Tumgik
#bir yazarın günlüğü
Text
Yavaş yavaş hiçbir zaman hiçbir şeyin olmayacağına inandım. Ve bu andan sonra birden insanlara öfke duymayı bıraktım; onları neredeyse fark etmemeye başladım.
152 notes · View notes
kalbirakik · 2 years
Text
“bir şeyden çok eminim: kendimi üzdüğümce üzmedim hiç kimseyi.”
• bir yazarın günlüğü | dostoyevski
24 notes · View notes
edebiyat2009 · 12 days
Text
Rus Edebiyatı
Edebiyat tarihine damga vurmuş pek çok millet, dönem ya da yazar olmuştur. Bence en önemlilerinden biri Rus edebiyatıdır. 
Rus edebiyatı klasikleri, günümüzün hala popüler kitaplar arasındadır. Rus edebiyatı eserlerini okurken uzun ve detaylı betimlemelerle anlatılanları adeta yaşıyormuş hissine kapılırsınız. Karakterlerin kafa karıştıran isimleri, entrika dolu olay örgüsü ve detaylı, uzun betimlemeler Rus edebiyatı klasik eserlerinin olmazsa olmazı diyebiliriz.
Rus edebiyatının bana göre en değerli iki ismi Fyodor Mihayloviç Dostoyevski ve Lev Nikolayeviç Tolstoy'dur.
DOSTOYEVSKİ
Tumblr media
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski (1821-1881): Rus ve dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biridir. İlk romanı İnsancıklar 1846’da yayımlandı. Ünlü eleştirmen V. Byelinski bu eser üzerine Dostoyevski’den geleceğin büyük yazarı olarak söz etti. Yazar 1849’da I. Nikolay’ın baskıcı rejimine muhalif Petraşevski grubunun üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Kurşuna dizilmek üzereyken cezası sürgün ve zorunlu askerliğe çevrildi.
1857 yılında resmî hakları iade edildi ve kitap yayımlama izni verildi. 1861-1862 yıllarında yayımlanan Ölüler Evinden Anılar eseriyle eski ününe tekrar kavuştu.
Sürgün sonrası dünya görüşünde köklü değişiklikler yaşayan, Slavofiller’e yakınlık duyan Dostoyevski, kardeşiyle birlikte yayımladığı Vremya ve Epoha dergilerinde de bu görüşün propagandasını yaptı.
Dostoyevski geçim sıkıntısı yüzünden 1866’da aynı anda iki roman üzerinde çalışmak zorunda kaldı: Pek çok kez yazarın “her şeyini” kaybetmesine neden olan kumar bağımlılığını ele aldığı Kumarbaz ve “bir suçun psikolojik tasviri” dediği, yazarına ölümsüz bir ün sağlayacak Suç ve Ceza.
Kumarbaz’ı dikte ettirmek için tuttuğu stenograf Anna Grigoryevna Snitkina ile 1867 yılında evlendi ve çift 1871 yılına kadar Rusya dışında yaşadı. 1868 yılında Cenova ve Floransa’da kaleme aldığı Budala eseri yayımlandı. Budala için şu sözleri söylüyordu yazar: “Romanın ana fikri olumlu, güzel bir insanı tasvir etmek. Oysa zamanımızda bundan daha zor bir şey yok dünyada.”
1871’de ülkesine döndü. Dresden’de yazmaya başladığı ve 1872’de yayımlanan Ecinniler romanı sayesinde ünü iyice artmıştı. Son büyük romanları Delikanlı (1875) ve yazarın felsefi, dini fikirleriyle dünya görüşünün belki de en yüksek sanatsal değerine ulaştığı Karamazov Kardeşler’dir (1879-1880).
Dostoyevski 1881’de hayata veda etti.
Eserleri:
İnsancıklar (1846)
Öteki (1846)
Ev Sahibesi (1847)
Beyaz Geceler (1848)
Netoçka Nezvanova (1849)
Amcanın Düşü (1859)
Stepançikovo Köyü (1959)
Ezilenler (1861)
Ölüler Evinden Anılar (1862)
Yeraltından Notlar (1864)
Suç Ve Ceza (1866)
Kumarbaz (1867)
Budala (1869)
Ecinliler (1872)
Bir Yazarın Günlüğü (1873)
Delikanlı (1875)
Karamazov Kardeşler (1881)
Okuduklarımın 2 tanesinden ayrıntılı bahsetmek isterim; "Amcanın Rüyası" ve "Ezilenler".
Amcanın Rüyası: Saf ama zengin Prens K'nin Mordasov vilayetine gelmesi ile başlar. Vilayetin her zengini Prens K'yi kendi evinde ağırlamak ister. Ama Maria Aleksandrovna buna izin vermeyecektir. Prens K Maria Aleksandrovna' nın evine geldiğinde onu kızı Zinayda ile evlendirmek ister. Ama Zinayda bu sırada başka bir adamdan da evlilik teklifi almıştır. Olaylar Maria Aleksandrovna 'nın entrikalarıyla devam eder. Acaba Prens K'ye ne olacaktır?
Ezilenler: Küçük yaşta yetim kalan Vanya isimli genç bir yazarın yaşlı adamla köpeğinin üst üste ölümlerine tanık olur. Daha sonra yaşlı adamdan boşalan eve yerleşir. Vanya küçük yaşta yetim kaldıktan sonra köyün kahyası tarafından yetiştirilmiştir. Üniversite okurken köyün sahibi kahyaya iftira atıp dava açar. Kahya ve ailesi şehire taşınmak zorunda kalırlar. Ama kahyanın kızı toprak sahibi prensin oğluna kaçar. Bir süre sonra Vanya'nın evine küçük bir kız gelir ölen yaşlı adam ve köpeğini sorar ve annesinin öldüğünü söyler. Acaba küçük kızın ve annesinin sırrı nedir?
TOLSTOY
Tumblr media
1828 yılında asil bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. Küçük yaşlarda anne ve babasını kaybeder. Çocukluğunda halaları tarafından yetiştirilmiştir. Tolstoy gençlik çağına geldiğinde ise doğu dillerini öğrenmek ister. Bu nedenle Kazan Üniversitesi’ ne gönderilir fakat okulu bitirmeden bırakır.
Hukuk Fakültesi’ne geçiş yapar burada da aradığını bulamaz. Yaşadığı malikaneye geri döner ve üç yıl kadar burada kalır. Bu sırada ilk gerçekçi hikayelerini yazar. Orduya katılır ve Kırım Savaşı’na gider. Daha sonra askerlikten ayrılır. Ruhsal çalkantıları yine de hafiflemez ve bir Avrupa gezisine çıkar. Almanya, Fransa ve İsviçre’yi gezer. Yurduna dönüp malikanesine yerleşir. Köyünde bir okul kurar ve burada eğitim vermeye başlar. 1862 yılında Sophie Behrs ile evlenir.
Evliliğinde toplam 13 çocuğu olur fakat 5 tanesini kaybeder. En önemli eserleri olan Savaş ve Barış, Anna Karenina karısının da desteği ile yazılır. 1877 yılından sonra yaşadığı buhranlı dönem onu sofuluğa yaklaştırmıştır. İki yıl boyunca dindar bir hayat sürmüştür. Tolstoy sahip olduğu serveti köylülere dağıtmıştır.
Bu şekilde soylu bir kişiden köylüye dönüşmüştür. 1880’den sonra ise kiliseyi reddettiğini açıklayan eserler yazmıştır. Bunlarda biri üç büyük eserinden biri olan diriliştir. 1901 yılında kilise onu bu eserler nedeniyle aforoz etmiştir. 1902’ de ise ruhsal bunalımlarına zatürre teşhisi eklenmiştir. Hasta düştükten sonra Astapovo’ da tren istasyonunda zatürreden ölür. Öldüğünde 82 yaşında olan Tolstoy hayatı boyunca büyük sıkıntılar yaşamıştır.
Eserleri:
Çocukluk (1852)
İlk Gençlik (1854)
Sivastopol serisi (1855)
Gençlik (1857)
Aile Mutluluğu (1859)
Kazaklar (1863)
Savaş ve Barış (1859)
Anna Karenina (1877)
İtirafım (1880)
İvan İlyiç'in Ölümü (1886)
Kroyçer Sonat (1889)
Efendi ile Uşağı (1895)
Diriliş (1899)
Hacı Murat (1904)
Her İyilik Ondan Gelir (Tiyatro Oyunu) (1910)
Okuduklarım arasından bahsetmek istediğim dört kitabı; "İnsan Neyle Yaşar", "Aile Mutluluğu", "Kafkas Tutsağı" ve "İvan İlyiç'in Ölümü".
İnsan Neyle Yaşar: İnsanlara öğüt veren altı tane kısa öyküden oluşmaktadır. İyilik-kötülük, yaşam-ölüm, cimrilik-kanaatkarlık benzeri karşıtlıkları ele alır.
Aile Mutluluğu: Küçük yaşta babasını daha sonra da annesini kaybeden genç bir kız kendisinden yaşça büyük aynı zamanda anne ve babasının arkadaşı olan bir adama aşık olup evlenir. Acaba bu evlilik hayatını nasıl etkileyecektir?
Kafkas Tutsağı: Kafkas Savaşı'nı anlatan dört kısa öyküyü içerir. Bu öykülerde savaşın kötülükleri anlatır.
İvan İlyiç'in Ölümü: Yüksek rütbeli bir yargıcın ölüm döşeğinde iken hayatı ile ilgili pişmanlıklarını anlatır. İvan İlyiç her ne kadar dolu bir ömür yaşadığını da düşünse aslında hep başkalarının hayallerini gerçekleştirmiştir ve bunu ancak ölüm döşeğinde farkeder.
0 notes
dostum-dostoevsky · 3 years
Text
Herkes kendi kafasına göre takılıyor, kimse birbirini anlamak istemiyor. Herkes adeta zehirlenmiş.
Bir Yazarın Günlüğü / Fyodor Dostoyevski
128 notes · View notes
Text
Tumblr media
"Bir şeyden çok emindim, kendimi üzdüğüm kadar, kimseyi üzmedim bu hayatta.." Fyodor Dostoyevski
30 notes · View notes
penyezperev · 6 years
Photo
Tumblr media
Enerji, emek ve mücadele: işte çevreyi çevre yapan öğeler... Karakter bağımsızlığına ve özsaygıya ancak emekle, mücadeleyle ulaşılabilir. ( BİR YAZARIN GÜNLÜĞÜ, FYODOR MİHAYLOVİÇ DOSTOYEVSKİ )
12 notes · View notes
we-dekormimar-me · 3 years
Text
Fransız yazarın harika bir günlüğü var
Fransız yazarın harika bir günlüğü var
Fransız edebiyatının tarihi, Alexandre Dumas ve Victor Hugo gibi dünya edebiyatını etkilemiş ve edebi eserleri tüm dünyaya yayılmış olan geniş bir yazar ve şair grubuyla doludur ve bu yazarların her birinin farklı durumlarda alıntı olarak geçerli harika hikayeleri, günlükleri ve sözleri vardır. Yazar Jean-Marie Gustave Luclezio’nun harika günlüğü Yazar Jean-Marie Gustave Leclisio, Fransız…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
korayaker · 3 years
Photo
Tumblr media
Hiç kimse benim gibi değildi ve ben de hiç kimse gibi değildim. Ben tek başımaydım, onlarsa herkes.
Bir Yazarın Günlüğü, Virginia Woolf
51 notes · View notes
melikemordemjaponi · 3 years
Text
Tumblr media Tumblr media
✱In the last one or two years, many books about Kurdistan published abroad have been translated and published in Japanese.
This time, I would like to introduce "This m
My Finger Protected the City from the Islamic State - A Memoir of a Kurdish Sniper" (original title: "Long Shot") published by Kobunsha in Japan.
I think it is wonderful that this precious memoir of a young Kurdish man who became a fighter/sniper to protect his countrymen and his country, and who recalls his days of fighting against the Islamic State, has been translated into Japanese.
Unfortunately, the name of the author and my dear friend, Mr. Azad Judy, is written as "Azad Khudi" in Japanese pronunciation, and I hope that if the book is to be reprinted, it will be written correctly (I have explained this to Mr. Azad Judi).
We hope that many more people will read this book by Azad Judi and that the excellent books on Kurdistan published abroad will continue to be translated into Japanese and be seen by many more people in Japan.
✱Son bir veya iki yılın arasında Kürdistan ile ilgili yurtdışında basılan birçok kitap Japoncayla çevrildi ve yayınlandı.
Bu seferin tanıtımı, Japonyada bulunan yayınevi  Kobunşa tarafından yayınlanan «Bu parmağımı Daiş'tan şehrimizi korudu- Bir Kürt keskin nişancının günlüğü» (orijinal adı "Long Shot").
Yurttaşlarını ve toprağını korumak için savaşçı / keskin nişancı haline gelen ve Daiş'a karşı savaşan günlerini hatırlatan bir Kürt gençin değerli kitabı Japoncayla çevrilmiş olduğunu çok harika olmuş.
Maalesef yazarın ve arkadaşım Azad Cudi'nin adı Japoncayla "Azad Kudi" olarak yazılmış. Eğer  revize edilmesi planı varsa, düzeltebilirse çok seviniriz. (Bu konu daha önce arkadaşım Azad Cudi'ya anlattım)
Umuyoruz ki Azad Cudi'nin bu kitabını daha çok insan okuyacak, aynı zamanda yurtdışında yayımlanan Kürdistan hakkındaki mükemmel kitapların Japoncayla çevrilmeye devam edeceği ve pek çok kişinin dikkatini çekeceği umuyoruz.
✱ここ1,2年の間に,海外で出版されているクルディスタンに関する多くの書籍が日本語に訳され,出版されています。
今回ご紹介するのは,光文社から出版されている«この指がISから街を守った-クルド人スナイパーの手記 »(原題"Long Shot")です。
あるクルド人青年が同胞と国土を守る為に戦闘員/スナイパーとなり,ISと闘う日々を回想した貴重な手記が日本語に訳されているのは素晴らしいことだと思います。
ただ残念ながら,著者であり私の友人でもあるアザド·ジュディさんの名前の表記が"アザド·クディ"となっており,もし改版される予定があるならば,正しい表記にしていただければ幸いです。(この件はアザド·ジュディさんにも説明済みです)
もっとたくさんの方にアザド·ジュディさんのこの本を読んでいただくことを願うと同時に,海外で出版されているクルディスタンに関する優れた書籍が,引き続き日本語に訳され,多くの方の目に止まることを願っています。
35 notes · View notes
hazalmadim · 2 years
Note
Sineklerin Tanrısı William Golding
Bilinmeyen Bir Adanın ÖyküsüJose Saramago
Otomatik Portakal Anthony Burgess
Casus Joseph Conrad
Korku Vadisi Arthur Conan Doyle
Vahşetin Çağrısı Jack London
Aforizmalar Franz Kafka
Kopyalanmış Adam Jose Saramago
Dört Oyun Bernard Shaw
Beyaz Diş Jack London
Satranç Stefan Zweig
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu Stefan Zweig
Demir Ökçe Jack London
Mozart Ve Deyyuslar Anthony Burgess
Çocuksu Bir Şey Katherine Mansfield
Dönüşüm Franz Kafka
Kule William Golding
Ermiş Halil Cibran
Altın Gözde Yansımalar Carson McCullers
Bir Yazarın Günlüğü Virginia Woolf
bildiklerimden bi kaçı ve çoğu okuyup sevdiğim kitaplar bunlardan farklıda istersen önerebilirim umarım yardımcı olur.
Hepsine bakacağım mutlaka. İçlerinde okuduklarım ve duyduklarım var. Ayrıca Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu en sevdiğim kitaptır.
6 notes · View notes
ziyataskirmaz · 4 years
Text
Bulantı
Tumblr media
Kitabın yazarı: Jean-Paul Sartre
Kitabın yayınevi: Can Yayınları
Kitabın sayfası: 260
Jean-Paul Sartre, çocuk yaşta yetim kalmış bir eğitimcidir. Çoğu liselerde öğretmenlik yapmış, II. Dünya Savaşı’nda Almanlara esir düşmüş, hapis vaktinde oyunlar yazmış ve savaş sonrası politik olarak yükselmiştir. İlk romanı Bulantı, varoluşçuluk hakkında yazılan en önemli yapıtlardan biridir:
Bu roman, ağır bir roman. Etrafında yaşanan şeylerle sıkıntısı olan insanların okumaması gereken bir roman, zaten allak bullak olan bir kafayı mahvedebilecek bir roman bu. Antoine Requentin, etrafında yaşanan şeylerle hayli derece sıkıntısı olan, yalnız yaşayan bir yazardır. Yazdıkları ise tarihi yazılardır ve Marquis de Rollebon adlı kişilik hakkındadır. Aynı zamanda, yıllardır yaşadığı kenti terk etmeyi kafasına koymuş, terk etmeden önce de eski sevgilisinin onu ziyaret etmesini beklemektedir. Roman, bu yazarın yalnızlıktan ve bulantı’dan mahvolmamak için yazdığı günlüğüdür. Yaşadığı olayları sonradan defterine, kafasındaki düşünceleri ile aktarır Antoine, fakat günlüğü yazan kişi gerçekten de Antoine mudur? Ya da bir kişi midir günlüğü yazan? Sartre’ın varoluşçuluk üzerine yazdıklarından sonra böyle şeyleri düşünmek, bilinç hakkında yanılmalar yaşamak gayet normaldir diye düşünüyorum. 
Aslında günlüğü yazan kişinin Antoine olduğunu düşünmüyorum; yazan kişi, Antoine’ın içinde olan, kendisinin üst bir yorumu-versiyonu. Mastermind esasında. Yalnız ve yıkık bir insan Antoine’ın, var olduğunu hissettiği ama bir türlü adlandıramadığı, kendisine ve etrafına karşı şiddetli tiksintiler yayan bir varlık bu Mastermind. Tüm okuduklarımız aslında kahramanımız Antoine’ın yazdıkları değil, Antoine’ın vücudunu paylaşmaktan, onun ve etrafındaki şeylerin seviyesine inmekten rahatsızlık duyan Mastermind’ın yazdıkları. Tabakların üstündeki çatallara, yakışıklı bir delikanlıya, öldürülmüş bir fahişeye ya da pedofil bir herife karşı duyduğu tiksinti sebebli bulantı’yı okurken sizin de o bulantı’yı hissetmemeniz, işten bile olmayacak. Mastermind, yaşadığı kente ve vücudunu paylaştığı şahsa veya diğer her şeye karşı duyduğu tiksintiden kurtulamayacağını biliyor, onun yazgısı -hamuru- böyle çünkü, ancak bunu kabullenemiyor da, bir an önce bu tiksintinin yarattığı bulantı’dan kurtulmak ve bir daha yaşamak istemiyor.
Belki de benim anlattıklarım saçmalığın daniskasıdır, aslında tüm her şeyi yazan Antoine’dır da ben romanı yanlış okumuşumdur. Bilmiyorum ancak bu ağır romanı, bir kerecik de olsa okuyup o bulantı’yı hissetmenizi istiyorum. 20. yüzyılın en önemli aydının, varoluşçuluk hakkında yazdıklarını okumak, şu sıralar sıkıntıdan küçülen beyinlerimiz için lüks bir spor.
Alıntılar
“Küçükken Bigeois halam bana şöyle derdi: ‘Uzun zaman aynaya bakarsan, orada bir maymun görürsün.’ Daha da uzun zaman bakmış olmalıyım. Çünkü, gördüğüm maymundan beter.”
 “Yüzümün yansısı bu. Yapacak işim olmadığı günlerde onu seyreder dururum. Gördüğüm bu yüzden, hiçbir şey anlamıyorum. Başkalarının yüzleri bir anlam taşıyor. Benimki öyle değil. Güzel mi yoksa çirkin mi, bunu bile söyleyemem. Çirkin galiba. Çünkü böyle olduğunu söylediler. Bana dokunan bu değil. Yüzüme böyle nitelikler verilebilmesine şaşıyorum aslında. Bir toprak parçasına ya da bir kayaya güzel ya da çirkin demek gibi bir şey bu.”
“(...) Durmak istiyorum, ama beceremiyorum; gözlerimden yaş geliyor. Sakıngan bir halle, ‘Çok neşelisiniz beyefendi,’ diyor. ‘Düşünüyorum da,’ diyorum gülerek, ‘hepimiz şurada oturmuşuz, o değerli varoluşumuzu sürdürmek için yiyip içiyoruz. Oysa, var olmaya devam etmemiz için hiçbir, ama hiçbir sebep yok.’”
"’Ben’ deyince bir boşluk duygusuna kapılıyorum. Öyle unutulmuşum ki, kendimi iyice hissetmek elimden gelmiyor. Benden kalan bütün gerçeklik, var olduğunu hisseden varoluş sadece. Yavaş yavaş, uzun uzun esniyorum. Kimse, hiç kimse için! Antoine Roquentin ne ki? Soyut bir şey o. Bilincimde kendimle ilgili ufacık, renksiz bir anı sallanıyor. Antoine Roquentin... Birden ‘ben’ soluklaşıyor, soluklaşıyor, işte söndü.”
17 notes · View notes
edebiyatsoylesileri · 4 years
Text
Memduh Şevket Esendal / Hikâyeciler bu yurdun içli, duygulu evlatlarıdır
Tumblr media
Eşsiz hikâyelerinde hayat hep ortasından yakalanır; ne başlangıç, ne düğümleniş, ne de keskin sonuçlar. Beylik hikâye tanımını altüst etmiştir. Kendini gizleyişlerinde yapıtına imza atmaktan kaçınan eski ustaların inceliği yakalanır. Eseri üzerinde ciddiyetle durmamak ise bize özgü çarpık zihniyetin acı göstergesidir. Selim İleri'nin kaleminden "Bir Büyük Usta".
Doğumu tam altı gün önceye rastlıyordu: 29 Mart 1883. Nankörlükle bezenmiş edebiyatımızın yitikleri arasında onu da saymak, anmak gerekir mi, pek kestiremiyorum. Çünkü o, zaten kendini gizlemiş: M.Ş.E.'nin Memduh Şevket Esendal adının kısaltması olduğunu ne zaman öğrendim, hatırlamıyorum.Edindiğim ilk öykü kitapları beyaz kapaklı, dümdüz, kırmızı M.Ş.E. yazılıydı. 1960'larda, Sahaflar'dan edinmiştim. Vurulduğum öykülerle donanmıştı bu kitaplar.Kitaplardan önce ilk bilgileri Tahir Alangu'nun Cumhuriyet'ten Sonra Hikâye ve Roman, Cevdet Kudret'in Türk Edebiyatında Hikâye ve Roman inceleme - antolojilerinden devşirmiş olmalıyım. Alangu da, Cevdet Kudret de büyük bir hikâyeci olduğunu belirtiyorlardı.Adının gizi konusunda Cevdet Kudret şöyle diyor:"Hikâyelerinde ve romanlarında çoklukla 'M.Ş.', 'M.Ş.E.', ara sıra da 'Mustafa Memduh', 'Mustafa Yalınkat', 'M. Oğulcuk', vb gibi takma adları kullanmıştır. Bunu, 'edebiyatı küçümsemek' diye yorumlayan olmuşsa da genellikle kullandığı 'M.Ş.' ve 'M.Ş.E'yi -Divan ve Halk edebiyatı geleneğimizde olduğu gibi- birer 'mahlas' diye görmek daha doğrudur. Yazılarında kendi adını kullanarak sanat alanında ün alıp bundan siyaset hayatında yararlanması olanağı varken, siyasetçi kişiliğiyle sanatçı kişiliğini birbirinden ayırmış, siyasetin gölgesini sanatına sıçratmak istememiştir."Günümüzün her ne yoldan olursa olsun, ünlenme çaba ve girişimlerine o kadar ters düşen bu tutum için Alangu da konuşmak ihtiyacını duymuş:"M. Ş. E., ölümüne yakın yıllara gelinceye kadar, daha çok politika alanında tanınmıştı. (...) Sanat yolunda acelesi, ün kazanmak için telaşı olmamıştır. Sanatçı kişiliği hiç göze çarpmadan, kendisi de bunu isteyip aramadan, 1946 yılına kadar bir yeraltı suyu gibi aktı geldi."Esendal, Çorlu'da doğmuş. Babası Rumeli göçmenlerinden, çiftçi Mehmet Şevket Bey'miş. Esendal'ın öğrenim hayatı bölük pörçük; kendi kendisini yetiştirmiş. 1906'da İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne giriyor. Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara hükümetinin yanında yer alıyor ve ortaelçilikle Azerbaycan'a gönderiliyor (1920-1924). Bir dönem İstanbul liselerinde öğretmenlik. Sonra yine elçilik görevi; Bilecik milletvekilliği (1938-1950). 1941-1945 arası Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri. 16 Mayıs 1952'de Ankara'da ölüyor. İşte özetin özeti yaşamöyküsü.
Farklı bir hikâyeci: Olaysız, yalın, içli ve derin
Esendal 1925 yılına kadar büsbütün gizli bir hikâyecidir. Yazdıklarını yayımlamaz. Bu yayımlanmamış hikâyeler, işin aslı aranırsa, dönemlerinin çok önündedir.Olaya ağırlık veren Ömer Seyfettin hikâyeciliğinin moda olma özelliği gösterdiği o dönemde Esendal, olaysız, düşünce ve duygunun çözümlenmesine giriştiği, yalın, çarpıcılıktan uzak, ama hemen hepsi içli, derin hikâyeler yazmıştır. Olayın geri plana itildiği hikâyelerde, toplumsal çevre çeşitliliği, değişik katmanlardan insan bolluğu Esendal'ı ilginç kılar. Burada kişisel gözlem yalnız kendisinden söz açmaz, bütün bir topluma açılmak ister.Esendal'ın toplum hayatı, toplumsal düzen konusunda kendine özgü, ütopik olduğu ölçüde şiirsel görüşleri var. Bir büyük şair, Cahit Külebi, çok güzel dile getiriyor:"Ankara'dan çıkıp ne kadar gitseniz sonu gelmeyecek bir şehir, daha doğrusu kasaba. Taa sınırlara kadar. Ardı arkası gelmeyecek, küçük, güzel evler. Bağlar, bahçeler. Ekilmiş tarlalar. Ve o küçük mülklerin mesut sahipleri... Makine medeniyetini de inkâr etmediğini sözlerine ekliyordu. Ama bu iki âlemi nasıl kaynaştırıyordu, soramadım."Belki öyküler ve romanlar yanıtlıyor: M.Ş.E. sürekli mutluluğun arayışı içinde bir dünya kurmayı gereksinmemiş midir? Çok acıklı bir öyküsünde, 'Karısının Kocası'nda bile, olup bitenlerin bir daha olup bitmemesi için açık temenniler duyumsanır. Makine medeniyeti, insanlığın erinci ve mutluluğuna anlam kattığı ölçüde uygarlık özelliği edinebilecektir.  O bağ bahçe özlemiyle, Esendal, altını çizmediği bir 'çevrecilik' manifestosu kaleme getirmiş sayılmaz mı?
Hikâyelerinde hayat hep ortasından yakalanır
Onun eşsiz hikâyelerinde hayat hep ortasından yakalanır; ne bir başlangıç söz konusudur, ne bir düğümleniş, ne de keskin sonuçlar. Bir bakıma, klasik hikâye sanatı, beylik hikâye tanımı altüst edilmiştir.Çok sevdiğim, külyutmaz gülüşlü 'Hamit İçin Bir  Yazı'da Esendal, bir gazete yönetim yerinde iki genç adamı konuşturur. Bu iki gazeteciden biri okumamışlığıyla övünmektedir. Abdülhak Hâmid konsunda bütün bilgisizliğine karşın iki de nutuk atar; ilki övgülü, ikincisi yergili. Öteki gazeteci, 'ulu şair'in ölüm yıldönümü için yazılacak yazıyı bu tırnak içinde ünlem işaretli uzman arkadaştan isteyecektir. Allem kallem, sonunda yazı yazılır ve üstadlarca da beğenilir.'Hâmit İçin Bir Yazı'da dümdüz giden çizgi, ortalıkta hiçbir şey yok sanısı uyandırırken, öyle geniş perspektiflere açılır ki, hakikatli okur şaşakalır. Ulus gazetesinde 1948 tarihinde yayımlanmış öykünün bir cümlesi, günümüz basın dünyasını yorumlamaya hâlâ yetip artıyor:"Bizi adam sandıkları için mi okuyorlar sanıyorsun? Dedikoduyu, ortalığa çamurlaşmayı biraz gevşetelim, görürsün bak, satış ne oluyor!"
Esendal içtendir; okuruyla karşılıklı söyleşir gibidir
Esendal modern bir hikâyecidir. Olanca iddiasız tutumunda onu yeniye, modern olana alıp götürense, en başta, büyük içtenliğidir. Öykülerinde 'edebi' olmak endişesinden alabildiğine uzak duruşu, gerçek, has bir edebiyat adamının seçimi sayılmalıdır.Büyük içtenlik, dedim; Esendal karşılıklı söyleşir gibidir okuruyla, tatlı tatlı anlatmakta, yorumu bizimle paylaşmak istemektedir. Okura kimileyin dedikodular fısıldar, kimileyin yakınır; sizin de  dertlerinizi, kaygılarınızı, sevinçlerinizi dinlemeye hazırdır.Peki, kolay mı böylesi bir öykü havası yakalamak? Alangu yanıtlıyor:"Onun, anlattıkları karşısındaki bu sinirsiz rahatlığı, gerçeği öğrenmesinde harcadığı uzun emeğin tabii bir sonucudur. (...) Esendal, bir toplum düzeninin, bu milletin yüzyıllar boyunca yaşayışının sürüp getirdiği güzel ve iyi törelerin, milli değerlerin ayıklanmış bütünü ile Batılı tekniğin birleşmesinden meydana gelecek yeni bir düzenin, savunucusu ve habercisiydi. İnsanların kötülüklerinden bahsederken, bu mutlu gelişmeyi göz önünde tutarak, bunların hepsinin iyiye varacağını duyurarak babaca bir hoşgörürlükle anlatmaktadır."M.Ş.E. roman alanında uzun yıllar tek bir eseriyle, Ayaşlı ile Kiracıları'yla (1934) tanınıyordu. Bilgi Yayınevi, Muzaffer Uyguner'in emeğiyle usta yazarın iki romanını daha sundu okura: Vassaf Bey (1983), Miras (1988). Çok değerli, incelikli bir romancıyla tanıştık.
Ayaşlı ile Kiracıları'nda baş kişi 'çevre'dir
Ayaşlı ile Kiracıları, öyküde aranmış yenilikçiliği, romanda, roman sanatında da uygular: Eserin baş kişileri yoktur. Baş kişi, doğrudan doğruya 'çevre'dir. Eski Ankara'dan yeni Ankara'ya yol almış bu çevre, bir apartmanın oda oda kiraya verilmiş katında bir araya gelen kişilerden oluşmadır. Kişiler birbirlerine yaklaşırlar, uzaklaşırlar, kimileyin de teğet geçerler.Tanpınar, Ayaşlı ile Kiracıları'nı değerlendiriyor:"Ayaşlı ile Kiracıları adlı büyük romanı, yeni kurulan Ankara'nın havasında memleketteki seviye ve zihniyet farklarını kuvvetle gösteren bir eserdir. Bu hiç mütearrız görünmeden her söylemek istediğini söyleyen realizme bugünkü edebiyatımız en canlı taraflarından birini borçludur."
Yeni Ankara'da Cumhuriyet'in yarattığı umutlar
Vassaf Bey'e gelince, eser, 1930'lar Ankara'sında,yeni başkentte bir aşk masalı niteliğindedir. Öte yandan bu aşk ilişkisi, neredeyse, geçmişin görücü yönteminden izdüşümler taşır.Orta yaşı aşkın Vassaf Bey, birbirini hiç tanımamış genç erkekle genç kızı ayrı ayrı tanımış, beğenmiş, sevmiş; onların bir arada mutlu yaşayacaklarını, bir yuva kurabileceklerini sezinlemiştir. O yuva, Vassaf Bey'in ölümünden sonra, ama Vassaf Bey'in hayattayken hazırlamış olduğu plan sonucu kurulur. Genç kız ve genç adam birbirlerini usul usul tanırlar, Vassaf Bey'in haksız olmadığı ortaya çıkar.Vassaf Bey, tıpkı Ayaşlı ile Kiracıları gibi, umut dolu bir romandır. Ankara'nın odak seçilmesi, söz konusu umudun yeni düzenden, Cumhuriyet'ten kaynaklandığına  işaret eder. Andığım iki romanla Yakup Kadri'nin umarsız Ankara'sı karşılaştırılsa, hayli ilginç toplumsal veriler derlenebilecektir. Esendal, umudunu, işinde gücünde, kendi halinde, çalışkan, iddiasız, gayretli yurttaşlara açar...Yazarın bilinen son romanı Miras, aslında, 1924'te tefrika edilirken yarım kalmıştır. İmparatorluğun çözülüşünü panoramasına katan bu romanın çok usta işi anlatımı, üslubu, alçakgönüllü Esendal'ın romancılığımıza o yıllarda neler armağan etmiş olduğunu ancak bugün söyleyebiliyor. Kimbilir ne çok zaman harcanmasıyla!
Hikâyeciler bu yurdun içli, duygulu evlatlarıdır
1970'lerdeydi, Bilgi Yayınevi'nin sahibi Ahmet Tevfik Küflü, M.Ş.E. öykülerinin hayranı olduğunu, bu öykülerin tümünü devşirip yayımlamak istediğini söylerdi. Nitekim isteğini gerçekleştirdi.Adam Öykü dergisinin mart-nisan sayısında, 'Öykü dünyasından haberler'i okurken bir Esendal haberine çok sevindim:İstanbul İl Kitaplığı'nda düzenlenen toplantıda Esendal'ı irdeleyen konuşmacılardan Muzaffer Uyguner, dinleyicilere iki defter gösteriyor. Defterlerde elyazısıyla Esendal'ın anıları; bunlardan 1925 tarihli Tahran Günlüğü yayımlanacakmış. 1050 sayfayı bulan öteki anılar ise Esendal'ın çocukluk dönemine ilişkinmiş.Bu önemli eserlerin -yazık ki- satış rekorları kırmayacağını biliyorum. Yine de Bilgi Yayınevi'nin yayımlama onurunu taşımasını dilemekteyim.Siyaset hayatının ortasında bir ömürboyu yazma arzusunu, edebiyata bağlılığını asla yitirmemiş Esendal'ı gerçekten özümsediğimizi elbette ileri sürmeyeceğim, süremeyeceğim. Keşke sürebilseydim...Onun kendini gizleyişlerinde, eserine imza atmaktan kaçınmış eski ustaların inceliği yakalanıyor. Gün ışığına çıkmakta olan toplu eseri üzerinde ciddiyetle durmuyor olmak, bize özgü çarpık zihniyetin açı göstergesi. Gazetelerimizde,  televizyon kanallarımızda Jules Verne'in yeni bulunmuş romanı haber olabiliyor; ne Vassaf Bey için, ne Miras için aynı heyecan yaşandı.Sonra bir başka usta hikâyecimizin, Vüs'at O. Bener'in saptadığı şu müthiş sözler; Bener'e şöyle diyor Esendal:"Hikâyeciler, bu yurdun içli, duygulu evlatlarıdır. Onlar nasıl bir yurt özlediklerini söylüyorlar, kendilerine dokunan hadiseleri ortaya döküyorlar, bir iş görüyorlar, iş! Gezevelik değil bu!.. Bakmayın siz o sanatı hor görenlere."Yurdun içli, duygulu evlatları... Bu söz kulaklarımızda çınlayakalsın!.. 
(Selim İleri / Cumhuriyet gazetesi / 4 Nisan 1996 / Sayfa 15)
0 notes
olmakihtimali · 5 years
Text
Beyaz Zambaklar Ülkesinde
Edep Bir Tac İmiş - Dilaver Selvi
Çok Sesli Bir Ölüm - Rasim Özdenören
Mavisini Yitirmiş Yaşamak - Ali Çolak
Topla Yüzünü Palyaço - Erdem Arslan
Acımak - R. Nuri Güntekin
Cennete Otostop - adem özköse
Eşikte duran insan - Rasim özdenören
Mavi kırmızı - ramazan kayan
Davam - necmeddin ertekin
Şanzelize Düğün Salonu - Tarık Tufan
Ümmet coğrafyası - adem özköse
Zamanın kıymeti - abdülfettah Ebu gudde
Ölü bir yazarın anlattıkları - Ömer Faruk dönmez
Derviş- serdar Üstündağ
Olmak cesareti - Kemal Sayar
Oyuncak tamirhanesi - metin karabaşoğlu
Zülzile- Nefise serra
Hanımlara inciler
Müslümanca yaşamak - Rasim özdenören
Bir yobazın günlüğü - Ömer Faruk dönmez
İslam'ın kızına - ihsan şenocak
Efendimizi sahabe gibi sevmek - Muhammed Emin Yıldırım
Yusufun üç gömleği - Abdullah yıldız
Bir adam yaratmak - nfk
Korkuyu beklerken - oğuz Atay
İnsan ne ile yaşar? - Tolstoy
Direniş öyküleri
Müslüma kızlara - hasan el Benna
O ve Ben - Nfk
Od - İskender pala
Ruhunu haramdan sakın - Merve özcan
Dinmeyen gözyaşları - Raif cilasun
Ayıp uşakları
Çalıkuşu
Fatih harbiye
Tehlikeli oyunlar
Yaprak dökümü
Âlemi İslam - ihsan Şenocak
Beylikten Hükümdarlığa - Yavuz bahadıroğlu
Şah&sultan - iskende pala
Düştüğün yerden kalk
Kalbe düşen sızı - elif veske çetintaş
İki aşk çiçeği - Ömer Nasuhi bilmen
Yaşamak - cahit zarifoğlu
Ahşap konak Nfk
Bir çift yürek- Morgan mola
Para Nfk
Püf noktası - Nfk
Zeytindağı - refik Halit karay
İbrahim Ethem - Nfk
sabır taşı - Nfk
Tohum Nfk
Korkma ben varım - murat menteş
Su üstüne yazı yazmak - muhyiddin şekur
Kafa kağıdı Nfk
Sokak başı hasan ejder
Cinnet Mustatili Nfk
Anne nasihatleri - semerkand yayınları
Efsane - İskender pala
Ölü Serçe Dönemeci - Ayşegül Genç
Fahrenheit 451
Kuğu boynu - Ayşegül Genç
Şeker portakalı
Aynadaki yalan Nfk
Kuşlarla sohbetin şartları - Ahmet Murat
Korku - zweig
Siyah pelerinli adam Nfk
Mukaddes emanet Nfk
Reis bey Nfk
Gençlerle başbaşa ali Fuat başgil
İç bir şey - Ayşegül Genç
Körlük - José saramago
Olağanüstü bir gece zweig
Yoldaki mühendis 2 - Abdullah Galip Bergusi
Özgürlüğün Fecri - Abdullah Galip Bergusi
Kızlar aramızda kalsın - hafsa bilgin
Receb - Siraceddin Önlüer
Kara kutu operasyonu
Kendini aramak - ihsan fazlıoğlu
Şaban - Siraceddin Önlüer
Ramazan - Siraceddin Önlüer
Ramazan baharı- 30 günde manevi devrim
İmam Gazali - orucun sırları
58 notes · View notes
ademdonmez-blog · 4 years
Text
Hikayenin Özünde Ne Var!
Hikayenin Özünde Ne Var!
“Kaç gün oldu?” dedi.
“Günleri saymak benim işim değil!” diye cevap verdim.
“Kalbin nasıl?” dedi.
“Bilmiyorum.”
“Alışabildin mi?” diye sordu.
Cevap veremedim.
Belki çoktan seçmeli bir sınavdı hayat, her tercih bir vazgeçiş, her yitiriş bir kayıptı. Fakat yaşamın içinde olması gerektiği gibi olmalıydı her şey. Ne zaman, nasıl veya neden soru zarflarının içinde kalarak sorgulayarak değil de…
View On WordPress
0 notes
dostum-dostoevsky · 3 years
Text
"Cehennem insan yüreğinde sevginin bittiği yerdir."
Bir Yazarın Günlüğü / Fyodor Dostoyevski
75 notes · View notes
uzunburakefendi · 5 years
Photo
Tumblr media
. "Yazılı ya da sözlü rivayetlerin iyi olduğunu ne kadar söylerlerse söylesinler, bu çok az durum için yeterlidir. Çünkü bunlar herhangi birinin asıl karakteri hakkında, düşünsel şeylerde bile bir şey veremezler. Ama ancak tam bir gözlemden sonra insan rahatça okuyabiliyor ve işitebiliyor. Çünkü o zaman düşünüp hüküm verilebilir." syf.173 . "Çok şey gördüm ve daha da çok düşündüm: Dünya kapılarını gittikçe açıyor; çoktan beri bildiğim bütün şeyleri, ancak şimdi sahipleniyorum. İnsan nasıl da erken bilip geç uygulayan bir yaratık!" syf.227 . "İnsan bir kez dünyaya açıldı mı ve dünyaya alıştı mı kendini koruması gerekir, yoldan çıkmasın, hatta aklını kaçırmasın diye." syf.240 . "İnsanlar eğer birbirlerinden ne bekleduklerini karşılıklı olarak açıkça söylese, hayattan daha çok teşekkür ve kazanç elde eder. Böyle yapıldı mı o zaman her iki taraf da memnun kalır ve her şeyin başı ve sonu olan rahatlık, tam bir ödül olur." syf.352 Çocukluğu, babası vaktiyle İtalya'da bulunduğu için o dönemden kalan eşyalarla dolu bir evde geçen Goethe bir gün yengemize haber vermeden seyahat için İtalya'ya kaçar. İş bu kitap o seyahatin günlüğü işte. Tabii okumakla İtalya'yı görmüş kadar olunmuyor. Hatta Goethe de kitapta bazı yerlerde -paylaştığım ilk alıntıda olduğu gibi- okumanın yetersiz olduğu, dünyayı anlamak için gezmek görmek gerektiğini savunuyor. Mesela Napoli kısmında Homeros tasvirlerini gördükten sonra, "işte ancak şimdi Odysseia benim için canlı bir kelimedir." diyor. Hasılı İtalya'yı görmeden bu okuduklarım, meşhur bir yazarın alelade gezi günlüğü olarak kalacaktır. Kim bilir belki bir gün bu kitabın eşliğinde bir İtalya seyahatine çıkarım da bu günlük gözümde daha bi değerlenir. #goethe #johannwolfangvongoethe #italyaseyahati #çeviri #gürselaytaç #iletişimyayınları #iletişimklasikleri #kitap #neokuyorum #okumakiptiladır #okumahalleri https://www.instagram.com/p/BuHO9zBF1GY/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=8xif5x44yyqx
2 notes · View notes