Tumgik
#lebalep
acz1kul · 7 months
Text
Gazze'de Filistin'de sivil İsrailli filan yok, bunların tamamı silahlı işgalci yerleşimciler!
Tel Aviv Havalimanı'na akın eden Yahudiler, Antalya ve İstanbul uçuşlarını lebalep dolduruyorlar! Mülteci kisvesine bürünen İsrail ajanlarının Türkiye'ye sızması tehlikesi var!
Depremde bile yardım diye gelip Hatay'dan Tevrat çaldı bu adamlar, değil mi? Bu tür hırsızları, ajan atıklarını ülkemizde hiçbir mü'min istemez, istemiyoruz!
Çok acil yayabilirmiyiz
Yetkililer bu duruma hassasiyet göstermeli, bir an önce gereğini yapmalı. Korkarım, yarın Devşirmelerin çocukları “beyaz türkler” gibi  m*ssad  ajanları da bu ülkeye rahat vermeyecektir.
İsrail'den Türkiye’ye girişlere aslâ izin verilmemeli. Sıkı takip ve denetim şart. Mazlum Filistinli Müslümanları 70 yıldır acımasızca katleden YAHUDİ MÜLTECİ İSTEMİYORUZ ülkemizde!
Yusuf Kaplan
16 notes · View notes
aynodndr · 8 months
Text
Tumblr media
Zakkum Zıkkım İşleri
ülke
dipsiz zift kazanı
hak, hukuk, adalet hak getire
sevgiye, dostluğa, emeğe, barışa, cana karşı, insanlığa aykırı ne kadar olumsuzluk, kötülük, vicdansızlık varsa
bir arada
iç içe, yapış yapış
fokur fokur...
"devletin malı deniz,
yemeyen keriz" düşüncesinin
en çoğunluklu
en işlevsel dönemi yaşanıyor
yiyen yiyene
bir yanda salgın
bir yanda yokluk
evler hapishane
pencereler teselli tablosu
yoksulluk, işsizlik, açlık,
pahalılık can yakıyor
insan evde
hayvan sokakta çaresiz
ikisi de perperişan...
yaşam susmayan siren sesi
"biz bize yeteriz" dedikleri
uzun bir hikaye
- oku oku bitmiyor -
çarşı pazar yangın yeri
yalanlar, vaatler karın doyurmuyor
bir kişi geçinemezken
nasıl gelsin iki kişi bir araya
nasıl çoğalsınlar
umut yoksulluğa yetmiyor
...
"at izi it izine karıştı" dedi
kaleme, deftere, hesaba dair ne varsa bırakıp gitti
- küstüm, ben oynamıyorum,
der gibi -
kaç kış geçti
kaç bahar
kaç yaz geldi
leylekler, turnalar geldiler,
gittiler
o hâlâ gelmedi
(soramıyorsun da
sorsan
başına taş düşüyor)
"ahşam olir davar, nahır, mal gelir,
komlar, ahırlar dolir,
sayirem sayirem biri eksig..."
aklına düşen dizelerin yüzüne astığı tebessüm
düşüncelerinin girdabında kayboluyor
memleketin halleri akıyor
gözlerinin önünden
umut yorgun, paraparça, kanrevan...
birileri
"milyon" diyor
"milyar" diyor
"trilyon" diyor
sen "128" diyemiyorsun
birileri lebalep kongreler, mitingler düzenliyor, protestolar, kutlamalar yapıyor
sen işçiye, emekçiye, köylüye, emekliye, doğaya dair iki satır açıklama yapamıyorsun
birileri en ağır lâfları söylüyor
sen lütfen bile diyemiyorsun
desen hakaret sayılıyor
birileri ormanları, dağları talan ediyor
ırmakları, nehirleri zehirliyor,
deniz kusuyor...
sen doğaya sevdalı yüreğini koyuyorsun ortaya
robocop kıyafetli kolluklar
çıkıyor karşına
sinirinden dişlerin zonkluyor
kafatasını zorluyor aklın
kandırılmış, avutulmuş hallerini düşünüyorsun
pişmanlığın dilim dilim doğruyor içini
zamanı geriye saramıyorsun
ustanın bilinen o dizeleri düşüyor aklına:
"(...) ve bu dünyada
bu zulüm senin sayende
ve açsak, yorgunsak, alkan İçindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat Senin
- demeğe de dilim
varmıyor ama —
kabahatın çoğu senin
canım kardeşim"
beynin yanıyor
ve sen
gerçek suçlunun kim olduğunu anlıyorsun
başın önüne düşüyor
...
haftalar aylara
aylar yıllara akıyor
ilişkiler değişiyor
dostlar düşman
düşmanlar dost oluyor
ve gerçek yaşamdan derleme
"ifşa ve itiraf" dizisi başlıyor
toplumca oturgacımızı yayıyoruz
koltuklarımıza
patlamış mısırımız
çekirdeğimız masamızda
bir heyecan
bir heyecan ki sorma
yalan, hile, iftira,
tehdit, santaj, suikast,
tecavüz, cinayet, entrika...
mallara, mülklere, hesaplara
el koymalar
marinalara çökmeler
siyaset-mafya-medya ilişkileri
zakkum zıkkım işleri
devletin derinliği
kare kare dökülüyor ortaya
gülenler, kızanlar, üzülenler var
şaşıranlar, tutuşanlar var
"yesinler birbirini" diyenler var
her bölümü ayrı bir vaka
dehliz içinde dehliz
karanlık içinde bir alem
hukuk, adalet
iki dudak arasında
keyfi idareye amade
devlet adından ibaret
erol ars
4 notes · View notes
yusfray · 1 year
Text
Siyonizm ve küresel akıl çok sinsidir. Partiler kongreleri lebalep yaparken, güya müslümanların iktidarda olduğu senin camiine sağlık, maske, kapanma bahanesiyle polis zoruyla girer(1), seni bir güzel sinsice sindirir, Müslümanın iktidarda olmadığı Mescid-i Aksa'ya (2) bahanesiz
2 notes · View notes
elektrobiyat · 2 years
Text
Tumblr media
Zaniyeler
İhtimal bana “bedbin kadın” diyeceksiniz, ihtimal bana hapishanelerin lebalep, tevkifhanelerin kapılarına kadar dolu olduklarından bahsedeceksiniz. “O halde nasıl olup da mücrimlerin cezasız kaldığından bahsediyorsun?” diye soracaksınız; fakat bilmiyor musunuz ki hapishaneleri dolduranlar zayıf ve kimsesiz olanlardır. Asıl caniler, asıl büyük caniler, maatteessüf hür ve serbesttirler. Hür ve serbest olarak cinayetlerine devam etmektedirler.Selahattin Enis’in ilk olarak 1923’te kitaplaştırdığı ve bugün bile edebiyatımızın en sarsıcı metinlerinden biri olarak görülen Zaniyeler’de savaş yılları İstanbul’unun “bir yüzü” anlatılıyor. Dönemin taşkın salon eğlenceleri, sonradan görme savaş zenginleri, müsrif sosyete, gündüzleri yoksul halka nutuklar atıp gecelerini sefahatle geçiren siyasetçiler, ikiyüzlü gazeteciler ve yazarlar… Kendini bir anda tüm bunların ortasında bulan Fitnat’ın tuttuğu hatıra defteri, İstanbul’un en karanlık dönemlerinden birine dair önemli kaynaklardan biri.
"Operet lebalep doluydu... Hiç kimse bu memleketin en muazzam bir harpte, bir hayat ve memat mücadelesinde yaşamakta olduğuna hükmedemezdi. Bütün yüzler neşeli, bütün dudaklar otuz iki dişlerini gösteren behimî kahkahalarla açıktı. Kim iddia edebilirdi ki memleket, her evinden bu harbe üç-beş cenaze vermiş bir memlekettir? Bu ne büyük yalan, ne büyük bir yalan..."
15 notes · View notes
seslimeram · 1 year
Text
Tabloidleşmiş Ülke Meseli
Tumblr media
Tabloid bir hayat imgesinin rehini kılınıyor koca bir menzil. Muktedirin güllük gülistanlık her şey yolunda, refah içerisinde bir ülke zaman akışının kenarında ekranlardan taşmaya bir biçimde devam eden suç, yıkım, çürüme hali günü tabloid basın denilenin çerçevesine oturtuyor. Tabloid basının envantere, a3 boyutunda, her şeyin renklendirilmiş, sulandırılıp servis edilmiş bir mizansenini takip eden bir ülke var edilmiştir bugün, bu yerde. Tümden, garez ve kinin, aralıksız hiddet hal ve isteminin kıyısında cerahatle boğulan hayatlar birer imgeye dönüşüyor. İzlenme oranı var denilerek köşe bucak kaçırılan her türden yıkım, bir biçimde ekranlardan gayet sade, normal birer meseleymiş kabilinden aksettiriliyor. Bütün o yaygın medyanın haber bültenleri kasap dükkanları gibi kesilen / biçilen insan hayatları ve hikayeleriyle lebalep kılınır. Lebalep bir nefret, topyekun bir cerahat ahvali kuşatırken, otuzar ellişer saniyelik spotlarla hizada durulsun diye emirler yağdırılıyor. Allah esirgesin lafzına sığınıp her şeyin en kötüsü çoktan bir standarda dönüştürülüyor. Adıyla, sanıyla ol biyopolitik tahakküm tabloid basınla bir kılınmış olagelen şablonlarla birlikte günceyi bir biçimde sınırlandırmak her gün yeniden var edilen ataklarla işlevsel kılınıyor.
Göz dağı ve kindarlıkla bir hayat imgesi doğrulanıp test ediliyor. Hayat bütünüyle belirgin bir biçimde cürmün, çürümenin kılınırken bunları görün ve unutun denilerek var edilmiş her türden hamle yıkıcılığı sağlama alıyor. Yirmi bir yıllık bir iktidarın bütün açık özgürlük taleplerini, bağımsız, düşünce ve savunuyu imkansız kılacak derecede yıkıcılığı tek sabit olarak var ettiği ülke temsili güncelleniyor. Cerahatle yıkımı, yalan dolan anlam, hikayelendirme halleriyle cürmü, bütünüyle nobran bir hilebazlıkla çürüme hattını eksiği gediği kalmadan hayat imgesini tarumar etmeye vesile kılınıyor. Tabloid kılınmış bütün o hayat imgesinin fütursuz, belirsiz bir geleceğe rehin olunduğu unutturulmak isteniyor hali hazırda. Var edilmiş sunulan, paylaşılan hallerle bir biçimde çürümenin etrafından geçilip gidildiği zikrediliyor. Oysa her şey yalın bir biçimde sınırın içinde, sınırın ötesine taşarak hep / daimi bir istemle savunuluyor. Yolun da yordamın da çürümeye ilişik kılındığı, her durumda tahakküm ve akla, fikre yönelik tehdidin dillendirildiği, uygulandığı bir zemini hikayesi hakikattir artık. Tabloidleşen gündelik yaşam idesinin mimarı olarak yeni yüzyıl aksiyonunun her nasıl bir biçimde derin bir karanlığın ta kendisi olduğu gözlerden kaçırılır bir hız, bir hışım, binbir taklayla.
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “İstanbul Taksim’de 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla düzenlenen eylemde 200 civarında kadının darbedilerek gözaltına alınmasının üzerinden çok geçmeden bu kez de İstanbul Kadıköy’de düzenlenmek istenen 25 Kasım eylemleri polis barikatıyla karşılaştı.
İKD’ye Polis Engeli: Çok Sayıda Gözaltı
İlerici Kadınlar Derneğinin (İKD) İstanbul Kadıköy Süreyya Operası önünde yapmak istedikleri 25 Kasım açıklamasına da polis müdahale etti. Valiliğin yasaklama kararı öne sürülerek açıklamaya müdahale eden polisler aralarında İKD Genel Sekreteri Nuray Yenil ve Türkiye Komünist Hareketi Genel Başkanı Aysel Tekerek’in de aralarında bulunduğu 23 kişiyi gözaltına aldı. Engelleme üzerine basın toplantısı düzenleyen İKD üyeleri, “Mücadelemiz, eşit, özgür, laik ve aydınlık bir Türkiye içindir. Şiddete, yoksulluğa, gericiliğe dur diyelim” dedi.
Kadıköy Rıhtım’da aralarında Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun da yer aldığı çeşitli kadın örgütlerinin düzenlemek istediği eyleme de polis izin vermedi. Engellemeye rağmen kadınlar açıklama yapmak istedi. Polis önce kadınları ablukaya aldı; ardından darbederek gözaltına aldı. Kadınlar “Kadınlara değil, katillere barikat” sloganları atarak polis müdahalesini protesto etti.
Müdahale sonrası Kadın Meclislerinden Dilber Sünnetçioğlu, “Her gün kadınlar öldürülüyor, hiç mi üzülmüyorsunuz? Kadın cinayetlerini durduracağız demenin nesi kötü? Bir kişi çıkıp bunu açıklasın” diyerek iktidara tepki gösterdi.”
Yoğun ve duraksamayan bir cendere hali içerisine Türkiye topraklarının örgütlü belki de tek ve doğrudan muhalif kesimi olagelen kadınlar bir kere daha şiddetle baş başa bırakılır. Taksim’in korunaklı, muhalefet için steril bir serbest kürsüsü kılınan İstiklal Caddesinin, önce mimli muhalefet, sonra Kürd siyaseti en sonunda da Kadınlara kapatılmasının bir başka sureti geçtiğimiz pazar günü Kadıköy semalarında var edilir. Bir tabloide dönüşmüş olagelen devlet aklının, dahiliye nazırının emir eri kolluğunun var ettiği psikolojik şiddet ve bütünüyle bariz işkenceci halleriyle bir kere daha sokaklar gözaltı sahasına dönüştürülür. Temel, evrensel hakların bir darbeci anayasasında dahi lafta dahi var edildiği bir zeminde, genelin, küresel müşterek bir itiraz hakkının önü ancak o cendereye tutsak ederek kadınları var edilmek istenir.
Daha birkaç gün önce iki yüzü aşkın insanın gözaltına alındığı bir şehirde, bir deneme de Kadıköy’de bu her şeyiyle biyopolitik bir ezme, biçme, sınırlama çabasında var edilmek istenir. Bir ölçüde de başarılır. Gelecekteki seçim sathı mahallinde tek bir itirazın dahi var edilemeyecek olduğu gözler önünde darp etme hallerinden, görüntü almaya çalışan basın emekçilerini tehdit / linç etmelerden bariz kılınır. Demokrasi ediminden bahis açıldığı vakit mangalda kül bırakılmayan bir zeminde olan biten yıkımdır, basbayağı cürmün paralelinde despotik bir memleketin binasıdır. Bu hallerle bir kere daha demokrasi gibi bir amaçlarının olmadığını da dosta düşmana belirgin bir biçimde sunar akparti-mhp-ip ittifakı. 50 kadının gözaltına alındığı yekpare bir sessizleştirme / susup itirazsız biat ettirme yakında her yerdedir? Bütün o tabloidlerin suna geldiği mükemmel, kıskanılan, yeni yüzyılına koşa duran ülke bu mudur? Vah haline!
Bianet’ten aktaralım: “Diyarbakır Valiliği, kayıp yakınları ve İnsan Hakları Derneği'nin (İHD), 'Kayıplar bulunsun, failler yargılansın' eylemini 720 haftasında, "eylem ve etkinlik yasağı" gerekçesiyle engelledi.
Her hafta Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde yapılan eyleme polis izin vermedi.
Polis ablukasına alınan parkta açıklama yapan İHD Diyarbakır Şubesi Başkanı Abdullah Zeytun, valiliğin yasak kararına karşı dava açtıklarını belirtti.
İHD ve kayıp yakınları bu hafta düzenleyeceği eylemi 28 Kasım 2015'te Diyarbakır Sur'da öldürülen Tahir Elçi 'ye atfetti.
Kayıp yakınlarının açıklaması şöyle:
“1966 yılında Şırnak’ın Cizre ilçesinde doğan Tahir Elçi, orta ve lise öğrenimini Cizre'de tamamladı. 1991 yılında Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu.
"1992 yılından itibaren Diyarbakır'da serbest avukatlık yapan Tahir Elçi, ceza ve insan hakları hukuku alanında yoğunlaştı. İnsan Hakları Derneği (İHD) üyesi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) kurucularından olan Elçi, 1990'lı yıllardaki yargısız infaz, faili meçhul cinayetler, köy yakma davalarında mağdurların avukatlığını yaparken, Diyarbakır ve bölgedeki hak ihlalleriyle ilgili de birçok çalışmayı sürdürdü.
"Birçok STK'nin kuruluşunda yer aldı"
"Tahir Elçi, 1994 yılında 26 kişinin ölümüne neden olan Kuşkonar ve Koçağılı köylerinin bombalanması, Lice Davası, Temizöz Davası, Roboski Katliamı gibi pek çok davanın avukatlığını yaptı.
"Birçok sivil toplum örgütünün kuruluş ve çalışmalarında yer alan Tahir Elçi, 2012 yılında Diyarbakır Barosu Başkanlığına seçildi. 2014 yılı olağan genel kurulu ile tekrar baro başkanlık görevine seçildi.
"Etkili soruşturma yürütülmedi"
"28 Kasım 2015 tarihinde Diyarbakır Barosu tarafından Diyarbakır Sur ilçesinde yaşanan çatışmalar nedeniyle tahrip olan ve çok ağır zarar gören tarihi eser ve kültürel varlıklara dikkat çekmek amacıyla, Dört Ayaklı Minare önünde basın açıklaması gerçekleştirildi. Basın açıklamasına katılan Tahir Elçi, açıklamanın hemen akabinde aynı yerde meydana gelen silahlı çatışma sırasında, kendisine isabet eden kurşunla katledildi.
"Tahir Elçi’nin öldürülmesine ilişkin soruşturma süreci etkili yürütülmedi. Olaya ilişkin Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturma 4,5 yıl sonra TMK ile yetkilendirilmiş ihtisas mahkemesi olan Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesinde kabul edilen iddianame ile davaya dönüştü. Hazırlanan iddianamenin sevk maddesinde Tahir Elçi’nin öldürülmesi olayı hakkında taksirle insan öldürme suçunun oluştuğu değerlendirilmesi yapıldı.
"Avukatların reddi hakim talebi reddedildi"
"21 Ekim 2020 tarihinde görülen ilk duruşmada; pandemi gerekçe gösterilerek duruşma salonuna avukat ve izleyici kısıtlaması getirilmiş ve bu şekilde kamuoyunun davaya olan ilgisi kırılmaya çalışıldı.
"Duruşmanın başlamasından kısa bir süre sonra söz almak isteyen müşteki ve vekillerinin, mahkeme heyeti tarafından duruşma salonundan çıkarılmakla tehdit edilmesi üzerine, mahkeme heyetinin adil ve usule uygun bir yargılama yapamayacağı konusunda kanaat oluşturdu. Elçi Ailesi avukatları tarafından mahkeme heyetinin tümü için ‘reddi hâkim’ talebinde bulundu.
"Müşteki avukatların ‘reddi hâkim’ talebi ise ret edilmiştir. 15 Haziran 2022 tarihli duruşmada tanık olarak dönemin başbakanı olan Ahmet Davutoğlu’nun dinlenilmesine karar verilmişse de duruşma dışı müştekiye ve vekillerine herhangi bir bilgi verilmeden ve görüş alınmadan mahkeme tarafından bu karardan dönüldü.
"Ömrünü cezasızlıkla mücadeleye adadı"
"23 Kasım 2022 tarihinde görülen son duruşmada ise avukatların geri alınan tanıklık kararına itirazlarına karşın mahkeme heyeti salonu terk etti. Aradan geçen 2 yıllık sürece rağmen dava dosyasında herhangi bir ilerleme olmamış ve bir sonraki duruşmanın 5 Temmuz 2023 gününe ertelenmesine karar verilmiştir.
"Derneğimiz üyesi, ömrünü cezasızlık ile mücadeleye adayan hak savunucusu Av. Tahir Elçi’nin katledildiği olaya ilişkin hukuk ilkelerinden ve ciddiyetinden yoksun bu davanın, gerçek anlamda adaletin sağlandığı bir davaya dönüşmesi için mücadele edeceğimizi ve takipçisi olacağımızı kamuoyuna saygı ile paylaşmak isteriz. Tahir Elçi için adalet istemekten asla vazgeçmeyeceğiz.”
Her şey yukarıda anlatıldığı gibidir. Düzenin suna geldiği tabloid görünümün kenarında o yıllardır süre giden mücadelenin bir biçimde susturulmasının anahtarı cinayetlerden birisi vardır. Tahir Elçi, bu ülkede sözünü hakikatten yana kuran, insan haklarının tamamıyla ol Bakur Kürdistan’ı sathı mahallinde var edilmesi, kalıcılaşması için çaba sarf eden bir insan, bir avukattı. Tümüyle devletin ezber ettiği, yıllar geçtikçe yüzsüzleşip, arsızlaştığı, umarsızca sömürdüğü, görmezden geldiği bir memleket meseli olan Kürd sorununa nihai, kesin bir barış tahayyülü için çaba sarf etmenin bedelini önce linç edilip, ardından kırıma sevk ve bir cinayetle yok edilmesine varan süreç hep ortadaydı. Bugünün ülkesindeki tüm o bağnaz nefretin, ötekileştirme halinin kaçıncı kurbanıydı Tahir Elçi. Bugün yedi yılın ardından her neresindeyiz, Kürd sorunundaki çözümlemenin, buralar hep meçhuldur, hep muhayyile!
Tabloid bir hayat imgesinin esiri kılınmış memleket sathı mahallinde yaralara dair tek satır kelam yoktur. Hiçbir yarayı iyileştirmek gibi bir gaile söz konusu değildir, halen sözü edilmeyendir. Duraksamayan, dinlenmeyen, sorgulamayan bir menzilde vahamet içinde seyrüseferin suna geldiği yegane şey bir biçimde tabloid basının suna geldiği bir kırım halinin falsolu tekrarlanışıdır. Bütünüyle yaşamdaki ehven olanın tükettirilmesi hal ve isteminde, sitemsiz, yalın bir çöküş allanıp pullanır. Olmakta olanın suna geldiği belki de doğrudan tek bir düzlem, tek bir sabit, tek bir anlam vardır; enikonu çürüme. Sabitliği ile çıkagelen cerahat, cürüm ve cinai bir şebekeye dönüşen devlet aklının eylediği her şey tabloid kılınmış olanın gerçekliğe geçişini de var eder. İyi de böylesinden bir ülke, sahiden de bir yurt, bir memleket var edilebilir mi, bir ev kalır mı sahiden de geriye! Ya bir hak, bir hukuk, bir hürriyet meseli...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel İçin Zorunlu Kaynakça: Bianet
2 notes · View notes
tp-siyaset · 3 years
Link
Türk milliyetçilerinin vicdanı 104 amiralden yana olmuştur
Görüyorum ki Türk milliyetçileri siyaset kurumunun ne düşündüğünü takmadı; 104 generalin "Dikkat çekme" metninin arkasında olduklarını gösterdiler.
Yahu bu ülkede; Seçim günü gün ortasında mühürsüz zarflardan çıkan oylar geçerli sayılmış. YSK'nın öğleden sonra "HUKUKİ" bulduğu bu uygulamayı (Çelişkiye bakın) seçim sonrası "HUKUKSUZ" bulunup mecliste kanun teklifi ile yasallaştırılması... Cumhur ittifakının kaybettiği İstanbul seçimlerinin "Hayır biz kazanmalıydık" diyerek iptal ettirilmesi... Muhalefet oyları ile daha geçen hafta güvenlik soruşturmasına ilişkin "Ret edilen kanun teklifinin'' reddinin iptal edilmesi... TBMM'nin yaptığı, kadınlar adına bir hak kazanımı olan İstanbul sözleşmesinin bir gece yarısı tek adam iradesi ile yerle yeksan edilmesi... Hukuk devletinin teminatı olan Anayasa Mahkemesi'nin kapatılmasını talep etme cüretini gösterme... İşte asıl bunlar göz göre göre yaşanmış darbe ve darbe girişimleridir. Üstelik de bu darbeleri yapanlar devletin her türlü imkanlarına sahip olma ve kullanma hem yetkisine hem de imkanına sahipler. Eğer bir darbe riski varsa ki; o da sizden olabileceği gerçeğidir. Sanırım bu üstün yetenekli iyi yetişmiş 104 amiral, seriler halinde yaptığınız darbelerin şuurlu takipçileri oldukları için Türk milletinin dikkatini çekmek için "Dikkat çekme metni"ni kaleme almışlardır. Sizi endişelendiren aslında 104 emekli generalin ne yapıp yapmayacaklarından ziyade; Siyasal İslam adına T.C Devleti'nin cumhuriyet değer ve kazanımlarına karşı seriler halinde yaptığınız darbelerin Türk milletine bu generaller örneğinde olduğu gibi yüreklice seriler halinde anlatılacağından korkmanızdır. Dolaysıyla, Bizler, yani iradesi kendisinin kontrolünde olan, özgüven sahibi, biat'ı tekmelemiş özgür beyinlere, 104 amiralin darbe yapmak istediği şeklinde bir algıyı zerk edemezsiniz. Bunu azatlık kabul etmez iflah olamayan biatcı kölelerinize yutturabilirsiniz. Bizim için darbenin alası yukarıda sıraladığım bir kaç örmektir. Yazı uzamasın diye uzatmadım.
Mehmet Soral ___
Makalenin tümünü okumak için lütfen bağlantıyı tıklayın.
1 note · View note
kanayan-kafesler · 2 years
Text
Tumblr media
Doldur bana lebalep bir kadeh şarap ver
Bir latif kelam söyle bir söz ömre değer
Al udunu dilber çal bize neşeler çal
Ay sen yüksel biraz ve ey sen güneş alçal
Bu aşk, bu sevda, bu bizim şarkılarımız,
Her yerimiz ay ile yıldız her yanımız
Bahar Farisi bahçelerinde bu leyle
Ben kadınların sevdiği şair Tuleyle
Birden, bir ağır hüzünle ürperdi hayat
Bir siyah âlem oldu, bir mahzun tabiat
Çadırlar üzerinden siyah gölgeler aktı
Simaları sisler sarıp cansız bıraktı
Demin berraktı şimdi solgun olan mey
Sandım bir menfi yürekli periydi o şey
Bir abus çehreyle dolaşan kâbus imiş
Adı Zeyd, tadı zehir, şair ve dilsizmiş
Al udunu dilber çal, bize neşeler çal
Ay sen yüksel biraz ve ey sen güneş alçal
Bir bahis eyle o akşam üzere söyle
Șahik çadırlarında Sara ve Tuleyle
Öyle mesut bir anın handanıyız ki biz
Bu saadet bestesinin hanendesiyiz
Gül işleyip leblerimden reçel verdim
Sakın! deyip ceplerimden hançer verdim
Hançer işlemedi şairin yüreğine
Zira solmuş bir gül vardı onun yerine
Esasen çadırda üç kız idiler gece
Velâkin üçüncüsü şairdi sadece
Sara ve Fatma bir şiir-i müebbed
Bir Yemen şalıyla ve Șam eteğiyle Zeyd
Al udunu dilber çal bize neşeler çal
Ay sen yüksel biraz ve ey sen güneş alçal
Tuleyle.
2 notes · View notes
baybaykus · 3 years
Text
TEK CÜMLEDE 19 YILIN ÖZETİ
Deniz Feneri, Yimpaş, Kombassan, kurban paraları, ayakkabı kutuları, para kasaları, yetim, dul, fakir, fukara, garip gureba ve kul hakları, TÜRGEV, Rıza Zarrap, mil­yarlık saatler, Bakara,/makara, din tüccarları, davul, zurna ve törenle karşılama yapan PKK uşakları, Oslo, Dolmabahçe, Apo yandaşları ve İmralı ziyaretleri, askerin yoluna döşenen mayınlar, heba edilen kahraman şehitler, unutulan gaziler, inadına BOP eş başkanlığı sözleri, başına çuval geçirilen askerler, NOTA verilsin diyenlere “müzik notası mı bu verelim?” cevabı, alınan ancak hâlâ iade edilmemiş üstün liyakat nişanı, Allah Ame­rikan askerlerini korusun, üç beş şehit için meclisi toparlayamayız, askere kelle, askerse asker ölmek için maaş alıyorlar, Kızılay Maden Suyu şişesine kadar kaldırılan T.C. ibaresi, kaldırılan Andımız, tartışmaya açılan Nutuk, usulen kutlanan milli bayramlar, alçakça indirilen bayraklar, İstiklal Marşı’n­da oturan gafiller, Türkiye Cumhu­riyeti Devleti adından rahatsız olan hainler, devletin adı Anadolu olsun, Türk bayrağı değil Türkiye Bayrağı olsun diyenler, TRT’ye çıkarılan Osman Öcalan, dağıtılan kömürler, makarnalar, suyu, elektriği olmayan köylere gönderilen buzdolapları, ça­maşır makineleri, gözden çıkarılan Kıbrıs, feda edilen Ege adaları, sı­nırda petrol kaçakçılığı, Barzani’ye gönderilen paralar, sözde Kürt devleti televizyonuna TÜRKSAT’tan yayın izni, Türk düşmanı, bölücü alçak Şivan Perver, İbo eşliğinde gözyaşları dökülerek yakılan megri megri ağıtları, elele-kolkola verilen pozlar, madenlerde birilerinin çıkarı için ölen gariban işçiler, tecavüze uğrayan masum çocuklar, kadın cinayetleri, bağımsız basına yapılan baskı, yandaş basına destek, tutul­mayan sözler, siyasi yalanlar, büyük şehirlerdeki talanlar, Katar’a satılan varlıklar, Cumhuriyetin kazanımla­rını babalar gibi satanlar, katledilen ormanlar, tohumdan, samana, diş macunundan deterjana kadar dı­şarıdan ithal edilen ürünler, devlet kefaleti ile köprü yapıp aradan rant elde eden uyanık yandaşlar, alınan avantalar, üstünden geçmesek de parasını ödediğimiz maliyeti yüksek köprüler, oto yollar, tüp geçitler, uçmasak da parasını ödediğimiz havaalanları, hastalanmasak da parasını ödediğimiz şehir hastane­leri, alınan çifte maaşlar, çalınan sınav soruları, ananı da al git diyen zihniyet, milletin anasına küfreden yandaş işadamları, bitirilen tarım ve hayvancılık, zam yapıyor diye suçla­nan esnaf, tanzim satış kuyrukları, çöpten yiyecek toplayan insanlar, beş milyon işsiz, mağdur edilmiş emekliler, yok edilmiş eğitim, bilgi yoksunu öğrenciler, sağlıktan, eği­time kadar her şeyi bedava karşıla­nan/istediği üniversiteye direk kayıt edilen mülteciler, kendi ülkesinde mülteci gibi yaşayan vatandaşlar, Dünya’nın en pahalı suyu, benzini, elektriği, doğalgazı, pahalı ancak çekmeyen internet ve telefon hizmeti, sıkıştıkça habire yapılan zamlar, 19 yılda sekiz kat artmış olan dolar, sekiz kat fakirleşmiş bir toplum, icralar, iflaslar, intiharlar, artan boşanmalar, dağılan yuvalar, ülkesinden soğutulduğu için yurt dışına giden beyinler ve yurt dışına kaçan sermaye, döviz artışından malına mal katanlar, hazineden yok olan paralar, avantadan gemicikler, yatlar, villalar, saraylar, saltanat süren aileler, kayıp damat, bir taraf­ta pudra şekeri çeken AK gençlik, diğer tarafta AÇ gençlik, malı gö­türen tosuncuklar, bitcoinciler, gri pasaportla insan ticareti, önlene­meyen koronavirüs salgını, kapatılan Hıfzıssıhha Ensti­tüsü, üretilemeyen yerli aşı, maske rezaleti, harcanmış olan kara gün akçesi, lebalep kongreler, lebalep Ayasofya açılışı, vatandaşa kesilen cezalar, tedbirlerde yandaşa uygulanan çifte standart, Suriyeli mülteci sorunu, mültecilere harcanan 40 milyar dolar, ödenemez dış borç, artan enflasyon, çöken ekonomi, önlene­meyen kriz, anti demokratik rektör atamaları, tahrip edilen eğitim sistemi, din istismarı, yaygınlaşmış hurafe düzeni, EYT mağdurları, KYK mağduru öğrenciler, atanama­yan öğretmenler, onursuzca teslim edilen Rahip Brunson, Trump’ın onur kırıcı hakaret mektubu, onur kırıcı bir şekilde Putin’in kapısında bekletilen Cumhurbaşkanı, Aziz Türk Milleti’ne kurşun
1 note · View note
frdgn · 3 years
Text
Tumblr media
Ak Parti'nin düzeni değiştirme çabaları bu zor günlerde bile lebalep salonlarda devam ediyor. Kendi yolu dışındaki var oluşlar hain ve terörist ilan edilen bir var olusculuk içerisine girmeye başladılar .
1 note · View note
hiccekis-renkler · 2 years
Text
halt
gölgeme çivilenen, perinin imzasız gerisi     
ve denizden ağıyor gece,                        
tüm kalemlerin ensesinde.                       
doluyor koğuşlar, örtünüyor yıldızlar
ve son hece; gün!..
sağılan kara-anlık, tersime ki;
sallanır köprüde yarasa, 
gemileri lebalep kanaldan kürekle
                                                           20.05.2021 
                                                         00.16  Büyükdere
Mustafa Burak YOLDAŞ
0 notes
birmum · 6 years
Quote
dünya, ölünün başucunda açık kalmış bir radyo
Ramazan geldi geçti, biz hala dünya işleriyle ‘lebaleb’iz.
‘Leb’ bilirsiniz, dudak. ‘Lebaleb’in anlamı, ‘dudak dudağa’ olması lazım. Ama kullanırken, ‘dudağına kadar’ anlamına kullanıyoruz. Bir şeyin, ağzına kadar doluolmasını ifade ediyor.
Belki, bardak, fincan, kadeh, dudağa yakın olduğundan içinde ‘leb’ olan bir kelime denk düşmüştür.
Bunu yazdım ya, şüphelendim. Anlayan birine sormak istedim.
Eski Türkçe’yi en iyi bilen arkadaşım Mustafa Yılmaz. Ona sordum.
Mustafa’nın yanında bir Farsça uzmanı varmış. O da ona sordu.
Tam dediğim gibi. ‘Dudak dudağa.’
İnternete de baktım.
‘Lebaleb’i ararken, dünya işleriyle ‘lebalep’ oluşumuzu özel bir lisanla anlatan bir cümleye yakalandım.
Cümle, rahmetli Cahit Zarifoğlu’na ait.
Şimdi, bu yazı bittikten sonra Cahit Abi’nin kitaplarını karıştıracağım. Acaba nerede, hangi bağlamda söylemiş.
“Sanki dünya, ölünün başucunda açık kalmış bir radyo.”
Bu sözü işittikten sonra, uzun uzun susmak istersin.
Ben de bir zaman sustum.
Sözü sınırlamaktan korkarcasına... Sözü her hangi bir şeye tahsis etmekten korkarcasına sustum.
Şimdi de bu söz hakkında bir laf etmekten, sözün içindeki ‘fena’yı rencide etmekten korkuyorum.
“Sanki dünya, ölünün başucunda açık kalmış bir radyo.”
Sözü bir yere raptedersem, yazık olur.
Öyle kalsın.
http://www.karar.com/yazarlar/yusuf-ziya-comert/dunya-olunun-basucunda-acik-kalmis-bir-radyo-7217#
3 notes · View notes
seslimeram · 7 months
Text
Tanış Bir Karşılaşma: 1915 Yeniden!
Tumblr media
Bir dönüşüm içerisinde mutlak, kati, kesin yıkımın dönemeçleri arşınlanıyor. Gelmişi ile geçmişi ağır insanlık sınavlarıyla lebalep dolu bir sahnenin şimdisi ve geleceğinin de tüm o yıkımlarla bina olunmasına çaba sarf ediliyor. Demokrasi ağızlarından / nutuklarından hiç eksik edilmezken, her gün aralıksız zikredilirken hakikat cürmün ta kendisinin kılınır. Yenilenmiş ya da ismen yeni olarak anılan ülkede kötülüğün pratikleri birer ikişer gerçek kılınıyor. Bir dönüşüm hali içinde mutlak olagelen yıkım bir icraatmış gibi paylaştırılıyor. Tek bir gün huzur tek bir an olsun hürriyet, tek bir an olsun sulha yer bırakılıyor. Bütün o hallerin devamlılığında bir yarın bina edilmeye çalışılıyor ki her şey kapkara. Her an, her şekilde yönelimini kötülükten yana kuran bir devletli ahlaksızlığının yanında cürümlerle, o mutlak, kesin yıkımın dönemeçleri arşınlanıyor. Tekil değil hep ama her dem doğrudan icrasına devam olunan hamlelerle birlikte bir cürmün evreleri aşılıyor. Geleceksizliğini bir biçimde muhafaza ederken yolun sonunun hepten karanlığa çıkartıldığı bir düzlemin her anlamda faaliyeti gerçek kılınıyor. Yıkıcılık her yerde.
Fikrin, sözün ehemmiyeti yitirileli çok oluyor bu sahnede. Böyle afaki bir cürmün varlığı için çabalanan bir uzamda yıkımın dönemeçleri mutlak kati bir biçimde dönüşüm denilip durulurken var ediliyor. Bir gün bir vekil hedef kılınıyor. Salt, sırf o yıkımı var etmiş ola gelen resmi üniformayı işaret ettiği için. Evleri başa çalan, yaşam sahalarını alt üst ederek yıkımlara rehin eden / bilen bir anlayışın kırıma ulaşan tehdit ve yıldırı hallerine dikkati bildirdiği için demokratik bir ülke şiarını savunan zeminde kırmızı çizgiler yanıp söner. Ol şovenizme tutunmuş akılların, iktidarı sabah akşam eleştiren sözüm ona kurucu önderi takip eden akım / şahsiyetlerin gizlisi açığı derini düzü devletli katının ve her şeye hazırlıklı olan linç pratiğini içselleştirmiş olan bir güruhun tahayyülleriyle birlikte bir habis karabasan, bir kere daha kanıtlanmış olan suçlarla yüzleşme gailesi çöp kılınır. Asıl mesel değil hedefe konan vekilin meseli söz konusu edilerek konu bulandırılır. Bundan ala yıkım, bundan büyük bir hırsla bütünleşik bir yok sayma söz konusu mudur, sahiden de var mıdır? Kürd halkı başta olmak üzere, Bakur Kürdistan’ı sathı mahallinde yaşama çabası veren, Ezidi, Alevi, Süryani, Ermeni, Arap, Kıpti, Keldani vesair inanç ve kimlik guruplarına karşı doğrudan var edilmiş ayrıştırıcı suçları fark edemedikten sonra yüzüncü yıl kimi kapsar, kimin ülkesidir ki bu ülke?
Uzak öte değil asırdan uzunca bir zamandır bir düşman addedilen Ermeni kimliğinin tam da bir kere daha linçle buluşturulduğu şu geçtiğimiz günler de o keskin yıkımın her nasıl bir dönemeci var ettiğini bildirecektir. Sovyet Rusya’nın sayesinde esaret altında kalmış, Sumgayit pogromu ile sınanmış olagelen Artsakh Nagorno karabakh’a yönelik geçtiğimiz hafta Azeri devletinin var ettiği saldırılar sonrasında anakara Türkiye’de ortaya serilmiş o nefret edimi zaten yüzleşmekten kaçınılan yıkıcılığı tekrardan gündemin ortasına taşır. Nasıl olsa arkasında Rusya, Türkiye, İsrail, Avrupa Birliğinin ta kendisini bulamayan bir Ermeni kimliği söz konusuyken, Azerilerden yana taraf olunmayacaktır da kimden yana taraf olunsun değil mi? Mesele sadece o kısım değildir, bir toprak parçası üstünde hemen hemen bin beş yüz yıldır var edilen bir yaşam pratiğinin, otuz üç kusur yıllık bir çekişme, karşılıklı iki savaş sonrasında var edilen sürekli kan akıtan bir kısır döngüye rehineliğinin sorgulanması söz konusu edilmez. Stalin ve şürekasının 120 bin civarında Ermeni’yi geçmiş zaman tıkıp, sıkıştırdığı bir yurt bellemelerine vesile olduğu yerdeki haklarını göz ardı edip, o doksanlardaki gibi yeniden saldırganlığı savunan, toprağın yegane sahibi olduğuna inanılması salık verilen Azerbaycan’ın mimli çetecisi, sermayenin pezevengi Aliyev efendinin çıkarlarına göre yem edilmiş / bombalara esir kılınmış bir halka küfürler yağdırılır. Stepanakert kent merkezinden, Martakert’e, Martuni, Hadrut ve nice yere açık bir saldırı gerçekleştirilirken bunun otuz üç yılın bitmeyen kaçıncı rövanşı olduğu izahına girişilir. Despot bir rejimin eline ORusPutin eliyle itilen yalnızlaştırılan bir halkın imdatları buralarda kara mizah komedisi kılınır. Şiddetle övünenlerin pratikleri bütün o cürüm hemhal hallerle çürümüşlük artık bu sinemadadır.
Çürümüşlük dolu ülke gerçekliğini unutan, bir anda kenara çeken o yerli ve milli tayfa ile ırkçılığından zerre gocunmayan, bir yandan da kurucu önderlerinin yolunu takip ederken onun dediği gibi bu şerefli topraklarda tek bir Ermeni’nin hakkı yoktur, olmayacaktır bahsini yeniden dirilten bir akımın sunduğu şey o mutlak, keskin yıkımın bir başka evresidir. İnsani yıkım söz konusuymuş, çoluk çocuk dokuz ay aç kalmış, açlıkla sınanmış, mesel edilmez. Öteki olarak anılanı, ayrılıkçı nam işaretleme ile tanıtan ağzından salyalar saça duran sarayın ol soytarı medyasının ezberleriyle bir linç furyasıdır sürdürülür. 19 Eylül Salı öğlen saatlerinde açıklanan ateşkes durumuna (ki asla durmaz Azeri silahlı kuvvetleri) Artsakh’ta bir insanlık kırımı güncellenir. İnsanların alelacele bir yerlere sığınma telaşı, Stepanakert Havalimanında bekleşen binlerce insan ile gerçek bir imdat çığlığı var edilirken cürmü hep sahiplenmiş, en baştaki sözüm ona barış mimarı büyük ustanın ta kendisinin direktifi doğrultusunda şurada kalan kırk küsur bin Ermeni’ye de gün yüzü gösterilmez. Küfrün bir biçimde lincin, bir biçimde birilerine ev olabilmiş bir sahnenin başa göçertilmesi sorun edilmesin istenir. Bunlardan ala yüzsüzlük bu kadar afaki bir cürüm bütünleş hal mi vardır, bu kötülükler değilse o yıkımı anlatacak olan her ne izah edebilir ki sahi ama sahiden?
Artsakh (Karabağ) İnsan Hakları Savunuculuğu Ofisi'nin derlediği bilgiye göre, Azerbaycan'ın geniş çaplı saldırısı sonucu saat 21.30 (20 Eylül 2023) itibarıyla en az 200 kişi öldü, 400'den fazla kişi de yaralandı. Bir yanda baş amirin terörle müzakere olmaz bahsi, bir yanda yine baş amirin ezin geçin meyilli meramı. Bir yanda bir muğlak devletin tıpkı Türkiye gibi despotik bir yapının pençesine düşürülmek istenen, otuz sekiz haftadır bir biçimde o Bibi namussuzuna direnilen bir zeminde el altından satılan silahların gölgesi, Ermenistan’ı ülke olarak tanımayan tek ülkenin, ne tesadüftür roketatar üretip onu da Azeri devletine peşkeş çekebildiği bir zeminde bu haller kötülüğü aksettirmeye yeterli gelmezse ne gelebilecektir? Sonuç, Xocalı Kırımındaki Azeri kayıpları, Sumgayit pogromu sırasında katledilmiş olan Ermenileri onlarca kez kapsayan, aşan, ikinci savaşın ardından ortaya çıkan cerahatli bir yok ediş halinin tekrarı değilse nedir ki sahiden? Kesin ve kati yıkımın evreleri arasında günler geçirilirken istikametin kapkaranlığı Stepanakert, Martakert, Martuni, Hadrut, Berdzor’dan görünenler zaten her şeyi özetlerken hala mı anlam ihtiva etmez bütün o yıkım döngüsü. Konu Ermeni halkının yanı sıra, Azerbaycan için kullanışlı addedilen, her türden hakları gasp edilmiş Talişlerin de hakkaniyetini bildirip, Agop nasıl ölüme yollanıyorsa, Ali’nin de aynen ölümünün kabullenilmesini barındırır. Bunca cürmün ortasında onca sessizlik sayesinde bugün Artsakh, Dağlık Karabağ halkının geleceğinin muamma konulduğu bir soykırım masa üstünde bir hal ya da ihtimalden gerçeğin ta kendisine evirilir.
Binlerce yıldır var edilmiş olagelen bir yaşam temsilinin, Joseph Stalin eliyle bir devletin sınırları içerisinde Osetya, Acarya, Kabardey Balkar, Dağıstan, Çeçenya, Abhazya gibi Artsakh ya da güncel Nagorno Karabakh / Dağlık Karabağ’ın da terk edilmesinin cezalandırılması bir kere daha ölümlerle / yoksunlukla / sürekli artan bir ivmedeki ön yargılarla şekillendirilir. Üç yıl sonra, geçtiğimiz aylardaki küçük tefek tacizlerin yanında artık aleni ve yirmi dört saat içerisinde Beyaz Bayrağın dalgalandığı bir hızlandırılmış yok etme sürekliğine hiçbir biçimde hayata yer verilmeyen zeminde yıkımın dönemeçleri sonlanır mı sahiden? On binlerce insanın birden mülteci konumuna yükseldiği, bir anda Martuni, Martakert gibi sınır boylarında yer alan iki sinir ucundaki kentlerin tastamam delik deşik kılınmaya çalışıldığı, Stepanakert’in ortasında bir mezarlığın anbean kazılan yeni mezar yerleriyle büyüdüğü bir menzilde sabah akşam bir toprak parçası Azeri devletinin hükümranlığında olsa ne yazar, bir memleket daha elden gittikten sonra? Tümden yıkımın dönemeçlerinde ilerlenip durulurken, pan-türkist hamlelerin ardılı sıra bir sahadaki yıkıcılığı gerçekliğini korurken sahiden nereye varacaktır ki hayat her gün herkes için ölüm kapı eşiğinde bekletilirken?
Uluslararası Ceza Mahkemesi Eski Başsavcısı, Luis Moreno Ocampo’nun Washington Post’ta yayınlanan makalesindeki tahayyüller de mi bir şey anlatmamaktadır misal, hala! “Ocampo "Aliyev, Laçin Koridorunu kapatarak Dağlık Karabağ'ı 120.000 Ermeninin yaşadığı dev bir toplama kampına dönüştürdü" değerlendirmesinde bulundu.
"Bundan sonra ne olacak?" sorusuna yanıt arayan Ocampo şu görüşleri paylaştı:
"Dağlık Karabağ yetkililerinin teslim olmasının ardından uluslararası toplum Aliyev'e bölgedeki Ermeni vatandaşlarının tüm haklarını güvence altına alması çağrısında bulundu. Aliyev hükümeti etnik temizlik yapmayacağını söyledi ve "yeniden bütünleşmenin" bölgeye refah getireceğine dair dünyaya güvence verdi. Ancak daha önce yapılanlar göz önüne alındığında bu retorik boş bir konuşmadır. Azerbaycan'ın hedefleri Dağlık Karabağ sınırlarının ötesine geçiyor. Aliyev, 2010 yılından bu yana defalarca Ermenistan topraklarından 'Batı Azerbaycan"'olarak söz ederek, Ermenistan'ın tamamen yasadışı bir devlet olduğu yönündeki uzun süredir devam eden iddialarını yineledi."
Ocampo "Amerika Birleşik Devletleri bir yüzyılı aşkın süre bu konu hakkında sessiz kaldı ve bu sessizliğin acı sonuçları oldu. Geçen kış başlayan ve şimdi daha şiddetli bir aşamaya giren yeni soykırımın durdurulması için bugün Ermenilerin Biden dahil dünya liderlerine ihtiyaçları var."
Bir dönüşüm içerisinde mutlak, kati, kesin yıkımın dönemeçleri arşınlanıyor. Temel yaşam hakları, barınma ve beslenme gibi konuların toptan taca atıldığı, yaygın medyanın her Ermeni’yi, ister sınır içinde burada kalan, ister Artsakh, Nagorno Karabakh’da kalan isterse de bilfiil Azerilerin yeni icadı Batı Azerbaycan söylemine kurban edilmek istenen o Ermenistan’da olsun hayattan kazılmasının gerektiğine dair yorumlar varken hangi sorun tükenir, hangi yıkıma dur denilebilir ki? Xocalı kırımının onlarca katı insanın can verdiği, Bakü / Sumgayit pogromunun Ermeni kimliğini misal toptan Azerbaycan’dan silip attığı bir zeminde onca yaşanmışlık, toprağa düşen Ermeni’yi saymadan binlerce öz Azeri, Taliş vesair halktan olanın ölümlerini bilmeden, sayıları göz ardı edip, Turancılık hayalleriyle kime ne iyilik getirilebilecektir? Baş efendinin zıvanadan çıkmış gibi saydırıp döktürdüğü Artsakh Ermenilerine yönelik düşmanlaştırıcı tavır, açık aleni Ermeni kimliğine yönelik “çeteci”, “çapulcu” benzeri yakıştırmalarla şuralarda kapı komşunuz olanlar da dahi ötekileştirilirken kim sonlandıracaktır yıkımın parametrelerini nasıl?
Bırak Ermeni’yi bir kenara, Azerbaycan’da savaşa karşı çıktıkları için otuz gün gözetim / tutsak kılınan “Amrah Tahmazov, Nurlan Gahramanli, Afiaddin Mammadov, Nemat Abbasov, Emin Ibrahimov’da” mı bir şeyler anlattırmaz. Halen mi anlaşılmaz. Yönelimin, bir gelecek tahayyülünün toptan çürümeye teslim edildiği zamanlardayız yine, yeniden. Modern ülkenin yeni yüzyılı derken 1915’in karanlığını bir kere daha imal ederek, aynı hattın üstünde yürüyerek bir yarın bina etmeye çalışılıyor. Ahlar biriktirmiş bir coğrafya, bir kere daha kanla, canla sınansın isteniyor. Küçük tefek, yoksun ama bir biçimde modern olanın kıyısında kendi ritmini yakalamış olan bir hayat imecesinin köküne kibrit suyu döküldü, dökülüyor. Amaras Manastırı gibi beşinci yüzyıldan bu yana varlığını sürdüren bir kalıt, yapıt, okulun, Ermeni dilini var eden Mesrop Maştots’un izlerini / var ettiği onca değeri kim sahiden talan edebilir ki? Böyle açık bir kırım / imha tahayyülü karşısında hayatı Türkçe, Ermenice savunamadıkça hiçbir yarın iyilik getirmeyecektir sahiden bunu anlıyor musunuz? Bu da sizlere bir şey ifade etmiyor mu...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Siranush SARGSYAN – From Shelters In Stepanakert 9/20/2023 – Associated Press
0 notes
haberyeri · 3 years
Text
Faik Öztrak: "İçişleri Bakanı bu kumpasta rol aldığını itiraf etti"
Tumblr media
Faik Öztrak: "İçişleri Bakanı bu kumpasta rol aldığını itiraf etti"CHP Sözcüsü Faik Öztrak, düzenlediği basın toplantısında gündeme ait açıklamalarda bulundu. Öztrak'ın açıklamasından öne çıkan satır başları ...CHP Sözcüsü Faik Öztrak, düzenlediği basın toplantısında gündeme ait açıklamalarda bulundu.Öztrak'ın açıklamasından öne çıkan satır başları:Türkiye’miz olağandışı günlerden geçiyor. Bir yanda giderek derinleşen “devlet krizi”, Başka yanda “ekonomik kriz” yaşıyoruz. Bir de bunların üzerine binen, pandemi ve aşılama sürecindeki belirsizlikler milletimize her gün ağırlaşan bir buhran yaşatıyor.Mayıs ayının artık son günlerindeyiz. 1 Haziran’da, Yeni bir açılma periyoduna girilmesi bekleniyor. Esnaf dükkânını 1 Haziran’da nasıl açacak? Hafta sonlarında konuta kapanma bitecek mi? Yiyecek içecek servisi nasıl olacak? Esnaf hala bilmiyor.Bu belirsizlik hem esnafı hem de çalışanlarını büyük külfete sokuyor. Ortada bu meçhullüğü giderecek, rastgele bir plan, program, açıklama yok.Esnaf, Erdoğan Şahsım Hükümeti’nin keyfini bekliyor. Salgının başında tüm aşı stratejisi, Çin aşısı üzerine kurulmuştu. Nisan’da da yerli aşı gelecekti. Çin aşıları gelmedi, yerli aşıda tarih tutmadı. Yeni umut Alman aşısı oldu.'BİZ ARTIK SİZİN YALANCI ÇOBAN TAKTİKLERİNİZE KANMIYORUZ'“Neden aşı çeşitlendirmesi yapmıyorsunuz?” Diye sorduğumuzda, Sıhhat Bakanı, Alman aşısının güvenilirliği konusunda kuşkularını açıklamıştı. Amerika, Avrupa, Japonya, Kanada geçtiğimiz yıl ortasında, Almanya’dan aşı siparişi verirken, Erdoğan Şahsım Hükümeti seyretti. “Çin” dedi, “Yerli aşı” dedi, bekledi. Beş ayı yok yere kaybettik. Sıhhat Bakanı hala aşı değil, sayı yağdırıyor. 120 milyon doz Biontech, 100 milyon doz Sinovac, 50 milyon doz Sputnik…Sayın Bakan hiç kusura bakmayın. Biz artık sizin yalancı çoban taktiklerinize kanmıyoruz. Biz, sizden sayı değil. Önemli bir aşı takvimi bekliyoruz. 50 yaş, 40 yaş, 30 yaş, 20 yaş ne vakit, Hangi tarihlerde aşılanacak?Hem lebalep kongreler, Hem de aşı tedarikindeki gecikmeler yüzünden, Pek çok can kaybettik. Yüzbinlerce esnafımızın maddi kayıpları, Ölçülemeyecek kadar büyük.Turist gelsin diyerek, Ulusal haysiyet ve erdemimiz bile yok sayıldı. Milletimiz, öz yurdunda parya yerine kondu. “Ben aşı oldum, sen eğlen” maskeleri hazırlandı.Ama beceriksizlikleri diz boyu… Dünyayı ikna edemiyorlar.İngiltere’nin kırmızı listesindeyiz. Rusya turist göndermiyor. Naz yapıyor. Almanya’dan aşı aldık. Fakat Alman Dışişleri Bakanı ülkesindeki olayların yarısının, Türkiye kaynaklı olduğunu söylüyor.'MUHALEFETE KUMPAS KURUYORLAR'Milletin sesini duyurmaya çalışan tarafsız basına her türlü şiddeti ve baskıyı uyguluyorlar. Milletin kederini anlatan muhalefete kumpas kuruyorlar, Sonra da pişkin bir halla “bu daha başlangıç” diyorlar. Kendi partilerinin genel başkanlığını Ve başbakanlık yapmış bir siyasetçiyi polis zoruyla meclise sokmuyorlar. Ülke askeri darbeden daha beter bir sivil darbe vesayetiyle karşı karşıya.Bu vesileyle bir sefer daha açıkça söylüyoruz: Cumhuriyet Halk Partisi, her türlü darbeye karşıdır, karşı olmuştur. Biz, darbenin postallısına da mokasenlisine de karşıyız. Bu ülkede darbelerin gerçek mağduru her vakit Cumhuriyet Halk Partisi olmuştur.CHP bu ülkede ne vakit iktidara yürüse, önü darbelerle kesildi. Mal varlıklarına el kondu, yöneticileri mahpuslara atıldı. Kimse tarihi ve hakikatleri çığırtkanlıkla tahrif etmeye kalkmasın.Bu vesileyle Başbakan Adnan Menderes’i Bakanları Fatin Rüştü Güçlü ve Hasan Polatkan’ı Bir kez daha rahmetle anıyoruz.Dünyadaki en güçlü iştirak cürüm iştirakidir. Hata ortakları birbirlerine göbekten bağlıdır. Birbirlerine mecburdur. Erdoğan Şahsım Hükümeti’ni açıkça destekleyen, onun hakka, hukuka muhalif davranışlarına karşı çıkanları alenen tehdit eden, hükümetin kendisine polis muhafazası verdiği, bir organize cürüm örgütü elebaşı, bir aydır tefrika halinde, birlikte yol yürüdüğü eski yol arkadaşlarını, ve bir kadro kirli ilgileri deşifre ediyor.'ONU AZİZ DİVAN ÖNÜNE ÇIKARIRDI'Bu türlü bir durumda, olağan işleyen bir demokraside, tarafsız Cumhurbaşkanı çıkar, tüm siyasi parti önderlerini bir masa etrafında toplar, siyasetin neleri yapacağını o masada kararlaştırırdı. Siyaset kurumu evvel kendi göbeğini kendi keser, parlamentoda bir soruşturma kurulu kurar. Kirlenmiş bir üyesi varsa, onu büyük divan önüne çıkarırdı.Yargı, yargı üzere davranır, soruşturmasını yürütür, Yargıçlar de son kelamını söylerdi. Siyasetin ve yargının eforunu gören millet de “Şeriatın kestiği parmak acımaz” kederi. Bu ülkede bundan 25 yıl evvel Susurluk Skandalı patladığında, merhum Demirel tüm siyasi parti önderlerini, bir masa etrafında toplamıştı.Kazadan; 4 gün sonra devrin İçişleri Bakanı hakkında gensoru verilmiş, 5 gün sonra bakan istifa etmiş, 8 gün sonra soruşturma başlatılmış, 9 gün sonra da TBMM’de Araştırma Komitesi kurulmuştu. Susurluk’un üzerinden çeyrek asır geçti. Erdoğan’ın tek kişilik vesayet rejiminde bu adımların hiçbiri atılmadı. Erdoğan, argümanların ortaya atılmasından 24 gün sonra, İçişleri Bakanı’na sahip çıktı.AK Parti Genel Lideri Erdoğan, Yeniden Cumhurbaşkanı Erdoğan olamadı. Bu ülkede en büyük açığın, tarafsız Cumhurbaşkanı açığı olduğunu, bir defa daha gösterdi.Erdoğan kendi koltuğunu tekrar milletin hakkının, hukukunun önüne koydu. Erdoğan Şahsım Hükümeti, Millet iradesinin tecelligâhı TBMM’nin önünü bir sefer daha tıkadı. Meclisin kontrol vazifesini tekrar engelledi. Ulusal iradeden kaçtı.Mafya-Siyaset eksenindeki tezlerin, TBMM’de araştırılması için verilen önerge, AK Parti ve MHP milletvekillerinin oylarıyla reddedildi. Ne acıdır ki Türkiye’de hükmet, meclisten, ulusal iradeden kaçarken, Yavru Vatan Kıbrıs, Bizdeki bu olayların kendini alakadar eden kısmının soruşturmasını kendi meclisinde yapmaya hazırlanıyor.KKTC Parlamentosu, Kutlu Adalı cinayeti ile ilgili son savları araştırmak için, Oy birliğiyle bir Araştırma Komitesi kurdu. Dikkat edin bu soruşturmanın akabinde mafya dedikleriniz, Kabahat örgütü önderi dedikleriniz, istihbarat elemanı çıkmasın. Bu rezalet kolay kolay temizlenmez.Artık bu tablodan kim hicap duymalı? Elbette Erdoğan’ın vesayetine boyun eğen AK Parti ve MHP milletvekilleri hicap duymalı.'ADLİYEYE “DOSYAYI KAPATIN” DİYE TALİMAT VERMEKTİR'Bu ucube sistemi milletin başına bela eden cürme ve çamura batmış, Cumhur ittifakı hicap duymalı. Erdoğan, olayı meclisten kaçırırken bir de. “Her şey yargı tarafından araştırılıp, tüm palavralar, iftiralar ortaya dökülecektir” diyerek, Yargıya açıkça talimat verdi.Daha yargı argümanları araştırmadan, soruşturmadan bunlara Cumhurbaşkanının “yalan” ve “iftira” demesi, Vesayeti altındaki adliyeye “Dosyayı kapatın” diye talimat vermektir.Bu dakikadan sonra, Yargıdan bağımsız ve tarafsız bir karar beklenebilir mi? Elbette beklenemez. Yaşananlara bakınca ister istemez, O meşhur kelam akla geliyor: “Bir ülkede cürmü açığa çıkarmak hata kabul ediliyorsa, Bilin ki hatalılar yönetimdedir”Ancak kimse hukuku guguk yapan, Milletin cebini boşaltan bu davanın mahşere kalacağını sanmasın. Bugün değilse yarın, Bizim iktidarımızda devlet yine hukuk devleti olacak. Bu cürufu, kirliliği temizleyeceğiz.Tabi cürüm örgütü elebaşına, televizyonlarda karşılık yetiştirmeye çalışan İçişleri bakanının itirafları, AK partinin nasıl hengameli bir mesken olduğunu da ortaya koydu. AK Parti’de herkes, Birbirine kumpas kurmuş. Bu ülkenin seçilmiş başbakanının altından, Hem AK Parti Genel Başkanlığı, hem de başbakanlık koltuğu kumpasla çekilip alınmış,'İÇİŞLERİ BAKANI BU KUMPASTA ROL ALDIĞINI AÇIKÇA İTİRAF ETTİ'Bugünkü İçişleri Bakanı bu kumpasta rol aldığını açıkça itiraf etti. Kumpasın öbür aktörleri kim? Damat ve Binali Yıldırım. Kumpası kuran kim? Erdoğan. Saray entrikalarıyla ulusal iradeye darbe nasıl yapılır, bunun kitabını yazmışlar. Brezilya dizilerindeki entrikalar, bunlarınkiler yanında temiz kalır. Bunların gözü dönmüş, mafyaya bile kimi roller verilmiş. Kapısı çalınan mafya artık İçişleri bakanına racon kesiyor. İçişleri Bakanı, kendi hükümetine racon kesiyor. Hükümetin küçük ortağı, büyük ortağa racon kesiyor. Tüm bu raconlara maruz kalan Erdoğan da çıkıyor. Millete ve Millet İttifakı’na racon kesmeye, millet İttifakı’nı tehdit etmeye kalkıyor.SEÇİM DAVETİArtık vatandaşlarımız Erdoğan hükümeti ile vedalaşmaya hazırlanıyor. İnsanlarımızı birleştirmeye hazırız. Daha çok demokrasiye hazırız, farklı fikirlere hürmet duymaya hazırız. Yol bulmak kolay, gönül bulmaya hazırız. Vakit, tertemiz insanlarımızın inancına ihanet etmiş bu iktidara, veda etme vaktidir. Genel Liderimizin söylediği üzere: vakit tamam! Seçim vaktidir bu vakit. Sandıktan kaçma, milletten korkma Erdoğan. Hiciv, Basın duyurusu Read the full article
0 notes
karamanvitrin · 3 years
Text
Korona virüs cezaları için yasa teklifi
Korona virüs cezaları için yasa teklifi
Sözcü’den Başak Kaya’nın haberine göre, korona virüs tedbirlerine uyulmadığı için kesilen cezalar ağır oldu. Denize giren, evi olmadığı için sokakta yatan ya da maskesini kısa süre çene altına indirdiği MOBESE kamerasından tespit edilen vatandaşa 3 bin lirayı aşkın miktarlarda ceza kesilmeye devam ediliyor. Maçlarda ve AKP kongrelerinde ve gösterilerde lebalep biçimde bir araya gelip, maske…
View On WordPress
0 notes
mektupgazetesi · 3 years
Text
0 notes