Tumgik
#klasik evrim teorisi
hudaicakmak · 2 years
Text
Tumblr media
KLASİK EVRİM - SENTETİK EVRİM
Darwin’in klasik evrimi diğer nesillere aktarılmayan fenotip mutasyonları temel aldığı için çürüdü, geçerliliği kalmadı. Yerine genetik faydalı mutasyonları temel alan “sentetik teori” getirildi. Fakat pek çok evrim taraftarı bunu dahi bilmiyor.
Getirildi ama en küçük bilimsel değerliliği olmayan fenotip mutasyonları temel aldıkları için çürümüş, kokuşmuş, geçerliliği kalmamış bu nedenle doğruca bilimin çöplüğüne boylaması gereken iddialar hala evrime kanıt diye gösteriliyor ve insanlar aldatılıyor.
Günümüzde geçerli olan sentetik teoriye göre evrim kanıtları “faydalı ve genetik” mutasyonları temel almalı, gen havuzlarına eklemeler yapıp zenginleştirmeli, diğer nesillere aktarılıp biriktirilmeli, her türe özel olan gen havuzları ana şablonunu bir başka türe doğru değiştirip yeniden örgütlenmeli diğer ifade ile türlerden türlere geçişe neden olmalıdır.
Sentetik teorinin temeli olan bu öngörü şu yönlerden geçersizdir.
a)-Genetik mutasyonların büyük bölümü eşeyli üreme sırasında yok olur. Türler var oldukları ilk anlardaki yapılarına dönerler. Bilimde buna “ıraya dönüş” deniyor.
c)-Genetik mutasyonların tümü az ya da çok zararlıdır. Her hangi bir nedenle diğer nesillere aktarılır ise gen hastalıklarına neden olurlar.
d)-Hastalıklar evrim değil tersinimdir.
e)- Türler arası yalıtım vardır. Türlerden türlere geçiş imkansızdır.
2 notes · View notes
hetesiya · 1 year
Text
Blok Evren Nedir? Geçmiş ve Gelecek de "Şimdi" Kadar Gerçek Olabilir mi? - Evrim Ağacı
Blok Evren (veya "sonsuzculuk" / "eternalizm"), geçmiş, şimdi ve gelecek kavramlarının eşit derecede gerçek olduğunu savunan bir zaman felsefesidir.[1] Bu görüşe göre yaşanmış olaylar da yaşanacak olaylar da tıpkı şu an içinde yaşayan bizlerin deneyimlediği kadar "gerçek" olaylardır (yani geçmiş ve gelecek de şimdi gibi "vardır").[2] Einstein'ın Özel Görelilik Teorisi ile hayatımıza giren, zamanın ontolojik doğasına yönelik bu yaklaşıma (ve varyantlarına) Zamanın B Teorisi de denmektedir.
Bu, "şimdicilik" ("presentizm") olarak da bilinen "Büyüyen Blok Evren" fikriyle çelişmektedir.[3] Bu görüşe göre sadece "şimdi" gerçektir: "Geçmiş", yaşanmış ve bitmiş olaylara dair anılarımızdan, "gelecek" ise yaşanacak olan olayara dair farkındalığımızdan ibarettir. Bu görüşe göre geçmiş ve gelecek, "şimdi" gibi gerçek değildir. Newtoncu klasik fizikte yaygın olarak kabul gören bu yaklaşıma (ve varyantlarına) Zamanın A Teorisi de denmektedir.
0 notes
yorgunherakles · 5 years
Text
Tumblr media
9 notes · View notes
mantikutayr · 5 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
simülakr: bir gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünüm. 
simüle etmek: gerçek olmayan bir şeyi gerçekmiş gibi sunmak, göstermeye çalışmak.
simülasyon: bir araç, bir makine, bir sistem, bir olguya özgü işleyiş biçiminin incelenme, gösterilme ya da açıklanma amacıyla bir maket ya da bir bilgisayar programı aracılığıyla yapay bir şekilde yeniden üretilmesi. 
hakikati gizleyen şey  simülakr değildir. çünkü hakikat, hakikat olmadığını söylemektedir.  simülakr hakikatin kendisidir. - ekleziyast 
‘’deliyi bu kadar iyi taklit edebilen biri herhalde gerçekten delidir.’’
simülasyon filmi vardı, ‘truman show’ da olur. 
cyberpunk desek daha doğru, siberpunk ya da siber çılgınlık, “yüksek teknoloji, düşük yaşam”
elon musk teorisi be ne baudrillard 
david Icke: ‘’kontrolü ele almalıyız’’ diyor. 
evrim ağacı  teoriye iman ediyor?
michael talbot holografik evren diye kitap bile yazdı. 
daha geleneksel: beyindeki evren gerçeği hulusi amca bunu yıllardır anlatıyor. 
konuyu kuantum mekaniği ve düşünce gücüne bağlıycam bi dk. 
postmodern?
matrix, mağara alogorisi, disneyland, üst akıl derken..
gerçeğin stratejisi 
‘’mutlak bir gerçeklikten söz edebilmek ne kadar güçse, bir ilizyon üretiminden söz etmek de o kadar güçtür. ilizyondan söz edebilmek imkansızdır, çünkü artık gerçek diye bir şey yoktur. gerçek ortadan kaybolmuştur. günümüzde saldırgan bir görünüm arz eden parodi, hipersimülasyon ya da similasyon polinik tartışmalara yol açmaktadır.’’
‘’çağımıza özgü temel bir hastalık varsa: gerçeğin üretimi ve yeniden üretimi denilen şeydir.   ..maddi üretim bizzat kendisi günümüzde hipergerçek bir şeye dönüşmüştür.’’   
‘‘simülasyonun ulaşabileceği en üst aşamanın adı nükleer tehlikedir.’‘
‘‘suda yansıyan görüntüsünü izleyen narcissus’tan bu yana, gerçekliği yaşandığı anda tüm o canlılığıyla hemen o an kaydedilebilme düşü bugünlere kadar sürüp gelmiştir. gerçeği dondurabilmek amacıyla kaydetmek. kaydedilmiş ölü ikizini saklamak. tanrı kendi yarattığı kulların üzerine nasıl eğiliyorsa siz de hologramınızın üzerine o şekilde eğiliyorsunuz..’‘
‘‘klasik (hatta sibernetik) bir perspektiften bakıldığında teknoloji, vücudun bir uzantısıdır. işlevsel açıdan insan organizmasının daha karmaşık hale getirmiş bir biçimi olan teknoloji doğaya kafa tutmaya ve üstünlük taslayıp onu egemenliği altına almaya çalışmaktadır.’‘
‘‘anlamı kurtarabilmek artık imkansız bir şeydir. böyle olmasında yarar vardır, çünkü anlam da ölümlü bir şeydir. oysa aydınlanma çağı’nın egemenliğini sürdürebilmek amacıyla o kısa süreli egemenlik dönemi boyunca ortadan kaldırılmaya çalıştığı görünümler bu anlam ya da anlamsızlık nihilizmine karşı bağışıklık kazanmış gibidirler.  ayartma da zaten tam bu noktada devreye girmektedir.’’
14 notes · View notes
INDEPENDENT-TÜRKÇE'NİN MÜSLÜMANLARA EVRİM TEORİSİNİ KABUL ETTİRME TAKTİĞİ
Tumblr media
Independent-Türkçe’nin Müslümanlara Evrimi Kabul Ettirme Taktiği Deşifre Oldu...
İngiliz yayın organı Independent'ın Türkçe versiyonunda  31 Mayıs 2020 tarihinde “Evrim ve din birbiriyle çelişir mi?” başlıklı bir makale yayınlanmıştır. Makalede, evrimci düşünceyi Müslümanlara kabul ettirmek için 9. Yüzyılda yaşamış Arap kökenli edebiyatçı yazar El-Cahiz, “biyolojik evrim teorisinin esas kurucusu” olarak tanıtılıyor ve sözde örnek alınması gereken bir “İslam alimi”ymiş gibi övülmektedir.
Evrim teorisi bilimin her dalında olduğu gibi özellikle paleontoloji alanında büyük darbe yemiştir. Sayın Adnan Oktar’ın seri şekllinde yayımlanan Yaratılış Atlası adlı eserinde fosiller kapsamlı bir şekilde sergilenerek canlı türlerinin ilk ortaya çıktıkları halleriyle çağlar boyunca sabit kaldıkları ve değişmedikleri sayısız örnekle kanıtlanmıştır. Bu durum paleontolojide “staz”, yani türlerin değişmemesi olarak bilinen bir gerçektir. Bununla birlikte tesadüflerle cansız maddelerden canlılığın ortaya çıkamayacağı, canlılığın yapıtaşı tek bir proteinin tesadüflerle ortaya çıkamayacağı da ispatladığımız bilimsel bir gerçektir.
Ne var ki, kitlelerin aydınlanması ve evrim teorisine inananların neredeyse kalmaması karşısında evrim taraftarları dogmalarını kabul ettirmek için klasik aldatmaca yöntemlerine tekrar başvurmak zorunda kalmışlardır: İslam dininin evrim teorisine karşı olmadığı kandırmacası. Bu konuda Sayın Adnan Oktar’ın KURAN DARWINİZM'İ YALANLIYOR adlı eseri bu aldatmacaya detaylı bir cevap olarak yayımlanmış, hatta CNNTurk ve HaberTurk TV’deki canlı tartışma programlarında arkadaşlarımız, evrimci ilahiyatçıları Kuran’dan ayetlerle ve güncel bilimsel delillerle çürütmüş, iddialarını en uygun şekilde cevaplamışlardı.
Independent haber sitesi tüm bunlara rağmen, Evrim teorisinin ilk olarak İslam dünyasından çıktığını öne sürerek Müslümanların bu teoriyi kabul etmesi gerektiğini savunmaktadır. Oysa bu çok mantıksız bir önerme şeklidir. Çünkü hem referans verdiği yazarlar din alimi değildir, hem de bahsi geçen eserlerin günümüzde bilimsel bir değeri tabi ki artık kalmamıştır. Bununla beraber, makalede başka pek çok gerçek dışı, çarpık bilgiye de yer verilmiştir. Aşağıda bu hatalı anlatımları cevaplarıyla bulabilirsiniz.
Evrim Teorisinin Esas Kurucusunun El-Cahiz Olduğu İddiası Yanlış Bir Bilgidir
Makalede 9. yüzyılda yaşamış olan Arap kökenli edebiyatçı, hicivci, araştırmacı yazar El-Cahiz evrim teorisinin ilk ortaya atan kişi ve evrimci fikirlerinin kabul edilmesi gereken bir “İslam alimi” olarak tanıtılmaktadır. Ancak burada bir kelime oyunu vardır; Herhangi bir konuda bilgili olmak ayrıdır, din alimi olmak ise apayrıdır. İslam dünyasından çıkan her yazar İslam alimi yani “din alimi” olmaz. Bugün Hristiyan çoğunluğu barındıran Avrupa topraklarında ateistler de vardır, deistler de. Nasıl ki Hristiyan isim taşıyan her kişi Kilise ve Hristiyanlık adına konuşmuyorsa, Arap topraklarından çıkan her araştırmacı-yazar da İslam alimi kabul edilemez. Bu yüzdendir ki, El-Cahiz’in İslam alimi olarak tanıtılması yanlıştır, art niyetlidir. El-Cahiz pek çok konuda kitaplar yazmış, Basra doğumlu tanınmış bir Arap edebiyatçısıdır, dindar ve bilim adamı bir kişiliği ise yoktur.
Tumblr media
9. YY.da Yaşamış Bir Arap Edebiyatçısı EL Cahiz
Söz konusu makalede El-Cahiz dünya tarihinde ilk olarak evrim teorisini ortaya atan kişi olarak tanıtılmıştır. Bu tamamen yanlış bir bilgidir, evrim teorisini ilk olarak El-Cahiz ortaya atmamıştır. Bu anlatım evrimci felsefeyi Müslümanlara hoş göstermeye çalışan, tarihi gerçeklere tamamen ters bir iddiadır. Sayın Adnan Oktar’ın pek çok eserinde de delillendirdiği üzere, evrim teorisi ilk kez Darwin tarafından da ortaya atılmış bir iddia değildir. Her şeye muktedir, yoktan var eden Allah’ın varlığının reddi, insanlık tarihi kadar eskidir. Allah’ın varlığının inkarı, söz konusu inkarcılar için başka sahte güçler bulmayı gerektirmiş, bu da onları doğadaki nesnelere güç atfetmek gibi bir mantıksızlığa sürüklemiştir. İşte Darwinizm de çağlar boyunca Paganizm olarak bilinen putperest tabiatçılık felsefesidir.
Spontane jenerasyon, yani kendi kendine meydana gelme bu felsefenin temelini oluşturur. Kendi kendine canlanma şeklindeki anti-bilimsel inanç Allah inancının karşısında yer almış ve bir kısım materyalistler tarafından nesiller boyunca aktarılagelmiştir. Canlıların kademeli bir şekilde birbirlerinden türediği masalına yazılı haliyle Mısır hiyeroglifleri, Babil ve Sümer yazıtlarında dahi rastlanır. Eski Mısır’da canlıların Nil’in çamurlu sularında “spontan” olarak meydana geldiğine inanılıyordu. Sümerlerde ise canlılığın, aynı şekilde cansız su kaosundan kendiliğinden oluştuğu inancı vardı. Kendi kendine canlanma ve evrim fikri, silsile şeklinde Eski Yunan filozoflarına, daha sonra da Araplara kadar ulaşmıştır.
Epikür ve Lucretus evrim fikrinin önde gelen savunucuları olan Yunan felsefecilerdi. Kendiliğinden oluşum yanılgısı başta Aristoteles olmak üzere pek çok Yunanlı felsefeci tarafından destekleniyordu. Aristoteles’in anlatımıyla güya “hayvanlar, özellikle de bazı kurtlar, böcekler ve bazı bitkiler, döllenme veya benzer üreme tarzına ihtiyaç duymadan, doğada kendi kendilerine oluşuyorlardı”.
Independent makalesinde “evrimin ilk kaynağı” diye gösterilen El-Cahiz’e ait “Kitabul Heyevan” adlı hayvanlar ansiklopedisi de Aristoteles’in “Historia Animalium” (Hayvanlar Tarihçesi) adlı 550 hayvan türünü sınıfladığı ansiklopedik eserinden esinlenmiştir. El-Cahiz ve eserleri hakkındaki bilimsel bir inceleme bu gerçeği gözler önüne sermektedir:
“Câhiz, Kitâbu’l-Hayevân’ı yazarken çeşitli kaynaklardan yararlanmıştır. Bunları Arap şiirleri, haberleri, darb-ı meselleri, Kur’ân ve hadis şeklinde sıralayabiliriz. Bunların yanı sıra Câhiz, Tevrat, İncîl ve çeviri kitaplardan –özellikle Aristoteles’in kitaplarından, hayvanlar hakkındaki görüşlerinden ve ona nisbet edilen sözlerden– nakillerde bulunmuştur. Câhiz, eserinde yararlandığı kaynakları açık ve anlaşılır bir şekilde ifade etmemiştir. Bazen Arapça kaynaklara ve Aristo’nun “el-Hayevân” adlı eserine işaret etmekte, bazen de Aristo’yu “Sâhibu’l-Mantık” olarak isimlendirmektedir.” (CÂHİZ ve EDEBÎ GÖRÜŞLERİ, Dr. Mustafa AYDIN, Syf 23, İstanbul Aydın Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2018)
Görüldüğü gibi, El-Cahiz evrim fikrini ilk olarak ortaya atan kişi hiç değildir, yazdığı ansiklopedi ise Aristoteles’in hayvanlar hakkında yazdığı eserleri ve türler üzerinde yaptığı sınıflamayı temel almaktadır. Kendisi yalnızca Yunan felsefecilerin evrimci fikirlerini İslam dünyasına aktaran bir yazardır.
0 notes
yksdestek-blog · 5 years
Text
AYT Konuları — AYT Konu Dağılımı ve Müfredatı
Üniversiteye giriş sınavının ikinci aşaması olan AYT için konu dağılımını içeren bir içerik hazırladık. Aşağıda yer alan liste üzerinden güncel AYT konuları konusunda bilgi sahibi olabilirsiniz.
Tumblr media
Alan Yeterlilik Testi, eski sınav sistemine göre LYS’ye eş değerdir ve alanınızla ilgili derslerden sorumlu olduğunuz oturumdur. Sayısal öğrencileri Matematik ve Fen Bilimleri testini çözerken, Sözel öğrencisi Edebiyat ve Sosyal Bilimler testini çözmekte. Aynı şekilde Eşit Ağırlık öğrencisi ise Edebiyat ile Matematik testlerinden sorumludur.
Aşağıda yer alan listede sizlere detaylı olarak AYT konularını aktardık. AYT konularını inceleyebilirsiniz.
AYT Matematik Konu Dağılımı
Temel Kavramlar
Sayı Basamakları
Rasyonel Sayılar
Ondalıklı Sayılar
Basit Eşitsizlikler
Mutlak Değer
Üslü Sayılar
Köklü Sayılar
Çarpanlara Ayırma
Denklem Çözme
Oran-Orantı
Problemler
Fonksiyonlar
Kümeler
Permütasyon
Kombinasyon
Binom
Olasılık
İstatistik
2. Dereceden Denklemler
Karmaşık Sayılar
Parabol
Polinomlar
Mantık
Modüler Aritmetik
Eşitsizlikler
Logaritma
Diziler
Seriler
Limit ve Süreklilik
Türev
İntegral
AYT Geometri Konu Dağılımı
Üçgen
Analitik Geometri
Özel Dörtgenler
Çemberde Açı
Çemberde Uzunluk
Dairede Alan
Katı Cisimler
Noktanın Analitik İncelenmesi
Vektörler
Doğrunun Analitik İncelenmesi
Tekrar Eden, Dönen ve Yansıyan Şekiller
Uzay Geometri
Dönüşümlerle Geometri
Trigonometri
Çemberin Analitiği
Dönüşümlerle Geometri
Genel Konik Tanımı (Dış Merkezlik)
Parabol
Elips
Hiperbol
AYT Edebiyat Konu Dağılımı
Güzel Sanatlar ve Edebiyat
Metinlerin Sınıflandırılması
Şiir Bilgisi
Söz Sanatları
İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı
İslam Uygarlığı Çevresinde Gelişen Türk Edebiyatı
Halk Edebiyatı
Divan Edebiyatı
Edebiyat Akımları
Tanzimat Edebiyatı
Servet-i Fünun Edebiyatı
Fecr-i Ati Edebiyatı
Milli Edebiyat
Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı
Batı Edebiyatı
AYT Tarih Konu Dağılımı
Tarih Bilimine Giriş
Uygarlığın Doğuşu ve İlk Uygarlıklar
İlk Türk Devletleri
İslam Tarihi ve Uygarlığı
Türk-İslam Devletleri
Türkiye Tarihi
Beylikten Devlete (1300–1453)
Dünya Gücü: Osmanlı Devleti (1453–1600)
Arayış Yılları (17. Yüzyıl)
Avrupa ve Osmanlı Devleti (18. Yüzyıl)
En Uzun Yüzyıl (1800–1922)
Osmanlı Kültür ve Medeniyeti
1881’den 1919’a Mustafa Kemal
Milli Mücadele’nin Hazırlık Dönemi
Kurtuluş Savaşı’nda Cepheler
Türk İnkılabı
Atatürkçülük ve Atatürk İlkeleri
Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası
Atatürk’ün Ölümü
Yüzyılın Başlarında Dünya
İkinci Dünya Savaşı
Soğuk Savaş Dönemi
Yumuşama Dönemi ve Sonrası
Küreselleşen Dünya
Türklerde Devlet Teşkilatı
Türklerde Toplum Yapısı
Türklerde Hukuk
Türklerde Ekonomi
Türklerde Eğitim
Türklerde Sanat
AYT Coğrafya Konu Dağılımı
Doğal Sistemler
Beşeri Sistemler
Mekansal Bir Sentez: Türkiye
Küresel Ortam: Bölgeler ve Ülkeler
Ülkeler ve Uluslararası Örgütler
Çevre ve Toplum
AYT Mantık Konu Dağılımı
Mantığa Giriş
Klasik Mantık
Mantık ve Dil
Sembolik Mantık
AYT Psikoloji Konu Dağılımı
Psikoloji Bilimini Tanıyalım
Psikolojinin Temel Süreçleri
Öğrenme Bellek Düşünme
Ruh Sağlığının Temelleri
AYT Sosyoloji Konu Dağılımı
Sosyolojiye Giriş
Birey ve Toplum
Toplumsal Yapı
Toplumsal Değişme ve Gelişme
Toplum ve Kültür
Toplumsal Kurumlar
AYT Din Kültürü Konu Dağılımı
İnanç
İbadet
Hz. Muhammed (S.A.V)
Vahiy ve Akıl
Ahlak ve Değerler
Din ve Laiklik
Din, Kültür ve Laiklik
AYT Fizik Konu Dağılımı
Fizik Bilimine Giriş
Madde ve Özellikleri
Hareket ve Kuvvet
Enerji
Isı ve Sıcaklık
Elektrostatik
Elektrik ve Manyetizma
Basınç ve Kaldırma Kuvveti
Dalgalar
Optik
Kuvvet ve Hareket
Çembersel Hareket
Basit Harmonik Hareket
Dalga Mekaniği
Atom Fiziğine Giriş ve Radyoaktive
Modern Fizik
Modern Fiziğin Teknolojideki Uygulamaları
AYT Kimya Konu Dağılımı
Kimya Bilimi
Atom ve Periyodik Sistem
Modern Atom Teorisi
Kimyasal Türler Arası Tepkimeler
Kimyasal Hesaplamalar
Asit, Baz ve Tuz
Maddenin Halleri
Gazlar
Karışımlar
Sıvı Çözeltiler
Kimya ve Enerji
Tepkimelerde Hız ve Denge
Kimya ve Elektrik
Karbon Kimyasına Giriş
Organik Bileşikler
Endüstride ve Canlılarda Enerji
Kimya Her Yerde
Hayatımızdaki Kimya
AYT Biyoloji Konu Dağılımı
Biyoloji Bilimi
Canlıların Yapısında Bulunan Temel Bileşenler
Hücrenin Yapısı ve İşlevi
Canlıların Çeşitliliği ve Sınıflandırması
Üreme
İnsanda Üreme Sistemi
Kalıtım
Modern Genetik Uygulamaları
Ekosistem Ekolojisi
Dünyamız
Canlılarda Enerji Dönüşümü
Solunum
İnsan Fizyolojisi
Endokrin Sistemi
Duyu Organları
Destek ve Hareket Sistemi
Sindirim Sistemi
İnsanda Sinir Sistemi
Dolaşım Sistemi
Genden Proteine
Hayatın Başlangıcı ve Evrim
Bitkisel Dokular
Bitki Biyolojisi
Kominite ve Popülasyon Ekolojisi
Kaynak: https://yksdestek.com/yks-konu-dagilimi-tyt-ayt-sorulari/
0 notes
Text
MİMAR SİNAN ÜNİVERSİTESİ'NDEKİ YILLAR
Tumblr media
Sayın Adnan Oktar Mimar Sinan Üniversitesi'ne girdiği dönemde üniversite, çeşitli illegal Marksist-komünist organizasyonların etkisi altındaydı. Hem akademisyenler hem fakülte görevlileri hem de öğrenciler arasında saldırgan ateist ve materyalist akımlar hakimdi. Hatta, öğretim üyelerinin bir kısmı, derslerinde konuyla bağlantısız olmasına rağmen hemen her fırsatta materyalist felsefe ve Darwinizm'in propagandasını yapıyorlardı.
Sayın Adnan Oktar, dini ve ahlaki değerlerin saygı görmediği ve neredeyse bütünüyle reddedildiği, materyalist görüşün kontrolündeki bu ortamda, çevresindeki insanlara Darwinizm'in geçersizliğini, Allah'ın varlığını ve birliğini anlatmaya başladı. Üniversitenin bitişiğindeki Molla Camii'nde açıkça namaz kılan tek kişiydi.
Annesi Mediha Oktar'ın da anlattığı gibi, bu dönemde Sayın Adnan Oktar gecede sadece birkaç saat uyuyor, zamanını okuyarak, notlar alarak ve dosyalar tutarak geçiriyordu. İçinde Marksizm, Leninizm, Maoizm, komünizm ve materyalist felsefe konulu temel kitapların da yer aldığı yüzlerce eser okumuş ve hem klasik hem de nadiren okunan kitaplar üzerinde detaylı çalışmalar yapmıştır. Ayrıca, bu ideolojilerin sözde bilimsel temelini oluşturan evrim teorisi üzerine geniş çaplı araştırmalar yapmış, bu bilim dışı teorinin açmazlarını gözler önüne seren bilgi ve belgeler toplamıştır. Allah'ın inkar edilmesine dayalı olan bu batıl felsefe ve ideolojilerde yer alan çıkmazlar, çelişkiler ve aldatmacalar konusunda çok detaylı bilgi derleyen Oktar, bu bilgi birikimiyle insanları gerçeğe ve doğruya davet etmiştir. Üniversitedeki öğrenciler ve öğretim üyeleri de dahil olmak üzere herkese Allah'ın varlığını, birliğini ve Kuran ahlakını anlatmıştır. Okul kafeteryasında, koridorlarda ya da ders aralarındaki sohbetlerde, materyalizmin ve Darwinizm'in aldatmacalarını, bu ideolojilerin kaynak kitaplarından direkt alıntılar yaparak açıklamıştır. Sayın Oktar'ın bu kültürel çalışmaları büyük etki oluşturmuş, bazı öğretim görevlileri de dahil olmak üzere, çok sayıda kişinin ideolojik yapısında ve inançlarında olumlu değişiklik olmuştur.
Sayın Adnan Oktar, özellikle materyalizm ve ateizmin dayanak noktası olan evrim teorisinin çökertilmesi konusuna özel önem vermiştir. Zira, Sayın Oktar Darwinizm'in ilk ortaya çıktığı tarihten itibaren, ateist ve materyalist akımlar tarafından sahiplenildiğini görmüştür. Günümüzde de halen aynı çevreler tarafından ideolojik kaygılarla savunulduğunun ve ayakta tutulmaya çalışıldığının farkında olan Sayın Adnan Oktar, Darwinizm'in çökertilmesinin, söz konusu akımlar için büyük bir yenilgi anlamına geleceğini düşünmektedir.
Tumblr media
Sayın Adnan Oktar'ın kendi anlatımıyla Mimar Sinan yılları
MaşaAllah. Tabi, hidayeti veren Allah. Ben lise yıllarına kadar namaz kılmıyordum. Lise sonda, son yıllarında, o zaman ki devirde, genel olarak işte anarşi, terör de vardı Türkiye'de. Düşündüm Allah'ın varlığı, birliği konusunu. Marksizmi inceledim, faşizmi inceledim. Benim bulunduğum ortam zaten tam olayların olduğu ortamlardı. Ankara Siyasal, Ankara Kurtuluş Lisesi, Hukuk Fakültesi, Hacettepe benim hep bulunduğum muhitlerdi. Hep silahlı çatışmalar olur, olaylar olur, bombalamalar olur. Yani gözümün önünde insanlar dövülürdü görürdüm. Kurşunlamalar olurdu. Allah beni korudu. Hepsini yakinen gördüm. Sokakta yürüyüşler olurdu. Her görüşten insanlar yürüyüşlere katılırlardı. Büyük olaylar olurdu. Allah beni böyle bir ortamda yetiştirdi. Öyle bir ortamda kendim düşünerek bu yola girdim. Elhamdülillah. İslam yoluna, Kuran'ın yoluna tam girdim. Hatta hiç unutmam, namaza başlayacağım vakit Ankara'ya gittim, Ulus'a. Pazar günüydü hatırladığım kadarıyla. Yerde kitaplar satılıyordu böyle, küçük kitaplar. Orada satılan Namaz Hocası diye bir kitap var, küçük ince birşey. Namazı öğrenecek kişi de bulamıyordum. Soracak birini de bulamamıştım. Oradan aldım kitabı, kendimce oradan ne anladımsa onu uygulamaya çalışıyordum. Okuyup öğrenip yapıyordum. Sonra Ömer Nasuhi Bilmen'in Tam İlmihali'ni aldım. Orada tam kapsamlıydı. Böyle gece gündüz sürekli okuyordum o zamanlar. İmam-ı Gazali'nin İhya'sını aldım. İmam-ı Rabbani'nin Mektubat'ını aldım. En sonunda Said-i Nursi'nin, Said-i Nursi Hazretlerinin, Üstad Bediüzzaman'ın Risale-i Nur Külliyatı'nı aldım. O bende çok ciddi, derin etki yaptı. Çok büyük faydasını gördüm, Elhamdülillah. O arada da bilgim bir hayli arttığı için anlatacak da insan arıyordum. Ne yapayım dedim? Güzel Sanatlar Akademisi, Fındıklı. Orayı gözüme kestirdim, orası çok iyiydi. Hem Marksistlerin çok yoğun olduğu bir yer, yani tamamen onların hakimiyetindeydi, hem de sanatın kalesi. Üstad Said-i Nursi Hazretleri de, sanat, marifet ve ittifakla karşı mücadele vereceğiz diyor, ateizme karşı. Ben tam yerine gidiyorum o zaman dedim. İmtahanlarına girdim. Allah'a şükür okulu üçüncülükle kazandım o zaman. Resim imtihanlarına girmiştim. Çok beğenmişlerdi yaptığım resimleri. Hocaların biri gidip, biri geliyordu. Kara kalem güzel resim yapıyorum. Çok etkilenmişlerdi. Üçüncü olarak kazandım. Okul benim için çok uygundu. Atölye çalışması vardı, devam mecburiyeti yani o kadar kontrollü değildi. Sabahtan akşama kadardı okul. Açıktı atölye de, yani inanılmaz kolay faaliyet yaptım Allah'a şükür. Darwinizm ile ilgili kitaplar dağıttım. Tebliğ yaptım, anlattım. Okul iyice doyduktan sonra, yani kanaatim geldikten sonra, ben dedim, şimdi Felsefe bölümüne geçeyim İstanbul Üniversitesi'nin. Üniversite imtihanlarına girdim. Orası da yine ilk tercihimdi, orayı da kazandım. Orada da faaliyetlerime başladım, devam ettim. Ama baktım ki, fert fert anlatmaktansa kitap olarak anlatmak daha etkili olacak, daha geniş kitlelere yönelecek. O zaman kitap yazmaya karar verdim. Sonra işte malum biliyorsunuz bu eserler ortaya çıktı. Ben eskiden bunları tek tek belgeyle anlatırdım. Mesela Darwinizm ile ilgili belgeleri toplamıştım, dosyam vardı benim, siyah bir dosyam vardı. Onu açardım, bir bir anlatırdım. Sonra düşündüm bunlar böyle dosya ile  taşıyacağıma kitap olsun bunlar, kolay herkese de dağıtayım dedim. Sonra böyle işte çok güzel, başarılı çalışmalar oldu Allah'a hamdolsun. Ama bunların tabii tamamını yapan Allah'tır. Hepsini yapan Allah'tır. Etrafıma insanları toplayan, insanları sevdiren de Allah'tır. Çünkü mucize, yani üniversite öğrencisi bir insan, genç, yakışıklı, zengin, son derece zeki, kolej bitirmiş, iyi bir aileye mensup. Böyle bir insanı artık dünya bekliyor, dünyanın bütün nimetleri bekliyor. Ama bu insanlar benim ismimi duyarak, arkadaşları birbirlerinden haber alarak yanıma geliyorlardı. Konuşmalarımdan da çok etkileniyorlardı Elhamdülillah, belki samimiyetimi Allah vesile etmiştir. Ben hala da şaşırıyorum, yani bu kadar insanın beni sevmesi, etrafımda toparlanması, bu kadar fedakarane, bu kadar sadık, bu kadar candan, bu kadar metanetle, ki üstümüze ne kadar gelindiğini herkes görüyor.
Kırşehir Ahi TV, 15 Temmuz 2008
Tumblr media
Benim ailem laik, klasik bir ailedir. Orta halli. Ankara'da bir aile. Annem, babam, abim beraberdik, anneannem de vardı, dedem de vardı hatta birlikteydik, fakat laik aileydiler. Namaz kılan bir tek rahmetli dedem namaz kılardı. Babam bazen Cumalara giderdi. Annem namaz kılmazdı. Abim de kılmazdı. Ben lise yıllarımda, lise sonda zannediyorum namaza kendim araştırarak, inceleyerek Allah'ın varlığının açık olduğunu görerek kendim karar verdim. Ve kitaplar aldım. Çeşitli ilmihaller aldım. Ömer Nasuhi Bilmen'in ilmihalini almıştım o devirde. Said Nursi Hazretleri'nin kitaplarını aldım. Ona benzer birçok kitap aldım. Hatta Hüseyin Hilmi Işık'ın Tam İlmihali vardı, çok detaylı bilgiler bulunan bir kitap, onu almıştım. İmam Gazali'nin İhyâsını, İmam Rabbaninin Mektubat'ını, Ebu Leysi Semerkandi Hazretlerinin eserlerini almıştım. Ayrıca çeşitli eserler almıştım, yine hazır küçük kitaplar yani asrımızın alimlerinin yahut yazarlarının yazdığı kitapları almıştım.  Onları okuyarak gittikçe bilgimi geliştirdim. Sonra akademiye geldiğimde İstanbul'daki Fındıklı Güzel Sanatlar Akademisini kazanmıştım ben. Üçüncülükle kazandım orayı. Orayı kazandığımda çok da benim için güzel oldu. Yani istediğim bir şeydi zaten. Şu bakımdan okul tamamen marksistlerin kontrolündeydi. Markistlerin hakimiyeti vardı. Orada çok rahat tebliği yapabileceğimi düşündüm. Nitekim de yoğun olarak orada tebliğ faaliyetlerine başladım. Okulun koridorlarında ders aralarında hatta dersin içinde bile tebliğ faaliyetlerini yapıyordum. Bazen hocalar gelip o topluluğu dağıtıyorlardı. Atölye derslerinde özellikle hocalar müsaade etmiyorlardı. O şekilde faaliyetlerime devam ettim. Orada şu anda da ünlü olan hocalar vardı. Profesörler vardı. Onlara Evrim teorisiyle ilgili küçük kitapçıklar vardı. Evrim teorisinin geçersizliğini anlatan kitaplar. Onları dağıtıyordum. Onlardan eleştiri istiyordum. "Hocam siz bunu okuyup bana eleştirir misiniz" diyordum. Ama asıl amacım kitabı okumalarını sağlamaktı tabi. Yani eleştiriden ziyade, okuduğunda netice alacağımı biliyordum. Nitekim de öyle olmuştu. Okulda bir hayli etkili oldum. Bir arkadaş çevrem oluştu. Sonra İstanbul Üniversitesine geçtim.  Felsefe bölümüne orada da yine marksistlerin hakimiyeti vardı. Orada da o şekilde yine faaliyetlere başladım. Sonrada bu kitap çalışmalarım, bilinen bunlara başladım. Bu kitap çalışmalarına başladım halen de devam ediyor.
Al Baghdadi, 5 Ağustos 2008
Tumblr media
1979 yılında Güzel Sanatlar Akademisi'nin iç mimari bölümünü dördüncü olarak kazanmıştım. Ama işin doğrusu okula giriş amacım sadece iç mimari okumak değildi, tebliğ yapmak için çok uygun bir yer olarak görmüştüm Güzel Sanatlar Akademisi'ni. Gerçekten orası Marksistlerin kontrolündeydi, çeşitli hiziplerin kontrolündeydi, birçok sol fraksiyonun kontrolündeydi. Hemen hemen namaz kılan hiç yoktu. Yani varsa da kendini gizliyordu. Hiç ortada öyle bir kimse yoktu. Bitişikte Molla Cami vardı, ben oraya namaza gidiyordum sadece, Cuma namazlarına ve normal gün içindeki öğlen ve ikindi namazlarını orada kılıyordum, bazen de akşam namazını kılıyordum. Tebliğ için son derece uygun olduğunu gördüm ortamın, hatta derste bizim bulunduğumuz binada topluca ders yapıyorduk, orada masalarda olan öğrenciler de yanıma geliyorlardı, kalabalık oluşuyordu benim bulunduğum yerde, zaman zaman da hocalar gelip uyarıyorlardı, bu faaliyeti durdurmam için, bu tip konuşmalar yapmamam için. Fakat buna rağmen ben yapıyordum. 2 yıl, 3 yıl oradaki tebliğ faaliyetlerimden sonra 3-4 tane arkadaşım oluştu orada, çevremde. İlk çekirdek öyle oluştu. Ondan sonra yavaş yavaş gelişmeye başladı.
Çay TV, 23 Temmuz 2008
79'da akademiye gelmiştim. Güzel Sanatlar Akademisine, Fındıklı Güzel Sanatlar Akademisine. Akademinin kütüphanesi vardı. İlk orada fosil resimlerini bulmuştum. Anti-darwinist çalışma yapıyordum, ama kitaplar Darwinist  kitaplardı. Fakat yine de fosil resimlerini koymuşlar. Baktım hiç değişmemiş fosiller. Sayfalara baktım. Gerçi az sayıda koymuşlar, ama değişmemiş. Hemen okul kütüphanesinin fotokopi makinası vardı. Orada fotokopileri çıkarttım. Kendime bir dosya yaptım böyle kalınca bir dosya yaptım. Hilmi Yavuz hocamız vardı. Felsefeci, o zamanlar Marksist ve sol görüşlere sahipti, yani dine karşı bir tavrı vardı. Dine inanmıyordu. Fakat ben ona evrimle ilgili, o küçük kitapçıktan vermiştim, tartışmıştık, konuşmuştuk, anlatmıştım. Allah'a çok şükür yıllar sonra çok büyük değişiklik oldu. Hilmi Yavuz hocamız da şu an Allah'a inanan, dini savunan bir insan. Darwinizme'de karşı. Ercüment Tarcan hocam vardı. Bilmiyorum yaşıyor mu, Allah uzun ömür versin eğer yaşıyorsa. O da o zaman materyalist, Darwinist görüşe sahipti. Söylemişti, "eğer tek bir tane hücre yapsınlar" dedi. Hiç aklımdan çıkmaz, "ben kendimi okulun penceresinden aşağı atarım" dedi. Okulum penceresi de gerçi 3 metre falan ama hocamın atmasını istemem tabi oradan. Fakat çok etkilendiğini açıkça görmüştüm maşaAllah. Ben o zamanlar işte her yerden resimler topluyordum. Mesela Bilim Teknik dergisinden de Yaratılışı savunan deliler bulmuştum. Birçok şeyler, hepsini dosyalamıştım. O sayede  güzel bir çalışma yapıyordum. Fakat Allah'ın bu kadar güçlü deliller vermesi son zamanlarda, bu tabi bir mucize, yani dünyayı bu kadar sarsması, mesela Rusya'da da çok büyük netice aldık. Allah'a şükür.
Mersin TV, 5 Eylül 2008 
MUHABİR: Üç yıl boyunca Mimar Sinan Üniversitesi'nde yalnız, tek başınıza, camide tek başınıza namaz kıldınız. Bu süre zarfında herhangi bir zorlukla karşılaştınız mı? Sizi bu süre zarfında etkileyen olaylar oldu mu? Yani, insanın tek olması, tek başına bir mücadele vermesi, zannediyorum zordur, kolay olmamıştır. Biz bu konuda, sizden bilgi alalım hocam, teksiniz, mücadeleye çıktınız. ADNAN OKTAR: Tabi ilk anlatımımda mesela, birkaç kişi geliyordu sonra yine gidiyorlardı. 79,80, 81 hatta 82'ye kadar öyle oldu. Mesela, üç beş kişi geliyor, gidiyorlar, bir kişi kalıyor, iki kişi kalıyor, tabi bu kader, yani Allah'ın kaderi, ama ben gelişeceğimizi, güçleneceğimizi ve çok iyi olacağımızı tahmin ediyordum, biliyordum. Çok sabırlı olmam gerektiğine de inanıyordum. Benim çalışmalarımı yaparken, okul tamamen Marksistlerin kontrolündeydi yani bir çok sol terör örgütü ve sol fraksiyonlar orada hakimdiler. Ben okulun kantin kısmına gelip kalabalığın içinde tebliğ yapıyordum, anlatıyordum, açık bir tartışma oluyordu, yani alenen, etrafımıza toplanıyordu solcular. Fakat baktılar ki çok etkili olmaya başladım, Darwinizm'i anlatmada, materyalizmi eleştirmede, çok etkili olduğumu görünce, bu sefer çok riskli buldular. Bizim okulun atölyesindeki solcu öğrenciler, maket bıçağı oluyor, böyle maket yaparken, evet o tarz bıçaklarla onlarla geldiler ama, yani bir şey yontuyor gibi falan yapıyorlar ama yani biz tehlikeliyiz, her şey yapabiliriz mesajı vermek istediler herhalde. Burada dediler, senin bu tarz bir çalışma yapmanı istemiyoruz dediler. Ama dedim, benim dediklerim gerçek yani, eğer siz tartışamıyorsanız, liderlerinizi getirin dedim onlarla tartışalım dedim. Onu da pek kabul etmediler. Ama ben buna rağmen... MUHABİR: İlk yılları mı üniversitenin? ADNAN OKTAR: Evet ilk yılları, 79'dan 82'ye kadar. Gizli gizli yine yapıyordum yani, gizli gizli derken alenen yapıyordum. Molla Cami benim kitap depomdu. Camide bir yere gizliyordum. O minberin arka kısmında benim bir yerim vardı oraya gizliyordum kitapları. Çünkü toplu getirsem dikkat çekiyordu kitaplar. Mesela, on tane koyuyordum dosyanın içersine, benim bir siyah dosyam vardı plastik dosya. Onun aralarına yerleştiriyordum. Sakin sakin öğrencilere şunu oku, bana eleştir, eleştirisini getir diyordum, yani direk sana böyle bir kitap veriyorum seni bilgilendireyim demiyordum. Eleştirisini getir diyordum. Çok şahane tebliğ imkanım oluyordu.
Tumblr media
Sivas Sipas TV, 2 Eylül 2008
Evet, 79-80 döneminde Fındıklı Güzel Sanatlar Akademisiydi o zamanki ismi, iç mimari bölümünü kazanmıştım, okulu üçüncülükle kazanmıştım, o zaman hocalarımızdan Hilmi Yavuz vardı, ünlü felsefeci şair ve öğretim üyesiydi. Bu derslerde hocamız o zamanlarda Darwinizm'i anlatırdı, materyalist felsefeyi anlatırdı, Marksizm'i anlatırdı, savunur tarzda anlatıyordu. Ben de onun derslerine katılıyordum, ben ona bir gün Darwinizm ile ilgili küçük bir kitap verdim, "Hocam" dedim, "siz bana bu kitabın eleştirisini yapar mısınız" dedim, "memnuniyetle" dedi. 2-3 hafta kadar hocamızı takip ettim okuyup okumadığını, sonunda odasına gittim "hocam okudunuz mu kitabı?" dedim, "okudum" dedi, "kanaatiniz ne?" dedim, baktım çok etkilenmiş, üslubundan anladım, yine bir gün kapıda, çıkış kapısında arkadaşlarla beraber yolunu keser gibi oldum konuşmak için "hocam" dedim "yeni bir kafatası bulunmuş" dedim, "bu insanın evrimi konusunda konuya son noktayı koyan bir delil" dedim "ne diyorsunuz?" dedim, onu inceledi elimde o zaman fotokopi olarak yanımda dosyada gezdiriyordum, "farz edelim Darwinizm yıkıldı" dedi, ama anladım ki hakikaten kanaati gelmiş, "peki ne olur"  dedi, "ne olur böyle bir şeyde" dedi ben dedim ki "herkes Allah inancına dönülür diyor" dedim, "yani aksini savunan hiç kimse yok" dedim, ondan sonra Hilmi Yavuz hocamla biraz hafif aramız açıldı, o şeyden sonra, beni gördüğü zaman yolunu değiştiriyordu, fakat şimdi maşaAllah hem Darwinizm'e  karşı, hem dini savunur bir üslubu var, hem mukaddesatçı bir görünümü var çok, çok, çok değişti maşaAllah, demek ki o zamanki bilgiler uzun vadede etkili olmuş inşaAllah.
Ordu Kanal 52, 29 Ağustos 2008
1 note · View note
Text
ADNAN OKTARIN ÜNİVERSİTE YILLARI
Sayın Adnan Oktar Mimar Sinan Üniversitesi'ne girdiği dönemde üniversite, çeşitli illegal Marksist-komünist organizasyonların etkisi altındaydı. Hem akademisyenler hem fakülte görevlileri hem de öğrenciler arasında saldırgan ateist ve materyalist akımlar hakimdi. Hatta, öğretim üyelerinin bir kısmı, derslerinde konuyla bağlantısız olmasına rağmen hemen her fırsatta materyalist felsefe ve Darwinizm'in propagandasını yapıyorlardı.
Sayın Adnan Oktar, dini ve ahlaki değerlerin saygı görmediği ve neredeyse bütünüyle reddedildiği, materyalist görüşün kontrolündeki bu ortamda, çevresindeki insanlara Darwinizm'in geçersizliğini, Allah'ın varlığını ve birliğini anlatmaya başladı. Üniversitenin bitişiğindeki Molla Camii'nde açıkça namaz kılan tek kişiydi.
Annesi Mediha Oktar'ın da anlattığı gibi, bu dönemde Sayın Adnan Oktar gecede sadece birkaç saat uyuyor, zamanını okuyarak, notlar alarak ve dosyalar tutarak geçiriyordu. İçinde Marksizm, Leninizm, Maoizm, komünizm ve materyalist felsefe konulu temel kitapların da yer aldığı yüzlerce eser okumuş ve hem klasik hem de nadiren okunan kitaplar üzerinde detaylı çalışmalar yapmıştır. Ayrıca, bu ideolojilerin sözde bilimsel temelini oluşturan evrim teorisi üzerine geniş çaplı araştırmalar yapmış, bu bilim dışı teorinin açmazlarını gözler önüne seren bilgi ve belgeler toplamıştır. Allah'ın inkar edilmesine dayalı olan bu batıl felsefe ve ideolojilerde yer alan çıkmazlar, çelişkiler ve aldatmacalar konusunda çok detaylı bilgi derleyen Oktar, bu bilgi birikimiyle insanları gerçeğe ve doğruya davet etmiştir. Üniversitedeki öğrenciler ve öğretim üyeleri de dahil olmak üzere herkese Allah'ın varlığını, birliğini ve Kuran ahlakını anlatmıştır. Okul kafeteryasında, koridorlarda ya da ders aralarındaki sohbetlerde, materyalizmin ve Darwinizm'in aldatmacalarını, bu ideolojilerin kaynak kitaplarından direkt alıntılar yaparak açıklamıştır. Sayın Oktar'ın bu kültürel çalışmaları büyük etki oluşturmuş, bazı öğretim görevlileri de dahil olmak üzere, çok sayıda kişinin ideolojik yapısında ve inançlarında olumlu değişiklik olmuştur.
Sayın Adnan Oktar, özellikle materyalizm ve ateizmin dayanak noktası olan evrim teorisinin çökertilmesi konusuna özel önem vermiştir. Zira, Sayın Oktar Darwinizm'in ilk ortaya çıktığı tarihten itibaren, ateist ve materyalist akımlar tarafından sahiplenildiğini görmüştür. Günümüzde de halen aynı çevreler tarafından ideolojik kaygılarla savunulduğunun ve ayakta tutulmaya çalışıldığının farkında olan Sayın Adnan Oktar, Darwinizm'in çökertilmesinin, söz konusu akımlar için büyük bir yenilgi anlamına geleceğini düşünmektedir.
Sayın Adnan Oktar'ın kendi anlatımıyla Mimar Sinan yılları
youtube
0 notes
hudaicakmak · 2 years
Text
Tumblr media
CİĞERLİ BALIKLAR VE EVRİM-1
Balıklar gibi susal canlılarla karasal canlılar arasında devasa farklılıklar vardır. Balıklar karalara çıkıp karasal canlılara evrildi ise köklü değişimler geçirmeleri gerekecektir.
Balıklar karalara çıktı senaryosunun temeli olan yüzgeçler; ayaklara, bacaklara ellere, kollara; hava kesecikleri akciğerlere evrildi öngörüsü ne kadar bilimsel olabilir?
Bu soruya cevap aramadan önce ateist evrimcilerin bir türlü öğrenemedikleri, öğrenseler bile sık ve çabuk unuttukları(!) bir gerçeği anımsatalım.
Günümüzde geçerli olan sentetik evrim teorisi genotip faydalı mutasyonları temel alır.
Diğer nesillere aktarılmayan bu nedenle evrim etkisi olmayan fenotip mutasyonlar temelli Darwin’in klasik evrim teorisi artık geçerli değildir.
Evrimin temellerinden olan balıklar karalara çıktı karasal canlılara evrildi öngörüsüne kanıt diye gösterilen fenotip değişimleri temel alan hayali çizimlerin herhangi bir bilimsel değerleri yoktur.
Sadece algı oluşturma evrim denen şeyin gerçek olduğunu inandırma, insanları aldatma amaçlıdır.
Her şeyden bilimi ateizmin güdümünden kurtaralım; gerçek, tarafsız kimliğine kavuşturalım..
2 notes · View notes
kitapindiroku · 7 years
Text
Türlerin Kökeni-Manga Kitabı pdf indir pdf indir
Türlerin Kökeni-Manga Yordam Kitap, Marx’ın temel eseri Kapital’in manga (çizgi roman) uyarlamasından sonra bir başka çığır açıcı klasik olan Türlerin Kökeni’nin mangasını yayınlıyor. Charles Darwin’in büyük eseri Türlerin Kökeni, bilimde devrim yaratmış, binlerce yıllık tabuları yıkarak evrim biliminin temelini atmıştır. Aradan geçen 150 yılda, Darwin’in teorisi, yeni bulgu ve kanıtlarla güçlendi. Ama yaratılışçılık da, bilimin kanıt ve bulguları karşısında gerilemiş olsa da iddialarını sürdürmeye devam ediyor. Bu nedenle Darwin’in evrim teorisi ve temel eseri Türlerin Kökeni biyoloji biliminin alanından taşarak sosyal ve politik yaşamda yürüyen canlı bir tartışmanın ve saflaşmanın konusu olmaya devam ediyor.
Kapital Manga gibi yine Japon yayınevi East Press tarafından hazırlanan Türlerin Kökeni Manga, Darwin’in yaşam öyküsünü, Galapagos Adaları’na uzanan ünlü yolculuğunu biyoloji biliminde devrim yaratan Türlerin Kökeni ile iç içe anlatıp öyküleştiriyor.
Türlerin Kökeni-Manga Kitabı pdf indir pdf indir oku
0 notes
Text
COĞRAFYANIN ORTAYA ÇIKMASI ve GELİŞİMİ
Geçmişte coğrafya farklı kimselere farklı zamanlarda farklı şeyler ifade etmişti şimdi de farklı şeyler ifade etmektedir. Bazılarında uzak yerler ile ilgili imajlar uyandırıp, hiç kimsenin gitmediği yerlere giden cesur kaşifleri hatırlatırken; diğer bazıları içinde coğrafyacı, dünyanın en uzun nehirleri, en yüksek dağları, en büyük şehirleri hakkında ansiklopedik bilgidir. Coğrafya en eski inceleme alanlarından birisidir. İlk coğrafyacı da, diğer tarafta ne olduğunu görmek için bir ağaca tırmanan veya bir akarsuyu geçen insandı. Belki de o kişi hala coğrafyacıların sordukları o soruları kendi kendine sormuştur; orası neresi ve orada ne var? Coğrafya da temelde insanın kendi yapısında bulunan, kendilerininkinden başka ülkeler, yerler hakkındaki eski ve gidilemez merakın ürünüdür. Coğrafyanın ortaya çıkması insanoğlunun kendi çevresi ve başka yerleri tanıma merakının sonucunda olmuştur. Bu kişisel merakın coğrafya olarak nitelenebilecek çalışmalar haline gelmesi M.Ö.1.yüzyılda olmuştur. Bundan önceki çalışmalar dünyanın tanınması, ölçülmesi, tasvirleriyle ilgili genel çalışmalardı. İlk Yunan yazımlarında bu çalışmalar üç grup halinde görülmektedir: · Topografik Gelenek-yeryüzünün ve üzerinde yaşayan insanların tasviri. · Matematik ve Astronomik Gelenek-yeryüzünün çeşitli kısımlarının ölçümü. · Teolojik Gelenek-insanın yeryüzünde varoluş nedeni hakkındaki soruların yanıtlarının bulunmaya çalışılması. Topografik yazımların tümü Herodot’un (yaklaşık M.Ö.485-425) Tarihler adlı yapıtında birikmişti. Değişik yerler ve insanlar hakkındaki merak coğrafi bilgilerin artmasını sağlamıştır. Topografik çalışmaların yanında yeryüzünün ölçülmesi ve astronomi de gelişmeye başlamıştır. Tales güneş sistemini incelemiş çeşitli ölçümler yapmıştır. Pisagor dünyanın bir ateş etrafında başka gök cisimleriyle birlikte dönmekte olduğunu ileri sürmüş ve gök cisimlerinin yuvarlak olma olasılıklarının daha fazla olacağı üzerinde durmuştu. Dünyanın yuvarlaklığı Plato (yaklaşık M.Ö.427-347) tarafından derinlemesine incelenerek ortaya konulmuştur. Topografik ve astronomik hesaplar teolojik gelenekle sıkı sıkıya bağlantılıydı. Dünyanın büyük güç tarafından bir yaratılış amacı ve bir düzeni olduğu; çevrenin insan üzerinde bir etkiye sahip olduğu ve insanın da çevreyi değiştirdiği inancı vardı. Helenistik Çağın sonuna doğru, Roma İmparatorluğu’nun güçlenmesiyle coğrafi bilgiler de artmaya başlamıştı. Yunanlı Strabo’nun (yaklaşık M.Ö.60-M.S.21) dünyanın tasvirlerini içeren 17 ciltlik çalışması Geographia’nın çıkmasıyla coğrafya “kendi yaşayan ifadesi”ni bulmuştur. Bundan sonra Plinius’un (M.S.23-79) Doğal Tarih adlı çalışması önemli bir çalışmadır. Burada yerküre bir astronomik konum içinde ele alınarak “dünyanın ve elemanlarının bir dökümü” yapılmıştır. Batlamyus (M.S.90-168), Strabo ve Plinius’un çalışmalarına zıt çalışmalar yapmıştır. Çalışmasında belirli yerlerin çeşitli özelliklerinin hesaplanmasıyla ilgili matematik ölçümler (enlem, boylam vb.) ağır basmaktadır. Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden, Avrupa’da aydınlanma çağı olan 15.yy’da Rönesans çağına kadar uzun bir dönem boyunca batıda çok az coğrafi bilgi birikimi olmuştur. Bu yüzden de Batlamyus’un coğrafyayla ilgili kitabı 1406’da Latince olarak tekrar ortaya çıktığında bile hala coğrafi bilginin en yetkili tek kaynağı olarak kabul ediliyordu. Strabo ve Batlamyus’un coğrafyaları sayesinde klasik dönemin coğrafyası ortaçağda da hayatta kalabilmeyi başarmıştır. 476’da Roma İmparatorluğu’nun çöküşüyle Avrupa’da “karanlık çağ”a girmiş, coğrafyası da bundan etkilenmiştir. Birçok çalışma yok olmuş ve de tahrip edilmiştir. Doğu Asya’da ise askeri fetih amaçlı coğrafi bilgiler artmıştı. Avrupa karanlık çağı yaşarken Çin’de geniş bir coğrafi literatür birikmişti. Haritacılık da büyük ilerleme göstermiştir. İslam dininin yayılmasıyla coğrafya biliminde bir başka büyük gelenek ortaya çıkmıştı. Yunan ve Roma eserleri Arapça’ya tercüme edilmiştir. Yapılan fetihler, doğuyla ticari ilişkiler nedeniyle Çin’den gelen kültürel ve bilimsel etkiler coğrafi bilgilerin artmasını sağlamıştır. Mekke’ye yapılacak hac ziyaretleri için çeşitli bilgilerin sağlanması gerekli olmuştu. Bu sebeple sayısız rehber hazırlanmıştır. İslam coğrafyacılarının ilk çalışmaları öncekilerden yapılan alıntılardan oluşuyordu. El Mukaddisi’nin (M.S.945-988) çalışmalarıyla yeni bir bakış açısı gelmiştir. Yazdıkları tamamen kendi deneyimlerine dayanıyordu. El İdrisi (1099-1180) Avrupa hakkında bilgi toplamış, dünyanın diğer kesimleriyle birlikte bir harita hazırlamıştır. Arap gezginleri arasında en tanınanı İbni Batuta’dır (1304-1368). Hindistan, Anadolu, Batı Afrika ile ilgili tasvirleri hem çok ayrıntılı hem de çok önemlidir. İslam coğrafyacıları dünya hakkında topografik hesaplar ve kartografik tasvirler kadar, astronomik çalışmalar da yapmışlardır. 15.yy.’ın başlangıcında Avrupa’daki Rönesans ve Keşifler Çağı olarak bilinen kültürel yeniden uyanışla birlikte Avrupa tekrar coğrafi bilginin merkezi haline geldi. Araştırma ve fetihler yoluyla bilinen dünyanın sınırları iyice genişledi ve o kadar çok yeni coğrafi bilgi Avrupa’ya taşındı ki Avrupalılar bunları kataloglama ya da organize etmek için yeni yöntemler bulmaya çalıştılar. Bu sırada esas olarak Almanya’da modern coğrafya çalışmaları ortaya çıkıyordu. 1650’de Bernhard Varen’in Geographia Generalis adlı eserinin yayınlanması ile coğrafyanın şekilsel olarak sınırları belirlenmiş ve coğrafya kozmografi teriminden ayrılmıştır. 18.yy.’ın ikinci yarısında Almanya’da coğrafi uygulama ve teoride ikinci bir atılım ortaya çıktı. Anton Friedrich Bösching (1724-1793) Yeni Dünya Tasviri adlı eserinde yeryüzünün korografik ve topografik en doğru tasvirini arama çabaları göstermiştir. Bu eserdeki bölgesel tasvirlere ilk kez nüfus yoğunluğuyla ilgili istatistiklerin de katılmasıyla eser ayrı bir önem kazanıyordu. Alman filozofu Immanuel Kant’ın teorik düzeydeki çalışmaları coğrafyanın gelecekteki gelişmesi üzerinde çok etkili olmuştur. Ona göre tarih olguların zamanla ilişkili olarak incelenmesi, yani kronoloji ise; coğrafya da olguların mekanla bağlantılı olarak incelenmesi yani korolojiydi. 1802’de yayınlanan Fiziki Coğrafya adlı eserinde fiziksel coğrafyayı dış duyular, insanı da iç duyular içinde tutarak çözümlüyordu. Bu iki tür duyu yoluyla elde edilen algılar insanın dünyaya ilişkin tüm ampirik bilgisini sağlıyordu. Kant, coğrafyayı mekansal kalıpların –bir yerden diğerine olan benzerlik ve farklılıkların- incelenmesi olarak, yani bugünkü anlayışa yakın bir şekilde tanımladı. 19.yy. boyunca bilimsel coğrafya olayların dağılış nedenlerini araştırarak her zamankinden çok daha canlı bir şekilde gelişme olanağı bulmuştu. Bu sırada iki Alman bilim adamı Alexander von Humboldt ve Karl Ritter çalışmaları ile modern coğrafyanın temellerini atmış ve eski tasvirci coğrafya ile modern analitik coğrafya arasında bir geçiş oluşturmuşlardır. Humboldt, geniş seyahatler yapmış, fiziki coğrafyanın yanında, insanın ekolojik sistemin bir parçası olduğu inancını da ortaya koymuştu. Coğrafyaya asıl katkısı “neden ve etki” ilişkisine dikkat çekmesiyle olmuştur. Bazı fiziksel olayların mekansal açıklamasını araştırırken coğrafyayı keşfetmiştir. Daha çok olguların düzeni ve sınıflandırılmasıyla ilgilenmiştir. Tutkulu bir bitkibilimci olarak da coğrafyaya doğa bilimlerinin sınıflandırma yöntemini getirmiştir. Ritter, beşeri coğrafyaya bir bilim ruhu kazandırmış ve insanların mekansal davranışlarının yasalarla açıklanabileceğine inanmıştı. Tarihten esinlenmiştir. “Doğa ve Tarih” sürekli birbirine bağlanan, düşüncelerinin durmaksızın gidip-geldiği iki terimdi. 19 ciltlik muazzam eseri Die Erdkunde (Coğrafya) ile ün yapmıştır. Humboldt ve Ritter modern akademik coğrafyanın kurucusu, günümüz coğrafyasının “büyükbabaları” sayılmaktadır. 1859’da Charles Robert Darwin’in (1809-1882) Türlerin Kökeni adlı kitabının yayınlanmasıyla Humboldt ve Ritter dönemiyle bir sonraki bağlantı sağlanmıştır. Evrim teorisi 19.yy.’ın ikinci yarısı boyunca yavaş yavaş benimsendiğinde, coğrafyacılar “insanlar ve onları çevreleyen ortamlarının yüzyıllar boyunca yerden yere ve zamana göre değiştiğini, bir evrim geçirdiğini” kabul etmişler ve Darwin’in doğal seçim üzerine olan görüşlerinden de genel bir “insan-yer ilişkisi” teorisinin çıkarılabileceğini görmüşlerdi. 19.yy.sonu ve 20.yy. başlarında bazı coğrafyacılar insan faaliyetlerinin ve başarılarının fiziki çevre tarafından kontrol edildiği sonucuna varmışlardı. İnsanlar ve habitatları arasındaki çevreci determinizm olarak anılan bu yorum özellikle Amerikalı coğrafyacılar arasında 1920’ler öncesinde çok tutulmuştu. Coğrafyacı Friedrich Ratzel’in bu görüşün yayılmasında rolü büyük olmakla birlikte, çevreci determinizm en çok başka üç coğrafyacının adıyla özdeşleşmiştir:Semple, Huntington ve Demolins. Bu sırada Fransa’da çevreci determinizmden etkilenmeyen coğrafyacılar ortaya çıkmıştı. Paul Vidal de la Blache’nin önderliğindeki Fransız coğrafyacılar beşeri coğrafyada öncü çalışmalar yapmışlar ve fiziksel çevrenin insana, kendi habitatını kullanma yolunu seçebileceği çok çeşitli fırsatlar sunduğu sonucuna varmışlardı. 1920’lerde ABD’de de çevreci determinizm şiddetle eleştirilmeye ve alternatif fikirler ileri sürülmeye başlanmıştı. Deterministlerin dünyaya yalnızca bir sebep ve etki şeklinde baktıkları ve insanla çevresi arasındaki ilişkiyle ilgili sorulara cevaplarının önceden belirlenmiş ve hep aynı olduğuna işaret ediliyordu. Günümüzde de beşeri coğrafyada insan-çevre ilişkisinde başlıca iki yaklaşım açık olarak gözlenmektedir. 1.İnsanın çevre ile ilişkilerinin incelenmesi ve 2.insanın mekanı nasıl kullandığı ve düzenlediğinin incelenmesi. Bunlar, bütün unsurların birbiriyle ilişkili olduğu bir işlevsel bütünlük içindeki iki sistem ya da yapı olarak kabul edilebilirler. İnsanın çevre ile ilişkilerinin incelenmesinde, coğrafyacı, içinde insan ile çevrenin birbirini karşılıklı olarak etkilediği ekolojik sistemin şekil ve yapısını esas alır. İkincisinde, yani insanın mekanı kullanma ve düzenlemesinin incelenmesinde ise coğrafyacı bu kez insanın ekonomik, toplumsal ve siyasal faaliyetleri yoluyla birbiriyle karşılıklı etkilenme içinde bulunduğu mekansal sistemin şekil ve yapısını inceler. Yakın yıllarda insan bilimlerinin geleneksel temel bilimlerle yeniden yapılanmayı sağlayıcı bir mücadele içine girdiği gözlenmektedir. Bu coğrafyaya Schaefer (1953) ile giren ve çok taraftar bulan pozitivizm olarak anılan akımdır. Son yılların, coğrafyada da hissedilen, moda akımı post-modernizmde ise matematik kesinlik yoktur; geçmişteki görüşlerin büyük kısmını reddetmeyi içine alan bir akım olduğu için bazı bakımlardan bu terimin yeni ve farklı olan herşey için kullanılması moda haline gelmiştir. Soja (1989), Harvey (1989) ve Cooke (1990) tarafından yazılmış yakın zamanlı üç coğrafya kitabı en azından bu konudaki tartışmaların ana hatlarını çizmektedir. 1950’lerden sonra “toplumsal yapının ve insan unsurunun rolünün çeşitli yönlerden vurgulanması” olan yapısalcılık ve insan deneyimlerini göz önüne alan ve coğrafyayı beşeri bir bilim dalı olarak niteleyen hümanizm akımları oluşmuştur. Böylece coğrafya pozitivizm, hümanizm ve yapısalcılık olmak üzere üç parçaya ayrılmış oldu. Fakat coğrafyacıların çoğu kendilerini bu üç epistemolojiden birine ait gibi görmüyorlardı. 1980’lerde coğrafyanın insanla ilgili konularla açık ya da kapalı ilişkisi üzerine yorumlar artmış, 1990’larda da coğrafyacıların en tuttukları konuları doğrudan insanla ilgili olanlar oluşturmaya başlamıştı.
0 notes
fosillerindili · 10 years
Text
SIÇRAMALI EVRİM (KESİNTİYE UĞRAMIŞ DENGE) TEORİSİ
              SIÇRAMALI EVRİM (KESİNTİYE UĞRAMIŞ DENGE) TEORİSİ
          Klasik evrim teorisi canlıların kademli olarak gelişip evrimleştiğini savunur ve bu varsayımına akla, mantığa ve bilime uyan ya da uymayan pek çok kanıtlar ortaya koyar ya da koyduğunu zanneder.
      Teorinin kurucusu ve duayeni olan Darwin’inde teorisinin doğruluğu konusunda şüpheler içinde bocaladığını görürüz. (Geniş bilgi için Darwin’in şüpheleri bölümüne bakınız)
      Darwin canların evriminin kademeli olacağını ani değişimlerin mümkün olmadığını kesin bir dille ifade etmiştir.
     Teorinin elifbası durumunda olan Türlerin Kökeninde bu konuda şunları yazmaktadır.
      “Bazı eski biçimlerin bir iç güç ya da eğilimle birden bire değiştiğine örneğin kanatsızken kanatlanıverdiğine inanan kimse örneksemenin tümüne aykırı olarak birçok bireyin yanı zamanda değiştiğini nerdeyse varsaymak zorunda kalacaktır.”
      Eğer canlılar ilkelden gelişmişe doğru kademeli olarak evrimleşmiş ise (yaşamın tür ve çeşit bakımından zenginliği dikkate alındığında ve bütün bu canlı türlerinin tek bir canlı hücresinden evrimleştiği kabul edildiğinde) ilkelle gelişmiş arasında yarı ilkel yarı gelişkin ara format canlılarının bol miktarda yaşamış olması gerekecektir.
     Gelişmişlik döneminin kademeli evrim sürecine göre çok kısa olması gerektiği ve canlı ömürlerinin ortalaması göz önüne alınırsa yaşamış olması gereken ara format canlı nüfusunun gelişkinlere göre yüzlerce hatta binlerce kat fazla olması gerekir.
     Diğer ifade ile bu; ara format canlıları gelişkinlere göre yüzlerce hatta binlerce kat fazla geçmişle ilgili yaşamsal iz bırakmış demektir.
      Dünyamızda geçmiş yaşamla ilgili bol miktarda belge vardır.
     Gelişen teknolojinin ve buna paralel artan bilgi birikiminin yardımıyla geçmişte yaşamış canlılar hakkında oldukça net ve geniş bilgi edinebiliyoruz.    
     Bu bilgilerin kaynağı da fosillerdir. Bu gün dünyamız yaşamın her devrini belgeleyen fosiller kaynaklarıyla doludur.
     Fakat gariptir ki gelişkin canlılara ait bol miktarda fosil bulunmasına rağmen ara format özelliklerini taşıyan tek bir fosil dahi bulunamamıştır. (Ara formatlar bölümüne bakınız)
      Kambriyen devri fosillerinin canlı türlerinin aniden ve mükemmel olarak var edildiklerini yadsınamaz bir şekilde ortaya koyması kademeli evrimi savunan evrim teorisi savunucularını çok güç durumda bırakmış, dinsel bir taassupla savundukları teorilerini savunamaz bir duruma getirmiştir.
      Evrim teorisi savunucuları fosillerin gösterdiği gerçekleri uzun süre kabul etmeme yoluna seçmişler karşıt varsayımlarla teorilerini yaşatmaya çalışmışlarsa da sonunda mızrak çuvala sığmamış, gerçeği kabul etmek zorunda kalmışlardır.
      Fakat bu mantıktaki kişiler gerçekler tersini gösterse bile asla teorilerinden vazgeçmezler.
      Bunun nedeni de teoriden vazgeçmenin bir Var Edicinin varlığını kabul etme anlamına geleceğidir.
     Bir bakıma evrim bilimsel verilerden çok Tanrıya, Yaratıcıya ya da bunları çağrıştıran tüm varsayımlara kesin bir dille ret etme mantığı (ateizm) ve bu mantığın ortaya çıkardığı anlamsız kin ve nefret üzerine kurgulanmıştır. 
    Bir evrim teorisi savunucusu için Bir Var Edicin varlığını kabul etmektense bilimi ret etmek bahasına da olsa imkânsız kere imkânsızı kabul etmek daha kolaydır.
                                                           = = = =
       Evrim teorisi savunucuları işte bu nedenlerle teorilerini yaşatmak için yeni arayışlar içine girmişlerdir.
      Bir canlı hücresinin rastlantılarla meydana gelmesinin imkânsızlığı bilimsel yollar ve yöntemlerle kanıtlanması; teorilerinin can damarı olan bu temel konuyu; ilk canlı hücresi zeytinyağından meydana geldi, ilk canlı hücresi uzaydan geldi, bir canlı hücresinin rastlantılarla oluşma olasılığı imkansızdır hemde çok imkasnsızdır ama yinede bir kerecik ortaya çıktı gibi tezlerle açıklamaya çalışmaları bu nedenledir.
      Kademeli evrim anlayışı teorinin diğer bir can damarıdır. Fakat fosiller kesin bir dille kademeli evrimi yalanlamaktadır.
    Kanıtlar öylesine kesin ve güçlüdür ki kademeli evrimi savunmada ısrar etmenin bir anlamı kalmamıştır.
    Evrim teorisi savunucuları için (eğer teori yapay müdahalelerle de olsa yaşatılmak isteniyorsa) son yıllarda ortaya çıkan bilimsel gerçekler paralelinde yeni bir teori ortaya koymak bir gereksinim olmuştur.
     Bu nedenle içleri parçalanarak duayenleri Charles Darwin’in en çok önem verdiği kademeli evrim ilkesinden vazgeçmek zorunda kalmışlar, kademeli evrimin yerine sıçramalı evrim teorisini ortaya atmışlardır.
      Gerçekte kademeli evrim teorisinden sıçramalı evrim teorisine geçiş süreci savunucuları için hayli sancılı ve sıkıntılıdır.
       Bilindiği gibi Charles Darwin ara formatlarla ilgili fosil kayıtlarının olmadığının farkındaydı. Bu gerçeği Türlerin Kökeni kitabında pek çok defa dile getirmişti. Bütün ümidi ileriki senelerde yeterli kanıtın bulunup ortaya konulacağındaydı.  Fakat geçen yüz elli yıla yakın bir zaman Darwin’in bu umuntusunu boşa çıkarmıştır. 
      Teori savunucuları hayli uzun sayılabilecek bu süre boyunca canla başla çalışmışlar bu yolda sahtekârlık dâhil her yolu denemişler, fakat bilim dünyasının kabul edeceği kanıtı ya da kanıtları bulamamışlardır.
      İşin ilginç ve garip tarafı evrim teorisi savunucularının yaptıkları bu çalışma sonuçlarının teorinin aleyhine gelişmelere neden olmasıdır.
                                                    = = = =
       Evrim teorisinin bilimsel bir kıskaç altına alınması sonucu savunucularının yeni arayışlara girdiğini söylemiştik.
      Bu arayış içinde olan evrim teorisi savunucularından Harvard Üniversitesi paleontologları Stephen Jay Gould ve Niles Eldredge, 1970'lerin başlarında, kesintiye uğratılmış denge olarak bilinen farklı bir evrim modelini sundular.
      Bu modeli savunan bilim adamları canlı türlerinin Darwin'in öngördüğü gibi kademeli küçük değişikliklerle değil, ani ve büyük değişikliklerle oluştuğunu öne sürdüler. Bu teoriye göre sıçramalı evrimin tarihi kambriyen döneminin on milyon yıl kadar öncesidir. (Kambriyen patlaması bölümüne bakınız)
      Ancak bu model de, diğer evrim teorisi modelleri gibi birçok çelişki ve mantıksızlıklarla doludur.
      Sıçramalı evrim teorisi olarak da anılan bu evrim modeli, bugünkü haliyle, canlı popülasyonlarının çok uzun süreler boyunca değişim göstermediklerini, bir tür denge durumunda kaldıklarını kabul eder.
     Bu iddiaya göre evrimsel değişiklikler, çok kısa zaman aralıklarında ve çok dar popülâsyonlar içinde gerçekleşir.
     Popülâsyon çok dar olduğu için büyük mutasyonlar çok kısa sürede doğal seleksiyon tarafından seçilir ve böylece yeni tür oluşumu sağlanır.
      Örneğin, bu teoriye göre, bir sürüngen türü milyonlarca yıl boyunca hiçbir değişikliğe uğramadan yaşamını sürdürür.
      Ancak bu sürüngen türünün içinden bir şekilde ayrılan az sayıdaki bir grup, nedeni açıklanamayan bir seri yoğun mutasyonlara maruz kalır. Bu mutasyonların avantaj sağlayanları bu dar grup içinde hızlı bir biçimde seçilir. Grup hızla evrimleşir ve kısa sürede bir başka sürüngen türüne, hatta belki de memelilere dönüşür.
    Tüm bu süreç çok hızlı olduğu ve dar bir popülâsyonda gerçekleştiği için de, geriye çok az fosil izi kalır, belki hiç kalmaz. Ara format fosillerinin bulunamaması bu nedenledir.
      Sıçramalı evrim teorisi on milyon gibi yaşam sürecinde çok kısa sayılabilecek bir dönemde (canlılığın dünyada ilk görüldüğü tarihin üç buçuk milyar yıl önce olduğu tahmin edilmektedir) canlılar bazı güçlü mutasyonlara (örneğin bir süpernova patlamasında yayılan mor ötesi ışınlarına) maruz kalmışlardır. Bu güçlü mutasyonlar bazı canlı popülâsyonlarının evrimleşme sürecini hızlandırmıştır.
      Biraz dikkatlice incelendiğinde görüleceği gibi sıçramalı evrim teorisi gerçekte sıçramalı evrimin dar bir popülâsyonda ve kısa bir sürede gerçekleştiğini öne sürerek kademli evrim teorisini tamamen ret etmemektedir.
     Sadece kademeli evrim teorisiyle çelişen ara format canlılarına ait fosillerin bulunamaması ve kambriyen patlaması canlı fosillerini teorinin paralelinde açıklamaya amaç edinmiştir.
      Teori savunucularına töre bu görüş kademeli evrim teorisini içine düştüğü kıskaçtan kurtaracaktır. Bu bir bakıma bazı temellerini feda etmek bahasına teoriyi bilime uydurma operasyonu olmalıdır.
      Dikkatli bir okuyucu bu teorinin kanıtları değil, kanıtsızlığı kaynak gösterdiğini; geride fosil izi bırakmayacak kadar hızlı bir evrim süreci nasıl oluşabilir sorusunun evrim teorisi paralelindeki belki de tek cevabını geliştirmek için ortaya atıldığını hemen fark eder.
     Bu cevabı geliştirirken bilimsel kanıtlara gerek olduğunu görmezlikten gelir.
     Bir bakıma sıçramalı evrim teorisi de diğerleri gibi defalarca çürütülmüş temeller üzerine kurulmuştur ama bir başka bilim libası giydirildiğinde yeni diye ortaya konulmuştur.
     İhtiyar bir kadın allanıp, pullanıp yeni elbiseler giydirilerek genç kız diye yutturulmaya çalışılmaktadır.
                                                  = = = =
        Sıçramalı evrim teorisi öne sürdüğü canlılardaki ani değişimler (evrimleşme) konusunda kendince şu mekanizmaları öne sürer.
      a)Mikro evrim canlılardaki küçük değişimlerdir. Bu değişimler zaman içinde seçilip birikerek büyük değişimlere, (makro evrime) neden olur tezi kademeli evrim teorisinin en bilinen mekanizmalarından biridir.
      Böyle bir tezin doğru olabilmesi için canlılar aniden ve mükemmel olarak görülmemeli, ilkelden gelişkine doğru bir evrimleşme süreci izlebilmeli, bu da ara format canlıları olarak fosil kayıtlarında gözlenmelidir.
       Fakat çok hücreli canlılığın ilk görüldüğü uzak geçmişte (takriben beş yüz kırk milyon önce) tür, çeşit ve yapı olarak değişik, aralarında evrim yönünden ilişki kurulması mümkün olmayan pek çok canlı aniden ve mükemmel olarak ortaya çıkmışlardır. Bu canlılara ait bol miktarda fosil kaydı mevcuttur. (Kambriyen patlaması bölümüne bakınız)
      Bu canlı fosilleriyle günümüzde yaşayanları arasında herhangi bir fizyolojik farklılık da görülmemektedir.
     Diğer deyişle beş yüz kırk milyon önceki canlılarla günümüzde yaşayanlarla birebir aynıdır. Küçük farklılıklar tersinim yönündedir.
      Canlılığın ilk görüldüğü dönemlerden günümüze kadarki fosil kayıtlarında ara format özelliklerine uygun (yarı ilkel, yarı gelişkin fakat günümüzde yaşamayan bir canlı) herhangi bir fosil kaydı da yoktur. (Fosil bölümlerine bakınız)
     Eğer canlılar on milyon (bazı kayıtlarda yirmi milyon) yıl gibi yaşam sürecinde hayli kısa sayılabilecek bir süreç içinde ani değişimlere uğramış, bu nedenle ara format fosil kayıtları az olduğundan bulunamamış ise; bu canlılar anılan süre içinde büyük değişimlere neden olabilecek makro mutasyonlara maruz kalmış olmalılardır. Nitekim sıçramalı evrim teorisinin ana mantığı budur.
                                                   = = = =
       Makro mutasyonlar kısa sayılabilecek belirli bir süreçteki canlılara uygulandığından yaşam sürecinde hayli çok olan canlıların ancak bir kısmına uygulanmıştır diyebiliriz.
      Eğer bir kısım canlı popülâsyonları makro mutasyonlarla ani evrimleşme geçirmiş ise teoriye göre geçirmeyenlere üstün gelecek, doğal seleksiyon gereği hepsini hayat sahnesinden silerek dünyaya hâkim olacaklardır.
      Tahmin edileceği gibi konu döner dolaşır mutasyonlar faydalı mı zararlı mı konusuna gelip dayanır.
     Makro mutasyonlara neden olacak çok güçlü dış etkiler (örneğin bir süpernova patlamasıyla yayılan çok güçlü mor ötesi ışınları benzeri radyasyonlar) canlı DNA’larındaki genetik bilgileri kökten değiştirip, daha gelişkin canlılara ait bilgileri yeniden oluşturarak sıçramalı evrim denen olayı gerçekleştirebilir mi?
     İddia edildiği gibi bazı canlı popülâsyonlarının genetik bilgileri böyle bir değişime uygun mu?
       Bu iddia bir kaç şehre atılan atom bombalarının (örneğin Hiroşima ve Nagazaki’ye) şehirlerden birini tahrip edip, diğerini yeniden yapılandırarak modernleştirip geliştirdiğini örneğin yeni gökdelenler, yollar, caddeler, parklar..vb yaptığını iddia etmekle aynıdır.
     Çok geniş hayal gücü bile (evrim teorisi taraftarlarının akıl ve mantık sınırlarını çoktan aşan hayal güçleri hariç) böyle bir değişimin imkânsız kere imkânsız kere imkânsızlığını kabul eder; bırakınız düşünmeyi, hayal etmeyi bile bilime ihanet sayar.
     Bunun nedeni de bu varsayımın genetik biliminin tüm gözlemsel verilerine aykırı oluşudur. (DNA ve genler bölümlerine bakınız)
     Konu üzerinde birkaç bilim insanın görüşlerini de belirtelim:
     Yirminci yüzyılın ünlü genetikçilerinden Fisher'ın deney ve gözlemlere dayanarak ortaya koyduğu bir kural, bu varsayımı açıkça geçersiz kılmaktadır.
      Fisher bir mutasyonun bir canlı popülâsyonunda kalıcı olabilmesinin, mutasyonun fenotip üzerindeki etkisiyle ters orantılı olduğunu bildirir.
      Fisher bu sözleriyle Bir mutasyon ne kadar büyük olursa, toplulukta kalıcı olma şansı da o kadar azalır demektedir.
      Mutasyonlar canlıların genetik bilgisinde rastlantısal değişiklikler oluştururlar ve hiçbir zaman canlının genetik bilgisini geliştiren bir etkileri yoktur.
     Aksine, mutasyondan (hele, hele makro mutasyondan) etkilenen bireyler ciddi hastalık ve sakatlıklara maruz kalırlar. Dolayısıyla bir birey mutasyondan ne kadar fazla etkilenirse, yaşama şansı da o kadar azalacaktır.
                                                             * * * *
        Konunun önemi, biraz da karmaşıklığı nedeniyle gerçeği arayan okuyucularımızda herhangi bir tereddüde mahal vermemesi için (çünkü tereddüt şüphenin annesidir. Şüphe ise güveni yer bitirir.) konuyu biraz daha açmak yararlı olabilir.
      Fosil kayıtları farklı canlı türlerinin aniden ortaya çıktıklarını ve yüz milyonlarca yıl hiç bir değişim göstermeden yaşadıklarını göstermektedir.
     Bu da Charles Darwin’in öngördüğü kademeli evrim teorisini kesin bir dille çürütmektedir.
      Hâlbuki fosil kayıtları kademeli evrim teorisi için son derece önemlidir. Bir bakıma teorinin yaşaması fosil kayıtlarının desteklemesine, onaylamasına bağlı görünmektedir.
      Fakat fosil kayıtlarının kademeli evrimi kesin bir dille yalanlaması evrim taraftarlarının bir başka yol çizmelerine, başka varsayımlarla her ne yolla olursa olsun teoriye yaşatma girişimlerine neden olmuştur.
      Neden olmuştur ama önlerinden fosil kayıtlarının kademeli evrimi yalanlaması gibi aşılması çok zor hatta imkânsız bir engel vardır.
    Evrimcilerin temel mantığına göre gerçekler evrime uymak zorundadırlar. Uymuyorsa gerçek değildir.
      Bu mantığın ortaysa koyduğu çabalar sonucunda sıçramalı evrim teorisini ortaya atmışlardır.
       Sıçramalı evrim diğer tanımıyla kesintiye uğramış denge modelini öne süren evrim teorisi taraftarı paleontologlar, fosil kayıtlarındaki durağanlığın bir sorun olduğunu kabul etmiş ama evrim fikrinden vazgeçmeyi imkânsız gördükleri için canlıların küçük değişikliklerle değil, ani ve büyük değişikliklerle oluştuğunu öne sürmüşlerdi. Tabiki bu kademeli evrimin reddi demektir.
      Bu iddiaya göre evrimsel değişiklikler, çok kısa zaman aralıklarında ve çok dar popülâsyonlar içinde gerçekleşmekteydi.
      Bu zamana kadar canlı popülâsyonu hiçbir değişim göstermiyor ve bir tür denge durumunda kalıyordu.
      Popülasyon çok dar olduğu için büyük mutasyonlar çok kısa sürede, doğal seleksiyon mekanizması vasıtasıyla seçiliyor ve böylece yeni bir türün oluşumu sağlanıyordu.
      Gerçekten böyle bir evrimleşme oluşabilir mi? Yanıtlanması gereken gerçek soru budur.
        Evrim teorisi açısından konu öylesine açık ve önemlidir ki bu gerçeği yadsıyan hiçbir teorinin yaşaması mümkün değildir.
      Evrim teorisinin yaşaması içinde bu gerçeği yadsımayan ve hatta bu gerçekle paralel olan yeni bir teorinin ortaya konulması gereklidir.
                                                          = = = =
        Eldredge, bir başka evrimci paleontolog olan Ian Tattersall ile birlikte yazdığı bir kitapta şu önemli tespiti yapmıştır:
      -Ayrı türlere ait fosillerin, fosil kayıtlarında bulundukları süre boyunca değişim göstermedikleri, Darwin'in Türlerin Kökeni'ni yayınlamasından önce bile paleontologlar tarafından bilinen bir gerçektir.
     Darwin ise gelecek nesillerin bu boşlukları dolduracak yeni fosil bulguları elde edecekleri kehanetinde bulunmuştur.
     Fakat araştırmalarda milyonlarca fosil bulunmasına rağmen bunlardan hiç biri aranılan ara format fosili değildir.
     Aradan geçen 140 yılı aşkın süre boyunca yürütülen tüm paleontolojik araştırmalar sonucunda, fosil kayıtlarının Darwin'in bu kehanetini doğrulamadığı açıkça görülmektedir.
      Üç evrimci biyoloğun ortaklaşa kaleme aldıkları 1988 basımı Zoolojinin Entegre Prensipleri adlı kitapta aynı gerçek şöyle açıklanır:
      -Pek çok tür milyonlarca yıl boyunca hiçbir değişiklik geçirmeden kalmakta, sonra ani bir şekilde yok olmakta ve onların yerine çok farklı formlar ortaya çıkmaktadır.
     Dahası, çoğu hayvan grubu fosil kayıtlarında, tamamen şekillenmiş biçimde, aniden ortaya çıkmaktadırlar ve onların ataları sayılabilecek bir gruptan yana keşfedilmiş hiçbir ara form fosili bulunamamaktadır.
     Her ne kadar sıçramalı evrim teorisi klasik evrim teorisini düştüğü amansız çukurdan kurtarmak, bir bakıma yaşatmak için ortaya atılmış ise de; bilimsel araştırmaların verdiği sonuçlar, fosil kayıtlarındaki durağanlığa ve dolayısıyla ara form yokluğuna açıklama için bu teorinin öne sürdüğü evrimin kısa zamanlarda ve dar popülâsyonlarda gerçekleştiği iddiasını da desteklememektedir.
     Bu varsayımda diğer evrim teorisi varsayımları gibi birçok çelişki ve mantıksızlıklarla doludur.
      Öne sürülen bu teorinin varsayımına göre denge kesintisi çok dar bir popülâsyon içinde olduğundan canlı gen havuz bilgilerini etkileyen büyük mutasyonlar çok kısa sürede doğal seleksiyon tarafından seçilecek ve böylece yeni bir türün oluşumu sağlanacaktır.
                                                      = = = =
        Bilim pek çok yönlerden bu teoriyi şiddetle ret eder. Örneklemek gerekirse:
      a)-Makro mutasyonların canlılara avantaj sağladıkları ve yeni genetik bilgiler üreterek gen havuzu bilgilerini zenginleştirdikleri varsayımı bilimsel gerçeklere uymamaktadır. 
      Makro veya mikro hiçbir mutasyonlar canlı gen havuzu bilgilerini çoğaltıp zenginleştirmezler. Gerçek bunun tam tersidir. Mikro mutasyonlar az, makro mutasyonlar ise canlılar için çok zararlıdır. Ciddi sakatlıklara ya da hastalıklara diğer ifade ile tersinime yol açar.
      b)-Sayıca azlık ve dar bir alanda sıkışıp kalma hayvan popülâsyonlarına genetik yönden her hangi bir avantaj sağlamaz. Allopatrik çeşitlenmeye yol açtığından zarar verir. (Allopatrik çeşitlenme konusuna bakınız)
      Yeni bir tür oluşumunun sayıca az canlıyı barındıran bir bakıma tecrit edilmiş topluluklarda kısa zaman dilimlerinde gerçekleştiğini iddia eden sıçramalı evrim; dar popülâsyonların genetik yönden evrim teorisi için avantajlı değil, dezavantajlı olduğunun açıkça ortaya çıkmasıyla büyük bir darbe almıştır.
      Dar popülâsyonlar, yeni bir tür oluşumuna yol açacak şekilde gelişmek bir yana, ciddi genetik bozukluklar ortaya çıkarmaktadır.
      Bunun nedeni, dar popülâsyonlarda, bireylerin sürekli olarak; benzerliklerin çok, farklılıkların az olduğu, ayrıntı çeşitliliği yönünden fakir bir genetik havuz içinde çiftleşip, üremeleridir. Bu, yakın akraba evliliklerine benzer.
      Bilindiği gibi yakın akraba evliliklerinde doğacak çocukların sakat olma riski daha fazladır. Bunun nedeni de genetik benzerliklerin çok olması nedeniyle daha önceden var olan genetik rahatsızlıkların diğer nesillere aktarma olasılığının büyük ölçüde artmış olmasıdır. Görüldüğü gibi dar popülâsyon canlıların evrimini değil daha da zayıflamasına, tersinimine neden olmaktadır.
      Bilim bu gerçeği heterozigot olan bireylerin zaman içinde homozigot haline gelmeleri şeklinde açıklar.
      Bunun nedeni de normalde çekinik olan bozuk genlerin dar popülâsyonlarda baskın hale gelmekleridir.
     Böylece dar popülâsyonlar giderek daha fazla genetik bozukluk ve hastalıklar yol açar. Evrimleşme söz konusu değildir.
       Yapılan bilimsel çalışmalar sonunda elde edilen yeni bilimsel bulgular, durumu evrim teorisi lehine değiştirmemekte, aksine daha da kötüleştirmektedir.
    Bir bakıma evrim teorisinin öngörüleri ters tepmiş, tam karşıtı olan yaratılış teorisini kanıtlar bir duruma düşmüştür.
      Oxford Üniversitesi Zoolojik Koleksiyonlar Yöneticisi Fosiller ve Evrim isimli kitabında bu gerçeği şöyle kabul eder:
      -Yeni canlı kategorileri hemen, hemen tüm durumlarda fosil tabakalarında belirleyici karakteristikleri zaten mevcut olarak ve bilinen atasal grupları olmaksızın çıkar.
     Bir zamanlar evrim teorisi lehinde bir kanıt gibi algılanan fosil kayıtları, teorinin aleyhinde bir kanıt haline gelmiştir.
      Princeton Üniversitesi'nden matematikçi ve evrim karşıtı David Berlinski, durumu şöyle özetler:
      -Fosil mezarlığı boşluklarla doludur. Hiçbir paleontolog da bunu reddetmemektedir. Bu açık bir gerçektir. Darwin'in teorisi ile fosil kayıtları çelişkilidir. Kesinlikle teoriyi doğrulamamaktadır.
      Evrim teorisini ortaya atan ve evrim teorisinin üstadı Charles Darwin bakınız bu konuda ne demektedir.
      -Doğal seçmede aynı organik varlıkların durmadan yaratılması ya da onların yapılarında ani ve büyük değişiklikler olması inancını öylece kaldırıp atacaktır.
      Görüldüğü gibi Charles Darwin canlılarda ani ve büyük değişikliklerin oluşumunu kesin bir dille ret eder. Bu da sıçramalı evrim teorisinin kısa zamanlarda ani değişimleri öngören teorisiyle tam bir çelişkidir.
     Anlaşıldığı kadarıyla bazı taraftarları teoriyi yaşatmak bahasına üstatlarının en önemli öngörülerini feda etme mecburiyetinde kalmışlardır.
0 notes
hudaicakmak · 4 years
Photo
Tumblr media
KUŞLARIN EVRİMİ SAÇMALIĞI-8
Fosiller yaşam tarihinin belgeleridir.
Evrim doğru olsa idi fosillerde gözlenebilir miydi?
Darwin'in fenotip değişimler temelli klasik evrim teorisi geçerli olsaydı bu soruya evet cevabını verebilirdik. Fakat fenotip değişimler diğer nesiller aktarılamadığından evrim etkisi yapmıyor. Klasik evrim bu nedenle çöktü.
Evrim denen şey ateizm denen pagan dinin can damarıdır. Evrim çöküşü demek ateizm denen pagan dinin çöküşü demektir.
Klasik evrim çökünce yerine sentetik teori denilen yeni bir evrim icat edildi. Daha doğrusu klasik evrim eşeği başka bir renge boyanıp sentetik teori diye piyasaya sürüldü.
Sentetik evrim denen şey genotip mutasyonlarını temel alır.
Yani..
Rastlantılarla oluştuğu varsayılan bir canlı hücresinin üç beş nükleotidten oluşmuş genetik materyali zaman içinde değişip gelişerek içlerinde bitkilerin, böceklerin, hayvanların olduğu birbirlerine benzemez yaklaşık otuz milyon canlı türünün DNAsını oluşturmuş. Sentetik evrim denen şey tam tamına bunu iddia ediyor.
Bu saçmalıklar dizimini biraz açalım.
Sentetik erim denen şeye göre:
Prokaryot yapılı ilkel (!) canlılardan birisi bir benzerini yutmuş fakat hazmedememiş. İki milyar yıl sonra prokaryot hücrelerle uzaktan yakından ilgisi olmayan ökaryot hücreli canlılara dönüşmüş.
Tek hücreli canlılar çok hücreli canlılara evrilmiş,
İlk yumurta rastlantılarla oluşmuş,
Eşeyli üremeden eşeyli üremeye geçilmiş,
Bir solucandan tüm hayvanlar oluşmuş,
Bir bakteriden bitkiler evrilmiş,
Omurgasızlar omurgalı canlılara dönüşmüş
Balıkların yüzgeçleri ayaklara bacaklara ellere kollara evrilmiş,
Balık hava kesecikleri akciğerleri oluşturmuş,
Balıklar karalara çıkıp koşuşup oynaşmaya başlamış.
Soğukkanlı canlılar sıcakkanlı canlılara dönüşmüş,
Dinozorlar kanatlanıp kuş olup uçmuşlar,
İçlerinde fillerin, balinaların, mamutların, develerin, gergedanların, insanların olduğu milyonlarca memeli bir FAREDEN evrilmiş.
vb...
HEMDE GENETİK MUTASYONLARLA..
Ateist evrimciler bunlara benzeyen benzemeyen binlerce saçmalığın gerçek olduğuna İNANIYOR..
KANIT NEREDE DEYİNCE KÜFRÜN BİNİ BİR PARA..
Bu saçmalıklar çocuklarımıza bilim diye öğretiliyor.
Fosiller evrim denen şeye kanıt olmaz ama antikanıt olabilir.
Bir örnek vereyim.
Bir dinozor fosilinin karnında karga benzeri KUŞ fosilleri bulundu.
Sadece bu gerçek kuşların evrimi denen saçmalığını yerle bir eder.
Hala kuşların dinozorlardan evrildiğine inanan var mı?
0 notes
hudaicakmak · 4 years
Photo
Tumblr media
GENETİK HASTALIKLAR – EVRİM –TERSİNİM
Evrim rastlantısal değişimlerin gelişimlere neden olduğu; bu yolla düzenler, sistemler sahibi yapıların oluştuğu iddiasıdır.
Evrimin temeli bir yaratıcının olmadığı (ateizm) inancıdır.
Bir Yaratıcının olmadığını inanırsanız her şeyin rastlantılarla oluştuğunu inanmaya mecbur kalırsınız.
Değişerek gelişim termodinamiğin ikinci kanunu ile çelişir. Bu gerçek evrimi bilim dışına iter.
Termodinamiğin ikinci kanunu tersinimin temelidir.
Tersinim düzenler sistemler sahibi yapıların zaman içinde; bozulma, eskime, yıpranma; canlılarda hastalanma, yaralanma, sakatlanma, yaşlanma vb olumsuzlukların genel ifadesidir.
Tersinim evrimin tam karşıtıdır.
Biyolojik evrim rastlantılarla oluştuğu varsayılan bir canlı hücresinin zaman içinde değişip gelişerek türlerden türlere geçmesi sonucu içinde bitkiler böceklerin hayvanların bulunduğu yaşam dünyasını oluşturduğu iddiasıdır.
Darwşinin öngördüğü klasik evrim fenotip değişimleri temel alır. Fakat bu tür değişimler diğer nesillere aktarılmadığından evrime neden olmaz. 
Klasik evrim bu yönden de yanlıştır.
Günümüzde geçerli olan sentetik evrim teorisidir.Sentetik evrim teorisi genotip değişimleri (mutasyonları) temel alır.
Evrim için değişimlerin en azından bir kısmının faydalı olması gerekir ama bu imkansızdır. Termodinamiğin ikinci kanunu buna engeldir.Genetik mutasyonların tümü az yada çok zararlıdır.
Genetik hastalıklar bunun en büyük kanıtlarıdır.
Genetik hastalıklar, DNA’daki değişimler (mutasyonlar) sonucu ortaya çıkan hastalıklardır.
DNA’daki değişimler gen olarak adlandırılan nükleotid dizileri üzerinde meydana gelir. Etkilenen gen ya da genlerin işlevinde bozulmalar oluşur.
Gen ya da enlerinin yapılarındaki bozulmalar canlının yaşamsal fonksiyonlarını düzenleyen proteinlerin kodlanmasını engeller ya da  yanlış kodlanmasına neden olur. Sonuç genetik hastalıktır.
Mutasyonlar eşey hücrelerinde veya somatik hücrelerde meydana gelebilir.
Eşey hücrelerinde meydana gelen mutasyonlara germ hattı mutasyonları denir.Bu tür mutasyonlar diğer nesillere aktarılabilir. Bu durumda hastalık muhtemelen kalıtsal niteliktedir.
Somatik hücrelerde yani üreme ve farklılaşma yeteneği olmayan doku hücrelerinde meydana gelen mutasyonlar  hastalıklara yol açabilir ama diğer nesillere aktarılmaz.
Bu gün tanımlanmış yüzlerce gen hatalığı vardır.
Gen hastalıkları ortada iken faydalı mutasyonları temel alan evrimin hala bilimsel gerçek diye okullarda okutulması çocuklarımıza yalan yanlış saçmalıkları bilim diye öğretilmesi ibret vericidir.
Evrim temelden yanlıştır.
DOĞRU OLAN TERSİNİMDİR.
TERSİNİM RAHATLIKLA GÖZLENİP SINANABİLEN BİLİMSEL BİR GERÇEKTİR.
0 notes
hudaicakmak · 4 years
Text
ATEİST EVRİMCİLERE DERS.
Fenotip değişimler diğer nesillere aktarılmadığı için evrime neden olmaz.
Fenotip değişimleri temel alan klasik evrim teorisi yaklaşık seksen senen önce bilimin çöplüğüne gitti.
Günümüzde geçerli olan sentetik teori genotip değişimleri temel alır.
Hala ve hala...
kutuplarda sadece beyaz ayıların oluşu,
balinaların körelmiş ayakları,
Otuz yaş dişi,
kuyruk sokumu kemiği,
apandis,
gözlerin yapısı,
tüylerin ürpermesi vb.
saçmalıkları evrime kanıt zannedenler var.
Fosillerde evrime kanıt olmaz. Çünkü fosiller yaşamaya ve üremeye hazır halde, eksiksiz var olmuş canlılara aittir.Çünkü yarım, çeyrek, eksik.. canlılar yaşayıp üreyemezler. Bu nedenle fosil bırakmazlar.
Evrim gerçek ise kanıtları genetik mutasyonlar temelli olmak zorundadır.
 Bari bu gerçeği öğrenin.😁😁
0 notes