Tumgik
#eşeyli üreme
hudaicakmak · 2 years
Text
Tumblr media
KLASİK EVRİM - SENTETİK EVRİM
Darwin’in klasik evrimi diğer nesillere aktarılmayan fenotip mutasyonları temel aldığı için çürüdü, geçerliliği kalmadı. Yerine genetik faydalı mutasyonları temel alan “sentetik teori” getirildi. Fakat pek çok evrim taraftarı bunu dahi bilmiyor.
Getirildi ama en küçük bilimsel değerliliği olmayan fenotip mutasyonları temel aldıkları için çürümüş, kokuşmuş, geçerliliği kalmamış bu nedenle doğruca bilimin çöplüğüne boylaması gereken iddialar hala evrime kanıt diye gösteriliyor ve insanlar aldatılıyor.
Günümüzde geçerli olan sentetik teoriye göre evrim kanıtları “faydalı ve genetik” mutasyonları temel almalı, gen havuzlarına eklemeler yapıp zenginleştirmeli, diğer nesillere aktarılıp biriktirilmeli, her türe özel olan gen havuzları ana şablonunu bir başka türe doğru değiştirip yeniden örgütlenmeli diğer ifade ile türlerden türlere geçişe neden olmalıdır.
Sentetik teorinin temeli olan bu öngörü şu yönlerden geçersizdir.
a)-Genetik mutasyonların büyük bölümü eşeyli üreme sırasında yok olur. Türler var oldukları ilk anlardaki yapılarına dönerler. Bilimde buna “ıraya dönüş” deniyor.
c)-Genetik mutasyonların tümü az ya da çok zararlıdır. Her hangi bir nedenle diğer nesillere aktarılır ise gen hastalıklarına neden olurlar.
d)-Hastalıklar evrim değil tersinimdir.
e)- Türler arası yalıtım vardır. Türlerden türlere geçiş imkansızdır.
2 notes · View notes
adam-slx · 9 months
Text
cinsel içerikli yazı (muhtemelen aklınıza hangisi değil ki diye geldi, muhtemelen haklısınız) okuma süresi yaklaşık 3 dakika
aeon.co da "13 Things that don't make sense" ile alakalı bir makaleye denk geldim, seksin evrim açısından nasıl bir çelişki olduğuyla ilgili bir paragraf vardı. "şöyle bir durum var: eğer bir canlı, kendi genlerinin devamı için ürüyorsa, neden bunun için (kendi türünde de olsa) başka birine ihtiyaç duyuyor? eşeyli üremede, anne ve baba çocuğun gen havuzunun bir kısmına etki etmek için, diğer kısmından vazgeçiyorlar."
günümüzdeki canlıları ele aldığımızda, bunun cevabı kolay: demek ki zamanında eşeyli (sikişerek) üreme yoluyla oluşan canlılar, diğerlerinden daha iyi adapte oldular ve bu sayede bugünkü canlı türlerinin büyük kısmı böyle. (bu kalıp canlılarla ilgili tüm soruları cevaplayabilir, dikkat ederseniz.) ancak nasıl ve hangi şartlarda soruları hala muallakta. makaleden hatırladığım kadarıyla, yapılan deneyler laboratuvar ortamında sikişerek üremenin daha iyi nesiller ürettiğiyle ilgili net bir sonuç vermemiş.
bence böyle sorular, renkli kitaplara hayvan fotoğrafı basmaktan daha anlamlı bir "evrim teorisi" eleştirisi oluyor ancak bu bilimsel teoriyi insan maymundan gelmiş mertebesinden öte öğrenmek zor geldiği için olacak, pek rating almıyor.
eşeyli üreme evrimsel açıdan bence çok acıklı bir olay. eş bulmak için harcanan enerjiyi, dökülen dili, ayırılan zamanı ve alınan hediyeleri düşünün. (ben erkek tarafıyım, evet.) sonra, ola ola çocuğun %50'si benim genlerimi taşımış oluyor. oturup herkes mitoz bölünerek (sikişmeyerek) ürese güzel güzel, böyle işlerle uğraşmasak olma mıydı? enerjimizi daha yararlı işlerde harcamış ve evliliğin getirdiği sosyal saçmalıkları hiç yaşamamış olmaz mıydık?
işte bu sorunun doyurucu bir cevabı bildiğim kadarıyla yok. makalede birkaç tanesine yer veriyor ancak cevapların, canlı bireylerinin kendilerinden daha üst bir düzen (tür) için yaşamaları gibi bir sonuç çıkıyor. mitoz bölünsek şahsım adına daha güzel olurdu, ancak insan türü açısından evlenip çoluk çocuğa karışmak daha güzel oluyor yani.
bence tür seçilimi pek kabul gören bir düşünce değil, çünkü canlı bireylerin sırf kendi basit menfaatlerini değil, türlerinin akıbetini de düşündükleri gibi bir sonuç çıkıyor ve bu da evrimin temelindeki doğal seçilimle uyumlu değil. doğal seçilim bireyler mertebesinde işleyen bir mekanizma, bireyler sadece kendilerini düşünüyor ve güçlü bireyler türü yaşatmış oluyor. ancak bireyler türü düşünür deyince, bunun nasıl olabileceğini de söylemek lazım ve o daha da göte kazık bir mesele (evet kendime kazık arıyorum) onun için buradan çıkış görünmüyor. en azından bildiğim kadarıyla yok.
makaleyi okurken sex as overfitting protection? diye bir not almışım. bu yukarıdakileri de giriş niyetine yazdım. aklıma gelen bir fikir var: eşeysiz üreme, bireylerin birbirinin (mutasyonlar hariç) tam bir kopyasını çıkarması demek. Bu da çevre şartlarına daha sıkı bağlı bireyler oluşmasına sebep oluyor. belli bir ortamda gelişmiş canlı türü, o ortama azami ölçüde adapte olduğu için, ortam değiştiğinde ayakta kalması daha zor oluyor.
ben biyolog değilim, ancak (sizde ne derler?) makine öğrenimi (machine learning) bilirim. bir model, öğrenme verisine (training data) sıkı sıkıya bağlıysa, test verisinde çakar. matematik kitabındaki bütün sonuçları ezberleyip, sınavda çıkan soruları çözemeyen öğrenciler gibi.
benim bildiğim üzere DNA bir program. bu programı çevre şartlarına azami derecede uygun hale getirirseniz, şartlar değiştiğinde programın çalışması zorlaşır. eşeyli üremenin, DNA'daki programı test edip, öncekinden daha genel ve çevre şartlarına daha iyi adapte olan bir model oluşturduğuna inanıyorum. okuduğum kadarıyla bunu test eden bir deney gerçekleşmiş değil. biyolog olsaydım yapardım. biyolog olmasam da bilgisayar modelleriyle deneyebilirim gerçi ama alan değiştirmek için uygun bir vakitte değilim. buna ek olarak, anne ve babadan gelen genlerin rastgele değil, belli kriterlere bağlı olarak çocuğa geçtiğine inanıyorum. bu kriterleri bilmiyorum ve böyle hiçbir araştırma okumadım. buradaki mekanizmayı çözen, evrimin mutasyonlarının nasıl daha iyi bireyler ürettiğini de açıklamış olur, çünkü doğal seleksiyon işin ikinci adımını açıklıyor sadece. mümkün bütün mutasyonlardan çok az bir kısmı daha iyi bireyler oluşturduğu halde, nasıl oluyor da türler gelişiyor sorusuna da bir cevap olabilir bu. aynı zamanda bireylerin nasıl olup da tür seçilimi yapabildiğini de açıklayabilir. burada hala çok bilinmeyen var.
5 notes · View notes
selectra20 · 1 year
Text
İçimizdeki Canavar Kahramanlar: Evrimsel Psikolojide Carl Gustav Jung'un Arketipleri
Carl Gustav Jung (1875-1961), İsviçreli bir psikiyatr ve analitik psikolojinin kurucusudur. Freud’un öğrencisi olan Jung, Freud ile yaşadığı fikirsel anlaşmazlıklardan ötürü ondan ayrılıp kendi psikoloji bilim dalını kurmuştur. Özellikle arketipler ve kolektif bilinçaltı kavramlarıyla psikolojiye yeni bir bakış açısı kazandırmıştır. Jung, araştırmalarına kendi mistik yönünü de kattığı için bazı bilim insanları tarafından önyargıyla bakılmıştır. Fakat derinden incelendiğinde analitik psikoloji evrim, evrimsel psikoloji, biyoloji ve sinirbilim ile yakından ilgilidir. Biz bu yazımızda, Jung’un, özellikle arketip kavramını ve evrimsel psikolojiyle olan bağını inceleyeceğiz.
Ana Hatlarıyla Evrimsel Psikoloji
Evrimsel psikoloji; bellek, dil, algı gibi psikolojik özelliklerin modern evrimsel bakış açısına göre yorumlandığı psikoloji dalıdır. Ayrıca psikolojik özelliklerin adaptasyon ve gelişim süreci (doğal seçilim ve cinsel seçilim) ile de yakından ilgilenir.
Doğal seçilim çevresel koşullar için daha elverişli özelliklere sahip olan belirli bir organizmanın, bu özelliklere sahip olmayanlara göre daha fazla yaşama ve üreme şansına sahip olmasıdır. Cinsel seçilim ise kısaca, eşeyli üremede karşı cins ile çiftleşme şansını yakalamak için verilen mücadeledir. Evrimsel psikoloji, zihnin de vücut gibi kendine özgü bir yapısı ve birimleri olduğunu savunur.
Psikolojik adaptasyon sürecimiz atalarımızdan bu yana değişiklik göstermiştir. Yani, atalarımızın yaşam şekli, davranışlarımızın temelini oluşturur. Evrimsel psikoloji; evrimsel biyoloji ve sinirbilim ile de iç içedir.
Psişenin bilinç ve bilinçaltı katmanları
Analitik Psikolojide Psişe (Ruh) ve Bilinç
Psişe; ruh, can, zihin anlamında kullanılır. Bir bütün olarak bilinci ve bilinçaltını kapsar. Jung, psişeyi 3 ana gruba ayırmıştır.
Ego (Bilinçli; İng: "conscious")
Kişisel Bilinçaltı (İng: "Personal Unconscious")
Kolektif Bilinçaltı (İng: "Collective Unconscious")
Özellikle ego ve kişisel bilinçaltı arasındaki ilişkiyi doğru kavramamız gerekiyor; fakat öncesinde kolektif bilinçaltını açıklayalım. Kolektif bilinçaltı, tüm insanlığın ortak bilinçaltıdır. Kolektif bilinçaltı insanlık tarihinin başından beri ortak olarak paylaşılmaktadır. Burada arketipler bulunur. Arketipler, en uç kültürler arasında bile ortak olan evrensel imgeler (İng: "image") ve tasavvurlardır. Arketiplere birazdan daha detaylı bir şekilde değineceğiz.
Kişisel bilinçaltında, bireyin hayatında yaşamış olup da unuttuğu anılar, bastırılmış duygular ve eşik altı (İng: "subliminal") olan her öge bulunur. Burada kişinin sadece kendi deneyimleri ve yaşantıları ikamet eder. Haliyle, kişisel bilinçaltı, evrensel olan kolektif bilinçaltının zıttıdır. Kişisel bilinçaltı, bireyleşmenin (genelden yani kolektif psikolojiden farklılaşma) gerçekleşmesi için ego ile bütünleşmelidir.
Ego ise bilinç öncesi ve bilinçli alanda olduğundan ‘’farkında olabildiğimiz’’ düşüncelerimizi, hatıralarımızı ve duygularımızı içerir. Ego, bilinç alanının merkezini oluşturduğundan bir sürekliliğe ve kimliğe sahiptir. Egonun işlevleri düşünme, hissetme, sezgi ve duyumdur.
Kolektif bilinçaltındaki bazı arketipler, rüyalarda egzoterik ve karanlık imgeler halinde kendini gösterebilir.
Kolektif bilinçaltındaki bazı arketipler, rüyalarda egzoterik ve karanlık imgeler halinde kendini gösterebilir.
Ortak Ruhumuz Kolektif Bilinçaltındaki Arketipler
Kolektif bilinçaltının, insanlık tarihinin başlangıcından bu yana evrensel bir şekilde billinçaltında bulunduğunu söylemiştik. Arketipler ise işte tam burada bulunuyor. Arketipler, insan içgüdülerinin analitik psikolojideki karşılığıdır diyebiliriz. Arketipler, algımızı örgütler ve bilinç içeriklerini düzenler.
Evrimsel açıdan baktığımızda arketipler, yüzyıllardır süregelen kuşakların, yaşadığı durumlara verdiği tepkilerdir. Örneğin, bir aslandan korkmak buna verilecek basit bir örnektir. Hayatımızda bir aslanla karşılaşmış olmasak bile, aslandan korkarız. Çünkü insanlar, kuşaklardır aslanlara karşı korku beslemiştir.
Birçok arketip vardır (kahraman, ebeveyn, yaratıcı, sihirbaz vs.) fakat biz en önemli 4 tanesini kısaca açıklayalım:
1- Persona (Maske)
Persona, topluma karşı taktığımız maskedir. Kendimizi, Dünya’ya sunuş biçimimizdir. Örneğin, ailemize karşı farklı, arkadaşlarımıza karşı farklı davranırız. Yani maske değiştiririz. İşte bu personamızdır. Bulunduğumuz sosyal ortamda kabul edilmek veya dışlanmamak için bunu sık sık yaparız. Personayı fazla özümseme sonucunda kişilik bozulmaları ortaya çıkabilir.
2- Gölge (İng: "Shadow")
Gölge, en karanlık yanımızdır. Her türlü bastırılmış düşünce, duygu, kabul görmeyen cinsel istekler, arzular, içgüdüler vs. burada bulunur. Kısacası, topluma ve kendimize ters düşen her şeyi içerir. Bu konuda en çok verilen örneklerden biri ensesttir. Ensest, seçilim değerini (genotiplerin sonraki kuşaklara yavru bırakmada ne kadar başarılı olduğu) olumsuz etkiler. Akrabalık kan bağının bulunduğu cinsel ilişkiler sonucunda sağlıklı yavru dünyaya getirme oranı oldukça düşer. Yani bu bize uyumsuzdur (İng: "maladaptive"). Bu yüzden ensest, gölge arketipinin bir bileşenidir diyebiliriz.
Başka bir örnek verelim. Zenofobi yani yabancı korkusu/düşmanlığı genellikle göçebe (avcı toplayıcı) topluluklarda ve azınlıklarda fazlaydı. Türlerinin yok olmasından korkan gruplar, başka gruplara karşı düşmanlık besliyordu. Günümüzde bunun örneklerini ulusal boyutta görebiliriz. Soykırım gibi vahşi tepkiler ‘’gölge’’ arketipimizde bulunan yok olma korkusunun yol açtığı ‘’düşmanlık/korku’’ nedeniyle ortaya çıkabilir.
3- Anima ve Animus
Anima, erkeklerdeki kadınsı yöndür. Animus ise kadınlardaki erkeksi taraftır. Örnek vermek gerekirse bilinçli olarak aşırı derecede erkeksi olan/davranan bir erkeğin aynı zamanda yüksek derecede kadınsı bir yanı vardır. Çünkü erkek, toplumun da etkisiyle kadınsal özelliklerini silmeye çalışır. "Erkekler ağlamaz.", "Kadın gibi davranma.’’ gibi cümleler bu durumu çok kolay anlamamıza yardımcı olur. Kadınsal özelliklerini silmeye çalışan "aşırı erkeksi görünümlü" bir erkeğin bilinçaltında bu kadınsal enerji birikir. Bu yüzden böyle erkeklerin, belirgin zayıf özellikleri vardır. Aynı örnek, kadın için de verilebilir.
4-Kendilik (Self)
Kendilik/benlik, kişiliğin bilinç halinin ve bilinçaltının birleşimidir. Rüyalarda kendini üst düzey kişilikler (peygamber, kahraman gibi) ve bütünlük simgeleriyle (daire, kare, çarmıh) gösterir. Ying ve Yang karşıtlığının bütünlüğünü de buna örnek verebiliriz.
Bu noktada etoloji biliminden de bahsedelim. Etoloji, hayvanların davranış ve tabiatlarını ilişkilendiren bilim dalıdır. Bu yüzden etologlara göre, eğer arketipleri anlamak istiyorsak Homo sapiens’in (modern insan) çevre ile olan ilişkisini de incelemeliyiz.
Avcı Toplayıcı Atalarımız ve Arketipler
Homo sapiens, yani günümüz modern insanının 300.000 yıl önce Afrika’da evrimleştiği düşünülüyor. Bu dönem içerisinde Homo sapiensler çok büyük oranda (%99,5) avcı ve toplayıcıydı. Evrimsel açıdan bakıldığında 300.000 yıl çok da uzun bir süre değil. Yani genetik olarak avcı toplayıcı atalarımıza çok benziyoruz. Biyolog E. O. Wilson, insan doğasındaki keskin ve belirli değişimlerin 100 jenerasyon sonra olacağını tahmin ediyor. Bu da demek oluyor ki evrimsel adaptasyon (uyumluluk) koşullarımız avcı toplayıcılarla neredeyse aynı. Bu bağlamda, içgüdülerimiz ve arketiplerimiz de onlarla aynı! Evrimsel psikoloji açısından baktığımızda içgüdülerin daha iyi anlaşılması için primatların (iri beyinli memeliler) da incelenebileceği sonucuna varıyoruz.
300.000 yıl önce atalarımızdan bize miras kalmış olan arketiplerimiz, şimdiki modern kültür ve hayat tarzımızla çok iyi uyuşmuyor. Arketiplerimiz ve bizim aramızda çok büyük farklılıklar olabiliyor. Bu yüzden de bütünleşmemiz ve bireyleşmemiz zorlaşıyor. Kendilik (İng: "Self") arketipinden bahsetmiştik. Kişiliğimizde bütün olmamızın yolu genetik mirasımız (arketipler) ve modern yaşamımızı uzlaştırmayı başarmaktan geçiyor. Bilinçaltındaki farklı çatışmalar biz farkında olmasak da kendimizi gerçekleştirmemizin ve huzurlu olmamızın önüne geçebiliyor.
Genetik çeşitlilik, arketipler üzerinde etkilidir ve onları bireyselleştirir.
Genetik çeşitlilik, arketipler üzerinde etkilidir ve onları bireyselleştirir.
Aynı Olduğumuz Kadar, Farklıyız: Genler ve Arketipler
Arketiplerin atalarımız tarafından bize miras kaldığını ve toplumsal bilinçaltında bulunduğunu biliyoruz; fakat arketipler gelişebilir ve bireysel olarak değişim gösterebilir. Arketiplerin bulunduğu kolektif bilinçaltı, kişisel arketip dünyalarımızın temelidir. Genetik çeşitlilik, farklı çevre koşulları ve öğrenme, arketiplerin gelişiminde rol oynar. Her arketip, birçok gen ile bağlantılıdır. Özellikle genotipler, arketipleri şekillendirir. Keskin bir örnek vererek kadınları ve erkekleri ele alalım. XX kromozomları ve XY kromozomları hem fiziksel hem de psişe (ruh) bakımından farklılıklara sebep olur. Kadınlar ve erkeklerdeki arketipler doğuştan aynı olarak gelse de içgüdüler ve arketipler gelişerek iki cinste de farklılıklar gösterir. Örneğin "anne" arketipi kadında daha farklı gelişmiştir.
Arketipler nöropsikolojik açıdan da değişim gösterir. Nöropsikoloji, beynin farklı yapı ve fonksiyonlarının psikolojik olaylarla ilişkisini inceler. Bireysel farklılıklar olsa da beynin anatomisi ve işlevi tüm insanlar için aynıdır. Bu yüzden arketipler de aynıdır. Örneğin, anne (mother) arketipi, beynin duygusal, motive edici, öğrenme ve hafızaya dayalı bölümleriyle ilişkilidir. Yani bu arketipe dayanak sağlayan nöral yapılar, beynin birçok bölgesindedir. Arketipler dinamik yapılı olduğundan zamanla yeniden örgütlenir ve biçimlenir. Jung da arketiplerin dinamik, canlı, hareketli bir yapıda olduğunu belirtmişti. Ergen bir çocuk ile orta yaşlı bir adamın Eros’a (erotizm/aşk) bakış açısı farklılık gösterir.
Arketiplerin psişedeki yerleri. Ego ve persona, dış dünyaya açık (bilinçli) ; anima/animus ve gölge iç dünyamızdadır ( bilinçaltı).
Arketiplerin psişedeki yerleri. Ego ve persona, dış dünyaya açık (bilinçli) ; anima/animus ve gölge iç dünyamızdadır ( bilinçaltı).
"Kompleksli Misin?": Analitik Psikolojide Kompleksler
Arketiplerin kolektif (toplumsal, evrensel) bilinçaltımızda bulunduğunu hatırlayalım. Kompleksler ise kişisel (bireysel, öz, öznel) bilinçaltımızda bulunurlar; farkında olmadığımız duyguların, bastırılmış veya unutulmuş anıların, isteklerin çekirdeğidirler; bizden bağımsız yani otonomdurlar. Komplekslerin üzerimizde olumlu ve olumsuz etkileri bulunur. Her kompleksin merkezinde arketipler vardır. Kendilik arketipini gerçekleştirebilmemiz için kompleksler önem taşır. Olumsuz kompleksler (barışık olmadığımız bastırılmış duygu ve anılar) acı çekmemize neden olabilir.
Örneğin, kişi, yaşadığı bir travma yüzünden acı çeker ve unutma çabasıyla bu travmayı bastırır. Acı duygusu, bilinçaltında enerjisini biriktirir ve o duygu, anı ile ilgili bir kompleks oluşturur. Hatta bu durum, kompleks bizi baskı altına aldığında obsesif kompulsif bozukluğa kadar gidebilir. Zamanla bastırılan kompleksler daha çok güç kazanmaya başlar. Kompleksler, ego kompleksini ele geçirdiğinde bazı psikolojik rahatsızlıklar ortaya çıkar.
Komplekslerimizi kabul etmek, onlarla barışmak hepimiz için epey zordur. Örneğin farz edelim ki bir kişinin muhafazakar bir ailede cinsellik süreçleri bastırılmış veya bir kişi hayatında cinsel bir travma yaşamış olsun. Bu gibi durumlarla yüzleşemediğimiz zaman kompleksler daha da güç kazanır. Yani, komplekslerden kaçarız. Jung’a göre komplekslerin işaretleri ‘’korku’’ ve ‘’direnç’’tir. Şunu bilmeliyiz ki kaçarak sonuca ulaşılamayacaktır.
Komplekslerimiz çok fazla olabilir. Onlarla barışık olmadığımız sürece bize zorluk çıkarmaları muhtemeldir.
Komplekslerimiz çok fazla olabilir. Onlarla barışık olmadığımız sürece bize zorluk çıkarmaları muhtemeldir.
"Neden Bize Farklı, Başkalarına Farklı Davranıyorsun?": Süper Ego ve Ego Kompleksleri
Birçok gelenek, gözlemlenerek öğrenilir. Böylece toplumsal olarak neyin kabul görüp neyin görmediğini anlarız. Buna göre de davranışsal eğilimlerimiz ve kaçınmalarımız ortaya çıkar. İşte bu süper egodur. Davranışsal normları öğrenmeye memeden başlarız ve zamanla ailesel, grupsal, toplumsal ve ulusal normları da öğreniriz. Tam bu noktada persona (maske) arketipini de hatırlayabiliriz. Ailemiz için farklı, arkadaşlarımız için farklı süper egolarımız vardır. Bunları davranışa dökmeyi ‘’maskeler’’ olarak düşünebiliriz.
Süper ego kompleksi her ne kadar gözlemleyerek yapılansa da evrimsel biyolojinin de etkisi vardır. Buna "Baldwin Etkisi" denir. Sosyal normları (kuralları) kavramaya ve öğrenmeye genetik yönden ne kadar yatkınsak daha fazla seçilim değerine sahip oluruz. Ego, kişinin bilinçli kimliğiyle yakın olan komplekstir. Jung, egonun psişenin tam olarak merkezi olduğuna inanmadı ve egoyu ‘’kendilik’’ arketipimizin etrafında bulunan birçok kompleksten biri olarak gördü. Psişede o kadar çok bilinçaltı işlev ve yapı vardır ki öz farkındalığımızın (İng: "self awareness") tam olarak gelişmesi hayli zor görünür.
Evrimsel Psikoloji, Jung Psikolojisini Anlamamıza Yeter mi?
Evrimsel psikoloji, insanın iç dünyasındaki süreçlerden çok dış dünyaya sergilediği davranışlarla ilgilenir. Jung psikolojisinde ise insanın içsel dünyasının derinlerine inilir. Örnek vermek gerekirse evrimsel psikoloji, din olgusunu incelediğinde dinsel davranışın birey üzerindeki adaptasyon işlevi ile ilgili bilgi verebilirken dinsel olgunun, ruhsal deneyimine dair pek bir yorum yapamaz. Bu yüzden, Jung’a sadece evrimsel psikoloji ve sinirbilim açısından bakmak yeterli olmayabilir.
Dahası, Jung'un açıklamaları psikoloji camiasında genel geçer olarak kabul görmemektedir. Birçok psikolog ve filozof, Jung tarafından yapılan açıklamaların bilimsel temeli olmadığını düşünmektedir. Eğer Jung'un açıklamaları zihin felsefesi kapsamında değerlendirilirse tartışmaya açık olabilir (ki buna yönelik de güçlü itirazlar vardır); fakat modern psikolojide bu halleriyle kullanımı oldukça dardır. Jung, teorilerini deneysel testlere tabi tutmamış ve hatta bununla pek ilgilenmemiştir bile. Buna bağlı olarak modern psikoloji, kendi evrimi içinde diğer bilim dallarında olduğu gibi, deneysel verilere sadık kalmış ve Jung, belki felsefi anlamdaki etkisini kısmen korusa da, bilimsel etkisini yitirmiştir.
Jung'un teorilerine getirilen en temel eleştiri, Jung'un arketip tanımlarının aşırı gevşek ve esnek olmasıdır; dolayısıyla gündelik yaşamın her kısmında, çeşitli gözlemlere uyabilecek biçimde tasarlandığı ve aslında herhangi bir gerçek olguya işaret etmediği ileri sürülmektedir. Bu sayede Jung, bilimin testlerinden kaçınabilmektedir. Dahası, Jung'un bazı arketipleri (örneğin anima ve animus) fazlasıyla indirgemecidir ve toplumsal cinsiyetle ilgili yaygın önyargılara saplanmaktadır. Ancak bu tartışmalar halen devam etmektedir ve çok sayıda farklı görüş bulmak mümkündür.
Genel olarak, Jung’un bize göstermeye çalıştığı gibi, bu tarz nihai yanıtların verilmediği alanlarda karşıtlıkları kabul edip her yönüyle birleştirerek yorumlarımızı bütünsellik çerçevesinde yapabilmeliyiz. Böylece tek taraflı bakış açısından kaçınır ve daha yüksek bir perspektife sahip oluruz.
2 notes · View notes
tersinimgercegi · 3 years
Photo
Tumblr media
0 notes
tersinimbilgisi · 3 years
Photo
Tumblr media
0 notes
evrim-neden-yan · 4 years
Photo
Tumblr media
0 notes
acid-gramma · 4 years
Note
Nejla ben biseksüelim ve biyolojik olarak eşeyli üreme sistemine sahip olduğumuz icin ciftlesmenin erk-disi olması; eger olmuyorsa, karsı cinse cinsel istekte bulunmuyorsan buna hormonal bir degisiklik/farklılık/bozukluk der misin? homofobik olmayan biri hormonal bozukluk demişti. bana göre ise hormonal farklılık, mevcut sistemin dısına cıkmak. ya sence?
Cinsellik sadece üremek için değildir türümüz hayvanlardan ayrılalı çok oldu kaldı ki homo ilişkiler hayvanlarda da görülen bi durum. Hormonlardan bozukluktan bağımsız diye düşünmekteyim doğal bir olay, bozukluk değil
12 notes · View notes
epifizz · 4 years
Note
eşeysiz üreme evrime katkı sağlar mı? sağlamıyorsa neden
Evrim bir üst sistem değil ki bir şeyler katkı sağlasın ya da zarar versin, evrim canlıyla diğer canlılar ve ortam arasında gerçekleşen etkileşimlerle meydana gelen ve nesiller içerisinde gözlenen bir olgu. Eşeysiz üremenin evrimsel avantajını soruyorsan da genel anlamda birinci sırada birim zamanda oluşan canlı sayısının çokluğu gelecektir. Zaten evrimsel avantajı olmasa bu özelliği koruyan canlılar bu günlere gelemezdi ve bazı canlılar için eşeyli üreme çok daha avantajlı olmuş ki neslini sürdürme davranışı eşeyli bir karaktere bürünmüş, daha doğru bir ifade ile eşeyli üreyenler bu tür içerisinde çok daha avantajlı bir konumda olduklarından seçilim onlardan yana işlemiş. 
1 note · View note
belkidebirharfimben · 5 years
Text
Zekeriya aleyhisselam susunca biz ne işittik?
Genelde maddelerin donarken hacimleri küçülür. Suyunkiyse aksine artar. Bu sayede göller/nehirler dipten değil üstten donarak sinelerindeki hayatı korurlar. Normalde bir 'yanıcı' ile 'yakıcı'nın biraraya gelişi yangına sebep olur. Ama Hidrojen ile Oksijenin hukuku başkadır. Kardeşlikleriyle 'söndürücü' suyun varlığına hizmet ederler. Esasında kainatta bulunan metallerin erime ısısı epeyce yüksektir. Sıvı olmaya çok sıcak bakmazlar. Pardon. Asıl ancak çok sıcakken (b)akarlar. Ama cıva bundan istisnadır. Böylece termometrelerimize güzelce bir hizmet eder. Arkadaşım, hayret edersin, sanki her nerede bir kanun var yanıbaşında kardeşceğizi bir istisnası da vardır. Hatta o istisna öyle yerinde/gerekli bir istisnadır ki âkil olan şaşkınlıktan damağını şaklatır. En doğrusunu Allah bilir elbette. O varlığın bütününü gören 'ezel' makamının sahibidir. O makamda olmuş-olacak ayrımı yoktur. Hepsi bir 'Ol!' emrinin içindedir. Zamandan aşkındır. Biz, yani zamana mahkûm olanlar, kendi parçamızın rızkını kovalıyoruz. Mukayyet oluşumuz nedeniyle herşeyi sınırlarımıza buluyoruz. Bulandırıyoruz. Bunalıyoruz. Manzara, değil varolurken, yalnız gözlerimizde karışıyor. Karıştırıyoruz. Çünkü sığmıyor. Çünkü saramıyoruz. Yarımlıklara 'şer' diyoruz. Tamamlananlara 'hayır' namını takıyoruz. Tamamına varıncaya kadar her 'hayır' gözümüzde 'şer' kalıyor. Bizi bu yanılgıdan ancak vahy-i ilahî kurtarıyor. Göremediğimiz bütünlüğün haberlerini veriyor. Çözemediğimiz yarımlıkları çözmeyi öğretiyor. Hikmetini bilince 'yaşananın şahitliğimizden ibaret olmadığını' sezinliyoruz. Böylece 'âlem-i şahadette' yani 'şahit olunanlar âleminde' yani 'parçalar âleminde' yaşayan bizler, bir lütf-i ilahî ile, parçalanmıyoruz. Parçalanan varsa 'ezel'in sahibinden gelen haberlere kulak tıkayanlardır. Zekeriya aleyhisselamın sessizliğini düşün mesela. Kalbinin kulaklarında çın çın çınlasın. Hani Âl-i İmran sûresinin 40. ayetinde kısa bir mealiyle buyruluyor: "Zekeriyya: 'Rabbim!' dedi, 'bana ihtiyarlık gelip çattığına, üstelik karım da kısır olduğuna göre, benim nasıl oğlum olabilir?' Allah şöyle buyurdu: 'İşte böyledir; Allah dilediğini yapar.'" Ve 41. ayette şöylece ekleniyor: "Zekeriyya: 'Rabbim! (Oğlum olacağına dair) bana bir alâmet göster' dedi. Allah buyurdu ki: 'Senin için alâmet; insanlara, üç gün, işaretten başka söz söylememendir. Ayrıca Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et.'" Bazı müfessirler bu 'konuşamama'nın Zekeriya aleyhisselamın 'hiçbir fiziksel eksiği olmadığı halde bunu başaramaması' olduğunu söylüyorlar. Allahu'l-a'lem. Bana da bu mana sıcak görünüyor. Çünkü biliyorum. Mürşidim söylemişti. Bir kanunun kırılabileceğinin delili kırılan başka kanunlardır. Ne zaman bir 'sıradışılık'la tanışsak o bize bir/birçok 'istisnayı' tanıtır. Kardeşlerinden haber verir. Mucizelerin bir hikmeti de budur. Hani, yine mürşidim, 'İsa aleyhisselamın babasız dünyaya gelmesi' konusunda şüphesi olanlara der: "Nusûs-u kat'iye ile Hazret-i İsâ aleyhisselâm pedersiz olduğu kat'iyyeti varken, tenâsüldeki bir kanunun muhâlefetini gayr-ı mümkün telâkki etmekle, vâhî te'vilât ile bu metin ve esaslı hakikati değiştirmeye teşebbüs edenlerin sözüne ehemmiyet verilmez ve ehemmiyete değmez. Çünkü, hiçbir kanun yoktur ki, şüzuzları ve nâdirleri bulunmasın ve hâricine çıkmış fertleri bulunmasın. Ve hiçbir kaide-i külliye yoktur ki hârika fertler ile tahsis edilmesin." Bunun kainatta da birçok örneği vardır. Hatta, değil derinlikli okumalarla, ortaokul-lise seviyesindeki biyoloji bilgisiyle bir insan 'eşeysiz üreme' diye birşeyin varlığını bilir. Bitkilerde/hayvanlarda varolan nümunelerini tanır. Hatta bazen 'eşeyli' bazen 'eşeysiz' çoğalabilen canlıların varlığını yakinen biliriz. İşte bu tür misallerle Cenab-ı Hakkın verdiği ders açıktır: "Bu kanunu, bakınız, ne kadar kolay kırıyorum. Birçok örneğini görüyorsunuz. Bilimadamları bulup öğretiyorlar. O halde bu kanunu başka bir yerde daha kırabileceğimden neden şüphe ediyorsunuz? Neden İsa aleyhisselamı babasız yaratabileceğime şaşıyorsunuz?" Bediüzzaman da sözünün devamında der: "Hem her baharda gözümüzle gördüğümüz, yüz bin envâın kısm-ı âzamı, hadsiz efradları, kanun-u tenâsül hâricinde—yaprakların yüzünde, taaffün etmiş maddelerde—o kanun hâricinde îcâd edilir. Acaba mebdeinde ve hattâ her senede bu kadar şâzlarla yırtılmış, zedelenmiş bir kanunu, bindokuzyüz senede bir ferdin şüzûzunu akla sığıştıramayan ve nusûs-u Kur'âniyeye karşı bir te'vîle yapışan bir akıl, kaç derece akılsızlık ettiğini kıyâs et." İşte bence 'sapasağlam iken konuşamamak' da Zekeriya aleyhisselamla verilen bir derstir. Bir kanununu kırabilen Allah her kanununu kırabilir. Çünkü yalnızca bir kanunun kırılması bile 'hikmeti iktiza ettiğinde' kanunlarını iptal edebilecek bir Allah'ın varlığını öğretir. Demek, hâşâ, Allah kanunlarının esiri değildir. Mucib-i bizzat değildir. Allah'ın böyle bir Allah olduğunu anladıktan sonra sarsılmaz sandığımız yasaların ne engel olabilirliği vardır? Yoksa onların Allah'tan hariç, hâşâ, gücü mü vardır? Sırf yazılmış olmakla, cümle, yazarını kendisini değiştirmekten alıkoyabilir mi? Bu paragrafta belki yirmi kelimeyi değiştirdim. Ne engelledi? "İşte böyledir, Allah dilediğini yapar!" Sözde müessiriyetlerimiz de Allah'ı anlamaya kapı olur. Mürşidim mezkûr metnin finalinde der: "O bedbahtların kanun-u tabiî tâbir ettiği şeyler, emr-i İlâhî ve irâde-i Rabbâniyenin küllî bir cilvesi olan âdetullah kanunlarıdır ki, Cenâb-ı Hak, o âdâtını bazı hikmet için değiştirir. Herşeyde ve her kanunda irâde ve ihtiyârının hükmettiğini gösterir. Hârikulâde bazı fertlerde hark-ı âdât eder." Evet. Binler kere 'evet.' Kaideler ve onları bozan istisnalar sayısınca 'evet.' Her yasayı belirleyen yasa, her yasanın üstündeki yasa, her yasayı değiştirebilecek yasa, Cenab-ı Hakkın şe'n-i Rububiyetidir. Şânıdır. Esmaü'l-H��sna'sıdır. Onun neyi/nasıl yaratacağını bizim çıkarımlarımız değil onun yaratış ahlakı belirler. İster Zekeriya aleyhisselamı sapasağlam iken susturur, ister kısır eşinden Yahya sahibi yapar, isterse de Meryem annemizi İsa aleyhisselama babasız kavuşturur. Arkadaşım, haddini bil, okumayı zor-bela başardığın küçüğün küçüğü parçalar üzerinden bütünün sahibine racon kesemezsin. Ancak vahyinde söylediğini alırsın. Çünkü o, bizim okuduğumuzdan çok, kendisinin haber verdiği gibidir. Elhamdülillah. Elbette.
10 notes · View notes
tersinimbiyolojisi · 4 years
Text
EVRİM VE EŞEYLİ ÜREME
Evrim denen şey baştan sona akıl, mantık ve bilim dışı saçmalıklar dizimidir.
 Bu da normaldir. Çünkü evrim denen şey TEMELDEN YANLIŞTIR.
Biyolojik evrim denen şey değişerek gelişim yolu ile türlerden türlere geçmedir.
 Evrim denen şey de değişerek gelişim ve türlerden türlere geçme şarttır. Aksi halde evrim denen şey olmaz.
Eşeyli üreyen bir canlı türü bir başka türe evriliyorsa; evrim, erkekli dişili, en azından bir çift olarak; aynı yer ve zamanlarda yaşamaya ve üremeye hazır halde gerçekleşmek zorundadır.
Bir örnek vereyim.
Evrim denen şeye göre insanlar dahil tüm memeliler fareye benzeyen bir canlıdan evrilmiştir.
Fareye benzeyen canlı eşeyli ürediğinden tek olamaz.En azından yaşamaya ve üremeye hazır bir çift olacaktır.
Bu  bir çift farenin  DNAları mutasyonlara uğrayacak erkekli dişili, yaşamaya ve üremeye hazır  çiftler halinde farklı türlere göre değişecek, milyonlarca nesil boyunca değişip gelişimler genetik bilgiler halinde diğer nesillere aktarılıp biriktirilecek sonuçta farklı kromozom sayılarında farklı yapılarda  içlerinde balinaların, fillerin, mamutların, develerin,gergedanların...bulunduğu milyonlarca memeli türünün DNAlarına dönüşüp memeliler dediğimiz türleri meydana getirecektir.
Aklını mantığını bir parça doğru kullanabilen tüm insanlara soruyorum
Bilimsel gerçek olduğu iddia edilen bu senaryoda akla mantığa bilime uygun TEK KELİME var mı?
EVRİM DENEN ŞEY GELECEĞİN BİR MİZAH ŞAHESERİDİR.GELECEK NESİLLER; EVRİMCİLERİN GERÇEKLİĞİNE İNANIP SAVUNDUKLARI SAÇMA SAPAN İDDİALARI OKUDUKÇA HAYRETTEN HAYRETLERE, ŞAŞKINLIKTAN ŞAŞKINLIKLARA DÜŞECEKLER, HAKLI OLARAK ALAY EDECEKLERDİR.
Bilimin en büyük gerçeği tersinimdir.
0 notes
hudaicakmak · 2 years
Text
Tumblr media
BİRİLERİ ENGEL OLMAK İÇİN HER YOLU DENİYOR.
AŞAĞIDAKİ YAZIM NEDENİYLE BİR KEZ DAHA ENGELLENDİM.
YAZILARIMI PAYLAŞINIZ.
EVRİME KARŞI ÇIKMAK AYIP MI?
Evrim denen şeyin saçmalıklarını karşı çıkıp gerçekleri aramak utanç verici, ayıplanacak bir şey midir? Elbette hayır.
Fakat ünlü bir yazarımıza (Prof Richard Dawkins) göre evrime karşı çıkmak utanç vericidir, ayıptır. Karşı çıkanlar bilim insanı kimliğine taşıyor ise çok daha utanç verici, çok daha ayıptır.
o zaman soralım..
Bilimsel yol ve yöntemlerle gözlenip sınanamayan, uğruna yalanlar söylenip sahtekârlıklar yapılan, algı oluşturulup insanlar aldatılarak yaşatılmaya çalışılan bir teoriyi (gerçekte bir teori bile değil. Çünkü tersinim evrimi temelden çökertir.) bilimin anası, sönmez ışığı, latif gerçeği ilan etmek, bir teorinin gerçekliğine gönülden inanıp bilime temel almak utanç verici değil midir?
Bilimin öngördüğü şekillerde eleştirmek varsa eksiklerini, yanlışlarını ortaya koymak teorilere güç katar; olabilecek şüphelerden, yanlış anlamalardan arındırır.
Evrim taraftarlarının bu tür eleştirilere vereceği cevaplar; bilimin öngördüğü yol, yordam ve şekillerde, açık ve tatmin edici olmalıdır.
Cevap verme yerine konuyu başka yönlere çekmek, saptırmak, unutturmaya çalışmak, karşıtları kötülemek ve hatta iftiralar atmak teoriye fayda yerine zarar verir, şüpheleri çeşitlendirip güçlendirir.
Evrim ilk canlılık nasıl oluştu gibi pek çok soruya tatmin edici cevaplar verememiş bu nedenle temelsiz kalmış, yıpranmış çökme aşamasında bir teoridir.
Gerçekte bunlar aklı başında, düzgün düşünmesini, inanmakla bilim yapma arasındaki farkı bilen her insanın sorması gereken sorulardır.
Ne yazık ki günümüzde evrim eleştirilemez, sorgulanamaz bir gerçek kabul edilip bir inanç haline getirilmiştir.
Eleştirenler bilim düşmanı yobaz dinciler olarak suçlanıp dışlanıyorlar.
DNA’nın keşfi sonucu diğer nesillere aktarılamayan fenotip mutasyonları temel alan klasik evrimin çökmesi evrime öldürücü bir darbe daha vurmuştur.
Yerine getirilen sentetik evrim ise teorinin içinde boğuştuğu temel sorunlara çare üretmekten uzaktır.
Genetik mutasyonların az ya da çok zararlı oluşu, eşeyli üreme, türler arası yalıtım vb. gibi pek çok bilimsel gerçek sentetik teoriyi çökertir.
Evrim iddia edildiği gibi bilimin anası, babası sönmez ışığı, latif gerçeği ise eleştirmek bir zarar vermez, tam tersine güçlendirir.
Sorgulamak, eleştirmek, araştırmak ayıp ya da günah değildir.
Tam tersine insanoğlunun en güzel ve özel meziyetlerinden biridir.
Gerçek bilimden değil; yalan, dolan, sahtekârlık karıştırılmış algılarla yaşatılmaya çalışılan “yobaz bilime” temel almaktan korkalım.
Kuralları ile işleyen gerçek tarafsız bilim tek kurtuluş yolumuzdur.
3 notes · View notes
turkazphotograpy · 5 years
Text
Bölünerek Üreme Nasıl Gerçekleşir
Bölünerek Üreme Nasıl Gerçekleşir
ÜREME NEDİR?
Kendi benzerinden bir tane daha oluşturma durumuna üreme denir. Eşeyli ve eşeysiz olmasına göre iki şekli vardır. Ana hücrenin eşey ana organizmaların oluşup döllenmesi ile gerçekleşen türüne eşeyli üreme denir. Diğer türüne yani eşey hücrelere ihtiyaç olmayan ve döllenme istenmeyenine ise eşeysiz üreme denir.
EŞEYSİZ ÜREME NEDİR?
Eşeysiz üreme canlıların döllenme olmadan çoğalması…
View On WordPress
0 notes
Photo
Tumblr media
Sitemize "Cenin" konusu eklenmiştir. Detaylar için ziyaret ediniz. https://enmodaa.com/cenin/
0 notes
bilgibabacom · 2 years
Link
https://www.bilgibaba.com/yazi/gamet-nedir-cesitleri-nelerdir-1-gamet-kac-kromozom
0 notes
tersinimgercegi · 3 years
Photo
Tumblr media
0 notes
evrim-neden-yan · 4 years
Photo
Tumblr media
0 notes