Tumgik
#satırların içinde
burnukizarikbiri · 1 year
Text
yaşarsın bazen bir müziğin içinde, satırlarında...
4 notes · View notes
mnsrykt · 1 year
Text
"Bir kuş giderken neler götürebilir ki yanında? Oysa bir sevgili giderken pek çok şeyi alıp gitmiştir. Utangaç ilk dokunuşları, akşam vakti sinema çıkışında yağmura yakalandığınızdaki sarılmaları, kimi sayfalarındaki satırların altı çizili şiir kitaplarını, telefon konuşmalarındaki ağlayışlarını, soğuk bir havada boynuna doladığın ve onun kokusu sinmiş kaşkolu, karşılıklı içilen kahvelerin değişmez fincanlarını, filmlerden ezberlediğiniz ve birbirinize söyleyip durduğunuz replikleri, arkadaşlarınızla birlikteyken kaçamak olarak birbirinize fırlattığınız şehvetli bakışları, doymamacasına dinlediğiniz bir Ortadoğu ezgisini, Balat sokaklarına gizlediğiniz gülümsemeleri, sık gittiğiniz bir lokantanın kokusunu, evlenince ilk hafta yapılacak yemekler listesini, simidin yanında şekersiz içilen çayları, minicik ağızlarıyla kurşun emen çocukların acısıyla burkulan yüreğini, tülbendine, hain bir bombardımanda ölen kocasının kanı bulaşmış ve ağlayıp duran kadının hüznüyle kan çanağına dönmüş güzel gözlerini, bir ebru deseninden ayırt edilemeyecek ellerini, unutulmuş bir randevudan kopan tartışmaları, kendi elleriyle yaptığı ve tuzun fazla kaçtığı bir yemeği tadarkenki yüz buruşturmalarını, her gece ayın şekline bakıp verdiği yeni isimleri, saçlarını çiçek tarlasına dönüştüren minik tokaları, çocukluğundan beri sakladığı ve artık parçalanmaya yüz tutmuş, sağından solundan ipler sarkan bez bebeği, solgun gecelerin ayazında birlikte edilen duaları, hayata ve insan olmaya dair bitimsiz konuşmaları, küçük sakarlıkların ardından gözlerimizden yaş getiren kahkahaları, sokak lambasının neşeli ışığıyla paylaşılan yalnızlıkları, cızırtılı bir radyoda çalan şarkıya dans ederek eşlik edişleri, bazı satırlardaki mürekkebi gözyaşlarıyla dağılmış mektupları, lunaparkta bindiğiniz atlıkarıncadan birbirinizin elini tutma isteği ve çocuklarınkine karışmış neşeli bağırışları, gözden uzak, eski, küçücük bir caminin, içinde birkaç yaşlının oturup da ölümü beklediği avlusundaki hevesli sözleri, sudan sebeplerle edilen bir kavganın ertesinde özür dileyebilmek için bahane aramaları ve mahçup bakışları, kaybettiğimiz iyi dostları anarken gözlerinin dolup dolup taşmalarını, onun yüzü, bakışları, elleri, hüznü, sevinci, hayatınıza girdiği ilk andan itibaren yaşanılan ne varsa alıp gitmiştir sevgili."
45 notes · View notes
kelimebahcesi · 8 months
Text
Kendimi bulmam için önce kaybetmem gerek sanıyordum. Meğerse asıl önemli olan kaybolduğumu fark edebilmekmiş. Işıklar içinde karanlığı yaşayıp, karanlığın içinde bir damla ışık ararken derdim aslında ne karanlıkmış ne de ışık. Öyle bir bumerang düşün ki kaybolduğumu ve asıl aradığım şeyin kendim olduğunu bile anlamamışım. Bir damla ışık diye başkalarında aradığım şey aslında benmişim. Kimin yüzüne baksam kendimden bir parça arayışım hep bu yüzdenmiş. Ben aslında kendime hasretmişim.
Şimdi şairin "herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış, " dediği satırların üzerinde gezinirken fark ediyorum gerçeği. Galiba bu yüzden içimde bir ses sürekli yollar, adım attıkça oluşur diyip duruyor. Kendim için bir adım attıkça şiirin eksik cümleleri de beynimin içinde tamamlanıyor.
"kendi yolumu çizdiğimde anladım"
9 notes · View notes
Text
Anlatılmaz Mısın
Yazıp, yeniden silmelerle buluşturuyorum seni. Sek kaderin, namuslu rakısı oluyor güya; gidişin… Yatıp kalkmalarda devinim, ölüp sevmelerde hevesi oluyorsun aşkın. Namus, hangi namusu şimdi bu pergelli satırların? Seni, düze tamah eden kaygan yolların keş günlerine davet ettim. Beynin sürekli aktif olarak unutmaya, kalbin ise aktif olarak sevmemeye şartlı; vicdanında beni. Sahi, kaçıncı vicdanın kaçıncı kanununda yazar bir özür bile dilemeden kahpe gidişin?
Ayrılıkları azalttım mısralarımda; çocukları yuvalarına terk, parklarına zerk ettim hayalimde. Hepsi, avuçiçi kaderleriyle nefret büyüttü sensizliğin teninde. Baba gibi babaları olacaktın bu düzlemde. Kahkaha cennetinin kınayan saltanatına derviş suretler asmışsın yaşamaktan yana; sesini ve gözlerini unuttuğum paralelde bir çiğdem çitlemelik seyir olmuşsun damağımın unutuş tadıyla. Seni, gözden sükunet dalgaları fışkırırken; özden bir gitmenin karambolüne teslim ettim. Sen, benim canımı acıtamazsın; Sen, hikayemde son söz olamazsın, ön söz, vicdanına aidiyet döşer ama; Sen, bu hayatta hiç kimsenin hiçbir şeyi olamazsın.
Allah rızasından, gönül rızasına toslayıp tozunu aldım sensizliğin. Kir pas içinde sevilmez sandım; kır saçların, meğer, kiriymiş olmayan vicdanının. Şimdi seni, elli bir kez doğuran hayata; yirmi iki bin kez yok ediş bağışlıyorum; yokluğundan yana mirasyedisi oldum bugünlerde çok sevmemin. İstemiyorum, alıp götürsünler vicdan bankasına satsınlar bir unutuşta seni. Çünkü sen, sevilmenin sonsuz yerinden bıçaklanarak bana yara olduğu soysuzlukta elleri kelepçelenmeyip yüreği yanmayan gönül arsızlığının sembolik hatırasısın. Felsefe’nin Platon sevdasından döşer alın yazım; platonik aşk yanlışımı, doğruya parmak basar kaşelerde seni unutuşumu mühür yaparım. Platon, yitik kabri başında Fatiha’dan buyurup idea Cennetinin kollarına aldırma onu; Tanrı, yin yang ile imtihan buyurmuş aklınca onda; karasını bana paye, aydınlığını ona biçare seçmiş, sen girme boşuna aramıza.
Artık onu sevmezden geliyorum. Bütün bir yokluğunu bağışladım, ilk kez bu fakirlikle gurur duyuyorum. Kahkahası hezimet derinliklerinde dönemeci dönemeyip gözyaşı patentine uğrayan bir zavallıymış şimdilerde. Boş ver, Platon; sevmesin de onu kimse zaten. Hak, haktan gelir gönül izninde; talan buyurursa sevilen; hakkı ihlal olur, gönülce; ihlal ettiği dil, yaradan talebedir. Açık ara farkla adına dil-ara denir, bu yüzden. Boş geç; Platon, cahilin teşhisi gönül terhisimden olsun.
Tevekkül, teşekkürlerimle gidişine zor, yokluğuna bin gidiş koysun…
Dilara AKSOY
21 notes · View notes
vebulutlaragladi · 8 months
Text
bir kez içindeki ateşi gösterince yakmıyormuş eskisi gibi. çok denedim yeniden yazmayı, satırların içinde dinlenmeyi. yarım yamalak cümlelerde saklamışım her şeyi. öğrendim artık keşke yerine iyi ki demeyi.
burada geçirdiğim tüm zamanlara , tanıştığım insanlara ve burada hissettiğim tüm duygulara iyi ki.
5 yıl önce bu bloğu açıp yazılar yazan kız, sana da iyi ki.
belki de en önemlisi, kendine değer vermeyi öğrendiğin için iyi ki.
eğer yıllar sonra denk gelirsen buralara gülümse geç seni sen yapan çocukluğuna.
7 notes · View notes
muhibbi · 1 year
Text
insan satırların dna'sında kendi kodlarını buluyor.. size kiymetli bir dinleti bırakıyorum🍃🍂
virane kalbime ne yaptın?
bak, divane aşkıma ne yaptın?
ipeğin içinde rahatlığa alışmıştım
sen “kelebek” kanadıma ne yaptın?
gözünün kadehinden içmeden sarhoş oldum
baygınım, meyhanemi ne yaptın?
meğer yaslanmaya layık değilmişim
sen omuzumdaki hasreti ne yaptın?
beni yordun ve sen yorgun gittin .
sefere çıkan, sen evime ne yaptın?
dünyam, senin ağlama yağmuruna bulandı…
sarayımın çatısına ne yaptın?
37 notes · View notes
delininbiribe · 1 year
Text
Ağzından çıkan her kelime dudaklarımı bu denli kanatırken neden buradayım,nasıl başlayacağım bilmiyorum,fakat bir daha gururumu ayaklarımın altına alıp yazabileceğim bi anın geleceğini zannetmiyorum. Gecenin bir saatinde yazıyorum işte.
Merhaba ses tonunu duyduğumda heyecanlandıran,yüzündeki çizgileri unutmamak için her an yalvardığım adam.Her düşüncesinde bir saniye dahi olsa da kendimi bulmaya muhtaç olduğum,göz çukurlarımın mimarı. Gözümden akan damlalara sakladığım,merhaba.Boğazım düğümleniyor,gözlerim nemli nemli dalıyor uzaklara.Kalbim.. ah kalbim bu ilk yenilgin değildi fakat en güzeliydi.Acımın üstüne nicesi katlandı, ne imtihanlar verdim, nelerle sınandım senden sonra. Hepsinin içinde en güzeli hala sensin. En güzel acımsın benim, geçmeyen. Sahi sen; dokunmadan hissettiren,yaralarımdan öpendin benim,nasıl geldin bu hale ?
Güçsüz biriydin gideceğinin tedirginliğini bir kez daha vermiştin.Ben güçlüydüm o zamanlar gideceğini bile bile gideceğin güne kadar sana eşlik ettim. Şimdi ne zormuş gelmeyen birinden gitmek.Ne zormuş gitmeyi bile beceremeyen insandan,gelmesini beklemek.Sessiz bir gidişti seninki,benim çığlıklarımdan habersiz bir veda.Veda sözcüğü ne kadar az geliyor dimi kulağa, acılara bürünmüş umutlardan az,onca tutulmayı beklenen sözden az.Nasıl bana inanmayan,gönlünün gördüğünü gözüyle inkar eden,korkak biri için tam da uçurumun dibindeyken çiçek açmışım ben ? İçim yanıyor,canım çok yanıyor.En zoru da ne biliyor musun yüzüne bir kere bile merhaba diyemeden veda etmek.Hayatına kapı deliğinden izlermiş gibi dahil oldum o kapıyı açamadan gidiyorum.Bugün sessizce çekiliyorum o kapıdan sevgilim. Aklımdan sayısız düşünce geçiyor.Bir kez bile dokunamadığım, gözlerimin önünde beliren güzel yüzüne karşı yazdığım satırların sonuna geliyorum.Bu mektup sana ne hissettirdi,okudun mu bilmiyorum ama kalbime söz verdiğim gibi sana da söz veriyorum,ne olursa olsun seni hep güzel hatırlayacağım.Buruk mutluluğumun gözyaşlarıyla ,yüzümdeki acının tatlı tebessümüyle veda ediyorum sana.Varken bile yoktun aslında ama iyi ki vardın sevgilim…
11 notes · View notes
cigaftk · 11 months
Text
"Ağrılarımla geldim eve," dedi, "Küllü ellerimle çevirdim sayfaları. Çığlık çığlığa çizdim altını o satırların.
"Sana bir çift kumru," dedi titreyen sesiyle. Dudaklarından bir hıçkırık dökülmüş ve ben de mahvolmuştum. Yanaklarından sicimle akan yaşları ruhumun boşluğuna doluyordu ağır ağır, "Gösterecek buz tutmuş cesedimi." dedi yutkunup yeniden konuşabildiğinde. Sesi kısılmıştı. Sesi kısılmıştı ve mahvolmuştum işte. Kim Taehyung ilk kez yaralarını göstermişti bana.
"Ve sana ötüşleri," dedi yeniden toparlayabildiğinde dilindeki heceleri. İçimin titreyişi sesime taşmış hıçkırarak devamını getirmiştim onunla birlikte, "Söyleyecek gözyaşı içinde öldüğümü."
5 notes · View notes
azkenarakay · 1 year
Conversation
kavram sevgisi
Selamladığım limandaki ışığın derdiydi belki de; içinde sağanaklar ve sisler varken seni aydınlığa ulaştırmak. Dokunduğum perdenin rüzgarı saçlarına kavuşturmasıydı belki de; satırların ortasından uzanan yağmurlar. Sana bir ilmek gibi dokunan zaman, bütüne yol alan uzun bir okyanus dalgası olup çarpardı ellerine. Ben düştüğümde ellerine senin cennetine adımlarımı atardım o zaman.
Yıkılan bir duvarın üzerindeki çiçeği yakalamak için atlarken uçurumdan, tutunduğumda ona; bir sarmaşık olurdum dolanırdım kalbine. Ben tüm bu sağanağa rağmen sana kar tanesi olup, ıslanmadan ulaşmaya çalışırdım ya; o gün tüm gökyüzü benim için ıslanmayı bırakır, sana güneş açardı. İndiğim yokuşların kenarlarında sahile vuran çığlığı yakalardım da senin korkularını bağlardım uzaklara. Senin yürüdüğün o yollarda hep güzel papatyalar serilirdi ve benim öpücüklerimi sana ulaştırmak için büyürlerdi. Ben şehri severdim çünkü sokakları sana çıktığından, senin ayaklarının bastığı yolların kıymetini içimde taşıdığımdan.
Ama sen benim bir bahçemdin sen ve ben o bahçedeki bir tohum.
Ve bu yaşımda anladım bir TOHUM'un derdini;
Üzerinin örtüldüğü topraktaki sıcaklığından, güveninden açarmış içini toprağa, orada kök salar büyürmüş de meyve verirmiş.
Ben bir TOHUM'muşum meğer toprağımı bekleyen.
Üzerimi örttüğün için teşekkür ederim sevgilim.
Sevgilerimle. Canım Sevgilime.
4 notes · View notes
burnukizarikbiri · 1 year
Text
Gündüz mü daha acılıdır, gece mi? Bana kalırsa gece. Gece hep bize ait değil midir? Bize kalan değil midir gece? Gündüzler hiç bizde değildir ki, gündüzler bize bağlı değildir... Geceyi yönettiğin gibi yönetebilir misin gündüzü? Geceye sığındığın gibi sığınabilir misin gündüze, güneşe? Gece milyonlarca yıldız seninleyken, Ay'ı inkar eder misin? Güneşten kaçtığın gibi kaçar mısın Ay'dan? Gündüz bile gölgesine sığındığın şeyler gündüzden karanlıktır. Böylesine kaçarken Güneş'ten, Güneş'e tutulmak mesela... böyle kötü bir hissi hiç tattın mı?
5 notes · View notes
cakarazi · 1 year
Text
Tumblr media
17 Nisan 2023
Düne göre daha sakin bir gün. Hava tüm gün güneşliydi. Çocuklar çocuk kulübesinden, hamağa, mini yamaçlardan, evin altına her yeri gün içinde oyun alanına dönüştürmeyi başardılar. Tüm gün çocuk sesleriyle dolu bi gündü. Komşuda öğlen patates kızartması partisi sonrası herkes arazinin başka bi köşesinde günü geçirdi.
Tumblr media Tumblr media
Gün batımına doğru tırmıklama, böğürtlen dalı budamaları, kapı önü düzleşmiş zeminimizde sohbet ve yine komşumuzun fırından yeni çıkmış kurabiyeleriyle grand final oldu. Çocuklu olmanın en zor yanı tüm çocuklar uyumak için evlerine gittiğinde velilerin de mecbur eşlik etmeleri. Belki bu satırların yazarı şu an başka bi evde olanları kaçırıyor olabilir elbet. Bişey duyarsa yarın yazar bence
Tumblr media Tumblr media
2 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years
Text
Umutsuzluk...
Anlaşılması çok zor olsa da, bazen aynı satırı defalarca okumak gerekse de anlaşılmaya başladıktan sonra okuyucunun elinden tutup, iç dünyasında muhteşem bir seyahate çıkarıyor ve en sonunda karanlık tünelin sonundaki aydınlığa getirip bırakıyor. Bu açıdan bakıldığında aslında Kierlegaard , umutsuzluğun değil umudun kitabını yazmıştır. Dünyanın kum saati boşaldı ve yüzyılın tüm gürültüleri sustu, çılgın ve kısır çabamız bitti. Her şey sessizlik içindedir artık. Başın ister tacın pırıltısını taşısın, ister yalnızca basit insanların arasında kaybolsun, ister günlerin sıkıntılarına ve alın terlerine sahip ol, ister Dünya durduğu sürece ünün yücelsin eğer yaşamın umutsuzluğu taşıyorsa gerisinin hiçbir önemi yoktur. İster zaferler ister yenilgiler söz konusu olsun senin için her şey kaybedilmiştir. Sonsuzluk seni içine almaz, seni kendi ben'ine, kendi umutsuzluğuna çivilemiştir. Yukarıdaki satırların sahibi Soren Kierkegard. Varoluşçuların babası sayılan Danimarkalı filozof. Anlık zevklerin peşinde koşmaktan dizlerinde fer, sahte ışıklara bakmaktan gözlerinde nur kalmamış olan ve modern hayatın kıskacında, aldatan sefalar, bitmeyen cefalar içinde, görünmeyen prangalarla bağlanmış halde, ben aslında özgürüm, ben aslında mutluyum naraları atan insanın gizli acısının farkına varan nadir insanlardan biri. Sonsuzluk için yaratılmış olduğu halde ne bir Tanrının varlığını ne de kendi ben'inin bu Tanrı için var olduğu gerçeğini hissedemeden, kendisi için değerli ve sonsuz hayatını besleyecek olan şeyi bırakıp da fâni ve değersiz şeylerle oyalanmasını insanoğlunun en büyük sefaleti olarak görmüş ve "Tüm bu sefalet karşısında sonsuza kadar ağlayabilirim" diyerek, insan nasıl kurtulur, mutluluğa nasıl ulaşır sorusunun peşine düşmüştür. Kierkegard 'a göre insanın kurtuluşu ne felsefî ne de bilimsel bir sorundur. O, her şeyin ölçüsünün akıl olduğu sanılan modem çağda, bu soruya dinî bir cevap vermeye çalışmıştır. Çünkü ona göre insanı kurtaracak olan şey sadece inançtır. Kierkegard Ölümcül hastalık umutsuzluk kitabında insanın benlik arayışını, kendisi olabilme ve saf mutluluğa ulaşabilme serüvenini anlatmıştır. Kitap toplam 5 bölümden oluşur. İlk bölümde umutsuzluğun neden insan için ölümcül bir hastalık sayılması gerektiğinden, ikinci bölümde ise aslında bu hastalığın evrensel oluşundan bahseder. Üçüncü bölümde insanların iç dünyalarındaki seviye farklılıkları nedeniyle oluşan umutsuzluk çeşitleri anlatılır. Son iki bölümde de kitabın ilk kısımlarında teşhisi, tanımı ve çeşitleri belirtilen umutsuzluk hastalığının çaresi ve kurtuluş reçetesine yer verilir. Ona göre umutsuzluk günahtır ve günahtan kurtuluş aynı zamanda umutsuzluktan kurtuluş olduğu için Kierkegard son iki bölümde günah kavramı üzerinde durmuştur. Ölümcül hastalık umutsuzluk tabiri İncil'den gelmektedir. İncil'e göre Hz. İsa, Lazarus'un ölümünü duyduğunda bu hastalık ölüme giden bir hastalık değildir demiştir. Ölümünden dört gün sonra yanına giderek "Lazarus çık!" diye bağırmış ve bu söz üzerine Lazarus dirilmiştir. Hz. İsa bunu insanlar ölümün bir son olmadığını ve tekrar dirilmenin gerçek olduğunu görsün, Tanrı için her şeyin mümkün olduğunu, hiçbir şeyin de imkansız olmadığını anlasın diye yapmıştır.Bu nedenle Kierkegard Ölümcül Hastalık Umutsuzluk eserine Lazarus’un dirilmesi öyküsüne atıfta bulunarak başlar.
Tumblr media
Ölümcül hastalık" dar anlamıyla sonu ölüm olan, kendisinden sonra hiçbir şey bırakmadan ölüme varan bir hastalıktır. Ancak Kierkegard'a göre samimi bir Hristiyan için ölüm bir son değil yeni bir yaşama geçişin başlangıcıdır. Böyle düşünüldüğünde hiçbir bedensel hastalık hatta ölüm bile onun için ölümcül değildir. Ölüm bütün hastalıkları sona erdirir ama asla bir son değildir. İnsan için kendisinden sonra hiçbir şey bırakmadan her şeyi yok eden tek bir ölümcül hastalık vardır o da umutsuzluktur. Umutsuzluğun ölümcül hastalık olması, bu hastalıktan ölünmesinden veya bu hastalığın bedensel ölümle sona ermesinden çok can çekişmede olduğu gibi ölümle savaşmasına rağmen kişinin yine de ölememesinden kaynaklanır. Bedensel hastalık zaten sonlu olan bedeni yok edebilir ama ben'in hastalığı olan umutsuzluk hiçbir zaman kendi dayanağı olan ben'in sonsuzluğunu yok edemez ; "düşünceleri öldürmek için bir hançerin hiçbir değerinin olmaması" gibi. Çok büyük bir tehlikeyle karşılaşıldığında diğer tehlikelerin hiçbir önemi kalmaz. Aynı şekilde hayatı boyunca ölümden korktuğu halde çok büyük bir musibetle karşılaşan biri ölümü bile bir umut olarak görebilir. Ancak umutsuzluk umudun eksikliğidir, ölümün eksikliğidir. Sonsuza kadar can çekişmek ama ölememektir. Umutsuz olan ölümcül hastadır. Bu hastalık diğer hastalıklardan farklı olarak insanın en saygın özüne saldırır; ama insan bu yüzden ölemez. Ölüm bile onu bu hastalıktan kurtaramaz. Umutsuzluk insanın elinden sonsuzluğu alan ve sürekli can çekişmeye mahkûm eden bir hastalıktır. Hem de nadir görülen bir hastalık değil, aksine evrensel bir hastalıktır. Hekimlerin tam olarak sağlıklı bir insan yoktur dedikleri gibi yakından bakıldığında da umutsuzluğa düşmeyen tek bir insan yoktur. Kimi insanlar umutsuz olduklarının bilincinde olmasalar da hatta aksini iddia etseler de seyrek olan umutsuz olmak değil aksine seyrek olan, en çok seyrek olan, gerçekten umutsuz olmamaktır ve Tanrı'yla doğru ve sağlam bir ilişki kuramadığı sürece her insanın içinde her zaman bir umutsuzluk tohumu kalmaktadır.
Tumblr media
Peki umutsuzluk neden insanın değişmeyen yazgısıdır ve kaçınılmazdır. Kierkegard 'a göre bunun sebebi insanın karşıtlardan oluşan diyalektik yapısıdır.Yani insan sonsuzluk ile sonlunun, geçici ile kalıcının, özgürlük ile zorunluluğun bir sentezidir. Benlik sadece kendini oluşturan bu öğelerden oluşmaz, bu unsurların birbiriyle kurduğu ilişkilerden de oluşur. İnsanı benlik haline getiren şey, onun bu sentezle kurduğu ilişkidir.Varoluşçuluk akımının öncülerinden olan Kierkegard'a göre sonsuzluktan pay alan insanın görevi kendi olmak yani kendi benliğini ortaya koymaktır. Benlik denilen şey sürekli bir oluş süreci içerisindedir ve insan ancak doğasındaki zıtlıklardan oluşan sentezle dengeli bir ilişki sağladığında kendini benlik olarak ortaya koyabilir. Bunu başaramadığı sürece ben, kendi değildir ve kendi olamamak umutsuzluktur. Kısaca söylemek gerekirse doğasında bulunan zıtlıklar içerisinde sıkışan insan kendi olma sürecini umutsuzluk içerisinde yaşar. Kierkegard'a göre her insanda benlik bilinci farklı seviyelerde olduğu için umutsuzluk da farklı şekillerde kendini gösterir. Bu nedenle Kierkegard umutsuzluğu ben'in sentezindeki zıtlıklar açısından ve insanın umutsuzluğunun farkında olup olmaması açısından kategorilere ayırmıştır. Ben'in sentezindeki zıtlıklar açısından umutsuzluk dört çeşittir: Ben sınırlandıran sonlu ve sınırsızlaştıran sonsuzun bir sentezidir. Bu iki karşıt unsur arasında dengeyi sağlayamayan kişilerde görülen umutsuzluk türlerinden ilki sonsuzluğun umutsuzluğudur. Bu durumda insan, sonlu bir bedeni yokmuşçasına salt sonsuzluğa yönelir. Sonsuzluktan pay alışı insan için Tanrı tarafından kendisine verilmiş bir lütuf olsa da, doğasında bulunan sonluluk geri plana itildiği için tüm dengeler bozulur ve sonsuzluk içinde kaybolmuş bir umutsuzluk ortaya çıkar. Bu tür umutsuzluğa meyilli olanlar daha çok hayal gücü yüksek olanlardır. Hayal dünyasının sınırsızlığında kaybolan, sonsuzluğun içinde uçup giden ve içinde bulunduğu somut dünyayı ihmal eden insan, zamanla kendi kendinden uzaklaşır ve en sonunda hayal, beni tüketir. Tehlikenin en büyüğü olan ben'in kaybı hiçbir şey olmamış gibi hiç fark edilmeden gerçekleşebilir. Yani Bu tür umutsuzluğun pençesine düşerek benliğini kaybedenler, bazen bu kayıplarının farkında bile olmadan hayatlarına devam ederler.
8 notes · View notes
derilx · 2 years
Note
senin güzel dediğin ruh pislik içinde KinYas. zihnim bir çöplük, bedenimde insanların izleri. dünya ve içindeki insanlar hak etmiyor zehirli kanımı ve bıçağımı. masum bir melek gibi görünen tecavüzcü bir ifritim ben. ellerimle değil bıçağımla tecavüz ederim ben. damarlarını parçalar, akan kanları mahzenime gönderir, oyunlarıma alet ederim. karaladığım her bir kağıda alev olur kokuşmuş ölü bedenleri. ruhlarını satarım, gölgemde sayıklayan parazitlere.
hatırlıyorsun değil mi bugün bıçağımın yanında olmadığını? takip etti dedim sana, bir insan. düşündüm ki, mırıldandım ki kendi kendime; "keşke bıçağım, yanımda olsaydı" şimdi KinYas, söyle bana; güzel bir ruh muyum ben?
aynada gördüğüm hiçbir zaman ben olmadı, ben de geçip durdum aynaların önünden. bakmadım yüzüme, kan çanağı gözlerime. kırmızı aktı gözyaşım, gülümsedim..
ben biliyorum ki, bu beden bana ait değil. göçeyim bu dünyadan, kızıl tüylü bir karga gibi. kurtulsun bu dünya, bu insanlık. ta ki, beyaz kanatların altında kendi alevimle yanana kadar. küllerim sana hediye, ruhum beni çok sevmiş Tanrı'ya. geleceğim tekrar, gerçek bir melek olarak. unutma beni.
sızsın dudaklarımdan gri dumanla karışmış senin satırların, hatırla ve anla, cevabımı. elimi attıklarım soluyorken yaradılışımdan nefret ediyorum. neden normal değilim? lanet olsun hepinize. değerini bilmeyen herkese bir ağız dolusu lanet olsun. normal olmak için her şeyimi verirdim, evim olurdu mesela, arabam ve işim, karım ve çocuklarım. mutlu olurdum mesela, gözlerim dolardı ya da, ya sikeyim ağlardım mesela. doya doya ağlardım, saklamam gerekmezdi mesela. kaçırmazdım dostlarımı, avlamazdım sevdiklerimi.
Bıçağını bana uzat, sana nasıl kirletmeden kullanacağını öğreteyim. kötülüğü sadece kendi gözlerinin yansımasına adamışsın, benimkileri görmedin. Sesimdeki yumuşak doku ve sözlerimin hafifliği seni anlamadığımı düşündürtmesin, cevapsız bıraktığım o yazı, gülümsetmiyor mu sence beni? kapıyı çalan şeytan değil, her zaman bendim.. O'dur bana aşık olan ve beni bekleyen. İfritlerim en güzelidir evrenin ve evren... benim asırlar önce terk ettiğim evim, gasp eden insanlık biraz pislik, biraz bulanık.
yalnız mısın? bir ordu düşün tüm o yetim çocuklardan. çığlıkların bulamamış notalarını ve o yüzdendir çıkmıyor sesin, yanlış olan sen değilsin, burada olmanın sebebi bütün o yanlışları arındıracak gücü -yanlış kişilere bulaştırdığın kanında- barındırmandır.
çöplük sandığın zihnin bir çocuğun aşk bahçesidir, bedenin tüm izleriyle güzeldir ve ruhun parlayan tüm ışıkları söndürebilir. kendini ve bıçağını bana ada, bir daha asla kullanmana gerek kalmayan bir dünya yaratacağım. sana hak eden hedefler göstereceğim, her bir ifritim, tanrının pişmanlığını taşır. her bir ifritim çok daha güzeldir O'nun meleklerinden. gözlerini kapat ve adım at, gözlerini kapat, derin bir nefes al, gözlerini kapat ve karanlığa karışmış tüm ruhumu hisset, kulaklarını aç ve dinle içten gelen kahkahalarımı, inlemelerim ve hırıltılarımı, fark et neden ve nasıl Gece olduğumu, senin sorguladığın her şeyi çiğneyip nasıl gökyüzüne tükürdüğümü, ve aç sonra kanatlarını, yüksel, bak doya doya güneşe, fark et neden ve nasıl güneşte olduğumu, kendini ait hissedene kadar devam et parçalamaya gerçekliği, sana meydan okuyan her unsuru yok et ayırt etmeden, korkma, Alice olacaksan beyaz tavşan olacağım, koş hadi, ayağına taş takılırsa dünyayı yaracağım, delirirsen unutma, o çizginin ötesinde seni bekleyeceğim.
13 notes · View notes
nefertitininlaneti · 2 years
Text
Kötüyüm ben kötüyüm ...kötüyüm ...hasta ederim herkesi🐉
Egoları alabildiğine şişken, aynalara baktığında kendi güzelliğinden başka güzellik görmeyen, sadece kendini düşünen biriyim. Dünya benim eksenim etrafında dönüyor, çevremdeki hiç kimse umurumda değil. Varsa yoksa ben. Kimseyi sevmiyorum. Ama herkes beni sevsin, bana her zaman hayran olsun istiyorum. Sadece beyaz değil, pembe değil kara yalanlar söylüyorum. Zengin olmak uğruna insanları harcamaktan, onlara iftira atmaktan, sırtlarına basıp yükselmekten hiç gocunmuyorum. Kendi çıkarlarım uğruna çevremdekileri bir kalemde silmeye hazırım, en çok sevdiklerimi bile.
Beni sevmeyeni sevmiyorum. Karşılıksız sevgiye hiç inanmıyorum. Kültür, görgü, terbiye, nezaket, naiflik , bunlarla hiç ilgilenmiyorum. Dünya krizdeymiş, insanlar açmış, parasızmış, işsizmiş… Bana ne! Ben tokum ya. En güzel eşyalar bende olmalı, en pahalı evler, en lüks arabalar, en kaliteli, marka kıyafetler… Sadece benim olmalı. Dünyanın en zengin insanlarından biri ben olmalıyım. Sabah Paris’te uyanıp, akşam Capri adasında güneşi batırmalıyım. Ertesi gün okyanuslara yelken açmalıyım.
Çünkü ben çok güzelim, akıllıyım, hepsinden önemlisi her şeyin en güzelini, en çoğunu ben hak ediyorum. Etrafım hep zengin ve güzel insanlarla dolu olmalı. Keyfimi kaçıracak beni üzecek, engelleyecek kişilere tahammül dahi edemem.
Ne yapayım kötüyüm ben. Kötülük benim içimde. Ben diyorum, ben diyorum da başka hiçbir şey demiyorum. Kimse umurumda değil, arkadaşlarım zorda olsa yardımlarına koşmam. Sevinçlerini, üzüntülerini asla paylaşmam. Çünkü onları hep kıskanırım. Küçükle, azla yetinmeyi bilmem, her şey çok, daha çok olmalı, gözüm doymalı.
Ne yapayım arsızım ben, arsız. Elimdekileri paylaşmak mı? Paylaşmak nedir hiç bilmem, hiç de işim olmaz.
Aklım hep hainliklere çalışır, kime nasıl çelme atar, kimi nasıl dibe çeker ve ben daha ne kadar yükseklere çıkarım hep onun hesabını yaparım. Fesatlıklar tam bana göre. Başkalarının arkasından konuşmak, dedikodu yapıp, haklı haksız insanları eleştirmek, yargılamak en büyük zevkim.
Teşekkür etmeyi hiç bilmem. Minnet duymak, kıymet bilmek, iltifat etmek, takdir sözleri söylemek ne kadar basit ve sıradan davranışlar; hiçbiriyle işim olmaz.
Yok, yok hayır bu bir kabus olmalı. Tüm bunları düşünen, yapan biri insan olmamalı. Başkaları ile paylaşımda bulunmadan, onlar için bir şeyler yapmadan, karşılıksız sevmeden, yardım etmeden, üzüntüleri paylaşmadan, sevinçlere ortak olunmadan nasıl yaşanır, nasıl mutlu olunur hiç bilemiyorum ve bu satırların ağırlığı karşısında sadece bir benzetme, bir varsayım yaptığım halde çok zorlanıyorum.
Dünya bu kadar kötü insanı hak etmiyor. Dünya bu kadar kendini düşünen, bu kadar bencil, bu kadar arsız ve doyumsuz insana yer vermeyecek kadar küçük aslında. Kim böylesi insanlarla burun buruna, yan yana yaşamak ister ki? Hiçbirimiz elbette, ama gelin görün ki bu sıfatlara sahip insanlar hep bizlerle beraber, hep içimizde. Her biri yüzüne taktığı sahte maskenin arkasına saklanmış bir halde. Kimimiz iş yerinde, kimimiz çevremizde, ne yazı ki kimimiz de kendi ailemiz içinde, arkadaş ya da dost meclisinde karşılaşıyoruz onlarla. İçlerindeki kötülüğü ise ancak canımız yandığında anlıyoruz. Ve ne yazıktır ki yüzerlindeki sahte maskeleri düşürmeye gücümüz dahi yetmiyor.
Son söz olarak yine de, evet yine de ben insanların merhametli, duygu dolu, düşünceli, zarif, sevgi çağlayan kalpleri olmadan yaşayamayacaklarına inanmak istiyorum, hem de tüm kalbimle…
Ya siz, siz de bana katılır mısınız?
Belgin ERYAVUZ
3 notes · View notes
yazarkisisi · 2 years
Photo
Tumblr media
maziden gelen temenni
...
Sevgilim, şimdi sana maziden gelen naif bir hikayeyi anlatmak istiyorum...
Hikayemizin kahramanları Güzin teyze ve Halil amca. Biraz tanıdık ama çokça uzak bir hikaye bu. Öyle kırılgan, öyle gerçek ki sevgiden yanan gönül asla bu hikayeyi öylece bırakıp gidememiş. Çok özlem dolu ve hatta zaman zaman ağlatan bu mazinin içinde seni buluşum ise sadece seni çok sevmemdendir. Güzelliğini bir tarafa bırakmam gerekirse bu hikayede buna yer yok ve bunu ilk kez yapacağım. Güzelliğinden bahsetmeyeceğim. 
Aşkların en güzel yaşandığı bir maziden merhaba diyorlar, Güzin teyze ve Halil amca. Seneler geçse bile, dönemler değişse bile onlar bu aşkı, bu gerçek olan aşkın hikayesini günümüze getirebilmişler ve anlatmaya doyamamışlar. Ben bu hikayeyi Güzin teyzeden dinledim ve tek yapabildiğim duygulanarak, özlem duymaktı sevgilim senin için. Güzin teyze 80 yaşında ama Halil amcadan çok bahsetmek istemiyorum çünkü hikayenin kırılgan yanı Halil amcanın artık olmaması... Kalan maziye tutunan Güzin teyzenin bu naif hikayesi ise bir deftere yazılan birkaç satır şiirle başlamış.
O, dönemlerde Güzin teyzenin bir kız arkadaşı ağır bir hastalık geçiriyormuş ve aynı sınıfta, mahallede olan arkadaşları ise Güzin teyzenin o arkadaşına moral olsun diye temenni defteri tutmaya karar vermişler. Hasta yatağının, başucuna konan bu deftere gelen giden herkes temennilerde bulunurken, Güzin teyze arkadaşı için birkaç satır şiir yazmış ve öylece isimsiz bir şekilde bırakmış. Güzin teyze ve arkadaşı aynı sınıftalarmış. Halil amca ise mahalleden arkadaşıymış ama Güzin teyzeyi tanımıyormuş. Güzin teyzenin birkaç satırlık şiirinin ardından Halil amca gelmiş ve temennisini kaleme alacakken Güzin teyzenin şiirini görmüş ve hoşuna gitmiş. Kendi yazacakları aklından çıkmış ve o satırları ezberlemeye çalışmış. Evet! Ezberlemiş de, hemen altına yazacaklarını da yazmış arkadaşına. O günden sonra Halil amcanın aklından o satırlar hiç çıkmamış. O kadar çok naif hisler hissetmiş ki kim olduğunu, kime ait olduğunu bilmediği bu satırlara aşık olmuş. İlk gerçek aşk bu olsa gerek Halil amca o satırlardan hiç vazgeçmemiş. Merakı bir yana, bu satırlar hangi güzel kapten döküldüğünü de düşünüp durmuş. Hayalden öte pek de elinde bir şey yokmuş ama yinede aşkı her geçen gün o satırlara büyümüş, koskocaman olmuş. Zaman geçmiş, temenni defteri dolmuş, taşmış ve Güzin teyze ile Halil amcanın arkadaşı iyileşmiş. İyileştikten sonra deftere yazan herkes bir yerde toplanmış ve bu defterin gücüne, iyileştirdiğine inanmışlar. Ama unuttukları bir şey varmış. O da Halil amcanın aşkıymış. Hastalığı iyileştirdiği gibi kalbe bırakılan bir aşka da etki etmiş. Güzin teyze, Halil amca ve diğer tüm arkadaşları aynı ortamdayken Halil amca o aşık olduğu satırları okumaya başlamış. Okuduğu satırlardan sonra bu naif ve gizli satırlara aşık olduğunu da dile getirmiş. Bunu duyan Güzin teyze şaşırmış ama dediğine göre o an hissettiği tarifsiz duyguyu daha önceden hiç yaşamamış ve  Halil amcaya dönerek o satırların kendisine ait olduğunu söylemiş. İşte o an Halil amcanın hayallerini süsleyen o satırlardaki aşk gerçek olarak karşısındaymış. Güzin teyze ise bu satırlarla Halil amcanın kendisini bulmasını sağlamış. İşte gerçek aşk hiç görmeden, bilmeden, beklentisizce duyulan ve sonra da bulunan.  O andan sonra birbirlerini birkaç satırda bulan Güzin teyze ve Halil amca hiç vakit kaybetmeden evlenmişler.
İşte böyle sevgilim. Ben günlerce senin için hikayeler, şiirler yazmaya çalışırken Güzin teyze ve Halil amcanın bu maziden gelen hikayesinde seni buldum. Bir temenni defterinin sayfasından çıkan aşkın içinde. Hem çok yakın, hem de bir o kadar uzak da. Mazide kalmış gibi seviyorum seni. Naif, kırılgan, beklentisiz ama bu döneme göre zor bir sevgi bu benimkisi. Belkide sadece bir hayal. Şimdi düşünüyorum da Halil amca eğer ki o satırların sahibi Güzin teyzeyi bulamasaydı, hiç karşısına çıkmasaydı ilk aşkını unutacak mıydı? Yoksa ilk aşkı hep o satırlar mı kalacaktı? Ah! Halil amca nasıl sormak isterdim bunları sana. Bu hikayeye yakışmayan bir son yazılmış. Elimizde değil ki mutlu bitirelim, sonsuz mutlu olalım. Belki bunu değiştiremeyiz ama maziye size ortak olarak bu hikayenizi ölümsüzleştirelim. İşte şimdi olduğu gibi kaç kalbe okurken dokunuyor kim bilir...
Ya sevgilim, senin kalbine dokundu mu yazdıklarım? En son güzel avuç içlerine yerleştirdiğim şiir dokundu mu, ulaştı mı kalbine? Ses verecek mi bana? Söylesene sevgili. Yoksa benimkisi Halil amcanın o satırları kimin yazdığını bulamayışı gibi mi olacak? Bulamayacak mısın beni? Benim temennimin karşılığı bu mu sevgilm?
İlayda DEMİRKAN
2 notes · View notes
okyanuswe · 2 months
Text
Bazen tek bir kelime, tek bir şiir, tek bir şarkı ve belki de tek bir insan değiştirebilir hayatımızı. İnsanlara tutunmamayı babam öğretmişti bana. Kimseye değer verme ilk darbeyi onlardan yersin demişti. O zaman küçüktüm pek idrak edememiştim ama hayatın gerçekliğiyle çok geçmeden tanışmıştım. Sonra düşündüm ki madem insanlar can yakıyor bende hayvanlara tutunurum. Çocuk aklı işte... Yalvardım babama eve köpek alalım diye, olmaz demişti. O zaman kedi alırız dedim annen korkuyor dedi. Israrlarıma dayanamayıp bir gün, annem korkmasına rağmen, turuncu güneş gibi parlayan yeşil gözleri olan yavru bir kedi getirdi. Abimle oynamaya başladık ama kedi yeni doğmuştu. Korkuyordu bizden. İlk kediyi elime aldığım zaman sol avuç içimi tırmalamıştı. Çok canımı yakmadı ama çocuğum işte ağlamaya başladım. Bu da canımı yakıyor diye bağırmaya başladım. Zaman geçtikçe kediyle bağım artmıştı, büyümüştü, büyümüştük ama hala beni tırmalıyordu. Ama kedi ile ilk tanıştığım zaman onun da zarar vereceğini anlamıştım zaten ona da bağlanamazdım. Sonra şunu idrak etmiştim, canlı olmayan varlıklar benim canımı yakamazdı. Küçükken abim olduğundan dolayı arabalara falan bağlanmaya başladım ama beni üzmemelerinden yana sevindirmiyorlardı da. Zaman geçtikçe aklım ermeye başladı. Sanırım 12 13 yaşlarımdayken babam elime Sefiller kitabını okumam için verdi. 17. sayfaya kadar geldim ama asla bir şey anlamıyordum da, zevk de vermiyordu zaten. Biraz daha zaman geçtikten sonra bir şans daha verdim o kitaba. Sonra başka kitaba, şiirlere, şarkılara... Bunlar beni fazlasıyla mutlu ediyordu. Çünkü dizelerde yazan satırların her bir sözcüğünde benden bir parça vardı adeta. Sanki yıllar önce beni gören halk ozanları, şairler ve yazarlar vardı. Başta çok acayip gelmişti. Nasıl olurda bana benzerdi bu dizeler diye? Belli bir zaman sonra idrak etmiştim ki insanlar farklı olsa da acılar her zaman birdi. Çığlıklarımızın içinde geçen sözcükler ruhu yorgun olanlarındı. Yorulmuştuk. Çok fazla yorgunduk. Kimse yardım eli uzatmadı bize uzatmalarını da beklemedik zaten. Çünkü hain kurşun delip geçmişti bizi. Nasıl olurda bir yardım eli beklerdik?
Baba kimseye tutunmadım ama hala yorgunum. Kendime tutunacak mecalimde kalmadı.
Baba yorgunum.
Neredesin?
S.
1 note · View note