Tumgik
#hafızamız hakkında
minikblogger · 4 months
Text
Tumblr media
1 note · View note
semiramist · 2 months
Text
Hayatımın en eğitici dönemini geçiriyorum ve farkındalıkların ne kadar kıymetli olduğunu daha iyi anlıyorum. Binlerce nüans var ve bu nüansları sistematik olarak yazmak gerçekten zor. Yine de bir yerden başlamak lazım çünkü insanın değişimi ancak geçmişi tekrardan değerlendirerek mümkün olabiliyor. Yazmak, aslında insanın o zaman ki algılarını, farkındalıklarını dondurmak anlamına geliyor ve bu sayede, geçmişimize dönüp baktığımızda kendimize karşı ölçülebilir gözlem yapma imkanına sahip oluyoruz. Yazılı olmayan her şey, hafızamız tarafından manipüle edilebilir ve bir yanılgıya inanmamıza sebebiyet verebilir.
Zeka ve farkındalık bir anomalidir. Bireyin kendini toplumdan kopuk hissetmesine sebebiyet veren her farkındalık, bireyin davranış ve düşüncelerinin toplum nezdinde kabul görülmemesiyle sonuçlanır. Toplumdaki insanların büyük bir kısmının olası hayat çizgileri, ne yazık ki genetik faktörler ve çocuklukta yaşanılan eksiklikler ile şekillenmiştir.
Özgür irade çoğu insan için bir ilüzyondur ve yalnızca kendi içine bakmaya cüret edebilen bireyler için gerçek olabilir. Kendi içine bakmak ve temel ruhsal ve duygusal gereksinimlerimizdeki eksikleri fark edebilmek, büyük bir iç rahatsızlığını da beraberinde getirir ve toplumun büyük bir kısmı, bunu yapmak yerine kendi kafasında hep haklı ve alacaklı olduğu yanılgısına kapılır.
Acıdan kaçma davranışı dürtüseldir ancak bu kaçış her zaman dışsal motivasyonlara ihtiyaç duyar. Nitekim dışsal motivasyona ihtiyaç duyan bireyler daha fazla tüketir ve ekonomik sistemin sürdürülebilirliği açısından önemli bir role sahip olur. Sahip oldukları ile mutlu olmayan birey, sahip olamadıklarıyla da mutlu olamaz ve bireyin hayatı bir kaçış ve çırpınıştan ibaret olur. Yıllar ilerledikçe bunu kabul etmek zorlaşır ve yüzleşmek yerine kendine bir kabuk örer. Bu kabuk, yıllar geçtikçe o kadar kalınlaşır ki, gerçek olan ile bireyin kafasındaki gerçek arasında bir uçurum oluşur.
Kendi yangınından kendi dersini çıkarmak, daha ağır bir şeydir (Nietzsche) ve ders çıkarmak yalnızca içine bakmaya cüret edebilen insanlara özgüdür. Kabuklarını sürekli kalınlaştıran insanlar, içlerindeki derin huzursuzluk hissini, uyarıcılarla doldurmaya çalışırlar. İyileşmeyi reddeden ve kabuklarını kalınlaştıran her birey, kendilerini travmaya sürükleyen kişiye dönüşür.
Toplumun büyük bir kısmı, neyi neden hissettiklerini sorgulamadan sadece yaşarlar. Herhangi bir sorgulama ile karşılaştıklarında, dünyevi olanakların önceliklerinden bahsederler çünkü dünyaları bundan ibarettir ve sahip oldukları dünya algısının mutlak doğru olduğunu düşünürler. Bu düşünceyle çatışan her türlü entellektüel uyarıcıya yoğun bir tepki gösterirler çünkü kimse yıllarca inanmış oldukları düşünceleri değiştirmek istemez. Dar zihniyetlerindeki kaygılarını, gelecek nesillere aktarmak isterler.
Zeka ve farkındalık bir anomalidir, çünkü bireyin subjektif benliğini anlamsız kılar. Olayların nedensellikleri hakkında yeteri kadar derin ve katmanlı düşünüldüğünde herkes biraz mağdurdur. Bazı şeyleri ne kadar çok anlarsak, o kadar çok anlamamış olmayı dileriz.
Özellikle doğu toplumlarında, baskılanmış bireyler kendileri için ilke ve erdem geliştiremezler hatta bunun ne anlama geldiğini bile anlayamazlar. Doğu toplumunda yaşamış ve belirli yokluk durumlarına maruz kalmış bireylerin düşünceleri, başkalarının fikirleri, yaşamları bir taklit ve tutkuları birer alıntıdan ibarettir. Bu bireyler, yaşlandıkça, entellektüel benliklerini geliştirmemiş olduklarından ötürü, çevrelerine karşı daha da talepkar olurlar çünkü ölüm fikri zihinlerinde çok daha ağır hale gelir.
Toplumdaki çoğu insan yalnızca yaşar ve yüzlerce anlayamadığı durum karşısında tamamen çaresizdir. Kafasındaki gerçeklik ile gerçekten olan arasındaki fark ne kadar uzaklaşırsa, o kadar savunmasızdır. Bu savunmasızlık durumu, yalnızca büyük kriz durumlarında ortaya çıkar. Kendilerini dünyevi imkanlarla avutmaya çalışırlar ve sürekli bir iktidar hırsıyla hayatlarını sürdürürler.
İnsan beyni nöroplastisite, yani değişebilme yeteneğine sahiptir ancak toplumun büyük bir kısmı, ailelerinin ya da baskın kültürün bir yansımasından öteye gidemez. Beyin her ne kadar değişebilme yeteneğine sahip olsa da, beyin düzenli olarak maruz kaldığı şeye dönüşür. Özellikle travmatik geçmişe sahip bireyler, hissettikleri eksiklikleri gidermeye çalışırken travmayı yaratan davranışları sergileyen insanlara daha da maruz kalır ve kendilerini, hissettiklerini anlamladıramadıkları bir durumun içinde bulurlar.
Bireylerin iç huzura kavuşması, yüksek düşünceyle mümkün olabilir. Yüksek düşünce yalnızca felsefeden, sanattan ibaret değil, küçük "şeylerin" içindeki güzelliği görebilmekten de gelir. Mutluluk ve huzur anlardadır. Zihniyetleri kaotik, anksiyetik ve muhafazakar olan insanlar, her zaman dahası için koşarlar ama ne için koştuklarını asla bilmezler. Bu zihinler, etraflarındaki insanları da hasta eder. Ucuz ve düşük metaların peşinde koşmanın bedelini, zaman genellikle öğretir.
Buradaki cümlelerin hepsi bir genellemedir ve görüşler değişebilir ki değişmemesi aslında sıkıntılı olandır.
youtube
3 notes · View notes
belkidebirharfimben · 3 years
Text
Uzaklaştıkça nasıl güzelleşiyor herşey?
Dışarından bakanlara belki böyle görünüyor arkadaşım: Eskiden daha güçlüydüm. Şimdi zayıfım. Dünyayı tutma isteğim azaldı. Yaşlandım. Avuçlarım hevesini kaybetti. Arzumu kaybettim. Kavgayı değil kavgamı kaybettim. Neşemi  koyduğum yerde bulamıyorum. Eskiden üstüne üstüne düştüğüm şeylerin şimdi yanından şöyle bir geçiyorum. Dışarıdan bakılınca bu hakikaten zayıflıktır. Ve muhtemelen beni kalan ömrümde başarısız(!) kılacaktır. Ama, benim gözümden bakarsanız bana, daha başka birşey söyleyeceğim: Galiba büyüdüm ben.
“Aaa, nasıl oluyor, hem öyle hem böyle? Bir yalancılık mı var? Cık, cık, cık.” Yok, yalancılık değil arkadaşım, halimi anlatayım: İlgisizliğin boğuşmakla elde edilecek her kuvvetten güçlü olduğunu gördüm. Buzken ağırdım. Yer tutardım. Üşütürdüm. Doğru. Fakat buhar olunca da hiç incinmedim. Üstelik özgürleştim. Hem de kimseyi incitmedim. Rüzgarla uğurlandığım her yer benimle oldu. Benim olmadı arkadaşım. Benimle oldu. Önemsememek karizmatiktir. Önemseyen herkesten daha avantajlı hale getirir. Çünkü kaybetmezsiniz. Yarışmadığınız için yenilmezsiniz. Rakibi olan endişe eder. Geçilmekten korkan koşar. Siz etmezsiniz. Siz koşmazsınız. Bu nedenle insan lezzet-i hayat cihetiyle serçe kuşuyla başedemez. Meğer ki bu ilgisizlik bir tasannu değilse.
Serçe para biriktirmez. Siyaseti takip etmez. Petrol aramaz. Ne bileyim. Dolar artınca telaşlanmaz serçe. Allah sırlarını mübarek etsin: Ehl-i zühtün omzunda zühdü bir yük değildir. Çünkü onlar bizim gibi değildir. Rahatlığıdır. Canının istediğidir. Dünyanın en istekli şekilde kollarını açtığı dönemlerde bile zâhit onunla hemhal olmaktan çekinir. Çünkü hemhal olmanın bir bedelle mümkün olduğunu bilir. Bu bedel didindiğinin omzunda ağırlaşmasıdır.
Kalp tanıştığını arkasında bırakamaz. Evet. Hakkında uğraştığını 'an'da bitiremez. Sevdiğini terkedemez. Sevmek, Sonsuz Olan’dan başkasına karşı, hatırlamakla bedel öder. Yitirilmekle fakirleştirir. Hem sevmek bir açıdan ruha çizik almaktır. Şeylerin ‘ben’ini kanatmasına izin vermektir. Dikenli telleri çıplak avuçlarla kavramaktır. Gidişlere karşı savunması yoktur aşkın. Oscar Wilde’ın öyküsündeki gibi, dikene bastırarak göğsünü, güller açtırmaya çalışır bülbül.
Ruh zamanın üstündedir. Bu yüzden zamanla arasında bağ kurmasını sağlayacak bir günlüğe ihtiyacı vardır. Hakîm-i Zülcemal, sonsuz hamd u sena olsun Ona, hafıza bağışlamakla farkındalığımızı anlardan aşkınlaştırmıştır. Bu yayılıştan kıyas doğmuştur. Bu kıyastan akıl tevellüd etmiştir. Akıl her duygunun sonsuzlukla çarpımıdır. Çünkü zamana yayılmış bir farkındalığın kıyaslayacağı şeylerin sayısı da anlar kadar fazladır. Hafızamız sayesinde biz şeyleri arkamızda bırakamayız. Eğer bıraktıysak o bizim için 'şey'  olmamıştır. Gerçekten şahidi olunan şey bırakılmaz. Unutulmaz. Silinmez olur. Peki birşey nasıl şey olur?
İşte ben bunun da duygularla ilgili olduğunu düşünüyorum arkadaşım. Duygular dışarından gelen etkinin (dolayısıyla bilginin) bizi değiştirirken çıkardığı sesler gibidir. Kader kaleminin cızırtılarıdır. Evet. Ben, başladığım Ahmed'den daha başka bir Ahmed olarak bitireceksem hayatı, bu değişim duygularla oluyor. Ruhum duygu duygu desenleniyor. İşleniyor. ‘Ben’ dediğim şeyin değiştiğini, yaşamak testeresinin üzerimde işlediğini, çıkan duygu sesleriyle anlıyorum. Ya iyileşiyorum yahut da kötüleşiyorum. Meselenin hormonal düzeyi ancak bedenin bu değişime ettiği eşliktir. Asıl tecrübeyi ruh yaşar. Asıl mesele mesajın etkisine şahitliğimdir. Ki bu şahitlik de en çok hissederek oluyor. Hissetmeyenler şahitlik şansını da yitiriyorlar.
Kalbim kırılıyor birisine. Veya birisine ısınıyor. Gülüyorum. Veya küsüyorum. Kızıyorum. Veya seviniyorum. Bunlar hep âdemiyetten. Bütün bu sesler Ahmed'in değiştiğini haber veriyor bana. Üzüldüğümde Ahmed'i yanlış bir yere sürüklediğimi farkediyorum. Sevindiğimde Ahmed'in doğru yolda olduğunu anlıyorum. Tıpkı ateşin yıkıcılığını yakıcılığıyla hissetmem gibi. Kaçınmam için hissetmem gerekir. Koşmam için hissetmem gerekir. Görmesem de sonucu hissediyorum. Yaşamak bir açıdan ruhun kemal sürecinin zarureti gibi. İmtihan olmazsa beşer insan olamaz. Bir kıdem daha alması lazım. Hamlığının gitmesi lazım. İmtihan bizi ahirette sonsuza dek varolmaya layık kilimler haline getiriyor.
Burada hissetmezsem cehennemde kaza ederler. Burada yetişmeyeni orada ebedî eğitirler. Nihayetinde cennete layık bir olgunluğa erişmek için yetişmeye gelmişim dünya medresesine. Aldığım nakışlara göre duracağım yer seçilecek.
Dünyanın omuzlarına basıyorum. Adımlarımı sabitlemeye çalıştıkça, kalmaya çalıştıkça, almaya çalıştıkça, tutmaya çalıştıkça, yönetmeye çalıştıkça dünya da benim omuzlarıma basıyor. Atıma ‘atım’ dememeliyim. Atıma ‘atım’ dedikçe atı oluyorum. Veya atıma ‘at’ dedikçe at atım oluyor. İki türlü de etkileyebilir beni. Nasıl etkileneceğim sırr-ı imtihan gereği bana bırakılmış. Ya güzel görüp güzel düşüneceğim yahut da çirkin görüp çirkin düşüneceğim.
Fanilik için boğuşmak beni anlarda görünene mahkûm ediyor. Faninin varlığı andan ibarettir çünkü. Ondan kaçınmaksa manzarayı anlar ötesinden seyretmemi sağlıyor. Arkadaşım, şuna iyi kulak ver, dikkat et: Uzaktan bakınca her yüz güzeldir. Yakından bakınca, yakınlığında boğulunca, her yüzde bir pürüz var. Kusur var. İz var. Makyaj dediğin de zaten yanındakini uzaklaştırmaktır bir nevi. Demek ki zahit pürüzlerin riskini almaktan kaçınandır. Mesafeyi koruyandır. Zaten parçayı çirkin eden de bütündeki yerini ıskalamak değil midir? Zümrüd-i Anka’yı tırnağından ibaret saysan beğenmezsin. Arkadaşım düşünsene şunu bir: Mecnun’a Mevla’yı bulduracaksa Leyla’nın ayrılığı nasıl kötü olabilir?
4 notes · View notes
akilfikirgezegeni · 4 years
Photo
Tumblr media
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB)
Ertan Yavuz
Hiperaktivite;  ‘’Hiper’’ (aşırı) kavramının aktivite (etkinlik) ile birleşmesi sonucu oluşan ve dünyadaki çocukların %5-7’sini dikkatini verememe ve dürtüsellikle bireyin öğrenme ve yaşam şeklini etkileyen sinirbilimsel (beynin büyüme ve gelişme şekliyle ilgili) bir bozukluktur. Çocuklarda (ki yetişkinlerde de görülür) aşırı hareketlilik pek tabi birçok kazaları da beraberinde getirir. Dürtüselliğe bağlı çoklu hareket etme isteği çevredeki uyaranların fazlalığı veya eksikliğine bağlı olarak değişkenlik gösterir.  Dürtüselliği biraz açacak olursak hazza odaklı beynin yapılan eylemin sonunda kazanılacak ödüle odaklı olarak en kestirme yoldan karar verme ve hareket etmesidir diyebiliriz. Bu aşamada bireyin beyninde ödüle ve motivasyonu sürdürücü bir nörotransmitter olan ‘’dopamin’’, yapılan eylemin vermiş olduğu mutluluğun ortaya çıkması için ‘’serotonin’’,  davranışı sürdürmek için ‘’noradrenalin’’  bu davranışların devam edici ısrarını sağlayabilmek için ise ‘’glutomat’’ gibi bazı sinir ileticilerinin yardımı gerekir. Hiperaktivite hakkında doğru bilinen yanlışların en önemlisi her hareketli ve toplumda yaramaz diye isimlendirilen çocuğun bu adla anılıyor olmasıdır. Bir çocuğa, gerek tıbbi, gerekse eğitsel olarak ‘’hiperaktif’’ tanısının koyulabilmesi için uzman kişilerce ve çeşitli gözlem ve testlerle bazı davranış ve eylemlerin gözlemlenmesi gerekir.
Mesela;
Durduğu yerde duramaz
Uzun süre yerinde sabit     oturamaz.
Çocukken koşar ya da     tırmanır, yetişkinken yerinde duramaz,
Sessiz ve sakin bir şeyle     meşgul olmada sıkıntı yaşar,
Adeta motor takılmış gibi     ya da düz duvara tırmanır gibi hareketlidir,
Aşırı konuşur,
Soruyu beklemeden dürtüsel     ve otomatik cevaplar verir,
Bekleme gerektiren işlerde     sıkıntı yaşar,
Başkalarının sözünü keser,
Aşırı hareketlilik bireyde dikkat dağınıklığına ya da eksikliğine de yol açacağı için tam olarak tanılamanın ismi DEHAB olarak anılmaya başlanmıştır. Dikkat bir bireyin belli konular, olaylar, olgular ya da nesneler arasında belirgin olana odaklanabilmek olarak tanımlanabilir ve eksikliği tam tersi olan odaklanamama durumu olarak ta görülebilir. Günümüzde her ne kadar bu tanılamaya sahip olmasa da aşırı uyaran fazlalığı ya da azlığı dikkat eksikliğine neden olabilmektedir. Yine uzman gözetiminde yapılması gereken dikkat eksikliği tanılamalarında bireylerin gözleminde dikkat edilmesi gereken noktalar;
Ayrıntıya dikkat etmeme,     sürekli hata yapma,
Dikkati sürdürmede sıkıntı     yaşama,
Umursamaz görünme,
Komutları izlemekte güçlük     çekme
Yapılan eylemi ya da     davranışı organize etme sorunu yaşama
Sürekli eşyalarını     kaybetme,
Dikkatini en ufak sesler     ve görüntüyle dağıtma,
Günlük işlerini     hatırlamakta zorlanma, hatta unutma,
Yukarıda madde madde gördüğümüz belirtilerin yanında Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite bozukluğuna bağlı olarak oluşabilecek bazı alt sorunlardan da bahsetmemiz gerekir. Mesela hafıza problemleri; Öncelikle Hafıza demişken; Hafızamız kabaca uzun ve kısa süreli olmak üzere iki kısma ayrılır. Kısa süreli hafızamız anlık durumları kısa bir süre içerisinde (takribi 15-20 sn) çizip yazmazsak kaybolduğu bölümdür. Uzun sürekli hafızamız ise eski ve yeni bilgileri en anlamlı ve eklektik bir biçimde birbiriyle kaynaştırıp, en sade şeklini vererek örüntüler kurması ve bu örüntüleri yeri ve zamanı geldiğinde kullanarak hayatımıza katmamızı sağlayan bilgi depomuzdur diyebiliriz.
DEHB’ta hafıza sorunları her iki şekilde de kendini gösterebilir, yani hem kısa anlık hafıza, hem de uzun, planlı hafıza işlevini doğru şekilde yerine getiremeyebilir. Tabi bu durumda da bireyde konuşma bozukluğundan, iletişim sorunlarına, unutkanlıktan, bilişsel kavrama becerilerinin zayıflığına kadar pek çok alanda zorlantıya neden olabilmektedir. Yine ayrıca sadece konuşma bozukluğunu ele alırsak, hafıza ile ilintisini şöyle kurabiliriz.
Artikülâsyon (Sesletim)     bozukluklar,
Fonolojik (Ses bilgisel)     bozukluklar,
Semantik (Anlamsal)     bozukluklar,
Kelime ve cümle bilgisinde     eksiklik,
İletişim yapısında     bozukluk,
Kısaca hafıza sorunları konuşma ile ilgili; anlama, anlatma, anlaşma sorunlarının daha da büyümesine ve sonrasında bireyde anlamlı bir öğrenme güçlüğü yaşamasına neden olabilmektedir. Öğrenme güçlüğü bilindiği gibi çocuklarda en çok akademik becerilere başlandığında ortaya çıkmakta, daha öncesinde alanında uzmanlar haricinde pekte tanılanamamaktadır. Okula başlayan birey mevcut yapılandırılmış müfredatı, yine belirli bir şekilde anlatılması sonucu konu ve konuları anlayamamakta ki; hele aşırı hareketlilik durumu da söz konusu ise daha bir artmakta, buna eşlik eden dikkatin dağılması faktörü öğrenim güçlüğünü artırmakta, tüm bunlarda bireyde davranış bozukluğuna yol açabilmektedir. Özellikle birey için okul, sınıf gibi ortamlarda belirli kurallara uyabilmesi ve istenilen ölçülerde hareket edebilmesi hem okul başarısı için hem de arkadaş ilişkileri için oldukça önem arz etmektedir. Okulda uygun davranışı geliştiremeyen birey sadece arkadaş çevresinde değil, yaşadığı çevre ve aile ortamında da yine farklı davranış tutumuna devam edebilmekte, her seferinde agresyon limitlerini yükseltmekte sonucunda böylesi bir tutum ilişkilere kalıcı zararlar verilmesine sebep olabilmektedir. Özellikle birincil derece yakınlığı bulunan ebeveyn ilişkilerinde mevcut ve sürdürülen davranış problemleri, bakım verenlerin daha depresif, tutucu, izole bir hayat yaşamalarına neden olabilmektedir.  Bu anlamda hiperaktif bireyin dürtüselliğini ve davranımını düzenleyememesi bazı durumlarda ebeveyn taraflı çocuğa şiddete kadar vardırılabilmekte, gerek fiziksel, duygusal, sosyal ya da ekonomik şiddet çeşitleriyle düzeltilmeye çalışılmaktadır. Taktir edersiniz ki, böylesi tutumlar sorun yaşayan bireyin davranışlarını daha çok tetiklemekte, sorunun olduğundan daha fazla içinden çıkılmaz bir boyuta dönüşmesine neden olmaktadır. Ebeveynin sorun yaşayan bireye aykırı davranması, onu anlayamaması bireyin, ya daha taşkın ya da sosyal bakımdan izole bir ortam yaratmasına sebebiyet vermektedir. Aynı belirtilerin bakım verenlerce de deneyimlenmesi içten bile değildir. Sorunların doğru tanımlanamaması, çözüm yolları hakkında fazlaca düşünülüp uygulanmaması beraberinde ruhsal yönden çözülmelere ve bu sebeplerle psikolojik/psikiyatrik destek ihtiyaçlarını gündeme getirir.
Buraya kadar anlatmaya çalıştığımız DEHB hakkında sorunu tanıma ve oluşabilecek sorunları anlama üzerineydi. Gelin isterseniz bu kısımda da DEHB hakkında neler yapabiliriz, tanılanmış bir dikkat eksiliği ve hiperaktiviteli bireyin eğitsel ve davranışsal anlamda nasıl daha yetkin bireylere dönüştürürüz onu tartışalım.
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu günümüzde birçok çocuğun ve gencin yaşam kalitesini, okul başarısını, iletişim becerilerini ve daha pek çok yönden hayatını etkileyen önemli bir rahatsızlıktır. Ama yapılan eğitsel ve davranışsal uygulamalar, ruhsal ya da nörololojik açıdan yapılan araya girmeler bu rahatsızlığın minimalize olmasını sağlamış, bozukluk diye tabir edilen durum veya durumların sağaltımı gerçekleştirilerek birer çeşitlilik olması sağlanılması amaçlanmıştır. Dünya da ve ülkemizde de konuyla ilgili birçok akademik makale yazılmış olup yine birçoğuna çevrimiçi erişilebilmektedir. İsterseniz yazının bu kısmından sonra tanılanmış olan bu duruma ‘’rahatsızlık’’ veya ‘’bozukluk’’ demeyelim de ‘’ÇEŞİTLİLİK’’ ifadesini kullanalım ne dersiniz?
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Çeşitliliği yaşayan bireyler öncelikle farklı bilgi işleme ve farklı yetenekleri olma yönünden değerlendirilmelidir. Bu anlam da verilen eğitim aynı olsa dahi öğretme yöntemleri farklılık göstermeli, bireyin yetenekleri ve becerileri temel alınarak aktiviteler düzenlenmeli hatta oyuncak seçimleri bile bu çeşitliliklerine göre yapılmalıdır. Böylesi dikkat ve öğrenme sorunları yaşayan bireylerin güçlü yönlerinin tespit edilmesi ve bu yönlerin desteklenmesi yine nitelikli bir aile ve alanında uzman kişilerce yapılmalıdır. Bu bireylere davranışlar ve iletişim dili sevgi dolu, güven verici ve kendinden emin bir şekilde yapılmalıdır. Özellikle okul çağındaki DEHB yaşayan bireylerin uygun benlik bilincinin oluşması için doğru model ve doğru kişilik özellikleriyle karşılaşmalarına dikkat edilmelidir.
Okul ortamında DEHB için öncelikli konular;
Uyum sorunlarının     tanımlanması ve sağaltımı,
Yaşa ve beceriye uygun     öğretim metotlarının geliştirilmesi,
Benlik bilincinin     geliştirilmesi,
Akademik başarının     artırılması,
Ev ortamında DEHB için öncelikli konular;
Bireyin tıbbı ve eğitsel     tanısını göz ardı edilmemesi,
Benlik gelişimi için doğru     model olunması (sözel, davranışsal),
Bireyin yaş, cinsiyet ve     becerilerine göre bazı sınırlar ve sorumlulukların belirlenmesi,
Ailesi olarak çocuğun     daima sevileceğinin ve kabul edileceğinin hissettirilmesi,
Birlikte geçirilen zamanın     niteliğinin, süresinin belirlenmesi,
İletişim dillerinin (ben,     sen dili) öğrenilmesi ve yerinde kullanılması,
Ve en önemli madde sabırlı     olunması önem arz etmektedir.
 Her insan bir çeşitliliktir ve dünyanın bu kadar güzel olmasının nedeni, işte bu çok renkli çeşitliliğidir.
4 notes · View notes
karaca2508-blog · 3 years
Text
İş hayatında psikolojik travma
Tumblr media
Psikolojik travma, hayatın düzgün akışı içerisinde ilerlerken aniden meydana gelen, insan yaşamını alt üst eden, kişinin fiziksel ve psikolojik bütünlüğünü, ruhsal dengesini tehdit eden ve duygusal anlamda üstesinden gelmekte zorlandığı olaylar, yaşantılar ve deneyimlerdir. Bunlar kişide dehşet, korku, endişe ve çaresizlik yaşatan durumlardır. Eğer kişi gerçek bir tehlike ile veya tehditle karşılaştığını algılamışsa, bundan da fiziksel zarar gördüyse veya tanık olduysa bu esnada da aşırı derecede korku, çaresizlik ve dehşet hissetmişse bu durum kişi için “travmatik” bir yaşantı olarak tanımlanır.
İş hayatında psikolojik travma
Travma, hiç beklenmedik bir anda ne yaparsak yapalım hazırlıklı olamayacağımız bir şekilde varlığımızı yasladığımız hayat referanslarımıza inen ani bir darbedir. Bizi geçmiş ve geleceğimizden (şiddetine bağlı olarak) belli bir süre için koparan bir zamansızlık halidir. Bir olayın travmatik etki oluşturup oluşturmaması tamamen kişinin bu olayı algılayış biçimine ve bu olayın hayatını, duygularını ve düşüncelerini ne kadar olumsuz etkilediğine bağlıdır. Bu anlamda travma kişisel bir deneyimdir ve farklı insanların farklı olaylara farklı tepkileri olur. Olaylar kişileri farklı şekillerde etkileyebilir. Bir kişi için travmatik olan bir olay, başka birisi için olmayabilir. Bu nedenle yaşanan bir olayın travmatik olup olmadığından öte bu olayın kişiyi duygusal anlamda nasıl etkilediğine bakılması gerekir. Genel olarak psikolojik travma oldukça stres oluşturan durumların kişinin yaşamının, sevdiklerinin, inanç sistemlerinin güvende olma duygusunu zedeler ve kişide çaresizlik, yalnızlık ve tehlikeli bir dünyada her an zarar görebileceği zarar göreceği hissi uyandırır ve onları tehlikelere açık hale getirir. SEBEPLERİ  Aile içi şiddet  Ayrılma ve boşanma  İş kaybı  Tecavüz  Trafik kazası  Ani hastalık  Fiziksel, duygusal, cinsel istismar  Fiziksel ve duygusal ihmal  Doğal afetler  Savaş  Terör  Ekonomik krizler Priskolojik travmanın belirtileri 1) Kişinin yaşadığı travmayı zihninde tekrar tekrar yaşıyor olması a) Flashbackler (geçmişi gösteren sahneler) b) Kabuslar c) Travmayla ilgili gün içerisinde zihne gelen ve durdurulamayan düşünceler 2) Kaçınma davranışları gösteriyor olması a) Travmatik olaya dair konuşmalardan ve anılardan kaçınma b) Travmatik olayla bağlantılı olan aktivitelerden, yerlerden ve kişilerden uzak durma c) Travmatik olayla ilgili önemli bir parçayı hatırlayamama d) Günlük aktivitelere olan ilginin ve katılımın azalması e) Diğer insanlardan kopmuş olma, farklı ve içine kapalı hissi f) Duygu göstermekte zorlanma, hissizleşme g) Ani ağlama krizleri, kendini çaresiz ve umutsuz hissetme h) Sevdiklerini aşırı koruma, onlar için korkma ve güvenceye alma hissi 3) Fiziksel olarak uyarılma belirtileri gösterme a) Travmatik olay hatırlanınca vücudun tetikleniyor olması b) Aşırı uyarılmışlık hali c) Uyku problemleri (insomnia) d) Öfke, endişe, suçluluk e) Konsantrasyon güçlüğü Travma sadece zihinde, davranışta ya da duyguda kodlanmaz. Bedenimizde travma yaşand��ğı anda nasıl tepki verdiğini hatırlar. Bazı durumlarda zihnimiz tarafından bastırılmış, hafızamız tarafından getirilmekte zorlanan sahneler, anlar veya yaşantılar bedenimiz tarafından hatırlanır. Bedenimizin verdiği tepkilere dikkatlice bakmak, bize yaşadığımız travma ve sonrası hakkında oldukça önemli bilgiler verir. Mesela çocukluk dönemlerinde fiziksel ve duygusal istismara uğramış bir kız çocuğu, yetişkinlikte kendisini aynı şekilde istismar eden ilişkiler yaşayabilir. Kendisini sözel olarak taciz eden, döven ya da umursamayan veya değer vermeyen kişileri sevgili veya eş olarak seçebilir. Aslında çocukluğunda bu tür olaylara maruz kalmış bir kişinin yetişkinlikte bunun tam tersi insanlara yöneleceğini düşünürüz., fakat durum genellikle tersi olur. Bunun nedeni kişinin kendi hikayesinin sonunu farklı yazma ve geçmişte yaşadığı istismarla halleşebilme arzusu ve dürtüsüdür. Kişi kendisini eskiden yaşadığına benzer travma ve istismar döngülerinin içine sokarak, eskiden sağlayamadığı kontrolü sağlama ve bu sefer bu döngüye son verebilme çabası içerisindedir. Kişi geçmişteki travmalarına bağlı olarak geliştirdiği “güvende değilim” ve “yeteri kadar iyi değilim” gibi inançları da yeni travmalarda test eder. Bu nedenle aynı travmayı yeni durumlarla ve yeni kişilerle yaşar. Psikolojik travma için neler yapılmalı  Kendinize biraz aman tanıyın  Güçlü yönlerinizi düşünün (güçlü gözükmek için çaba harcamayın)  Aile, arkadaş ve yakınlardan destek isteyin  Küçükte olsa kendinize gerçekleştirebileceğiniz hedefler koyun  Önceliklerinizi belirleyerek enerjinizi ve kaynaklarınızı bu öncelikler için kullanın  Dinlenmek için kendinize zaman ayırın ve fiziksel rahatlama egzersizleri yapın  Normal bir olaya normal bir tepki verdiğinizi düşünün (siz değil, yaşadığınız durumun anormal olduğunu düşünün)  Yalnız olmadığınızı unutmayın  Bir uzmandan yardım almak için başvurun  Kendinizi asla ihmal etmeyin ve iyi beslenin Travmatik olaylar kültürümüzde bir hayli yaygındır ve insanlar arasında ayırım yapmaz. Bu yüzden travmaya hem kadınlar, hem de erkekler, her yaştan, her ırktan, her sosyal sınıftan, her dinden ve bütün ülkelerden insanlar maruz kalabilir. Ne zaman yardım alınmalı?  Gerçek bir tehditle karşı karşıya kalıp zarar görmüş veya buna doğrudan tanık olmuşsanız ve bu esnada aşırı derecede korku, çaresizlik ve dehşet hissettiyseniz  Olayla ilgili anıları sık sık hatırlıyor ve yeniden oluyormuş gibi davranıyorsanız  Her şeye karşı önemli bir ilgi azalmanız varsa  İnsanlardan uzaklaşıyor ve yabancılaşma hissediyorsanız  Bu belirtiler kişisel, sosyal ve mesleki hayatınızda bozulmalara sebep oluyor ise  Bu belirtiler 1 ay geçtikten sonra da devam ediyor ise Siz bu girdaplardan, bu olumsuzluklardan kurtulabilirsiniz. Hemen size yardımcı olabilecek bir profesyonelden randevu alın.   Read the full article
1 note · View note
keemlenyekun · 6 years
Text
Mimarları ve doktorları seviyoruz
Yaklaşık olarak 18 yıl sonra kendimi samsun 19 mayıs üniversitesi tıp fakültesi hastanesinde buldum.
Üniversite hastanelerindeki mevzuat yanlışlıkları ve eksikliklerinden doğan durumları anlatacak değilim. Bir gün üşenmez, sağlık politikası hakkında da gayet muhalif şeylerden bahsedebilirim. Ve fakat bu ülkede (türü ne olursa olsun) politika hakkında konuşmanın faydasız olduğu dönemlerden geçtiğimiz için çok başka bir durumdan bahsedeceğim.
Mimarların ciddi ciddi sanatçı olduğunu, hatta heykeltıraşlardan da önde olduğunu düşünmekteyim.
Ancak ülkemizdeki mimarların neredeyse tamamının bu minvalde olmadığı da bir gerçek.
Şimdi burada mimarlar hakkında ahkam kesecek de değilim. Ama kentsel dönüşüm adı altında inşa edilen yerlere yapılacak bir gezintinin nasıl binalar ürettiğimiz konusunda yardımcı olacağını düşünüyorum.
Yine de merak ettiğim üç soru var:
1-) İçinde bulunduğum Tıp Fakültesi hastanesini bu kadar karmaşık binalar silsilesi içinde yapmayı kim düşündü? Hastane yahu burası. İnception sonsuz merdiveni değil.
2-) Ki en merak ettiğim konulardan birisi: İstanbul esenler otogarını yapan mimar ne amaçladı acaba? Otobüslerin hareket etmemesi üzerine kurulu bir garip yapı. Hayır yani amaç neydi.
3-) TOKİ tipi yapılanma hareketi yanlısıyım aslında. Ancak ülkenin her noktasına aynı tip binayı yapmayı kim istedi? Burada mimarların suçu yok o kesin.
Az önce hayatımda gördüğüm en nazik doktorla konuştum. Hocam dedim gördüğünüz üzere demans bizim sülalede genetikleşti. Napayım şu hafıza nimetini kaybetmemek için. Çalış dedi. Beynini çalıştır dedi. Ama bu hastalığın engellenmesi şuan mümkün değil dedi.
Netice itibariyle, karşıma bir şükür unsuru daha çıkıverdi. Ananem orta seviyede deman hastası. Yürümeyi unutuyor. Evet bildiğiniz adım atmayı unutuyor. Doktor beyle yarım saat konuştu. Bazı yiyecekleri hatırlamıyor.
Bize de hafızamız için şükür vesilesi veriyor.
Son olarak ülkecek mimarları ve doktorları hatta hatta mühendisleri seviyoruz. Ama ne kadar sözel ve eşit ağırlık bölümü (hukuk, siyaset, işletme) varsa sevmiyoruz. Bir hukuk mezunu olarak söylüyorum bunu. Garip ve acı; ama gerçek.
Vesselam.
18 notes · View notes
sifacimedyum · 4 years
Photo
Tumblr media
Göz Perdesi Kalkarsa Dünya nasıl bir yer. Sizce gözlerimizle her şeyi gördüğümüzü mü zannediyoruz. Gözlerimiz bize gerçeği gösteriyor mu? Yoksa aldatıcı bir dünya da mı yaşıyoruz. Kalp gözümüz açık mı? Kalp gözü açık olan insanlar bu dünyayı nasıl gördüler? Birçoğumuz olacak şeyleri önceden hissetmek, tanıştığımız insanlar hakkında gerçek ve doğru fikirlere sahip olmak, her şeyin altındaki gerçek hayırdan haberdar olmak isteriz. Fakat bunun gerçekten de büyük bir sorumluluk olduğunun bilincine varmamız zaman alır. Bundandır ki, Allah insanoğlunun hepsine değil, çok küçük bir kısmına bu yeteneği bahşetmiştir. Kalp gözü, yani gönül gözü, ruhun öte aleme açılan penceresidir. İslam dini dışında diğer dinlerde de bu aleme ulaşmak için yapılması gerekenler genelde birbirine çok yakındır. İnsan ruhunun bu bedende, bir bu aleme, bir de öte alemlere açılan penceresi bulunmaktadır. Ruhumuz bu aleme açılan pencereden, beş duyu organı ile hayal alemini ve hafızamız yolu ile de iletişimi sağlar. Bunlardan biri çalışmadığında, ruhun o yöndeki iletişimi kesiliverir. Aynı şeyler öte alemler için de geçerlidir. Ruhumuz, Melekût alemi yani (Ruhların ve nefislerin makamı olan âlemi) algılayabilmek için bu dünyaya olan bağlılıklarını kalben azaltmadıkça, öte alemleri algılayamaz. Nasıl ki, uyumadan rüya görmemiz mümkün olmuyorsa, gönül gözünün öteleri görüp algılayabilmesi de kalbin bu aleme ait bağlılıklarını azaltıp kesmesi ile mümkündür. Spiritualist danışman hacer keskin 05452308982 #bioenerji #endonezya #metafizik #çakra #aura #bakım #sufalı #yıldızname #rüya #bilinçaltı #hipnoz #kahve #i̇stanbul #i̇zmir #antalya #hindistan #sakarya #cin #pozitifdüşünce #negatif #türkiye #almanyadakitürkler #azerbeycan #amerikadakiturkler #bioenerjisthacerkeskin #ırak #bakü #bursa #balıkesir https://www.instagram.com/p/CB_pnWjDwzg/?igshid=1q2643eai958w
0 notes
bakmisonline · 5 years
Video
Göz perdesi kalkarsa ne görürüz? Kalp gözü nasıl açılır? 3.göz, Epifiz Bezi, Kuran Büyük Sır 
Göz perdesi kalkarsa ne görürüz? Kalp gözü nasıl açılır? 3.göz hakkında her şey! Epifiz bezi açma! Kuran ve büyük sır Melekut alemi. Gönül gözü için dua ve namaz! Meditasyon üçüncü göz aktivitesinde başarılı mı? Hepsi ve daha fazlası bu videoda...
Epifiz Bezi Nasıl Temizlenir? Zihin Gözü ilacı videosu ;  ABONE OL.! 
Bu video; Göz perdesi olarak geçen gönül gözü aslında, üçüncü göz (3.göz) nasıl kalkar? nasıl açılır? kalkarsa ne olur? nasıl kaldırılır? sorularına cevap veriyor. Bu kadarla da sınırlı değil. üçüncü göz meditasyonu, epifiz bezi üzerindeki etkisi. Kuran-ı kerim içerisindeki büyük sır olan İhlas suresi, kalp gözü açmak için dua olduğunu. Bu videoda öğreneceksiniz. Melekut alemi nasıl görünür, onu saklayan perde kalkarsa neler ile karşılaşırız bilgisinide sizlerle paylaşıyoruz.
Üçüncü gözün Ruhumuzun Kapısı olduğuna inanılır. Aktive edildiğinde diğer alemlerin daha yüksek algılanmasına yol açar. Kozmik Farkındalık duygusu verir ve Manevi olarak bilgi ve bilgelik getirir.
İnsanlar yaradılış itibari ile etraflarındaki her şeyi algılayamamaktadır. Göz perdesi buna mani olmaktadır. Bilindiği üzere gözler sadece maddi olarak çevrede olan şeyleri görmekle mükelleflerdir. Ancak insanlarda bir de kalp gözü bulunmaktadır. Dinimizde üçüncü göz olarak bilinen kalp gözü herkeste açık değildir.
Dünyada, görünen ve gerçekte olan şeyler her zaman aynı değildir. Bu neden yüzünden insanlar göz perdelerini kaldırarak dünyanın ve çevrelerindeki insanların gerçek yüzlerini görmek istemektedir. Göz perdesi kalktığında görülenler arasında kişilere göre değişim gösteren varlıklar bulunmaktadır. Bilindiği üzere ruhani varlıklar insan gözü tarafından algılanamamaktadır.
Meditasyon, birçok kültürde ve dinde uygulanan manevi bir arınma tekniğidir. Uyanıklık ve konsantrasyon çalışmalarıyla kişi kendini toplar ve zihnini, ruhunu dinlendirir. Doğu kültürlerinde meditasyon, köklü ve bilinç açıcı bir teknik olarak kabul edilir.
Kalp gözü, yani gönül gözü, ruhun öte aleme açılan penceresidir. İnsan ruhunun bu beden de, bir bu aleme, bir de öte alemlere açılan penceresi bulunmaktadır. Ruhumuz bu aleme açılan penceresinden, beş duyu ve hayal alemi ve hafızamız yolu ile iletişimini sağlar. Ruhumuz, Melekut alemini algılayabilmek için bu dünyaya olan bağlılıklarını kalben azaltmadıkça, öte alemleri algılayamaz.
Bu perdenin açılmasında görülen alem, çalışıldığı zaman kafir ve mü’mine açılabilen, cahillerin esrar ilmi dedikleri, içinde şeytanların ve cinlerin de yaşadıkları, madde aleminin baş gözü ile görülmeyen kısmıdır. Din istismarcıları, cahil insanları bu tür keramet ve kehanet karışık şeylerle kandırarak onları aldatırlar.
Bu video Canon Eos M50 ile çekilmiştir. Montaj ise filmora 9 ile yapılmıştır. Video süresi : 10:36
Video kazançlarımızı nasıl harcıyoruz? FİDAN BAĞIŞI  Büyük İstanbul Depremi için Uyarı!  Son zamanlarda yaşanan Orman Yangınları  Filmlerde Nüfus Azaltma Projesi  Deccal nerede ve ne zaman ortaya çıkacak 
BAKMIŞ YouTube kanalı aboneleri ve video etkileşimleri ile hızlı bir şekilde büyümeye devam etmektedir. BAKMIŞ ilginç bilgiler kanalı haftada iki yeni video yükleyerek içeriklerini sürekli güncellemekte ve güncel trend konuları paylaşmaktadır. Sizlerde dünya insanlarından saklanan bu gizli bilgileri ve belgeler ile ilgili analizleri merak ediyorsanız; BAKMIŞ YouTube kanalına ÜCRETSİZ abone olabilirsiniz.
Sevdiğiniz ve ilginç bulduğunuz video içeriklerini arkadaşlarınız ile paylaşmayı ve yorum yapmayı unutmayın.
https://www.youtube.com/channel/UCvK1KHz3hjm5K8WDywxgKsA instagram : @bakmisonline ve @halil.bakmis Video tags : #gözperdesi #epifizbezi #kalpgözü #üçüncügöz #meditasyon Bu makalenin devamı web sitemizde : https://bakmis.com/goz-perdesi-kalkarsa-ne-goruruz-kalp-gozu-nasil-acilir-3-goz-epifiz-bezi-kuran-buyuk-sir/
Tumblr media
0 notes
kontra292 · 4 years
Text
Her şeyi bilmek, hiçbir şey hatırlamamak
Biz günden güne yaşayıp kendimizi aslında içinde çok da bir şey barındırmayan koşuşturmacalarımızın içinde kaybederken, dünyanın her köşesinde hepimizi etkileyen birçok şey yaşanıyor. Birtakım insanlar ve oluşumlar, bu dünyanın nasıl döneceği hakkında önemli kararlar verirken aslında hiçbirimiz hiçbir şeyin farkında değiliz. Kolektif bir bilinçten, kültürel bellekten ve ‘biz’ den bahsediyoruz fakat aslında kolektif bir yaşam sürmüyoruz. Dip dibe gökdelenlerde, küçük kübik ofislerde işe gidiyoruz, trafiğe binlerce kişi çıkıyoruz, aslında sürekli koskocaman bir kalabalık halinde beraberiz, internet ve sosyal medya ile dünya üzerindeki çoğu insana saniyeler ve belki saliseler içerisinde ulaşabiliyoruz, bilgiye ulaşmak hiç ama hiç olmadığı kadar kolay fakat hiçbirimizin bir diğerinden haberi yok. Duyarsızlaşmak belki de bu durum için en uygun kelimedir ya da umarsızlık. ‘Dünyanın her derdine de ben mı ortak olacağım?’ diye sorarsanız eğer, hayır, dünyanın her derdine ortak olmak ve aynı zamanda kendi hayatımızı idame ettirmek tabii ki çok zor, ama, yaşadığımız toplumdan, kendimize en yakın dertlerden başlayabiliriz bilinçlenmek için. Evet Orta Doğu’daki savaşlara dokunma gücümüz olmayabilir ama ülkemizde kadınların verdiği mücadeleye katkıda bulunabiliriz, dev marketlerin her yeri ele geçirmesiyle 25 yıldır mahallemizde kar kış demeden dükkânı açan bakkal amcanın derdine ortak olabiliriz, geçirdiğimiz olağanüstü bu günlerde apartmanda yaşayan 65 yaşındaki teyzeye destek olabiliriz. Bir şey yapmak istediğimizde yapabileceklerimizin büyük ya da küçük hiçbir sınırı yok.
Unutmaktan bahsedelim biraz. Hatırlamakta en zorlandığımız şeyin hissetmek olduğunu düşünüyorum, en azından benim için öyle. En son ne zaman akşam ana haber bültenlerinden birini izlerken nutkunuz tutuldu? Hiç tanımadığınız birinin acısına üzüldünüz? Ya da belki basit bir hırsızlık haberinden korktunuz? Bir şehit haberi gözlerinizi doldurdu? Bir kadın cinayeti sizi sinirlendirdi? Kendi adıma cevap vermek gerekirse, ben artık hissedemiyorum. En basiti, birinin yaşadığı bir şeyi görüp kendiniz için korkarsınız, belki bencil bir yaklaşımdır ama çoğumuz yaparız bunu. Hırsızlık hikayeleri duyarız aklımıza ilk gelen kendi evimizin güvenliği olur. Artık öyle bir noktadayız ki, bir çoğumuzun aynı yerde durduğunu düşündüğüm için çoğul konuşuyorum, korkmayı bile unuttuk. Hissizleştik, duyarsızlaştık, umarsızlaştık. Herkes kendi telaşesi içinde kaybolmuş durumda. Bu noktada sorulacak sorular şunlardır;
Neden unutulur ve hatırlamak mümkün mü?
Beyin özümsediği, karşılaştığı, her bilgiyi bir yere koyar, nöronlar arasında bağlantı kurulur. Çok kullandıklarımızın bağlantıları sıklıkla güçlenir ve uzun süreli hafızamızın içine atılır, hiç kullanmadıklarımızın bağlantıları ise zaman içinde neredeyse yok olur ve hatırlanamayacak bir hale gelir. Bunun yanında bir de kas hafızamız vardır ki bu en kolay ve yaygın anlamıyla tam olarak ‘bisiklete binmek’ örneği üzerinden verilebilir, bir kere vücut öğrendiğinde uzun süre antrenmanı yapılmasa da vücudun kısa zamanda hemen eski bilgilerini yerine oturtmasıdır. Bugünlerde teknolojinin gelişmesi ve internetin hayatımızın her yerini sarması ile çıkan bir bellek türü ise ‘Google Etkisi (The Google Effect)’ “Dijital amnezi olarak da adlandırılan Google Etkisi, internet arama motorları kullanılarak kolayca çevrimiçi olarak bulunabilen bilgileri unutma eğilimidir. Google etkisi ile ilgili ilk araştırmaya göre, insanların çevrimiçi erişilebilir olacağını düşündükleri bazı ayrıntıları hatırlama olasılıkları daha düşüktür.” Kısaca her şeyin bir tık uzağımızda olmasının getirilerinin yanında önemli bir götürüsü de var; unutmak, her şeyi bilip, hiçbir şey hatırlamamak. Son olarak hissetmeyi unutmaktan bahsetmek istiyorum. Bu unutmanın adına da ‘Sistematik Duyarsızlaşma’ deniyor. Dr. Fuat Torun’un açıklamasına göre sistematik duyarsızlaştırmada amaç fobilerin tedavisinde kullanılır. “Sistematik duyarsızlaştırmada amaç, korkulan ya da endişe duyulan nesne ile kişiyi kademeli olarak karşı karşıya getirmek ve korkulan nesneyi sıradanlaştırarak kişiyi duyarsızlaştırmaktır.” İzlediğimiz ana haber bültenlerinde, okuduğumuz gazetelerde ve gün içinde sürekli duyduğumuz ölüm, cinayet, vahşet, kötü ekonomi, önemli siyasi olaylar ve benzeri şeyler ile bizde topluluk olarak sistematik duyarsızlaşıyoruz ve artık çevremizde yaşanan şeyleri önemsememeye, dolayısıyla hissetmeyi unutmaya başlıyoruz. Vahşet bizim için his olmaktan çıkıp sadece bir kelime olarak kalıyor, keza korku, acı, sevinçte öyle… Giderek kendimizden başka bir şeyin parçası olduğumuzu unutup sanki bir üretim bandındaymışçasına sadece günlük görevlerimizi yapıyoruz. Bu noktada kendi içimde çözümünü bulamadığım bir problemim var. Sistematik duyarsızlaşmamak ve unutmamak adına bu haberlere, olaylara, görüntülere maruz kalmaz isek, etrafımızda yaşanan şeyleri nasıl öğreneceğiz ya da olayın vahametini nasıl algılayacağız? Mesela, savaşın kötü bir şey olduğunu hepimiz biliriz ama bizim bu durum hakkındaki bilgimiz, duygularımız ve algımız gerçekten bir savaşı görmüş, yaşamış ve mağduru olmuş biriyle aynı olmaz ya, unutmamak için maruz kaldığımız şeyleri kısıtlarsak, bilinçlenmemekten korkuyorum. Çözümünü bulamadığım paradoks bu.
Unutmak olgusundan bahsedip, hatırlamaktan bahsetmemek olmaz. Korkunç bir durumla karşı karşıyayız, benliğimizi, hislerimizi ve kültürümüzü kısacası bizi insan yapan her şeyi unutuyoruz, fakat bir şeyi unutabilmemiz onu aynı zamanda hatırlayabileceğimizi gösterir. Özellikle şu sıralar, seni beni, dili, dini, yaşı, ırkı ayırmadan bu dünya üzerindeki her canlı aynı durumu yaşıyor. Bir global telaşın içindeyiz ve hepimiz o herkesin birlikte olduğu ama kimsenin birbirini umursamadığı kalabalıklardan çıkıp kabuklarına döndü, izole bir hayata başladı. Hepimizin bildiği, artık dillere pelesenk olmuş bir laf vardır ya hani ‘İnsan elinde olanı kaybetmeden anlamaz’ diye, işte tam o durumdayız belki de. Birbirimize uzanıyoruz, bağ kurmak istiyoruz, kendi hayatımızın dışında başkalarına ulaşmaya çalışıyoruz. Belki de bir şeyleri hatırlamak için en iyi fırsat gelmiştir ve hatta çoktan unutulan bazı şeyleri hatırlamaya başladık bile. Özlem hissetmeye başladık, beraberinde korku hissini hatırlamaya başladık, dayanışmayı hatırlamaya başladık mesela… Artık sanki herkes biraz daha dikkatli, çünkü kaybedilecek bir şey olduğunu ve bireysel hayatlarımızın dışında daha büyük bir gerçekliğin içinde hep beraber yaşadığımızı hatırlamaya başladık. Tekrar umut etmeye, paylaşmaya başladık. Aslında kültürümüzü, geçmişimizi ve kendimizi yeniden keşfetmeye başladık bile diyebiliriz. Geriye kalan, bizim için uzun zamandır işlemde olan ve bizi hissizleştiren, duyarsızlaştıran ve unutmamıza sebep olan bu sistemin içinde bir daha kaybolmamak ve unutmamak için uğraşmak…
 https://www.ttb.org.tr/TD/TD80/6.html
https://www.cnet.com/news/google-rewiring-the-way-we-remember-study-says/
Unutmak üzerine
Ayşe Ceren Cansabuncu
11632003
0 notes
istandistmag · 6 years
Text
Su Sporlarının 10 Yararı
Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, su sporlarının ruh ve beden sağlığımız için yararları hakkında şu bilgileri verdi:
  FİZİKSEL DAYANIKLILIĞI ARTIRIR
Su ortamında gerçekleşen sporların birçoğu, dayanıklılığı teşvik eden hem aerobik hem de anaerobik egzersizlerin koordinasyonunu gerektirir. Doğrudan bir sonuç olarak, yüzme, dalış ve benzeri aktiviteler, kendimizi daha uzun süre zorlamamıza yardımcı olur. Genç yetişkinlerin refahı fiziksel durumlarıyla doğrudan ilişkilidir. 21’inci yüzyılda birçok genç yetişkini tehdit eden aşırı kilolu olmaktan kaçınmanın en güzel yolu su sporları yapmaktır.
  ZİHİNSEL YETENEKLERE KATKIDA BULUNUR
Aynı anda çok sayıda kasın koordine edilmesi hafızamız üzerinde çok olumlu bir etkiye sahiptir. Su topu ve yüzme gibi sporlar bizi nefesimizi tutmaya ve akciğer kapasitemizi arttırmaya ve zihinsel yeteneklerimize katkıda bulunmaya zorlar.
  TAKIM ÇALIŞMASINI TEŞVİK EDER
Çoğu spor dalında başarı, takım arkadaşlarıyla işbirliğine dayanır. Pek çok spor gibi su sporları da toplumsallaşma, arkadaşlık ve duygusal akıl yürütmeyi desteklemesinin yanı sıra, saygının ve sportmenliğin önemini aşılar.
  DÜZGÜN POSTÜR
Özellikle yüzmek söz konusu olduğunda, su ortamında yaptığınız fiziksel çaba, omurganızı daraltarak dengenizi geliştirmenize ve daha iyi bir vücut duruşuna sahip olmanıza katkı sağlar.
  HASTALIKLARLA MÜCADELEYE YARDIMCI OLUR
Su sporlarının bir başka paha biçilemez faydaları; obezite ve sırt ağrısı gibi belirli hastalıklarla savaşabilmeleridir. Örneğin, düzenli sörfün, diyabetle mücadelede mükemmel bir müttefik olduğu kanıtlanmıştır. Dalgalara çarpma ve bu heyecan verici sporun tadını çıkarma zamanı!
  KRONİK HASTALIK RİSKİNİ AZALTIR
Su sporları harika bir egzersiz formudur, çünkü vücudunuzun hemen her yeri çalışır, kalorileri doğal şekilde yakmanıza yardımcı olur. Metabolizmanızı ve dolayısıyla sıvı alımınızı ve iştahınızı artırır. Kronik hastalıklara karşı bağışıklığı artırır, sağlıklı ve enerji dolu kalmanıza yardımcı olur.
  DİYABET VE KRONİK KALP HASTALIĞI RİSKİNİ AZALTIR
Diyabet ve kronik kalp hastalığı olan kişilerin genel sağlıklarını kontrol altında tutmak için bazı yaşam tarzı değişikliklerine ihtiyaçları vardır. Su sporları, hatta sadece su üzerinde yüzmek ve bazı hafif egzersizler yapmak, stres seviyenizi düşürmeye ve sizi rahatlatmaya yardımcı olur, bu da genel olarak kalp ve vücut için iyidir.
  ARTRİTLİ İNSANLAR İÇİN FAYDALI
Suyun akışkanlığı ve yumuşaklığı eklemlere karşı doğal olarak yatıştırıcıdır. Snorkelle yüzme ve yüzme gibi su aktiviteleri, semptomları şiddetlendirmeden etkilenen eklemlerin kullanımını kolaylaştıracaktır. Romatoid artritli kişilerde hidroterapi tercih edilen bir tedavi yöntemidir.
  KEMİK YOĞUNLUĞUNU ARTIRIR
Bir koşu bandı üzerinde kasları çalıştırmak yaşlı insanlar ve postmenopozal kadınlar için en iyi seçenek olmayabilir. Kano, su bisikleti, kürek çekme ve benzeri su sporları, kemik yoğunluğunu artırmaya yardımcı olan çok tercih edilen egzersiz türleridir.
  RUH SAĞLIĞINI GELİŞTİRİR
Diğer sporlar veya egzersiz formları gibi su sporları da vücut için iyidir. Ayrıca, akıl için de iyidir. Suyun sakinliği; stres, anksiyete ve depresyonu azaltır. Örneğin yüzmenin, hem erkeklerde hem de kadınlarda ruh halini iyileştirdiği kanıtlanmıştır.
Su sporları harika bir egzersiz biçimidir, çünkü bunlar hem bedene hem de akla yarar sağlar.
The post Su Sporlarının 10 Yararı appeared first on istandist.com - İstanbul' u Keşfet & Explore the Istanbul.
from WordPress https://istandist.com/su-sporlari-nin-10-yarari/
0 notes
minikblogger · 4 months
Text
1 note · View note
Text
Halıdaki Kola Lekesi Nasıl Çıkar?
  Halıdaki kola lekesi nasıl çıkar? Misafirler geldiğinde veya canınızın istediğinde içtiğiniz kola kaza sonucu halınıza dökülebilir. Kolanın lekesi halınızda kaldığında ortaya kötü bir görüntü çıkar. Bu lekeyi geçirmek istediğinizde geçiremediğiniz için halı yıkama fabrikalarına verirsiniz. İstanbul halı yıkama hizmetleri en uygun şekildedir. Hizmetimizden memnun kalan müşterilerimiz tekrar halılarında leke olduğunda bizim hizmetimize getirmektedir. Halı yıkama halılarınızı temiz ve çabuk yıkar. Yaşamsal olarak bizim kalitemizi arttıran bir çok faktörü yaşamasına engel olur.Bundan daha çok önemli olan bir şey varkoku aynı zamanda bizim hafızamızın anahtarıdır. Bilinç altımız hafızamız koku kilitleri ile açılır. Gittiğimiz yerleri hep koku kilidi ile hatırlarız.Alzaymır gibi hastalıklarda kokumuz kaybolmaya başlar. O yüzden koku kaybı ve tat kaybı çok önemlidir ve hemen tedavi edilmelidir. Halıdaki kola lekesi nasıl çıkar? Alerjiler,enfeksiyon ve sinüzitlerdir. Burun ile ilgili bir çok problem koku kaybında bir miktar etkilenme yapabilir. Bunlarla ilgili tedaviler  mümkündür ve bir an önce tedaviler yapılmalıdır. Tat ve koku kaybı varsa muhakkak bunların derecelerini bakılıp buna yönetlik tedaviler yaptırmanız gerekmektedir. Halı yıkama konusunda genelde müşterileri yanlış yönlendiren veya bilgisizce halı yıkama hakkında bilgi vermeye çalışan firmalar günümüzde halı yıkatmaya karar veren müşterilerimizin en büyük sorun haline gelmiş bulanmaktadır. Mesala kola lekesi müşterilerimiz en çokta halı yıkama servislerinin ücretli olup olmaması konusunda yeterli bilgiye sahip değiller. Bu yüzden de bazı müşterilerimiz halı yıkatmaya karar verseler bile servislerin ücretli olduğunu düşünerek bundan vaz geçmektedirler. Bu yanlış bilgiyi aslında düzeltmek gerekiyor. Bütün halı yıkama servisleri ücretsizdir. http://atahaliyikamaistanbul.com
0 notes
akilfikirgezegeni · 4 years
Photo
Tumblr media
Belleğimden uydurdum
Ertan Yavuz
Bellek denildiğinde ilk akla gelen yaşantılanmış veya öğrenilmiş bilgilerin hafızada birikme durumu akla gelir. Kimbilir bazılarının aklına elindeki telefon ya da tabletin depolama alanı olduğu bile gelebilir.
Kısaca bellek üç bölüme ayrılır:
1. Duyusal bellek
2. Kısa süreli bellek
3. Uzun süreli bellek 
Duyusal bellek: Adından da anlaşılacağı gibi dış uyaranların almaçlarımız sayesinde bizde bıraktığı ilk izlenimlerdir. Genellikle kişilere göre farklılık gösterse bile yaklaşık 3-6 saniyelik bir zamanda özellikle görsel olarak etkili olur ama çok hızlı bir şekilde de unutulur. Fakat zihnimizde bıraktığı iz ve verdiği duygusal his daha kalıcıdır. Hatta yeni tanıştığımız birisi hakkında verdiğimiz hızlı kararların bu bellekle ilgili olduğunu bile söyleyebiliriz. Yeni bir kişiyle, nesneyle veya durumla karşı karşıya kaldığınızda ilk 6 saniye kuralı diye bir fenomen bile vardır. Yaşadığımız süre boyunca karşılaştığımız olaylar, durumlar ya da kişiler biz farkına varmadan örtülü belleğimizi etkiler. İlk karşılaşmaların tadının bu kadar tatlı veya bu kadar kekremsi olmasının bir sebebi olmalı öyle değil mi? Bu arada duyusal belleğin kayıtta tutulma süresi kişilere göre değişse de 300-600 milisaniyedir.
Kısa süreli bellek: Kısa süreli hafızamız anlık durumları kısa bir süre içerisinde (takribi 15-20 sn) çizip yazmazsak kaybolduğu bölümdür. Kısa olması duyusal bellekte öyleki dedirtebilir. Ancak kısa süreli hafızada anlamlı bir bilgi (yer, sayı, şekil, lokasyon..vb.) olması belleğin daha bilinç seviyesinde kullanılması anlamına gelir.
Uzun süreli bellek: Eski ve yeni bilgileri en anlamlı ve eklektik bir biçimde birbiriyle kaynaştırıp, en sade şeklini vererek örüntüler kurması ve bu örüntüleri yeri ve zamanı geldiğinde kullanarak hayatımıza katmamızı sağlayan bilgi depomuzdur diyebiliriz. Uzun süreli belleğe Semantik bellekte denir genel kültür, gerçek bilgilerin bilinçli bir şekilde hatırlanılmasını ve anlamlandırılmasını içerir.
Gelelim yeni öğrenmelerimizin nasıl başlayıp, ne şekilde olgunlaşmasını sağlarız kısmına?
Yeni bir bilgi ancak ve ancak bu bilgileri isteyip istemememize, bilgiye olan ihtiyacımızın miktarına, kişisel merak duygumuza ve ilgi alanlarımıza hitap etmesine bağlıdır. Tüm bu şartlar oluştuğunda yapmamız gerekenler ise sırasıyla şöyle; İlgili konuyu araştır, konunun farklı bağlantılarını görebileceğin bir zihin haritası oluştur, özetini çıkar, tüm araştırmalar bittikten sonra sevdiğin bir aktiviteyi yap ve yeni öğrendiğin bilgileri kuluçkaya yatır, (kuluçka dönemi önemlidir, zira eski ve yeni bilgilerin sentezlenmesi işlemi en rahat siz bunun farkında değilken oluşur. Son olarak > EVREKA< işte şimdi aydınlanma zamanı artık bilgilerini kendine veya çevrendeki kişilere anlatmaya başlayıp bilgilerini paylaşabilirsin.
Son olarak belleğimize büyük uğraşlar sonucu kaydettiğimiz yeni bilgilerin tamamen kalıcı hale gelebilmesi için bir takım fizyolojik ihtiyaçlarında giderilmesi gerekir. Bu ihtiyaçların en başında dengeli ve düzenli beslenme, sağlıklı ve iyi bir uyku gelmektedir. Fizyolojik olarak sağlıklı bir vücut aynı zamanda sağlıklı bir zihin yapısı demektir ve kalıcı bilginin daha uzun süreler belleğimizde muhafaza edilebilmesi için parolamız şu olmalıdır. “Ne yaparsak yapalım, ne yaşarsak yaşayalım her zaman pozitif düşünmeliyiz!”
Şimdiden kolaylıklar dilerim.
Mitolojide Bellek
Mnemosyne  Yunan mitolojisi'nde bellek tanrıçası olan Titan, tanrıça, Gaia ve Uranüs'nın kızı. Yakışıklı bir çoban kılığına girmiş Zeus'la dokuz gece beraber olduktan sonra, ilham perileri olarak bilinen, dokuz kızları olmuştur
Mnemosyne aynı zamanda yeraltı dünyasında akan bir nehrin adıdır. Bu nehir, kendisinden içenlere (ki bunlar reenkarne olmaya hazırlanan ölü canlardır) geçmiş yaşamları hakkındaki her şeyi hatırlatır.1
 Kaynakça:
1.      https://tr.wikipedia.org/wiki/Mnemosyne
2 notes · View notes
sosyalmedyablog · 7 years
Text
New Post has been published on Uzay Ve Bilim
New Post has been published on http://uzayvebilim.com/nefes-alis-seklinizin-duygu-ve-dusuncelerinizi-sekillendirdigini-biliyor-musunuz/
Nefes Alış Şeklinizin Duygu ve Düşüncelerinizi Şekillendirdiğini Biliyor musunuz?
Nefes edinmek sadece ciğerlerimizin oksijenle dolmasını ve hayatta kalmamızı sağlamıyor. Yapılan yeni alıştırma, nefes almanın zihnimizi de şekillendirdiğini ortaya koyuyor…
Alıştırma, Northwestern Üniversitesi’nden araştırmacılar kadar gerçekleştirildi.
Bu yeni alıştırma, nefes alış ritmimizin beynimizde ayrı bir elektriksel aktivite yarattığını ve burundan veya ağızdan nefes almanın beynimiz üzerinde öbür etkiler yarattığını ortaya koydu. Beyin aktivitesinin aynı zamanda nefes aldığımız ve verdiğimiz anlarda da başkalaşım gösterdiği kanıtlandı.
Araştırmacılar, beyin aktivitesiyle nefes arasındaki ilişkiyi beyin dalgalarını izleyerek ortaya çıkardı.
Yedi sara hastasının beyin dalgalarındaki aktiviteyi elektriksel yöntemle izlemek için EEG çalışması yürüten Northwestern Üniversitesi araştırmacıları, hastaların nöbet geçirmesine sebep olan aktiviteyi ortaya çıkarmayı amaçlıyordu. Fakat ulaşılan sonuçlar, bilim insanlarına çok daha farklı bir veri sundu: Hastaların beyin aktivitesi, nefes alış-verişlerine paralel olarak yükselip alçalıyordu.
Bu başkalaşım, beynin üç öbür bölgesinde gözlemleniyor.
Bunlar, kokuların ayırt edilmesinden sorumlu olan piriform korteks, hafızadan sorumlu olan hipokampus ve duygulardan sorumluluk sahibi olan amigdala. Kısacası düşüncelerimizi yönlendiren hafızamız ve duygularımız, garip bir şekilde nefes alış-verişlerimizle şekilleniyordu.
Çalışmayı yürüten araştırmacılardan biri olan Christina Zelano, konu hakkında şunları söylüyor:
Bir başka belirti ise, nöronlardaki bu uyarılmanın yalnızca burundan nefes alırken gerçekleşmesiydi.
Elde edilen bu bulguların arkasından çalışmayı daha ileri bir safhaya taşımaya karar veren araştırmacılar, yaşları 18 ile 30 aralarında değişen 70 sağlıklı insanı basit bir teste tâbi tuttu.
Bu deneyde katılımcılara bilgisayar üzerinden yüz ifadeleri gösterildi.
Katılımcılardan istenen, yalnızca birkaç salise için ekranda beliren bu yüz ifadelerinin nefret mu yoksa hayret mı belirttiği konusunda çarçabuk karar vermeleriydi. Bu çalışmanın amacı, beynin yüz ifadelerini saptama etmekle görevli kısmı olan amigdalanın nefes alış ve verişler arasındaki becerisinin test edilmesiydi. Bu sırada aynı zamanda katılımcıların burundan mı yoksa ağızdan mı nefes aldıkları da dikkate alındı.
Yapılan bir başka egzersiz ise nefesin fikir üzerindeki etkisini test etti.
Hipokampus aktivitesindeki değişimleri saptamak için bu kere 42 katılımcıya bilgisayar üzerinden öbür nesnelerin resimleri gösterildi ve sonradan bu nesneleri hatırlamaları beklendi.
Ulaşılan sonuçlar ise şu şekilde:
Ilk deneyin sonuçları, katılımcıların nefes alış sırasında yüz ifadelerini daha süratli bir biçimde saptama ettiğini ortaya koydu ve bu sadece burundan nefes alırken geçerliydi. İkinci test ise burundan nefes alırken katılımcıların objeleri %5 oranında daha iyi hatırladığını gösterdi. Kısacası burundan nefes alırken daha iyi düşünüyor, daha iyi hatırlıyor ve daha hızlı saptama edebiliyoruz sevgili dostlar…
Onedio IQ’yu Facebook’tan takip etmeyi unutmayın!
0 notes
minikblogger · 4 months
Text
1 note · View note
akilfikirgezegeni · 2 years
Text
Şöyle bir düşün! Hayatımızı ve seçeneklerimizi ciddi bir şekilde etkileyen, hatta fomofobik seviyede "Eyvah kaçırıyorum hayatı galiba😱" diye evhamlandıran görsel ve dijital medya platformları her geçen gün sahip olduğumuz kök benimizi sahteleriyle dolduruyor. Her ne kadar farkında bir bilgi edinimi ile tüm bu yönlendirme işine kısmende olsa bir yön verebilsek bile yinede çağrışımlarla çalıştığını bildiğimiz hafızamız (ki bunu özelikle koku, tat, ses, temas ve en sonunda da imajlarla yapar) hatırladıklarını geriye çağırırken o an olduğu kişiye kadar yaşadıklarını da hesaba katarak yeni eklemeler yapar. Dolayısıyla hatırlanan artık geçmişteki anı olmaktan çıkıp yeni anlamlar yüklenerek başka bir yeni hatırata dönüşür. Olaylar ya da durumlar her geri çağırılmasında kısmen ya kayıplar yaşar veya yeni eklemelerle farklı nitelikler kazanır. Özelikle sosyal medyada yeni tabirle söfr yaparken, çağrışımlarımızı yönlendiren en önemli duyu almaçlarımızın işe yaramadığını bilmemiz gerekir. Sadece görsel bir odaklamayla ve ayrıntılarını vermeden çekilmiş fotolara bakarak, bir yerin inanılmaz güzel bir yer, bir yemeğin inanılmaz leziz, bir kokunun müthiş etkileyici, bir kıyafetin inanılmaz yumuşak olduğuna karar verebiliriz. Peki bu ayırtetme eylemine ne kadar güvenebiliriz? Sadece bir resimle hayatın tüm doğasını anlamaya kalkışmak, buna cüret etmek sizce de o doğaya haksızlık etmek anlamana gelmiyor mu? Birçok insanda pek çok fobik takıntı olabilir ama günümüz insanı nomofobik yani telefonsuz kalma korkusu yüzünden bu sanal imaj havuzunda yüzmeyi tercih ediyor. Dış duyu almaçlarımız kadar iç duyu (anımsama, hissetme, sezme...) gibi duygularımızın da olduğunu bilmemiz ya da tekrar hatırlamamız gerekir. Yoksa sadece bakmak, üstelik bunların her yerinden kırpılmış sahte enstantaneler olduğunu bilmeden bakmak; o şey hakkında bize pekte bir şey vermez. Olan hem zamanımıza, hem oldurmak için harcadığımız paraya, hem de yapsak dahi üzerimizde ve zihnimizde sakil bir hayata neden olur. İğreti olan iğreti hissettirir. Heryerde olabilme özgürlüğü, her şeyi yapabilme hürriyeti yanılsaması veren yanlış medya okuma gözünüze dikkat edin! Yoksa diğer hislerinizi kaybedebilir ve insan olma özelliklerinizin bir çoğuna elveda diyebilirsiniz. Sağlıcakla kalın 🙋🏻‍♂️
içaforiz
0 notes