Tumgik
#troçki
bernamegeh · 4 months
Text
Lev Troçki Kimdir, Hayatı
Asıl ismi Leon Davidoviç Bronstein olan Bolşevik siyasetçi, devrimci ve Marksist teorisyen Troçki, 7 Kasım 1879 tarihinde Güney Ukrayna’nın Yenovka köyünde dünyaya geldi. 1896 yılında Nikolayev’de sosyalist fikirlerle tanıştı. 1897 yılında Rusya İşçi Birliği isimli gizli örgütü kurdu. Çar polisi tarafından tutuklandı ve Sibirya’ya sürgüne gönderildi. 1902 senesinde Troçki takma adını kullandığı…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
serhatnigiz · 1 year
Text
“Sönen Devlet Mekanizmaları” Teorisine Dair Proletaryalistlere Okkalı Bir Cevap
Tumblr media
Marx, Engels, Lenin gibi önde gelen proletaryalist komünist teorisyenlerin ve politik-pratikçilerin (bu listeye Stalin, Mao ve Troçki vs. gibi liderlerde eklenebilir) devlet üzerine yaptıkları tespitlerde hepsinin “burjuva devlete” karşı “proleter devleti” savundukları bilinmeyen bir sır değildir. Dahası; Marx’ın “Fransa’da İç Savaş”tan Lenin’in “Devlet ve Devrim”ine kadar bütün bu eserlerde proleter devlet biçimi “adım adım sönümlenmesi gereken bir makina” olarak tarif edilir. Bu durum Marksist-Leninist literatürde burjuva demokrasisine (temsili demokrasiye) karşı proletarya demokrasisi (doğrudan demokrasi) olarak ortaya konur. Dolayısıyla; ML teoriye göre temsili demokrasiye (burjuva demokrasisine) karşı proletarya demokrasisi (proletarya diktatörlüğü) sönen devlet makinasının aldığı siyasi ve toplumsal biçimdir. Bu sebepden dolayı; ML teoriyi sulandıran “oportünistleri”, “revizyonistleri”, “reformistleri” bir kenara koyarsak, tamı tamına bu düşünceleri benimsemiş olan bir ML’nin yapması gereken şey burjuva demokrasisini (temsili demokrasiyi) meşru gören her türden siyasi ve toplumsal hareketin karşısında yer almaktır.
Başka bir deyişle, bir ML’nin (proletaryalist devrimcinin) görevi; tüm burjuva devletlerini, burjuva parlamentolarını, bunların “en demokratik ve en devrimci” görünümlü olanlarını bile (tüm temsili demokrasileri!) sınıf mücadelesi ve devrimle parçalayıp yerle bir etmektir. ML teoriye göre proletaryanın adım adım sönümlenen devlet makinası ve dolayısıyla sınıfsız komünist toplumun yaratılması hikayesi de kısacası bundan ibarettir. Geri kalan ayrıntılar “Marksist-Leninist profesörlerin” yazdığı kitaplarda bol miktarda bulunmaktadır. İncelemek isteyenler elbette ki daha da detaylı okumalar yapabilirler. Hali hazırda emekolojistler ise bütün bu literatürü yıllarca inceleyerek ve onun karşılaştırmalı bir analizini ve eleştirisini yaparak bugün ki görüşlerine ulaşmışlardır. Tabii ki emekoloji’nin ML teori ile sınırlı olmayan çok sayıda kaynağı da olup, bu da başka bir yazının konusudur.
Şimdi asıl konumuza dönersek; öncelikli olarak proletaryalistler temsili demokrasiyi (burjuva demokrasisini) meşru kılan her türden siyasal ve toplumsal talebin karşısında durmak gerektiğini söylerler. Ama yalnızca söylerler! Fakat bunun nasıl yapılacağına dair hiçbir somut çözüm önerisi getirmezler. Proletaryalistler temsili demokrasiye karşı hiçbir somut öneri getirmedikleri gibi, temsiliyetizmin bir kolu olan proletaryan temsili demokrasiden de vazgeçemezler. Dolayısıyla; bu sosyalizm ya da komünizm adına yapılıyor olsa da, seçilmen despotizminden medet ummaya devam ederler. Bu da kaçınılmaz bir biçimde; tek tek proletaryalistlerin ya da proletarya adına mücadele ettiğini söyleyen örgütler ve partilerden de bağımsız olarak, onların, seçim, sandık, şura, sovyet, parlamento vs. gibi yapılardan da medet umması sonucunu doğurur. Halbuki adına işçi sovyeti de dense, işçi konseyi de dense, parlamenter bürokratik işlere doğrudan demokrasi de dense, temsili demokrasi de dense, gerçekte hepsi aynı şeydir. Ha kel hasan! Ha hasan kel!
Biz emekolojistler olarak demokrasiyi falan tanımayız! Emekolojistler için gerçekte demokrasi kavramı bağnaz ve gerici bir kavramdır. Eski Yunan’dan bu yana pek çok farklı anlam yüklenmiş olsa da, özü itibariyle demokrasi kavramı çokta değişikliğe uğramamış olan türdeş bir kavramdır. Gerçekte demokrasinin doğrudanı, temsilisi vs. yoktur. Bunların hepsi, şeçme ve seçilme işleridir. Doğrudan ve temsili seçilme işleri de, seçim ve sandık işlerine, kurullara ve kurumlara dayanan işlerdir. Başka bir deyişle; kendine ne ad verirse versin, kurul ve kurum oluşturmayan bir demokrasi yoktur. Dolayısıyla; proletaryan temsiliyetizm de ister doğrudan olsun ister temsilen olsun, kurul ve kurum yaratan, seçim ve sandık bürokrasisi yaratan işlerdir. Bunun aksi düşünülemez. Bu yüzden proletaryalist temsiliyetizm; sandık ve seçim bürokratizmi ile toplumsal denetimist bürokratizmi daima birbirine karıştırır. İşte bu sebepledir ki; proletaryalistler “sönen devlet mekanizmaları” sorununu hiç anlamadıkları gibi, devletin nasıl sönümleneceği noktasında da Marx, Engels, Lenin’den yapılan kuru alıntıların ve söylevlerin de ötesine geçemezler.
“Sönen devlet olgusu” neye göre sönecektir? Asıl can alıcı soru budur. ML teoriye göre; devlet proletaryan temsiliyetizm ile sönecektir. Kısacası, proletarya devrimle ilktidara gelip kendisini egemen sınıf biçiminde örgütleyecek ve “sınıf intiharı” (harakiri!) yaparak kendisi ile birlikte tüm sınıfları ortadan kaldırarak devletin sönümlenmesini sağlayacaktır. Devletin sönümlenmesi dair en temel ML kurgu budur. ML teoriyi savunanlar böyle diyor da; seçilmen memuriyetizmine dayalı bir avuç parlamenter bürokratizmin memur kastlarının sönümlendirebileceği bir devlet (sönen devlet!) olgusu tarihin hiçbir döneminde görülmemiştir. Sovyetler Birliği’de dahil olmak üzere onca sovyetik, yarı-sovyetik, ucundan-kıyısından sovyetik deneyimlere rağmen böyle bir örnek hiç görülmedi maalesef!
Proletaryan temsiliyetizmin içine düşmüş olduğu paradoks Nasrettin Hoca’nın “bindiği dalı kesme” hikayesine benzetilebilir. Memuriyetizm memuriyetizm olalı, temsilyetizm temsiliyetizm olalı, hiçbir memurun bindiği dalı kestiğine tarih tanık olmamıştır. Bu yüzden temsiliyetizm ve memuriyetizm üzerinden “sönen devlet mekanizması” inşa etmekte mümkün değildir. Bu nedenledir ki; proletarya adına yapılıyor olsa da, proleteryan temsilmenlerin ve proletaryan atanmanların proletaryan efendiler kliğine dönüşmesi de kaçınılmazdır. Nitekim tüm Sovyet deneyimleri de aynı şekilde sonuçlanmış olup, devrimin kurumları karşı-devrimin kurumlarına dönüşmekten de kurtulamamıştır. Yok Lenin şöyle yaptı, yok Stalin böyle yaptı, yok Troçki söyle değil de böyle yapsaydı diye suçlu aramak beyhude bir çabadır. Zira “suçun kendisi” temsiliyetizm ve memuriyetizm örtüsünün altında gizlidir. Asıl suçlu temsiliyetizmin ve memuriyetizmin neden olduğu yapısal bozukluktur. Bu yüzden de sorunun kaynağı kişisel değil, yapısaldır. Dolayısıyla, temsiliyetizmin ve memuriyetizmin eleştirisi onu var eden yapıların, kurulların, kurumların vs. bütünsel bir eleştirisi olarak ortaya konulmak zorundadır. Emekoloji’nin asıl yapmaya çalıştığı şeyde budur!
Peki ne oldu da pratikte sönümlenmesi gereken devlet mekanizmaları sönümlenmeyi bırak devletin daha da güçlenmesi ve hatta proletarya üzerinde bile baskı kuran bir güce dönüştü? ML teoriye inanmış ve bu uğurda ağır bedeller ödemiş kuşakların evlatları ortaya çıkan bu sonucu bilerek istemiş olamayacaklarına göre, zaten temsiliyetizm mantığıyla da sönen bir devlet mekanizması ne teoride ne de pratikte gerçekleştirilemezdi.
Şayet proletaryalistler sönen bir devlet mekanizması mücadelesi görmek istiyorlarsa zahmet edip denetimistlerin ufak tefek kazanımlarına bakabilirler! Zira yıllarca seçimler/burjuva demokrasisi/temsili demokrasi için “bu bir oyundur!” diyen proletaryalistler buyursunlar “faşist bir kurum” dedikleri Anayasa Mahkemesi’nin 2019/20445 sayılı kararına baksınlar. Bu kararla “seçimlerde seçmenin teminatı yok” diyen AYM’nin ta kendisi. Seçimlerin bir oyun olduğunu bir avuç insanın bilmesi kitlelere hiçbir şey kazandırmaz. Bir avuç insan seçimler bir oyundur diye kendisini parçalasa da, proletarya da dahil olmak üzere tüm emekçi sınıflar tarihsel olarak seçim-sandık/aldatma işlerine/bile istiye aldanma/oy verme işlerine dahil olmaya eğilimlidirler. Dolayısıyla; denetimistlerin AYM’den almış olduğu bu karar, seçimlerin bir oyun olduğunu bir avuç insanın bilmesinin dışında, yargı kurumundan alınmış bir karar olması nedeniyle, bu oyunun kitlelere anlatılabilmesini de olanaklı kılmaktadır. Kaldı ki; denetimistlerin yürütmüş olduğu bu bürokratik mücadele var olmasaydı, AYM kararıyla seçimlerin bir oyun olduğunu kitlelere anlatabilmekte mümkün olmazdı.
Proletaryalist çok bilmişler emekolojistleri Marksizm’i ve Leninizm’i bilmeyen dün ki çocuk sanmaya devam edebilirler. Varsayalım ki biz dün ki çoçuğuz! Lakin denetimistler proletaryalistlerin bugüne kadar cüret dahi edemediği bir mücadele hattını inşa etmektedir. Denetimistler; temsiliyetist-bürokratizmin başına denetimist-bürokratizm ile kabus gibi çöreklenmektedirler. Dün ki çocuk olan denetimistler bunu yaparken, “büyük abi” pozlarında gezinen proletaryalistler ise kuru kuru ajitasyon ve propaganda yapmayı maharet sanmaya devam edebilirler.
Denetimistler, hem proletarya için, hem de tüm emekçi sınıflar için yasamaya, yargıya, yürütmeye karşı bürokratik denetimist mücadele verirken ve bir bir bu kurumları mahkemelere çekip tarih karşısında yargılarken ve bunu da ulu orta meşru zeminlerde yaparken, proletaryalist dostlarımız neredeydi?
Proletaryalistler bugüne kadar kuru kuruya “sönen devlet mekanizmalarının” teorik propagandasını ve ajitasyonunu Marx, Engels ve Lenin’den devşirdikleri üç beş alıntı ile gucuk kuşu gibi tekrarlamaktan başka ne yapmışlardır? Yarın ya da devrimden sonra kurulacağı söylenen “sönen devlet mekanizmaları” söylemi bugün ezilenlerin karnını doyurmamakta, güne çare olmamaktadır. Proletaryalistler öncelikli olarak bugün devleti sönümlendirmek için hangi çalışmaları yürüttüklerini açıklasınlar. Dahası; proletaryalistler bugünden yarına “sönen devlet mekanizmalarını” inşa etmek için yaptıkları pratik-bürokratik çalışmaları da ortaya koysunlar. Proletaryan temsiliyetistler hayatlarında bir kez olsun proletaryaya toplumsal denetimizmi; devleti, kurumları, memurları denetlemesini öğretsinler de görelim! Ezilen ve sömürülen kitlelere temel haklarını denetimizm ile nasıl savunacaklarını öğretsinler de görelim! Yoksa kuru ajitasyon ve propaganda ile peynir ekmek gemisi yürümüyor.
Zamlara karşı, düşük ücretlere karşı, açlığa, sefalete karşı emekçi kitleler nasıl bir toplumsal denetim ağı kurmalı ve bugünden bu temel sorunların denetimini yaparak çözüm yollarını nasıl üretmeli, asıl üzerinde odaklanılması gereken konu budur. Zira herşeyi devrime (belirsiz bir geleceğe) havale ederek, bugünden yarına vaad ve umut ederek kitlelerin bürokratik denetimist mücadelesinden kaçamazsınız! Kitleler gelecekte yaşamıyor; bugünde yaşıyor ve onların temel sorunlarının çözümü ancak toplumsal denetimizm mücadelesinin büyütülmesi ile mümkün olabilir. Bu gerçekleştirilmediği sürece devrimin güncelliği sorunu da ayakları üzerine oturtulamaz. Lenin bu duruma “Sol Komünizmin Çocukluk Hastalığı” adını veriyordu. Bugünde sol sekter proletaryanizmin durumu harfi harfine buna benzemektedir.
Bugün devleti, kurumları, memurları denetlemeyi göze alamayanların yarın kurabileceği “sönen bir devlette” olmayacaktır. Bu yüzden; “proletarya demokrasisi”, “doğrudan demokrasi” vs. gibi kavramlar yerine denetimist mücadelenin pratik deneyimlerinden çıkan kavramlara alışsanız iyi edersiniz! Bunun dışında hala denetimistleri dün ki çocuklar olarak görmeye devam edip “ben bilirim”cilikte ısrar ediyorsanız; o da zaten denetimistlerin sorunu değildir. Bu durumda sadece temsiliyetist ve memuriyetist yolunuz açık olsun diyebiliriz. Ancak o yoldan da bir hayır çıkmadığı sayısız defa kanıtlanmış olup, bu yoldan gidenlerin emekçi sınıflara ve ezilenlere zerre kadar faydası olmadığı da tecrübe ile sabittir. Keza geçmişte denenmiş ve her defasında yenilgiyle sonuçlanmış olan temsiliyetist ve memuriyetist yol “sönen devletin” denetimist yoluda olamaz!
20.12.2022
Serhat Nigiz
1 note · View note
dipnotski · 7 months
Text
David North – Lev Troçki ve Yirmi Birinci Yüzyılda Sosyalizm Mücadelesi (2023)
Lev Troçki -sürekli devrim teorisyeni, 1917 Ekim Devrimi’nin Lenin’le birlikte lideri, 1918-21 İç Savaşı’nda Sovyetler Birliği’nin hayatta kalmasını sağlayan Kızıl Ordu’nun komutanı, Stalinist karşıdevrimin amansız muhalifi ve Dördüncü Enternasyonal’in kurucusu- yirminci yüzyıl sosyalizm tarihinin tartışmasız en önemli figürlerinden biridir. Fakat Troçki siyasi geçerliliği kendi döneminin durum…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
cinaraslan · 1 year
Text
✊🏻İYİ Kİ DOĞDUN YOLDAŞ LEV TROÇKİ 07/11/1879✌🏻
Ekim-Şubat devriminin önderlerinden ve beyaz orduya menşeviklere karşı yeşil orduyu kurup yeni devlet için mücadele veren devrimci yoldaşımız Lev Troçki'yi 143.Yaşında sevgi ve saygıyla anıyoruz ✊🏻
Tumblr media
1 note · View note
lolonolo-com · 6 months
Text
Siyasi Tarih 2022-2023 Vize Soruları
Siyasi Tarih 2022-2023 Vize Soruları 1. İç savaşın kazanılmasını sağlayan Kızıl Ordu hangi Bolşevik lider tarafından kurulmuştur? A) Buharin B) Troçki C) Stalin D) Lenin E) Kamanev Cevap : B) Troçki 2. Sanayi Devrimi ilk olarak hangi ülkede başlamıştır? A) Fransa B) İspanya C) Avusturya D) Prusya E) İngiltere Cevap : E) İngiltere 3. Aşağıdaki devletlerden hangisinde 1820 devrimlerinin etkisi…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
sedakinci · 7 months
Text
Bir köleyi kurnazlık ve şiddet yoluyla zincire vuran bir köle sahibi ve yine kurnazlık veya şiddet yoluyla zincirlerini kıran bir köle- bu ikisinin bir ahlak mahkemesi önünde eşit olduklarının söylenmesine sakın izin vermeyin!"
- Troçki
1 note · View note
Text
Ugultulu Tepeler
Tumblr media
Stalinle buluşacağım o gün erkenden kalkmıştım. Daha sokak lambalarının solgun ışığı kaldırımları zar zor aydınlatırken yola çıktım. İkinci Dünya Savaşı biteli daha iki yıl olmuştu. Savaş yorgunu rus halkı, işçi köylü proleter milyonlarca insanın öldüğü bu büyük küresel cinnet sonrası tekrar geçim derdine düşmüş var olmanın rutin sancılarını iliklerine kadar hisseder olmuştu. 1947 sonbaharında soğuk savaşın başlangıç müziği hafiften işitilmeye başlıyordu. Dünya, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği'nin başını çektiği iki siyasi ve ekonomik kampa ayrılmış, diğer ülkeleri de bu kamplardan hangisine katılacağını seçme telaşı sarmıştı. İrili ufaklı tüm ülkelerin derdi, fonda duyulmaya başlayan soğuk savaş müziği sustuğunda kapitalist veya sosyalist şemsiye altında bir sandalyeye oturabilmekti. Bu oyunda kimse ayakta kalmak istemiyordu. Bu şartlar altında Türkiye de çaktırmadan kapitalist ülkelerle dans etmekte, arada bir Sovyetlere yaltaklanmakta, Amerika'yı da "ama beni ne komünistler ne sosyalistler istedi deeee, işte neyse..." diye kendi meşrebince tehdit etmekteydi. İleride kapitalist kutupta yer alınmasına rağmen sonraları Türk dışişlerinin geleneksel politikası haline gelecek "benim jeopolitik önemim var, bu küresel iki güç de bana muhtaç, Amerikayla izdivaç yapayım ama Sovyetlerle de fırsat buldukça oynaşırım" fikrinin tohumları atılıyordu.
Stalinle görüşmek için aştığım bürokratik engellerin haddi hesabı yoktu. Benden Ekim devrimini öven bir kompozisyon yazmamı bile istemişlerdi. Ben de verdim odunu; Ekim devrimi şöyle mühimdir, böyle mühimdir, 20. yüzyıl tüm dünyada aslında 1900'de değil 1917 yılında başlamıştır, Marx/Engels/Stalin dünya emekçilerinin babasıdır, Bolşevikler gelmeden önce Rusya afedersin Cibuti'den halliceydi, burjuvazi tüm dünya halklarının kanını emen sömürücü bir sınıftır vs. vs. Kompozisyonumu Troçki'nin dönekliğini anlatan bir şiir ile bitirmeyi de ihmal etmedim;
Bolşevikler, yaptı anlı şanlı devrimi
Lenin'in ışığı aydınlattı her yeri
Yoldaş Stalin'dir burjuvanın düşmanı
Dönek Troçki yüzünden kalındı hep geri
Neyse ki taa yad ellerde buldu cezasını
Kızdırırdı Stalin gibi insanların en hasını
Mother Russia derin bir oh çekti ardından
Kimse tutmayacak dönek Troçki'nin yasını
Bu şiirin tam tersi düşüncelere sahip olsam da Stalinle görüşmek ve Rus gizli servisinin gözüne girmek için böyle sanatlı bir yaltaklanma yolunu tercih ettim. 
Kremlin'in kapısında afedersin donuma kadar arandım. Büyük Rus İmparatorluğunun Kızıl Çar'ı Stalin ile görüşecektim ne de olsa. Bir ucu Avrupa içlerinde bir ucu uzak doğuda olan uçsuz bucaksız toprakların ve 200 milyona yakın insanın efendisi, Josep Çugaşvili... Elinin bir hareketi veya ağzından çıkacak bir söz bu topraklardaki herhangi birinin hayatını sonsuza dek karartabilir. Hali hazırda hapishaneler ve ülkenin dört bir yanına yayılmış Gulag kampları bu kudretli adamın gazabına uğramış milyonlarca insanla tıka basa doluydu. Hayatları uzak asya steplerinde veya Sibirya çölllerinde çürüyen mazlumlar elbette Koba'yı pek hayırla anmıyorlardı. 
Uzun ve karanlık koridorlardan geçtikten sonra büyük ceviz kaplama bir kapının önünde durduk. Yanımda bana eşlik eden gizli servis ajanı birazdan huzura kabul edileceğimi söyledi. Duvarlarda eski rus çarlarından Büyük Pedronun ve Lenin'in resimleri vardı. Sonra acaba Sovyetler birliği topraklarında Stalin'in kaç portresi vardır diye düşündüm, 3 milyon, 10 milyon, 20 milyon? O meşhur mareşal elbiseli pos bıyıklı, gür saçları düzgün taranmış Stalin portrelerinden kaç milyon adet olduğunu tanrı bilir! Okullarda, devlet dairelerinde, karakollarda, hapishanelerde, toplama kamplarında, belki de Karakurum dağları eteklerinde ıssız bir Tacikistan kıraathanesinde zavallı halkını gözetleyen ve kollayan, yüzünde "gençler nasıl gidiyor, eğleniyor muyuz ha?" şeklinde mühtehzi bir gülümsemeyle içleri ısıtan herşeye kadir ve muktedir Yoldaş Stalin... Devletin resmi görüşlerinin vatandaşlarının kişisel görüşleri ile yek vücut olduğu Sovyet topraklarında Stalin'i sevmek bir vatandaşlık göreviydi. Bu görevlerini aksatanlar zindanlara atılıyor, şansı yaver gidip hayatta kalanların devamında artık sevgiden içleri içine sığmıyordu!
Geniş kanatlı kapının zubufffp diye açılma sesi beni bu düşüncelerden sıyırdı. Stalin arkası bana dönük vaziyette karşıladı beni. Aklımdan masada duran ağır kül tablasını kaptığım gibi kafasına indirsem ne olur acaba sorusu geçti? O zaman herhalde tarihe Troçki'yi öldüren Ramon Marcader'in opoziti olarak geçerdim. Stalin içeri çok az ışık giren bir pencerenin perdesini arkasından soğuk Moskova sokaklarında koşuşturan insanları seyrediyordu. Ülkede her üç kişiden biri ajan biri muhbir biri de müstakbel Gulag misafiri idi. Kapıda duran ve gözünü benden ayırmayan Stalin'in emir subayı ile birlikte odadaki üç kişi olarak bu istatistiğe harfiyen riayet ediyorduk. İçeride ağır bir duman kokusu vardı, belli ki ben gelmeden evvel Stalin, önüne gelen çeşitli belgeleri imzalarken veya ülkenin dört bir yanından yağan ekonomik çizelgeleri okurken veyahut günlük istihbarat raporlarını incelerken sigara üstüne sigara içmişti. Bana dönmesini beklerken boğazımı temizliyormuş gibi öksürerek dikkatini çekmeye çalıştım. Sonra birden bana dönmeden sigaradan kalınlaşmış sesi ile "Hayat ne garip öyle değil mi?" dedi. Sanki benimle konuşan, içlerinde eski devrimci yoldaşlarının da olduğu miyonlarca insanın canını almış biri değil de ortaokul arkadaşım İrfandı! "Evet yoldaş" dedim kekeleyerek, vapurlar martılar ne garip diye ekleyecektim ki Moskova'da deniz olmadığı aklıma geldi. Sustum. O yıl Ekim Devrimi'nin 30. yıl dönümüydü, belki ona atıf yapıyor diye düşündüm. Gerçi Stalin düz bir adamdı, atıfla matıfla uğraşmazdı. Sonra eliyle işaret edip kapıda bekleyen subayı dışarı gönderdi. "40 yıldır devrimci mücadelenin içindeyim, artık yorulduğumu hissediyorum." dedi bana dönerek. Oturmam için bana yer gösterdi. Sonra diyafona basıp Kremlin'in çay ocağı olduğunu tahmin ettiğim bir yerden iki adet votka söyledi. "Haklısınız yoldaş, artık gençlere bırakın koltuğunuzu" der demez dilimi ısırdım. Karşımda dünya diktatörlerinin piri vardı, ne koltuğu ne bırakması!
"Olabilir, ama daha hainler ve karşı devrimcilerle hesabım kapanmadı" dedi. İçimden, ulan ne hesapmış arkadaş kapat kapat bitmiyor, dedim. Gerçekte ise şöyle sordum; "Yoldaş Çugaşvili son 20 yılı neredeyse tek başınıza olmak üzere  yaklaşık 30 yıllık iktidarınızın sırrı nedir acaba? Lenin'i özlüyor musunuz?"
Derin derin düşündü, belki de 1917'nin Ekim günleri canlandı hafızasında. Devrimi farklı bir mecraya taşıyıp iktidarı alalım mı almayalım mı diye toplanan Bolşevik Parti polit büro toplantısında Lenin ne oy verirse ben de o oyu vereyim de ne şiş yansın ne kebap diyen genç Stalin canlandı gözünde belki. Namlı Bolşeviklerden Kamanev ve Zinovyev ret oyu vermişti o meşhur toplantıda. Verdikleri bu karşı oyun laneti sonraki yıllarda bu iki namlı Bolşeviğin yakasını bir türlü bırakmadı. Daha sonra iktidara tek başına yürürken Stalin devrimci arkadaşlarına buradan vurarak puanları leblebi gibi toplamıştı. Resmi Sovyet tarihi devrimi Lenin ve Stalin'in elele kotardığı bir iş gibi ele almıştır hep. Troçki başta olmak üzere diğer yoldaşlar hep figüran mertebesine indirilmişlerdir. 
"Evet yoldaş Lenin'i ziyadesiyle özlüyorum. O benim için hem bir arkadaş hem bir öğretmendi. Onun sayesinde Rusyamız bugünlere geldi. Çok yaşa İlyiç Ulyanov!" diye bağırdı. Aklım çıktı, o ne beklnmedik haykırma öyle. Ahh dedim kendime şimdi Lenin bizi düşmanlardan kurtardı gibilerden rus ilkokul öğrencisi misali nutuk atacak! Hemen konuşmanın idaresini ele aldım, "Devrimden sonra bir Avrupa devrimi olsa da bize arka çıksalar diye yıllar yılı umutsuzca beklediniz. Sonra o beklediğiniz devrim gelmeyince kendi kaderinizle başbaşa kaldınız. Devamında da teorik olarak bir dünya projesi olan sosyalizmi tek ülkede kurdunuz veya kurduğunuzu iddia ettiniz, ne dersiniz bu konuda?" Kaşlarını çattı, demek buraya kadarmış dedim kendi kendime, Sibirya soğuktur şimdi şakası bile yaptım içten içe. Sigarasından bir fırt çekti. "O namussuz Alman Spartakistler biraz becerikli olsaydı belki şu an Alman Sovyet Cumhuriyeti diye bir devlet olacaktı. Başkasının devrimini de mi biz yapalım kardeşim? Biz devrimimizi yaptık keyfimize baktık!" Şaşırmıştım, Yoldaş Stalin adeta taşlarımı geliştiririm rokumu atarım keyfime bakarım diyen bir amatör satranç oyuncusunun umursamazlığyla konuşuyordu. Sen devrimini yaptın iyi hoş da herkes aynı şartlarda mı yaşıyor şu hayatı. Sen kapitalizmin eser miktarda geliştiği köylü nüfus ağırlıklı bir ülkede Menşevik, Sosyalist Devrimci, Kadet madet falan dinlemeden güümbürt diye indirdin yumruğunu. Köylüyü yanına çekmen çok kolay oldu, çünkü köylü İvan'ı Yuri'yi kandıracak burjuvaziniz daha Çarın sofrasındaki tabak çanağı üretecek kapitalist güce bile sahip değildi. Oysa Almanya öyle mi ya? Ağır sanayiin hası adamlarda, köylü ve işçi sınıfının çoğu burjuvazinin yakın dostu, geçim derdi yok dert yok tasa yok, ne gerek var devrim yapıp ağız tadı bozmaya? Tabi bunları hep içime içime söyledim. Yoksa Sibirya burdan trenle nerden baksan bir ay sürer!
"Peki Yoldaş" dedim, "Lenin'in meşhur vasiyeti var hani sizi kaba saba yol yordam bilmemekle diktatoryal ihtirasları olmakla suçlayıp Troçki'yi halef ilan eden, ne dersiniz bu konuda?" Stalin birden ayağa kalktı, ağır ağır bana doğru yürümeye başladı, masada duran sivri zarf açma bıçağını yavaşça aldı. İçimden salavat getirmeye, sübhaneke, kevser vs. ne kadar kısa ve etkili dua varsa okumaya başladım. Sonra birden çekmeceyi açtı, içinden mühürlü bir zarf çıkardı, zarf açma bıçağı ve zarfı da bana uzattı ."Buyrun açın okuyun" dedi. Alnımda biriken ter damlacıklarını gömleğimin koluyla silerken sarı mühürlü zarfı açtım.
"Tamam da bu silme kiril alfabesiyle yazılmış yoldaş" dedim. "Merak etme senin için arkasına Türkçesini yazdırdım" dedi. "İkraa!" diye bağırdı. Demek yoldaş Stalin islam tarihine de hakimdi. Mektubun arkasını çevirdim, gerçekten Türkçe yazıyordu. Şöyleydi mektup;
Ben Vladimir İlyiç Ulyanov Lenin;
Bu Vasiyeti kendi hür irademle bilincim açık bir şekilde kaleme alıyorum. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin bundan sonraki başkanı olarak Stalin'i uygun görüyorum. Kendisi tüm hayatını devrime adamış dürüst mert çalışkan atılgan bir arkadaşımızdır. Troçki'yi uygun bulmuyorum. Nedenini sormayın, kalbinizi kırarım. Ayrıca aşağıda listesini verdiğim malı ve mülkü de Çocuk Esirgeme Kurumu ve İvancık Vakfına (Bizdeki Mehmetçik Vakfı gibi düşün) hibe diyorum.
Malım Mülküm:
Petersburg'da İki Katlı bir yalı.
Moskova'da 6 Katlı bir apartman
Karadeniz Soçi'de tripleks yazlık.
Smolensk'te dededen kalma 15 dönüm tarla  
Karım Kurupskaya'ya düğünde takılan 15 burma bilezik
Bir adet 1912 model Skoda araba
Trans Sibirya Demiryolları Şirketine ait 1000 lot hisse
Bank Dıbrıç Moskov'da 500 bin ruble para.
İmza: Not: Bu Belgeyi harbiden ben yazdım.
Lenin
"Yoldaş Lenin de az paragöz değilmiş. Adam resmen buraların Bill Gates'i gibiymiş. Ama bu belge biraz garibime gitti Stalin yoldaş" dedim. Kağıdı elimden aldı, hızla zarflayıp çekmecesine kilitledi. "Burada gerçekleri biz yazarız yoldaş, gerçek bizim hizmetimizdedir. İsteseydim tarihte Lenin diye biri hiç yaşamamış olabilirdi! Mesela Troçki'yi Rus tarihinden sildim; resimlerden kitaplardan arşivlerden gazetelerden belgelerden herşeyden herşeyden..." Sinirinden kesik kesik soluk alıp veriyordu. Az önce iktidarını neye borçlu olduğunu sormuştum, cevabı belliydi: düşmanlara! Bizdeki karşılığı ile dış mihraklara, faiz lobilerine, Pkk'lılara Fetöcülere. Rusçası karşı devrimcilere, sabotajcılara, halk düşmanlarına, Troçkistlere!
Sibirya sürgünü Gulag kampları artık umrumda değildi, allah ne verdiyse sormaya karar verdim. "Peki 1937-1938 büyük Temizlik döneminde, ki adı bile iğrenç, binlerce devrimciyi Çekacılara mahzenlerde kurşunlatırken hiç mi vicdanınız sızlamadı? Hepsi sizin yol arkadaşınız yoldaşınızdı."
Piposunun ateşini tazeledi, derin bir nefes çekip yüzüme yüzüme üfledi. 
"İktidarların tarihi kanla yazılmıştır yoldaş. Asmayaydım da beslese miydim?" Az kalsın babanda mı Kenan Evrenci diyecektim. "Kurunun yanında yaş da yanmış olabilir, ama benlik bir durum yok, hepsi bağımsız yargının kararları" deyip bana göz kırptı. Tıpkı yıllar sonra 2016'da Türkiye'de gerçekleştirilecek olan darbenin ardından Erdoğan ve şürekasının sarf ettiği lafları sıralıyordu adam bana. Pes vallahi...
"Mesela yeni bir paranoyam var şu an. Acaba doktorlar özellikle Yahudi olanlar beni zehirlemek mi istiyorlar, ne dersin?" dedi. Ne bileyim ben amk diye çıkışacaktım az kalsın. "Zannetmiyorum yoldaş" dedim. "Niye öyle olsun ki tüm vatandaşlarınız sizi çok seviyor" deyip göz kırptım. 
"NKDV şefi Beria'dan da hazzetmiyorum, ama şimdilik sabrediyorum, Beria öncesi tüm polis şeflerinin idam edilmiş olması seni yanıltmasın sakın, sadece ilk Çeka şefi Cjercinsky doğal yollardan öldü, kalp dedi doktorlar."
Görevlinin getirdiği votkaları yuvarladık. Taşeron çalışan mı acaba diye saçma bir düşünce geçti aklımdan. Kpss ile de atanmış olabilir tabi. Mesela Kremline çaycı alırken mülakatta şöyle sorular sorulmuş olabilir; 
a) Komünist deyince aklınıza ilk kim geliyor? (hadi bakalım)
b) Komünist manifestonun ilk paragrafını okur musunuz? 
c) Denize Lenin mi düşse Stalin mi düşse kurtarırsın? (tuzak soru)
Stalin'in gürültülü öksürüğü beni kendime getirdi. "Yoldaş yapmam gereken işler var. Yaptığımız bu mülakatı Pravda'da yayınlayacaksınız sanırım. Basım öncesi arkadaşlar sizinle görüşüp içeriğe son şeklini verecekler." dedi. Sanırım sansürden bahsediyordu. Eminim burada konuştuklarımız budanıp kuşa çevrildikten sonra gazetedeki yerini alacaktı. "Daha İkinci dünya savaşındaki cesaret dolu polikalarınızdan bahsedemedik, ağız tadıyla Hitlerle imzalanan Molotov/Ribbentrop paktından, Stalingrad muharebelerinden konuşamadık yoldaş" dedim. "Onu da siz Gulag'dan çıkınca, ay pardon ilerleyen zamanlarda yani konuşuruz" dedi. Vedalaşıp ayrıldık. Akşam Stalinle görüşmemizin yazılı metnini kapıma gelen bir NKDV subayına teslim ettim. Birkaç güne Pravda'da basılacaktı. O güne kadar da her gece acaba uykumda tutuklanır mıyım tedirginliği ile yatağa girdim. Mülakatın yayınlandığı gün Pravdayı açtığımda editörlerin attığı başlık zaten tüm durumu özetler nitelikteydi. Yoldaş Stalin Yine Esti Gürledi: Dünya 1'den Büyüktür, Lenin ve Marx'ın izinde Rusya şahlanıyor inşallah. Devamı sayfa 3'te.
Yanılmamanın verdiği neşeyle ve 2 saat adamla o kadar konuştuk acaba ne yalanlar sıkmışlar diye merak etmemenin rahatlığıyla bir parça koparıp Pravdayı buruşturdum ve çöpe attım, o parçayı da katlayıp sallanan masamın ayağının altına sıkıştırdım. İşte bu kadar! Ne demişti Stalin; Gerçek bizim hizmetimizdedir. Çok haklıydı. Gerçeklerden benim payıma bir parça gazete kağıdı düşmüştü, ne bir eksik ne bir fazla... Diktatörlüklerin uğultulu tepelerinin eteklerinde yaşayanların payına düştüğü kadar...
0 notes
tuvayrek · 8 months
Text
Mandelstam Komünistler Kendi Şairlerine Ne Yaptı? Mayakovski de yanılmıştı. Yesenin, Mandelstam, Hlebnikov da. Tümü de şiirlerini ve kimliklerini, değişik yoğunluklarla Komünist Devrime adamışlardı. Sovyet Marksizminin, estetik görüşleri açısından tek önemli kişisi saydığım Troçki bile mesafeyle karşıladı onları. İlk yıllarda ılımlı bir hoşgörüyle karşılandı şiirsel girişimleri. Sonra? Sonra,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
trerdem35 · 1 year
Text
RT @erdemnotes: 1913 yılında, hitler, stalin, troçki, tito ve freud aynı anda viyana'da yaşıyor. https://t.co/mieMhXysIY
RT @erdemnotes: 1913 yılında, hitler, stalin, troçki, tito ve freud aynı anda viyana'da yaşıyor. https://t.co/mieMhXysIY
— erdem* (@erdemnotes) Feb 27, 2023
from Twitter https://twitter.com/erdemnotes
0 notes
cnarozyilmaz · 1 year
Photo
Tumblr media
troçki büyükada’da.. #hayatınıseçenkadın #SedefKabaş 🙏💐 @sedefkabas 🧿✌️ https://www.instagram.com/p/CnGOWbxoSBC/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
netbilge · 2 years
Text
Zeki Velidi Togan kimdir? Nerelidir?
Zeki Velidi Togan kimdir? Nerelidir?
Bolşevik İhtilali patlak vermesi üzerine Türkler’in durumunun düzelmesi için mücadeleye girişen Togan, 29 Kasım 1917 tarihinde Başkurdistan ilinin muhtarı ilan edildi. 18 Şubat 1918 tarihinde de bölgeyi işgal eden Bolşevik askerleri tarafından tutuklandı. Ancak bir süre sonra hapisten kaçarak firar etti. Daha sonra Başkurt hükümeti kurulunca harbiye nazırı oldu. Bu dönemde Lenin, Stalin ve Troçki…
View On WordPress
0 notes
cihangir-uzunkaya · 2 years
Text
Tumblr media
ORD.PROF.DR ZEKİ VELİDİ TOGAN
10 Aralık 1890 tarihinde Başkurdistan'ın İsterlitamak'a bağlı Küzen köyünde doğdu. Daha ilk mederse tahsilini yaparken bir yandan da özel Rusça dersleri alıyordu. Öğretmen olan annesinden Farsça öğrenmeyi de ihmal etmiyordu. 1902 yılında orta tahsil için Ütek'e bulunan dayısı Habib Neccar'ın medresesine gitti. Buradaki öğrenimi sırasında Arapça dersleri alarak dil bilgisini geliştirdi.
1908'de köyünden kaçarak Kazan'a gelip burada özel dersler aldı. Bu arada Katanov ve Aşmarin gibi bilginlerle tanıştı. 1909 yılında mezun olduğu Kasımiye medresesine “Türk Tarihi ve Arap Edebiyatı Tarihi Muallimi” oldu. 4 yıl süren bu öğretmenliği sırasında 1911 sonlarında yayınladığı Türk ve Tatar Tarihi adlı kitabı sayesinde meşhur olmaya başladı. Bu eserin iyi yankıları sayesinde Kazan Üniversitesi Arkeoloji ve Tarih Cemiyeti'ne aza seçildi.
Akademik çalışmalar [değiştir]
1913 yılında Fergana'ya, 1914 yılında Buhara'ya araştırmalar yapmak için gönderildi. Fergana'da Yusuf Has Hacib'in 11. yüzyıla ait Kutatgu Bilig adlı eserinin bir elyazması nüshasını buldu. Bu seyahat neticelerine ait hazırlamış olduğu raporlar başta Petersburg Arkeoloji Cemiyeti olmak üzere Kazan ve Taşkent Arkeoloji cemiyetleri mecmualarında yayınlandı. Bu arada Prof. Katanov'un şimdi İstanbul Üniversitesi Türkiyat Enstitüsü'nün esas nüvesini teşkil edecek olan kitaplarının Türkiye'ye gönderilmesine vesile oldu.
Siyasi yaşamı [değiştir]
Daha sonra Rus Millet Meclisi Duma'da Ufa Müslümanlarının temsilcisi olarak bulunmak üzere Petersburg'a gitti. Bilimsel çalışmalarına siyasî çalışmalarını da eklemiş oluyordu. Bu sırada Bolşevik ihtilâli patlak verince o da Türklerin durumunun düzelmesi için mücadeleye girişti.
Bolşevik İhtilâli'nden 22 gün sonra 29 Kasım 1917 tarihinde Başkurdistan ilinin muhtariyeti ilan edildi. Örenburg'u 18 Şubat 1918 tarihinde işgal eden Bolşevikler onu tutukladılarsa da 7 Haziran 1918 tarihinde hapisten kaçtı. Başkurt hükümeti kurulduğunda Togan, Harbiye Nazırı oldu. Bundan sonra Lenin, Stalin ve Troçki ile defalarca görüşütü fakat olumlu sonuç alamayınca Türkistan'a çekilip orada mücadeleye karar verdi.
Basmacı hareketi [değiştir]
1920-23 yıllarında Türkistan'da amansız bir mücadeleye girişti ise de başarılı olamadı. Basmacı Hareketi'nin içinde bulundu. Türkistan Millî Birliği'nin kurucusu ve ilk başkanıdır.
Türkiye'ye geliş [değiştir]
Paris, Londra ve Berlin'deki bir çok Orta-Asya tarihçisi onunla çalışmak istemesine rağmen, devrin Türkiye Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi, Fuad Köprülü, Rıza Nur, Yusuf Akçura'nın istekleri sayesinde Türkiye'den davet aldı.
20 Mayıs 1925 tarihinde geldiği Türkiye'de, Maarif Vekâleti Telif ve Tercüme Encümeni'ne tayin edilmiştir. O zamanki Ankara'nın kitap açısından yetersiz olması yüzünden kendi isteği ile İstanbul Darülfünun'u Türk Tarihi Müderris Muavinliği'ne tayin edildi.
Bundan sonra İstanbul ve Anadolu kütüphanelerinde hummalı çalışmalarına başladı. Fakat, 1932 yılında I. Türk Tarih Kongresi'nde tıp doktoru Reşit Galip'in sunduğu Orta Asya'da iç deniz olduğu ve bunun sonradan kuruduğu konusu hakkındaki tebliğini eleştirince, Togan aleyhine bir kamuoyu oluştu. Kendisine takınılan bu kötü tutum üzerine ülkeyi terk etme kararını verdi.
Avrupa yılları [değiştir]
8 Temmuz 1932 tarihinde istifa ederek Viyana'ya gitti. 1935 senesinde Viyana Üniversitesi'nden felsefe doktoru ünvanı aldı.
1935-1937 yılları arasında Bonn Üniversitesi'nde, 1938-1939 yılları arasında Göttingen Üniversitesi'nde profesör olarak ders verdi.
Türkiye'ye dönüş [değiştir]
1939 yılında Millî Eğitim Bakanı'nın daveti üzerine tekrar Türkiye'ye geldi. İstanbul Üniversitesi'nde Umumî Türk Tarihi Kürsüsü'nü kurdu.
İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru 1944 yıllarında, Turancılık suçundan tutuklanıp mahkeme edildi. Bu Irkçılık-Turancılık Davası sonucunda 10 yıl hapse mahkum edildiyse de Askerî Mahkeme kararı bozdu ve Togan beraat etti.
1948 yılında yeniden döndüğü üniversitedeki görevine ölümüne kadar devam etti. 1951 yılında İstanbul'da toplanan XXI. Müsteşrikler Kongresi'ne Başkanlık etti. Bu onun bilimsel alandaki şöhretini çok daha artırdı.
1953 yılında İstanbul Üniversitesinde İslam Tetkikleri Enstitüsü'nü organize etti. 1967 yılında kendisine Manchester Üniversitesi tarafından bir onur doktorası verildi.
Zeki Velidi Togan 26 Temmuz 1970'te İstanbul'da vefat etti.
Oğlu Subidey Togan, Bilkent Üniversitesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi İktisat Bölüm başkanlığı yapmış iktisat profesörü, Kızı İsenbike Togan Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde tarih profesörü, diğer oğlu Emre Togan Harvard Üniversitesi'nde akademisyendir
1 note · View note
bcapnews · 2 years
Text
Rus Varsayılanlarının Tarihi
LONDRA — 1918’de Sovyet devrimcisi Lev Troçki, Batılı alacaklılara Bolşeviklerin Rusya’nın dış borcunu reddetmesi karşısında şaşkına dönmüştü: “Beyler, uyarıldınız.” Onlara Çarlık döneminden kalma borçların silinmesinin 1905’teki başarısız ayaklanmanın kilit bir manifestosu olduğunu hatırlattı. Bir yüzyıldan fazla bir süre sonra, Rusya başka bir temerrütün eşiğinde ama bu sefer herhangi bir uyarı…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
penyezperev · 4 years
Video
Trotskiy 1x2
11 notes · View notes
cinaraslan · 2 years
Text
BÜYÜK BİR DEVRİMİN 105.YILI✊🏻 VLADİMİR İLYİNÇ ULYANOV LENİN ÖNDERLİĞİNDE Kİ KIZIL ORDU FAŞİST ÇARLIK REJİMİNE SOM VERİP YENİ BİR DEVLET,YENİ BİR REJİM,YENİ BİR SİSTEM KURDULAR✊🏻 YAŞASIN İŞÇİ KÖYLÜ DEVRİMCİ İTTİFAKI ✊🏻 BÜYÜK DEVRİMİN 105.YILI KUTLU OLSUN ✊🏻
SOVYETLER'DE MENŞEVİKLER GEÇİCİ HÜKÜMETİN DESTEKLENMESİ YOLUNDA Kİ, YIĞINLARI DEVRİMCİ HAREKETTEN UZAKLAŞTIRAN AYNI SİYASETİ İZLİYORLARDI. EKİM DEVRİMİNDEN SONRA, SOVYET İKTİDARINA KARŞI YÖNELTİLEN KOMPLO VE AYAKLANMALARI DÜZENLEYİP YÖNETEN MENŞEVİKLER, AÇIKÇA KARŞIDEVRİMCİ BİR PARTİ DURUMUNA GELDİ. ( TEK ÜLKEDE SOSYALİST DEVRİM VLADİMİR LENİN)
TOPRAĞA TAMAMEN VE TEK BAŞINA SAHİP OLACAK VE ELDE BULUNDURMA VE YARARLANMANIN YEREL KOŞULLARINI SAPTAYACAK OLANLAR,YEREL VE BÖLGESEL KÖYLÜ TEMSİLCİLERİ SOVYETLERİDİR. YOKSA BÜROKRASİ YANİ MEMURLAR DEĞİL. ( TEK ÜLKEDE SOSYALİST DEVRİM VLADİMİR LENİN)
BİZ MARKSİSTLER, NE BİRİNCİ GRUPTAN EMPERYALİST SAVAŞÇILARIN DİPLOMAT VE BAKANLARININ RESMİ VE TATLI YALANLARI, NE DE ONLARIN ÖTEKİ GRUPTAN MÂLİYECİ, VE ASKER RAKİPLERİNİN GÖZ KIRPMA VE SIRITMALARI İLE KENDİMİZİ SAŞKINLIĞA KAPTIRMADAN GERÇEĞE DOST DOĞRU BAKMALIYIZ. (TEK ÜLKEDE SOSYALİST DEVRİM VLADİMİR LENİN)
1 note · View note
serhatnigiz · 4 years
Text
Enternasyonal Program Krizi Üzerine Değinmeler
Tumblr media
Proletaryan-Marksist teoride “demokratik devrim-sosyalist devrim” ayrımı bilinen bir ayrımdır. Bu teoriye göre; modern toplumlarda demokratik devrim burjuvazinin, sosyalist devrim ise proletaryanın damgasını taşır. Burjuvazi demokratik devrimle feodal tarım toplumunu tasfiye eder ve modern sanayi üzerine kurulu çağdaş bir burjuva toplumunun önünü açar. Bu devrim eski düzeni yıkar; fakat yerine tıpkı eskisi gibi sınıflı bir toplum düzenini (kapitalizmi) koyar. Sosyalist devrim ise; burjuva devriminin yarattığı modern sınıflı toplumdan sınıfsız topluma (komünizme) geçişi sağlayacak olan bir devrimdir. Bu devrim burjuva devrimlerinden farklı olarak Marksist öncü partinin rehberlik ettiği proletaryanın önderliği altında gerçekleşecektir. Kabaca söylersek; klasik proletaryan-marksist teorinin genel hatları bunlardan ibarettir.
20.yüzyıl’da bu “klasik şemanın” dışına çıkan pek çok devrim yaşandı. Bir çok ülkede bir yandan “burjuvazisiz burjuva devrimleri” olarak tanımlanabilecek devrimler yaşanırken (Örneğin Türkiye Cumhuriyeti’nin sanayisiz-burjuvazi ile kuruluş süreci), diğer yandan da Rusya’da (niceliksel olarak) toplumun çok küçük bir azınlığını oluşturan proletaryanın köylülüğe Bolşevizm kanalıyla ��nderlik ettiği bir “proleter devrim” gerçekleşti. Yine bir çok ülkede yoksul köylülerin toprak ve özgürlük için verdiği mücadeleler (örneğin Çin) devrim stratejisinde köylülüğün rolünü yeniden tartışmaya açtı. Dahası; pek çok sömürge ve yarı-sömürge ülkede yaşanan ulusal kurtuluş mücadeleleri (bu dönemde dünyanın nerdeyse 3/1’i hala sömürgeci ya da yarı-sömürgeci yönetimler tarafından idare edilmekteydi) devrim stratejisinin ne olması gerektiği konusunda uluslararası Marksist hareket içinde yeni tartışmaları alevlendirdi. Kimi proletaryan-marksistlere göre bu yeni durumun temelinde kapitalizme özgü “eşitsiz ve bileşik gelişim” yasası yatmaktaydı. Keza; dünyanın çeşitli yerlerindeki proleter ve köylü hareketlerinin ana karakteri kapitalizmin dünya ölçeğindeki eşitsiz ve bileşik gelişimi tarafından belirlenmekteydi. Peki gerçekte Marksistlerin düşündüğü biçimiyle “eşitsiz ve bileşik gelişim yasası” diye bir yasa var mıydı? Konuyu daha da açmakta ve boyutlandırmakta fayda var.
Menşevik yaklaşım
Bazı proletaryan-marksistlere göre, ileri derecede sanayileşmiş, proletaryanın toplumun çoğunluğunu oluşturduğu ve burjuva demokrasine sahip ülke devrimleriyle, sanayisi gelişmemiş, proletaryanın toplumun azınlığını oluşturduğu ve geniş bir köylü kitlesine sahip ülke devrimleri niteliksel olarak farklı olmak zorundaydı; sosyalist devrim ancak ileri derecede sanayileşmiş ve burjuva demokrasine sahip ülkelerde gerçekleşebilirdi. Bu tespitten hareketle şu sonuca ulaşıldı: sanayisi ve burjuva demokrasisi “yeterince gelişmemiş” geri ülkelerin proleterleri burjuva devrimi aşamasında siyasi iktidar için mücadele etmemeliydi. Bunun yerine proletarya kapitalizmin gelişmesi adına burjuvaziye iktidar olma fırsatı vermeli ve bu sayede kendi “sosyalist devrim”ini hazırlayacak olan ekonomik ve sosyal koşulları yaratmalıydı. Bu evrimsel-sosyalizm anlayışının temsilciliğini özellikle de Rusya özelinde menşevikler yapmaktaydı.
Örneğin, Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDİP) içindeki iki ana eğilimden bir olan Menşevizm bu aşamalı devrim stratejisinin en önemli siyasi temsilcisi konumundaydı. Menşevizm’e göre Rusya’da devrim bir burjuva devrimi olacaktı, yani devrimin doğal sonucu olarak iktidar burjuvaziye teslim edilecek ve burjuva parlamentarizminin koşulları yaratılacaktı. Menşeviklerin beklentisine aksine, Rusya’da devrime önderlik edecek kadar güçlü bir D-3/ulusal burjuvazisi (sanayi emeğinin nitel dönüşüm biçimi/sınıfı) var olmadığı gibi, gerçekte devrimci bir burjuva demokrasisi de yoktu! Ayrıca; Menşevikler sosyalist devrimi Batı Avrupa’dan başlatıyor ve sosyalizme ancak (kapitalizmin ileri biçimi olarak) İngiltere’nin, Fransa’nın izinden gidilerek ulaşılabileceğini savunuyorlardı. Özellikle de Menşevik lider Martov bu görüşlerin asıl sözcülüğünü yapıyordu. Ancak 1917 Sovyet Devrimi bütün bu Menşevik teorileri alt üst etti. Aslında Menşevik teorinin özü yine Marx ve Engels’in “gelişmiş ülke devrimlerine dayalı sosyalist devrim stratejisi” tespitlerine dayanmaktaydı. Başka bir deyişle, Menşevik strateji gerçekte “ortodoks marksist” bir stratejinin de devamıydı. Zira klasik proletaryan-marksizmden “proletaryan-leninist bir kopuş” gerçekleşene kadar; Menşeviklerin konumu tıpkı Kautsky’in konumu gibi Marksizm’in “en ortodoks” yorumu olma özelliğine sahipti. Dolayısıyla; hem Kautsky hem de Menşevikler şahsında vuku bulan bu eğilim Marx ve Engels’in kimi konjektürel görüşlerinin doğmatik bir biçimde de olsa (emeğin belirli bir tarihsel seviyesine ve derekesine sabitlenerek) savunulmasından başka da bir anlama gelmiyordu.
“Sürekli Devrim” Troçki’nin marksist teoriye bir katkısı mı?
1905’te Rusya’da gerçekleşen devrim sorunun somut tarihsel koşullar içersinde tartışılmasına olanak sağladı. Troçkist tarih yazımına göre; ilk defa Troçki Rusya’da proletaryanın iktidarı ele geçirme potansiyelinin burjuvaziye kıyasla daha fazla olduğunu ve 1905’teki devrim deneyimin bu görüşün kanıtlanması olduğunu savunmuştu. Yine troçkistlere göre Troçki; böylece o güne kadar uluslararası Marksist harekete egemen olan aşamalı devrim anlayışının karşısına sürekli devrim anlayışını koymuştu. Kaba hatlarıyla genel Troçkist anlatı bu şekildedir.
Troçki’ye göre, Rusya’da burjuva devrimi için harekete geçen proletarya kaçınılmaz olarak iktidar problemiyle karşı karşıya kalmıştı. Troçki problemin tek gerçekçi çözümünün proletaryanın iktidarı ele geçirmesinden geçtiğini düşünüyordu. Ona göre, sosyalist devrim sorunu asla tek bir ülkenin sorunu değildi. Rusya’da ortaya çıkacak olan bir işçi iktidarının geleceği ancak Avrupa’da patlak verecek bir proleter devrim ile garanti altına alınabilirdi. Troçki söyle diyordu: “Rus işçi sınıfı, Avrupa proletaryasının doğrudan devlet desteği olmaksızın iktidarda kalamaz ve geçici egemenliğini sürekli bir sosyalist diktatörlüğe dönüştüremez.” [1].
Troçkistler; Troçki’nin Marksist düşünceye yaptığı en önemli katkılardan bir tanesinin, “eşitsiz ve bileşik gelişim yasası”na dayanarak geliştirdiği sürekli devrim teorisi olduğunu iddia ederler. Bu teoriye göre, geri ülkeler, geri kalmışlıklarını, ileri ülkelerin daha önce geçmiş olduğu aşamalardan geçerek değil, bu aşamaların iç içe geçmesi ya da “atlanması” ile aşabilirlerdi. Böylece, geri kalmışlığa özgü özelliklerle, ileri düzeyde gelişmişlik aşamasının özellikleri bir araya geliyordu. Troçki söyle diyordu: “Kapitalist ekonomi evrensel bir nitelik kazandıkça geri öğelerle kapitalizmin en modern öğelerinin iç içe geçtiği geri ülkelerin gelişimi özel bir nitelik kazanır.” [2]. Bu süreç, daha çok Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’daki gelişmiş kapitalist çekirdeğin dışındaki ülkelere özgü bir süreç olarak ortaya çıkmaktaydı. Bunun pratik-politik sonucu, ileri sanayinin sömürgeci ya da yarı-sömürgeci bir biçimde belirli bir ülkeye sokulmuş olmasından dolayı, bundan etkilenen geri kalmış ülke proletaryasının ülke burjuvazisinden daha devrimci olduğu tezi idi. Burjuvazi, burjuva devrimini gerçekleştiremeyeceği ya da bundan korktuğu için, bu görev kaçınılmaz olarak proletaryanın omuzlarına yükleniyordu. Rus Marksist hareketi içinde, bu argümanı yüksek sesle dile getiren kişi Troçki idi. Kuşkusuz bu argümanı teorik düzeyde en çok ifade eden Troçki olsa da, bu düşüncenin stratejik düzeyde politik hale getirilmesi ise, D-3 burjuvazisinin zayıflığını gören Lenin tarafından gerçekleştirilmiş, Lenin burjuva demokratik devrime önderlik edemeyen liberal burjuvaziye de nesnel olarak önderlik ederek ve tarihsel olarak bir nevi “burjuvazinin rolünü çalarak” iktidarı partisi ve kendisini destekleyen emekçi kitleler ile birlikte almayı başarmıştır. Bu açıdan Lenin’in taktik üstünlüğü öznel müdahalenin göreli sınırları açısından devrimin yönünü belirleyen etkenlerden biri de olmuştur.
Rusya’da Sürekli Devrim: Sonuçlar ve Olasılıklar kitabının 1919’da Moskova’da yapılan yeni baskısına yazdığı önsöz de Troçki söyle diyordu: “Devrim’in iç güçleri ve olasılıklarının değerlendirilmesinde, bu satırların yazarı o dönemde Rus işçi hareketindeki bu iki ana akıma da bağlı değildi. O sırada aldığı tavır şöyle özetlenebilir: dolaysız görevleri bakımından bir burjuva devrimi olarak başlayan devrim, kısa bir süre içinde güçlü sınıf çatışmalarına yol açacak ve ancak, iktidarı ezilen kitlelerin başında durabilecek tek sınıfa, yani proletaryaya devretmekle en son zafere ulaşabilecektir. Proletarya ise, bir kez iktidara geçtikten sonra sadece kendini bir burjuva demokratik programla sınırlamak istemekle kalmayacak, bunu yapmak elinden de gelmeyecektir. Ancak ve ancak Rus Devrimi’nin Avrupa proleter devrimine dönüşmesi halinde Devrimi sonuna kadar götürebilecektir. O zaman, Devrim’in ulusal sınırlılıklarıyla birlikte burjuva demokratik programı da aşılacak ve Rus işçi sınıfının geçici politik egemenliği uzun süreli bir sosyalist diktatörlüğe dönüşecektir. Ama Avrupa’nın hareketsiz kalması halinde, burjuva karşı devrimi Rusya’da emekçi kitlelerin hükümetine boyun eğmeyecek ve ülkeyi gerilere fırlatacaktır. Hem de bir demokratik işçi ve köylü hükümetinden çok gerilere. Bu yüzden, bir kez iktidarı kazandıktan sonra, burjuva demokrasisinin sınırları içinde kalamaz proletarya. Sürekli devrim taktiklerini benimsemek zorundadır, yani Sosyal Demokrasinin asgari ve azami programları arasındaki engelleri kırmak, giderek daha radikalleşen toplumsal reformlara gitmek ve Batı Avrupa’daki devrimden hemen ve doğrudan destek aramak zorundadır. İşte bu tavır, ilk olarak 1904-1906’da yazılmış olan bu çalışmada geliştirilmiş ve öne sürülmüştür.” [3].
Başka bir deyişle, zayıf D-3 burjuvazisinin tarihsel misyonunu da kapsayarak demokratik devrimin taşıyıcı gücü haline gelen Bolşevizm; o noktada kalmamış, burjuvazinin feodalizm karşısındaki zorunlu konumunun tamamlayıcısı olarak sanayi emeğinin iktidarını kurma ve feodalizmi tasfiye ederek ulusal bir sanayi pazarının ve ulusal bir temsiliyetçi-devletin inşa edilmesi yolunda da katalizör işlevi görmüştür. Diğer bir deyişle, sanılanın aksine Bolşevizm tarihsel ve toplumsal olarak sosyalizmin inşası görevi ile değil, zorunlu olarak D-3 burjuvazisinin zayıflığını giderme ve yerine D-4 minimal-kapitalist-yapının kurulması gibi sorunlar ile boğuşmuştur. Lenin, Troçki vs. bütün bu teorik “cambazlıkların” ve “hokkabazlıkların” asıl nedeni de budur. Marx ve Engels’in öngöremediği bu sorunlar doğal olarak her ülke devriminin kendi özgün koşulları içinde o ülke devrimcilerinin ürettiği teorik ve pratik çözüm yolları ile giderilmeye çalışılmış; lakin sanayi emeğinin tarım emeği karşısındaki üstünlüğünün taçlanmaya başladığı bir çağda gelişen her türden “marksist strateji” bilerek ya bilmeyerek de olsa kapitalizmin gelişimine hizmet etmiştir. Bu da bu dönemin devrimcilerinin bir hatası olmadığı gibi, bu durum tarihsel ve toplumsal emek yasalarının ve verili emek seviyesinin/derekesinin zorunlu bir sonucudur. Dolayısıyla; öznelci-proletaryalist devrim yapma ve sosyalizm kurma girişimlerinin her defasında emeğin yasalarına takılarak baltayı taşa vurması da raslantı değildir. Haliyle; dünya devrimi beklentisi de yine aynı şekilde emeğin nesnel yasalarına takılan öznelci bir girişim olarak kalmaktan da kurtulamamıştır.
Bu noktada 2. Enternasyonel ekolu, daha doğrusu Bernstein ve Kautsky çizgisi, diğer bir deyişle ön-avrupa-komünizmi ile Rusya gibi nispi olarak geri kalmış feodal ülkelerde ki devrimci hareketler arasında her daim bir ideolojik ayrışım meydana gelmiştir. Keza; “ileri ülke devrimcileri” ile feodalizmin son dönemlerini yaşayan merkez-çevre ve merkez-karşıtı ülke devrimcileri arasında da bir kamplaşma olmuştur. Dolayısıyla; Bernstein ve Kautsky ekolu sanayi emeğinin iktisadi teşekküllerinin ve kapitalizmin tesis edildiği ileri ülkelerde sosyalist devrimin olabileceğini; lakin geri ülkelerde ise proletaryanın iktidardan uzak durması (örneğin, Menşevizm taktiği, sol SD’ler vs.) gerektiğini öğütlerken, tam tersine Bolşevizm ise feodal ve geri ülkelerde bir avuçta olsa, D-2 proletaryası da olsa, proletarya partisi ile, iktisadi koşullar yeterince oluşmamış olsa da (burjuva demokratik görevleri de devralarak) sosyalist devrime yürünebileceğini savunmuştur. Aslında 2. Enternasyonal Markizm’i öznel emeğin rolünü yadsırken, 3. Enternasyonal Marksizm’i ise nesnel emeğin rolünü yadsıma hatasına düşmüştür. Haliyle; örneğin nesnelci proletaryalist devrim yapma ve sosyalizm kurma girişimlerinin Almanya (Spartakistler) örneğinde olduğu gibi emeğin öznel yasalarına takılarak baltayı taşa vurması da ve Alman devrimcilerinin bunun bedelini canlarıyla ödemeleri de yine raslantı değildir.
Troçki Marx’tan ne aldı?
Marx sürekli devrim ifadesini, ilk defa 1850’de toplanan Komünistler Birliği’nin Genel Konsey’inde kullandı. Marx şöyle diyordu: “Ama işçiler kendi nihai zaferlerine en büyük katkıyı kendileri yapmak zorundadırlar: kendi sınıf çıkarlarını öğrenmekle, kendi bağımsız politik tavırlarını hiç gecikmeksizin benimsemekle, demokratik küçük burjuvazinin ikiyüzlü cümlelerine kanmaktan kaçınarak proletaryanın bağımsız olarak örgütlenmiş partisinin gerekliliğinden bir an bile kuşku duymamakla. Savaş naraları şu olmalıdır: Sürekli Devrim!”. Önce Marx’ın açıkladığı sürekli devrim yaklaşımını, Troçki 1904- 1906’da hapishanede yeniden formüle etmiş, Rusya’ya uyarlamış ve daha sonra 1928’de İstanbul, Büyükada’da (Prinkipo) daha ayrıntılı olarak üzerinde çalışmıştır.
Troçki, sosyalizme geçişi, birbiriyle bağlantılı ve birbirine bağlı toplumsal, politik ve ekonomik kabarmalar dizisi olarak ele almaktadır. Bu kabarmalar, değişik düzeylerde ve farklı üretim tarzları (feodalizm, kapitalizm) içinde gelişiyor ve farklı tarihsel koşullar altında cereyan ediyordu. Bu durum, anti-feodal burjuva evreyi, anti-kapitalist sosyalist evreyle iç içe geçirir. “Birleşik ve eşitsiz gelişme” bu süreç içinde coğrafi sınırları ve insanların belirlediği sınırları aşıyor, ulusal evreden geçerek, dünya çapında bir sınıfsız ve devletsiz toplumun kurulmasına yönelik uluslararası evreye ulaşıyordu. Marx’ta olduğu gibi Troçki’de de, proleter devrim ulusal bir temelde başlamak zorunda olsa da (hatta işçi diktatörlüğü bir dönem için yalıtılmışlığa mahkum olsa da), bu kaçınılmaz olarak oyunun sadece birinci perdesiydi. İkinci perde uluslararası arenanın başka bir bölgesinde oynanacaktı. Troçki şöyle diyordu: “sosyalist devrim ulusal arenada başlar, uluslararası arenada gelişir, dünya arenasında tamamlanır. Böylece sosyalist devrim, kelimenin daha yeni ve daha geniş anlamında da sürekli bir devrim haline gelir: sosyalist devrim, ancak yeni toplumun gezegenimizin tüm yüzeyinde en son zafere ulaşmasıyla tamamlanacaktır.”.
Gerçekte Sürekli devrim teorisi; Troçki’nin Marx’tan devralarak geliştirdiği bir devrim teorisinin devamıdır. Dolayısıyla; Troçkistlerin iddia ettiği gibi bu teori Troçki’nin Marksizm’e yapmış olduğu özgün bir katkı değil, olsa olsa Marx’ın izinden giden Troçki’nin varolan bir teoriyi kısmen “azgelişmiş köylü Rusya”ya uyarlamasıdır ki; bu da asıl olarak Troçki’nin kendi iç mantığına göre feodal ve kapitalist evrelerin (nasıl olacaksa!) hızla atlanması ve sosyalizmin inşasına öznel yoldan geçilmesi hedefidir. Nesnel emek yasalarını yadsıyan ve salt toplumsal kullanıcı-proleter emeğe yaslanmış köylü kitleleri ile sosyalizm değil, olsa olsa proleter-efendiler-kapitalizmi kurulabileceği gerçeği bu teorinin pratik emek gerçekliğini hiçte doğru bir şekilde analiz edemediğinin somut bir kanıtıdır.
Dahası; Troçki’nin sürekli devrim teorisi Marx’ın sürekli devrim anlayışında olduğu gibi dünya ölçeğinde bir tür “aşamasızlığı” öngörmekteydi. Troçki’ye göre bir ekonomik sistem (Kapitalizm) tarihsel açıdan bir ulusal sistem olarak değil, bir dünya sistemi olarak görülmeliydi. Yerleşim yeri, nüfus, ulaşım kaynakları ve çevre ülkelerin baskısı gibi bölgesel etmenler her ülkede farklı gelişme hızlarına yol açmakla birlikte, dünya pazarının yasaları ulusal ekonomik gelişmelerin hepsinin üstündeydi. Troçki söyle diyordu: “Üretim tarzıyla ve ticaretiyle bütün ülkeleri birbirine bağlayan kapitalizm, tüm dünyayı tek bir ekonomik ve politik organizma haline getirmiştir.” [4]. Bu durum da Sovyet Devrimi’nin zaferinin sürekliliği, başka ülkelerdeki, özellikle de Batı Avrupa’daki devrimlere bağlıydı; dolayısıyla koşullar ne olursa olsun başka ülkelerdeki proleter devrimler desteklenmeliydi. Troçki’nin bu çıkarması kısmen hatalıydı. Keza; Troçki’nin iddia ettiği gibi onun yaşadığı dönemde kapitalizm global-kapitalist bir evreye (tek bir dünya pazarına) ulaşmamıştı. D-4 döneminde yaşamış olan Troçki’nin göremediği asıl şey; kapitalizmin bu dönemde global bir yapıya doğru değil, minimal bir yapıya doğru evrimleştiğidir. Keza; minimal sanayi devletlerinin kuruluş döneminde asıl belirleyici olan tek tek ulusal pazarların kendi arasındaki rekabet iken, yine bu dönemde kapitalizm ne kadar “uluslararası bir sistem” de olsa, asıl olarak kapitalist devletler arasındaki rekabet ise yine ulusal ölçekte gerçekleşmekte, bu ulusçu ve ulusal-tekelci gelişme dinamiği de 1. ve 2. inci dünya savaşlarını tetiklemekteydi. Ve yine bu paylaşım savaşları tek bir dünya pazarı için değil, tek tek emperyalist sanayi tekelleri tarafından desteklenen tek tek ulusal-devletler arasında gerçekleşen minimal pazar kavgalarından başka da bir şey değildi. Keza; sanayi kapitalizmi ve tekelleri gelişebilmek için global-feodalizme saldırmak zorundaydı. Bu dönemde kapitalizm (emeğin sanayi-emek formu) işgaller, ilhaklar vs. yoluyla merkez-çevre ve merkez-karşıtına doğru “ihraç” ediliyordu. Tıpkı “meta ihracı” gibi yine kapitalizm ve onun sanayi-sermayesi biçimindeki formu dışsal olarak savaşlar, iç savaşlar, darbeler vs. yoluyla ihraç edilmekteydi. Hindistan’daki İngiliz varlığı, Almanların Güney Afrika’daki varlığı, Fransızların Kuzey Afrika’daki varlığı, Ortadoğu’daki Fransız, Alman ve İngiliz varlığı vs. bütün bunlar sistem ihracı ve ithali olma özelliğine sahipti. Buradaki nihai amaç ise minimal sanayi-pazarlarının ve devletlerinin inşasından başka da bir şey değildi.
Daha doğrusu; hem Ortodoks Marksizm’de olmayan biçimiyle ve Troçki’nin de göremediği gibi, eski tarihsel sistemin içinde çıkan yeni nicel sistemin önce minimal, sonrasında glokal ve en sonunda da global bir yapıya dönüştüğü gerçeği (temel bir emek yasası) ne Troçki tarafından ne de aynı dönemde yaşamış Marksistler tarafından görülememiştir. Biri biri üzerine geçerek ilerleyen bu emek koordinatları kendi içsel ilerleyişleri açısından bu dönemde global-kapitalist bir yapı olarak değil, asıl olarak minimal-ulusçu-tekelci bir yapı olarak gelişmiş, hiçbir şekilde de global bir dünya pazarına da dönüşememiştir. Başka bir deyişle, Troçki’nin D-4 kapitalizminin “tüm dünyayı tek bir ekonomik ve politik organizma” haline getirdiği tezi nesnel-iktisadi temeli olmayan ve dönemin minoktokratik-ulusçu-tekelci yapısını kavramaktan uzak ultra-sol öznelci bir bakış açısı olmaktan öteye de geçememiştir. Dahası; Troçki’nin yaklaşımı bir çoçuğun belirli aşamaları geçmeden büyümesini isteyen bir öznelci volantarizm içermektedir. Dolayısıyla; bir metanın, ki bu meta D-2, D-3, D-4 metası (para-metası/sermayesi) olabilir; bu şekliyle herhangi bir sanayi-metasının tüm dünyada dolaşmasına “dünya pazarı” adını vermek doğru bir bakış açısı da değildir. Keza; bir toplumsal sistem ancak küresel düzeyde kurulduğu zaman global hale gelebilir. Lakin; Troçki’nin yaşadığı dönemde dünya hala feodal iken, kapitalizmin ileri düzeyde geliştiği ülke sayısı ise bir avuçtu. Bu yüzden minimal-kapitalist-emperyalist sistem dendiğinde global-feodalizm içinde bir avuç nicel-kapitalist sistemden bahsedilmektedir. Tıpkı kendisinden öncekiler gibi Troçki’de de nicel sistem ve nitel sistem ayrışımı bulunmamaktadır. Gerçekte ise Troçki’ye gelene kadar proletaryanist harekette böylesi bir ayrıştırmaya da gidilmemiştir. Dahası; bu ayrışmanın kökeninde yatan şey ise “öncü-devrim ve öncü-sistem” ve “tarihsel-devrim ve tarihsel-sistem” kategorilerinin doğru bir şekilde ortaya konulamamış olmasıdır.
Troçki’nin bu görüşleri pratikte “tek ülkede sosyalizm” ve “dünya devrimi” tartışmalarında da görüldüğü gibi, hiçte Bolşeviklerin umduğu şekilde Avrupa devrimlerinin gerçekleşmesi biçiminde değil, Rusya’nın kendi geri iktisadi ve sosyal yapısı nedeniyle, hızla feodalizmin tasfiyesi ve yerine sanayi emeğinin iktidarının kurulmasına dayalı bir despotik stratejinin hakim olması ile sonuçlanmıştır. Başka bir deyişle, burjuva-ulusçuluğu karşısında konumlanmış proletaryan-ulusçuluğun sanayileşme ve ulusal bir sanayi pazarı yaratma yönündeki hamlesi yine tek tek Bolşevik liderlerin öznel tercihi olmaktan çok, dönemin hakim emek yasalarının doğal bir sonucudur da. Emeğin öznel yanına yaslanan ve politik strateji açısından “sosyalizmin zaferini” Avrupa Devrimlerine bağlayan genel Bolşevik perpektif doğmamış çoçuğa global-kapitalist-don biçerek aslında nesnel temeli olmayan bir stratejinin takipçiliğini yapmaktan da kurtulamamıştır.
Lenin ve Nisan Tezleri
Aynı yıllarda bu tartışmaya katılan Lenin, “Rus Devriminde Sosyal Demokrasinin İki Taktiği” adlı çalışmasında, Menşevikler ile Troçki’nin görüşleri arasında görece bir “orta yol” bulmaya çalışacaktı. Lenin’e göre Rusya’yı bekleyen burjuva devriminde işçi sınıfı burjuvazinin yedek gücü rolünü üstlenmemeliydi. Lenin’e göre işçi sınıfının temel görevi, yoksul köylülük ile birlikte “işçi sınıfı ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğünü” kurmaktı ki, bu yalnızca proleter bir devrimin koşullarının olgunlaşmasını sağlayacak yeni bir tarihsel dönemin başlangıcından başka da bir şey değildi. Aslında bu noktada Lenin; geçmişte feodalizmi yıkarak burjuvaziyi iktidara taşıyan köylü kitlelerinin gücünü bildiği için ve zayıf D-3 Rus burjuvazisinin devrime önderlik etme yeteneğinin olmadığını da gördüğü için, tıpkı diğer burjuva devrimlerinde olduğu gibi köylülüğe önderlik edecek olan “proletaryanın” devrime de önderlik edeceğini fark etmiş, bunu da “işçi ve köylü diktatörlüğü” olarak formülleştirme yoluna gitmiştir. Bu sayede Lenin’e göre; feodal evre ile kapitalist evre iç içe geçerek, proleterya bir yandan köylülüğe önderlik ederken bir yanda da köylü kitlelerini proleterleştirecektir. Bu strateji dönemin sanayi emek güçlerinin tarım emek güçleri karşısındaki çekinik konumlanışına da uygun düşmekteydi. Zira; proletaryanın toplumsal kullanıcı bilincine eklemlenmiş bir köylülük asıl olarak ulusal bir sanayi pazarının ve minokratik-temsili bir devlet yapısının kurulması için gerekli olan nesnel zemini de sağlamaktaydı. Başka bir deyişle, Lenin’in “işçi ve köylü diktatörlüğü” formülasyonu asıl olarak Rusya’nın ihtiyaç duyduğu anti-feodal minimal-kapitalist-devrimin de teorik bakış açısını yansıtmaktaydı; ne kadar Lenin bu düşünce ile yola çıkmamış ve meseleye bu temelde bakmamış olsa da, gerçekte olan tam da buydu! Haliyle; proletaryanizmin kendinde hareketi emek hareketinin kendinde nesnel doğası gereği zayıf D-3 burjuvazisini ekarte eden “proletarya” öncülüğünde feodalizmin tasfiyesi stratejisine yine kendinde bir biçimde de olsa dahil olmaktan kurtulamamıştır. Dolayısıyla; Lenin sanayi emeğinin öznel yanına bulaşmadan sosyalizme gitme politikası gütse de, farkında olmadan sanayi emeğinin nesnel yanı onu ve Bolşevikleri geriye doğru çekmiştir. Lenin’in “Nisan Tezleri” bu çelişkinin teorik olarak en belirgin şekilde ortaya konulmuş halini vermektedir.
Lenin, D-3 burjuvazisinin devrimi sonuna kadar götüremeyeceğini ve bunu başarabilecek tek devrimci öznel sınıfın “Marksist parti önderliğindeki işçi sınıfı” olduğunu tespit etmiş olmasına karşın, 1917 Nisan’ına kadar İki Taktik’deki “işçi sınıfı ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü” formülasyonunda ısrar etmiştir. Lenin ancak Nisan Tezleri’nde bu formülasyonu biçimsel olarak terk etmiştir. Troçki söyle diyordu: “Bolşevizmin perspektifi tam değildi: mücadelenin genel yönünü doğru olarak gösteriyor ama aşamalarını yanlış karakterize ediyordu. Bolşevizmin perspektifinin yetersizliği 1905’te ortaya çıkmadıysa, bu, yalnızca devrimin daha ileri gelişimler göstermemesindendi. Ama 1917 başında Lenin, partinin eski kadrolarına karşı doğrudan bir mücadele içinde, perspektifi değiştirmeye zorlandı.” [5].
Aslında Troçki’nin iddia ettiği gibi ya da algıladığı biçimiyle Lenin’de bir görüş değişikliği yoktur. Dahası; bu noktada Lenin’le Troçki arasında da iddia edildiği gibi büyük bir farklılıkta yoktur. Sonuçta ayrıntıları ve ifade şekillerindeki farklılıkları bir kenara koyarsak hem Lenin’in “işçi köylü diktatörlüğü” hem de Troçki’nin “sürekli devrimi” özünde aynı mantığın, yani tarım emek güçlerini geriden takip eden sanayi emek güçlerinin feodalizmi aşma ve kapitalizmin inşası noktasında zayıf D-3 burjuvazisinin konumunda dolayı o dönem için en ileri kesim olan toplumsal proleter-kullanıcı bilince yedeklenmiş köylülük ile “sosyalizm kurma”, daha doğrusu minimal-kapitalist-devrimi tamamlama, yani Rus burjuvazisinin başaramadığını başarma perspektifidir! Kısacası; Troçki olsun, Lenin olsun, dönemin Bolşevik liderlerinin stratejisi hiçte sanıldığı gibi burjuva stratejisinden, kapitalist stratejiden bağımsız da değildir. Dolayısıyla; sosyalizmin nesnel temelinin, daha doğrusu teknik emeğin ve protekyanın varolmadığı koşullar da “sosyalist stratejinin” kapitalist stratejiden kopamamış olması elbette ki kaçınılmaz bir durumdur. Haliyle ortaya çıkan temsili-sovyetik-devlet yapılanmasının da, yönetim ve idare şeklininde, yine tek tek Bolşevik liderlerin öznel girişimlerinden bağımsız olarak, sanayi emeğinin toplumsal kullanıcı bilincine tekabül eden bir biçimde (yukardan aşağıya doğru bürokratik ve merkeziyetçi bir tarzda) şekillenmesi de yine sanayi emeğinin somut ve nesnel ihtiyaçlarından kaynaklanmıştır.
Sonuç olarak; sanayi emeğinin iktidarının kurulumunun “sosyalizm” ile özleştirilmesi de yine aynı kapitalist stratejiden kopulamadığının bir başka kanıtıdır. Keza; Lenin, Troçki ve diğer Bolşevik liderler emeğin tarihsel sınırlarından isteselerde “kopamayacakları” için, emeğin nesnel şartlarına göre politika yapmak zorundaydılar. Ve hatta; Lenin’in “bilinç taşıma” üzerine kurulu “parti öğretisi” proletaryanın nesnel olarak zayıflığından kaynaklı olarak öznel-partinin/irade faktörünün öne çıkması fikrine dayanıyordu. Bu yönelim o dönem için son dörece özel ve yaratıcı bir özellik olsa da, lakin günümüze geldiğimizde kapitalizmin gelişmesi ve tüm dünyaya yayılması ile birlikte öznel partinin önde olma rolü git gide zayıflamıştır. Özellikle de 1950-60 sonrası gözlemlenen toplumsal ve sınıfsal hareketlerde belirgin bir şekilde parti önderliklerinin rolünün zayıflaması da aynı sürecin bir devamıdır. Dolayısıyla; parti teorisi Lenin’in Marksizm’e yaptığı en önemli katkılardan biri olsa da, bu teorinin güncel emek yasalarına göre yeniden ele alınması da başka bir yazının konusudur.
Kısacası; Lenin’in 1917 Nisan’ında kaleme aldığı “Nisan Tezleri”nde ilk defa Troçki’nin 1904-1906’dan itibaren savunduğu görüşleri kabul ettiği iddiası içi boş bir iddiadır. Olup biten yalnızca mevcut anti-feodal minimal-kapitalist-devrim stratejisinin Troçki ve Lenin özelinde ki iki farklı sunumudur. Bu sunumların biçim yönünden farklı olması, iç mantıkları ve muhtevaları açısında “özdeş” olmadıkları anlamına da gelmez. Hem “leninist” hem de “troçkist” tarih yazımının bütün bu kafa bulandırıcı yorumlarının arka planında yatan asıl gerçek; o an ki tarihsel emeğin zorunlu nesnel gerçekliğinin öznel olarak bilinç seviyesine çıkarılamamasıdır ki, bu öznel-volantarist yorumlama biçimi gerçekte nesnel-determinal emek yasalarının keyfi bir biçimde soyutlanmasından ve bütün bu soyutlamalara bağlı olarak onlarca ve yüzlerce farklı yoruma dayalı yapay ve gereksiz bölünmeler üretilmesidir. Örneğin, ot biter gibi biten sayısız “Troçkist Dördüncü enternasyonaller” bu bölünmüşlüğün traji-komik ve kronik-kangıren haline dönüşmüş biçimleridir. Başka bir deyişle, Troçkist gruplar arasında parti ve “enternasyonal” enflasyonunundan ve rekabetinden geçilmemektedir! Kısacası; salt Troçkizme mal edilemeyecek olan sosyalist-dispiratörlük proletaryan-solda yaygın olarak görülen bir hastalık olmaya devam etmektedir.
Halbuki dikkatli bir biçimde ele alındığında; Rus Devriminin genel yönelimi noktasında Lenin ve Troçki arasında büyük bir farklılık olmadığı, her ikisininde global-feodalizm karşısında minimal-kapitalist bir devrim stratejisi ve perspektifi savunduğu görülebilir. Dahası; Troçki’nin “sürekli devrimi” biçim yönünden ne kadar global-sosyalist-devrime bir atıf içerse de, gerçekte onun da yaklaşımı içerik açısından “gerikalmış köylü Rusya”da feodal ve kapitalist evreleri “aşamasız” olarak atlamaya ve sanayi emeğinin toplumsal kullanıcı-proleter bilince dayalı bir iktidar kurmaya (“işçi sınıfı hegemonyasına” vs.) dayanmaktadır. Bu noktada Lenin’i farklı kılan ise feodalizmin yıkıcı gücü olan köylülüğün “sosyalizmin kurucu gücü olan proletaryaya” nasıl eklemleneceği sorusudur ki, Troçki’ye kıyasla taktik açıdan daha üstün olan Lenin’in köylülüğün devrimci potansiyelinden yararlanma isteği (ki bunu sağlayan şey Lenin’in idam edilen abisinden kalan Narodnik geleneğinin kısmen mirasıdır) onun 1917’e kadar gelen süreçte ki en belirgin politik yönelimlerinden biri olmuştur. Bu açıdan kimilerinin iddia ettiği gibi Troçki’nin köylülüğe dönük bir “küçümsemesi” olmasa da, onun köylülük karşısındaki tutumu köylülüğün rolünü yeterince kavramaktan da uzaktır. Keza; Avrupa devrimlerinden gelecek olan “destek” zayıfladıkça Bolşevik iktidarının zayıflaması ve izole olması örneğinde de görüldüğü gibi, köylülüğün minoktokratik-devlet-bürokrasisi kanalı ile “sovyet devletini” sarıp sarmalaması ve “tek ülkede sosyalizme” karşı çıkan devrimci unsurları (Sol Muhalefeti) tasfiye yoluna gitmesi de elbette ki bir raslantı da değildir. Başka bir deyişle, proleter öznel emeğin hareketini daha fazla öne çıkaran Troçki, köylülüğün nesnel emek hareketinin “geri bir ülkede” oynadığı tutucu rolü yeterince görememiştir. Dolayısıyla; bir “köylü okyanusu” olan geri Rusya’da nesnel emeğin hareketi öznel proletaryalist hareketlerin gelişebilmesine de izin vermemiştir.
Aşamalı devrim stratejinin bazı sonuçları
“Aşamalı devrim” stratejisinin bazı sonuçları ilk olarak, 1925-27 yıllarında Çin’de yaşanan devrimci dönem vesilesiyle yeniden gündemine gelmiştir. Fakat bu tartışma, artık yepyeni tarihsel koşullar altında yapılmaktaydı. Bu tarihte Ekim Devrimi, “Dünya devrimi mi? Tek ülkede sosyalizm mi?” tartışmasına yol açan bir tarihsel dönemeç içinden geçmekteydi. Bu olgu, Bolşevik partisi içinde “uzlaşması mümkün olmayan” iki temel görüşün tarih sahnesine çıkmasına neden oldu: Stalin’in önderlik ettiği kanat, Ekim Devrimi’nin geleceğini Sovyetler Birliği’nin ulusal sınırları içinde sosyalizmin inşası ve muhafazası olarak ele alırken, Troçki’nin önderliğindeki Sol Muhalefet kanadı ise, Ekim Devrimi’nin geleceğini dünya devrimine bağlıyor ve tek ülkede sosyalizmin inşasının mümkün olmadığını savunuyordu. Kaba hatlarıyla söylersek; bu dönemin asıl tartışma odağı “Tek ülkede sosyalizm mi? Dünya devrimi mi?” meselesi olmuştur. Aslında bu tartışma 2. Enternasyonal ve 3. Enternasyonal tartışması, daha doğrusu Kautsky ve Lenin tartışmasının da bir devamıdır.
“Aşamalı devrim” ya da “sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde devrim” sorunu, 1925-27 yılları arasında Çin’de yaşanan devrimci dönem vesilesiyle yeniden tartışıldığında, “tek ülkede sosyalizm”in savunan stalin’e göre; işçi sınıfının sanayisi ve burjuva demokrasisi yeterince gelişmemiş sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde iktidarı alması olanaksızdı. Stalin’e göre bu tür ülkelerde işçi sınıfı sosyalist devrimi gerçekleştiremezdi. Tam tersine işçi sınıfı iktidarı ulusal burjuvaziden yoksul köylülüğe kadar uzanan geniş bir “çoklu sınıf bloğu” ile paylaşmak zorundaydı. Başka bir değişle, Mao’nun liderlik ettiği ÇKP’nin “Yeni Demokrasi” stratejisi yine özünde kısmen Stalin’in görüşlerine dayanmaktaydı. Ve hatta bu görüşler Menşevik ve Kautskyci görüşlere dayanmaktaydı. [8].
Mao “Yeni Demokrasi” stratejisini şu şekilde tarif ediyordu:
“Herkes bilir ki, sosyal sistem bakımından partimizin bugünkü programı vardır, geleceğe ait program vardır veya asgari ve azami programları vardır. Bugün için yeni demokrasi, gelecek için sosyalizm; bu ikisi aynı ideolojinin aydınlattığı organik bir bütünün parçalarıdır.” [9].
“Çin inkılabının bugünkü safhada karakteri nedir? Bu inkılap bir burjuva demokratik inkılap mıdır, yoksa bir proleter sosyalist inkılap mıdır? Besbelli ki, ilkidir, ikincisi değildir.” [10].
“Bu yeni demokratik inkılap, emperyalistlerin, işbirlikçi hainlerin ve gericilerin Çin’deki hakimiyetlerini devirmeyi, fakat anti-emperyalist ve anti-feodal mücadelelere katılan kapitalist sektörlerden hiçbirine zarar getirmemeyi gaye edindiği için sosyalist inkılaptan farklıdır.” [11].
Aslında Mao’nun asgari ve azami program anlayışı üzerine kurduğu devrim stratejisinin içeriği çok basitti; o, daha da gerilere gidersek tıpkı Martov ve Menşevikler gibi, Çin Devrimi’nin “demokratik aşama”yı tamamlanmadan, asla sosyalist devrim aşamasına geçemeyeceği görüşünü savunuyordu. Bu yüzden Mao ölümüne kadar hem Çin burjuvazisi hem de Çin dışı burjuvazi ile iyi geçimeye çalışmış; kendi “çoklu sınıf ittifakı” politikası gereğince özellikle de ülke içindeki feodalizmin tasfiyesi ve sanayinin inşası noktasında “dost emperyalist sermayeyi ve milli olan burjuvaziyi” ürkütmemeye de büyük bir özen göstermiştir. Kuşkusuz Mao’nun bu tutumunun arkasında yatan temel dinamik emeğin nesnel şartlarının sınırlılığıdır; bu durum Kautsky’den Lenin’e, Lenin’den Stalin’e kadar hepsi için geçerlidir. Dolayısıyla; Mao nesnel şartlardaki bu sınırlılığı gördüğü için öznel müdahale ile “sosyalizm” kurma yoluna gitmiştir. Bu yolda Mao’nun meşhur “proleter kültür devrimi” programıdır. Başka bir deyişle, Lenin’in “bilinç taşıma” görüşünden etkilenen Mao, bu nesnel geriliği, sanayi emeğinin insan doğasına sosyalist kültür taşıma stratejisi ile aşabileceği yanılsamasına düşmüştür. Tıpkı Lenin’in “işçi ve köylü diktatörlüğü” gibi Mao’da Asya’nın feodal koşullarında işçi ve köylülüğe, küçük-burjuva ve orta-burjuva kesimleri de eklemiştir. Bu programları belirleyen asıl şey emeğin öznel yanları değil, emeğin nesnel yanlarıdır. Emekoloji’ye kadar Marksizm’de böylesi bir ayrışım olmadığından kaynaklı olarak bu durum net bir biçimde ortaya konulamamıştır. Sollar arası “program kavgalarının” (aşamalı, sürekli, asgari, azami vs.) kökeni de yine bu noktalarda düğümlenmektedir.
Öte yandan, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın bitişi ile birlikte, bir çok sömürge ve yarı-sömürge ülkede ulusal kurtuluş hareketleri yükselişe geçecek, bu ülkelerin “komünistleri”, aşamalı devrim stratejisini kendi ülkelerinin özgün koşullarına uygulamaya çalışacaktı. Bu uygulama sürecindeki en temel teorik/programatik çıkmaz ise, bu mücadelelere hangi sınıfın öncülük edeceğiydi. Çin, Vietnam, Kore gibi, köylü hareketinin “devrimci bir potansiyel” taşıdığı, fakat ulusal burjuvazinin ise son derece cılız olduğu bu tip ülkelerde, “komünist partiler” pratikte aşamalı devrim stratejisine yeni bir siyasi çerçeve kazandırarak, devrimin öncülüğünü ulusal burjuvazinin değil, proletaryanın ideolojik öncülüğündeki köylülüğün üstlendiği bir iktidar stratejisini uygulamaya koydular. İşte Maoizm bunun en karakteristik örneğidir. Dolayısıyla; köylülüğü temel alan bu yeni siyasi-askeri stratejinin tarihe geçen en önemli örneği, Mao önderliğindeki “köylü partisi “ÇKP’nin 1946 yılında Çin’de gerçekleştirdiği minimal-kapitalist-ulusçu-devrimdir. Özellikle de feodalizmin merkezi konumundaki Asya ülkelerini etkilemiş olan Maoculuğun, -takipçilerinin aksi yönde ki tüm itirazlarına rağmen- özünde burjuvazi ile ittifakı esas alan bir devrim stratejisine sahip olduğu söylemek hiçte abartılı bir yaklaşım olmayacaktır. Örneğin Mao, 1946 öncesinde, “ulusal burjuvazinin” devrimdeki rolü üzerine şunları söylüyordu:
“Ulusal burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki çelişki, sömüren ile sömürülen arasında bir çelişkidir ve bundan dolayı, uzlaşmaz karşıtlık, doğasında vardır. Ama Çin’deki somut koşullar içinde, bu uzlaşmaz sınıf karşıtlığı, gereği gibi ele alınırsa, uzlaşmaz karşıt olmayan bir hale getirilebilir ve barışçı bir yoldan çözülebilir.” [12].
“Burada proletaryanın vazifesi, milli burjuvazinin inkılapçı vasfına gereken önemi atfetmek ve bu sınıfla birlikte emperyalizme ve bürokratlara derebeyler sınıfına karşı tek cephe kurmaktır.” [13].
Öte yandan, Mao’nun stratejisi, Stalin’in “Halk Cephesi” politikasının, yani burjuvazi ile “tek cephe”de birleşmenin, Çin pratiğine uygulanmasından başka da bir şey değildir. Stalin ve Mao’ya göre, halk cephesi içinde yer alacak “devrimci” sınıflardan biri de “anti-emperyalist” ulusal burjuvaziydi. “Çoklu sınıf işbirliğine” dayalı bu strateji; Yunanistan’da ya da İspanya’da olduğu gibi devrimlerin yenilmesine ve komünistlerin burjuvazi tarafından katledilmesine neden olurken, öte yandan, Çin’de proletaryan-kapitalizmin inşasını kolaylaştırmıştır. Zira Çin’de kapitalist gelişmenin esas itici gücü, hiç kuşkusuz devrimin “müttefiki” olduğu düşünülen farklı burjuva kesimlerdi. Mao her defasında bu kesimler ile ittifak yolları aramış, onları “sosyalizme kazanmaya” çalışmıştır. Mao’nun milli burjuvaziyi “tek cephe” politikasına kazanma isteği sadece Mao’nun şahsi düşüncelerinden değil, Çin’in iktisadi ve sosyal geriliğinden de kaynaklanmaktaydı. Zira; Çin D-3 burjuvazisinin zayıflığı beraberinde D-2 feodalizminin tasifyesini geçiktirdikçe ve sanayinin inşasını yavaşlatıkça “devlet güdümünde” bir D-3 burjuvazisinin (“milli burjuvazinin”) yaratılması yine ülkenin gerikalmışlığından kaynaklanan nesnel bir politik yönelim olma özelliğine de sahipti. Zira; merkez-çevre konumlanışta olan Çin’de D-2 burjuvazisi güçlü iken, aynı anda Rusya ve Türkiye gibi merkez-çevre ülkelerde ise (1940’larda vs.) D-3 burjuvazisi güçlü idi. Ama aynı zamanda da merkez-kapitalist ülkelerde ise, yani Avrupa ülkelerinde ise D-4 burjuvazisi güçlüydü. Bu sınıfsal konumlanışlar, daha doğrusu hakim sınıflar bloğunun küresel haritası resmedilemediği için, merke-çevre ve merkez-karşıtı ülkelerde kendisine ne ad verirse versin iktidara gelen gücün o ülke burjuvazisi ile yaptığı açık ya da gizli ittifaklar sinsilesi de doğru bir biçimde anlaşılamamıştır. Dolayısıyla; bu ittifaklar sinsilesine bağlı olarak gelişen olayların hangilerinin nesnel-zorunluluklardan hangilerinin ise öznel-seçilerden kaynaklandığı da yeterince kavranamamıştır.
Mısır, Suriye, Irak gibi ülkelerde ise sorun daha da karmaşıktı. Buralardaki “komünist” partiler, sömürgeciliğe baş kaldıran, monarşileri yıkan, modernleşme hareketine öncülük yapan asker kökenli ulusalcı-devrimci kadrolar ile karşı karşıyaydı. Uzak Asya ülkelerinden farklı olarak bu ülkelerde devrimci bir potansiyel taşıyan köylü hareketleri yoktu; varsa da çok zayıftı. Bu durum karşısında, SBKP’nin önderlik ettiği uluslararası hareketin takipçisi olan “komünist” partiler, “aşamalı devrim” teorisinin farklı bir versiyonlarını kendi ülkelerine uygulama yoluna gittiler. Bu stratejiye göre; ulusalcı-devrimci radikal subaylar, ulusal kurtuluş mücadelesine ve burjuva devrimine önderlik etme potansiyeline sahipti. SBKP’nin açık ve gizli desteğine sahip bu komünist partilerin temel görevi, bu öncülüğü benimsemek ve bu güçlerle sağlam bir ittifak stratejisi geliştirmekti. Bu ulusalcı-devrimci radikal subaylar, artık “komünistler” için mücadele edilmesi gereken değil, desteklenecek ve ittifak yapılacak devrimci güçler haline gelmişti. Burada belirleyici olan, işçi sınıfının ve komünist partilerin bağımsız politikası değil, “uluslararası komünist harekete” önderlik eden en güçlü “komünist” partinin, yani SBKP’nin (minoktokratik Kremlin bürokrasisinin) uluslararası alandaki çıkarlarıydı. Kısacası; bu ülkelerdeki gelişmeler ilk bakışta algılandığı gibi bir “sosyalizm mücadelesinden” çok, o ülkelerdeki minoktokratik devlet yapılanmasının ve burjuvazinin gereksinim duyduğı ulusal bir iç pazarın “çoklu bir sınıf ittifakı” kapsamında “komünistlerinde” desteği ile kurulması süreci iken, “büyük abi” konumunda olan Sovyetler Birliği ise, bu süreçte diplomatik açıdan kendisine yeni müttefikler kazanmakta ve kendi nüfus sahasını daha da genişletme fırsatı yakalamaktaydı. Örneğin Suriye’de Esad olsun, Mısır’da Nasır olsun (bu listeye Libya’da Kaddafi’de eklenebilir) vb. örneklerde de görüldüğü gibi “Sovyet dostu” bu ulusalcı-burjuva liderler/Baasçılık aynı dönemde “Arap sosyalizmi”nin Ortadoğu’daki temsilcileri olarakta sunulmaktaydı. İktidarı askeri darbe yoluyla ele geçiren bu ulusalcı-devrimci-subaylar; pek çok ülkede solların kendi ülkelerindeki “anti-emperyalist milli askeri güçlere” bel bağlamasına neden olmuş, bu durum haliyle kimi solların yukardan aşağıya doğru devlet eliyle “askeri sosyalizm” kurma girşimlerine de ilham kaynağı olmuştur.
Sonuç olarak; program sorunları ve enternasyonaller arası bölümlenmeler temel üç teze dayanmaktaydı:
1). Bernstein ve Kautsky ekolunun savunduğu çizgi kısaca kapitalizmin tüm biçimleri yaşandıktan sonra sosyalist bir devrimin olabileceği öngörüsüne dayandığı için, 1. Dünya Savaşı’ndaki teslimiyet örneğinde olduğu gibi, bu süreç aşılmadan burjuvaziye teslim olma politikası gütmüşlerdi. Buradaki temel şey; emeğin nesnel şartlarına bakarak, onun ön kabulüne dayanarak, savaşma ve direnme çizgisi yerine, teslimiyet bayrağını çekme çizgisi idi. Menşevikler de bu akıma dahildir. Bu merkezci-kapitalizm algısına dayanan bir akımdır.
2). Maoculuk; Berstein ve Kautsky ekolünün savunduğu çizginin aynı gerekçeleri ile, yani nesnel şartların olgunlaşmadığı gerçeği karşısında burjuvazi ile ittifak halinde olunabileceği, iktidarın burjuvaziyle paylaşılabileceği şeklindeki, proleter kültür devrimi ihracı ile sosyalizme geçilebileceğini savunan yeni demokrasi programını gütmüştür. Bu da merkez-karşıtı kapitalizm algısına dayanan bir akımdır.
3). Bolşevizm-Lenin’izm ise; merkez ve merkez-karşıtı kapitalizm akımlarının ara bir formudur. Yani merkez-çevrede cereyan eden kapitalizme daha sert bir şekilde geçiş yapılmıştır. İşçi ve köylü diktatörlüğü olarak formüle edilen siyasal biçim gereğince burjuvazi ile hiçbir şekilde iktidarı paylaşma ya da onunla uzlaşma zemini yoktur. Lakin; bu öznel yönelim emeğin nesnel şartları karşısında yenik düşmüş, Stalin nesnel şartları, Troçki ise öznel şartları öne çıkaran bir politikaya yönelmiştir.
Kısacası; bu akımların hiçbiri, ister 2. Enternasyonal, ister 3. Enternasyonal, ister asgari, ister azami, ister aşamalı, ister sürekli olsun vs. bu programlar gerçekte sosyalizme ulaşma noktasında başarılı olamamıştır. Bu akımların tek bir başarısı vardır ki; o da kapitalist devletin “sosyalleşmesidir”. Başka bir deyişle, kapitalist devlet formuna “sosyal devlet” formu eklenmiştir. İş garantisi, sağlık hizmetleri, eğitim hakkı vb. gibi uygulamaların kapitalist devletlere doğru genişlemesinin temel nedeni 2. Enternasyonal ile başlayan, Bolşevizm ve Maoculuk ile devam eden “sosyalist” politikalardır. Dolayısıyla; burjuvazi de bu proletaryalist politikaları taklit etme yoluna gitmek zorunda kalmıştır. Başka bir deyişle, proletaryan-marksizm’in geride bıraktığı “en büyük miras” ehlileştirilmiş bir kapitalizm iken, günümüzde ise glokal-kapitalizm ile birlikte bu da sürdürülebilir bir politika olmaktan çıkmış, burjuvazinin ilk tasfiye ettiği devlet nosyonu da sosyal-devlet özelliği olmuştur. Emeklilik yaşının yükseltilmesi, devlet yardımlarının kesilmesi, eğitim, sağlık, ulaşım hizmetlerindeki ticarileşme, işsizlik, göçmen ve mülteci karşıtlığı vb. gibi uygulamalar kapitalizmin derinleşen glokal krizinin sonuçlarıdır.
Proletaryanın kapitalizm karşısında devrimci-yıkıcı rolü olsa da, tıpkı feodalizmdeki köylülüğün devrimci-yıkıcı rolü gibi, onunda misyonu salt kapitalizm ile sınırlıdır. Keza; hiçbir zaman proletarya yeni toplumu (sosyalizmi) kuramaz. Proletarya kapitalist toplumun ana kullanıcı-sınıfı olarak yalnızca onu yıkma rolüne haizdir; lakin yeni toplumu kurma rolü yoktur. Bu görev yeni emeğin sınıf hareketi olan protekyaya aittir. Aynı köleci sistemden feodal sisteme geçişte aristokrasinin, feodal sistemden kapitalist sisteme geçişte burjuvazinin rolünde olduğu gibi, kapitalizmden sosyalizme geçişin öncü-kurucu sınıfı da protekya’dır.
Bugüne kadar sap ile saman ancak bu kadar karıştırılabilirdi! Keza; emekoloji tarih sahnesine çıkmış olmasaydı bu bilimsel düğümde asla çözülemeyecekti. Emekolojistler Marx ve Engels’den devraldıkları komünist bilimi geliştirme ve ilerletme vazifesine, Marx ve Engels öncesindekiler ve sonrasındakiler de dahil olmak üzere, hiç kimsenin katkısını yadsımadan, bir bütün olarak emeğin bilimsel bir biçime bürünmesine katkı yapmışlardır. Ve artık devrimci hareketin gündeminde tarihte bölümlendiği gibi ayrımlar kalmadığı gibi, gerçekte tek bir ayrım vardır; o da emek türlerinin birleşik diyalektik hareketinin bilimsel ve politik programının inşasıdır. Enternayonal program sorununun çözümü ise bu inşa sürecinin ilerleyişine bağlıdır.
Dipnotlar:
[1] Lev Troçki, Rusya’da Sürekli Devrim: Sonuçlar ve Olasılıklar, Kardelen Yayınları, s.92
[2] Lev Troçki, Ekim Dersleri, Yazın Yayınları, s.10
[3] a.g.e, s.11
[4] a.g.e, s.95
[5] a.g.e, s.137
[8] Can Öykü, Boğazlanan Devrim: 1925 – 27 Çin Devrimi, 12 Ekim 2009
[9] Mao Tse-Tung, Yeni Demokrasi, Sosyal Yayınları, s.36
[10] Mao Tse-Tung, Yeni Demokrasi, Sosyal Yayınları, s.99
[11] Mao Tse-Tung, Yeni Demokrasi, Sosyal Yayınları, s.101
[12] Mao Çetung, Teori Ve Pratik, Sol Yayınları, s.66
[13] Mao Tse-Tung, Yeni Demokrasi, Sosyal Yayınları, s.18
Konuyla bağlantılı yazılar:
Emek Türleri Kuramı ve İş Bölümünün Matematiği, 16.03.2015
https://serhatnigiz.tumblr.com/post/114149073992/emek-t%C3%BCrleri-kuram%C4%B1-ve-i%C5%9F-b%C3%B6l%C3%BCm%C3%BCn%C3%BCn-matemati%C4%9Fi
Emek Grafiğinin Yazınsal ve Sembolik Yapısı Üzerine Notlar, 21.10.2015
https://serhatnigiz.tumblr.com/post/131616740407/emek-grafi%C4%9Finin-yaz%C4%B1nsal-ve-sembolik-yap%C4%B1s%C4%B1
“Deli Eden Sık Sorular” Üzerine, 29.04.2016
https://serhatnigiz.tumblr.com/post/143581279167/deli-eden-s%C4%B1k-sorular-%C3%BCzerine
Post-Maoizm Üzerine Kısa Notlar, 18.01.2017
https://serhatnigiz.tumblr.com/post/156027088912/post-maoizm-%C3%BCzerine-k%C4%B1sa-notlar
Proletaryan Solun Türkiye Tarihindeki Belli Başlı Uğrakları, 22.11.2017
https://serhatnigiz.tumblr.com/post/167750394147/proletaryan-solun-t%C3%BCrkiye-tarihindeki-belli-ba%C5%9Fl%C4%B1
Tarım Emeğinin Çin Devrimi Şahsında Maoist Serüveni, 28.08.2018
https://serhatnigiz.tumblr.com/post/177475460252/tar%C4%B1m-eme%C4%9Finin-%C3%A7in-devrimi-%C5%9Fahs%C4%B1nda-maoist
Çin Pratiği Bağlamında Maocu Teoriye Genel Bir Bakış, 28.06.2019
https://serhatnigiz.tumblr.com/post/185915042937/%C3%A7in-prati%C4%9Fi-ba%C4%9Flam%C4%B1nda-maocu-teoriye-genel-bir
29.12.2019
Serhat Nigiz
0 notes