Tumgik
#feodalizm
serhatnigiz · 8 months
Text
Özel Mülkiyetin Gölgesinde Tarihsel Temsiliyetist Devlete Dair Ütopik Proletaryalist Yanılsamalar Üzerine
Tumblr media
“Komünistlerin kuramı bir tek cümlede şöyle özetlenebilir: özel mülkiyetin kaldırılması. Devlet özel mülkiyetin ilk ve en güçlü koruyucusu olduğuna göre, bu amaç sosyalist güçlerin devlet gücüyle kafa kafaya çatışması olmadan gerçekleşemez.” (K. Marx - F. Engels, Komünist Manifesto)
Marx, Engels ve Lenin gibi düşünen pek çok komünist devlet aygıtının tarihsel olarak değişik ve farklı biçimlerini soyutlayarak ve yorumlayarak devletin özel mülkiyetle özdeş kılındığı bir Marksist tarih algısının zamanla oluşmasına neden olmuştur. Şöyle ki, bu eğilim gerçekte 16. ve 17. yüzyıl burjuva devrimcilerine ait yanılsamalı bir tanımın devamı ola gelmiştir. İşte bu tanım üzerinden burjuva devrimcileri galebe çaldıkları feodalizme (krala ve kralda cisimleşen feodal mülkiyete) karşı savaş açmışlardı. Bu savaşıma da burjuva devrimcileri “özgürlük” mücadelesi adını veriyorlardı. Başka bir deyişle, buradaki özgürlük burjuvazinin feodalizmden ve feodal özel mülkiyetten özgürlüğünü elde etmesinden ibaret idi. Bu sayede burjuvazi ile birlikte kurulan parlamento, genel oy ve seçim hakları, modern (burjuva) insan hakları hareketinin gelişmesine de olanak sağladı.
Dolayısıyla, özel mülkiyetçi devlet algısı, burjuva devrimcileri arasında feodal devlete karşı savaş verme ve onun yerine burjuva özel mülkiyetçi, “hür teşebbüse ve girişime” dayalı bir devlet algısının gelişmesine de zemin hazırlamıştı. Proletaryan özel mülkiyetçi devlet algısı da tıpkı burjuva devrimci algı gibi sorunun temelini özel mülkiyette gördüğü içindir ki, bu durum özel değil, kamusal mülkiyet ilişkileri üzerinden sosyalizme ya da komünizme ulaşılabileceği algısının oluşmasına sebebiyet vermişti. Bu nedenledir ki, sosyalizm ya da komünizm eşittir “kamu mülkiyeti” ya da “devlet mülkiyeti” biçiminde bir algı oluştu. Hatta sosyalist ya da komünist olmak “kamucu” olmakla ya da “devletçi” olmakla özdeş şekilde algılandı. Bugün bile bu algı büyük oranda devamlılığını korumaktadır.
Halbuki proletaryalist algıların aksine özel mülkiyet devleti belirlemiyor, tersine devlet özel mülkiyeti belirliyor. Başka bir deyişle, özel mülkiyetin biçimi sınıf eliyle devleti belirlemiyor, aksine devlet yarattığı memur tabakası (ki bu toplumsal tabakanın bir “sınıf” olduğu da söylenebilir) eliyle sınıfları ve özel mülkiyeti belirliyor. Dahası, ilkel sermayenin oluşabilmesi açısından gerekli olan para-sermayenin tarih sahnesine çıkışı bile devlet ve devleti oluşturan memur tabakası (sınıfı) eliyle gerçekleşmişti. Bunun en bilinen örneği Köleci dönemin ortalarında var olmuş olan Lidya devletinin parayı (sikkeleri) bulan tarihteki ilk devlet olmasıdır. Keza para demek para-sermaye, para-sermaye demek ilkel-sermaye demektir. Burada parayı ve sermayeyi yaratan özel mülkiyet değil, devlettir. Devlet ve devletlü-memur tabakası (sınıfı) olmasaydı bunların hiçbiri gerçekleşemezdi.
Diğer bir deyişle, ister köleci, ister feodal, ister kapitalist sistemlerin tümünde devlet bir memur tabakası (sınıfı) eliyle özel mülkiyetin o toplumsal formasyona uygun biçimini ortaya çıkartmaktadır. Bu ister köleci mülkiyet biçiminde olsun, ister feodal mülkiyet biçiminde olsun, ister kapitalist mülkiyet biçiminde olsun, özel mülkiyetin biçimini belirleyen ana faktör her koşul altında devletin memur tabakası (sınıfı) olmuştur. Bu durumun anlaşılamamış olması proletaryanizm ve genel manada Marksist tarih teorisi açısından devlet ve özel mülkiyet konularındaki temsiliyetizm ve memuriyetizm olgularının da görülememesine neden olmuştur. Ne yazık ki bugün dahi ister teocu/ortodoks Marksizm olsun ister neocu/postçu Marksizm olsun bu konuya dair genel bakış açısı “sınıfların devleti yarattığı ve devletin ise sınıfsal sömürüyü devam ettiren bir aygıttan ibaret olduğu” tezine dayanmaktadır. Halbuki bu tespit ve tanımlama şekli kısmen doğru olmakla birlikte, gerçeğin ancak çok küçük bir bölümünü açıklamaya yetmektedir.
Haliyle, 16. ve 17. yüzyıla damgasını vuran anti-feodal burjuva devrimciliğinin “özel mülkiyet eşittir devlet algısı”, biçimsel olarak kabuk değiştirmiş olsa da, nihayetinde bu algı kamusal mülkiyet biçimindeki proletaryanist temsiliyetist algı içinde de yaşamaya devam etmiştir. Burjuva devrimciliğinin feodalizme karşı geliştirdiği bu tepkisel teorik refleks Marx ve Engels tarafında da yeterince fark edilememiş olsa ki, Marx ve Engels’in yolundan giden Lenin ve Bolşevizm’de bu burjuva tarih algılarından kesin bir teorik kopuşu gerçekleştirememiştir.
Kaldı ki, her toplumsal devlet formu kendisine ait kurumlar ve devletlü bir memur tabakası (sınıfı) yaratarak özel mülkiyete ve sınıflara yukardan aşağıya doğru şekil vermektedir. Aynı durum “reel sosyalizm” olarak anılan Sovyet deneyiminde de kendisini göstermiştir. Keza Sovyetlerde mülkiyet ilişkileri sosyalist ve komünist ütopyaya uygun bir biçimde kamusal hale getirildiği halde, Sovyet devleti içinde de devletli bir memur tabakası (sınıfı) oluşmuş ve çeşitli ayrıcalıklara sahip olan bu tabaka (sınıf) proletarya adına ve proletaryaya rağmen “proletaryan-efendicilik” yapan bir devletlü-memur tabakasına (sınıfına) dönüşmekten de kurtulamamıştır. Başka bir deyişle, kamusal mülkiyetin varlığı Sovyet sistemi içerisinde sovyetik bir memur tabakasının (sınıfının) ortaya çıkmasını engelleyememiştir. Bu da yine tek tek şahıslara (Lenin’e, Stalin’e vs.) bağlanarak açıklanabilecek bir durum olmayıp, tamamen sistemin yapısal karakterinden kaynaklanan bir durumdur. Aynı memur tabakası (sınıfı) Sovyetlerin dağılması sürecinde halkın büyük çoğunluğunun karşı çıkmasına karşın (91’deki referandum sonuçlarına rağmen) sistemin fişini çekmekten de geri durmamıştır.
Bütün bu nedenlerden dolayı, devleti eşittir özel mülkiyet olarak gören proletaryalist teori ve algı, devletin kendisinin devletlü bir memur tabakası (sınıf) yaratmakta oluşunu da ne yazık ki göz ardı etmiştir. Başka bir açıdan, proletaryalist-Marksizm devleti oluşturan memurun (sınıfın) devletlü bir tabaka (sınıf) olduğunu göremediği için, bürokrasi sorununda çuvallamış ve bu konuya dair akılcı çözümler ve esnek stratejiler/taktikler geliştirmekte de başarısız olmuştur. Başka bir deyişle, proletaryanizm temsiliyetizme ve memuriyetizme karşı mücadelede “iki kere ikinin her zaman dört etmeyeceğini” bir türlü anlamak istememiştir! [1]
Hangi devlet biçimi olursa olsun, insanlık tarihinde bugüne kadar görülmüş olan tüm devlet türleri devletin kendisinin özel mülkiyetçi bir sınıf yaratmasına dayanmaktadır. Bu yüzden kamusal mülkiyete dayalı bir temsiliyetist ve memuriyetist sistem kendisine “sosyalist” ya da “komünist” de dese, bu sistemin kamusal bir memur tabakası (sınıfı) yaratması da kaçınılmazdır. Keza her türden özel mülkiyetçi sistemin çatısında/toplumsal üst yapısında devlet ve devletlü-memur tabakaları (sınıfları) vardır. Fakat her özel mülkiyet durumundan da eşittir kapitalizm çıkmaz. Kapitalizmin ortaya çıkabilmesi kapitalist devlet ve devletlü-memur tabakası (sınıfı) tarafından yaratılmış olan özel mülkiyet biçimlerini (ve bu biçimlere bağlı burjuva/feoburg/sanayiburg/teknoburg vs. türlerini) zorunlu kılar. [2]
Dolayısıyla, kendisine “sosyalist” ya da “komünist” adını veren bir sistemde de devleti ve devletlü-memur tabakalarını (sınıflarını) aşağıdan yukarıya doğru denetleyebilecek, geri çağırabilecek, hesap sorabilecek ve yargılayabilecek toplumsal kurumlar yoksa ortada bir “işçi iktidarı” ya da “emekçi iktidarı” pratiğide yok demektir. Bu durumda aynı devletin ve devletlü-memur tabakasının (sınıfının) yukardan aşağıya doğru kapitalist özel mülkiyeti ve burjuvaziyi (sınıfı) yeniden örgütlemesi sadece bir süreç meselesinden ibarettir. SSCB’de, Doğu Avrupa ülkelerinde ve Çin’de yaşayan acı deneyimler bu gerçeğin en açık kanıtıdır. [3]
Salt Lenin açısından değil, Marx ve Engels açısından da “özel mülkiyet eşittir devlettir” algısı burjuva devrimci bir algı olup, proletaryanizmin bu sorunu kamusal mülkiyet yoluyla aşma gayretleri de başarısız olup yenilgiye uğrayınca, Sovyetlerde ve diğer ülkelerde proletaryanizmin zamanla kamusal bir bürokrasiye ve hatta kamusal bir aristokrasiye dönüşmesi de yine bu devletlü-memur tabakası (sınıfı) gerçeğinin yeterince kavranamamış olmasından kaynaklanmıştır. İşte toplumsal denetimizm düşüncesi bütün bu deneyimlerin deney öncesi ve deney sonrası derslerinin bugün ki pratik deneyler ve mücadeleler içinde aldığı teorik ve felsefi bir miras-biçimi olma özelliğine de sahiptir. Nasıl mı?
Tarihte devlet var oldu var olalı, devletlü-memur kastları da, sınıfları da, zümreleri de temsiliyetizm ile birlikte var ola gelmiştir. Yürütme, yargı ve yasama kurumları şeklinde gelişen üç bacaklı devlet modelleri, kapitalist toplum modellerini yaratırken ve bu modeller bir avuç kasta/sınıfa/zümreye dayanırken, sınıflı toplumların aksine sınıfsız bir topluma gidişte, yeni sosyalist devlet ve iktidar modeli olan toplumsal denetim kurumlarının temelleri başlangıçta bir avuç insan tarafından atılacak olsa da, süreçle birlikte bu kurumlar toplumsallaşa toplumsallaşa her geçen gün daha da toplumsallaşarak bir avuç insan olmaktan çıkarak, çoğunluğu kucaklayıp içine alan devasa topluluklara dönüşe dönüşe, tüm emekçileri ve ara sınıfları tek bir çatı altında birleştire birleştire, ezici çoğunlukların toplumsallaşmış devlet aygıtına dönüşecektir. Başka bir deyişle, devlet temsiliyetizm ile değil, denetimist bürokratizm ve denetimist devlet ile kitleselleşerek temsiliyetist devletinde adım adım sönümleneceği bir sürece doğru evrilecektir.
Tarihte yürütme, yargı ve yasama temsiliyetizmleri var oldu olalı, bunlara bağlı temsiliyetist devlet aygıtları yetkiyi kurumlardan kurullara, kurullardan üst kurullara, üst kurulları da kişilere bağlayan bir yapıya sahip ola gelmiştir. Bu yüzden sosyalizmin alt evresindeki çoğulculuktan sosyalizmin üst evresindeki çoğunlukçuluğa geçiş sürecinde yetki toplumsal iradeye/emekçi sınıflara doğru yayılmak ve genişlemek zorundadır. Ancak bu şekilde yetki bir avuç kastın/sınıfın/zümrenin elinden zor yoluyla alınarak emekçi kitlelere üleştirilebilir. Ve ancak bu yolla emekçi sınıfların gerçek tarihsel iktidarı tesis edilebilir.
Sosyalizm her şeyden önce politik bir kültür meselesidir. Kuşkusuz bu kültürün merkezinde de toplumsal denetim düşüncesi olmak zorundadır. Toplumsal denetimist politik kültür ve bilinç oluşturmak komünistlerin görevidir. Sosyalizm artık bu şekilde tarif edilmelidir. Başka türlü bir sosyalizm kesinlikle mümkün değildir. Tarihsel pratikte yenilgiye uğramış ve bir daha gerçekleşmesi mümkün olmayan proletaryalist “sosyalizm” modelleri dün olduğu gibi bugünde bir yanılsamadan ibarettir!
O vakit Marx ve Engels’in kaleme almış olduğu Komünist Manifesto’yu yeniden yorumlandığımızda şunları söylememiz gerekir:
“Komünist kuramı “bir tek cümlede” özetlemek gerekir ise, özel mülkiyetin kaldırılması, özel mülkiyetin en güçlü koruyucusu olan devletlü-kastlara/sınıflara/zümrelere karşı toplumsal denetimist politik kültür ve bilinç geliştiği ölçüde gerçekleşebilir. Dolayısıyla, sınıflı toplumdan sınıfsız topluma geçişte, toplumsal denetim mücadelesi yürütülmeksizin emeğin çoğulculuğundan emeğin çoğunlukçuluğuna da sosyalizm yoluyla geçiş mümkün değildir. Bu geçişin sağlanabilmesi tüm sınıflı toplumlarda özel mülkiyetin karakterini belirleyen temsiliyetizm ve memuriyetizm biçimlerine karşı denetimist bürokratik savaşımı da zorunlu kılar. Aksi takdirde, tarihsel-temsiliyetist burjuvazinin politik ve kültürel hegemonyasına da asla son verilemez.”
Sonuç olarak bir topluma karakterini veren şey, her ne kadar alt yapıda “üretim ilişkileri” gibi gözükse de, aslında alt yapıda emek türlerinin birleşik diyalektiği o toplumun alt yapısında her ne kadar gözükmese de ve bu durumda alt yapı üst yapıya oranla daha çekinik ve ikincil planda var oluyorken, o toplumun son çözümlemede karakterinin üst yapı ile belirlenmesi nedeniyle, o toplumun üst yapısını da belirleyen temsiliyetizm ve temsiliyetizmin türevleri olmaktadır. Bu tespit emekoloji’nin “alt yapı ile üst yapı arasındaki diyalektik birliğinin” temelini oluşturmaktadır.
Kısacası, temsiliyetizm ve temsiliyetizm türevlerine göre o toplumun ana egemen biçimi belirlenirken, bu biçime uygun düşen alt yapıda ise emek türlerinin birleşik diyalektiği o toplumun (ekonomik, kültürel, sanatsal vs.) dokusunu ve karakterini oluşturmaktadır. Emekoloji, alt yapı ile üst yapı arasındaki bu diyalektik ilişkinin emek türlerinin birleşik iş bölümü diyalektiği temelinde yeniden yorumlanması ihtiyacından da ortaya çıkan yeni bir bilimsel disiplindir.
Temsiliyetizm bürokratizmden çok farklı bir şeydir. Memuriyetizm ile bürokratizmin doğrudan birbirine bağı olsa da, temsiliyetizmin hem memuriyetizmden hem de bürokratizmden apayrı bir yapı oluşturduğunu anlayabilmek için ilkel komünal topluma bakmak yeterli gelecektir. İlkel komünal toplumda ne memuriyetizm ne de bürokratizm vardı. Lakin memuriyetizmin ve bürokratizmin ilkel komünal dönemde var olmamış olması durumu ilkel komünal dönemde temsiliyetizmin var olmadığını kanıtlamaya yetmez. Keza temsiliyetizm oluşmadan, din ve devlet oluşmadan, devlet bürokrasisi oluşmayacağı için, temsiliyetizmden sonra devletin bürokratizmi oluşur, en sonda ise bu bürokratizmi yöneten de bir memur tabakası (sınıfı) oluşur. Bu memur tabakası (sınıfı) oluşur oluşmaz da özel mülkiyetçi sınıflı toplum formasyonu ortaya çıkar. Köleci özel mülkiyet, feodal özel mülkiyet, kapitalist özel mülkiyet biçimleri bu sınıflı toplum formasyonlarının aldığı tarihsel-temsiliyetist biçimlerdir.
Dolayısıyla, sınıf toplumlar tarihi temsiliyetizm ve temsiliyetizm türlerinin biri biri üzerine geçen biçimlerinin ve bu biçimler arasında süre giden savaşımların tarihidir. Halde böyle olunca, sosyalizm ve komünizme giden yol temsiliyetizmin ve temsiliyetizm türlerinin panzehiri olan toplumsal denetimizm mücadelesinden geçmek zorundadır. Bu sebepledir ki, özel mülkiyetin gölgesindeki tarihsel temsiliyetist devlet biçimlerine dair ütopik proletaryalist algı ve teorilerin kapsanarak aşılması bilimsel komünist düşüncenin gelişimi içinde bir elzemdir.
Dipnot
[1] Her özel mülkiyet eşittir kapitalizm anlamına gelmemektedir. Keza her özel mülkiyetten kapitalizm çıkmaz. Kapitalizmin ortaya çıkabilmesi için özel mülkiyetin kapitalist biçiminin (sanayi emek türünün) ortaya çıkması gerekir. Şayet devlet ve devletlü-kastlar/sınıflar/zümreler olmasaydı özel mülkiyeti temel alan bir devlet modelide, üç bacaklı kapitalist bir devlet modelide ortaya çıkamazdı. Kapitalizmin dolayısıyla kapitalist özel mülkiyet biçiminin ortaya çıkışında devletin ve devletlü-kastların/sınıfların/zümrelerin oynadığı rol gerçekte hiç kimse tarafından görülmek istenmemiştir. Emekolojistler bu yüzden temsiliyetizm kavramını durduk yere kullanmamışlardır. Köleci sistemde bile bir kölenin teminatı köle sahibinin ukdesindeydi. Modern kapitalizmde de işler seçme, seçilme, parlamento vs. üzerinden yürüdüğü için "seçmenin teminatı da seçilmedir" diye kabul edilmekteydi. Bu da asli unsur olan seçmenden/emekçi sınıflardan kopuk bir seçilmenler (atanmanlar) kastının/sınıfının/zümresinin oluşmasına ve halkın çoğunluğunun yararına değil, bir avuç seçilmen azınlığının çıkarı için var olmaya devam eden bir devlet ve iktidar aygıtının ortaya çıkması sonucunu doğurmaktaydı. Kapitalizm gücünü devletlü-kastlardan/sınıflardan/zümrelerden almakta ve özel mülkiyetin/sermaye birikiminin biçimide bu şekilde belirlenmektedir. Talan ve yağma düzeni temsiliyetizm eliyle sürdürülmektedir. Kapitalist devlet ve devletlü-sınıflar olmasa burjuvazi bir ay bile ayakta kalamaz! Devlet aradan çıkarsa dünyanın açları, baldırı çıplakları, garibanları, dışlanmışları, ötekileri vs. bunları çiğ çiğ yer bitirir! Kapitalizm denilen illetin tarihi şunun şurasında oturmuş ve yerleşik bir sanayi kapitalizmi olarak ortaya çıkması en fazla 200 yıl bile değildir. Üstüne üstük kabaca 1950-60 sonrası glokal-kapitalizmin gelişimiyle sahneye teknik-elektronik emeğin çıkması ve protekyanın kendiliğinden bir biçimde de olsa üretimde fiili önderlik konumuna geçmesiyle birlikte, sanayiburglar ve teknoburglar ne yapsak da sistem üzerindeki kontrolümüzü sürdürsek diye kara kara düşünmeye başladılar. Zira hem temsiliyetizm hem burjuva devlet modelleri hem de devletlü-kastlar/sınıflar/zümreler tarihsel sınırlarının sınırına yaklaşmış durumdalar. Kuşkusuz bu durum, biri biri üzerine geçerek ilerleyen emek türlerinin doğa karşısındaki mukavemet oran ve orantılarıyla meydana gelen tarihsel sistemlerin devir ve momentlerinin hesaplanmasıyla da, nominal değerler açısından yeni bir tarihsel sistem olan sosyalizmin de hangi şartlar ve hız mekaniği ile ortaya çıkacağına dair somut ve soyut ön görüngülerin oluşabilmesini de olanaklı hale getirmektedir.
[2] Her temsiliyetizm kesinkes memuriyetizm yaratır. Lakin her memuriyetizm kesinkes temsiliyetizm yaratır diyemeyiz. Keza her memuriyetizm kısmen temsiliyetizm yaratabilir. Köleci, feodal ve kapitalist temsiliyetizm sırasıyla köleci, feodal ve kapitalist memuriyetizm yaratmıştır. Toplumsal denetimist memuriyetizm ise sosyalist memuriyetizm yaratır. Bu sosyalist memuriyetizmde temsiliyetizm değildir. Bu toplumsal denetimist memuriyetizm yaratılamadığı için Sovyetik proletaryan temsiliyetizm modeli çökmekten kurtulamamıştır. Bu şartlar altında da sosyalizme geçiş yapmak mümkün olmamıştır. Sosyalizmin tarihsel olgu ve ilkesi olan toplumsal denetimist fikirler hayata geçirilemediği için proletaryan kapitalizm ne üst yapıda ne de alt yapıda sosyalizme dönüşememiştir.
[3] Örneğin, Bolşevikler iktidarı aldıklarında da aldıktan sonrada gerçekte iktidar değillerdi. Çünkü eski sistemin iktidar ilişkileri hala canlılığını koruyordu. Öyle bir noktaya geldiler ki, yönetemeyeceklerini anlayınca mecburen eski sistemin memurlarını yeniden göreve çağırmak zorunda kaldılar. Troçki bile Lenin'in talimatıyla ilk başlarda Kızıl Ordu’yu (asker Sovyetlerini) eski Çarlık subaylarından ve askerlerinden devşirmek zorunda kalarak kurmuştu. Bu da tarihsel zorunluluktan idi. Çünkü askerlik bilim ve eğitimine vakıf olan bilinçli komünist sayısı pratikte bir avucu geçmiyordu. Yeni Sovyet devletinin başındakilerde bir avuç komünistti ve tüm çevreleri eski sistemden gelen memur kastları tarafından zorunlu olarak kuşatılmıştı. İster “işçi devleti” densin, ister “proletarya devleti” densin, devlet varsa kurum ve memur var demektir. Sovyetler Birliği’nde de tıpkı kapitalist ülkelerde olduğu gibi yasama, yargı ve yürütme biçimindeki devlet erkleri vardı. Buna verilebilecek en basit örneklerden biri Sovyet yargısının içinde bulunduğu durumdu. 1920'lerden itibaren Sovyet yargı sistemi içinde çalışan hakim, savcı ve avukat gibi yargı personelinin çoğunluğu feodal Çarlık döneminde yetişmiş olan kişilerden (feodal-memurlardan) oluşuyordu. Dolayısıyla, bu feodal-memurların hak, hukuk, adalet vs. gibi temel yargı normlarına dair bakış açıları tarihsel ve toplumsal temsiliyetist kültürden kopmuş değildi. Gerçekte iktidar olmak sadece siyasi iktidara bir partinin geçmesinden ibaret değildir. İktidar sorununun çözümü yeni tarihsel ve toplumsal bir sistemin inşası için gerekli olan kurumların eski toplumun bağrından çıkabilmesi kabiliyetine ve iradesine bağlıydı. Keza eski toplumun olumlu ve olumsuz mirasını devralan yeni kurumlar olmaksızın eski toplumdan gelen canlı ve somut iktidar ilişkilerinin denetim mücadelesi içinde zayıflatılabilmesi ve temsiliyetist kültürden gelen burjuva alışkanlıkların ve algıların ortadan kaldırılabilmesi mümkün değildir.
31.08.2023
Serhat Nigiz
2 notes · View notes
pateralba · 5 months
Text
Tumblr media
FEODALİZM
Konuyu evrenselleştirmek için kral vs. gibi yetke adları yerine "egemen" sözcüğünü kullanmayı seçtim. Öncelikle bilinmelidir ki feodalizm komplekstir. Ayrıca zaman ve mekan bakımından tüm Orta çağı kapsamaz. Feodalizm, burjuva devrimlerine kadar süren erken feodalizm ve manoryalizm (feodalizmin doruğu - malikane sistemi) olarak iki sürece ayrılır. İki ayrı feodal sürece ek olarak yıkılış sürecinden söz edeceğim.
Feodal toplum, köleci toplumun bağrından koptu. Orta çağda, köleci toplum devrilirken feodal toplum kuruldu. Feodalizm yavaşça ortaya çıktı. Büyük toprak tekelleri rakiplerine baskı yaptı ve eşitsiz rekabet oluştu. Köylüler iflas etti ve seçkinlerin gözetimine geçti. Feodal toplumda koruyan-korunan (süzeren-vassal) ilişkisine dayanan fief sözleşmesi vardı. Bu sözleşme ile taraflar bağlılıklarını yasallaştırdılar. Feodalizm egemenliğin savunmasına dayanıyordu. Orta çağda egemenler topraklarını savunamadı ve toprağın bir bölümünü soylulara verdi. Soylular toprak kazandıklarında düşük rütbeli korunanlara dağıttılar. Onlar da kendilerine verilen toprağa karşı asker beslemeye ve feodallere destek sözü verdi.
Feodalizm, ayrıca egemenlerin en üstte olduğu hiyerarşik ilişkiye dayanır. Köleci toplumdan kalan devletler, toprakları çıkarları karşılığında kölelere dağıttı ve köleci toplumun sonunu hazırladı. Dağıtılan toprak (feod) sınıflı toplumun feodalizm sürecini başlattı. Yeni egemen sınıfa hizmet eden serfler, köleler gibi mülksüzdü. Toprak satılsa da, feodal değişse de serf toprakla birlikte satılırdı. Tarımda serf emeği köle emeğinin yerini aldı. Tarım ekonomisinde tekelleri feodaller temsil etmeye başladı. Orta çağın özgür çiftliklerine allod denir. Allodları alıkonulan köylüler, topraklarını düzenli işleme koşuluyla tekellerden toprak aldı. Bu geçici kullanıma prekarey adı verilir. Tekeller yerleşik düzenden yarar sağladıkları için köylüleri topraklardan çıkarmadı. Feodalizmin kuruluş sürecinde feodalin mülkünü kullanan bağımlı köylüler hukuken üçe ayrılıyordu. Özgür kökenliler, bağımlılar ve köle kökenliler. İkinci ve üçüncü gruptakiler, erken Orta çağda ortaya çıkan toprağa bağlı kiracı çiftçilerin (kolonuslar) ve köle kökenlilerin devamı olanlardı fakat birinci gruptakiler feodalizmin başlangıç sürecinde topraklarını yitirerek serf olanlardı. İlerleyen süreçte allod sahibi diğer özgür köylüler de topraklarını ve bağımsızlıklarını feodale kaptırdılar ve serf oldular. Feodalizmde feodaller, iki gruptan oluşur. Soylular ve ruhban takımı (din adamları). Soylular, köleci toplumda bedeni kuvvetli olanlardan buraya değin gelebilmeyi başarmış aylaklar, krallar, prensler, dükler, baronlar, kontlar veya başka dillerde çok daha fazlası idi. Ve insanlığın ilk asalakları din adamları, psikoposlardan rahiplere veya başka inançlarda başka şeyler olarak adlandırılan bir yığın parazit sürüsü. Ve ayrıcalıksızlar, serfler! Feodalizmde güçlü merkezi devlet yetkesine rastlanmaz. Skolastiğin egemen olduğu toplum yaşamında din etkilidir. En üstte egemen (çar, padişah, kral vs.) vardır. Çoğu ulus için egemenleri, yaratıcı ile bağlarını kuran varlıktı ve kontrolü altındaki toprakların tek sahibiydi. İlerleme çok yavaştı. Dolayısıyla artı değer yönetimi egemenlerin yetkesiyle belirlendi. Yani feodal toplum da tıpkı köleci toplum ve ileride feodal toplumun bağrından kopacak kapitalist toplum gibi siyasidir. Feodalizmde, feodal yönetim yereldir ve bu yönetim kamu yetkesidir. Ayrıca güçlü merkezi devlet yetkesi olmasa da merkezi yönetim ve kamu yetkesi hiçbir zaman tümüyle kaybolmamıştır. Egemen ise eşitlikler arasında birincidir. Feodalizmin temeli serfler tarafından üretilen artı değere tekellerin el koymasıdır. Temel eylem tarımdır ve bu toprağı temel üretim aracı yapar. Bu tekellere toprağın rantından yararlanma imkanı verir. Erken feodalizm, ticaret ve şehir yaşamının ortadan kalktığı ve yerini kır yaşamının aldığı bir düzendir.
Temel mülk toprak ve buna bağlı üretim ilişkileri feodalizmin tüm toplumsal düzenine işlemiştir. Ayrıca şehirde de sosyal farklılaşma vardır. Çünkü feodalin etki alanında yalnız köyler değil şehirler de yer alır. Feodalin sömürüsüne şehirli zanaatkarlar da uğradı. Çünkü feodalizmde köy, politik olarak şehre egemendi. Feodal, şehirliler için en büyük egemendi. Fakat zanaatkarlığın artması ile tefeci ile burjuvazinin elinde servet birikmesi, sonunda şehrin köy üzerinde egemenliğini beraberinde getirdi. Feodal egemenlik zanaatkarlığı ve ticaretin gelişmesini engelliyordu. Bu nedenle şehirler sürekli olarak feodallere karşı mücadele ediyordu. Sonunda politik özgürlüklerini, öz idare hakkını, sikke hakkını kazanmayı ve vergiden kurtulmayı başardılar. Burjuvazi, tefeciler ve zengin zanaatkarların elinde yeterince para bulunduğu için, şehirler feodallerden para karşılığında da kurtuldular. Fakat yine de çoğu kez özgürlüklerini silahlı mücadelelerle kazandılar. Feodal egemenlikten kurtulan şehirlerde ise burjuvazi, tefeciler ve büyük emlak sahipleri egemendi. Feodal mülkiyet, mülk olan toprak üzerindeki insanları da kapsardı. Erken feodalizmde ücretsiz ekonomi ve faiz ekonomisi olmak üzere iki temel üretim biçimi vardır. Ücretsiz ekonomide bir bölümü feodale ayrılan toprak ikiye ayrılır. Serf, feodalin toprağında kendi ihtiyacı için emek verir. Bu ekonomide gerekli ürün ve artı ürün zaman ve mekana göre birbirinden ayrılır. Serf feodalin toprağında çalışmadığında kendi toprağında çalışır. Faiz ekonomisinde bütün toprak köylüye dağıtılır ve ürünün bir bölümü faiz olarak feodale verilir. Serf, bu ekonomide artı emeği kendi ekonomisinde harcar. Köy ile şehir arasında ticaretin gelişmesiyle iç pazar oluştu. Ticaret sermayesi, köylü ve zanaatkar arasındaki değişimin aracıydı. Burjuvanın karı, eşit olmayan değişimden kaynaklanıyordu. Burjuva metayı değerinin altında satın alır ve üstünde satardı. Karın kaynağı, köylü ve zanaatkarın ürettiği artı ürün ile bazen de gerekli ürünün bir bölümüydü. Dış ticaretin gelişmesiyle birlikte meta üretim ve dolaşımının farklılaşması da güçlendi. Dış ticaret, köleci toplumda oldukça gelişmişti fakat feodalizme geçiş sırasında geriledi. Üretimin artması ve meta ilişkileri dış ticareti yeniden canlandırdı. Sonuç olarak para dolaşımı gelişti ve sikke basımı mükemmelleşti. Üst yetkeye göre ekonomi, küçük devletçilik, yolların bozukluğu, ulaşım aracı geriliği, standart ölçü ve para biriminin olmayışı ve feodallerin burjuvaziyi soymaları Orta çağ ticaretini engelliyordu. Feodal toplumda para ililşkileri geliştikçe tefeci sermayesi de gelişti. Tefeciler feodal soylulara olduğu kadar zanaatkar ve köylülere de borç para veriyordu. Para ilişkileri yaygınlaşırken feodal mülk de pazara dahil olmaya başladı. Feodallere, şehir zanaatkarlarının lüks ürünlerini satın almak için daha fazla para gerekli oldu. Böylece köylülerin ücretsiz ekonomi ve diğer ödemelerini para ödemesine çevirdiler. Bununla birlikte köylü ekonomisi de pazara dahil oldu. Feodalizmde toprak mülkiyetinin yapısındaki hiyerarşi toplumu da şekillendirir. Daha önce bahsettiğimiz gibi fief gereği, küçük toprak feodali, feodal soyluya ödeme yapmak zorundadır. Toprak feodali savaşta feodal soyluların yanında yer alır, buna karşılık onlar da toprak feodallerini korur. Fakat bu durum ileride para ile değişecektir. Erken feodalizmin asıl sorunu, fetihten sonra başlardı ve egemenin sorunları çözmesi gerekirdi. Çözümler temel bir zorlamaya dayanırdı. Fethedilen topraklar egemen istediği zaman belli sayıda askeri beslemek amacıyla seçkinlere bağışlanacaktı. İlk başlarda bu bağışlar egemen tarafından alınarak başkasına verilebiliyordu, mirasla bırakılamıyordu. İlk egemenler öldüğünde toprakları başkalarına verebilecek kadar güçlü olabiliyorlardı. Fakat genel eğilim toprakların soydan soya geçmeye başlamasıydı. Bir kez gerçekleştikten sonra egemenler kendi güç merkezlerini oluşturdu ve kendi askerlerini kontrol eden yerel seçkinler üzerinden daha az kontrol sahibi oldu.
Bu durum egemenleri ve seçkinleri destek konusunda pazarlık yapmak durumunda bıraktı. Egemen yerel seçkinleri kontrol etmesi için taşralı ve yerel valiler tayin etti. Sorun, egemenin bu görevi verebileceği az sayıda kişi olmasıydı. Bu nedenle devlet birkaç büyük valiliğe ayrıldı. Dikkatli bir egemen söz konusu olduğunda, sistem işledi. Fakat taht verasetine karşı çıkıldığında egemene yakın olanların yararlanacağı büyük güç merkezlerinin oluşmasına neden oldu. Taht veraseti sorunlarından kaçınabilinirse, devlet istikrarlı yönetildi. Fakat yine de iç sorunlar birikti. Seçkinler soydan soya geçen mülklerine iyice yerleşiyor ve topraklarını, ya yoksul köylüden satın alıyor, ya da doğrudan köylülerin topraklarına el koyuyordu. Yürürlüğe konan vergi sistemleri giderek dağılım dışına çıktı ve verimliliğini kaybetti. Seçkinler vergi vermekten kaçındıkça, vergi ödemeyen kurumlara, özellikle dini gruplara, daha fazla toprak bağışlandı ve sorun büyüdü. Egemenin elde edeceği zenginlik, yetersiz ulaşım nedeniyle denetlenmesi zor olan taşra seçkinlerinin yükselişine paralel olarak azaldı. Her iki durum da orduyu beslemenin zorlaşması anlamına geliyordu. Genellikle dayanıksız olan egemen, yeni egemen tarafından yerine başka bir yetke getirilerek kaldırılıyordu. Fakat serfler için çok az şey değişiyordu. Mülk sahibi seçkinlerin gelmesi, egemenleriyle çoğu zaman az temasları olduğu için pek bir şeyi değiştirmiyordu. Egemenler bir iç savaş veya fetih sürecinin ardından çok az istikrar sağlardı. Fakat bu etkili bir vergilendirme ve bir miktar yiyecek fazlasına el konulması demekti. Manoryalizm, egemenliği kendine yeterli duruma getirmeye dayanıyordu. Toprak, korunanlar ve koruyanlar arasında bölündüğünde, efendiler köylülere bir toprak parçasında yaşamaya ve işleyim yapmaya izin verdiler. Efendiye ait olan topraklarda yaşamanın bir sonucu olarak, köylüler, efendiye ürünler sağladı, evlerinde onlarla ilgilendi ve istedikleri her şeyi yaparak hizmet etti. Bu köylüler serfti. Bu özel korunana ait tüm toprak, rabbin malikanesinin etrafında dönüyordu. Böylelikle manoryalizm ortaya çıktı. Bu ekonomik bir sistemdi. Bireysel olarak varlığını sürdürdü ve serf ile rab arasındaki ilişkiyi ele aldı. Feodalizmin doruğu manoryalizmde, birçok kırsal ekonominin yerini malikane ekonomisi aldı. Manoryalizm, seçkin toprak sahiplerinin köylülerle holdingleri arasında ilişki sistemidir.
Serflerin her açıdan yargı yetkisi altında oldukları efendilerine karşı sorumlulukları vardı. Malikane toprak mülküydü, ekonominin merkezi ve bu toprak seçkinlerinin yanı sıra din adamlarının organizasyonuydu. Din adamları yönettikleri manorlara "rabbin malikanesi" dediler. Bu malikanenin merkezinde büyük bir ev vardı. Bu ev malikanenin efendisinin yaşadığı yer, ayrıca malikane mahkemesinde yapılan davaların yeriydi. Malikane ve toprak sahibinin mülkleri büyüdükçe, diğer soyluların gelip gidebilme amacıyla daireler ev üzerine yapıldı. Efendinin birçok malikanesi olduğunda, her malikaneye bir denetçi atardı. Burası aynı zamanda askeri gücün merkeziydi ve kale kadar güçlü olmasa da malikaneyi çevreleyen duvarlar, evin duvarlarının içine kadar girerdi. Korunan bu evin etrafında küçük kiracı evler, tarım arazileri ve tüm topluluk tarafından kullanılan ortak alanlar vardı.
Kiralık topraklar, efendinin ekonomik çıkarı için köleler veya kötü adamlar olarak bilinen kiracılar tarafından işlendi. Bu kiracılar kalıtsaldı, tek bir ailenin birkaç nesli aynı alanlarda çalışabilir ve yaşayabilirdi. Buna karşılık, serf ailesi yasal olarak efendiyle varılan hizmet anlaşmasını sağlamakla yükümlüydü. Son olarak, serbest köylü toprağı yaygın değildi. Ancak bazı küçük işletmelerde serbest toprak vardı; köylüler burada serf komşularının aksine özgürce ve hala malikanenin yetki alanına giren kiralanan ve yetiştirilen toprakta üretebilirdi. Serfler ve kötü adamlar genellikle özgür değildi ama köle de değildi. Onlar ve aileleri sözleşmeli olarak malikanenin efendisinin yargısı altına girdiler. Adaletin sisteminin merkezi, malikane mahkemesiydi ve davaları düzenledi. Hırsızlık, saldırı vb. diğer suçlamalar kiracılar arasında anlaşmazlık olarak görüldü. Malikaneye karşı işlenen suçlar sosyal düzeni bozduğu gerekçesiyle ciddiye alındı. Örneğin efendinin ormanından bir şey alıp yiyen daha şiddetli cezalandırıldı. Daha büyük görülen suçlar daha büyük bir mahkeme ile egemene veya temsilcisine gönderildi. Sözleşmeler, kiracılık, çeyizler ve diğer yasal anlaşmazlıklar, malikane mahkemesinin baskın işi idi. Çoğu durumda efendi kendisi karar vermez ve on iki seçilmiş erkekten oluşan bir jüri karar verirdi. Köleci sürece göre ilerici olan feodalizm artık gericileşti. Birikim yapamaz duruma geldi. Tarım ve ticari sermaye grupları arasında çekişmeler başladı. Ülkeler, toprağın sermaye olduğu bir piyasadan, ticarete dayalı bir piyasaya geçtiğinde malikane sistemi geriledi. Daha sonra çoğu malikane, para temelli bir ekonomiye geçti. Avrupa da para temelli bir ekonomiye geçtiğinde, malikane sistemi sonunda yok olmaya başladı. Fief sahibi korunanların sunduğu hizmetler, daha etkili ve daha az sorun çıkaran kişiler tarafından görülmeye başlandı. Merkezi devlet yetkesinin güçlenmesi ve yetkinin artık gerçekten egemenlerde toplanması, diğer taraftan şehirlerin zenginleşerek kendi güvenlik birimlerini oluşturması, feodalizmi zayıflattı. Feodal egemen sınıfın gelir sağladığı ve bu gelirini artırabileceği tek kaynak, serfin kendi geçimini sağlamak için gerekli olanın ötesinde emek vermesidir. O süreçteki emek üretkenliği koşullarında ürünün arttırılması için çok az boşluk vardı. Artı ürünü çoğaltma yolundaki girişimler, yetersiz toprak parçasını işlemeye yönelik zamanın azaltılmasıydı. Bu durum insanın direncini aşan bir noktaya geliyordu, ya da yaşam koşullarını insanca yaşamanın altına düşürüyordu. Emek üzerinde baskının artması, sistem için yıkıcı sonuçları beraberinde getirdi. Sistemi besleyen emeğin üzerinde artan baskı, manorlarda sadece umutsuzluktan kaynaklanan yasa dışı göçlere yol açmadı, aynı zamanda feodal ekonominin boğuşacağı bir dizi bunalımı beraberinde getirdi. Orta çağın başlangıcındaki feodal ekonomide para için fazla yer yoktu. Fakat şimdi şehir burjuvazisi, feodalizme karşı "para" silahına sahipti. Feodal, gereksinimi olan her şeyi, ya çalışma biçimi ya da ürün biçimi olarak kendi serflerinden sağlıyordu. Tüm feodal egemenlik, kendi kendine yeterken savaş yükümleri bile ürün olarak isteniyordu, ticaret, değişim yoktu, para önemsizdi. Genellikle yağma yoluyla kazanılan para vergilerin ödenmesine yarıyor, toplumsal işlevden çok siyasal işlev görmeye hazırlanıyordu. Artık her şey değişmişti. Para, yeni baştan, evrensel değişim aracı durumuna geldi ve bunun sonucu olarak niceliği oldukça arttı. Artık soyluluk bile paradan vazgeçemiyordu. Ve satacak çok az şeyi olduğu, ya da hiç olmadığı, yağma da artık kolay olmadığı için, burjuva-tefeciden ödünç alıyordu. Feodaller, yeni toplar tarafından şatoları saldırıya uğramadan önce para tarafından çoktan esir alınmıştı. Eski kaba ekonomi çoğunlukla varlığını sürdürse de, birçok ülkede köylüler feodale ücretsiz ekonomi sunmak yerine para verdiler. Kırda bile feodal kurumlar toplumsal tabanlarını yitirdi.
Bu çağda, ülkeleri saran para hırsı, 15.yy sonunda feodalizmin para tarafından içten çökertileceğine işaret eder. Bu yüzyılda feodalizm çöküş durumundaydı. Feodalizm karşıtı çıkarlara sahip şehirler, her yerde feodal toprakların içlerine sokulmuşlardı. İsteklerini gerçekleştirmek için kendi başlarına güçsüz olan burjuvazi, tüm feodalizmin başı olan egemenin ta kendisinde, güçlü bir dayanak buldu. Burjuvazinin toplumsal ilişkiler düşüncesinin devlet ilişkileri düşüncesine vardığı, ekonomiden siyasete geçme noktası tam da buraya dayanmakta. Bu noktadan diyebiliriz ki, modern uluslar da, sınıf mücadelesinin ürünleridirler. Ulus devletin gelişiminde egemenin buyruğu vardır. Ticaretle uğraşan burjuvazi monarşiyi desteklemiş ve Papalığın kan kaybetmesi ile monarşiler ciddi güç kazanmıştır. Bu genel karışıklık içerisinde, ulus devletçi egemenlikler ilerleme aracı oldu.
Çünkü egemenlik, düzensizlik içerisinde düzeni, ufalanma karşısında oluşma durumundaki ulusu temsil ediyordu. Bundan dolayı, feodalizmin bağrında oluşan tüm devrimci oluşumlar, egemenlik ne kadar onlara dayanmak zorundaysa, o kadar egemenliğe dayanmak zorundaydı. Gelişme, devamında Roma hukukunda kaldıraç buldu. Feodal koşulları kesinlikle tanımayan ve modern özel mülkiyeti (kendinden önceki koşullara göre iyidir) tamamen önceleyen bir hukukun yürürlüğe girmesi büyük bir ilerleme idi. Feodal soyluluk artık Orta çağda ekonomik anlamda egemenleri ve burjuvaziyi sıkmaya başladı. Çünkü şehirlerin ve o çağda yalnızca egemenlik biçimi altında olanaklı olan ulus devletin gelişmesi için de engeldi. Bu durumda evrenselleşen kültür hareketi feodalizme karşı savaşta burjuvazi ve egemenliğin işini kolaylaştırdı. Egemenler, burjuvazinin ve ticaretin gelişmesine paralel olarak aldığı vergiler nedeniyle merkezi bir ordu kurma ve soylular üzerinde denetim kurma fırsatını yeniden buldular. Gücünü burjuvaziden alan egemenlerin yetkesi arttıkça, soyluların ekonomik üstünlüğü sona erdi. Sonunda merkezi devlet yetkesi kendini soylulara kabul ettirdi ve feodalizmin egemenliği zayıflamaya başladı. Vergilerin artması ve ekonomik duraklamayla birlikte soyluların maliyesi tam bir darbe yedi. Bu noktaya kadar feodal soyluluk, aynı zamanda silahları kullanma tekeli olduğu için her şeye karşın ayakta kaldı. Fakat egemenler bu feodal ordudan kurtulmak ve kendi öz ordularını kurmak için çaba gösterdiler. Bu çağdan sonra, askere alınmışlar ya da kiralanmışlardan oluşan birlikler oranı durmadan arttı. Başlangıçta şehirlerin işgalinde ve kuşatmalarda kullanılan piyadeler söz konusuydu. Ama çağın sonuna doğru kendilerini yabancı prenslerin hizmetine kiralayan ve feodalizmin yıkılışını müjdeleyen şövalyeleri de görüyoruz. Aynı zamanda, şehirlerde özgür köylüler arasında savaşkan bir piyadenin koşulları oluşuyordu. O zamana kadar, alt görevdekiler ile birlikte şövalyelik, ordunun temelinden çok, ordunun kendisiydi. Şövalyeler bir süre bütün savaşlara katıldı ve sonuçları belirledi. Fakat durum birçok noktada birden değişti. İlk olarak İngiltere'de toprak köleliğinin yavaş yavaş ortadan kalkışıyla, yeoman (ordu olarak yetiştirilen özgür doğmuş) ve toprak sahiplerinden oluşan kalabalık bir özgür köylüler gurubu oluştu. Aynı zamanda soyluların veraset çatışmaları ve korunanların özgürlüklüklerini elde etmeleriyle feodalizmin çöküşü hızlandı. Feodallerin son kozları şatolarıydı. Şato arkasına saklanan soyluların egemenlere bağlanmaktan başka seçeneği kalmadı. Zenginlik ölçütü topraktan paraya geçtiğinde sınıflar arasında değişiklikler oldu. Önceden yönetme gücü soylularda ve din adamlarındayken artık yönetme gücüne burjuvazi de ortak oldu. Ticaretle birlikte ortaya çıkan lonca sistemi, faiz, tefecilik gibi yeni oluşumlara sertçe karşı çıkan kilise artık sistemden yararlanmaya başladı. Kitapta yazgısını benimsemiş köylü özgürlüğü tattı. Ürün satışındaki artış, ticaretin yayılmasına yol açtı. Piyasa ekonomosi gelişti. Etkili bir burjuvazi vardı. Burjuvalar çıkarlarını korumak için loncalarda birleşmeye başladılar. Zanaatkarlar şehir atölyeleri kurdular. Sanatkarların feodallerden bağımsız kalmalarına izin verdiler. Bununla birlikte Orta çağın sonunda bilimsel ilerlemenin hızlanmasıyla atölyeler geçmişte kalmıştır. Kapitalistler modern üretim ve ticaret büyüdükçe feodalizmle çatıştı. Feodalizme karşı açılan savaşın ilk başlarda çok iyi sonuçları olmadı. Feodaller, toprak çevirme hareketiyle köylüyü tekrar egemenlikleri altına almak istedi. Bu durum, topraklarından sürülmüş, aç kalmış köylülerin satacak iş gücünden başka bir şey kalmaması sonucunda kapitalizmin ihtiyaç duyduğu işleyim işçilerini hazır hale getirdi. Feodalizm, yalnızca bunlarla değişmedi. Köylü isyanları günlük bir olay halini aldı. Hepsi acımasızca bastırıldı. Sıradan katılımcılar işkence görürken elçiler idam edildi. Bunlarla birlikte köylüler özgürleşti ve şehirler özgür nüfusun kalesine dönüştü. Feodalizmin son kalıntısı ise sanayi devrimi ile yok oldu.
0 notes
acid-gramma · 1 year
Note
Kapitalizm köleliği eleştirileri hakkında ne dusunuon nej
Bana göre dunya uzerindeki herhangi bir ülkede nefes alıyor olmak bile kapitalizm koleligidir. Bundan kacis yok kopusler maalesf...
yav biz bu cagda dogduk diye oyle oldu dunya neo feodalizm yolunda ilerliyo ilerde kimsenin sahip oldugu bisi kalmicak insan gucu aq devletinden ya da zengin ve her seye sahip olan kesimden kiralamak icin kullanilacak gibi geliyo. omur boyu kiraci yasicaz aq. gecinebilmek icin, bir seylere sahipmis gibi olmak icin kolelige devam
12 notes · View notes
444namesplus · 1 month
Text
A Aat Administrasia Administrasiata Administrativen Administrativna Administrativni Adrianovia Ages Ako Akop Akra Aksent Aksentira Al Ala Alain Alezia Alkasar Allen Alternativa Alternativen Alternativni Alternativnite Alternativno Am Amb Ambrazuri Ambrazurite America Amerika Amerikite An Analogisnite And Anglessey Anglia Anglicanum Angliiskata Angliiski Angliiskia Angliisko Anglosaksonskite Antecedentes Antiohia Antiohiiskoto Antisnite Antisnostta Anzu Apogei Aponia Ar Arbalet Arbaleti Archaeological Archaeology Architecture Arheologiseski Arheolozite Arhitekt Arhitekti Arhitektura Arhitekturata Arhitekturna Arhitekturni Arhiv Aristokrasia Aristokrasiata Aristokrat Aristokrati Aristokratisen Aristokratisnata Aristokratisnite Aristokratite Armia Armiata Armii Artileria Artileriata Artileriiskata Artileriiski Artileriiskite Asno Aspekt Association Astia At Ataki Atakite Atakuvasi Atakuvasite Aula Aurell Avgust Avila Avtorite Avtorskite B Ba Baden Bailey Baio Balata Bamburg Ban Barbakan Barker Baronsko Barry Barthélemy Barut Baruta Bastion Batsford Bavarskiat Bavat Bavno Baza Bazileus Bditelnost Behind Beili Beilita Beilito Beleg Belknap Belvuar Bergfrid Berite Bes Beseda Bez Bezpolezna Bezpolezni Bezsmisleno Bi Biat Bibliografia Bibliography Biha Bilata Biskvitki Bist Bitia Bitkata Biumaris Biva Bivat Bivsa Blagodarenie Blagonadezdni Blagopriatstva Blagorodnik Blagorodnika Blagorodniseskata Blagorodniseski Blagorodniseskia Blagorodniseskoto Blagorodnisi Blagorodnisite Blagosklonnostta Blizka Blizki Blizkia Blizko Blizo Blizost Blizostta Blokira Blokirana Blokirat Bludavat Bludstvoto Bne Bnf Bodiam Bog Bogatstva Boinisa Boinisi Boinisite Book Books Bov Boydell Brag Brak Brandenburg Brannisite Brata Braun Bregovi Britain Britanskata Britanskite British Broa Broat Brodueiskata Broi Bronzovata Brown Bsi Bsite Builders Buildings Buntovete Buse By C
Cambridge Castellarium Castle Castles Cathcart Cathedral Central Century Channel Charles Chartrand Chateaux Chester Chevaliers Chicago Chichester Christopher Châteaux Civilizing Clūsa Commons Companion Context Continuum Coulson County Courtliness Courtly Crac Creative Creighton Croom Crusaders Crusading Culture Cunliffe D Da Dadeno Dadenosti Dal Dama Dania Daniel Danni Dat Datiran Datirani Datirasi Datsanite Dava Davaiki Davat David De Debela Debeli Debelina Decline Definira Definisia Definisiata Deinite Deistvie Dekorasiata Dekorasii Dekorativni Dekorativnite Delkasi Delo Des Desa Desetiletie Deto Devoikite Dia Diata Die Dieter Dieto Diktuva Diktuvat Dilisa Dilisni Din Dinan Direkten Direktno Dnes Dnesnia Dnesnite Dni Do Dobava Dobavaiki Dobavane Dobavaneto Dobavat Dobavka Dobavki Dobiv Dobra Dobre Dobrite Dokato Dokazano Dokazatelstvo Dokazva Dokument Dokumentasia Dokumentirano Dolinata Dom Doma Domakinskite Domakinstva Domakinstvo Domakinstvoto Domasniat Dominant Dominique Dominirat Dominus Domove Domus Donato Donjon Donzon Donzona Donzoni Donzonite Dop Doprinasa Dorazvita Dori Dornenburg Dorset Dosli Dost Dosta Dostat Dostavkata Dostavki Dostiga Dostigat Dostignata Dostoverni Dotogava Douv Dr Drastisna Drebnite Drevna Drevni Drevnorimskite Drezden Drogo Drug Druga Drugade Drugari Drugi Drugite Drugo Duby Due Duffy Duloto Duma Dumata Dungeon Dupka Dupki Dupkite Dusi Dva Dvama Dvata Dve Dvete Dvizeiki Dvizenie Dvoini Dvoranstvo Dvorsovi Dzeims Dzordz E Early Eaton Ebidat Ed Edesa Edin Edinisi Edinstveno Edm Edna Ednak Ednakvi Edni Edno Ednovremenno Eduard Eduin Edva Efekt Efektivnata Efektivni Efektivnost Efikasen Egipet Ekset El Elementarni Elementi Eleventh Elit Elita Elizabet En Enfilada England English Enoriiska Ensiklopedia Epoha Erlande Es Eskalada Esperans Estate Estestveni Estestveno Estestvo Estetika Estetikata Estetiseski Et Etapa Etapi Etaz Etaza Etazi Etimologia Etimologisen Eu Europe Evoluira Evropa Evropeiskata Evropeiski Evropeiskia Evtin Ezera Ezersata Ezik Faktori Familia Faza Feodal Feodala Feodalen Feodali Feodalizm Feodalizma Feodalna Feodalnata Feodalnia Feodalnite Feodalno Feudalism Finansite Finansovi Flamandskite Flammarion Flangovi Flangovoto Folly Fon Fonten Forma Formata Formi Fort Forteresse Fortifications Fortifikasia Fortifikasiite Fortove Fortress Fortresses Forts Fotografia Fototeka Foundation Four Fourteenth Fr France Frances Francois Frankskata Fransia Fransoa French Frenska Frenski Frenskiat Frenskite Frenskoto Friar From Ftava Fundament Funksia Funksii Funksionalni Funksionirat Futa G Gaar Galerii Galilea Garnizon Garnizona Garnizonite Gate Gebelin Georges Georgiev Germania Germanskiat Germany Gers Gi Gibel
Gies Gisor Gla Glad Glasas Glavno Gledna Gli Glindur Glost Gnd Gnu Go Goblen Goblena Godina Godini Godisno Golam Golama Golamata Golamo Golemi Golemiat Golemite Gorasi Gordost Gorespomenatite Gori Gornite Gospodar Gospodara Gospodarite Gosti Gotika Gotiseskata Gotiseski Gotiseskoto Gradi Gradini Gradove Gradska Gradskite Grafstvo Granisite Gravett Grazdanska Greda Gredi Greenwood Gresni Grizat Grizi Grupirat Gubat Gubi Guide H Hai Harakter Harakteristika Harakteristiki Harper Harseneto Hart Harti Harvard Haznata Hds Hektara Helm Henri Heritage Herlihy Hersozi Higham Hil Hiladi Historia History Históricos Hnoveni Hoensolern Hoenzalsburg Holy Horata Horizontalen Horizontalna Horizontalni Hospitalierite Hr Hrana Hristianite Hristianskite Hudson Humanities Hunadi Hv Hvі Hvіі I Ide Idea Ideal Idealen Ideata Idva Idvasiat Idvat Ierusalimskoto Igra Igraat Ii Ikonomika Ikonomiseskia Ili Illustrated Ilsev Im Ima Imas Imat Imenia Imenieto Imeto Imitirat Imore Imperator Imperia In Ind Index Industria Informasia Inovasia Inovasii Inovasiite Inovativniat Inovativnite Institusia Institusii Institut Instrumenti Interes Interesa International Interpretative Interpretirat Intimna Invazia Iordania Iorkskata Ireland Iresek Irlandia Irokezite Isbn Islands Ispania Ispanski Ispanskite Istinski Istinskite Istoria Istoriata Istorii Istorik Istoriseski Istorisi Istorisite Italia Italienne Iv Ix Iz Izbira Izbirat Izbiti Izblednava Izbrana Izbranite Izbrano Izd Izdanie Izdava Izdelia Izdigane Izdiganeto Izdigat Izdignata Izdignati Izdr Izgarat
Izgled Izglezda Izglezdasia Izgraden Izgradeni Izgradenite Izgrazdaneto Izgrazdat Iziskva Iziskvaneto Iziskvania Iziskvasa Izklusitelno Izkop Izkopavat Izkopi Izkustvena Izkustveni Izkustveno Izlaga Izlivane Izlizasite Izlizat Izmestat Izmesteni Izmezdu Iznenadvaso Izobrazen Izobrazenia Izobrazenie Izobretenia Izobretenie Izolda Izp Izpadat Izpolzva Izpolzvan Izpolzvana Izpolzvanata Izpolzvane Izpolzvaneto Izpolzvani Izpolzvas Izpolzvasi Izpolzvat Izraz Izrazava Izrazena Izrazhodva Izrazhodval Izsalo Izsezva Izsezvat Izsipva Izsipvaneto Izsledvania Iztok Iztoka Iztosen Iztosna Iztosnata Iztosnik Iztosnisi Iztosnite Iztosno Izv Izvesten Izvestni Izvestniat Izvivka Izvlisaneto Izvori J James Japanese Jean John Johnson Joseph Journal K Ka Kak Kakto Kakvito Kakvo Kaliakra Kalkira Kam Kambanariite Kamenari Kamenen Kamenna Kamenni Kamennite Kamenodelsi Kamenodelstvo Kamenolomni Kampaniata Kanada Karak Karaula Karfili Karkason Karl Karnarv Karti Karusi Kasestva Kasi Kastra Katedrali Katedralite Kategoria Kato Kavaleriata Kazano Kazarma Kazarmata Kegan Kenilu Kenyon Kerak Keramisni Kilogramovi King Kirpisena Kitai Kladenes Klasiseskite Kletva Klonat Klounes Klus Klusalka Klusovi Knazestvo Koato Koda Kodeks Koeto Kogato Koito Kolhida Kolisestva Kolkoto Kolonisti Kom Kompleks Kompromisi Kon Kone Konemann Konflikti Konfliktite Konkretni Konsentrira Konsentrirasi Konsentrisen Konsentrisna Konsentrisnata Konsentrisni Konsentrisnite Konstantinopol Konstruiraneto Konstruksia Konstruksiata Konstruksii Kontakt Kontinent Kontinentalna Kontrol Kontrolira Kontroliraso Kontrolirat Kontrolredaktirane Konusnite Kopaat Kopertino Kopirat Koreni Korenno Koritoto Kosi Kovasi Kove Kovodi Kovodstvoto Kovseznik Kr Kraa Kraen Krai Kraibreznite Kraina Kraino Krak Kral Krala Krale Kralisa Kralski Kralskite Kralstvo Krasivite Kraus Kreit Krepost Kreposten Kreposti Krepostite Krepostna Krepostnata Krepostni Krepostnite Krepostta Krieitiv Kriterii Krivolineina Kuhnite Kuka Kula
Kulata Kuli Kulite Kuls Kurs Kurtoazna Kurtoaznata Kusi Kvadraten Kvadratna Kvadratni Kvat L La Lalis Land Landsaft Landscape Landscapes Las Latinskata Latinski Lbi Lbisa Lccn Legendata Legendi Legendite Leicester Leit Leksikon Len Lenno Lesen Lesno Lesnoto Letas Lg Lga Lgaria Lgarski Lgi Lgia Lgo Lgokrakia Li Liddiard Life Linia Linii Link Lipsata Lira Lisenza Liseto Lisna Lisni Literatura Lm Lmove Lmovite Ln Lnat Lnenia Lnenie Lni Lnite Lnitelna Lnitelni Lnitelnite Lno Lnoletie Loalnost Lodki London Long Lord Lorda Lordove Lov Love Lsaid Ltd Lubov Lubovta Ludvig Luis Luks Luzeski Lzaso Lzat Lzava Lzavame Lzavat Lzenia Lzenie Lzenieto Lzi Lzinata Lzitelen Lzitelna Lzitelnata Lzitelno M Macclesfield Machine Madzarite Main Maistori Makar Maksimalno Mal Malbork Malka Malki Malkia Malkite Malko Malkoto Mandalo Mangonel Mansio Marc Margat Marienburg Martin Masa Masab Masikula Masikuli Masikulite Masina Masini Masite Masivniat Masto Mastoto Material Materiali Mcneill Meandri Mediawiki Medieval Medievistite Mehmed Meid Meksiko Melnisi Menu Meri Mesesi Mesqui Mesta Mestata Mesten Mestnata Mestni Mestnia Mestnite Mestnost Mestnosti Mestnostta Mestnoto Mestonahozdenieto Metal Metalni Metatelni Metod Metra Metrovia Mezdu Michael Middle Miklosis Minaloto Minavas Mirni Mirno Mit Mladezite Mn Mnenia Mneniata Mnenie Mni Mnimi Mnisa Mnogo Mnogobroinata Mnogoto Mnozestvo Moat Mobilen Modata Moderen Modern Moderni Mog
Mogat Mogila Mogilata Mogili Mogli Moldavia Monarh Monarha Monarsi Monreal Montgomery Morris Morskia Mortrieri Mos Mosen Mosna Mosni Mosnite Most Mosta Mot Mota Motte Moze Mozete Mrasni Mrezata Mu Museo Musulmanite Musulmanskata Märchenkönig N Na Nablegne Nablizo Nabludava Nacional Nad Nadminavat Nadmosie Nadpis Naemnisi Nai Nak Nakazanie Nakoa Nakoi Nakolko Nalaga Nalozi Nama Namalat Namalava Namalavaneto Namalavat Namalila Namat Namira Namiraneto Namirasi Namirat Nanasaiki Nanovo Naokolo Nap Napadateli Napadenie Napadne Napodobavasi Napravena Napraveni Napresnite Napresno Naprimer Napusne Nar Narastva Naresen Naresena Narezda Narisan Narisat Narusavane Nas Nasalo Nasaloto Naseleni Naselenite Naseleno Naselo Nasestvenisi Nasestvenisite Nasestviata Nasestvie Nasin Nasip Nasipi Nasite Naslednik Naslednisi Nasoka Nast Nat Natat Natrupvaneto Nausavat Nausen Nausnite Nav Navezdat Navliza Navodnava Navodnavane Navsak Naznasava Naznasavane Nbrasni Nd Ndl Ne Nea Nego Negov Negova Negovata Negovi Negovia Negoviat Negovo Nein Neiniat Neinite Neizdr Nekvalifisirani Nemskata Nemski Nemskoto Neobhodimo Neotlezala Neposredstveno Nepraktisna Nepraktisni Nepravilna Nepravilno Nepredvidimi Neprek Neprevzemaem Nepriatni Neprist Ner Neravnosti Nesigurni Neso Nesposobni Netosni Neudobni Neudobnia Neukrepeni Nevinagi New Nezamenimi Nezelani Neznasitelno Ni Nia Niderlandia Nik Nikak Nikakva Nikakvi Nikoga Niski Niskite Nissite Nite Nito Niva Nivo Nivoto Nkc Nki Nli No Noemvri Noisvansain Normandia Normandskata Normanite Normanskite Normanskoto Normativen Norris North Noseiki Noseni Nosi Noto Nova Novata Novi Novia Novite Novopostroeniat Novopostroenite Novosti Novov Ns Nsen Nsnata Nsni Nsnia Nsniat Nuzda Nuzdae Nuzdaehme Nuzdaem Nuzdi Nuzni Nuznite Nuzno O Ob Obase Obasnava Obasnenia Obasneno Obedinenoto Obekt Obekta Obekti Obezludava Obgradeni Obgrazdasata Obiknovenite Obiknoveno Obis Obisaino Obitateli Obitavane Obkr Oblastta Oboznasava Oboznasavane Obrabotvaema Obrabotvasi Obratno Obrazsi Obrazuva Obrazuvala Obrazuvat Obsa Obsada Obsadi Obsadite Obsadna Obsadni Obsadnoto Obsazda Obsazdasata Obsazdasite Obseg Obsestva Obsestvena Obsestveni Obsestvo Obsestvoto Obsim Obsirni Obsnostta Obsomedia Obstrel Obstrela Obstrelvane Obstrelvat Obuslava Obv Of Ofanzivna Ofisi Ofisialna
Ofisialnite Og Ognevata Ogradenite Ogradi Ogranisava Ograniseno Ograzda Ogromni Ogromnite Ohrana Ohranavaneto Oi Okazva Okolnata Okolnia Okolo Okop Okoto Oktomvri Olio Olioto Oliver Olovo Olovoto Om Opaseniata Opasnostta Opidum Opidumi Opirane Opisani Opisano Opisvan Opisvana Opit Opitni Opitva Opitvat Opozaravane Opredelasi Opredelena Opredeleni Or Ora Orden Ordeni Ordenite Ordensburg Orford Originala Originalnata Originalniat Ornament Osakva Osama Ose Oseani Oselava Oselavat Oseleli Osem Osenena Osevidno Osigurava Osiguravaiki Osiguravane Osiguravasi Osiguravat Osiguri Oslananeto Osnovata Osnovna Osnovnata Osnovni Osnovnite Osnovno Osnovnoto Osobeno Osobenosti Osobenostite Osobi Osprey Ostanali Ostanalite Ostanki Ostava Ostavat Ostrova Ostrovi Osven Ot Otbagvani Otbivan Otbrana Otbranata Otbranitelen Otbranitelna Otbranitelnata Otbranitelni Otbranitelnite Otbranitelno Otdavane Otdelni Otdelnite Otdelno Otdolu Otgore Otgovara Otgovor Otgovoren Otgovornostta Otidat Otk Otkat Otklonavaneto Otklonavat Otkolkoto Otkriite Otkrito Otkrivat Otlisitelen Otmena Otnasa Otnasasi Otnema Otnosenie Otnosno Otnovo Oto Otrazava Otrazenie Ots Otsasti Otsetliv Otslabva Otslabvat Ottam Ottogava Otv Otvetno Otvor Otvori Otvorite Ouain Oxford Oziveno Oznasava Ozovavat P Pada Padaneto Padasi Padenieto Pak Palestina Palisada Palisadi Pari Paris Parkove Patovoto Patronaz Paul Paunda Pazasa Pbr Peizaz Peizaza Pen Perfon Period Perioda Periodi Pernik Peseleiki Pesi Pet Petno Petrariata Peveril Philip Phillimore Pi Pili Pilo Pioner Piper Pirati Piruva Pise Pismenata Pistoleti Pite Plan Planinite Planirania Plantagenetite Plasa Plasaniata Plesivi Plit Plodorodna Plodorodnia Plos Pnost Po Poava Poavata Poavava Poavavat Poavi Pobedata Pobira Pod Poda Podavat Podbran Podd Poddr Podelena Podem Podhod Podhodasi Podhodi Podkopavane Podkopavat Podkrepa Podkrepane Podkrepeno Podlaga Podoben Podobna Podobni
Podobno Podobravat Podobril Podobrite Podovete Podpalat Podpori Podporite Podrazava Podrobno Podrobnosti Podronvaneto Podsertavani Podsertavasi Podsigurat Podsiguravane Podsigurena Podsileno Podsinenite Podvizen Podviznata Podviznost Podzemen Podzemni Podzemno Poema Poeme Pogl Pogresno Pohod Pohodi Pokaze Pokaznost Pokaznostta Pokazva Pokazvane Pokazvas Pokazvasa Pokazvat Pokoite Pokrit Pokrita Pokritie Pokriva Pokrivni Pokupkata Polagat Political Polovina Polozenie Polsa Polski Polukr Polumeses Polusava Polusavat Polusi Polza Polzite Polzvane Pomesenia Pomislat Pomos Pompozna Ponakoga Ponasa Pone Poneze Popov Poradi Porta Portal Portata Porti Portite Poseten Poseti Posetitelite Posle Posledna Poslednata Poslednite Poslednoto Posledvaloto Posluzi Pososvat Postava Postavane Postavaneto Postavat Postavilo Postepenno Posti Postoanna Postoanni Postroava Postroavane Postroavaneto Postroavat Postroen Postroena Postroeni Postroeniat Postroi Postroika Postroikata Postroiki Postroili Pot Potok Pounds Pov Povdigane Povedenie Poveritelnost Povese Poveseto Povliavat Power Powered Pozar Pozari Pozertvan Pozisiata Pozisii Poznat Poznata Poznati Poznavali Pozorno Pozvolava Pozvolavasa Pozvolavasi Pozvolavaso Pozvolavat Pozvolenia Pozvolenie Pozvolenieto Pozvoli Pr Praka Prava Pravat Pravo Pravos Pravoto Prazen Prebivava Prebivavane Pred Preden Predi Predimno Predimstvoto Predisno Predistoria Predlagat Predmeti Prednata Prednaznaseni Prednaznasenie Prednaznasenieto Prednia Predostavat Predotvratava Predotvratavane Predotvrati Predpazva Predpazvat Predpolagalo Predpolozenie Predpositani Predpositat Predsestvenisi Predstava Predstavata Predstaveno Predstaviteli Predstavitelna Predstavlava Predstavlavat Preduprezdenie Pregled Pregledaite Pregrada Pregradi Prehistoric Prehranata Preimusestvata Preimusestvo Preimusestvoto Preizgrazdaneto Prekaleno Prekarvaneto Preki Prekonstruiraneto Prelubodees Premahvaneto Premestvane Premestvat Preminat Preminavaneto Prenebregnat Preneseni Preobrazuvane Preodolavane Preodoleni Prepatstvia Prepitavat Prepratki Prerastva Presat Presmetnato Press Presses Prestiz Prestiza Prestizni Prestoa Prestoi Prestroenoto Preustanovi Preuveliseno Prevod Prevodnata Prevr Prevzemat Prevzet Prevzetite Prez Pri Pribaltiiskite Pribava Priblizava Priblizavaneto Priblizi Priblizitelno Pridobiva Pridobivat Pridvizi Pridvizvaneto Pridvizvasi Pridvizvat Priemat Priemi Prieto Prigodavat Prigoden Prigodeni
Prigotvaneto Prihod Priizdasite Prikaznia Prikazniat Prikrivasi Prilisas Prilisat Prilozeni Prilozenia Primer Primeri Primerite Primitivni Prinsip Prinsove Prinuzdavani Pripisvat Priroda Prirodni Prirodnite Pris Priselat Priselvane Prisina Prisini Prisposoblenia Pristiganeto Pritezanie Pritezatela Pritezatelite Pritezava Pritezavanite Pritezavat Private Privatizasia Privlisat Prizemnia Priznanie Proava Probie Probiv Probivane Probudat Prod Prodovolstvia Produksiata Proekta Proekti Proektirani Proektirat Programa Prohod Prohoda Prohodi Prohodite Proizhod Proiztisa Prokopavane Proletta Promana Promanata Promena Promeni Pros Prostira Prostiras Prosto Prostorni Prostranstva Prostranstvo Prostranstvoto Prosuvstvena Protiv Protiva Protiven Protivnikovi Protivoresasi Prousvane Provans Provinsialni Provinsialnia Provinsialnite Provinsiata Prozorsi Prozorsite Prug Pruga Prugata Publications Publishing Puski Pvaneto Qal R Rabota Rabotat Rabotesa Rabotesi Raboti Rabotilnisi Rabotilnisite Rabotnisi Rabotnisite Radko Radvat Raglan Raizing Ranni Rannia Ranniat Rannite Rannoto Rano Ravniat Razbiraneto Razbivat Razdelena Razdeleni Razgleda Razgranisenie Razhodite Razkazvani Razlika Razlisavat Razlisen Razlisna Razlisni Razlisno Razmer Razmeri Raznoobrazni Razpada Razpadaneto Razpolagat Razpolozeni Razpolozenie Razprostranavane Razprostranavat Razprostranena Razprostraneni Razprostranenieto Razprostraneno Razraboteni Razrabotsisi Razrazili Razresenie Razrusava Razrusavaneto Razruseni Razs Razsiravat Razsistvane Razsitaiki Razsitat Razstoanieto Raztopeno Razviat Razvit Razvita Razviti Razvitie Razviva Razvivat Rb Rba Rdavasi Rde Rdeniata Rdi Rdina Reaksia Redaksiite Redaktirane Redaktirate Redaktor Redisa Reference Reginald Regiona Regionalni Regions Reka Rekite Rekonstruksia Relefa Remonti Renaissance Renesans Renesansovi René Republiki Resava Rese Resenie Resenieto Resetka Resetki Resni Resnik Resurs Resursi Resursite Revelations Rezidensia
Rezidensiata Rezidensii Rezultat Rezultira Rgovia Rgovski Rha Rhnostta Rhovete Rhu Riba Rimlanite Rimska Rimskata Rimski Rimskite Risara Risarat Risari Risarite Risarski Risarstvo Risarstvoto Rise Riskuva Risunka Rkva Rkvata Rkvite Rlane Rlaneto Rlat Rnat Rnbul Rni Robert Rodeni Rola Rolata Romanskia Romantiseskoto Romantisnite Romantisnoto Romantizma Routledge Rov Rova Rovove Rovovete Row Rs Rsal Rsaska Rsat Rsava Rsena Rsene Rseto Rsi Rt Ruini Rum Ruski Rva Rvata Rvena Rvenata Rveni Rveniat Rvenite Rvenoto Rvesen Rvesina Rvia Rvite Rvo Rvodelsi Rvonasalno Rvoto Rza Rzan Rzane Rzaneto Rzani Rzanie Rzanieto Rzat Rzavi Rzavni Rzavnost Rzim Rzo Rzva Rzvat S Sa Sab Sablon Safad Safadin Sak Saksonski Sala Saladin Salah Salata Sam Sama Sambelan Samia Samiat Samite Samo Samostoatelni Samostoatelno Sapultepekskia Sarasinite Sarasinskite Sarls Sarlz Saso Sast Sasti Sastisno Sastni Sastnite Sat Sata Sato Sblizavaneto Sbornik Schultz Se Sebe Sedmisa Sedmisi Sedstvo Segovia Seh Seint Sekat Sel Sela Selani Seli Selia Selisa Selisata Seliseto Selite Selse Selta Semeistva Semeistvo Sen Sena Senata Sent Sentralizirana Sentraliziranata Sentralna Sentralnata Sentralni Sentrove Senvil Seriozen Seriozno Sertezi Seskata Seski Sesto Sestveno Sestvo Sestvuva Sestvuvasi Sestvuvat Setete Seti Setiri Sevalie Sever Severna Severnogermanska Sexuality Sgrada Sgradata Sgradi Sgradite Shaped Shema Shire Short Shvasane Si Sia Siato Siege Sigurno Sigurnost Sii Siion Siito Sila Silata Sili Silindrisen Silindrisni Silno Simon Simvol Simvoli Simvolisna Simvolisno Simvoliz Sinon Sinovete Siria Siriiski Sirok Siroko Sisart Sisloto Sist Sistema Sisterna Sitadeli Site Sitiranata Sk Skandinavia Skele Skeleta Skeleto Skite Sklad Skladiranite Skladovite Sklusva Skoro Skorostno Skrivalise Slabata Slabi Sladil Sladka Slapo Slavanski Sled Slednite Sledvat Slivat Sloeve Slozen Sloznostta Slugi Slusaat Slusai Slusva Slusvasoto Sluzat Sluzba Slōz Sm Smail Smata Smatat Smeil Smes Smesisa Smetka Sna Snabdavaneto Snabdavat Snarada Snarazenie Snata Sni Snite Sno Snost So Sobstvenik Sobstvenisi Sobstvenost Sobstvenostta Social Society Sofia Som Soroca Sosialen Sosialna Sosialni Sosialnia Sosialno Sotlandia Soto Sovek Soveski Spain Spanish Spedaliere Speseli Spesialno Spestat Spis Spodelane Spodelenoto Spomaga Spomenava Spomenavane Spomenavat Spored Sposobna Sposobni Sposobnost Sposobnostta Spramo Spravat Spre Sraknete Sravnavat Sravnenie Sred Sredata Sredisa Sredise Srednite Sredno
Srednovekovieto Srednovekovna Srednovekovnata Srednovekovni Srednovekovnia Srednovekovniat Srednovekovnite Srednovekovno Srednovekovnoto Sredstva Sresa Sresan Sresanata Sresani Sresanite Sresano Sresat Sresu Srez Srodni Srutva Ssitali Ssitat St Stai Standarti Staniata Star Staria Stariat Starite Statia Statiata Statii Statisen Statistika Statut Stava Stavat Staveno Staviteli Stavni Sten Stena Stenata Steni Stenite Stepen Stephen Stephens Stigne Stil Stila Stilovete Stiv Sto Stoan Stoanie Stoat Stoi Stoikata Stoiki Stoikite Stoinost Stonosen Stonosnite Stonossite Storat Str Strana Stranata Strani Stranisa Stranisata Stranisen Stranisna Stranisno Strategiseski Strela Strelasia Strelat Strelsi Strelsite Stremi Stroat Stroen Stroena Stroene Stroeneto Stroeni Stroez Stroeza Stroezi Stroi Stroitelat Stroitelen Stroiteli Stroitelite Stroitelnia Stroitelniat Stroud Structural Struva Struvat Stta Studeni Stvasite Stvie Stvieto Sudite Sudnata Suh Sultan Sumi Surm Surma Surmuva Surmuvane Surmuvat Sutton Suveren Suvstvitelno Suvstvo Suzdata Sv Sveisaria Sveisarskia Svesenata Svetite Svoa Svoata Svobodna Svobodnata Svobodno Svoeto Svoite Symbolism Syria T Ta Tah Tahna Tahnata Tahnoto Taina Tak Taka Takava Takiva Taligi Tam Tamplierite Tarani Tasno Tasnoto Tat Tazi Te Teb Tehniki Tehnikite Tehnite Tehnologia Tehnologii Tejada Tekst Tekstove Tempus Tendensia Tendensiata Teritoria Teritoriata Teritorii Teritoriite Termin Termina Terminologiata Tesen Tesenie Tesni Tesnite Tetrapirgii Tevtonskia Tezata Tezi Tezki Thames That The Thompson Ti Tiho Timber Tipa Tipisen Tipisna Tipisnata Tipisni Tipisnite Tipisno Tisa Tisata To Toest Togava Togavasnite Toi Tolkova Tom Toma Topovnite Toska Tova Tower Tozi Traat Trabva Trabvalo Trace Tradisionno Traektoria Trakia Transportirani Tre Trebuset Trebuseta Trebusetite Trenirani Tresni Tresniat Tresno Tresnostta Tresnoto Tretia Tri Tripoli Tristan Trudni Trudno Tuhlen Tuhlena Tuhlenata Tuhlenite Tuhli Tuk Tunel Tuneli Turnbull Turniri Turris Tv U Uazvimi Ubezise Ud Udar Udara Uels Ugasavaneto Ugodno Ugoiztosnia Uikidanni Uikipedia Uikiresnik Uilam Uindzorski Uindzorskiat Ukrasena Ukrepava Ukrepavania Ukrepen Ukrepena Ukrepeni Ukrepenite Ukrepeno Ukrepenoto Ukrepitelni Ukreplenia Ukrepleniata Ukreplenie Ukreplenieto Ukrepva Ukrepvane Ulusat Umenia Umirotvoravane Umis Umisleno Unasledava Unasledavat Unesko Uni Unikalen Unikalno Universalen Universitaires University Uorik Upad Upotreba Upovava Upravlava Upravlenie Upravlenieto Upraznavat Us Usastnisite Usastval Usastva Usenite Usilia Usilie Usilvane Uslovia Usloznava Usloznen Usloznena Usloznenata Uslozneni Uspavat Uspeat Uspesnite Uspesno Uspevaemostta Ustoat Ustroistva Utosnavane Uutni Uvelisava Uvelisavane Uvelisena Uvelisi Uvreden Uzakonavasi Uznata Uznisite Uzno V Val Valove Valuta Varira Varirat Vasala Vasalen Vasali Vasalna Vasalnata Vat Vazen Vazna Vazni Vaznite Vazno Vd Vdiga Vedenia Vednaga Vek Veka Vekove Veliki Velikoto Velisestvena Veroatna Veroatno Versia Vertikalna Vertikalni Vese Veseli Vhod Vhoda Vhodove Vi Vid Vida Vidat Vidi Vidimostta Vidite Vidove Viii Vikingite Viktorianska Vinagi Visaso Visok Visoka Visokata Visoki Visoko
Visokoto Visosina Visosinata Vissa Vizalka Vizantiiskata Vizantiiskite Vizdane Vizdaneto Vizte Vklusena Vklusva Vklusvat Vkus Vl Vladenie Vladetel Vladetela Vladetelat Vlast Vlastelin Vlastelina Vlastta Vlastvat Vliaat Vlianie Vlianieto Vlizane Vlizasite Vlubenite Vmesto Vnezapna Vnezapni Vnezapno Vnimatelno Vnusitelni Voda Vodat Vodata Vodena Vodeno Vodesi Vodi Vodnite Voenen Voenna Voennata Voenni Voenniat Voennite Voenno Voina Voinata Voiski Vouvaneto Vpesatlavat Vposledstvie Vr Vrag Vraga Vragovete Vraso Vratiski Vrazeskata Vrazeski Vrazeskite Vreme Vremena Vremennata Vremenni Vremennite Vremeto Vs Vsaka Vsakakvi Vsako Vse Vseizvesten Vseki Vsem Vsiski Vsisko Vst Vto Vtorata Vtoria Vurtemberg Vzima Vzora W Wales War Ward Warfare Warwick Wayback Welsh White Wikimedia Windgather Woodbridge World X Xi Xii Xiii Xiv Xix Xv Xvi Xvii Xviii Xx Xxi Xxii Xxiii Y York Z Za Zabavi Zabelazva Zabeli Zabranava Zad Zadnata Zaedno Zaet Zagradeni Zagubi Zaimov Zaklusenia Zaklusi Zala Zalez Zali Zam Zamana Zamek Zamenani Zamenen Zameneni Zamerat Zamestnisi Zaminal Zamira Zamki Zamkove Zamok Zanimanie Zaobikalasia Zaobleni Zapada Zapadat Zapadna Zapadnata Zapadnoevropeiskite Zapalitelnata Zapazen Zapazeni Zapazenite Zapazva Zapazvat Zaplaha Zaplahi Zaplasane Zaposne Zaposva Zaposvaiki Zaposvane Zaposvat Zaradi Zarazdat Zasilenata Zasita Zasitat Zasitata Zasitavanoto Zasitavat Zasiten Zasiteni Zasiti Zasitna Zasitnata Zasitni Zasitnisite Zasitnite Zasoto Zaspivaneto Zatrudnat Zatrudni Zatv Zatvarasi Zatvor Zatvoreno Zatvorenoto Zavasi Zavisimite
Zavladavaneto Zavoa Zavoevanie Zavoevatela Zavoevatelat Zavouvane Zavr Zavzema Zavzemat Zàm Zd Zdadena Zdadeni Zdadeno Zdania Zdaniata Zdanie Zdanieto Zdava Zdavane Zdavaneto Zdavat Zdravata Zdravi Zdravinata Zdravite Zelanieto Zelaznata Zelazno Zema Zemedelska Zemi Zemite Zemlanki Zemlankite Zemna Zena Zenata Zenen Zenia Zenie Zenite Zeno Zhod Zia Ziata Zibilan Zidari Zieto Zilisa Zilise Zilisnite Zilisno Ziteli Zitelite Ziveat Zivot Zka Zkata Zki Zlivi Zmozno Zmoznost Zmoznosti Zmoznostta Znak Znasenie Znasenieto Znasim Znasimi Znasimo Znasimost Znasitelno Zobnovava Zorz Zpirasi Zpolzvat Zrazdane Zrodeniat Zvat Zvezdoobraznite Zvuk Zámek Zámok
0 notes
theheartofmuses · 6 months
Text
bi de bu doğu kültürünü ispanyollar, italyanlar batıyla çok güzel dengelerken
Bizim osmanlıda yaptığımız yani greko roman türk fars arap sentezi gecekondu gibi bir şeye dönüştü yani ispanyollaşamadı
Ve de iran, doğu mezopotamya kültürü vs çok ağır bastı
Belki emperyalizm bölgede belki de cidden insanların olmamış olması, kötü olması bukelamun olması vs her şey var.
Kolpacılık, canlılık vs, da dahil
Demiyorum ki onlar süper vs değiller zaten adamlar kendi de diyor biz batılaşamadık modernleşemedik vs (feodalizm, ataerki eleştirisi ayrı)
Bugün zaten kimse o 19-20yy da falan değil kimsenin hiçbir şeye tahammülü vs yok
Neredeyse zemin kalmadı vs
Sistem sürekli kaotik ticari savaş vari bir şeye dönüştü cidden aptalca kendileri de biliyor ellerinde kaldı
0 notes
benimpencerelerim · 7 months
Text
INDEKS
TARİH https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670843690249535488/duzenin-yabancilasmasi https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670844900899717120/iktisadi-cozulmenin-zihniyet-dunyasi https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670845681049681920/sistem-ve-kultur
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670846048556744705/neden-geri-kaldik
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670846479321219072/tarihin-prangalari
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670848395026612224/uluslarin-dususu-ve-yukselisi
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670848880663003136/yol-bagimliligi
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670848950057795584/yollar-ayrilirken SİSTEM https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670840906396680192/toplumun-diyalektigi https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670842672043507712/adim-adim
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670843097162399744/bilginin-isigi
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670843500706856961/cografyanin-matematigi
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670843921464754176/ecevitgiller
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670845377383153664/nasil-yazmali
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670848825871761408/yazida-denge
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670846850408071168/serlok-holmes-gibi-dusunmek
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670846568087388160/problemin-anatomisi ÖZEL https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670849636855136256/sotto-voce
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670849590259499008/isyan
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670845020862038016/kahraman-dedem
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670848711152271360/arzin-merkezine-seyahat KÜLTÜR https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670848994821521408/yongalar-imparatorlugu
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670842947848257536/asi-yalanlari
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670843018536960000/barbara-ne-dedi
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670845438170202112/kucuk-seyler-yumagi
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670848666100219904/ahtapot
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670848580080238592/yesil-vadi
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670848317617553408/elveda-trajedi
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670846640346791936/selimiye
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670846385356210176/i-stanbulda-bir-picasso
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670846111297191937/omrumun-tek-gecesi SİYASET https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/677256948504199168/kategorik-temiz-solcular
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/674716786858622976/muhalif-populizm
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670837733034541056/muhafazakarligin-arkeolojisi
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670837854996512768/muhafazakarlarin-yansitma-odasi
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670840469956231168/dr-jekyll-mr-hyde
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670840621598146560/dr-jekyll-mr-hyde-ek
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670843158997893120/butun-ogullarim
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670843220853407744/buzda-siyaset
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670843426781184000/quo-vadis-chp
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670843969968783360/kizil-ejderha
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670844755247251456/iktidarin-mercegi
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670844958934204416/isvicre-saatleri
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670845076351664128/karabatak-vatandir
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670845565401268224/yandasa-yontar
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670845966674542593/kutsal-buz-pistinde-neandertal-izgara
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670846942715281408/siradan-fasizm
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670847288256708608/kendine-sol
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670847242690805760/neden-sol
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670847196534652928/hangi-sol
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670847156159119360/sirat-koprusu
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670846706364170240/senfoni TOPLUM https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/666765885755867136/toplumun-cekirdegi
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670840906396680192/toplumun-diyalektigi
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670841036947505152/toplumun-bicimbilimi
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670841128416919552/toplumun-mekanizmalari
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670841441340243968/orumcek-kadinin-opucugu
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670841643226873856/hayatin-anlami
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670843609194676224/din-ve-tutarlilik
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670845198291582976/kayip-yillar
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670845742023393280/hayatin-metodlari
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670846285926039553/parmenidesin-yatagi
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670848148840824832/temel-gelir
https://at.tumblr.com/benimpencerelerim/yetenek-topluma-aittir/cx2qg494l4kq
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670848268648022016/toplumun-evrimi
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670848528075145216/uzman-kibri
https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/670848466879168512/uzman-cehaleti SPOR https://benimpencerelerim.tumblr.com/post/677541022121820160/futbol-ekosistemimizin-sefaleti
ENGLISH GAZETE
0 notes
Text
Itaatsiz
Depdeğerli üstadım "Piramit inşaatında çalışan mısırlı bir kölenin yanına yanaşıp 'Bak hele senin sigorta yatıyor mu, iş güvenliği önlemleri tam mı burda, maaşını zamanında alıyor musun, sendikal hakların var mı, de bakayım bana?' diyen, kölenin 'Abi dediklerinden bir şey anlamıyorum, ben 8 aydır burada çalışıyorum, verdikleri günlük 2 öğün soğuk arpa lapası artı 16 saat aralıksız çalışma da cabası!' demesi üzerine 'Hmm multinetin yok demek, peki haftasonu mesai parası alıyor musun, patronun iyi bir insan mı bari?' diye sorup köleyi iyice ifrit eden kölenin 'Abi patron dediğin bizim firavun Amon Ra zaten, onu da gören eden yok, adam tanrı, ne multineti?' diye safça sorması üzerine 'Peki emekli olunca Nil kıyısında bir kasabada yaşamayı planlıyor musun? Hobi bahçesi filan, arkadaşlarla balık avları, akşamları barbekü, emekli paranla dünya turu falan ha?' diye üsteledikçe üsteleyen coştukça coşan kölenin 'Abi beni bakkal 25 kuruş para üstü çıkmayınca sakız niyetine firavunun adamına verdi, yani sakızla aynı değerim var BİM poşetinden halliceyim, hayır firavunun adamı da bakkaldan püsküüt almıştı firavunun karnı kazınmış zaar, 8 ay önce püsküütü firavuna götürürken beni de buraya bıraktı, o gün bu gündür piramit yapacam diye anam bellendi' demesi üzerine 'Hmm moralsiz ve negatif gördüm seni, oysa ki olumlu düşünürsen daha mutlu olabilirsin, evrene pozitif enerji yay, olumlu düşün işlerin rast gitsin' diyen, zavallı kölenin 'Abi bende enerji olsa yayıcam ama tınne, yok, tam pozitif düşünücem ölene kadar bu işi yapmak zorunda olduğum aklıma geliyor bir sıkıntı basmıyor değil hani' demesi üzerine 'Tamam oğlum şaka yapıyorum 1 saattir, başına yıkıcam o piramiti firavunun, sizi örgütleyip anasını bellicem o Ra yavşağının' deyip inşaatta ayaklanma çıkartan, inşaat ihalesinin Cengiz Holdinge verildiğini, tüm kölelerin Cengizin taşeron kölesi olduğunu duymasıyla gözleri yuvalarından fırlayan, Cengizin Mısır halkının anasıyla da arasının iyi olmasına pek şaşmayan, Truva surlarının önünde haykırarak Hektoru düelloya çağıran Aşil gibi, piramitin önünde haykırarak 'Raaa, çık karşıma, büzzüğün yiyorsa gel dışarı, piramit mezarın olacak' diye bir yandan gerçekleri haykırırken bir yandan da Ra'yı düelloya çağıran, düellodan kaçan Ra'yı kırmızı bültenle arayıp bulan, daha sonra piramiti halka açıp millet bahçesi haline getiren, firavunu da burda çaycı yapıp karşısında kölelerle nargile içen, dünya tiranlarının korkulu rüyası, diktatörlerin karabasanı, son despot bükücü, mazlumların hamisi, kölelerin abisi, yoksulların hırpanisi, fakirin Turabisi (burası saçma oldu) Volkan...
Ortaçağın son demlerinde artık şatoların eski tadı vermediği, önüne gelenin müteahit olur gibi derebeyi olduğu, boş hazine arazisine bazillikaların dikildiği, feoadalizmin artık baymaya başladığı, dönemin z-kuşağının klasik hristiyanlıktan uzaklaşıp, pazarları kiliseye gitmediği, Martin Luther gibi dine format atma iddiasında olanları kendine idol edindiği, ebeveynlerin 'oğlum/kızım bak Williamların oğlu lord olmuş, Edwardların kızı da Danimarka prensi ile evlenip düşes olmuş, sen anca otur, senden olsa olsa mancınık tamircisi olur' diye çocuklarına fırça kaydığı, usuldan halk arasında kapitalizmin adının dillendirildiği, kahvehanelerde tespih şakırtıları, nargile fokurtuları duvarlarda çınlarken, müdavimler arasında 'benden duymuş olma ama sermaye diye birşey varmış, bir de işçi sınıfı diye birileri varmış, bunlar devamlı çelişki halindelermiş, artık kim kimi tutarsa öpüyormuş' gibi muhabbetlerin döndüğü, buna kafası yatmayan serflerin 'abi kapitalizm de neymiş, gelip geçici hevesler bunlar, neymiş efendim ben artık Riçırt, Corç için değil piyasa için üretecekmişim, piyasa ne abi piyasa ne?' diye dert yandığı bazı kulağı deliklerin piyasanın görünmez elinden bile haberdar olduğu, feodalizm muhipleri derneği gibi çağın ülkü ocağı benzeri yapıların 'bu görünmez el anamızı bacımızı elleyecek, memlekette ar namus kalmayacak' gibi dedikoduları topluma yaydığı tıpkı sonraki yıllarda 'komünizmde kadınlarımız da ortak olacakmış' geyiği gibi geyiklerin çevrildiği, bu görünmez eli yakalamak için mahallelerde gençlerin devriye attığı, sermayeye dönüşebilecek her türlü birikimin önlenmeye çalışıldığı, kumbarasında para birikitiren çocukların 'başımıza kapitalist mi kesilecen len!' denerek yetimhanelere kapatıldığı, Fransızların Sans Culottes (donsuzlar) dediği baldırıçıplak tayfanın büyük devrimde krala karşı burjuvaziyi destekleyip özgürlük vaadiyle kandırılırken giyotinler altında can verdiği, donsuzların donsuz daha mutluyken ileride kapitalizm tarafından proleterleştirilip don sahibi yapıldıklarında mutsuzlaşacağı, kapitalizmin babalarından Adam Smith'in Ulusların Zenginliği kitabını sırf makara olsun diye dünyanın en fakir halkı Burundililer'e adadığı, "bütün dünya tarihi sınıf savaşlarının tarihidir" diyen Marx'a "evet bizim sınıf da çok piçti, 3-B ile hiç geçinemezdik" diyen Engels'in mevzuyu hayli tersinden anladığı, yeni yeni doğmakta olan dünya ekonomik sisteminin adını İbrahim mi koysak kapitalizm mi koysak diye uzun uzun düşünen burjuvazinin kapitalizmde karar kıldığı, karanlıkla aydınlık güreşirken loşluğun aradan sıyrılıp ipi göğüslediği, iyilikle kötülük birbirlerine dayılanırken nötürlüğün fırsattan istifade kendini öne attığı, güzellikle çirkinlik çekişirken sıradanlığın bayrağı kaptığı, sevgi ile nefretin evliliğinden boy boy 'samimiyetsizlik' adında çocuklarının olduğu, kapitalizm ile sosyalizmin mücadelesinden payımıza özgürlüksüzlüğün düştüğü akıllara seza, gönüllere feza yıllardı.
O yıllarda eski Yunan ileri gelenleri "demokrasi" denen bir yönetim şekli üzerinde çalışmaktaydılar. Yani ileri gelen dediysem de hani şu kafasına defne yaprağı takıp bembeyaz bol kıyafetler giyerek sünnet çocuğu gibi gezen tiplerden bahsediyorum. "Biz bu demokrasiye en iyisi halkın kendi kendini yönetmesi diyelim" diyerek tam da ilkokul kitaplarına yazmalık beylik banal bir tanım yapmışlardı. Peki ama halk kendi kendini nasıl yönetecekti? Tabi ki oy vererek... Kimler kime oy verecekti peki? İşte burada işler sarpasarıyordu. Oy hakkı hali vakti yerinde, parası pulu olan kişilere tanınacaktı? Peki ya dağdaki çoban? Onun oy hakkı ne olacaktı? Ona hak tanınmadı, çünkü o halktan sayılmazdı. Nasıl yani dağdaki çoban, tarladaki maraba da halk değilse kimdi ulan bu .mna kodumun halkı? Aristokrat erkeklerdi halk. Ünlü manken düşünür Aysun Kayacı, taa Yunan tarihinin derinliklerine dek izi sürülebilecek bir açmazı dillendirmişti oysa. Yunanlılar bunu düşünmemişlerdi, 5000 kişilik bir köy/kentte bu sistemi tıkır tıkır işletmekti gayeleri, 100/150 milyonluk devasa kitleler için ise bu sistemin tam bir garabete dönüşeceği akıllarının ucundan bile geçmemişti. Genişleyen halk kavramı bir çobanla bir bilimadamını, tamtam çalan donsuz yerliyle bir piyano virtiözünü, kıraathanede ağzında sigarası okey oynayan dayıyla bir astronotu eşitleyivermişti. Ben tanrı adına sizi yöneticem diyenle ben "halk" adına sizi yöneticem arasında mantıksızlık ve despotluk bab-ında bir fark kalmadı. Kutsiyet atfedilen şeyler aslında egemenlerin işine yarayan şeyler... Tanrı, din, vergi,devlet... Nerde kutsal orda tahakküm, nerde tahakküm orda sömürü, nerde sömürü orada fakir kitleler zengin zümreler... Nereye yol almalıdır insanlık? Belkide yönetimsizliğe, tahakkümsüzlüğe, anti otoriterliğe... İyi ama konuşanın bile dinleyen üzerinde, yazanın bile okuyan üzerinde, bilenin bilmeyen üzerinde yani en genel haliyle eyleyenin (özne) eylenen(nesne) üzerinde bir üstünlüğü varken bu ne mümkün? İşte en iyi idare ütopyası peşindeki insanlığın, önüne koyması gereken başka bir ütopya. Dünyanın sonunu ilan eden eski Yunanlılar erken hatta çok erken karara varmışlar sanki. Ya milyonluk topluluklar olarak yaşamayı bırakıcaz ya da bu en iyisi denen bir idare altında bile hergün prangalarımızı parlatıcaz. Taş yontup mağaraya resim yapanlar mı daha özgürdü, modern dünyanın sefil bilişim sihirbazı insanı mı, yıllarca Afrika çöllerinde, uçsuz bucaksız Asya steplerinde efendisiz yaşayan "barbarlar" mı daha özgürdü yoksa elinde kahve bardağı kulağında kulaklığı Starbucks masalarında laptopu ile dünyanın merkezinde olduğunu sanan modernite kölesi mi? Bilemiyorum Altan gerçekten bilemiyorum...
0 notes
yenikibris · 2 years
Text
UBP, AKP’nin oyuncağı oldu - Nidai Mesutoğlu
UBP, AKP’nin oyuncağı oldu – Nidai Mesutoğlu
Fransız İhtilalinden sonra ortaya çıkan ulus devleti insanlık tarihindeki sınıf savaşlarını örtme gayreti içindedir. Ulus, aynı toprak üzerinde yaşayan, tüm bireylerin ortak özellikleriyle oluşturduğu toplum alarak tanımlanır. Bunlar içinde dil ve tarihsel yaşam birliği, kültür önemli yer tutar. Fransız ihtilali feodalizme karşı burjuva sınıfı ile birlikte işçilerin , köylülerin desteğiyle…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
cinaraslan · 2 years
Text
Tumblr media
DEĞERLİ SOVYET YAZAR Aleksandr Fadeyev'İ ÖLÜM YIL DÖNÜMÜNDE SEVGİ VE SAYGIYLA ANIYORUZ. GÖK TENGRİ UÇMAĞA VARSIN 🙏🏻
13 MAYIS 1956..
📗Aleksandr Fadeyev KİMDİR?📌
Aleksandr Aleksandrovich Fadeyev , Fadeyev aynı zamanda Fadeev olarak da yazılır (11 Aralık [24 Aralık, Yeni Tarz], 1901, Kimry , Tver, Rusya — 13 Mayıs 1956, Moskova , Rusya , SSCB), Rus romancı proleter edebiyatının önde gelen savunucusu ve teorisyeni ve edebiyat siyasetinde etkili olan yüksek bir Komünist Parti görevlisi.
Fadeyev gençliğini Ural Dağları'nda ve doğu Sibirya'da geçirerek eğitimini Vladivostok'ta aldı. 1918'de Komünist Partiye katıldı ve Sibirya'da hem Beyaz ordulara hem de Japonlara karşı savaştı. Bu deneyimden yararlanarak ilk önemli romanı Razgrom'u (1927 ;The Nineteen ), Beyazlar ve Japonlar arasında sıkışıp kalan 19 Kızıl gerilla savaşçısından oluşan düzensiz bir grupla ilgileniyor. 19 karakterin her biri turda işlenir. Özellikle dikkate değer olan , kendi korkularını ve zayıflıklarını gizleyen ve beklenmedik ordusunu başarılı bir kaçışa götüren disiplinli bir komünist olan pozitif kahraman Levinson'ın liderlerinin portresidir . Sibirya ayrıca uzun, bitmemiş çok ciltli roman Posledny iz Udege'nin (1929–41; “Udege'nin Sonu”) geçtiği yerdir.
Fadeyev , Sovyet Yazarlar Birliği yönetim kurulu üyesi olduktan sonra çok az kurgu yazdı. 1946'da Yazarlar Birliği'nin genel sekreteri ve yönetim kurulu başkanı oldu ve 1954'e kadar bu görevde kaldı. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Molodaya gvardiya'yı (1946; rev. baskı 1951;Genç Muhafız ), Alman işgali altındaki Ukrayna'daki genç gerilla savaşçılarıyla ilgileniyor. İlk başta çok övüldü, ancak daha sonra parti üyelerinin Direniş'te oynadığı rolü ihmal ettiği için kınandı ve Fadeyev bunu yeniden yazdı. Fadeyev'in 1930'larda ve 40'larda yazar ve sanatçıların tasfiyesinden ne ölçüde sorumlu olduğu tespit edilememiştir; Ancak, o gayretle desteklediZhdanov kültürel tasfiyesi (1946–48), kişisel olarak Boris Pasternak ve MM Zoshchenko'ya saldırıyor. Joseph Stalin öldüğünde , Fadeyev onu “dünyanın gördüğü en büyük hümanist” olarak övdü. Stalin'in 1956'da resmi olarak suçlanmasından sonra, Fadeyev intihar ederek uzun bir içki nöbetini doruğa çıkardı.
1918 yılında Bolşevik Parti'ye katıldı ve Rus İç Savaşı sırasındaki Japon müdahalesine ve Beyaz Ordu'ya karşı gerilla eylemlerine katıldı. 1927 yılında genç gerilla savaşçılarını anlattığı Bozgun (Ondokuz olarak da bilinir) isimli romanı yayınlandı. Hayatının kalanında üzerinde çalışacağı (tümünü tamamlamayı başardığında ikinci cildi de içeren ikinci baskı 1940 yılında basıldı.Udegeyin Sonu kitabının ilk bölümü 1930 yılında yayınladı. Bu kitapta, Fadeyev "Çok ilkel bir insanın aşiret komünizminden, 20. yüzyılın karmaşık kolektif organizasyonuna, aile, özel mülkiyet, kölelik, feodalizm, kapitalizm ve sosyalizm gibi tarihsel aşamaları aşarak atılım gösterebilir. Udegelerin Sonu Fadeyev'in en iyi sayfalarından bazılarnı içermesine rağmen, tüm enerjisini bu romanın tamamlanmasından çok edebiyat yönetimi üzerine harcaması küçük bir trajedir. göstermeyi amaçladı.
1945'te Genç Muhafızlar romanını yazdı. Kitap, II. Dünya Savaşı sırasında işgal altında bulunan Krasnodon (Ukrayna SSC) şehrinde Nazilere karşı mücadele veren Genç Muhafızlar isimli yer altı Komsomol teşkilatının gerçek olaylarından esinlenmiştir. Roman nedeniyle Fadeyev 1946 yılında Stalin Ödülü almıştır. 1948 yılında kitap, Sovyet filmi Genç Muhafızlar konu olmuştur ve daha sonra 1964 yılında kitabın hatalarının düzeltildiği revize baskı yayınlanmıştır. Fadeyev, Josef Stalin'in gözdesiydi, onu "dünyanın bilinen en büyük hümanisti" olarak ilan etti. 1940'lar boyunca, Sovyetler Birliği'nin önde gelen yazar ve bestecilerinin çoğuna karşı eleştiri ve zulüm uygulayan Jdanov doktrinini uyguladı. Bununla birlikte, Mihail Şolohov'un arkadışıydy. Fadeyev ünlü bir sahne oyuncusu Angelina Stepanova ile evlendi (1905–2000).
Hayatının sonlarında sürekli alkol kullanımı yüzünden şiddetlenmiş nöroloji temelli sıkıntılar gelişti. Bazı kaynaklar bunun sebebinin Nikita Kruşçev dönemindeki Stalinizmin lanetlenmesi olduğunu iddia ederler. Sonunda Peredelkino'da bulunan daçasında kalbinden kendini vurarak intihar etti, arkasında bıraktığı mektupta Parti'nin yeni liderlerine karşı olumsuz tavrı görülebilir. Ölümü, komşusu Boris Pasternak'ın bir hicvine neden olmuştur.
Aleksander Fadeyev, Novodeviçi Mezarlığı'na gömülmüştür.
1 note · View note
wozwaldllik · 6 years
Text
Sanayi Devrimi-1
Sanayi Devrimi, 18. yüzyılın sonunda ve 19. yüzyılın başında, kas gücüne dayanan ekonomiden, endüstri ve makine üretimine geçişle sonuçlanan önemli teknolojik, sosyo-ekonomik ve kültürel değişimlere verilen genel isimdir. Bu değişimler, kömürün yakılmasıyla üretilen buhar gücünün İngiltere’de kullanıma girmesi ve özellikle tekstil üretiminde kullanılmak üzere güçlü makinelerin ortaya çıkmasıyla başladı.
   Buhar makinesi, Sanayi Devrimi’nin kahramanı oldu. İskoçyalı James Watt’ın geliştirdiği pistonlu buhar makinesi 1871’e gelindiğinde, pistonun ileri geri hareketini ustalıkla bir tekerleğin dönme hareketine çevirerek, başta İngiltere olmak üzere tüm dünyada sanayileşmenin önünü açtı.
Tumblr media
    Bazı tarihçiler bu devrimi 17. yüzyılda yaşanan İngiliz İç Savaşı’nın ardından Büyük Britanya’da feodalizmin sona ermesiyle ortaya çıkan bir sonuç olarak görür. Buna göre ülkeler sınır kontrollerini daha etkili bir şekilde yapınca hastalıkların yayılma hızları ve çocuk ölümleri azalmış, böylece iş gücü artmıştı. İngiliz Tarım Devrimi daha fazla gıdanın daha az iş gücüyle üretilmesini sağlayınca, tarımda iş bulamayanlar dokuma ve tekstil sanayisine yöneldiler. Böylece büyük fabrikaların bulunduğu büyük şehirlere göç başladı.
(Ali Çimen, Tarihi Değiştiren Olaylar)
Tumblr media
21 notes · View notes
serhatnigiz · 1 year
Text
Feoktokratik “Kurucu Ortaklığı” Perdeleyen “Sömürge Kürdistan” Yanılsamaları Üzerine Değinmeler
Tumblr media
“Li gora gawire Kurd misiman e (Gavurla karşılaştırıldığında, Kürt Müslümandır)”
Kürt siyasi hareketlerinin pek çoğu Kürdistan adını verdikleri bölge/çoğrafya üzerindeki T.C. hakimiyetine ilişkin uzun yıllardır sömürgecilik tezini ileri sürmeye devam ediyorlar. Ve hatta kendisine “Marksist”, “Sosyalist”, “Komünist” diyen çeşitli sol-proletaryanist hareketlerde bu tezi Kürtlerden bile daha “Kürtçü” bir tonda savunmayı ve bu tezin propagandasını yapmayı kendilerine resmen görev adlediyorlar. Gerçekte ise “sömürge ulus” tezinin aksine T.C. Kürdistan’da ne kadar “işgalci” bir güç ise, Kürt feoktokrasisi de bu bölgede en az o kadar “işgalci bir güç” konumunda olmaktan kurtulamamaktadır. Kimilerine tuhaf gelecek olan bu tespit peki nasıl mümkün olabilmektedir? Kuşkusuz buradaki “işgalcilik” benzetmesi var olan tarihsel çelişkilerin ve tuhaflıkların su yüzüne çıkarılması amacıyla kullanılmış olan bir karşılaştırmadan ibarettir. Bu karşılaştırma ve çözümleme yapılmadığı müddetçe kimi gerçeklerinde su yüzüne çıkması pekte mümkün gözükmemektedir.
Herşeyden önce Kürdistan adı verilen bu bölge/çoğrafya tarihsel olarak ne salt Türklere ait, ne de salt Kürtlere ait bir bölge olmadığı gibi, yüzlerce yıl boyunca Ermenilerin, Süryanilerin, Arapların, Türkmenlerin vs. bir arada yaşadığı (hepsine ev sahipliği yapmış olan) bir bölge/çoğrafya olarak varlığını sürdürmüştür. Başka bir deyişle, dünyanın her hangi bir yerinde/ülkesinde olduğu gibi bu bölgedeki/çoğrafyadaki kültürel ve sosyal kaynaşma da farklı kimliklerin ve yaşam tarzlarının biri biri ile iç içe geçmesi sonucunda oluşmuştur. Dolayısıyla; salt toprak bütünlüğünden bakılarak ya da dilsel bütünlükten bakılarak bu bölgede/çoğrafyada yaşayanların “ulus” olma özelliklerini kazanıp kazanmadığına karar vermek bilimsel olarak geçerli bir yöntem değildir. Nasıl ki “Türkler” her ne kadar ulus olduklarını iddia etseler de; ne bölgesel, ne çografi, ne etnik, ne dilsel olarak ortak bir temadan beslenmiyorlarsa, Kürdistan’da aynı ortak temadan (tek bir homojen ulus kimliğinden) beslenmemektedir. Öyle ki; dört farklı ülkede yaşayan kürtler arasında benzerlikler olsa da, dil, lehçe, kültür ve çoğrafya açısından Türkiye, Irak, Suriye ve İran’da yaşayan Kürtler farklı “ulusallıklar” arz etmektedir. Dahası; T.C. dönemine gelene kadar Kürtlerin ve Kürt feoktokrasisinin Osmanlı’daki kısmi özerkliği bile onların ulus olmasına da yetmemiştir. Gerçekte ise bu bölgenin “Kürtleştirilebilmesi” ancak Osmanlı’dan itibaren başlayan uzun soluklu taciz ve katliamlarla, en sonunda da İttihatçıların ve Teşkilat-ı Mahsusa’nın gerçekleştirdiği 1915 Ermeni Soykırımı ile bölgenin Kürt feoktokrasisinin öncülüğünde devşirilmesi ile mümkün olabilmiştir. Bu da zaten Osmanlı-Türk-Kürt feoktokrasizmine bağlı tepeden inme bir “burjuva devrimi” yoluyla sağlanabilmiştir. Bunun ne anlama geldiğini yazının ilerleyen bölümlerinde göreceğiz.
Ulusçuluk ve ulusçuluk hareketleri Osmanlı’nın son döneminde Osmanlı’nın siyasetine kısmen hakim olabilmiştir. Ulusçuluk sanayi emeğinin dünyaya yayılması ile birlikte ortaya çıkan ve sanayi emeğinin gelişim dinamiklerine tekabül eden politik bir yönelimdir. Bu ölçekte Kürt uluslaşması Osmanlı’daki Türkçülüğün siyasallaşmasına endeksli bir biçimde gelişmiş olan bir hareket olarak ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda Kürt uluslaşması Osmanlı’da gelişen Türkçülük akımlarına karşı tepki hareketi olarak da gelişmiştir. Osmanlı’nın son döneminde devletin politik siyasetinde belirleyici olan ittihatçılık, yani siyaset kurumunu ve mekanizmasını yönlendiren ana iskelet; Kürt feoktokrasisini de belirleyen esas iskelet olmuştur. Dahası; çok sayıda Kürt de yine aynı dönemde İttihatçı hareketin saflarında yer almıştır. Sadece Kürtlerde değil, çok sayıda Ermeni, Rum, Arnavut, Arap vs. gibi farklı milletten insanlarda ittihatçı olmuştur. Dolayısıyla; bütün bu süreci belirleyen temel iskelet başından beri ittihatçılık ve onun düşünce dünyasıdır. Mustafa Kemal ve resmi ideoloji olarak Kemalizm de bu dünyanın rahminden çıkmıştır.
Martin van Bruinessen “Kürdistan Üzerine Yazılar” kitabında konuyla ilgili olarak şunları şöylüyor: “İslam, 1. Dünya Savaşı yenilgisi Üzerine, kafir galipler ve yerel Hristiyanlar (Ermeniler ve Rumlar) karşısında Türkleri ve Kürtleri birleştirmiş bir öğedir. Birçok Kürt, Kemalist harekette gönüllü olarak yeraldı çünkü bu, Müslümanlar’ın Müslüman olmayanlara karşı sava��ıydı.” (İletişim Yayınları, s. 46) “Kürt aşiret ve dini liderlerine gönderdiği çok sayıda mektup ve telgrafında Mustafa Kemal her defasında Kürtler ve Türkler arasındaki dostluğa işaret ederek savaşın Halifeliğin korunması için yapıldığını vurguladı. Hatta kemalistler milliyetçi fikirlerden etkilenmiş çok sayıdaki Kürt aydınını kültürel özerklik ve merkezi idareye daha az bağımlılık sözleri vererek kendi saflarına katmışlardı. Bir İngiliz memuru Kürt milliyetçilerle yaptığı görüşmeden sonra, onların, müttefik kuvvetlerle ilişkili olarak hayal kırıklığına uğradıkları düşüncesi taşıdıklarını aktarıyordu; çünkü müttefikler Kürt topraklarını bölmeyi amaçlamışlardı: “Bu sebeple kendilerine Kürtlerin de temsil edildiği Türk parlamentosu ve padişahın otoritesi altında özerk bir Kürt devleti teklif eden Jön Türklere yöneldiler. Valilik makamı, jandarma ve idari memurluklara Kürtler yerleştirilecekti. Gelirlerin büyük bir kısmı Kürdistan içerisinde harcanacaktı, belli bir kısmı ise devlet kasasına gidecekti. Uygun gördükleri departmanlara yabancı danışman getirmekte serbesttiler, fakat devletleri Türk İmparatorluğunun ayrılmaz bir parçası kalacaktı.” (İletişim Yayınları, s. 151)
Nasıl ki 5-10 asırdır Türk hamiciliğinin gölgesinde Selçuklululuk ve Osmanlılılık tarihsel siyasete endeksli ise, Kürt ulusçu aydınlanması da Kürt feoktokratik hamiciliğinin gölgesi altında gelişmiş ve serpilmiştir. İttihatçılığın Kürt feoktokrasisi üzerindeki hegemonyasını sağlayan da yine bu tarihsel doku olmuştur. Dahası; ittihatçılığın İngiliz-ittihatçılığı ve Alman-ittihatçılığı biçimindeki kanatlarının Kürt feoktokratizminin gelişimi üzerindeki etkileri de birbirinden ayrı olarak ele alınmalıdır. Başka bir açıdan ise, emperyalist işgalle gelen “Türk burjuva devrimi”, “Kürt burjuva devrimine” de tekabül etmiştir. Bu durum Kürtlerin varlığının açık bir şekilde red ve inkar edilmeye başlandığı 23 sonrası döneme kadar, en azından Cumhuriyet’in başlangıcında ve sonrasında da böyledir. Başka bir deyişle, emperyalist işgalle palazlanan “Kürt feoktokratik devrimi”, “Türk feoktokratik devrimi” ile kol kola gelişmiş fakat 1923’den itibaren Türk feoktokratizmi Kürt feoktokratizminin özerkliğini ortadan kaldırma yoluna gitmiştir. Halbuki 1923 öncesi söylemlere bakıldığında (örneğin, serv-lozan sürecince) “Müslüman Türk ve Müslüman Kürt halkının ortak vatanı ve hükümeti” söylemleri ağır basmakta iken, Türk feoktokratizminin ipleri eline alması ve kendi iktidarını sağlamlaştırması ile birlikte Kürt feoktokratizmi devre dışı bırakılmak istenmiştir. Cumhuriyetin ilanı sonrasında gerçekleşen bir dizi “kürt ayaklanmasının” gerçek sebebi de, kürt ulusçuluğun uyanışından çok, kürt feoktokratizminin hoşnutsuzluğu ve yaşananlara duyduğu tepkidir.
Kürtlerin; daha doğrusu kürt feoktokratik güçlerinin emperyalizmin işgali ve ilhakı (İngiliz ve Fransız emperyalizminin desteği) ile kurulan T.C. nin “kurucu ortağı” olması da, yine bu Kürt feoktokratik sınıflarının ittihatçı/kemalist kesimler ile yapmış olduğu açık ve gizli anlaşmalar neticesinde gerçekleşebilmiştir. Başka bir deyişle, T.C. nin Kürdistan’daki işgalci rolü iddia edildiği gibi tek taraflı olarak ittihatçı/kemalist güçlerin üstün bir askeri başarısı olmayıp, bu süreç T.C. himayesi altında palazlanan Kürt feoktokrasisinin (Kürt aşiretlerinin, reislerinin vs.) bölgedeki diğer halkları da ekarte ederek kendilerini T.C. sınırları kapsamında kurucu bir ortak statüsüne getirmesi ile mümkün olabilmiştir. Lakin Kürt feoktokrasisinin başlangıçta ki bu “kurucu ortaklığı” Türk devletinin Kürt etnik kimliğine dönük daha sonraki red ve inkar politikalarından dolayı bugün dahi kürt siyasi hareketleri tarafından yok sayılmakta ve kabul edilmek istenmemektedir.
Tarık Ziya Ekinci “Kürt Siyasal Hareketlerinin Sınıfsal Analizi” kitabında bu konuyu şu şekilde ele almaktadır: “Bu hatalı siyasetlerden ötürü Kürt yönetici katmanlara hiçbir sorumluluk alfedilemez. Onlara göre sorumluluk ya komşu devletlerde ya da emperyalist güçlerdedir. Örneğin, 1918-1919 yılları arasında İtilaf devletlerinin desteğini alan Kürt Teali Cemiyeti yöneticilerinin bir Kürt devleti kurma girişiminin Kürt feodalleri tarafından sabote edilmiş olması eleştiri konusu yapılmaz. Bu tarihsel hatanın Kemalistlerin baskıcı asimilasyon politikalarına zemin hazırladığı gerçeği her zaman yok sayılmıştır. Onlar için tek sorumlu Cumhuriyetin kurucularıdır. Keza onlar açısından Mehabat Kürt Cumhuriyeti’nin yıkılmasının sorumlusu da Kürt feodalleri değil, Sovyetler Birliği’dir. I. Dünya Paylaşım Savaşı’ndan sonra Irak’ta İngiltere’ye karşı özgürlük için mücadele eden güçlü iki Kürt aşiretten biri Şeyh Mahmut’un liderliğindeki Berzenci aşireti diğeri de Şeyh Ahmet’in öncülüğündeki Barzani aşiretiydi. Bunlar, diğer tali aşiretlerin desteğini de alarak ortak bir mücadele yürütecekleri yerde her birinin farklı tarihlerde kendi başına mücadele etmesi ikisinin de yenilgisiyle sonuçlandı. Kürt siyasetçileri bu yenilgide aşiretlerin ittifak kurmadaki zafını hiçbir zaman eleştirmedi. Onlar için İngiliz emperyalizmini eleştirmek yeterliydi. Oysa başarısızlıkların ve yenilgilerin gerçek nedeni aşiretler arası çekememezlik, uzlaşmazlık ve aşiretlerin özel çıkarlarıdır. Bu gerçekler hep eleştiri dışı tutuluyor ve tartışma konusu yapılmak istenmiyor.” (Sosyal Tarih Yayınları, s. 73-74)
Yine bu konuyla bağlantılı olarak Hasan Yıldız “Sevr-Lozan-Musul Üçgeninde Kürdistan kitabında şu noktalara dikkat çekmektedir: “Sevr anlaşması süresince Şerif Paşa’nın başarısızlığı, Kürt gruplarının dağınıklığından kaynaklanmaktadır. Ulusal bir hareketin önderleri olabilecek güçler, emperyalist kamplaşmanın doğurduğu yeni şartlar altında kendilerini parçalamışlardır. Bağımsızlıkçı, otonomcu ve Türk kuvvetleri içinde amacı kesin çizgilerle saptanamayan “ilkesiz birlikçi” akım ve kişilerle birlikte Kürt ulusal hareketi, içinden çıkılmaz bir hal alır.” (Koral Yayınları, s. 77)
Bu noktada ara bir parantez açmak gerekir ise; Kürdistan çoğrafyası Lozan’la değil, gerçekte Sevr ile bölünmüş ve emperyalistler tarafından bölgedeki hakim devletlere pay edilmiştir. Bu açıdan Sevr maddeleri içinde olan bir Kürt devletinin kurulması prensibi, yine bu nedenle ciddi ve gerçekçi değildir. Bugünden bakıldığında verilen vaadlerin İngilizler ve Fransızlar tarafından Kürt milliyetçiliğine dönük bir oyalama taktiği olduğu anlaşılabilir. Bu aynı zamanda Sevr’in iyi hazırlanmış bir gösteri olduğunun da en açık kanıtıdır. Bu ayrıca Kürdistan çoğrafyasını bölen Sevr’in, Lozan’a devrettiği bir kolaylıkta sağlamıştır. Aşiret yapısının neden olduğu parçalanmışlığın ve lidersizliğin Kürtlerin “ulusal sorunda” birleşmesinin önünde bir engel olduğu da anlaşılmaktadır. Bunun nedenini elbette ki Osmanlı ve diğer bölge devletlerinin egemenlik biçimlerinin kendisinde aramak gerekir. Bu da kuşkusuz “Kürdistan neden geri kalmıştır?” başlığı altında başka bir yazıda ele alınması gereken bir konudur. Çünkü bu meselenin özü herşeyden önce bölgenin iktisadi ve sosyal yapısı ile bağlantılıdır. Keza bu “geri yapı” Kürt feoktokratizminin politik zayıflığının nedenlerinden de biridir. [1].
Konuyu fazlaca dağıtmadan ana konumuza dönecek olursak; Batı’da T.C. nin kuruluşu İngiliz destekli ittihatçı-kemalist güçler eliyle sürdürülürken, Doğu’da T.C. nin kuruluşu “Alman-ittihatçıları” tarafından desteklenen Kürt feoktokratik sınıfları eliyle sürdürülmüştür. Diğer bir deyişle, ittihatçı-kemalist güçler bu bölgeye sömürgeci bir güç olarak değil, bilakis Kürt feoktokratizmi kanalıyla “kurucu bir ortak” olarak girmiş ve bu sayede bölge üzerindeki burjuva sınıf egemenliğini tesis etmeyi başarabilmişlerdir. Lakin o dönem için Kürdistan’daki kapitalizmin geriliği düşünülürse; bu durum zayıf ve kendine güvensiz bir yarı-burjuva eğemenliğine de tekabül etmektedir. Dolayısıyla; dönemin yönetici elitleri salt ekonomik açıdan değil, siyasal olarak da geri bir durumdaydılar. Zira Alman-ittihatçılığının Ermeni Soykırım’ında Kürtleri de bu işe ortak etmesinden de anladığımız kadarıyla, Alman-ittihatçılığı Kürt feoktokrasisi üzerinde siyaseten de egemen bir konumdaydı. Kürt feoktokrasisi üzerinde hakim olan Alman-ittihatçılığı Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte İngiliz-ittihatçılığı ile siyaseten uzlaşamaz bir noktaya gelmiştir. Cumhuriyet’in sonrasında ise bu uzlaşmazlık her ne kadar Kürtlük temelinde gerçekleşmiş olan “ulusal ayaklanmalar” gibi algılansa da, Kürt isyanlarının tümü siyaseten merkezi otoritenin Kürt feoktokrasisi ile yaşadığı çelişkilerden kaynaklanmıştır. Kaldı ki; Alman-ittihatçılığının Kürt feoktokrasisi üzerindeki etkisi en çokta kendisini Ermeni Soykırımı meselesinde göstermiştir. Keza bu durum Kürtler arasındaki Ermeni karşıtlığını ittihatçı-kemalist hareket açısından da siyaseten kullanışlı bir araç haline getirmiştir. Sonuç olarak; Alman-ittihatçılığı Anadolu’da zayıfladıkça Kürt feoktokrasisinin hareket alanı daralmış, bu çelişkiler de İngiliz yanlısı ittihatçı-kemalist hareketin ve onunla birlikte hareket eden Kürt feoktokratik kesimlerin lehine sonuçlanmıştır.
Aynı dönemde her ne kadar Kürtlük ön planda gibi gözükse de, isyanların gerçekleşme nedeni olarak Kürt milliyetçiliği “ikinci planda” kalmıştır. Koç Gri (1920), Palu/Şeyh Sait (1925), Ağrı (1929), Dersim (1938) vs. gibi isyanların tümü merkezi otoritenin feoktokratik yapıyla yaşadığı siyasi uzlaşmazlıklardan dolayı patlak vermiştir. Ta ki PKK’ya kadar böyle devam etmiştir. Halbuki PKK hadisesine kadar, isyanlardan sonra İngiliz-ittihatçılığı kanalıyla Kemalizme boyun eğen ve tamamen yedeklenenler de yine Kürt feoktokratik sınıfları olmuştur. 1960-80’li yıllara kadar Kürdistan’da hem DP hem de CHP, devletle bütünleşmiş olan Kürt feoktokrasisi/aristokrasisi sayesinde yüksek oylar almaya devam etmiştir. Daha doğrusu; 2. Dünya savaşı sonrasında çok partili sistemin Türkiye’de yeniden başlamasıyla aşiret reisleri ve şeyhler siyasi partiler için oy sağlayan önemli odaklara dönüşmüşlerdir. Öte yandan, bu süreçte özellikle DP döneminde devletle kurulan ittifak sayesinde Türk burjuvazisi ile bütünleşmiş kayda değer bir Kürt tarım ve ticaret burjuvazisi de oluşmuştur. Kuşkusuz bu tarım ve ticaret burjuvazisinin asıl geçim kapısı ise yoksul kürt köylüleri ve plepleridir. Bu sömürü çarkı sayesinde Kürt tarım ve ticaret burjuvazisi Türk burjuvazisi ve Türk ulusal pazarı ile bütünleşmek için gereksinim duyduğu toprak-artı-değeri de elde edebilmiş ve bunu kendi sermayesine dönüştürebilmiştir. Başka bir deyişle, bu dönemde Kürt feoktokrasisi zayıf bir konumlanışta da olsa, adım adım Kürt minoktokrasisine doğru evrilmeye de başlamıştır. Günümüzde dahi devletten teşvikler alarak sanayi, tarım, hizmet vs. gibi alanlarda yatırımlar yapan “Kürt işadamlarının” varlığı bile bu tarihsel konjektürün bir yan ürünüdür. Dahası; bugün servet ve sermaye birikimi açısından Kürt burjuvazisinin Türk burjuvazisininden aşağı kalır bir yanı da yoktur. Kısacası, kimilerinin iddia ettiği biçimiyle Kürt burjuvazisi asla bir “ezilen ulus burjuvazisi” değildir.
Dolayısısıyla; Kürdistan olarak anılan bu bölgenin/çoğrafyanın “işgal edilmesi” süreci ittihatçı-kemalist güçler ile kürt feoktokratik sınıflarının Osmanlı’dan başlayıp T.C. nin kuruluşuna kadar devam eden pratik işbirliğinin bir sonucudur. Osmanlı’dan itibaren el birliği ile bölge halklarını tasfiye eden ittihatçı-kemalist güçler ile kürt feoktokratik sınıflarının ittifakı bölgenin etnik ve dini anlamda arındırılması ve homojenleştirilmesi sürecine de denk düşmektedir. Kuşkusuz bu arındırma işleminin asıl hedefi; tıpkı Karadeniz’de ya da Ege’de olduğu gibi daha çok Hristiyanların katledilmesi ve onların mallarına, mülklerine, topraklarına el koyma güdüsüyle kristalize olmaktadır. Ki öyle de olmuştur. Bugün dahi pek çok Kürt aşiretinin, beyinin vs. maddi varlık ve servetlerinin kaynağı detaylı bir şekilde incelenirse, bu maddi zenginliklerin büyük bir çoğunluğunun gerçekte kime ait olduğu da rahatlıkla görülebilir. Başka bir deyişle, 1923 öncesi “Müslüman” Türkler ve “Müslüman” Kürtler arasında kurulan bu yarı-açık ve yarı-kapalı ittifak sonucunda gayri müslümlerin ve hristiyanların mallarına, mülklerine, topralarına el konulabilmiş ve emperyalist işgalle gelen tepeden inme “feoktokratik devrim” için gerekli olan nesnel koşullarda yaratılabilmiştir. Bu da aynı zamanda 1950’lerden itibaren Türk burjuvazisine ve Türk ulusal pazarına eklemlenmiş bir Kürt tarım ve ticaret burjuvazisinin gelişimi için gerekli olan tarihsel ve toplumsal şartlarında olgunlaşmasını sağlamıştır.
Bu konuyla bağlantılı olarak Martin van Bruinessen “Kürdistan Üzerine Yazılar” kitabında şu ilginç ayrıntıları vermektedir. “Hristiyanlar Kürdistan’da nüfusun bugünkünden daha büyük bir bölümünü oluşturuyolardı. Katliamlar, kaçış, gönüllü göç ve İslamiyeti Kabul etme sayılarını ciddi bir biçimde azalttı. Kürdistan’ın değişik bölgelerinde (Siirt, Hakkari), Kürtçe konuşan ve görünüşte Müslüman olmuş, fakat hala Ermeni ve Naksurilikler’ini unutmayan “kripto-Hristiyan’larla karşılaştım. Kalan Hristiyanlar ve Kürt komşuları arasındaki ilişkiler genellikle samimiyetten uzaktır. Özellikle Tur Abdin’li Batı Suriyeliler, topraklarını, mallarını ve hatta kızlarını alan Kürt aşiret reislerinin vahşi davranışlarına maruz kalmışlardır.” (İletişim Yayınları, s. 23) “Kürdistan, bugün bile devam etmekte olan bir gelişme olarak gitgide etnik homojenleşmeye kavuşmaktadır. Kürdistan’da büyükçe hiçbir Hristiyan topluluğu (kendisi de çok azalan, Güneydoğu Anadolu’daki Suriyeli Ortodoks Tur Abdin topluluğu hariç) kalmamıştır. Bu Hristiyanlar’ın çoğunluğu ayrım ve fiziki şiddet uygulamaları dolayısıyla bölgeyi çoktan terketti, geri kalanlar Batı Avrupa’ya yerleşmek için olanak arıyorlar. Fakat Kürdistan’daki bu etnik homojenleşme, beraberinde 20. Yüzyıldaki ekonomik geri kalmışlığı da getirdi. Çünkü Hristiyan azınlıkların ortadan kaybolmasıyla, mesleki bazı uzmanlaşmalar da yokolmuştur. Yoğun, teknik olarak ileri tarım, birçok ticaret kolu ve zanaat.” (İletişim Yayınları, s. 267)
Daha da gerilere gitmek gerekirse; Osmanlı tebaası içinde ve Devlet-i Ali içersinde en yaygın çevreye sahip olan ve askeri bürokrasiyi elinde tutan kripto-Ermenilere dönük tasfiye süreci Türk hamiciliği gölgesi altında Kürt feodalleri eliyle yapılmıştır. Örneğin, 1826’da Leventlerin yeniçerileri katletmesi, Islahat Fermanı ile başlayan serasker Ermenilerinin ordudan tasfiyesi, 1870-90’larda zorla göçe zorlama politikası ve nihayetinde 1915’de Ermenileri hedef alan topyekün soykırım ile doruğa ulaşan tarihsel olaylar dizisi Ermeni toplumunun o zamana kadar yaratmış olduğu sermayeye (emeğe) el koyma hareketinden başka da bir şey değildir. Bu noktada tıpkı Mecidiye Alayları gibi Türk feoktokrasisi ile Kürt feoktokrasisi birlikte hareket ederek el konan serveti kendi arasında paylaşma yoluna gitmiştir. Kuşkusuz bu paylaşım aslan payının Türk feoktokrasisine, küçük payın ise Kürt feoktokrasisine gittiği bir ekonomik paylaşım süreci olmuştur. Bu zimmi ittifak Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar devam etmiştir. Cumhuriyet kurulduktan sonra ise iktidara egemen olan Türk feoktokrasisi “kurucu ortağı” olan Kürt feoktokrasisi ile pastanın payı noktasında anlaşmazlığa düşmüştür. Bu defa ise Türk feoktokratik burjuvazisi doymak bilmeyen bir obur misali pastanın tamamını kendisi için istemiştir.
Öte yandan; Kürt isyanları olarak bilinen toplumsal hareketler özü itibariyle Türk feoktokrasisinin iktidarını Kürt feoktokrasisi ile paylaşmak istememesinden kaynaklanmıştır. Dolayısıyla; bu isyanlar kimi Kürt milliyetçilerinin ortaya koyduğu şekliyle Kürt milli isyanları da değildir. Dahası, 5 Kürdistan milletvekilinin mecliste kurşuna dizilmesi olayı bile Türk feoktokrasisinin aç gözlüğünden kaynaklanmıştır. Aynı aç gözlülük bu defa 1957-59’da Rum mallarına çökmek için Adnan Menderes liderliğindeki Türk minoktokrasisinin provakatif girişimlerinde de kendisini göstermiştir. Başka bir deyişle, Türk burjuvazisi kendi tarihi boyunca zayıf sermaye birikiminin yarattığı sorunlardan dolayı aç gözlü ve saldırgan bir siyaset izleme yoluna gitmiştir. Bu yüzden de liberal toplum düzeni açısından bile “burjuva demokrasisinin” genel ilkelerini dahi içselleştirmekte başarısız olmuştur. Kısacası, Türk burjuvazisi ortaya çıkışından itibaren farklı toplum kesimlerine karşı her zaman faşizan ve anti-demokratik bir tutum sergilemiştir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye tarihinde burjuva anlamda dahi bir “demokratikleşme” ve “aydınlanma” sürecinin yaşanmadığını söylemek hiçte abartılı olmayacaktır.
Dahası; yine aynı nedenlerle bağlantılı olarak Kürt feoktokratik sınıflarının “Milli Mücadeleyi” desteklemiş olmasının bir başka nedeni de; kuşkusuz Ermenilerin geri dönmesini engelleme isteğidir. Keza o dönem için Kürt feoktokratik sınıflarını kaygılandıran şeylerin başında, geri dönenlerin gasp edilmiş topraklarını, mallarını ve mülklerini geri istemesinin yaratacağı sorunlar gelmekteydi. Kısacası, bu durum Kürt feoktokratlarının gelişmekte olan Türk burjuvazisinin “milli mücadelesini” desteklemesinde önemli bir etken olmuştur. Bu noktada iki tarafı “gavura” karşı birleştiren söylemin ideolojik kurulumu da bir tür “İslam yurtseverliği” biçiminde gelişmiştir. Ve hatta Kahire’de Kamuran Bedirxan önderliğindeki Kürdistan Bağımsızlık Komitesi’nin yayınladığı bildiride bile Ermeni düşmanlığının baskın olduğu ümmetçi bir Kürtçülük söylemi hakimdir. Dönemin genel siyasi atmosferine damgasını vuran şey Ermenilere karşı gelişen ortak düşmanlık hissidir. Bu da pragmatik açıdan Ermenileri zayıf ve “kolay harcanabilir” bir odak olma durumuna getirmiştir. “Müslüman türkler” ile “müslüman kürtler” arasındaki ittifak “iç düşman” retoriği üzerinden kurulmuştur. Dikkat edilirse; burada ki motif dış düşman değil, iç düşman imgesi etrafında örülmüştür.
Özellikle de Kürtlerin Hristiyan Ermenilere dönük tepkisi İtithatçı-Kemalist güçler tarafından “Türk-Kürt birliğinin” yaratılması noktasında etkin bir şekilde kullanılmıştır. Dolayısıyla; Ermeniler ile süren bu gerginliğin (ki bu gerginliğin kökenleri Hamidiye Alaylarına/aşiret milislerine/1895’deki Ermeni köylü kırımına kadar uzanmaktadır) aynı dönemde ittihatçılara-kemalistlere Kürt feoktokratizmiyle bir ittifak içine girme olanağını verdiğini söylemek mümkündür. Sonuç olarak; Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde baş gösteren “Ermeni tehlikesi”, ittihatçı-kemalist hareket tarafından Kürtleri yanına çekmekte ve Müslüman halkın Hristiyan halka karşı birliğini sağlamakta kullanılmıştır. Sadece Erzurum ve Sivas kongrelerinin tutanakları incelenirse bu Hristiyan düşmanlığının boyutları görülebilir. Dahası; Kürtler Ermenilere Kürtlük kimliğinden önce Müslüman kimliği ile tepki gösteriyorlardı ve bu dünya savaşı ve istiklal savaşı döneminde de devam etti. Yine benzer bir şekilde; İngiliz ve Fransız emperyalistleri de Ermeni meselesini (ve genel olarak Hristiyan azınlıkların statüsü ile ilgili olan konuları) ittihatçı-kemalist harekete karşı bir pazarlık kozu olarak kullanmaktan da geri durmamışlardır. Bölgedeki Hristiyanlar arasındaki misyonerlik faaliyetleri de Müslümanlar ve Hristiyanlar arasındaki ilişkileri dramatik bir biçimde etkilemiştir. Bölgeye yönelik emperyalist müdahaleler Ermenileri ve diğer Hristiyan azınlıkları daha da açık bir hedef haline getirmiştir. Hatta durumdan kendine vazife çıkaran kimi şeyhler (özellikle de Nakşibendi şeyhleri) kuzey ve orta Kürdistan’da misyonerlik faaliyetleri bahanesiyle Hristiyanlara karşı kabaran öfkeden beslenerek otorite ve güç kazanmışlardır. Dolayısıyla; güç ve otorite kazanan şeyhlerin Hristiyanların kalabalık olarak yaşadığı bölgelerden çıkmış olması elbette ki bir raslantı değildir. [2].
Tarık Ziya Ekinci “Kürt Siyasal Hareketlerinin Sınıfsal Analizi” kitabında konuyla bağlantılı olarak şunları söylemektedir: “Osmanlı devlet düzeninde görece özerk yaşayan Kürt feodalleri Mustafa Kemal’in davetini olumlu karşıladılar. Kurtuluştan sonra saltanat ve hilafetin yeniden kurulacağı düşüncesi onlara cazip gelmişti. Kürt liderleri için bu çağrı eski saltanat düzeninin devam edeceği anlamına geliyordu. Keza, ülkenin işgalden kurtulması da itilaf devletleriyle işbirliği yapan Ermenilerin dönüşünü ve Kürt bölgesindeki halk taleplerini önleyecekti. Çünkü Kürt feodalleri Ermeni tenkil hareketinde aktif rol oynamış ve Ermeni mallarına el koymuşlardı. Bu nedenle Kürt feodalleri Kürt Teali Cemiyeti’nin bağımsız Kürdistan kurmak için İngiliz binbaşı Noel’in refakatinde Kürt liderlerini ikna turuna gönderdikleri Bedirxan kardeşlerden oluşan heyetin önerilerini reddederek Mustafa Kemal’in başlattığı kurtuluş hareketini desteklemeyi kendi çıkarlarına uygun gördüler. Aynı gerekçeyle Sevr’den önce 18 Ocak 1919’da toplanan Paris Konferansı’na Kürt Teali Cemiyeti adına katılan Kürt Şerif Paşa’yı protesto ederek istifasını istediler. Böylece Mustafa Kemal’in iğvasına kapılarak kurtuluştan sonra özerkliklerini koruyacaklarına inanan Kürt feodalleri, Kürtlerin kurtuluşu için önlerine çıkan ilk ve son tarihi fırsatı heba etmiş oluyorlardı.” (Sosyal Tarih Yayınları, s. 30-31)
Martin van Bruinessen “Kürdistan Üzerine Yazılar” kitabında konuyla bağlantılı olarak şunları söylemektedir: “Paris’teki Barış Konferansı sırasında bir Kürt temsilcisi, bağımsız Kürt devleti kurulması talebinde diretince, konferans üyeleri birçok nüfuslu Kürt aşiret liderinden, yeni Türkiye devletine bağlılıklarını bildiren telgraflar aldılar.” (İletişim Yayınları, s. 140)
Bu noktada ara bir parantez açmak gerekirse; Kürt feodallerinin Paris’e gönderdiği telgrafta Kürtlerin Müslüman olarak halifeye bağlı kalmak istediği ve Türk kardeşleri ile birlikte yaşamak istedikleri ısrarla belirtilmiştir. Bunun dışında 19 Mart 1920’de Elazığ’dan 22 Kürt aşiretinin imzaladığı bir bildiride, önce islam oldukları ve İslam'ın Türk-Kürt ayrımı yapmadığı, tek bir şefe halifeye bağlı oldukları bildirilmektedir. Kürt aşiretlerinin Fransız Yüksek Komiserliği’ne gönderdiği telgrafta “Kürtler, Türklerle yasal kardeştir” ifadesi geçmektedir. Bu süreçte ittihatçı-kemalist hareket bile merkezine, halifeliğin ve Müslümanlığın tehlikede olduğu retoriğini yerleştirmiştir. Kuşkusuz Paris Barış konferansına gönderilen telgraflar ittihatçı-kemalist harekete karşı karşıya kaldığı siyasi krizi aşma noktasında büyük bir avantaj ve olanak sağlamıştır. Hatta ittihatçı-kemalist hareket kendi stratejisinin de ötesinde Kürt feoktokratik kesimleri arasında beklediğinden de daha büyük bir destek görmüştür. Daha doğrusu; ittihatçı-kemalist hareketin Halife’nin sancağı altında Türk-Kürt kardeşliği çağrıları, Kürt milliyetçi çevrelerinden gelen çağrılardan daha fazla yankı ve taraftar bulmuştur. Kısacası; bu dönemde Kürt milliyetçi talepleri resmi Kürt tarih yazımının iddialarının aksine küçük çevreler dışında hemen hemen yok gibidir.
Yine aynı konuyla bağlantılı olarak Hasan Yıldız “Sevr-Lozan-Musul Üçgeninde Kürdistan” kitabında şunları söylemektedir: “Bu tür çatışmalar, emperyalist çevrelere farklı faydalar sağlarken, Kemalist harekete de Hristiyan halka karşı Müslüman halkın birliği gibi bir avantaj sağlamıştır. Nitekim Erzurum ve Sivas kongrelerinde Ermeni tehlikesi işlenirken, Müslüman kökenli Türk ve Kürt halkının birliğinden söz edilir. Her iki kongreye Kürtlerin yoğun biçimde katılmaları bu şartların sonucu olmuştur. Erzurum Kongresine katılan 54 delegenin –bazı verilere göre 56-22’si Kürttür. Elazığ, Mardin, Diyarbakır’dan seçilip imparatorluk valileri tarafından kongreye bırakılmayan 10 dolayında delegeyle birlikte 32 delege Kürtleri temsil etmektedir. Bu sayı kongreye katılan toplam delege sayısının yarısını oluşturmaktadır. Sayının çokluğu, mevcut durumun Ermeniler lehine işletilmesi görünümünü veren bağdaşık güçlerin politikalarına bir tepkinin sonucudur. Kürtler, yine kendileri gibi müslüman olan Türklerle “milli” bir birliğe girmeyi, sonu bilinmez maceralara atılmaktan daha faydalı görmüşlerdir. Gerçekten de Anadolu’daki yeni yapılanmada Türk ve Kürtlerin birliği sürekli propaganda yapılmış, halk üzerinde olumlu bir etki yaratmıştır. Bu durum ise, Sevr görüşmelerinde Kürt temsilcisi olarak bulunan Şerif Paşa’yı bir kez daha zor durumda bırakmıştır.” (Koral Yayınları, s. 25)
Hasan Yıldız “Sevr-Lozan-Musul Üçgeninde Kürdistan” kitabında şu tespitleri yapıyor: “Osmanlı devleti içinden gelen ve devlet aygıtını iyi tanıyan Mustafa Kemal’in, Kürtlere yönelik tavrında bilinçli bir çizgi görülmektedir. Daha başından beri, Kürt yardımına ihtiyaç duyduğu halde, gelen yardımları tek tek birey olarak kendi hareketi içine katmayı temel prensip olarak uygulamıştır. Kürtlerin bir blok olarak karşısına gelmemesi için, Türk ulusu kavramını bilinçli olarak kullanmamış; sürekli Ermeni ve Hristiyan tehlikesine karşı Müslüman halkın birliğinden bahsetmiştir. Kongre sonuçlarına dikkat edilirse, Türk ve Kürt ulusallığına ilişkin bir tek kelimeye raslanmamaktadır. Nitekim, Türk ulusalcılığının Misak-ı Milli içinde hakim bir ideoloji haline getirilmeye başlandığında Kürtlerin, hakları konusunda dayanılacak hiçbir resmi belge yoktur.” (Koral Yayınları, s. 158)
Dolayısıyla; ittihatçı-kemalist güçlerin “Türk ulusu” oluşturma bahanesiyle kendi sınıf egemenliklerini pekiştirmeye yoluna gitmeleri ile, Kürt feoktokratik sınıflarının Ermenilerden, Hristiyanlardan gasp ettikleri toprakları kaybetmemek için milli mücadeleyi (gerçekte emperyalist işgalle ve ilhakla kurulan bir cumhuriyeti/kapitalizmi) desteklemelerine de şaşırmamak gerekir. Bu noktada bütün bu kesimler elbette ki kendi sınıf çıkarlarının gereğini yerine getirmekteydiler. Yoksa bütün bu olup bitenleri Kürt aşiretlerinin ve reislerinin “ahmaklığı” ve “ihaneti” ile açıklamaya çalışmak, Kürt feoktokrasisinde kristalize olan tarihsel sınıf dinamiklerini de yok saymak manasına gelecektir. Zira tarih boyunca tüm bu siyasi çekişmeler ve hesaplaşmalar özünde farklı sınıfların ve tabakaların çıkarlarının ve önceliklerinin (daha doğrusu temsiliyetizm kavgasının!) bir dışavurumundan başka da bir şey değildir. Aksi takdirde; tarihte neyin neden olduğunu ve neden olmak zorunda olduğunu anlamakta mümkün olmayacaktır. Bu anlaşılamadığı müddetçe sınıf kavgalarının gerçekte birer tenmsiliyetizm kavgası olduğu da asla anlaşılamayacaktır. Keza temsiliyetizm var olmasaydı ne din ne devlet ne sınıflar ne de bu sınıflar arasındaki temsil, iktidar ve güç mücadeleleri var olabilirdi. Aslında bugün dahi kapitalizmin asıl varlık zemini kimlik siyasetine dayalı olarak yürütülen temsiliyetizm kavgaları olmaya devam etmektedir.
Aslında dünya üzerindeki bütün ulus-devletlerin kuruluş süreçleri benzer temsiliyetist yalanlar üzerine kuruludur. Katliamlar, soykırımlar, işgaller, ilhaklar bütün bu kuruluş süreçlerinin sadece araçlarıdır. Türkiye’de ulusun, daha doğrusu burjuva egemenliğinin inşası da benzer süreçler sonucunda tesis edilmiştir. Osmanlı’dan geriye kalan “küçük mülk sahibi” sınıflardan (bakkaldan, çakkaldan, esnaftan vs.) devlet eliyle günümüzün Sabancılarının, Koçlarının, Eczacıbaşılarının yaratılması da bu sürecin bir neticesidir. Yine Osmanlı’dan artan kalan milletlerden kripto “Rum” hamiciliğine dayalı bir Türk ulusçuluğu inşa etme projesi de aynı temsiliyetist zihniyetin bir ürünüdür. Türk feoktokrasisinin ortağı olan Kürt feoktokrasisinin Cumhuriyet öncesinde ilk olarak Ermenilerin mallarına çökmesi elbette ki bir rastlantı değildir. Türk ticaret burjuvazisi bile asıl olarak bu kaynaktan doğdu. Cumhuriyet’ten sonra ise Türk feoktokrasisi tek başına Rumların mallarına devlet eliyle çökerek (örneğin, varlık vergisi ve 6-7 Eylül olayları) modern minoktokratik sermaye yapısını inşa etti. Keza İngiliz işgali ile gelen feoktokratik devrim alt yapıda/iktisadi açıdan burjuvaziyi yaratmak için yeterli olmadığı için, üst yapı aracılığı ile yukardan aşağıya doğru gasp yoluyla “milli bir burjuvazi” yaratılma yoluna gidildi. Dünün at hırsızları oldu bugünün TÜSİAD’ı, sonrada oldu MÜSİAD’ı! Bu sayede minoktokratik burjuvazi gloktokratik burjuvaziye dönüşebildi. Bu seferde AKP döneminde MÜSİAD TÜSİAD’dan gasp ederek palazlandı. Bu gasp bugünde devam ediyor. Örneğin, sadece 15 Temmuz “darbesi” ile 850 bin şirketin malına çöküldü. Türkiye kapitalizmi işte böyle bir kapitalizm ola gelmiştir. Kısacası; Türkiye kapitalizmi bir çökme (kimin gücü kime yeterse) kapitalizmidir. Türkiye kapitalizmi temel olarak bir kovboy şerif-kapitalizmidir!
Düşünün ki bir ülkede Tapu ve Kadastro kurumu kurulur kurulmaz ilk iş olarak Ermenilerden, Rumlardan gasp edilmiş mallar, araziler, topraklar vs. yandaşlara tapulanarak, devlet-sermaye işbirliği temelinde rejime biat etmiş feoktokratik bir burjuva sınıfı yaratma yoluna gidiliyor. Aynı dönemde, gayri-müslimlerden gasp edilmiş mallar, araziler, topraklar vs. “milli mücadele kahramanları” adı altında yandaş kişi ve kuruluşlara neredeyse bedavaya peşkeş çekiliyor. Uzun süreli tacizler, soykırım ve etnik temizlik yoluyla elde edilmiş olan bu servetler Türkiye kapitalizminin inşası için kullanılıyor. Vergi ve asker vermek istemeyen Kürt aşiretleri, reisleri baskıyla yola getiriliyor ya da Dersim örneğinde olduğu gibi Aleviler-Kızılbaşlar etnik kıyıma ve katliama uğratılıyor. Tüm bunlar bir “ulus” yaratmak için yapılıyor. Keza ulus yaratmak demek burjuvazi yaratmak demektir. Başka bir deyişle, ulus yaratmak demek “ulusal çit/pazar” yaratmak manasına gelmektedir. Dolayısıyla; ulusal çit/pazar yaratmak burjuvaziyi ve sanayi-sermayesini yaratmak demektir. Kaldı ki; sanayi-sermayesini ve burjuvazisini yaratmak demek gayri-müslüm Hristiyan ticaret burjuvazisini de tasfiye etmek demektir. Nitekim Türk feoktorasisinden Türk minoktokrasisine geçiş Osmanlı’da ticaret burjuvazisini temsil eden Rumların, Ermenilerin mallarının ve servetlerinin gasp edilmesiyle gerçekleştirildi. Ama hiçbir zaman Türk burjuvazisinin (Aynı şekilde Kürt burjuvazisinin) resmi tarihi bir kaç istisna dışında bu açıdan ele alınmadı ve yazılmadı. Bu noktada türlü engellemeler ile karşılaşıp araştırmalar yapan insanlar ise ya sistemin dışına itildi ya da farklı yollarla susturulup kendi kaderine terk edildi. Aynı devlet politikası farklı şekiller altında bugünde devam etmektedir. Türkiye’de devletteki süreklilik bu politikalardaki sürekliliği de beraberinde getirmektedir. Bu yüzden Türkiye gibi bir coğrafya da bütün bu gerçekleri açıklayabilmek her zaman bedel ödemeyi de göze almayı gerektirmiştir.
Ana konumuza dönmek gerekir ise; Kürdistan’a dair “sömürge ulus” tezinin ortaya çıktığı tarihler 1960-70’li yıllardır. Sömürge ulus tezinin ortaya çıkmasının tarihsel nedenlerinden biri Türk burjuvazisine yedeklenip pastadan az pay alan Kürt feoktokrasisinin (ki bu Kürt feokrokrasisi büyük oranda tarım ve ticaret burjuvazisine dönüşmüş olan devlet teşvikli bir yarı-feoktokrasidir) atıl duruma düşmüş olmasıdır. Ne kadar inkar etselerde Kürt aşiretleri, reisleri, özellikle de Kürt feoktokratik sınıfları bu tarihsel sürecin ve T.C. nin “kurucu ortağı” olmuşlardır. 1970’lere gelindiğinde ise Türk burjuvazisinin feoktokrasiden minoktokrasiye geçmesine paralel Kürt burjuvazisindeki gerilik Kürt aydınlanmasını (özellikle de kürt küçük burjuvazindeki aydınlanmayı) tetiklemiştir. PKK hareketi bile bu “aydınlanmanın” doğal bir sonucudur. PKK’den önceki kürt örgütlerinin çoğunda geleneksel kürt seçkinleri ön plandayken, PKK sonrasında çoğu küçük burjuva alt katmanlarda ön plana çıkmaya başlamıştır. Keza Kürt aydınlanması başından itibaren Kürt feoktokratik gericiliğine karşı “bağımsız kürdistan” temelinde gelişmiş olan bir tepki hareketidir. Dolayısıyla; sömürge ulus tezi de küçük burjuva temelli Kürt siyasi hareketleri tarafından bağımsız kürdistan tezine endeksli bir tez olarak ileri sürülmüştür. Başka bir deyişle, Kürt siyasi hareketleri tarafından başlangıçta ki Türk ve Kürt feoktokratik ortaklığını ortadan kaldırmaya yönelik bir politik strateji geliştirilmiştir. Bu stratejinin küresel düzlemdeki en önemli tezi de Leninist teorinin parçası olan UKKTH (Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı) argümanı olmuştur. Keza UKKTH’nin gölgesinde de yine sömürge ulus tespiti yatmaktadır. Başka bir deyişle, UKKTH tezi tümüyle sömürge ulus tespitini içermese de, zaman-koşul-mekan dinamiğine bağlı olarak sömürge ulus tezinide kapsamaktadır. Bu dönemde ezen ulus ve ezilen ulus kavramları aracılığıyla ulusal sorun sömürgeler sorunu biçiminde gündemleştirilmiştir. Ekim Devrimi’ni takiben kurulan Komünist Enternasyonal (Komintern) belgelerinde de ulusal sorunlar genellikle sömürge sorunuyla birlikte ele alınmıştır. Bu konuyu incelemek isteyenler için Marksist hareketin geniş bir literatürü de bulunmaktadır.
Lakin UKKTH her koşul altında sömürge ulus tespitini dayatmaz. Kaldı ki; her sömürge ulus tespiti de bağımsız Kürdistan tespitini yaratmaz. Keza kapitalizme göre ulus yaratmak ulusal çit/pazar yaratmaktır. Devlette tali planda olan Kürt feoktokrasisinin ya da minoktokrasisinin hedef büyüterek Kürt ulusal çiti/pazarı yaratma girişimlerini “sömürge Kürdistan” tespitleri ile yapmaya kalktığı sık sık iddia edilmektedir. Fakat bu durumda şayet Kürdistan sömürge ise en başta Kürdistan Kürt feoktokrasisi ve minoktokrasisi tarafından sömürgeleştirilmiştir. Kuşkusuz bu da mantıksız bir çıkarsamadır. Dolayısıyla; Kürt sömürge tespitleri Kürt feoktokrasisinin ve minoktokrasinin değil, Kürt küçük burjuvazisinin, yoksul köylülüğün, Kürt ticaret burjuvazisinin sermaye biriktirme savaşımı ve siyasal varoluş savaşımı olarak ortaya çıkmaktadır. Kısacası; sömürge tezinin arkasında ki asıl sınıfsal güç Kürt burjuvazisi olmadığı gibi, Kürt burjuvazisinin T.C. devletinden bağımsız bir ulusal çit/pazar geliştirme eğilimi de söz konusu değildir. Sonuç olarak sömürge ulus tezi Kürt burjuvazisinin değil, Kürt burjuvazisinin “kurucu ortaklığına” tepki duyan Kürt küçük burjuvazisinin, yoksul köylülüğün ve Kürt ticaret burjuvazisinin radikal kesimlerinin ortaya attığı ve savunduğu bir tez ola gelmiştir.
Öte yandan, Kürt aydınlanması sonucunda ortaya çıkan PKK hareketinin silahlı-reformizm biçimine bürünmesi Kürt küçük burjuvazisi üzerinden Kürt ticaret burjuvazisinin güçlenmesine, Kürt feoktokrasisinin Kürt minoktokrasisine, Kürt minoktokrasisinin Kürt gloktokrasisine dönüşmesine de olanak sağlamıştır. Türkiye Cumhuriyet’inin oluşumuna damga vuran “kurucu ortaklık” Cumhuriyet’ten sonra her ne kadar biçimsel olarak tasfiye edilmiş olsa da, bu ortaklık son 40-50 yıldır ortaya çıkan Kürt aydınlanması ile birlikte yeniden eski konumuna gelerek iktidarla ve burjuvazi ile bütünleşmiş, pastadan aldığı payı da arttırmıştır. Kürt liberalizmi bu sürecin sonunda Türk gloktokratizminin Kürdistan’daki ve Türk parlamentosundaki yegane yerel gücü haline gelmiştir. Dahası; salt Kürdistan’da yerel bir güç olmaktan çok, Türkiye sattına yayılarak metropollerde de orta burjuva bir sınıf hareketi haline dönüşmüştür. Ve hatırı sayılır sayıda emekçi de, “sosyalist” de, bu hareketin aktif ve pasif destekçisi konumundadır. Yalnızca “Türkiye partisi” HDP’nin (ve onun uzantısı olan “Emek ve Özgürlük İttifakı”nın) siyasi ve ticari ilişkilerine bakıldığı zaman bile bu durum kabak gibi ortadadır. Başka bir deyişle, bu küçük burjuvazi “sömürge kürdistan” tezini bir nevi kültürel ve politik sermaye haline getirerek bundan maddi sermaye devşirme siyasetinde de epeyce mesafe kat etmiştir. Sonuçta bu yolla Kürt sermayesi yeniden Türk sermayesine endekslenebilmiştir. Çünkü uzunca bir zaman boyunca Kürt realitesi üzerinden Kürt sermayesi ve payı dışlanmıştır. Hatta Kürt işadamları ve feodalleri 90'lı yıllarda devletin işlediği cinayetlere kurban gitmiştir. Lakin Kürt liberalizmi UKKTH gölgesi altında sömürge Kürdistan tespitlerini ortaya atmak sureti ile sermaye biriktirme ve devlet sisteminde (bürokrasi içinde) yer edinme politikasını Türk burjuvazisinin de yardımıyla, teşvikleriyle bir şekilde hayata geçirmekte başarılı olmuştur. Kuşkusuz ortada bir “başarı” var; lakin bu başarı Kürt ve Türk emekçilerinin kendi bağımsız politik hatlarını geliştirmelerine dönük devrimci ve sosyalist bir başarı olmayıp, bu başarıdan asıl aslan payını alan ise kuşkusuz Kürt sermayesi ve Kürt liberalizmidir.
Meselenin kökü itibariyle sömürge ve sömürgecilik tespiti tüm kapitalizmin ana yapısı ve iskeleti ile ilgili bir tespittir. UKKTH feodal dönemden kapitalist döneme geçişe dönük özel bir geçiş politikasıdır. Tüm kapitalist-emperyalist süreçler için ileri sürülebilecek bir politika değildir. Halde böyle olunca; UKKTH ve sömürge ulus tezi glokal-emperyalist dönem için bilimsel ve objektif bir tez değildir. Sadece Kürdistan değil, tüm dünya glokalist-kapitalist-emperyalist sömürünün boyunduruğu ve hatta işgali altındadır. Eğer bir sömürgecilik varsa; Türkiye’de Kürdistan’da glokal-emperyalizmin bir sömürgesidir. Dolayısıyla “kurtulacak bir ülke” varsa; Kürdistan ve Türkiye emperyalizmin ve sömürgeciliğin boyunduruğu altından bölgesel ve coğrafi olarak sosyalizm mücadelesi temelinde birlikte kurtulmak zorundadır. Bunun dışındaki tüm sözde çözümler glokal emperyalizme ve sömürgeciliğe hizmet eden sahte çözümlerdir.
Öte yandan; Türk-lük kökeni itibariyle bir ırk değil, dindir, kök-tengricilik’tir, şaman tanrısına verilen isimdir denildiğinde buna en çok tepkinin sağdan değil de “soldan” gelmesini nasıl yorumlamalıyız? Keza her konuda olduğu gibi bu konuda da “Tarihi yeni baştan yazıyorsunuz” diye söze başlayanların ittihatçılığın-kemalizmin dinden ırk yaratma (daha doğrusu ulus, burjuvazi) yaratma projesine tarihsel olarak nasıl eklemlenmiş olduklarını, dahası bu sol kesimlerin Cumhuriyet’in başından beri ittihatçılığın-kemalizmin gölgesi altında nasıl palazlanmaya çalıştıklarını (ki bunda da hiç başarılı olamayıp ittihatçılığın-kemalizmin içinde eridiklerini) bilmiyor da değiliz. Ancak bu süreçte dikkat çeken bir nokta var ki; o da Türklüğün bir ırk değil, din olarak tarih sahnesine çıkışına dönük Kürt milliyetçisi/ulusçusu kesimlerden gelen gerici tepkilerdir. Bu kesimlerde tıpkı diğer “sollar” gibi “Yeni bir hegemonik Türklük tanımı yapıyorsunuz”, “Tarihi kaynaklarda böyle bir şey yok” derken, aslında yıllardır ellerinde kullanışlı bir ideolojik hegemonya aracına dönüşmüş olan şoven ve ırkçı Türkçülük anlayışının yıkılışının ardından neredeyse göz yaşı dökecek bir noktaya gelmiş durumdalar. Onların bu içler açısı hali insanda hafif bir gülme tebessümüne neden oluyor.
Ulus kavramı burjuvazinin ulusal çitler/pazarlar oluşturmak için ortaya attığı bir palavradır. Türkçülük ne kadar ulusçuluk değilse, Kürtçülükte bir o kadar ulusçuluk değildir. Feodalizme karşı ulusçuluk geçmişte devrimci bir politika olarak savunulmuştur. Bu ölçekte de tarihsel bir döneme/minoktokratik döneme tekabül eden geçici ve konjektürel bir politikadır. [3]. Lakin glokal-kapitalist-emperyalist koşullarda ulusçuluk, ister Türk ulusçuluğu olsun, ister Kürt ulusçuluğu olsun, bu ulusçulukların savunulması devrimci değil, gerici bir politikadır. [4] Yıllardır UKKTH ve sömürge ulus tezi üzerinden sosyalistlerin Kürt UKKTH’sine payanda olmaları, sosyalistlerin Kürt sermayesinin ve liberalizminin birikime koltuk değneği olmaları, sosyalizm mücadelesine ne fayda sağlamıştır? Kürt minoktokratikleri, Kürt küçük burjuvazisi, Kürt gloktokratikleri sermaye biriktirsin diye hangi aklı başında sosyalist buna payanda olur? Proletaryan temsiliyetizm üzerinden proletaryan-efendiler-kapitalizmini yaratarak hala sosyalizm kurabileceğini sanan sözde “marksistler”, “leninistler”, “stalinistler”, “maoistler”, “troçkistler” vs. devlet kapitalizmi üzerinden sermaye biriktirme mücadelelerinde güçsüz oldukları yerde UKKTH üzerinden Türk burjuvazisine ya da Kürt burjuvazisine yedeklenmeyi kuşkusuz sosyalizm mücadelesi sanmış olabilirler; lakin bu bir sosyalizm mücadelesi falan değildir! Hiçbir zamanda olmamıştır!
Kürt siyasal hareketlerinin ideolojik inandırıcılığı en kaba şekliyle söylemek gerekir ise, Türklüğün ve Türkçülüğün ırkçılıktan ve şovenizmden ibaret (bunlarla özdeş) olduğu algısı ve tezi üzerine kurulu idi. Bu sayede kripto Türklüğün ve Türkçülüğün karşısına ona karşı direnen sözde “demokratik” ve “özgürlükçü” bir Kürtlüğün ve Kürtçülüğün yerleştirilebilmesi ve UKKTH üzerinden proleyaryanist solların da minoktokratik sanayi ulusçuluğu kapsamında bu yedeklenmenin parçası haline getirilebilmesi de yine bilinçli bir egemen sınıf siyasetinin devamı ola gelmiştir. Hatta daha açık konuşmak gerekirse; 80 sonrası iyice çaptan düşmüş ve kolu kanadı kırılmış olan proletaryanist solların PKK üzerinden Kürt küçük burjuva siyasetine angaje edilmesi ve bu liberal dalgalanma içinde tasfiye edilmeye çalışılması sürecide yine bilinçli bir devlet ve hakim sınıf siyasetinin ürünüdür. Dolayısıyla; lanetlenen resmi Türklük ve Türkçülük başından beri Kürt feoktokrasisinin T.C. nin “kurucu ortağı” olduğu gerçeğini gizlemeye dönük ideolojik bir perdeleme işlevi de görmüştür. Ne yazık ki proletaryanizm de soldan buna koltuk değnekçiliği yapma hatasından geri durmamıştır. Fakat proletaryanizm bu hatasının bedelini kendi saflarındaki kadrolar arasındaki liberal çözülme ile ödemiştir. Pek çok insan proletaryanist çizgiyi bile terk ederek Kürt siyasi hareketi içinde erimekten ve kimliksizleşmekten kurtulamamıştır. Bütün bu süreç hep birbirini tetikleyerek ilerlemiştir. Aynı şekilde proletaryanist çizgiyi terk ederek “aydınlanmacılık ve ilericilik” adı altında “sol kemalizme” tümden eklemlenen dünün proletaryanistlerinin halide şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde içler açısı ve patolojik bir durumdur.
Emperyalist işgal ve ilhak yoluyla devletleşme sürecine giren ittihatçı-kemalist güçler Kürdistan’da ne derece sömürgeci bir güç ise, Kürt feoktokratik burjuva sınıfları da aynı oranda sömürgeci bir güç olarak bölge/çoğrafya üzerinde hakimiyet kurmayı bu temsiliyetist oyun sayesinde başarabilmiştir. Başka bir deyişle, bölgede yaşayan Ermenilerin, Süryanilerin vs. Kürt feoktokratik burjuva güçlerinin öncülüğünde mülksüzleştirilmesi neticesinde gasp edilen malların, toprakların, yerleşim yerlerinin vs. başta Kürt aşiretleri ve reisleri olmak üzere Kürt feodallerine, burjuvalarına paylaştırılması neticesinde bu bölge T.C. nin ulusal pazarı haline gelmiştir. Dolayısıyla; kimi Kürt milliyetçilerinin ve proletaryanist solların iddia ettiğinin aksine Kürdistan hiçbir zaman T.C. nin bir iç sömürgesi olmayıp, aksine Kürtlerin feoktokratik temsilcileri en başından beri T.C. nin “kurucu ortağı” konumunda olmuşlardır. Diğer bir deyişle, Batı’da ittihatçılık-kemalizm eliyle uygulanan sahte Türkçülük politikasına paralel olarak Doğu’da T.C. nin hamiciliği altında Kürt feoktokratik güçleri aracılığıyla uygulanan sahte Kürtçü politika, çift yönlü olarak Türk ve Kürt hakim sınıflarının T.C. yi kurma noktasında gösterdikleri ortak kurucu iradenin de bir ifadesidir. Bu nedenledir ki; iddia edildiği gibi Kürdistan hiçbir zaman T.C. nin bir iç sömürgesi olmamıştır. Yine iddia edildiği gibi Türkiye sınırları içinde yaşayan Kürtlerde hiçbir zaman sömürge bir ulus olmamıştır. Bu açıdan Kürdistan’ı bir Hindistan ya da Cezayir olarak görmek saçma ve bilim dışı bir bakış açısıdır.
Dahası da var; sömürge tezi gerçeklerle bağdaşmayan, sosyo-ekonomik ve sosyo-politik dayanağı olmayan afaki bir iddiadır. Çünkü Türkler ile Kürtlerin birlikteliği tıpkı İngilizlerin ve İskoçların birlikteliği gibi kapitalizm öncesi ilk Ortaçağ’a kadar uzanan bir birlikteliktir. Bunun en somut kanıtlarından biride Kürtlerin, daha doğrusu Kürt aşiretlerinin ve reislerinin Osmanlı’da sahip olduğu kısmi özerkliktir. Osmanlı Kürt aşiretlerini ve reislerini kendi idari işleri noktasında görece serbest bırakırken, yalnızca vergi ve asker ihtiyacı konusunda kendilerinden talepte bulunmuştur. Yine aynı dönemde dini eğitim biçiminde de olsa Kürt medreselerinde ki eğitim dilide yine Kürtçe yapılmaktaydı. Oysa sömürgecilik; kapitalizm minoktokratik-emperyalist aşamaya geldiğinde modern çağın ürünü olan bir olgudur. Daha da ötesi; sömügecilik ilişkileri ekonomik talan ve yağma üzerine kuruludur. Tıpkı İngiltere’nin Hindistan’da Fransa’nın Cezayir’de yaptığı gibi. Sömürgelerde emeğin ve sermayenin dolaşımı özgür değildir. Lakin Türkiye’de Kürt emekçilerinin maruz kaldığı sömürü tıpkı Türk emekçilerinin maruz kaldığı sömürü gibi kapitalist sistemin egemen olduğu ülkelerin tümünde uygulanan (artı-değere dayalı) sınıfsal bir sömürü biçimidir. Dolayısıyla; bu sınıfsal sömürü içinde sömürenin ve sömürülenin Türk ve Kürt olması tek başına hiçbir anlam ifade etmemektedir. Keza iki durumda da Kürtte Türkte ezilen ve sömürülen sınıf konumundadır. Türk burjuvazisi ve Kürt burjuvazisi bütünleşmiş bir sınıf olup; Kürt burjuvazisinin örneğin İspanya’nın Katolonya özerk bölgesinde ki Katalan burjuvazisinin talep ettiği gibi ayrı bir ulusal pazar ve ulus devlet talebi de yoktur. Kürt burjuvazisinin böyle bir talebi hiçbir zaman olmamıştır. Diğer yandan, Kürt emeğinin ve sermayesinin Türkiye sınırları içindeki dolaşımı da özgürdür. Ne Kürt emeğinin ve ne de Kürt sermayesinin dolaşımında mutlak bir kısıtlama yoktur. Bütün bu nedenlerden dolayı Türkiye’de yaşayan Kürtlerin sömürge statüsünde yaşadığı iddia etmek akla ziyan, dayanaksız ve gerçekçi olmayan bir tespittir. Dolayısıyla bu tespitten hareketle kimlik siyaseti yapmaya kalkmak, Kürtler üzerinden siyaset geliştirmeye çalışmak, en hafif tabirle saçmalıktır.
İddia edildiği gibi ittihatçı-kemalist hareket ve T.C. Kürdistan’a zorla girmemiş aksine bölgedeki Kürt feodallerinin, aşiretlerinin, beylerinin desteği ile onlara hamicilik yaparak bu bölge üzerindeki burjuva egemenliğini tesis etmiştir. Başka bir deyişle, emperyalist işgal ve ilhakla kurulan bu cumhuriyetin Kürdistan üzerinde kurmuş olduğu hakimiyetin asıl kaynağı da yine bölge Kürtlerinin feoktokratik temsil desteği ve “kurucu ortaklığı” ile olmuş, yine Ermeniler başta olmak üzere bölgede Kürt olmayan hristiyan topluluklar soykırıma ve etnik temizliğe uğratılarak bölgenin saflaştırılması da yine ittihatçı-kemalist güçler ile birlikte el ele gerçekleştirilmiştir. Lakin aynı ittihatçı-kemalist güçler bir süre sonra politika değişikliğine giderek Kürt varlığını red ve inkar süreci içine girmiş olsalar da, bölge üzerindeki hakimiyetlerini de yine Kürt feoktokrasisi üzerinden sürdürmekten de geri durmamışlardır. Diğer bir deyişle, Türk ve Kürt halkını ve emekçilerini sömürmeyi kendisine görev edinmiş olan bu güçler için hiçbir zaman Türklük ya da Kürtlük gerçek manada bir önem arz etmediği gibi, Batı’da sahte Türkçü politikanın Doğu’da ise sahte Kürtçü politikanın kullanımı da yine hamici ve devşirmeci kripto burjuva siyasetin bir aracı olarak kullanıla gelmiştir. Asıl gerçek tamı tamına budur!
Bu yüzdendir ki; sahte Türkçülüğün her alanda çözülme sürecine girdiği bir aşamada sahte Kürtçülüğün paniklemesi ve kendisini güvende hissetmemesi kadar doğal bir durum olamaz. Sahte Kürtçülük üzerindeki sis perdesi kalktıkça T.C. himayesindeki Kürt minoktokrasisinin ve gloktokrasisinin Kürt emekçilerini kontrol altında tutma ve bu noktada proletaryanist solları da “ezilen ulus”, “sömürge ulus” tezleri üzerinden kendisine yedekleme imkanları da hızla ortadan kalkmaktadır.
Ne Türkiye ne de Kürdistan birer sömürge olmayıp, gerçekte ise bunlar glokal sömürgeciliğin egemen olduğu bölgelerdir/çoğrafyalardır. Glokal-kapitalizm yapısı ve işleyişi gereği minoktokratik sanayi ulusçuluğundan farklı olarak, bu dönemde sömürü ilişkileri daha da “karmaşık” bir hal almaktadır. Başka bir deyişle, glokal kapitalizm ve sömürü ilişkileri açısından bugün bir kürdü sömüren Türk yarın bir başka Kürt tarafından da sömürüye maruz bırakılabilmektedir. Dolayısıyla; bu noktada sömürü ilişkilerini belirleyen ulusal aidiyetler ya da etnik köken değil, ulus-üstü bölgesel pazar ilişkilerideki konumlar ve hiyerarşilerdir. Bu açıdan Kürt burjuvazisinin glokal sömürge payı ve devletten aldığı teşvikler Türk burjuvazisinden de aşağı kalır değildir. Bu nedenden dolayıdır ki; glokalizmin iktisadi ve sosyal yapısı “ezen ulus” ve “ezilen ulus” ayrımını ve dolayısıyla “sömürge ulus” tanımı da anlamsız bir hale getirmektedir. Kaldı ki; geriye tek bir “glokal ulus” kalmaktadır, o da ezilen ve sömürülen “emekçiler ulusundan” başkası da değildir. Doğak olarak bu “ulus” etnik kökenlere ve kimliklere göre değil, glokal/sermaye/emperyalizm tarafından eşit oranda sömürüye ve baskıya maruz bırakılmaktadır.
Dahası; tekno-artı-emek-değer sömürüsünün ulus-üstü bölgesel tüketim pazarlarına göre şekillendiği ve minoktokratik sanayi ulusçuluğunun aksine “ulusal ve etnik aidiyetlerin” hızla zayıfladığı kozmopolit bir dünyada, glokal-burjuvazinin tüm kanatları istisnasız hangi etnik ve ulusal aidiyetten gelirse gelsin; son çözümlemede birer “ezen ulus” olma konumundan başka da bir şey değildir. Başka bir deyişle, ister Türk burjuvazisi olsun, ister Kürt burjuvazisi olsun, tüm bu glokal-burjuvaziler Türk ve Kürt halkını ve emekçilerini el birliği ile sömüren ve ezen sınıflar olma özelliğine de sahiptir. Kaldı ki; bu sınıflarda diğer burjuvaziler ve burjuva devletler gibi asıl güçlerini tarihsel temsiliyetizmin yaratmış olduğu yasama, yargı ve yürütme kurumlarından almaktadır. Dolayısıyla; temsiliyetist yetki diktatörlüklerine, memur kastlarına, kendi özel çıkarlarını toplumun genel çıkarlarından üstün tutan kapitalist sınıflara ve sermaye egemenliğine karşı topyekün bir bürokratik-denetimist mücadele yürütmeksizin ne Türk ne Kürt ne Ermeni ne Süryani ne de Arap emekçilerinin ne de bölge halklarının kurtuluşu sağlanamaz.
UKKTH’cilik ve ezilen ulusun kurtuluşu adına sözde T.C. sömürgeciliğine karşı mücadele ettiğini iddia eden proletaryalist sollarda farkında dahi olmaksızın glokal-kapitalizm karşısında varlık yokluk mücadelesi veren minoktokratik ulusçu güçlerin yedeğine düşmekten kurtulamamaktadırlar. Başka bir deyişle, glokal-kürt-burjuvaları glokalist-liberal siyasete geçiş yaptığı halde, hala Kürtler adına UKKTH’cilik ve ulusal kurtuluşçuluk oyunu oynayan ve bu yolla Kürt siyasal hareketinden kendince kadro ve kitle devşirebileceğini sanan kimi proletaryalist solların bu eski püskü politikası günün glokalist-kapitalist gerçekliğini kavrayamadığı gibi, dünün minoktokratik programlarında ısrar eden solların kaçınılmaz akibeti de Kürt burjuva milliyetçiliği ve liberalizmi içinde erimek ve onun sözde “demokratik kulvarda” ki yancısı olarak kalmaktan öteye de geçememektedir. Aynı zamanda bu ısrar; Türk ve Kürt burjuvalarının Kürt ve Türk emekçileri üzerinde yürüttüğü ortak glokal-sömürü siyasetini de es geçerek, subjektif anlamda bilerek ve isteyerek olmasa bile, objektif anlamda bu glokal sömürü siyasetine de hizmet etmek demektir. Dolayısıyla; UKKTH’ci, ulusal kurtuluşçu ve sömürge ulusçu söylemler kendi içinden çürüyerek kendi kendisini tasfiye etmeye dönük umutsuz bir liberalizm girişimi olmanın ötesine de geçememektedir; bundan sonrada geçemeyecektir!
Dipnotlar
[1] Osmanlı Kürdistan’daki eyaletleri sancaklara bölerek, her eyaletteki aşiretleri “aşiret reisleri” adı altında kendi ihtiyaçlarına göre düzenlemiştir. Bu aşiret reisleri kısmi bir özerkliğe sahip olsa da, gerçekte merkezi otoriteye bağlıydı. Böylece Kürdistan ve Kürt toplumu aşiretlerine dek bölünmüştü. Aşiretlere Osmanlı’nın kısmi özerklik vermesinin nedeni de; tek bir feodal beyin diğer aşiretleri kendi bayrağının altında toplamasından duyulan korkuydu. Keza feodal güçler diğer aşiretleri toprağa bağlamadan ya da kendi yönetimleri altına almadan gelişip güçlenemezler. Kürt feodallerinin uzun süre güçsüz ve dağınık kalmasının nedeni Osmanlıların bu politikasıdır. Halbuki aynı tarihsel dönemde Osmanlı Anadolu’da yaşayan göçmen Türkmen aşiretlerini toprağa yerleştirmekle ve selfleştirmekle meşguldür. Anadolu’da pek çok Türkmen isyanına neden olan bu politika 19. Yüzyılının sonuna kadar devam etmiştir. Bu sayede Kürtlere kıyasla Türkler pazar ekonomisi için gerekli şartları yaratırken, ticaret ve sanayi alanında da kayda değer adımlar atmayı başarmışlardır. Kürt şehirlerinde ise durum tam tersidir. Bu yüzden de Kürt şehirlerinde ekonomik gelişme sınırlı kalmıştır. Bu durum Türk feoktokratik ulusçuluğu karşısında zayıf bir Kürt feoktokratik ulusçuluğu ortaya çıkartmıştır. Kürdistan’da diğer Kürt aşiretlerini kendi yönetimi altında birleştirecek güçlü bir feodal merkezin (dolayısıyla güçlü bir burjuva merkezinde) ortaya çıkmamasında bu “ekonomik gerilik” etkili olmuştur. Bu ekonomik gerilik/Kürt ulusal pazarının iç dinamiklerinin oluşmamasına, aynı zamanda bölünmüş ve birbiriyle rekabet halinde olan aşiretlerin feodal parçalanmışlığına da sebebiyet vermiştir. Kuşkusuz Kürtlerin şimdiye kadar uluslararası sistem içinde kendilerine ait bir statüye sahip olamamalarında da emperyalizmin belirleyici bir etkisi de olmuştur. Zira Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanma sürecinde tek tek ulusal farklılıklara göre yaratılacak devletler yerine Türkiye, İran, Irak, Suriye gibi “stratejik konumu olan devletlerin” yaratılması yine minoktokratik sanayi emperyalizminin öncelikli bir tercihi olmuştur. Dolayısıyla; Kürtlerin otonomi ve bağımsızlık eğilimleri de dönemin İngiliz ve Fransız emperyalistleri tarafından göz ardı edilmiş Kürtler bilinçli bir şekilde emperyalizm tarafından statüsüz bir şekilde bırakılmıştır. Bunun yerine Kürtler yaşadıkları coğrafyalarda kurulmuş olan bu “stratejik konumlu devletlere” bağlanmıştır. Kısacası, Kuzey Kürtlerinin Türkiye’ye/kemalist rejime, Güney ve Batı Kürtlerinin Irak ve Suriye’deki Arap rejimlerine, Doğu Kürtlerinin ise İran rejiminin egemenliği altına bırakılması da yine döneme damgasını vuran minoktokratik emperyalist politikaların bir neticesidir. Başka bir deyişle, Sevr’den Lozan’a kadar uzanan süreç emperyalizm ve bölge devletleri eliyle Kürtlerin dört idari parçaya ayrılması sürecidir. Aynı zamanda bu kirli politika; uzun vadede Kürdistan’ı bir “çıban başı” olarak bırakarak, gelecekte ki emperyalist müdahaleler içinde açık kapı bırakma amacı güden uzun vadeli bir siyasi anlayışın (bugün Irak’taki, Suriye’deki durumun) etkilerini de taşımaktadır. Bu noktada bölgenin yapılanmasında belirleyici olan Fransız destekli İngiliz siyaseti olmuştur desek pekte abartmış olmayış. Dahası; “Sovyet tehlikesine” karşı İngiliz aklının tasarımı olan bütün bu “stratejik konumlu devletler” son çözümleme de bölgedeki yapay ulusal sınırların ve minoktokratik “ulusçukların” oluşmasında da katalizör işlevi görmüştür. Bugün ABD bölgede İngilizler eliyle inşa edilen bu minoktokratik statüyü gloktokratik açıdan yeni baştan düzenleme mücadelesi verirken, diğer yandan Rus-Çin gloktokratik bloğu da aynı oranda bölge kaynakları üzerinde hakimiyet kurma mücadelesi yürütmektedir. Dolayısıyla; Kürdistan coğrafyası glokal emperyalizmin tüm kanatlarının ağzının suyunu akıtmaya devam ediyor. Sonuç olarak “büyük güçler” eliyle yürütülen her türden “ulus” siyaseti gloktokratik emperyalist hedefleri örten bir şal olma özelliğini bugünde sürdürmektedir.
[2] Osmanlı’daki idari merkeziyetçilik ile özerk yönetimler arasındaki uyuşmazlık aşiretler kanalıyla bölgedeki dini otorite olarak kabul gören şeyhlerin popülerleşmesine ve zamanla birer etkili siyasi lider haline gelmelerini sağladı. 1860 dolaylarında şeyhler Kürdistan’daki en etkili politik liderler konumuna gelmişti. Daha da kötüsü; 1876-1909 arasındaki dönemde bu şeyhler Sultan Abdülhamid’in Panislamcı propagandalarına katılıp Hristiyan karşıtı politikalara da hizmet etmişlerdir. Kürt emirlikleri 1830’larda başlayan reformlar eliyle fes edilip yerine merkezi idarenin atamış olduğu memurlar getirilince bu durum aşiretler ve aşiret reisleri arasındaki çatışmaların artmasına neden oldu. Bu anlaşmazlıkların çözümü noktasında da şeyhler (özellikle de Nakşi şeyhleri) uzlaştırıcı ve arabulucu bir güç olarak ön plana çıkmaya başladı. Hatta Kürt tarihinde oynadıkları rol açısından bu şeyhler sadece aşiretler ve aşiret reisleri arasındaki problemleri çözmenin de dışında, tıpkı 1880’deki (devlet kurmaya dönük) Ubeydullah isyanında ya da 1925’deki (hilafeti tesis etmeye dönük) Şeyh Sait isyanında olduğu gibi, din ve Kürt milliyetçiliğinin kısmen iç içe geçtiği ama ağırlıklı olarak İslami söylemlerin ön plana çıktığı sosyal hareketlerin de başını çekmişlerdir. Dolayısıyla; “şeyh soyundan” gelen aşiret reislerinin öncülüğünde gerçekleşmiş pek çok isyan vardır. Örneğin, 1922’de Süleymaniye’de İngilizlere karşı isyan eden (hatta Sovyetler Birliği’nden destek talep eden) ve kendisini “Kürdistan kralı” olarak ilan eden Mahmut Berzeni’de yine benzer bir şekilde “şeyh soyundan” gelen Kadiri kökenli bir liderdir. Kadirilikte tıpkı Bektaşilik, Gülşenilik vs. gibi bir sufi tarikat geleneğidir. Bugün Irak Kürdistan’ındaki Talabani (KYB) ve Barzani (KDP) aileleri de şeyh soyundan gelme ailelerdir. Kürt tarihinde ve isyanlarında sufi ve derviş tarikatlarına bağlı şeyhlerin (“kutsal kişilerin”) oynadığı rol daha da derinlemesine incelenmesi gereken bir konudur. Zira 1880’den 1940’lara kadar Kürt isyanları şeyhlerin önderliğinde gerçekleşmeye devam etmiştir. Lakin Kürt hareketleri ile Sünniliğin Şafii ve Hanefi mezhepleri arasındaki sıkı bağ zamanla laik, eğitimli ve şehirli liderliklerin gelişmeye başlaması ile birlikte yavaş yavaş gevşeyerek bugün ki modern minoktokratik ve gloktokratik Kürt milliyetçisi hareketlerin oluşumuna da zemin hazırlamıştır. Fakat şunu da vurgulamak gerekir ki; sünni İslam tarihsel olarak Kürtlerin etnik manada homojenleşmesine katkı yapmış; tıpkı Türklerde olduğu gibi Kürtler arasında da Müslüman kimliği üzerinden bir “millileşme süreci” yaşanmıştır. Sonuç olarak; geçmiş dönemlere kıyasla dinin ve aşiret düzeninin rolü Kürt politikasında etkisini kaybetmektedir. Bu da doğal olarak aşiret düzeninin hüküm sürdüğü feodal Kürt milliyetçisi dönemin aksine kentli ve eğitimli Kürt orta burjuva milliyetçi-liberal kesimlerin ön plana çıkmasına da olanak sağlamıştır. Lakin bu durum aşiret yapılarının etkisinin tamamen ortadan kalktığı biçimde de anlaşılmamalıdır. Zira modern siyasi partiler biçiminde örgütlenmiş olan Kürt hareketleri pek çok durumda aşiretlerin desteğini almak için yer yer birbirleriyle dahi rekabete girebilmektedir. Irak Kürdistan’ındaki egemen Kürt partileri arasındaki şiddetli rekabet buna bir örnektir. Bu açıdan Türkiye, Irak, İran ve Suriye’deki modern Kürt aşiret yapılanmalarının günümüz siyaseti üzerindeki etkileri de ayrıca incelenmelidir. Bu sayede kentli Kürt küçük burjuva kesimleri ile aşiret kökenli feodal seçkinler arasında kurulun siyasi ve ekonomik ilişkilerde aydınlatılabilir. Bu da büyük oranda aşiret-toprak sahibi elitlerden ve kentli-eğitimli orta sınıflardan gelen Kürt partilerinin ve örgütlerinin üzerinde yükseldiği tarihsel ve sınıfsal dinamiklere açıklık getirebilir. Kuşkusuz bu partilerin ve örgütlerin liderlik kadroları tek başına o partilerin ve örgütlerin temsil ettiği tarihsel çıkarları ve sınıfları da göstermez. Fakat bu olguların bütünsel bir değerlendirmesi yapılmadıkça farklı özelliklere sahip Kürt hareketlerinin çeşitli koşullar altında ne gibi tavırlar takındıkları da (failin eyleminin nedenleri de) anlaşılamaz ve bilimsel olarak açıklanamaz.
[3] Her meselede olduğu gibi milli kimlik/ulus kimliği konusunda da genel teorik çerçeveye saplanıp kalındığı için pratik ve somut gerçeklik kavranamamaktadır. Örneğin, Bolşevik deneyinin büyük oranda başta planlanmamış ve teoride olmayan bir noktaya evrilmesinde; Bolşevizm'in tarihsel temsiliyetizm üzerinden modern milli kimlik/ulus kimliği inşasına vermek zorunda kaldığı tavizlerin ve hatta ideolojik yalpalamaların etkisi büyük olmuştur. Misal; 19. yüzyıla kadar etno dilsel ve kültürel anlamda bir Ukrayna etnik kimliği ve bilinci söz konusu bile değilken kabaca 1920-1921 aralığından itibaren Bolşeviklerin öncülüğünde modern bir Ukrayna milli/ulusal kimliğinin inşa edilmeye başlanması, o zamana kadar kendisini yalnızca Ortodoks olarak tanımlayan köylü kitlelerinden ve görece kentlileşmiş entellektüel tabakalardan modern bir millet/ulus tahayyülünün yaratılmak istenmesi, yine tarihsel temsiliyetizm karşısında, klasik Marksist jargonla konuşursak, feodalizm karşısında daha kapitalizmi kurmak için bile modern öncesi kimlikleri aşma sorunu ile karşı karşıya kalan Bolşevizm'in trajedisini göstermektedir. İktisadi açıdan çok daha gelişmiş bir ülkede devrim beklenirken (Örneğin, İngiltere de ya da Almanya da), ilk "sosyalist devrimin" geri bir köylü ülkesi olan Çarlık Rusya'sında gerçekleşmesi neticesinde Bolşevizm, daha doğrusu proletaryanizm milli kimlik/ulus kimliği gömleğini de giyerek modern öncesi feodal kimliklerin ortadan kaldırılması problemiyle de yüz yüze kalmıştır. Bu açıdan Bolşevikler milli kimlikleri/ulus kimliklerini geliştirmekten geri durmamışlar ama bunun milliyetçi ve ulusçu bir (kapitalist) ideolojiye dönüşmesini de engellemeye çalışmışlardır. Bu da bir paradokstu. Dahası; Resmi söylemde enternasyonalizm, daha doğru bir ifade ile proletarya enternasyonalizmi ile milliyetçilik ve ulusçuluk taban tabana zıttı. Ki gerçekte hiçte zıt değildi. Aksine milletlerin ve ulusların karşılıklı işbirliğini temel alan enternasyonalizm paradoksal olarak milli ve ulusal kimliklerin güçlenmesine ve milliyetçi/ulusalcı ideolojilerin yaygınlaşmasını da kolaylaştırmıştır. 20. yüzyılda ön plana çıkan pek çok milliyetçi ve ulusalcı hareketin en azından bir dönem için "Marksist-Leninist" söylemleri benimsemiş olması tesadüf değildir. Hatta 20. yüzyılda Çin gibi, Vietnam gibi, Yugoslavya gibi, Küba gibi, Arnavutluk gibi başarılı olmuş tüm "ulusal kurtuluş savaşlarının" önderliklerinin bir şekilde Marksizm'den ve Leninizm'den etkilenmiş olması da rastlantı değildir. Aslında meselenin kökü yine “Marksizm” ya da “Leninizm” değildir. O işin politik ve ideolojik kısmıdır. Asıl gerçek ister din, ister millet, ister ulus, ister sınıf adına yapılıyor olsun tarihsel temsiliyetizm her yerde kapitalizme, emperyalizme, burjuvaziye verilen tavizler yoluyla gelişmiştir; gelişmek zorunda kalmıştır. Başka bir deyişle, feodalizm ve modern öncesi kimlikler karşısında güçlenmek isteyen kapitalizm yeri gelmiş "ulusal kurtuluş" postuna bürünmüştür, yeri gelmiş "proletaryanizm" postuna bürünmüştür, yeri gelmiş "köylü kitlelerini özgürleştiren burjuva" postuna bürünmüştür. Sonuçta gelişen ve güçlenen bir avuç temsiliyetist azınlığın memur saltanatı olmuştur. Bu temsiliyetist yapı olmasaydı; sermaye düzeni de var olamazdı. Yoksa burjuvazi bir sınıf olarak tek başına bir hiçtir. Onu burjuvazi yapan temsiliyetist kurumlar, yapılar ve nihayetinde bürokratik devlet cihazıdır. Meseleye kimlik/ulus siyasetinden değil de, emek türlerinin birleşik iş bölümü diyalektiğinin ortaya çıkardığı tarihsel kurumlardan ve yapılardan bakabilenler ancak bu gerçeği görebilir.
[4] Günümüzde “ulusal kurtuluş mücadelesi” verdiğini iddia eden etnik temelli kimlik hareketleri, daha önceki minoktokratik döneme kıyasla iç feodalizm ve feodal mutlakiyetçilik karşıtı hareketler olarak değil, glokal-emperyalist güçler ve devletler arasındaki rekabete endekslenmeye mecbur kalan hareketler olarak gelişmektedirler. Bu açıdan “ulusal hareket” iddiaları ile ortaya çıkan partilerin ve örgütlerin bu somut bütün içinde hangi somut fonksiyonu oynamak zorunda bırakıldıklarına bakmak gerekir. Kuşkusuz bu fonksiyonlar glokal-emperyalizm olgusunun gereksinimleri ile koşullanmakta olup, bu koşullanma süreci glokal-emperyalizmin gerici ve karşı-devrimci özelliklerini de bünyesinde barındırmaktadır. Bu somut gerçek yok sayılarak etnik bazlı kimlik siyasetinin glokal-emperyalizmle uyumlu hale gelmiş olan liberal ve tasfiyeci doğasına karşı da etkin bir mücadele geliştirilemez. Şu olguların üzerinde düşünülmesi gerekir: Ulus kavramı bilimsel bir kavram mıdır? Ulus kavramı ne zaman ortaya çıkmıştır? Ne zaman ki kapitalizm ve kapitalist yasamacılık feodalizme ve feodal yargı devletine kafa kaldırmaya ve ondan kopmaya başlamıştır; o vakit burjuvazi ulus kavramını icat etme gereği duymuştur. Ulus demek kapitalizm demektir. Ulus bir dönem için feodalizme karşı “ilerici” idi. Zira kapitalizm zaten feodalizme karşı “ilerici” idi. İlerici derken sakın yanlış anlaşılmasın, emek güçlerinin gelişimi açısından göreceli bir ilericilik! Yoksa kapitalizmde sınıflı bir toplumdur; sınıflı bir toplumun nesi “ilerici” olabilir ki! Sonuçta; 20. yüzyılda “ulusal kurtuluşçuluk” gömleği giymiş hareketler ön plana çıktı ve bu hareketlerin tümü feodalizmin tasfiyesi ve minoktokratik sanayi kapitalizmin gelişimine bir şekilde katkı yaptı. Başka bir deyişle, ulusçuluk gömleği altında kapitalizmin gelişimi için ihtiyaç duyulan ulusal devlet ve toplum yapıları bu sayede kuruldu. Kabaca bu süreç 1960-70’lere kadar devam etti. Asıl kırılma noktası glokalizm ile birlikte gerçekleşti. Keza glokal-kapitalizm minoktokratik sanayi ulusçuluğunun aksine ulus-üstü bölgesel tüketim pazarlarının ve tekno-tekellerin egemenliğine dayalı yeni bir emperyalizm biçimi ile karakterize olduğu için, dünün minoktokratik ulusçuluğunun gelişebilmesi için ihtiyaç duyulan ulusal ekonomik zeminde ortadan kalkmış oldu. Daha önceki dönemde ister ABD olsun, ister SSCB olsun “süper güçlerin” desteğini alan çeşitli “ulusal hareketlerin” kendi bulundukları ülkelerde ulusal ekonomilere dayalı “bağımsız devletler” kurma imkanı var iken, glokalizm ile birlikte artık bu imkan ortadan kalkmıştır. Lakin glokal emperyalizm ile birlikte “ulusal sorun” kapitalizmin bölgesel çıkar ve amaçlarından bağımsız bir hale de gelmemiştir. Aksine yine büyük emperyalist güçler eliyle çeşitli etnik ve milli farklılıkları esas alan bölgesel politikalar dünya siyasetindeki önemini korumaktadır. Bu nedenledir ki; dünün “ulusal kurtuluşçu” hareketleri bugünün glokalist hareketlerine dönüşmek zorunda kalmıştır. Buna çok sayıda örnek verilebilir: İrlanda’da IRA, İspanya’da ETA, Sri Lanka’da Tamil, Türkiye’de PKK, Irak’ta KDP, Suriye’de PDY vs. gibi hareketlerin tümü nesnel olarak glokalist hareketlere dönüşmüş durumdadır. Başka bir deyişle, bütün bu hareketler glokal-kapitalizmin bölgesel planlarına dahil olmaya çalışan ve kendi stratejilerini buna göre oluşturmaya çalışan hareketlerdir. Bu dönüşüm bildiğimiz anlamda minoktokratik ulusçu bir dönüşüm olmadığı gibi, bu dönüşümün temel dinamikleri glokal-kapitalizmin ekonomi-politiği (iktisadi zemini) tarafından belirlenmektedir. Şayet bugün bir “ulusçuluk” biçiminden bahsedilecekse, o da glokalist-ulusçuluktan başkası değildir. Ki bu ulusçuluk tipi artık bağımsız bir ulus devlet mücadelesi (UKKTH) olarak bile görülemez. Glokal kapitalist emperyalist dinamiklerden beslenen ve onlara eklemlenerek bölgesel ve yerel düzlemde güç kazanmaya çalışan bütün bu hareketlerin dönüp dolaşıp geleceği yer yine glokal pazar stratejileridir. Dolayısıyla; bu tip hareketlere ilişkin “ulusal özgürlük hareketi”, “ulusal kurtuluş hareketi” vs. biçiminde yapılan tanımlamalar hiçbir şekilde bilimsel tanımlar olmayıp, bu tanımlamalar öznel politik ve ideolojik tercihlere göre şekillenmekte olan yanılsamalı tanımlamalar olmaya devam etmektedir. Dahası; ulusçu proletaryanist hareketlerin iflası ile ulusal kurtuluşçu hareketlerin iflası arasında da benzer bir paralellik ve geçiş bulunmakla birlikte; bu da başka bir yazının konusudur.
Konuyla bağlantılı yazılar:
Emekoloji ve Ulusal Sorun Üzerine Tezler, 29.01.2016
https://serhatnigiz.tumblr.com/post/138285968272/emekoloji-ve-ulusal-sorun-%C3%BCzerine-tezler
Neden UKKTH EKKTH’i değil de, EKKTH UKKTH’yi kapsar? 28.12.2016
https://serhatnigiz.tumblr.com/post/155068843137/neden-ukkth-ekkthi-de%C4%9Fil-de-ekkth-ukkthyi
Ulusal Sorun Üzerine Kısa Notlar, 03.01.2017
https://serhatnigiz.tumblr.com/post/155320152807/ulusal-sorun-%C3%BCzerine-k%C4%B1sa-notlar
Tarihsel Ulusçuluk, UKKTH’nin Açmazları ve Bölgesel Devrim Üzerine, 23.02.2019
https://serhatnigiz.tumblr.com/post/183009180817/tarihsel-ulus%C3%A7uluk-ukkthin-a%C3%A7mazlar%C4%B1-ve-b%C3%B6lgesel
1.04.2023
Serhat Nigiz
2 notes · View notes
pateralba · 5 months
Text
Tumblr media
KAPİTALİZM
Kapitalizm, kendinden önceki tüm sınıfları altüst edecek biçimde eşitsiz bir dünya yarattı. Tüm bu süreçte burjuva politik ekonomisi, kapitalizme eşlik etti. Kapitalizmde değer yasası geçerlidir ve "ortak iyi" kalmaz. Bir avuç tekelci kapitalistin servetine servet katması için milyarlarca emekçi kötü çalışma koşullarına itildi ve bu durum burjuva politik ekonomisi için "doğal" karşılandı. Kapitalizm öncesi sınıflı toplumlar, yönetenlerin artı değere zor yoluyla el koyduğu, meşruluğunu baskıyla, din ve gelenekten alan toplumlar içinde var oldu. İnsanları kölelik, serflik gibi biçimler altında kişisel bağımlılığa zorladı. 16.yy'da ortaya çıkan ve tüm dünyayı emperyalizm çağında egemenliği altına alacak olan kapitalizm, insanlar arasındaki kişisel bağımlılık ilişkilerini meta ilişklerine çevirerek ortadan kaldırdı ve toplumsal yaşamı kişisel olmayan piyasa kuralları doğrultusunda yeniden örgütledi. Kapitalizm, 17. ve 18.yy'da İngiltere ve Fransa'daki burjuva siyasal devrimleriyle zaferini ilan etti. Bağrından koptuğu feodalizme karşı sonuncu zaferini ilan edene kadar verdiği mücadele içinde geniş kitlelerin özgürlük ve eşitlik taleplerinin dayanağı oldu. Bu süreçteki düşünsel temel, bugün hala kapitalizmle özgürlük ilişkisi üzerine yanılgı oluşturur.
Kapitalist özel mükiyet ilişkileri, üretim araçlarının gelişmişlik düzeyine rağmen barbarlığı egemen kılıyor. Özel mülkiyet ilişkileri, sömürü tarihinin en yüksek düzeyiyle insanı köleleştiriyor. Üretim araçlarının gelişmişlik düzeyi, insanın canlı emeğinin ürünü olan makinaların kullanımı, insanın köleleştirilmesine aracı oluyor. Üretim araçlarının özel mülkiyeti, ürünlerin sahibinin olması demektir. Bu meta üretiminin temelidir. İnsan gereksiniminden fazla ürün ürettiğinde, üretim araçları bu yönde geliştiğinde, hem de üretim araçlarını özel mülkiyete verdiğinde meta üretir. Meta üründen farklı olarak, pazar için üretilir. Burada karşı durulması gereken, insanın kendini tükettikçe mutlu hissettiği meta üretiminin kendisidir. Kapitalizm, meta üretiminin evrenselleşmesi, meta üretim ilişkilerinin tüm toplumu sarmasıdır. Kapitalizm, bu meta üretimini evrenselleştiren tek ekonomik sistemdir. Bu evrenselleşme, ücretli emek ile tamamlanmış bir döngüdür. Meta tüketme bağımlılığı, çağımızın birçok hastalığının toplumsal temeli durumuna gelmiştir. Bu bağımlılık her türlü insanlık değerini yıkarak egemenlik alanını genişletir. Kapitalizm, merkantilizm ve fizyokrasinin etkisiyle kurumlaşmaya başladı ve klasik ekonomi politiğiyle şekillendi. Kapitalizmin en belirgin özelliği, zamanla olaylara ve değişmelere yönelik teorik yaklaşımlarla geliştirilmesidir. Kapitalizm, 16.yy'dan buraya değin meydana gelen ekonomik gelişmelere göre değişerek bugünkü görünümünü aldı. Serbest rekabetçi süreç, 18.yy'da feodal üretimin ortadan kalktığı, kapitalizmin üretici güçleri geliştirdiği, burjuvazinin ilerici barutunu tamamen tüketmiş olduğu 20.yy'ın başlarına kadar sürer. Bu dönemde burjuvazi henüz tekel değildir ve çeşitli üretim dallarında birçok şirket yarışmakta, rekabet etmektedir. Rekabetçi piyasada maliyeti düşürürsen ve üretimi arttırırsan, teknoloji ve organizasyonla birlikte başarılı olursun. Rekabet, güçlü olanın kazanması, herkesin yatırım yapması ve yarışa katılması ile gerçekleşir. İşte kapitalizmin vaat ettiği özgürlük budur. Burjuvazi bir yandan feodalizme karşı savaşır, bir yandan da onunla emekçilere karşı uzlaşırken, serbest rekabetçi kapitalizm temelinde "siyasal demokrasi" hayata geçer. Serbest rekabetçi kapitalizm siyasal demokrasiyi koşullamıştır. Liberalizmle birlikte dünyada burjuva demokrasinin benimsenmeye başlaması ve serbest ticaret anlayışı merkantilizmin sonunu getirdi ve 19.yy başlarında yerini kapitalizme bıraktı. Ancak kapitalist süreç merkantilizmi tamamen yok etmedi. Çünkü bu dönemde de ihracata öncelik veren korumacı politikalar savunuldu. Değişen şey, köleliğin kaldırılmaya başlanması ile ticaretin daha serbest olmasıydı. 20.yy'da kendi ülkelerindeki yeni işleyimleri korumak, işsizliğin artmasını önlemek, ticaret açığını engellemek gibi amaçlarla devletler ithalatı zorlaştırdı. İhracat yapmaları zorlaşan devletler ise buna karşılık olarak küresel ticaretin %65 kadar düşmesine sebep oldu.
Bu dünya krizi yaşattı. Bu krizde 1.Paylaşım savaşı ve 2.Paylaşım savaşının etkisini de göz ardı edemeyiz. 2.Paylaşım savaşının ardından devletler, aşırı korumacı politikaların olumsuz etkilerini anladılar. Dünya bankası, Birleşmiş Milletler, Dünya Ticaret Örgütü gibi organizasyonlar kurdular. Fakat özellikle Çin merkantilist anlayışı bırakmadı ve üretime hız vererek, ihracata yöneldi. Ülkeye döviz girdisini arttırdı ve dünyanın fabrikası haline geldi. Ayrıca Çin, kazancını halkına dağıtmak yerine yatırımlara harcadı ya da Amerikan tahvilleri aldı. Kapitalizm, 19.yy'ın ikinci yarısında tekellerle tanıştı. "Bırakınız yapsınlar" liberalizmi ekonomi politiği olarak süreçten ayrıldı. Toplumsal yaşamın biçimlenmesi, tekel kazancına bağlı duruma geldi. Fiyatları artık serbest piyasa koşulları değil, tekeller belirliyordu. Tekel karı, her türlü gelirin kaynağı oldu. Aracılık, komsyonculuk, tefecilik ve mali sermaye (finans kapital) belirleyici güç oldu. Burjuva demokrasisi ortadan kalktı. Koloni sözcüğü, sömürge demektir. Merkez ülkeye bağlanmak üzere başka alanda yerleşilen yer demektir. Kolonyalizm ise, yeni topraklar ele geçirme, kolonici yayılmacılık anlamına gelir. Kapitalizm altında kolonicilik, 16.yy'dan 18.yy'a uzanan merkantilist süreçte, özellikle coğrafi keşiflerle ve denizaşırı toprakların fethiyle ortaya çıkar. Bu yayılmacılık, kolonileşen ülkenin ham madde kaynağına el konması, merkez ülkenin fazla nüfusunun yeni topraklara yerleştirilmesine dayanır. Özellikle geniş bir koloniciliğe dayanan İngiltere, kapitalizmin serbest rekabetçi sürecinde de (18.yy'ın ikinci yarısı ve 19.yy) bu avantajı sayesinde güçlü bir sermaye birikimi sağladı. Sanayi üretiminde atılım yaptı ve küresel ticarette üstünlüğü uzun süre elinde tuttu. Bu süre boyunca karşısında rakip görmedi. Dünya pazarındaki konumuna güvendi. Fakat 19.yy'ın son çeyreğinde konumunu yitirmeye başladı.
Çünkü İngiltere örneğini izleyen diğer ülkeler, kendi koruyucu gümrük duvarlarını çektiler ve İngiltere ile rekabete giriştiler. Aralarındaki kapitalist yarışta mesafeyi kapatma amacıyla ülkeler atak yapınca, 19.yy'ın son çeyreğinde dünya yeni kolonilere tanık oldu. Kendilerini dünyanın mutlak egemeni olarak gören İngilizlerin duygu durumu değişti. Yeniden koloniciliğin yararları üzerine nutuk atmaya başladılar. Kolonici rekabet yükseldiğinde İngiliz devlet adamları, "fazla nüfusu yerleştirmek" ve "fabrikalar ve madenlerin ürünleri için yeni pazarlar kazanabilmek" amacıyla "yeni topraklar elde etmek" isteğini dile getirdiler. Hatta kimileri, "iç savaştan kaçınmak istiyorsanız, kolonyalist olmak zorundasınız" diyordu. Kolonicilik, ulusal sınırların ötesine yayılmayı gerektiriyordu. Kolonicilik, açık olarak ve siyasal olarak bağımlı kılmaya, boyun eğdirilen ülkenin siyasal ve hukuksal hakkının ortadan kaldırılmasına dayanıyordu. Kolonici ülke, koloni ülke üzerinde ekonomik, siyasal, hukuksal, askeri her türlü yararlanma hakkını eline geçirmiş oluyordu. Ve bu, kolonici ülkenin koloni ülke üzerinde kurduğu tekel hakkıydı. Kolonici ülke değiştirmediği sürece, koloni ülkede başka bir ülke de hak iddiasında bulunamazdı. Başka bir ülkenin ekonomisinin ya da siyasetinin üzerinde hak sahibi olmanın yolu, o ülkeyi koloni yapmaktan geçiyordu. Ancak kapitalizm geliştikçe egemenlik ilişkileri de değişime uğrayacaktı.
1 note · View note
arkeomedya · 3 years
Text
Prof. Dr. Pınar ÜLGEN "Orta Çağ Avrupa'sında Kölelikten Feodalizme Geçiş"
Prof. Dr. Pınar ÜLGEN “Orta Çağ Avrupa’sında Kölelikten Feodalizme Geçiş”
Herkese Merhaba, Tarih Sohbetleri’nin 1. canlı yayın konuğu Prof. Dr. Pınar ÜLGEN ile “Orta Çağ Avrupa’sında Kölelikten Feodalizme Geçiş” üzerine konuştuk. İyi seyirler dileriz.
youtube
View On WordPress
0 notes
dramatik-buluntular · 2 years
Text
seni aradım durdum ortalamanın üstünde bir gerçeklikle
resmini gösterdim hatırlama işçilerine
bakıp “onu hiç görmedik” dediler
tren mezarlığında vagonlarla konuştum feodalizm uykudayken
bitişik yazılan yürekler-de oradaydı
“de” henüz dahi anlamında kullanılmıyordu
Tumblr media
14 notes · View notes
onderkaracay · 2 years
Text
Tumblr media
🗣️ Her Türk Atatürk Olmak Zorundadır
Cumhuriyet devrimleri birbirine karşı zıt ideolojileri harmanlayarak bir bütün halinde milli birlik ve beraberliği tesis etti.
1946'da başlayan çok partili bölünme zıt ideolojileri çoğaltarak birlik ve beraberliği yok ederek ülkemizi parçalama, bölme ve yutma projesiydi.
Arkasında emperyalizmin kendisi vardı.
Siyaset ve sermaye taşeronluğunu yaptı.
Ulus devletler ideolojik bölünmeler ile sözde demokrasi ve rekabetçi anlayış ile böyle bir ortamda ideolojilerin kavgası arenasına döner.
Yakın tarih bunu anlatır bize.
Biri sosyalizm der diğeri taraftar toplar kapitalizm der, biri faşizm der, biri feodalizm der. Toplum işte böyle bir ortamda seçeneksiz kalır. Kendi kendini yönetemez. Hangisini seçsem aynı diyerek ya bunlardan birini bilinçsiz seçmek zorunda kalır ya da seçime katılmaz küser hileli temsile katılmaz.
✓ Demokrasi; bir toplumun aracısız, partisiz, ideolojisiz kendi kendini yönetme rejimidir.
Dünyada bunun örneğinin olmamış olması doğru olmadığı anlamına gelmez.
Cumhuriyet devrimlerinin dünyada örneği yoktur.
Başka devrimler o toplumların yapısına uygun devrimlerdir. Bize uymaz.
Anadolu gibi çok kültürlü bir ülkede ırkçı, mezhepçi, sermayeci vb fanatik ideolojileri besleyebilecek potansiyel olduğu için partisiz parlamenter sistem gereklidir.
Hukuk devleti ancak bu şekilde bir kere kurallar yazılır ve sonsuza kadar o kurallara uygun devlet halk yararına yönetilir.
Devrimi tamamlamak için o günün şartları gereği Cumhuriyet Halk Partisi vardı.
Devrimi tamamladıktan sonra kendi kendini devrimin bir gereği olarak partisiz ve ideolojisiz parlamenter sisteme geçmek üzere kapatacaktı.
Bizim partilere ihtiyacımız yok milli birlik ve beraberliğe muhtacız diyen Mustafa Kemal Atatürk'ün niyeti buydu.
Çok partili iki deneme kendisine sağken yeteri kadar fikir veriyordu.
Atatürk bunu görebilecek bir bilge ve dahi devrimcidir.
Bugün bu iş bize düştü.
Bu fikri dokuz yaşımda 12 Eylül askeri darbesinin olduğu gün kendi askerimizin bana silah doğrultuğunda içime düşer yara ile büyüttüm.
12 Eylül 2012 tarihinde ikinci 12 Eylül'ü yaşadığımda artık bu düşünce olgunlaşmış bir eyleme dönüştürmek için tek başıma yola çıktım.
Bir banka bu tarihi seçerek beni sebepsiz işten çıkarması i kapitalizmin ayaklarına kendi kurşun sıkarak bana bu fırsatı verdi.
Onların karanlık zihniyetlerinin performansını yirmi yıl takip ettim.
Ve Mobbing Bank Türk Fırtınası kitabım ile SİYASET ve SERMAYE işbirliğine MUHTIRA verdim.
Dünyada bir ilktir.
O gün bugündür Türk Milleti ile gönül kongresi yapıyoruz.
Şimdi yürek meydanına çıkan çıkana.
Bu sömürü düzeninin muhalefet partileri işsiz bir Türk gencinin iktidar ve sermayeye muhtıra vermesini sahiplenmesi gerekirken sahiplenmediler.
Neden acaba? Bunu herkes düşünsün. Zamanı gelince yazacaklarım var. Sindire sindire yol alacağız.
Çünkü hepsi 12 Eylül sonrası emperyalizmin çıkarına kodlanmış kişilere teslim edilmişti. Bu kadar fikir yeter.
Sermaye, iktidar ve muhalefet kol kola bu ülkeyi işgal ettirdiler.
Başa döndük.
Kendini yurttaşlık görevi gereği ulus devlet ve millete bağlı olarak gören, Türk Milletinin bir parçası olarak birlik ve beraberlik içinde, evrensel hukuk ilkeleri içinde kalarak Atatürk olmak zorundayız.
Devrim başka türlü gerçekleşmez. Oyuncu değişir oyun değişmez yıllar sonra aynı yakınma ile buluruz kendimizi.
Bunları açık açık yazma sebebim bütün partiler bu fikrin karşısında darmadağın olacakları içindir. Ya kendilerine gelecekler ya da yok olacaklar.
Bakın işbirlikçi medya Kuvvayi milliye hareketimizi konuşamıyor bile. Biz partiler üstüyüz. Yurttaşız, milletin kendisiyiz.
Emperyalizmin çaresiz kaldığı tek fikir Mustafa Kemal Atatürk'ün başlattığı insanlık devrimidir.
Önder Karaçay
12 notes · View notes
Text
"Kendi burjuva “vatanlar”ını temsile tarihsel açıdan hakkı olan, feodalizme karşı mücadelede on milyonlarca insanı yeni bir ulus dâhilinde medeni bir hayata taşıyan büyük burjuva devrimcilerine derin bir saygı duymayan kişi, Marksist olamaz. Aynı zamanda, Alman emperyalistlerin Belçika’yı boğazlaması konusunda “neticede vatan savunmasıdır kardeşim!” diyen ve Avusturya ile Türkiye’nin yağmalanması konusunda Britanyalı, Fransız, Rus ve İtalyan emperyalistlerle barış yapılmasından bahseden Plehanof ve Kautsky’deki yanıltıcı ve safsatalara dayalı yaklaşımdan nefret etmeyen de Marksist olamaz."
V. I. Lenin, Haziran 1915
28 notes · View notes