Meray Yağ Fabrikası'nda yaşanan üzücü kazada hayatını kaybeden Hüseyin Ay'a Allah'tan rahmet, ailesi ve yakınlarına başsağlığı ve sabır dileriz. Kazadan yaralı olarak ayrılanlara da acil şifalar diliyoruz.
Meray Yağ Fabrikası’nda yaşanan üzücü kazada hayatını kaybeden Hüseyin Ay’a Allah’tan rahmet, ailesi ve yakınlarına başsağlığı ve sabır dileriz. Kazadan yaralı olarak ayrılanlara da acil şifalar diliyoruz.
Meray Yağ Fabrikası’nda yaşanan üzücü kazada hayatını kaybeden Hüseyin Ay’a Allah’tan rahmet, ailesi ve yakınlarına başsağlığı ve sabır dileriz. Kazadan yaralı olarak ayrılanlara da acil şifalar diliyoruz.
via IFTTT
50 ilk öpücük diye bir film vardı, kadın 10 yıl önce geçirdiği bir kaza sonrası hafızasında kısmi kayıp yaşamış kazadan önceki anıları var, sonrası yok hafızasında, her sabah önceki günü hatırlamadan yaşayıp gidiyordu.
Bi arkadaşım var nerdeyse her gece sohbet ediyoruz, ona kimsenin bilmediği bütün herşeyimi anlatıyorum ( sırlarımı dahil) ertesi gün anlattığım hiç bir şeyi hatırlamıyor, ne kadar da şanslıyım 😊
Kaç gündür o kadar yoğunum ki kazadan dolayı arabada hasar olduğu için merkeze yaptırmaya götürdüm. Arabanın ön camı komple değişmesi lazımdı. Acele olması gerekiyordu. Çünkü 28'ine muayene var yoksa geçemiyorum. Farım çatlamıştı. Onu da tamir ettirdim. Farlarımı da cilaladılar. Doblo olduğu için arka kapıları da yağladık. Arabanın gözleri çok güzel oldu. 👌🏻O sıra çay verdiler. Abla çay iç diye. Çay tabağı kirli değil fazla yıpranmış tam samimi esnaf hali. Baya ucuza kapattık elhamdülillah. En yakın arkadaşım Merve'nin babası eski sanayicilerden cam için ona sormuştum. Ethem Amca'ya "sanayide tanıdığı olan kız"olduk dedim. Sesli gülerek "ee ne yapacan" dedi. Gerçekten "ee napacan". O sıra sanayiye benim gibi tamire gelen abi ile tanıştık. Baya muhabbet ettik. Çok komik adamdı. Çok güldüm. Tır şoförüymüş yaşadığı kazayı anlattı. Anlatırken o kadar güldüm anlatmam. Erkekler travmatik olayları ile çok iyi dalga geçebiliyorlar. Osman Abi Allah razı olsun çok komik adamsın. Rabbim bundan sonra dostuma düşmanıma kaza bela vermeden her daim araba sürmeyi nasip etsin. Babamın okulundan Ali Hoca babamı almaya gittiğimde sürücü kursunda ders de veriyormuş abla "maşallah çok güzel ve seri sürüyorsun" dedi. Mutlu etti beni "normalde kadın sürücüler beğenilmez teşekkür ederim" dedim. Hanıma da öğretiyorum inşallah o da adaptasyon sağlar dedi. İnşallah derken abla hızı seviyorsunuz dedi. Bir gün otobana aynı zamanda girmiştik. Bana yetişememiş tırlar onu çok ürpettiyormuş öyle dedi. Ben en fazla 110 görürüm ya dedim. Sol şeritte bazen üstü oluyor ama orta şerit hep 90- 100 malum en fazla o kadar hız hakkım var dedim güldü. Benim hocam küçük kardeşim hızı ondan öğrendim dbhxhdhd Ahmet canım Ahmet gülüm Ahmet.
Allah'ım beni çılgın şoförlerden, ani yapılan frenlerden, arabanızın dibine kadar gelen araçlardan -takip mesafesi diye bişey var di mi?- kamyonlardan, kazalardan muhafaza eyle...
Elim ayağım halaaa titriyor. Tansiyonum düştü. Zincirleme kazadan kıl payı kurtulduk. Çarpa çarpa çarpa yazdım yani o kadar uzaktı ama çok da yakındı. Yolun kalanını nasıl tamamladım bilmiyorum. Tın tın tın...
Allah muhafaza etti. Siteden çıkarken bahçedeki çocuklara ve komşulara Kuveytten getirdiğim mamüllerden ikram etmiştim. Belki de onun hatrına.
Ne diyoruz, Az sadaka çok belayı defeder efendim...
Hangi dönemde hangi ülkede olursa olsun geceleri ormanın uğursuz olmadığı bir zaman olmamıştır.
Ancak bu uğursuzluğun büründüğü şekiller farklıdır. Kimi zaman ayaklarınızı yutan karanlık, kimi zaman eve gideceğiniz yolu gözden kaçırmanıza neden olan labirent, bazense salya kaplı dişleriyle aç bir canavar...
O gün ormanın uğursuzluğu "ışıktı".
Turuncu ışık... yalnızca kendisinin duyabileceği müzikle bir sağa bir sola dans eden, uğursuzca parlayan ışık...
Işık...
O gece bir kuytu köşe, korkudan donup kalan tüm canlıları saklamaktan başka bir şey yapamadı.
Işık, orman yangınından çıkıyordu.
Ağaçlar kısık çığlıklarıyla yandılar. İnsanların aksine ateş ayırt etmezdi. Önüne çıkan ne varsa her şeyi yakıp kül etti ve büyüdükçe uğursuzlukları yayıldı.
Sabaha karşı ormandan geriye bir avuç kara kömür kalacak ve orman ölecekti. Belki yeniden dirilirdi ancak bunun olması yüzyıllar sürerdi.
Ormanı ölümüne terk eden suçlu alevlerin ortasında uzanıyordu.
O suçlu, bir yolcu uçağının enkazıydı.
Aracın pervanesi daha yeni indiğini gösterircesine hala dönüyordu. İki kanadı da gövdesinden kırılmış, dikmesine yere saplanmıştı. Mezar taşına benziyorlardı.
Çevre bölgenin köylüleri yangını söndürmek ve hayat kurtarmak için toplanmışlardı. Ancak çok geçmeden köylülerin yüzü umutsuzlukla doldu. Böyle bir kazada hayatta kalanların olması mümkün değildi.
Uçağın kopan gövdesi sıcaktı ve alevler uçağın içine yayılmış olacak ki metal tiz bir sesle sanki çığlık atıyordu. Bu haldeyken uçağa bindiğinizi varsayarsak ayakkabılarınız muhtemelen yerde erirdi.
Köylüler çaresizlikle kazadan geri kalanları aramaya başladı.
Uçak molozlarına çevre köylerin birinden gelen bir çocuk yaklaştı.
Elinde ağaç kesmek için kullanılan bir balta tutuyordu. Yangının daha da yayılmasını engellemek için çocuk, ağaç kesmenin işe yarayacağını düşünerekten baltayı getirmişti. Gerçekteyse sadece yetişkinleri taklit ediyordu. Oysa ufacık baltası dedesinin bonsai ağacını bile kesemezdi.
Buna rağmen çocuk enkaza yaklaştı. Kazazedeler olabilirdi. Birisini kurtaracak olursa yetişkinlerin övgüsünü kazanırdı. Çocuk, kendisini genç bir kahraman gibi hayal etti ve kalbi çarpmaya başladı.
Bu hevesinin sonu ölümü olacaktı.
Enkaza zar zor tutunan demir kapılarından birisi tık sesiyle koptu ve direkt çocuğun üstüne düşmeye başladı.
Kimse çocuğu kurtarabilecek kadar yakın değildi.
Demir kapı yüksek rakımda atmosfer basıncına dayanıklı olabilmesi için sağlam ve ağır yapılmıştı. Bir çığlık sesi yükseldi.
Demir kapı çocu��un kafasını tam ezecekken—
Bir el demir kapıyı tuttu.
O el, hiçbir köylüye ait değildi. El, yolcu uçağının demir kapısından çıkmıştı.
Yolcu uçağından çıkan uzun boylu adam mavi takım giyiyordu. Avrupalıydı ancak tam yaşı belli değildi –muhtemelen ya yirmilerinde ya da otuzlarındaydı. Gözleri yanan alevlerin aksine soğuktu ve yolcu uçağının enkazı her yana dağılmış olsa bile bedeninde tek bir çizik yoktu.
"İniş biraz sertti ama neyse, tecrübe olmuş oldu. Sana gelince, iyi misin?" Mavi takımlı genç adam demir kapının altındaki çocuğa döndü. "Seni kurtardım diye bana geri ödemene gerek yok. İnsan hayatlarını koruyup kurtarmak benim işim. Ama yine de böyle bir yerde yaralanıyorum. Bu kapı standartlar gibi düştü mü eski haline dönemez."
"Huh... eh?"
Çocuğun gözleri yaptığı haylazlığın suçluluğu ve masumiyetiyle parıldıyordu.
O sırada mavi takım elbiseli genç adam yere atlayıp etrafına bakınmaya başladı.
"Ne? Dış belleğin veri tabanında böyle bir şey yoktu. Japonya'nın havalimanları cidden börtü böceğin ortasına mı kurulu? %67'si orman olan bir ülke olsa da havalimanını ağaçların ortasına yerleştirmek saçma değil mi? Yol bile yok, hedefine kadar yürümek zorundasın. İnsanların ne düşündüğünü hiç anlamıyorum."
Genç adam kasvetli bir ifadeyle başını salladı.
"Uh... um, sen..."
Çocuk ürkek sesiyle sordu.
"Um... kimsiniz?"
"Oh, özür dilerim. İnsan topluluğunda kendini tanıtmamak edepsizlikti." Konuşmayı bitirdikten sonra genç adam takımının cebinden siyah bir rozet çıkardı.
Çocuk rozetin ortasına yazılı gümüş sicimli yazıyı okuyamadı.
"Gördüğünüz makine Avrupa Polis Teşkilatında dedektiftir ve iş amaçlı kullanılmaktadır. Model numarası 98F7819-5'tir. Polis teşkilatları arasında, yetenek kullanıcısı mühendis Dr. Wollstonecraft tarafından üretilen dünyadaki ilk yüksek hızlı, bağımsız bilgisayar; insansı robotum. Kod adım Adam. Adam Frankenstein. Tanıştığımıza memnun oldum. Gitmem gereken bir görevim var o yüzden müsaadenizi istemek zorundayım.
Genç adam eğilip gitmeye hazırlanırken "Oh, doğru ya" dedi ve başını yine köylülere çevirdi.
"Bir ihtimal, Nakahara Chuuya diye birisini tanıyor olabilir misiniz?"
I. Abdülhamit Han gitmeden bu ülke düzelmez” diyen;
Şeyh, Din alimi, Ateist, Mason, Ermeni ve Rum çeteciler hep beraber “İttifak ‘’ettiler, birleştiler.
― Abdülhamit gitti …
9 sene sonra koca imparatorluk ta gitti.
― Erdoğan da gider …
Gider ama neler neler daha gider hiç düşündün mü?
― Bugün Erdoğan karşısındaki cepheye bakmak yeterli …
― Şu anki muhalefet profili aynen o zamanki muhalefet korosunu aratmayacak şekilde adeta dizayn edilmiş gibi …
― Dindarından dinsizine, Yahudisinden Ermenisine,
Vatanseverinden hainine varıncaya kadar her kafadan sesin olduğu o zamanki muhalefet korosu; Sırf şahsi öfkesi, Nefreti, Kıskançlığı veya basiretsizliği yüzünden koca imparatorluğu param parça etti gitti ..!
Aynen bu gün kü muhalefetin oluşması gibi …
Ne acı değil mi?
― Şimdi; Bu gün kü muhalefet gürühunun,
“Abdülhamid gitsin de ne olursa olsun”
Örneğinde olduğu gibi;
“Erdoğan gitsin de ne olursa olsun”
Moduna girmiş olmalarına
“Tesadüf” mü yoksa
“Tekerrür” mü dersiniz?
― Dini terminolojide tesadüf diye bir şey olmayacağına göre;
“… hiç ibret alınsaydı tarih tekerrür mü ederdi”
Demek gibi dini ve vicdani bir sorumluluğumuz vardır.
― Bir gariplik var sanki …
Sanki 100 yıllık tiyatro yeniden sahnede …
Evet Erdoğan’da gider …
Ya sonra ..!
― II. Abdulhamid’in son zamanlarında karşısında yer almış olan;
Elmalılı Hamdi YAZIR,
Filozof Rıza Tevfik vb.
Kişilerin pişmanlığını yaşayarak aynı delikten iki defa ısırılan müslüman misali tarihin tekerrür etmesini hangi mü’min talep edebilir ki ..? İstemezsiniz elbet …
― 19 Temmuz 1909’da Ayasofya meydanında o zamanki Volkan Gazetesinin başyazarı Derviş Vahdeti, Mithat Paşa ile karşılaşır ve sorar;
“Paşam!
İstediğiniz oldu.
Abdülhamid gitti.
Şu an projeniz nedir,
Neler yapmayı düşünüyorsunuz?”
Alınan cevap oldukça ilginçtir.
“Biz sadece Abdülhamid’i yıkmaya odaklanmıştık!.” der…
― Vicdan Azabının Ağırlığı;
Sultan Hamid hakkında malûm fetvayı hazırlayanlar içinde bulunan, Tefsir sahibi Elmalılı Hamdi YAZIR şöyle der; ”Hayatımda bu kadar ağır bir vicdan azabı çekmedim. Başıma ne geldiyse bunun manevî sillesidir. Gençlik saikasıyla bir iştir işledim ..! Allah beni affetsin!”
Düşünüyorum.
― İstiklal Marşı gibi bir duygular manzumesini yazacak kadar vatan sevgisi yüksek olan reformist Mehmet Akif’in, son Şeyhülislam’lardan Mustafa Sabri gibi
Ehl-i sünnet bir alimin, Sultan Abdülhamit’in düşmanlarıyla beraber hareket ederek sebeb oldukları sonucu düşünüyorum.
― O koca Sultan’ın hal edilmesiyle beraber koskoca Osmanlı mülkünün her tarafında kan ve göz yaşı, zulümler, tecavüzler aldı başını gitti.
― Yemen, Balkan ve sonunda Cihan Harbiyle koskoca imparatorluk parçalandı ve milyonlarca insanlarımız yerlerinden oldu, bir kısım açlıktan ve yokluktan yollarda kırıldı, çoğunu da o diyarlarda bıraktık.
― Sadece Çanakkale’nin faturası 270 bin vatan evladıdır.
Onun gibi nicesini yaşadık 10 yıla kalmadan.
― Ben de
Mehmet Akif’,
Babanzade,
Hasan Basri Çantay,
Elmalı’lı Hamdi,
İskilipli Atıf,
Ömer Rıza Doğrul,
Mustafa Sabri’lerin…
― İttihat ve Terakki ateist, deist aptalları ve hainleriyle beraber, Abdülhamit’i yıkmaya yardımcı olanlar gibi, Erdoğan’ı yıkan şer cephesine hizmet etmek istemiyorum.
― 100 yıl sonra bu ülke tarihi yazılırken benim de Erdoğan’ı yıkanlarla beraber olup;
― ABD, İngiliz ve Alman politikalarına hizmet etti, denilmesini istemiyorum.
― 100 yıl önce Sandanski’ydi. Bugün Murat Karayılan.
― 100 yıl önce İttihat ve Terakkiydi. Bugün CHP.
― 100 yıl önce Hürriyet ve İtilaf Partisiydi bugün Saadet.
― Kusura bakmayın 100 yıl sonra aynı hatayı işleyenlerden olmayacağım.
― Ben yanlışlarını söyleyeceğim, kusurlarını yazacağım ama,
Erdoğan’ı indiren şer cephesiyle beraber olmayacağım..
Başkan Erdoğanla yola devam.
Allah c.c onu ve samimi arkadaşlarını muvaffak etsin.
Rabbimiz her türlü beladan kazadan korusun kollasın esirgesin.
İnsanlar öyle günler görecek ki , katil ne için öldürdüğünü , makdul ise ne için öldüğünü bilmeyecek . “ Bu nasıl olur ? “ diye soruldu . Şu cevabı verdi : “ Herçtir ! Öldürülen de ölen de ateştedir . “
( Müslim , Fiten 56 )
Allah'ım
Bilinen bilinmeyen
Görünen görünmeyen
Akla gelen , gelmeyen
Her türlü kötülükten
Kötü olabilecek her şeyden
Hastalıktan , dertten , kazadan
Ah'tan , beladan , nazardan
Her türlü sıkıntıdan
Bedduadan , kul hakkı almaktan , şerre sapmaktan
Beni , ailemi , sevdiklerimi ve tüm müminleri muhafaza eyle ! âmin . . 🤲
Ölüm !!! anneyi toprağa , evladını ise yaşarken aldı .
Sevdiğim insanları kaybedebilme düşüncesi bile o kadar can yakıcı ki.bir gün göreceğim mesela ertesi gün yoklar.bu düşünce bile içimde bir şeylerin kopmasına sebep oluyor.bu yüzden Rabbim hepimizi depremden,kazadan,beladan uzak tutsun.
“Mesnevi-i Nuriye’de geçen şu cümle ki, “Ya İlâhî! Hasenatım Senin atândandır. Seyyiatım da senin kazândandır. Eğer atân olmasaydı helâk olurdum” ne demektir?
Açıklar mısınız?”
KADER TERİMLERİ
Allah Mukaddir’dir, Hâlık’tır, Latif’tir, Kerim’dir. Yani takdir eder ve plânlar, yaratır, lütfeder, kerem eder. Bediüzzaman bu sıfatları kader terimleriyle ifade eder ve der ki: “Cenab-ı Hakk’ın ata, kaza ve kader namında üç kanunu vardır. Ata, kaza kanununu; kaza da, kaderi bozar. Bir şey hakkında verilen karar, kader demektir. O kararın infazı, kaza demektir. O kararın iptaliyle hükmü kazadan affetmek, ata demektir.”2
Şöyle diyelim: Allah’ın takdir edip plânlamasına ve karar vermesine kader diyoruz.
Bu İlâhî plânın icra sahasına dökülmesine, yani uygulanmasına kaza diyoruz.
Allah’ın, hususi iltifatı ile, keremi ile, feyzi ile, hidayeti ile, fazlı ile, lütfu ile kulunu kazadan affetmesine ve kulunun derecesini yükseltmesine ise ata diyoruz.
Bu durumda buna üç kanun prensibi diyelim.
Her şey bu üç kanun prensibiyle yaratılıyor.
ŞEYTANIN İSYANI VE SEYYİÂTLARI
Bu kanunları şeytanın üzerinde tatbik edelim:
Allah’ın şeytanı yaratırken şeytanda haset, kıskançlık ve kibir duygularını plânlaması kaderdir. Bu duyguları şeytanda yaratması kazadır.
Şeytanın bu duygularla amel etmesi de kaza oluyor. Oysa şeytan bu rezil duygularla amel etmeyip, bu duyguları terbiye etseydi ve Allah’ın emrine itaat etseydi…
Ya da diyelim bu terbiye ve itaati gerçekleştiremedi; Allah’tan bağışlanma dileseydi!
Veya diyelim bağışlanma dilemedi; Allah ata buyurarak, kendisine soru açtığında kusurunu anlayıp itiraf etseydi ve affını isteseydi…
Nihayet Allah yine ata buyurup kerem ederek kendisini derhal helâk etmeyişi üzerine tövbe etseydi…
Tövbeye de muvaffak olmadı; Allah’ın tekrar ata buyurup lütfederek hayatını kıyamete kadar bağışlaması üzerine yaptıklarından pişman olduğunu ifade etseydi ve özür dileyip yalvarsaydı…
Pişman olup özür dilememekle beraber, hasedine, kıskançlığına ve kibrine yenik düşerek, “Ben, Senin kullarını azdıracağım!”3 diye Allah’a isyanını sürdürmeseydi…
Acaba Allah’ın o her şeyi kuşatan rahmetine mazhar olmaz mıydı?
Bunlar sadece sesli düşüncelerdir. Ata’yı ve kazayı kavramak için…
Yoksa olan olmuş tabiî ki!
ATA VE KAZA İNCELİKLERİ
Kaderi yazan, plânı ve mukadderatı çizen, her şeyi kendi takdir buyurduğu bir proje çerçevesinde yaratan bizzat Alla h’tır.
Allah’ın kaderi iki biçimde icra sahasına giriyor: 1- Ata. 2- Kaza.
Klasik İlm-i Kelam’da ikisine de kaza denmekle beraber; Bediüzzaman Hazretleri teknik manada ata’yı kaza’dan ayırıyor.
Bediüzzaman Allah’ın lütfu, ihsanı, ikrâmı, feyzi, bereketi, hidayeti, fazileti, rahmeti, affı, mağfireti, muhabbeti, merhameti gibi Rahmaniyet ve Rahimiyet tecellilerine “ata”; cezaî muamelelerinden olan adalet, gazap, celal, kahır, galibiyet, kibriya, terbiye gibi Rububiyet ve Ulûhiyet tecellilerine “kaza” diyor.
ATÂ OLMASAYDI İNSAN NASIL HELAK OLURDU?
Mesela insan ruhunda şehvetin yaratılışı kazadır. Yani İlâhî proje olan kadere uygun bir tecellidir. Şehveti yaratan Allah’ın, Peygamber ve Din göndermek suretiyle şehveti disiplin altına alması ata’sından olduğu gibi, insan ruhunda iffeti yaratması ve iffeti şehvete hâkim kılması da ata’sındandır. Eğer bu ata’lar (İlâhî ihsanlar) olmasaydı, insan şehvetini iffetsizce kullandığında başına bir sürü bela gelecekti ve insan helak olacaktı.
Yine mesela insan ruhunda öfkenin yaratılması bir kazadır. Öfkeyi yaratan Allah’ın kitap ve şeriat göndermek suretiyle öfkeye şer’î bir mecra yapması ata’sından olduğu gibi, insan ruhunda şecaati, adaleti, merhameti, şefkati ve insafı yaratması ve bu faziletlerle şiddeti durdurması da ata’sındandır.
Aksi takdirde bu şecaat, adalet, merhamet, şefkat ve insaf ile ifade edilen ata’lar (İlâhî ihsan ve lütuflar) olmasaydı insan şiddeti, kini, öfkesi ve kavgası yüzünden helak olurdu.