Tumgik
#yerle bir olmak
gece4517 · 4 months
Text
Bazen diyorumki kendime zorlama bırak olmayacak işte. Tam onsuzluğu alışıp kafamı toplamaya başladığım zaman bir hareket yapıyor tüm düzenimi kafamı alt üst ediyor. Her defasında hayal kırıklığına uğruyorum ama yine de akıllanmıyorum. Nasıl toparlayacağım kendimi bilmiyorum. Sanki bir kinetik kum gibiyim toplandıktan sonra bir dokunmayla yerle yeksan oluyorum..
2 notes · View notes
zezeeolmak · 11 months
Text
Tumblr media
1 note · View note
arbrenu · 4 months
Text
Bir hayalin gerçekleşmesi çok az insanın başına gelebilecek bir fekakettir.
Düşünürken yüzünüzü ikiye ayıran o kocaman, içten gülümsemenin yavaş yavaş solması halidir.
Her şeye sahip olduğunuzu düşünürler.
Her şeye sahip olamazsınız.
Hiç kimse her şeye sahip değildir.
Gökyüzüne bakarken kulağınıza müzik dolması hali, güneşin ışıldaması ya da yıldızların parlaması, size başarabilirsin hissi veren tatlı bir rüzgar.
Bahar gibi bir koku derin derin içinize çektiğiniz.
Hala hayal kurabiliyorken böyle hissedersiniz.
Bunun mevsimle ilgisi yoktur, o his insana fırtına izlettirir omuzların diktir, yerle gök bir olur ama sen fırtınanın dizginlerini elinde tutuyorsun önemi olmaz.
Hayal kurabilmek böyle hissettirir.
Sonra bedeller ödemeye başlarsın, bu normal diye düşünürsün hiçbir yol bir de hayallere giden yol yıldız tozları ile kaplanmamıştır ki zaten.
Fedakarlıklar gelir ardından.
Evetler ve hayırlar konuşabildiğin tek kelimeler olur.
Evetler hep kendinden daha fazla vermen gereken anlar içindir.
Bir sen üşümeye başlarsın o mevsimde, üzerine bir kazak giyer devam edersin.
Hayırlar vazgeçtiklerin içindir.
Gidemediğin yerler, göremediğin insanlar, vakit ayırmadığın küçük anlar ve küçük mutluluklar.
Ellerin ve ayakların buz keser ama sorun değil, soğuğa alıştın.
Artık gülümsemediğini fark edeceksin.
Yatmak için uzandığında kıpır kıpır bir heyecanla düşler kuramadığını, yapman gereken bir yığın işi daha boşluklara sıkıştırmaya çalıştığını fark ettiğinde yüzündeki tüm kaslar artık gülümsememeye alışmıştı.
Yetişebileceğini düşündüğün anlar olacak ama hiçvir zaman sadece seninle ilgili olmayacak.
Çünkü bu dünyada her şey ekip işidir.
Kimse tek başına mahvetmez hayatını.
Bunun için bir ordu kalabalık bazen de bir avuç insan yeter.
Mevsimlerden bahar olacak, yaz kavuracak ama sen üşümeye devam edeceksin.
Sana yolu göstereceklerini mi sandın?
O gülümsemeyi ve minnetleri saklamalıydın.
Sana sadece eğerler verecekler.
Eğer bunu istiyorsan buna razı gelmelisin.
Eğer bunu istiyorsan önce bunun altından kalkmalısın.
Eğer kazanmak istiyorsan en çok benim cebimi doldurmalısın.
Eğer iyi olmak istiyorsan önce bana bunu kanıtlamalısın.
Yıldızların artık o kadar parlak ve çekici olmadığını mı düşünmeye başladın?
Karanlık hala o kadar yakınında değil halbuki.
Yol gözünde büyür, sapmadığın o sapaklarda kaçırdıkların paçalarına yapışır.
İnsan bir günde kaybetmez, kaybetmek disiplin gerektirir.
Kendinden çaldığın her “biraz daha zaman”da biraz daha kaybeder.
Zaman bir uzvunla bile ödeyemeyeceğin kadar pahalıdır.
Ama sen ne kolay verdin cebinde onca yıldır birikmiş taşlar gibi.
Kenarında ağlayıp durduğun denizlerin dibi zamanla mı dolu sandın?
Hayır, anladın ama çok yol aldın.
Buraya kadar geldim sonuna gitmeliyim dediğinde kaybetme işinde en iyilerinden biri oldun.
Boş yere mi yazıyor tabelalarda köprüden önceki son çıkış diye.
Geri dönemeyeceğin yerler vardı ve sen şimdi o çizgiyi de aştın.
Başardığın şeyler yok değil, bunca kayıba kimin olmazdı ki?
Ama gökyüzüne bakıp gülümseyerek hayal kurabilir misin şimdi?
Hangisi zor?
İşte yıldızlar böyle terk eder insanı.
Baksan gökyüzü hala mavi.
422 notes · View notes
layezalll · 10 months
Text
Her fidan vaktinden önce kuruyup gider
Her deniz kendi ufkunda yiter..
Kırılan ayna olmak için hep çok gençtir ümitler ve her gün daha geç bitmeyi hak eder…
Gözbebeğime ilişen bu sızı neden mütevellit, orası muamma..
Umulmadık anlarda bir gölge oluveriyorum akşamüstü alacasında, rengi utancından kırmızıya çalmış gökyüzünde.
biliyorum ki şiirler uzayıp gittikçe biter ve üzerine titrendikçe güzelleşir manalı deliliklerim..
İki dudak arası mesafeyi on günde kateden bir üşengeç, bir tembellik abidesi,bir vurgun simgesiyim
Yani ben,, yani biraz da sen.
Biliyorum Her kuyu bir Yusuf için
Her Züleyha bir sınav için…
Ademle Havva’nın tohumundan vücuda gelenler için yasak elmalar.
Her gece bir masal için ve her pervane ateş için…
Ben o yüzden her gün satırlar dolusu kelime yoğuruyorum, kelimelerin oyuncağı oluyorum hayalhanem de
Bir harf çarpıntısı yüreğimde,,, sen de havadan, ben diyeyim aşktan..
Biraz hasret gelsin.
Yani ben,, biz yani. Ve en çok da sen!
Salkım saçak rüyalar aman vermez ki zulmetimin selametine!!
Hep aynı duaya amin demeler külfetten kurtarmaz ki sızım sızım sızlayan benliğimi..!
Pürtelaş meftuniyetim perdeleyebilir belki gamlarımı…
Yorgun değilim aslında.
Hamuruma karışan iki damla gözyaşı, tek katre alev yüzünden oluyor her ne oluyorsa!
Bundandır baharı hazan sanmalarım, samanlıkta iğne aramalarım…
Hala merak ediyorum.
Meftuniyetim diyorum,hani şöyle en pürtelaşından olsa..
Yahut pervasız,,? Tıpkı benim gibi,  biraz da sen, ve gene sen,  aldığı kadar da biz…
Haddi hesabı olmayan bu erteleyişlerle nereye kadar gidilir ki!!
Hep aynı kapıyı zorlamalar önleyemez ki sonunda havlu atmaları..!
Şu halde kesinkes inanmış bulunmaktayım hamuruma gözyaşı karıştığına, gözyaşının da alevle karıldığına…
Yoksa nereden gelsin bu aşinalık, bu yakınlık?
Nasıl oluyorsa ne alev tutuşturmuş suyu, ne su söndürmüş alevi..
Ruhum gidip geliyor ikisi arasında. Yanıyorum, kâh ağlıyorum.
Can tutulması yaşıyorum, cankurtaran arıyorum.
Gökte kaç yıldız var, onu saymaya giriştim gene bu akşam.
Bir yerden sonra sayıların aklıma oyun oynayacağını bile bile…
Ve okyanuslara bıraktım kendimi, arınayım diye.
Irmağın da benimle beraber kaynağında boğulacağını bile bile.
Senden sonra başka omuzlar aramadım ağlamak için, tek damla gözyaşımın dokunmadığı omzunun yerini doldursun diye..,
Nasıl olsa dolmaz o boşluk diye diye, söz yaşı döke döke,mehtaba diş bileye bileye, gelmeyeceğini bile bile!
Bünyesinde son çare ayrılıklarla bilmecburi aykırılıkların el ele verdiği kalbim, tüm bitişlere hak veren aklımla daimi savaş halinde.
Mühimmat yetersiz, menzil belirsiz…
Ölüme nazır terk edişler yaşamaya hazır, ölüme daha fazla, buna yaşamak da denemez esasında.
Uzun savaşlar hep böyle biter.
Kaybedilenler candan bir parça, can kimi zamansa..
Oysa kazanılanlar hiçten bile az, esire muhalefet boşluklardan daha boş,,..
Ama bu kez yerle gök çarpışıyor sol yanımda.
Ummanlar taşıyor, bulutlar semaya fedai… Şimşekler bir an bile susmuyor, gök gürlüyor.
Yer altında ne kadar su varsa coşmuş, öfkeden köpürüyor.
Gayzer demek haksızlık olur bu ihtişama… Bir aşk kalıyor işte,,, kıyıda köşede.
Günü gelince savaştan sıyrılıp her zerreme sirayet etmek üzere…
187 notes · View notes
doriangray1789 · 4 months
Text
Büyük erk transferi. 1999 depremi ne merkezi devlet ne yerel belediyeler iyi kamu yönetimi sağlayabildiğini ortaya koyunca, kamu erklerini topyekun özel sektöre devretme bahanesi oldu. Arjantin ile eş zaman (tesadüf mü?) maliye krizi ekonomiyi yerle bir etti, devlet (TMSF) birçok iştiraki eski elitlerin elinden aldı, bir alt tabakaya ucuza devretti, bununla kalmadı kamu sorumluluğu olan her faaliyet alanını bu yeni kalbur üstü kitleye devretti.
1999'da vatandaş devlete insan hakları mahkemesinde dava açabiliyordu. 2023 depremi oldu, suçlu aramak herkese fuzuli geldi, çünkü devlet tüm sorumluluklarını özel sektöre ve TANRI ya ( işin fıtratında var, madenlerde önlem alınmaz madenciler ölür fıtrat, imar barışı meydanlarda övüne övüne anlatılır fıtrat, ormanlar yanar fıtrat, dere havzalarına ev yapılır dereler taşar insanlar ölür fıtrat ama kimse de demekki yahu kardeşim fay hattı belli yapıda kullanacağın malzeme belli madenlerde alacağın önlemler belli bile bile neden lades deyip sonrada bunu TANRI nın üzerine atıyorsun ) devretmişti, insanlar bunun doğruluğuna inanmıştı ve ticari yasaya göre Anonim Şirket sahiplerinin adeta dokunulmazlığı var. Firma bünyesinde ise adalet çok basit: ahlaki davrandın mi değil, firma sahibine geçen seneden daha fazla kazanç sağladın mı, yani performans yönetimi.
Bu durumda, ne merkezi ne yerel seçimlerde oy vermek fayda ediyor: göz boyama. Madem ki halkın hayatını etkileyen kuruluşlar özel sektör, vatandaşlar firmalara hissedar olup genel kurul toplantılarında oy verirse ancak kendi ülkesinde egemen olabilir. Hisse sahibi değilsen, seçimlerde sözü geçmeyen basit tüketicisin, söz sahibi hissedarlar maaşına da karar verir, oturduğun eve de, yediğine içtiğin de.
İşte böyle, eskiden "komünizm alkolde erir mi" sorusunu sorardık, şimdi "kapitalizm demokrasiyi eritir mi" soruyoruz ve öyle görünüyor. Bu yeni derebeylik düzeninde (dış güçlerin sermayesi padişah, hissedarlar derebeyi, yöneticiler ağa, tüketiciler kul) "delil istersen Kuran yeter, ibret almak istersen ölüm yeter, meşgul olmak istersen ibadet yeter, zengin olmak istersen kanaat yeter, bunlar da yetmezse cehennem yeter" diyen Ramazan Hoca neden katli vacip görüldüğü daha iyi anlaşılıyor: Müslümanlar tüketimin ebedi büyümesine dayalı materyalist özel sektörün derebeylik düzenine tehdit.
Tumblr media
11 notes · View notes
cafunelivisal · 1 year
Text
Bir kapı gıcırtısı hayatınızdan neler çalabilir? Belki sevgiyi çalabilir, çocukluğunuzu çalabilirdi. Bir masal kahramanınız o kapıdan çıksa sırtınız kaç yumruğa dayanabilirdi? Büyüdüğünüzde her şeyin geri gelmediğini anladığınız o an, her şeyin çok geç olduğunu anladığınızda göğsünüzde kanat çırpan kelebeğin fırtınasında neler yapılabilirdi?
Sola doğru savruluyorum ayrılık fırtınamda. Denk geldiğim ilk şey bir pamuk şekeri. Şimdi rüzgâr beni sağa doğru savuruyor. Bir lunaparka denk geliyorum. Biraz ayaklarım yerden kesiliyor şimdi. Bir dondurmaya denk geliyorum. Gözlerimi açtığımda çocukluğum geliyor şimdi önüme. Sarılmak istiyorum ona. Kollarımın arasından bir su gibi aktığını görüyorum. Büyüdüğümü fark ediyorum. Biri kalbimi kırıyor sonra. Aklıma ilk gelen babam. ‘şimdi’ diyorum ‘şimdi ona bu kırıldığım noktayı anlatsam belki bir mezar kazıp o berbat duygumu gömerdi ve onu ortadan kaldırırdı. Bunu sarılarak yapabilirdi.’ Biraz daha ileri doğru savruluyorum. Her kırıldığımda daha fazla hayatı öğrendiğimi anlıyorum. Başka insanlarda sevgisizliğimi yok etmek istiyorum. Dönüp omzumda olan yalnızlığıma ‘babam olsa olmazdı’ diyorum. Sevgisini gösterip gidende bana bir hayal kırıklığı yaşatıyor. Babam sayesinde daha fazla yere düşüyorum. Yere düşmek değil de her seferinde kalkıp daha adımımı atmadan tekrar yerle bir olmam yoruyor beni sonra. Aklımda yediremediğim bir ton soru var beni çıkmaz bir odadaymışım gibi hissettiren. Cam yok, hava yok. ‘neden başka bir kadının çocukları onun kokusunu alırken ben alamıyorum’ diyorum sonra. Neden onlar ne sevdiğini, ne yediğini bilirken ben bilemiyorum? Çünkü babam belki özgür olmak istedi. Belki ayaklarında bir iptim ya da önündeki bir duvar. Gökkuşağındaki siyahtım, gökyüzündeki karabulut. Ama onu hala önemsediğimi onu hala içimde haklı çıkarmaya çalıştığımda anladım. Kendimi kandıracak kadar güzel bir gidişi vardı. Çok sessiz ve çok haklıymış gibi. Zekice bir gidişti. Ayrılık, acı, çocukluk döngüsünde gidişini izledim. Ama ben artık anladım baba. Sana ilk defa kalbimle değil de mantığımla baktım. Bir baba ne olursa olsun canını bir kaldırımda bırakmazdı. Ben ‘senli’ bir çocukluğa hasretken sen ‘benli’ bir babalığı hiç mi özlemedin? O ellerin sana küçük bir kızın ellerini tutabileceğini söylemedi mi? Bir parktan geçerken gözlerin dolmadı mı? Şimdi önünden geçen bu küçük kız beni hatırlatmadı mı sana? Sana aldığım o köstekli saat zamanın geçtiğini göstermedi mi baba? 18 yaşımda ‘parka gidelim’ demiştim. Hiçbir şeye geç kalmadığımızı inandığım bir zaman dilimiydi. Ama büyüdüm sen farkında değilsin ki, saatin kırılmış. Seni tekrar affetmek destansı bir savaş olurdu baba. Zaten artık kırık saatinin camı gibiyim. İçimdeki askerler çok uzakta artık. Zaten bunca kötülüğünün ardından seninle nasıl bir silahla savaşabilirdim ki? Bende çok değişmişim artık ‘senli’ ve ‘benli’ her şeye çok geç kaldık baba. Ben bizden ama en çok senden vazgeçiyorum baba. Dondurmam eridi, lunapark yıkıldı, sen gittin çünkü. Ama bir şeye sahip olmak için onu sonsuza dek kaybetmek gerekmez mi zaten?
45 notes · View notes
yazmasamaglayacaktim · 10 months
Text
intihara meyilli olmakla kesin kararlı olmak farklı şeylerdir. toplumun ağzından uzak bir yerde, elalem ne desin diye değil sadece kendin için, kendini kurtarmak için. arkasında kimseyi gözü yaşlı bırakmak fikri seni bir yere kadar engeller ve sonra göz yaşının kısa süreceğine emin olduktan sonra seni engelleyen her şey yok olur. aradığına ulaşmışsındır. çürümeyi tercih etmemektir. insanlardan dolayı bu noktaya gelmek en büyük yanılgıdır. doğarken kimse sana sormadıysa giderken de senin onlara sorman gerekmez. travma değildir. gerçekliktir. kendi gerçeğindir. nasıl olsa kıyametle yerle bir olacak bir dünyaya iz bırakmak isteği saçmalıktan öteye gitmez. aldığın her nefes bir balon şişirir gibi o boşluğu büyütür sadece. duramazsın. durduramazsın. diğer taraf varsa özür dilemek için beklersin yoksa zaten herkesin hiçten hiçe kaybolmuş demektir. bir şeyler güzel olacak diye umut etmek değildir yaşamanın amacı. buna bir son vermek için doğru zamanı beklemektir. ya çürürsün ya da sen seçersin. ardımdan fatiha okuyan da orospu çocuğudur demiş bir insana, cesedine söylenen sözler pek koymaz. tükürseler bile ilgilendirmez.  göz kırpmayı bırakıp yummuşsundur tamamen. mutluluk acı hüzün ağaç gökyüzü kitap balık hiçbiri seni ilgilendirmez. bunlardan vazgeçmek kolay değildir. ama vazgeçmişsindir.
14 notes · View notes
seyyahe-iavare · 10 months
Text
Allah'ım çok bunaldım çok yoruldum ne yana dönsem kapının suratıma kapatıldığını hissediyorum.Atanmak istiyorum olmuyor. Evlat sahibi olmak istiyorum olmuyor. Ehliyet almak istiyorum bu zamana kadar hiç duymadığım halde kilo engeline takılıyorum. Tayinimiz çıksın istiyorum istediğimiz şehirler yerle bir oluyor bittiğimi hissediyorum artık. Senden ümit kesmem ama ben kendimden ümidi kestim artık
16 notes · View notes
veradansatirlar · 1 year
Text
Gelmezsin biliyorum ama geldiğinde bambaşka birini bulacaksın karşında. Hayattan kırk darbe yemiş, kırk yerinden kırılmış insan değişir. Bambaşka biri olur. Ben değiştim. Hani kıyamazdım ya kimseye, hani kimse üzülmesin diye en çok kendimi üzerdim. İşte artık öyle değil artık üzüldüğüm kadar üzüyorum. Acıma duygum silindi. Susturuyorum vicdanımı. Bunu sende dahil olmak üzere yüreğimi yerle yeksan edenler başardı. Teşekkür ederim beni bir başıma bıraktığınız için, yüreğimdeki o güçlü kadını tanımış oldum böylelikle.
36 notes · View notes
gul2011 · 2 months
Text
Benimkine üzülmek denmez aslında.... Yerle bir olmak...
3 notes · View notes
halilbstug · 2 months
Text
Bir kapıyı mühim kılan, ardında sakladığı gizemdi. Ve ben pencereden bakarak; içimdeki merakı öldürmüş, kapının şerefini yerle bir etmiş bulundum. Bundan böyle kapı, onu açacak olanın merakını kaşır yalnızca.
Pencere olmak istiyorum. Daima bir seçenek daha doğuran küçük bir köşe yapacağım kendime. Belki göz yaşlarımı bıçakla silmeden önce o köşe yanar aklımda. O vakit bir sonraki sabahı hatırlar, rezil umutlara gebe kalırım. Güneş, ona sırtımı döndüğümde peyda olmayı bırakır, bu sefer yüzüme çalar tüm sıcağını. İştahım benden evvel sokağa fırlar, bir kez olsun çiçek kokusu duyarım. Annemi yine özlerim, ama bu sefer mesafeler sırtımda kent kurmaz. Akşam olur, aylaklığımı sürüklerim eve. Acıyı soyunur öyle yatarım. Dünya çalar gözümdeki yaşı. Vaktinde yüzüme çizdiğini, şimdi ellerinde boyar gezegen.
3 notes · View notes
layezalll · 9 months
Text
Her fidan vaktinden önce kuruyup gider Her deniz kendi ufkunda yiter..
Kırılan ayna olmak için hep çok gençtir ümitler ve her gün daha geç bitmeyi hak eder…
Gözbebeğime ilişen bu sızı neden mütevellit, orası muamma..
Umulmadık anlarda bir gölge oluveriyorum akşamüstü alacasında, rengi utancından kırmızıya çalmış gökyüzünde.
Biliyorum ki şiirler uzayıp gittikçe biter ve üzerine titrendikçe güzelleşir manalı deliliklerim..
İki dudak arası mesafeyi on günde kateden bir üşengeç, bir tembellik abidesi,bir vurgun simgesiyim yani ben,, yani biraz da sen.
Biliyorum Her kuyu bir Yusuf için Her Züleyha bir sınav için…
Ademle Havva’nın tohumundan vücuda gelenler için yasak elmalar.
Her gece bir masal için ve her pervane ateş için…
Ben o yüzden her gün satırlar dolusu kelime yoğuruyorum, kelimelerin oyuncağı oluyorum hayalhanemin tozlu raflarında,
Bir harf çarpıntısı yüreğimde,,, sen de havadan, ben diyeyim aşktan..
Biraz hasret gelsin.
Yani ben,, biz yani.
Ve en çok da sen!
Salkım saçak rüyalar aman vermez ki zulmetimin selametine!!
Hep aynı duaya amin demeler külfetten kurtarmaz ki sızım sızım sızlayan benliğimi..!
Pürtelaş meftuniyetim perdeleyebilir belki gamlarımı…Yorgun değilim aslında.
Hamuruma karışan iki damla gözyaşı, tek katre alev yüzünden oluyor her ne oluyorsa!
Bundandır baharı hazan sanmalarım, samanlıkta iğne aramalarım…
Hala merak ediyorum.
Meftuniyetim diyorum,hani şöyle en pürtelaşından olsa..
Yahut pervasız,,?
Tıpkı benim gibi,  biraz da sen, ve gene sen,  aldığı kadar da biz…
Haddi hesabı olmayan bu erteleyişlerle nereye kadar gidilir ki!!
Hep aynı kapıyı zorlamalar önleyemez ki sonunda havlu atmaları..!
Şu halde kesinkes inanmış bulunmaktayım hamuruma gözyaşı karıştığına, gözyaşının da alevle karıldığına…Yoksa nereden gelsin bu aşinalık, bu yakınlık?
Nasıl oluyorsa ne alev tutuşturmuş suyu, ne su söndürmüş alevi..
Ruhum gidip geliyor ikisi arasında.
Yanıyorum, kâh ağlıyorum.
Can tutulması yaşıyorum, cankurtaran arıyorum.
Gökte kaç yıldız var, onu saymaya giriştim gene bu akşam.
Bir yerden sonra sayıların aklıma oyun oynayacağını bile bile…
Ve okyanuslara bıraktım kendimi, arınayım diye.
Irmağın da benimle beraber kaynağında boğulacağını bile bile.
Senden sonra başka omuzlar aramadım ağlamak için, tek damla gözyaşımın dokunmadığı omzunun yerini doldursun diye..,Nasıl olsa dolmaz o boşluk diye diye, söz yaşı döke döke,mehtaba diş bileye bileye, gelmeyeceğini bile bile!
Bünyesinde son çare ayrılıklarla bilmecburi aykırılıkların el ele verdiği kalbim, tüm bitişlere hak veren aklımla daimi savaş halinde.
Mühimmat yetersiz, menzil belirsiz…
Ölüme nazır terk edişler yaşamaya hazır, ölüme daha fazla, buna yaşamak da denemez esasında.
Uzun savaşlar hep böyle biter.
Kaybedilenler candan bir parça, can kimi zamansa..
Oysa kazanılanlar hiçten bile az, esire muhalefet boşluklardan daha boş,,..
Ama bu kez yerle gök çarpışıyor sol yanımda.Ummanlar taşıyor, bulutlar semaya fedai…
Şimşekler bir an bile susmuyor, gök gürlüyor.
Yer altında ne kadar su varsa coşmuş, öfkeden köpürüyor.
Gayzer demek haksızlık olur bu ihtişama…
Bir aşk kalıyor işte,,, kıyıda köşede.
Günü gelince savaştan sıyrılıp her zerreme sirayet etmek üzere…
150 notes · View notes
doriangray1789 · 4 months
Text
FOUCAULT
michel paul foucault; magritte'in meşhur “ceci nest pas une pipe” tablosu için küçük ama içinde resimden dilbilime, görüntü ile gösterge arasındaki ilişkilere kadar pek çok alanla ilgili yorum ve sorunlara yer verdigi bir kitap yazmıstır..eger magritte yapmış olduğu pipo resminin altına "bu bir pipo değildir" cümlesini koymasaydı böyle kaligram formunda bir eser foucaulta hiçbir zaman ilham olamayacaktı…
hem deconstructıon,hem de new-historicism alanlarında teorileri olan (adam, merkezi iktidar ve gözetleme kavramını, mimariyi kullanarak somutlaştırmış) ve en çok da ortaya attığı discourse teorisiyle bilinen düşünadamı olmasının sebebi de bu takıntılarıdır… her feylesof gibi sıyırık olmak gerek.. onun için, post-modernist sınıflandırmasında degerlendirildiginde içinde "birden fazla mi post-modernizm var?" sorusunu sormamamız gerekecek…
“pek çoğumuzun, din üzerine kurulmuş bir etiğe inanmadığını ve özel, ahlaki ve kisisel yaşamlarımıza karışan bir yasa sistemini istemedigini kabul edersek, bizim bu günkü sorunumuz da, bir ölçüde eski yunanlılarınkine benzemiyor mu diye soruyorum kendime. günümüzdeki özgürlük hareketleri, yeni bir etiğe dayandırabilecekleri ilkeyi oluşturma konusundaki başarısızlıklarının sıkıntısını çekiyor. bir etiğe ihtiyaçları var, ama ben'in, arzunun ve bilinçdışının, sözde-bilimsel bilgileri üzerine oturtulmuş bir etikten başkasını bulamıyorlar. sorunların benzerlıği beni şaşırtıyor."
toprağı bol olsun, fuko, benim güzümde, kendine özgü bir yontembilim anlayışı çerçevesinde, verili paradigma ve düşünsel kategorilerce tanımlanmış akademik hareket alanın mümkün olduğunca kıyısında durmaya çalışarak, yine mümkün olduğunca az sayıda kapsayıcı ön kabulden hareket etme gayretiyle, kendisinden öncekilere hiç benzemeyen ve aşkın göndermelere meyletmeyen bir tarih yazımının peşine düşmüş, bunu yaparken disiplinlerarasi bir anlayıştan feyz almış, büyük harflerle başladığı müddetçe (postmodernizm de dahil olmak üzere) her türlü aşkın referans noktasına, her türlü evrensel önermeye nanik yapmaya çalışmış ve kendi amaçları doğrultusunda da istediğini herhangi bir güç odağına alet olmadan, maymun olmadan, kıvırmadan başarabilmiş, kendisinden sonrakilere ilham verebilmiş sevimli bir alimdir..
kendisinin de sıklıkla kullandığı bir deyimle açıklayacak olursak hikmetini: alana çıkmış bir arkeologtur o ve bizim, oturduğumuz yerden, tek başına ‘politik pozisyon alma’ işleminin bütün bir anlayış haritasını iktidar sahipliğinin yararına yerle yeksan edeceğinden endişelenen bir faniyi, seytani kahkahalarla onun bunun ekmeğine yağ süren bir adam olarak görmemiz ya da göstermeye çalışmamız yalnızca o adama yapılmış bir saygısızlık olmaz, bütün bir arkeoloji bilimine dil çıkarmak olur, ki arkeolog dediğin adam güçlü kuvvetli olur kodumu oturtur..
son bir sey, edward said kulliyatinin fuko’yla paralel yeni bir okumasını deneyelim, kim nelerden nasıl faydalanmış yeniden düşünelim..
Tumblr media
9 notes · View notes
seslimeram · 3 months
Text
Yıkıcılık
Tumblr media
Gündelik koşuşturmanın ortasında doğrudan keskin bir hat olarak yıkıcılık var ediliyor. Behemehal anlamlandırılan bir suretle önü alındığı bildirilen oysa gündelik yaşam hali, pratiklerini imkansız kılan her ne varsa o yıkıcılık ekseni üstünden sözüm ona didaktik bir var etme, anlatım gayretinde eyleme dönüştürülüyor. Her gün perişanlık, her yer karanlık, zifiri kapkaranlık. Bütünüyle bir bozgunculuk hali içinde her gün yurttaşın haklarının açık bir biçimde talan edilmesine devam olunuyor. Bir yönelim olarak hak ihlalleri eylemsellik olarak öne çekiliyor. Ne verili haklar, ne yazılmamış kural ve kaidelerden müteşekkil olan insanlık mefhumunun temellerindeki ihtimaller yerinde duruyor artık. Müştereklerimiz bu kesintisiz şablon içerisinde derdest olunuyor. Günlük yaşam pratikleri zora koşulurken bir hal, bir güzergah üstünde asgari bir yaşam istemi de derdest ediliyor anbean, her yerde. Muktedirin yeni ülkesinin temelleri tüm o primitif, pragmatist tehdit döngüsünü yeniden imal ederek, göz boyayan masalları aksettirip dururken korku filminin ta kendisini hakikat kılabildiği tahayyüllerle var ediliyor. Biçimsiz, mesnetsiz, yok yere değil aralıksız bir teslimiyet hali için durmadan hayata saldırıyor muktedir. Yenilendiği söylenen saha ve şu zeminde eskinin ta kendisi günbegün restore ediliyor. Bir örnek olagelen yıkım, terör, ekseninde yaşam bu saldırılarla birlikte kuşatılıyor.
Bir yerlerde birilerinin aldığı kararların herkesin hayatını etkileyebilmesidir mesele biraz daha açık bir biçimde. Yıkıcılığı keskin bir hat olarak yaşamın orta yerinde konumlandırır iken muktedir eyledikleriyle beraberce geriye dönülemeyecek olan katran karanlığının da temellerini sağlama alır. Bir gün şeriat çağrısıdır bu çıkagelen, bir gün her türlü yılışıklığı bünyesinde barındıran ekonomi politik yönetiminin arkası yarın kuşağına dönmüş siyaseti paravan kılan akçalı işlerinde. Devletlinin olur verdiklerinin milyonlarca dolarlık ranta ait pazarlarda boy göstermelerinden bu hali devamlılıkta okuyabiliriz. Bir başka halde şimdi o mimli televizyon ekranlardan, iki satır manili abuk sabuk bir tecrübe insanı diye anılan ve bildirilen bir şahsiyetin pavyon güzellemesine sahne olduğu yerde o muktedir olanların et pazarlarından pay kaptıkları yerin meselidir o yıkıcılığın işlemesi. Et pazarlarından tüm o silah, insan, uyuşturucu ticaretlerine bir biçimde kollukça yakalandığı kadar kenardan bir biçimde sümen altı edilerek götürülenlere, aralıksız bir yağmacılık halinin orta yerinde yıkım sıradanın gündelik yaşamına demirbaş kılınır. Yenilenmiş ülke tiradı aralıksız saha ve ekranlarda zikredilirken o yıkımın gündelik bir tahayyüle dönüştüğü zemin var edilir, hiçbir yere gitmeyen, ilerlemeyen, dönüşmeyen bir karanlığın ortasına demirlemiş ülke ol aralıktan görünür kılınır. Burasıdır mesele.
Artı Gerçek’ten aktaralım: “Maraş merkezli depremin yıldönümü yaklaşırken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile İskenderun Devlet Hastanesi'nin açılış törenine katıldı.
Anadolu Ajansı'nın haberine göre, Hatay'da deprem konutlarının inşasının devam ettiğini söyleyen Erdoğan, "Çeşitli sıkıntılarla, meşakkatlerle karşılaşıyor olsak da hedefimizden asla kopmuyoruz. Amacımız mümkün olan en kısa sürede Hatay başta olmak üzere tüm depremzede şehirlerimizi yeniden ayağa kaldırmaktır" ifadelerini kullandı.
'Hatay’a Geldi Mi?'
Erdoğan'ın depremlerin en büyük yıkımı yarattığı Hatay'da “Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı” demesi sosyal medyada tepki çekti.
Saymaz: Muhalif Adaya Oy Verecek Şehirlere Göz Dağı
Gazeteci İsmail Saymaz, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu sözleri üzerine depremden etkilenen ve AKP'li belediyelerde olan illeri hatırlattı ve şöyle dedi:
"Erdoğan, belediyesi muhalif bir partide olan şehirlere “herhangi bir şeyin gelmeyeceğini” ilan ediyor.
Nerede söylüyor?
Depremin yerle bir ettiği, CHP’li bir belediye başkanı tarafından yönetilen Hatay’da.
Bu sözler yerel seçimde muhalif adaya oy verecek her şehre gözdağıdır.
Kahramanmaraş, Malatya ve Adıyaman’daki AK Partili belediye ile hükümet el ele ve dayanışma halinde değil miydi?
Neden bu üç şehrimiz de garip kaldı?
Geçen Kahramanmaraş’ta şehidimizin annesinin deprem çadırında yaşadığını görmedik mi?
O garip değilse…
Bu vatanda garip kimdir?
Belli ki yine bir sopalı seçime giriyoruz. İktidar muhalefetin elindeki büyükşehirleri geri almak için hizmet götürmemekle tehdit etmek dahil, hemen her yola başvuracak.
Bir toplumun başına gelebilecek en büyük felaket, doğal afet değildir.
Adaletsiz ve zalim idaredir."
Muhalefete yönelttiği eleştirilerin yanında bir de çağrı yapan Erdoğan, sorumluluğu paylaşmaya davet etmiş ve şu ifadeleri kullanmıştı:
'İktidarın Eksiği Varsa Bunu Muhalefet Tamamlayacak'
"İktidarın eksiği varsa bunu muhalefet tamamlayacak. Belediyenin yetişemediği yerde merkezi hükumet devreye girecek. Resmi kurumların zorlandığı hususlarda sivil toplum örgütleri sorumluluk üstlenecek. Hülasaten 85 milyon, asrın birlikteliğini sergileyerek, şehirlerimizi en kısa sürede ayağa kaldırmanın yollarını arayacağız. Nasıl eleştirebilirim demek yerine 'ben ne yapabilir, nasıl katkı sunabilirim?' anlayışıyla bu meseleye yaklaşacağız. Bunu başardığımızda, hedeflediğimizden de çok kısa sürede depremin izlerini sileceğimizden şüphe duymuyorum.
Bugün buradan şu samimi çağrıyı yapmak isterim; Türkiye'deki muhalefeti, deprem konusunda polemik yapmak yerine vicdanlı, insaflı ve sorumlu davranmaya davet ediyorum."
Hatay'da 80 binin üzerinde bina yıkılmıştı.”
Yıkıcılık gündelik hayatın orta yerinde her nasıl var ediliyor, birinci elden can yakıcı bir örnek olarak baş efendinin sözleri zaten yeterince açıktır. Gayri resmi rakamlara göre en az beş yüz bin insanın canına mal olan bir deprem sonrasında, resmi rakamlarda tahribat bir yana, ilk kırk sekiz saatte devletin varlığının hiç edildiği / yok kılındığı bir zeminden iyilik var edilebilir miydi? Binlerce yurttaşın o iki, üç günlük sürede soğuktan can verdiği bir zeminde, salt öteki partiyi desteklediği için kurtarılmaktan alıkonulduğunun itirafını nasıl okuyabiliriz, başımız belaya girmeden! Merkezi yönetimin bir gölge gibi dayattığı hamleler, önyargılar söz konusuyken, insanların yaşam hakkını muhafaza etmek bir siyasi manevra hakkını doğurur mu? Bunca yalın bir halde, bir devletin en başındaki temsil sırf öyle arzuladığı için birinci senesini doldururken deprem ve sonrasında yaşatılanlar hiçbir ama hiçbir ders alınmaz mı? Bu kadar kötülüğü içselleştirip, yerel seçimler öncesinde bir kere daha aba altından sopayı çıkartarak, canlarından can çalınmış insanların yaralarına hiç merhem olunur mu, olabilir mi böyle bir şey! Tümüyle yıkıcılığı el üstüne tutarak bir ülkede kimsesizlerin kimsesi olunabilir mi? Baş amirin ortaya serdiği mutlak teslimiyetçi hal dışında on bir ilde yaşayan, sorunlarına çözüm bekleyen, halen barınma sorunundan ol gündelik yaşama geri dönüşü için rehabilitasyon ihtiyacını hisseden insanlara bu haller mi yardımcı olacaktır! Bütünüyle düşündürücü değil mi...
Abidin Yağmur’un Artı Gerçek’te yayınlanan haberidir: “Emek Partisi Mersin İl Örgütü, 11 ilde büyük yıkıma ve can kayıplarına neden olan Maraş depremlerinin yıldönümü dolayısıyla “Deprem ve Yerel Yerel Yönetimler. Emekçiler Ne Yapmalı” başlıklı bir panel düzenledi.
Panelde Hatay Tabip Odası Başkanı Sevdar Yılmaz Jeoloji Mühendisleri Odası Mersin Şube Başkanı Erkan Demir ve Emek Partisi Genel Başkanı Seyit Aslan izlenimlerini ve düşüncelerini paylaştı.
'20 Gün Sonra Köylere Gittiğimizde “Sonunda Devleti Gördük” Diyorlardı'
Dr. Sevdar Yılmaz, “İlk 3 gün biz devleti yanımızda görmedik ve terk edildiğimizi düşündük. Türk Tabipleri Birliği ve diğer derneklerle, sendikalarla beraber 2 tane koordinasyon merkezi kurduk. Her iki merkezde de revirler kurduk, seyyar ekipler kurduk. Kırsalda ulaşılamayan yerlere, 186 noktaya ulaştık. Kırsaldaki kimi yerlere on beşinci, yirminci gün gittiğimizde, üzerimizde TBB ya da Hatay Tabip Odası amblemi olmadığı için insanlar “Nihayet devleti gördük” diye bize sarıldılar” dedi.
'Hırsızı Yakalıyorsunuz, Polis Almaya Gelmiyor'
Hatay Tabip Odası Başkanı Dr. Sevdar Yılmaz depremin birinci yılında Hatay’daki durumu şöyle özetledi:
*Şu anda mahallelerimizin yolları tarlaya dönmüş durumda. Köstebek yuvasına dönmüş durumda. Derin derin çukurlar var. Bunlar hurda demir için yapılıyor.
*Ağır hasarlı, oturulmayacak durumdaki binalara orta hasarlı raporu veriliyor ve insanlara bu binalarda oturabilirsiniz deniyor. Birçok orta hasarlı binanın önünde satılık yazıları var.
*Aile sağlığı merkezlerinde sıkça elektrik kesintisi oluyor, dışarıda poliklinik hizmeti vermek zorunda kalıyoruz.
*Güvenlik zafiyeti halen devam ediyor. Sürekli hırsızlıklar oluyor. Hırsızlar yakalansa da aynı gün bırakılıyor, bir başka yerde yakalanıyor. Siz yakaladığınız hırsızı polise teslim edemiyorsunuz. Polis almaya gelmiyor.
*Hijyenle ilgili sorunlarımız var. Temiz suya erişimle ilgili sıkıntımız var. Deri enfeksiyonları çok sık görülüyor ve iyileşmiyor. Çocuk, genç, yaşlı herkeste görüyoruz bu sıkıntıları.
* İş sağlığı ve işyeri güvenliği için işyerlerini gezdiğimizde işçiler için hiçbir önlemin alınmadığını, işyeri hekimleriyle, iş güvenliği uzmanlarıyla hiçbir şekilde çalışma yapılmadığını gördük.
*Hatay’da köylerin en büyük ihtiyaçlarından biri çadır. 1 yıl sonra bile çadır ihtiyacı hâlâ tam olarak karşılanamadı.
*Aşılarla ilgili problemimiz var. Aşı yüzdemiz yüzde 50’lerin altında şu an. Birçok hastalıkta aşı oranımız yüzde 50’nin altında.
*Hatay’da şu an en değerli şey demir. Ne insan sağlığı ne yaşam ne doğa önemli değil. En çok değer gören şey demir.
'Deprem Öncesinde De Deprem Anına Da Deprem Sonrasına Da Hazır Değiliz'
Jeoloji Mühendisleri Odası Mersin Şube Başkanı Erkan Demir de “Bu süreçten çıkardığım 2 sonuç var. Biri denetimsizlik diğeri cezasızlık. Bakanlar, deprem sonrasında yaptıkları açıklamalarda ve resmi yazılarda orta hasarlı binaların da yıkılacağını söylediler. Aradan 2 ay geçti söylem değişti. Orta hasarlı binaları da onabilirsiniz. Yeniden kullanabilirsiniz dediler. Bu binaların çoğu aslında ağır hasarlı. Birilerine, ağır hasarlı binaları orta hasarlı gibi göstermek için rüşvet veriyorlarmış. Biz ölüme davetiye çıkaran bir toplumuz. Maalesef biz depremin öncesine, deprem anına ve deprem sonrasına hazır değiliz. Ama hazır olmak zorundayız. Biz deprem ülkesiyiz. Bunu eğitimle çözmekten başka çaremiz yok” ifadelerini kullandı.
Emek Partisi Genel Başkanı Aslan: Tehdit Dilini Kınıyoruz
Emek Partisi Genel Başkanı Seyit Aslan, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Hatay’daki açıklamalarına tepki gösterdi.
Aslan, “Erdoğan dün Hatay’daydı. Depremin acıları henüz ortadan kalkmamışken söylediği sözler deprem kadar ağır ve tehlikeli şeylerdi. Merkezi yönetim ve yerel yönetimler birlikte çalışmazsa hizmet alamazsınız. Bunun Türkçesi şudur: Ya AKP’ye oy vereceksiniz ya AKP’ye oy vereceksiniz. Ya da AKP’ye oy vereceksiniz! Yani bizim belediyelerimize oy vereceksiniz, eğer bu tutum olmazsa depremin yaralarını da sarmayız, hizmet de vermeyiz, kaynak da ayırmayız. Muhalefetten belediyeleri kazanan olursa da onlara hizmet edebilecekleri koşulları vermeyiz. Bu kadar açık. Bir tehdit, bir şantaj politikasıdır. 89’da Özal da aynı böyle yapmıştı. Eğer elleri kolları belediye başkanı istemiyorsanız ANAP’a oy verirsiniz demişti. Sonra ANAP tarih oldu, Özal tarih oldu. Erdoğan’ın bu tutumunu bir kez daha kınıyoruz. Bu tehdit ve şantaj politikalarına müsaade etmemiz gerekir” ifadelerini kullandı.”
Yıkıcılık her nasıl var ediliyor, bütünüyle tanıklıklar zaten başlı başına bir meramı açık, aleni paylaştırıyor. Bir cerahat iklimi haline dönüşmüş olagelen yeni ülke tiradının tüm o ötesi / berisi bir kere daha ağır bir insanlık sınavına dönüştürülen Maraş depremleri sonrası ortaya serilen hallerle bariz kılınıyor. İnsanların yaslarına, acılarına, onca defa söz eylemlerine, imdat çığlıklarına rağmen daha depremin hemen ardından başlayarak ilk üç, dört gün yapayalnız kılınmalarından mesela bu mesel anlaşılabilir. Birinci yıl anmalarında ortaya çıkan kadük siyasetçilerin, yarayı görmek anlamak yerine tıpkı ol baş efendi gibi, kendi bildiklerini okudukları gezi programlarından görülebilir yıkıcılık. Yarayı imdat eden, bugünkü katran karanlığına isyana meram eyleyenleri göz ardı ederek evet bir tek bunu var ederek hangi güne varılabilir. Yıkıcılık sadece depremin sunduğu ve insan eliyle kotarılan hataların ardından çıkagelen bir mesel değildir. Milyonlarca insanın hayat haklarının, arda kalanların var ettikleri iyileştirme, yardımcı olma, dayanışma talep ve beyanlarına karşı kulakların tıkandığı bir zeminde hiçbir yere varılamayacak olduğu artık muhakkaktır. Bellek Gazetecisi, Kazım Kızıl’ın vizörüne takılan birkaç dakikalık kayıt zaten bütün o yıkıcılık ekseninden artakalanı da bildirecektir. Gökhan Zan’ın var ettiği meram bu yazının da anlatmaya çalıştığının sağlamasıdır. Oradaki öfkeyi inatla hâlâ anlamayanlar var... Yok edilmiş olanı fark etsinler diye daha ne etsin insanlar. Onca acının üstüne tek bir şey kalıyor: koca bir ah! O ah da bir gün birilerine hesap olur.... O ahlar bir gün bu ülkede karanlığın, kötülüğün karşısında yapayalnız kalanların buluştuğu bir çatı olarak hakkaniyeti bildirir. Bir gün hesabı sorulur... Bir gün...
Tumblr media
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Malatya – Emrah GÜREL – Associated Press – Los Angeles Times
2 notes · View notes
oakinci70tr · 5 months
Text
Tumblr media
Osmanlı Akıncı Bülent Ergincanlı
-(OAKINCI70TR)-
-(GÖNÜLDOSTLARI)-
🌍🕌🕋🇪🇭⭐🌙🇹🇷🌙🌙🌙🇹🇷⭐🌙🇪🇭🕋🕌🌎
🇪🇭💦👉(Filistin'li Kardeşlerimize Duâ)👈💦🇪🇭
🌍🕌🕋🇪🇭⭐🌙🇹🇷🌙🌙🌙🇹🇷⭐🌙🇪🇭🕋🕌🌏
Rabbenâ, yâ Rabbenâ teqabbel minnâ inneke ente's-Semî'u'l-Alîm.
Rabbenâ, lâ tüzığ qulûbena, ba'de iz-hedeytenâ ve heb lenâ min ledünke rahmeh;
inneke ente'l-Vehhâb.
Rabbenâ efrığ aleynâ sabran ve sebbit eqdâmenâ, f'ensurnâ ale'l-qavmi'l-kâfirîn.
Rabbenâ lâ tüâhiznâ in-nesînâ ev ahta'nâ;
Rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehû ale'llezîne min qablinâ;
Rabenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâqate lenâ bih; va'fu annâ, v'ağfir lenâ, v'erhamnâ,
ente Mevlâ-nâ; f'ensurnâ ale'l-qavmi'l-kâfirîn.
Ey Âlemlerin Rabbi,
Ey Erhamü'r-Râhimîn,
Ey Ahkamü'l-Hâkimîn!
Ey, 'Rabbimiz Allah'tır' dediği için ezâ ve cefâ gören; zulmedilen,
yurtlarından sürülen, katliama uğrayan mazlumların, mutaz'afların Rabbi!
Yalnız Sana sığınıyor ve yalnız Senden yardım diliyoruz.
Ey Hayr'ün-Nasirîn; Yardım edenlerin en hayırlısı!
Ey Müste'ân; Yalnız kendisinden yardım istenilen!
Ey Hâfiz; Koruyan!
Ey Kadîr!
Ey Muktedir!
Ey Kavî!
Ey mazlumların Rabbi!
Zalimler gürûhuna karşı, mazlum Filistinli kardeşlerimize ve yüreği onlarla birlikte çarpan, onlarla birlikte ağlayan, onlarla birlikte kanayan şu Müslüman ümmete yardım et!
Ey Allah'ım, bozguncular gürûhuna karşı bize yardım et!
Kâfirler gürûhuna karşı bize yardım et!
Küresel istikbâra karşı bize yardım et!
Ümmet-i Muhammed'i ve kahraman intifâda erlerini sahipsiz bırakma Allah'ım!
Bedir ve Uhud'da gönderdiğin gibi, onlara da katından koruyucu ve yardımcılar gönder!
Bizi zâlimlerin elinde rezil ve rüsvâ eyleme Allah'ım!
Bizi inkârcıların elinde oyuncak eyleme Allah'ım!
Başta Filistinli kardeşlerimiz olmak üzere, ezilen, horlanan, zulmedilen, katledilen Müslümanların üzerinden, inkârcı zâlimlerin baskısını, zulmünü kaldır Allah'ım!
Ey Hayr'ül-Mâkirîn; Planı/tuzağı en üstün/en hayırlı/en iyi olan!
İnkârcı Siyonist zalimlerin ve onların hâmisi ve en az onlar kadar zalim olan Amerikalı emperyalistlerin, insanlar ve inananlar için hazırladığı tüm tuzakları boşa çıkar!
Onların tuzaklarını kendi başlarına geçir Allah'ım!
Ey Azîzün Züntikâm; Daima galip ve yüce intikam sahibi!
Ey Cebrail'in, İsrafil'in, Mikail'in ve Azrail'in Rabbi!
Zalimlere, yaptıklarının karşılığını öbür dünyada vereceğin gibi bu dünyada da ver!
Allah ve Resûlüyle savaşanları, Allah'ın diniyle, kitabıyla savaşanları, "Rabbim Allah'tır" diyenlerle savaşanları bu dünyada da rezil ve rüsvâ eyle!
Ey Şedîd'ül – Azâb; Azâbı en şiddetli olan!
Ey Şedîd'ül – İkâb; Cezâsı en şiddetli olan!
Ey Şedîd'ül – Mihâl; Tuzağı en şiddetli olan!
İnkârcı ve işgalci zâlimlere, Siyonist katillere ve destekçilerine çetin ve şiddetli azâbını, gazâbını ve yakalamanı göster!
Kâbe'yi yıkmaya gelen Ebrehe'nin ordularını yerle bir ettiğin gibi; Mescid-i Aksâ'yı yıkmaya çalışan Siyonist işgal ordularının üzerine de gönder Ebâbil kuşlarını!
Ya Rabbi! Buyuruyorsun ki;"Onlar acıklı azabı görmeden iman etmezler";
O halde, acıklı azabınla inkarcıların, zalimlerin, hainlerin kalplerine korku sal!
Yâ Rabbi, Nuh Peygamber'in yalvardığı gibi Sana yalvarıyoruz:
"İnsanları Allah'ın yolundan saptıranların saltanatlarını silip süpür" Allah'ım!
Ve "Yeryüzünde inkârcılardan hiç kimseyi bırakma! Çünkü onları bırakırsan, sana kulluk edenleri saptırırlar ve yalnızca fesatçı ve inatçı nankörlere hayat verirler!"
Ey Allah'ım! "Zulüm işleyenleri ise her zaman helâke uğrat!"
Ey gücü her şeye yeten, kudreti her şeye kâdir olan Allah'ım!
Ey Mâlik'ül Mülk; egemenliğin gerçek sahibi!
Sen, egemenliği dilediğine verir, dilediğinden alırsın!
Dilediğini yüceltir, dilediğini alçaltırsın!
Alçakça yöntemlerle Filistinli kardeşlerimizi katletmeye devam eden ve nihayet, tekerlekli sandalyeye mahkum ama Allah aşkıyla, intifada aşkıyla dolu yüreği hiçbir engel tanımayan Şeyh Ahmed Yasin'i de hunharca şehid eden Siyonist zalimleri yerin dibine batır Allah'ım!
Ey Serî'ül – Hisâb; Hesabı çabucak gören!
Ey Vâhid'ül-Kahhâr; Kahr u perîşân eden yegâne güç!
Ey Cebbâr; İstediğini zorla yaptıran!
Zâlim inkârcıları, Siyonist katilleri ve küresel zorbaları kahr-u perişan eyle!
Onların azabını erteleme Allah'ım; onların azabını çabuklaştır Allah'ım!
Ve yâ Rabbi, Biz inananları bağışla!
Rahmetini esirgeme üzerimizden…
Âmîn! Ve selâmün ale'l-murselîn ve'l-hamdü lillâhi Rabbi'l-Âlemîn.
Tüm şehitlerimiz için, tüm Filistinli şehitlerimiz için ve şehid Şeyh Ahmed Yasin'imiz için El-Fâtiha!
Osmanlı Akıncı Bülent Ergincanlı
-(OAKINCI70TR)-
-(GÖNÜLDOSTLARI)-
6 notes · View notes
sadecesusvedinlebeni · 6 months
Text
Yerle bir olmak neymiş seninle tattım ben.
4 notes · View notes