmak… Her ne kadar yakışıklı ve tam tipi olsada tanrı ve onun adamlarından uzak durmak için kendine söz vermişti. Gözleri tam çaprazında oturan beyaz saçlı adama kaydı. Sadece renkli ışıkların olduğu bir yerde gözlük takmak komikti lakin yine de hoşuna gitmişti. Cinsel tercihini bilmiyordu ama barmenin sulanmalarından kurtulmak elindeki en iyi şans buydu şu an. Barmene ona bir içki ısmarlamasını söylediğinde genç adamın yüzü şok geçirmiş gibi bir ifade aldı. Beyaz saçlı adam viskiyi alınca bakışları kendisine çevirdi. Gözlerini göremese de baktığının farkındaydı. Önce görmezden gelip geri göndereceğini düşündü lakin tam tersi olmuştu. Bardağı alıp yanındaki adamı kaldırıp tabureye oturup dibine kadar girmişti. Hayal kırıklığına uğramış olacak ki gözlüklerini çıkardı ve sanki dünyadan bütün varlığı silinmiş gibi hissetti. Lisedeki en yakın arkadaşı karşısındaydı. Zamanında çok iyi bir büyücü olduğunu ailesinin de bunun üzerine düşüp geliştirmesi için farklı bir okula yazdırdığını hatırladı ama asıl şok eden şu an bu ortamda karşılaşmaları değildi. Gözleriydi. İçinde dönen büyüyü görebiliyordu. Eski mavi gözlerini çok iyi hatırlıyordu. Asla böyle cam gibi değildi. Masum ve hayat dolu bakışları vardı. Şu an gördüğü gözlerden çok uzaktı. Kravatını tutup kendine yaklaştırdı ve kulağına doğru “Kim olduğunu hatırlıyorum eski dostum. Lakin benimle küçük bir oyun oynamanı rica edebilir miyim?” dedi onun duyabileceği şekilde.
Kadını erkeğin kellesini keserken resmeden 17. yüzyıl ressamı Artemisia Gentileschi’den, önemli son sürrealist sanatçı Louise Bourgeois’e, erkek egemenliğini sorgulayan on artistin galibiyeti…
Ahh bulutlar... dünyalılar sizi dağılıp gidecek silik bir sis topluluğu gibi görürken, siz kimi zaman dünyanın ışığını saklayabiliyor,kimi zaman dünyanın kirini akıtıyorsunuz...