Tumgik
#maz-tek
litdigitalart · 3 months
Text
0 notes
etaali · 1 year
Text
Tumblr media
Madem Nev-rûz. Yeni bir gün.
Ve madem bir döngünün bilmem kaçıncı yıl başlangıcı bu...
Tabiat gibi olmak lazım gözüm.
Onlar gibi; Güneş, yağmur, toprak ve mahsul olarak toplanmalıyız bir araya. Birimizin yandığında ısınan, bir diğerinde ıslanmalı. Toprak, tohumun bir gün bağrını deşeceğini bilmeli. Ve hatta bazen taşın dahi...
Yeniden bismillah demek lazım.
Saate niye dönüyorsun diye sorulmaz, her dönüş yeni bir zaman için çünkü.
Döktüğümüz yapraklar, açacağımız çiçek için.
Umutsuzluk bize yakışmaz, biliyorum.
Biliyorum; hayasız akın sadece bir döneme ait değil. Tarihin bir kesitine münhasır değil. Cehalet ehlinin kılıncı her daim kan süzer. Devenin dişisi ile erkeğini ayırt edememenin mazlum ettiği sadece Ali(as) değil ki.
Bil ki; bazı ortamlarda yok hükmündedir hakikat ehli. Alemler zerresidir ama. Var edenden gayrısına meçhul bu.
Zemheri soğuğunda gölgesinde oturduğu ağacı hissetmez ya insan. Bu yüzden her daim dışlanmış bir azınlığın yok sayılan bireyi olmak vardır kaderinde Ali(as)'nin. Ali(as)'nin kaderi Nev-rûz gibi, döngü. Yenilenir o. Tarih, mevsimler gibi yaşanmışlıkları da artçıl kılar. Kimse Ali(as) ol(a)maz elbet, kaderiyle tanışıklık mesele.
Bil ki, kokuşmuş bir düzende yenilenmek olmaz. Burada bizim yerimiz yok. Olması için çabamız da olmaz. Bu yozlaşma öldürücü çünkü. Zalim, hiç olmadık kadar revaçta. İki yüzlülük, yaşamın tam orta yerinde. Ve mutlu herkes.
Onlara sadece kalp dileriz belki.
İnsanın tek başına güç yetiremediği, kendisinden menkul değerlerle değiştiremediği, rüsvâ bir düzenin ahtapot kollarında takatten düştüğü bir zaman bu. O yüzden yenilenme duasında rabbimize, onun merhametine ihtiyacımız var. Ona inanır, ondan yardım bekleriz.
O ki, kalp ve gözleri değiştirme kudretine sahip...
Nevruz, tüm halklarımıza barış ve bereket getirsin.
Dünyanın tüm iyilerine selam olsun.
5 notes · View notes
teknolojihaber · 27 days
Text
Belarus'un Tesla Semi rakibi çekicisi:MAZ-X
Tumblr media
MAZ fabrikası alışılmadık ürünleriyle bilinen bir firma. Sovyetler Birliği'nde tesisin ürünleri büyük talep görüyordu. Çöküşün ardından tesis, eski cumhuriyetlerdeki tüm işletmeler gibi zor günler yaşadı. Ancak zamanla tesis kendine geldi, “nakit akışı” başladı ve kendine güvenmeye başladı.
Tumblr media
Olağandışı gelişmelere bakınca fabrikayla ilgili ilk akla gelen, o dönemde fütüristik olduğu ve 1988 yılı olduğu ancak bu kamyonun hala ilgi çekici olduğu. MAZ-2000' "Perestroyka'den bahsediyoruz. Modüler tasarımı o zamanlar devrim niteliğindeydi ve Paris Uluslararası Otomobil Fuarı'nda büyük ses getirmiş, hatta olağanüstü teknik başarılarından dolayı ödül bile almıştı.
MAZ-2000
Ancak elbette fütüristik kamyon hiçbir zaman üretime geçmedi; Sovyetler Birliği'nin çöküşü ve seri üretimde uygulanması zor olan karmaşık teknik çözümlere kadar bunun pek çok nedeni vardı. Bu nedenle tesis klasik yerleşim düzenine sahip modeller üretmeye devam etti. Ve MAZ-2000'in gösterilmesinden bu yana geçen on yıllar boyunca tesis, henüz seri üretime girmemiş, ancak yalnızca tek kopya halinde üretilen bazı modeller dışında ilginç bir ürün göstermedi. Son zamanlarda tesiste modern bir MAZ-X çekici tanıtıldı. Bu, tesisin şimdiye kadar ürettiği en gelişmiş kamyon olacak. Öncelikle gözünüze çarpan şey, yollarda bulabileceğiniz hiçbir şeye pek benzemeyen fütüristik tasarımıdır. Bu kamyon Belerus Başkan'ı Alexander Lukashenko'ya da gösterildi. 300 beygir gücünde bir Çin Weichai dizel motor ve iki elektrik motorundan oluşan hibrid güç aktarma organlarına sahip hibrit bir kamyon. MAZ-X sadece gelişmiş bir güç aktarma organına değil, aynı zamanda tek bir kaydırmalı sürücü kapısına sahip sıra dışı görünümlü bir kabine sahiptir. Araçta tek adımlı tahrik aksı bara ve 4 noktalı arka aks havalı süspansiyon var. Kamyonun içi dışarıdan daha az ilginç değil. Böylece MAZ-X, yan aynalar yerine dış tarafta kameralar ve iç sütunlarda kameralardan gelen görüntülerin görüntülendiği ekranlarla donatılmış. Çözüm net değil, ne kadar kullanışlı olduğu hala bir soru ama alışılmadık görünüyor. Ayrıca gösterge paneli boyunca sürücü için çeşitli ekranlar yer alıyor ve kabinin arka kısmında ergonomik bir yaşam alanı bulunuyor. Diğer şeylerin yanı sıra MAZ-X, elbette, modern teknolojik trendlere uygun olarak, kamyonun belirli bir rota boyunca bağımsız olarak hareket etmesine olanak tanıyan otonom bir sürüş sistemi ile donatılmış. Sistem, yoldaki nesneleri tanımak ve bunlara zamanında yanıt vermek için kameralardan ve radarlardan gelen verileri kullanıyor.   https://www.youtube.com/watch?v=urWyE3MYr2c Read the full article
0 notes
muznew · 1 month
Text
Preferidas by Abigail Sales
Tumblr media
- Artists: Abigail Sales DATE CREATED: 2024-04-18 GENRES: House, Tech House, Deep House, Afro House, Melodic House & Techno Tracklist : 1. Abigail Sales - VA DI AR(Original Mix) 2. Abigail Sales - VA DI AR(Extended Mix) 3. Kawz, Abigail Sales - Paranauê(Extended Mix) 4. Abigail Sales, Karen Machado - Vírus(Extended Mix) 5. Abigail Sales, Karen Machado - Vírus(Radio Mix) 6. Luedji Luna - Banho de Folhas(Maz (BR) Remix) 7. Curol - Oxum(Extended Mix) 8. Curol - Flecha Feat Dorah(Extended Mix) 9. Maximo Vallenilla - Floor(Original Mix) 10. Daniel Rateuke - Sinayu(Original Mix) 11. Joeski - Cada Noche(Original Mix) 12. Plaster Hands - Gipsy(Original Mix) 13. Daniel Rateuke - Wonim(Original Mix) 14. Oreja - Vazilando(Robin M Remix) 15. Anorre - No Sabia(Extended Mix) 16. Dario D'Attis - Tek Jazz(Extended Mix) 17. Dj Yobiza, Dj Kinny Afro Beatz - Ponte Amarela(Original Mix)   Download FileCat Read the full article
0 notes
djmusicbest · 1 month
Text
Preferidas by Abigail Sales
Tumblr media
- Artists: Abigail Sales DATE CREATED: 2024-04-18 GENRES: House, Tech House, Deep House, Afro House, Melodic House & Techno Tracklist : 1. Abigail Sales - VA DI AR(Original Mix) 2. Abigail Sales - VA DI AR(Extended Mix) 3. Kawz, Abigail Sales - Paranauê(Extended Mix) 4. Abigail Sales, Karen Machado - Vírus(Extended Mix) 5. Abigail Sales, Karen Machado - Vírus(Radio Mix) 6. Luedji Luna - Banho de Folhas(Maz (BR) Remix) 7. Curol - Oxum(Extended Mix) 8. Curol - Flecha Feat Dorah(Extended Mix) 9. Maximo Vallenilla - Floor(Original Mix) 10. Daniel Rateuke - Sinayu(Original Mix) 11. Joeski - Cada Noche(Original Mix) 12. Plaster Hands - Gipsy(Original Mix) 13. Daniel Rateuke - Wonim(Original Mix) 14. Oreja - Vazilando(Robin M Remix) 15. Anorre - No Sabia(Extended Mix) 16. Dario D'Attis - Tek Jazz(Extended Mix) 17. Dj Yobiza, Dj Kinny Afro Beatz - Ponte Amarela(Original Mix)   Download FileCat Read the full article
0 notes
jauniekartupelisi · 9 months
Text
17. Amerikāņu kalniņi
Esmu ticis tiktāl, ka atzvanīju slimnīcas dāmai un pateicu, ka nevaru nolikt konkrētu datumu, jo gribu vēl pakonsultēties ar citu nozares profesionāli. Viņa bija ļoti saprotoša un noteica (pārfrāzējot), ka tad, kad esmu gatavs, ka man urķējas pa smadzenēm, lai dodu ziņu. Prasīju, kā varu tikt pie kaut kādiem saviem izmeklējumu rezultātiem vai jebkāda info? Nu, citādi sanāk, ka, aizejot pie cita speciālista es izklausīšos apmēram šādi: “Ammm, man grib urbt galvā un…es gribu zināt, vai jums tā šķiet laba doma? Jo, man baigi neuzrunā. Pls help!” Bet, nu, slimnīcas dāma atbildēja, ka šis neesot viņas nodaļā un viņas pārziņā.
Tumblr media
Vispār jau man fascinē, ka ir visādas e-veselība, manaveselība, maniveselibasdati un vēl nez kādi portāli, kuros, ĶIPA var tikt pie saviem veselības datiem. Bet vienā man ir tikai zāļu receptes, otrā ir tikai informācija, ka esmu potēts pret Covidu, trešajā ir informācija par to, kad esmu taisījis Covidtestu un…viss. Jēga no tā visa, ja info izsvaidīts un…nu, nav tā, ko man vajag? Meh.
Tumblr media
Bet, ja vispār par visu šito situāciju padomā un tā godīgi parunā ar sevi…Es 98% gadījumu tieku cauri šitam ar stulbiem jokiem. Tie neuzlabo situāciju, bet man vismaz ir vieglāk runāt ar cilvēkiem, kuri ir +/- informēti par situāciju. Tajos atlikušajos 2% gadījumu man bišku tek čuriņa, saprotot situāciju un saprotot, ka neizskatās baigi krāsaina tā nākotne. Dārzenis, slēgts gadījums vai…labākajā (?) gadījumā, visu atlikušo mūžu (cik nu tāds būs) turpināšu dzīvot uz kaut kādām zālēm/treatmentiem, cenšoties atkauties no pirmajiem diviem variantiem? Vot, kad par šito aizdomājos, tad joki ne vienmēr palīdz. Bet par to es parasti aizdomājos tikai, kad esmu viens pats ar savām domām, so it’s ok. Haha!
Tumblr media
Man ir labākas dienas un ir sliktākas dienas. Bet, ja tā godīgi, tad es baigi nevaru pateikt, kas tieši to ietekmē. Nu, labi, vienu dienu es kādas 11h nostrādāju pie datora, tad naktī, beidzot strādāt, biju beigts un arī nākamajā dienā nebija diez ko spoži. Šajā laikā esmu bijis uz divām kāzām. Vienās man nebija īsti enerģijas nekam, es tur planēju riņķī kā apdullusi muša, turējos kājās, cik vien mācēju un tml. Otrās, turpretī, šķita, ka esmu, teju vai atpakaļ normā. Bija enerģija migrēt apkārt, nevis tikai sūnot pie galda, pat saņēmu komplimentu no līgavaiņa, ka es izskatoties labi. Arī Dana teica, ka otrajās kāzās uz mani skats esot bijis mazāk skumjš.
Tumblr media
Vienreiz pa šo vasaru sadūšojos arī aizbraukt uz jūru. Lai cik ļoti es dievinu peldēties jūrā…izskatās, ka arī šis prieciņš man būs nogriezts. Iekšā iegāju, ārā tiku ar mokām. Mānīgi. Pirtis un baļļas man baigi neesot rekomendētas. Baļļītes gluži nav mana izvēle kā atpūsties, tāpēc par to baigi neskumstu. Sanāca Jāņos ieiet baļļā. Pat bez burbuļiem un citiem vipendroniem, vienā brīdī, man vienkārši atteicās visi muskuļi un es knapi izželējos ārā no turienes. Pirtī pabiju Jāņos un Mērsragā. Tur iet labāk, jo varu, pēc sajūtām, kontrolēt to, cik ilgu laiku tur pavadu. Bet tāpat kādas 2-5 minūtes un tad man ir jādodas prom, citādi sāk normāli nest nost. Ar alus dzeršanu, lai cik man tas sāpētu, arī nācies piebremzēt. Retu reizi jau kādu garšīgo izdzeru, bet reti un maz. Nav vairs tie laiki, kad varēju ar čomiem izvilkties ārā uz bāru un iztempt tur piecus litrus alus, lai pēc tam smaidīgs tipinātu mājās čučēt. Tagad, ar alkoholiskajiem dzērieniem vispār ir interesanti, jo ķermenis to uztver saasinātāk kā prāts. Pēc diviem džintonikiem, kājas ķerās, sitos pret visādām konstrukcijām, kuras man skrien virsū utt., bet prāts ir skaidrs. Sajūta, ka ķermenis netiek līdzi tam, kas notiek reālajā laikā un smadzenēm tas besī. Man arī.
Tumblr media
Baigais savārstījums te sanāca, bet tas jau, pa lielam, arī visai labi atspoguļo to, kas notiek manā galvā. Vienā brīdī es esmu mieriņā ar visu un spēju risināt lietas daudz maz racionāli, mierīgi strādāju un viss ir forši. Bet jau citā, man pēkšņi prātā kaut kas sabrūk un es sēžu besos par to, ka, ja nu man nespīdēs, piemēram, līdz vēmienam atspēlēties jauno Mortal Kombat, vai noskatīties otro Dune? Nu, tie tikai divi no pāris miljoniem piemēru, kuri mani spēj pēkšņi aplauzt. Stulbi man. Jāiet izdzert kāduu garšīgu alu. I mean, kas tad ir sliktākais, kas ar mani notiks, ne? Haha!
Tumblr media
1 note · View note
erol-aslan · 1 year
Text
Bir lider veya yönetici tek karar verici durumunda ise ve her konu da onayı aranıyorsa, ekip içinde sorumluluk dağılımı da yoksa potansiyel müşterileriniz ikinci kez dönüp bak-maz. Çünkü bebek bakıcısından bir farkınız kal-ma-mış-tır.
0 notes
smarthousewares · 1 year
Text
Smart house gadgets
Smart home gadgets are devices that can be controlled remotely using a smartphone or other device. These devices can include things like smart thermostats, smart lights, smart outlets, smart door locks, and smart security cameras. Many smart home gadgets can be connected to a central hub or home automation system, which allows you to control all of your devices from a single app or interface. Smart home gadgets can make it easier to control and monitor your home, and can also make your home more energy efficient and secure.
Smart house gadgets types:
Here are some examples of different types of smart home gadgets:
Smart thermostats: These devices can be programmed to adjust the temperature in your home based on your schedule and preferences. Some smart thermostats can even learn your habits over time and adjust the temperature accordingly.
Smart lights: These are light bulbs that can be controlled remotely using a smartphone app. You can turn them on or off, dim them, or change their color from anywhere.
Smart outlets: These are outlets that can be controlled remotely using a smartphone app. You can use them to turn appliances or other devices on or off from anywhere.
Smart door locks: These are locks that can be controlled remotely using a smartphone app. You can lock or unlock your doors from anywhere, and some smart locks can even be opened using a fingerprint or facial recognition.
Smart security cameras: These are cameras that can be accessed and controlled using a smartphone app. You can use them to monitor your home from anywhere, and some models even have features like motion detection and two-way audio.
Smart assistants: Voice-activated assistants like Amazon's Echo and Google's Nest Mini can be used to control other smart home gadgets, play music, and perform a variety of other tasks.
Following are some popular smart house gadgets of USA:
Smart Lock, Keyless Entry Door Lock for Front Door, SMONET Fingerprint Biometric Electronic Bluetooth Keypad Deadbolt with Keys, Fobs, Auto Lock, Smart Phone APP Control for Home,Apartment
AmeriTop Solar Lights Outdoor, 2 Pack 128 LED 800LM Cordless LED Solar Motion Sensor Lights; 3 Adjustable Heads, 270°Wide Angle Illumination, IP65 Waterproof, Security LED Flood Light(Daylight)
MAZ-TEK Plug in Dimmable Led Night Light with Auto Dusk to Dawn Sensor, Soft Warm White Nightlights for Hallway,Bedroom, Kids Room, Kitchen, Stairway, 4 Pack
Kasa Smart Plug HS103P4, Smart Home Wi-Fi Outlet Works with Alexa, Echo, Google Home & IFTTT, No Hub Required, Remote Control, 15 Amp, UL Certified, 4-Pack, White
myQ Chamberlain Smart Garage Control - Wireless Garage Hub and Sensor with Wifi & Bluetooth - Smartphone Controlled, myQ-G0401-ES, White
winees Smart Table Lamp, Led Color Changing Night Light, Wi-Fi Ambience Light Dimmable Touch Control Lamp Work with Alexa Google Home Bedside Lamp for Bedroom Living Room Christmas Décor
Cord Organizer for Appliance - Kitchen Appliance Cord Organizer Stick On, Cord Wrapper Winder Holder for Appliance, Adhesive Cord Keeper for Blender Mixer, Coffee Maker, Air Fryer,Kitchen Accessories
0 notes
zoranphoto · 2 years
Text
Najbolji restoran na svijetu nalazi se u Danskoj. Iznenadit će vas kad vidite koliko je hrvatskih restorana u svjetskih TOP 50
Tumblr media
Danski restoran Geranium proglašen je najboljim na svijetu, zasjevši na tron Forbesove liste 50 najboljih svjetskih restorana. Na popisu nema nijednog iz Hrvatske, a tek jedan predstavnik ovog dijela Europe - Hiša Franko u slovenskom Kobaridu - nalazi se na 34. mjestu     U Geraniumu jelovnik The Summer Universe trenutačno košta 440 dolara po osobi, a cijeli gastro doživljaj traje minimalno tri sata. Nudi tako razne vinske menije, ali i bezalkoholne kombinacije. Od početka 2022. restoran je uklonio meso sa svog jelovnika kako bi se fokusirao isključivo na povrće i plodove mora. Geranium je prvi danski restoran s čak tri Michelinove zvjezdice, a glavni kuhar i suvlasnik Rasmus Kofoed dobitnik je zlatne, srebrne i brončane medalje na svjetskom kuharskom natjecanju Bocuse d’Or. Restoran je otvoren 2007. i zatvoren 2009., da bi se 2010., usred financijske krize, preselio na sadašnju lokaciju. 'Sve su šanse bile protiv nas', rekao je Kofoed. Pojasnio je da jelovnik predstavlja 'njega samog', odnosno ono što jest kao kuhar i čovjek. Kako posljednjih pet godina nije jeo meso kod kuće, uklanjanje mesnih jela s jelovnika bila je za njega logična odluka i prirodan napredak za Geranium.
Tumblr media
Ovo je, čini se, velika godina za dansku gastronomiju, uz Geranium s titulom najboljeg restorana na svijetu. Naime još su dva nova danska restorana ušla na popis 50 najboljih. Tako je 18. mjesto zauzeo Alchemist, takozvano Michelinovo 'holističko' gastronomsko iskustvo koje vodi kuhar Rasmus Munk. Jelovnik uključuje 50 sljedova i 'dojmova', koji uključuju svjetlo, kazalište, umjetnost i zvuk. Cijelo gastronomsko iskustvo traje između četiri i šest sati te košta 600 dolara. Alchemist se nalazi u bivšoj hali za zavarivanje u Refshaleøenu, nekoć industrijskoj četvrti Kopenhagena. Novi restoran na prestižnoj listi je Jordnær, što znači 'na zemlji', nalazi se na 38. mjestu i ima dvije Michelinove zvjezdice, a trenutačni meni od 17 sljedova košta 436 dolara. Geranium, smješten na osmom katu iznad parkirališta danskog nacionalnog nogometnog stadiona, s panoramskim pogledom na Fælledparken, bio je drugi na prošlogodišnjoj Forbesovoj ljestvici iza kultne Nome, no nakon promjene pravila bivši pobjednici ne mogu se više natjecati, već se premještaju na popis 'najbolji od najboljih'.
Tumblr media
Prednjače sve više i južnoamerički restorani
Od 2002. godine Forbesova lista, koju je obradila Cecilia Rodriguez, predstavlja najbolja gastronomska mjesta za najistančanija nepca. Glavnu nagradu dosad je dobilo 16 od 19 restorana u Europi, a ostala tri dobili su restorani u SAD-u. Međutim nisu daleko ni južnoamerički restorani. Naime na ovogodišnjoj Forbesovoj prestižnoj listi drugo mjesto zauzeo je Central iz Lime, ujedno prvi južnoamerički restoran koji se probio među prva tri. Glavni cheovi restorana Virgilio Martínez i Pía León kažu da je Central u Limi oda Peruu u svim oblicima; jela slave jedinstvene krajolike, povijest i tradiciju koristeći obilje lokalnih proizvoda Vjenčali su se samo četiri dana nakon što se Central 2013. prvi put pojavio na Forbesovoj listi. Deset godina kasnije otvorili su restoran Mil u Andama i Kjolle u Limi, uz međunarodnu ispostavu u Tokiju zvanu Maz. Prošle godine Pía León proglašena je najboljom kuharicom, odnosno cheficom na svijetu. Osim Centrala, na 11. mjesto zasjeo je peruanski restoran Maido te se ističe kombinacijom japanske i peruanske kulturne baštine zahvaljujući kulinarskim vještinama kuhara Mitsuharua Tsumure. Među južnoameričkim restoranima još su Don Julio iz Buenos Airesa u Argentini na 14. mjestu i Boragó u Santiago de Chileu na 43. mjestu.
Španjolski Disfrutar
Treće mjesto osvojio je restoran Disfrutar u Barceloni. Disfrutar na španjolskom znači uživati, a taj restoran s brončanom medaljom nasljeđe je legendarnog El Bulliju, jer su trojica njegovih kuhara – Oriol Castro, Eduard Xatruch i Mateu Casañas – radila u njemu. Nakon zatvaranja tog restorana 2011. godine udružili su snage kako bi otvorili Compartir u Cadaquésu u Kataloniji, a 2014. uslijedio je Disfrutar, njihov najambiciozniji projekt. Suvremene tehnike, odvažne kombinacije i želja za iznenađivanjem posjetitelja među značajkama su tog restorana. Jela kao što su panchino (pahuljasta lepinja) punjena kavijarom i kiselim vrhnjem te pesto s nježnim pistacijama i jeguljom osmišljena su da 'iznenade i oduševe'. S renomiranim Eleven Madison Parkom, još dva njujorška restorana – korejski Atomix na 33. mjestu i Le Bernardin na 44. mjestu – predstavljaju SAD na ljestvici. Azija, koja je teško pogođena pandemijskim ograničenjima, ušla je među 20 najboljih s Denom u Tokiju. Druga dva japanska restorana, Florilège i Narisawa, također su uvrštena na popis najboljih svjetskih restorana. Olia Hercules i Alissa Timoshkina, osnivačice #CookforUkraine, osvojile su pak nagradu Prvaci promjena.
Popis 50 najboljih restorana na svijetu
1. Geranium, Kopenhagen 2. Central, Lima 3. Disfrutar, Barcelona 4. Diverxo, Madrid 5. Pujol, Mexico City 6. Asador Etxebarri, Axpe, Španjolska 7. A Casa do Porco, São Paulo 8. Lido 84, Gardone Riviera, Italija 9. Quintonil, Mexico City 10. Le Calandre, Rubano, Italija 11. Maido, Lima 12. Uliassi, Senegalija, Italija 13. Steirereck, Beč 14. Don Julio, Buenos Aires 15. Reale, Castel di Sangro, Italija 16. Elkano, Getaria, Španjolska 17. Nobelhart & Schmutzig, Berlin 18. Alchemist, Kopenhagen 19. Piazza Duomo, Alba, Italija 20. Den, Tokio 21. Mugaritz, San Sebastian, Španjolska 22. Septime, Pariz 23. The Jane, Antwerpen, Belgija 24. The Chairman, Hong Kong 25. Frantzén, Stockholm 26. Tim Raue, Berlin 27. Hof Van Cleve, Kruishoutem, Belgija 28. Le Clarence, Pariz 29. St. Hubertus, San Cassiano, Italija 30. Florilège, Tokio 31. Arpège, Pariz 33. Atomix, New York 34. Hiša Franko, Kobarid, Slovenija 35. Clove Club, London 36. Odette, Singapur 37. Fyn, Cape Town 38. Jordnaer, Kopenhagen 39. Sorn, Bangkok 40. Schloss Schauenstein, Fürstenau, Švicarska 41. La Cime, Osaka, Japan 42. Quique Dacosta, Denia, Španjolska 43. Boragó, Santiago de Chile 44. Le Bernardin, New York 45. Narisawa, Tokio 46. ​​Belcanto, Lisabon 47. Oteque, Oslo 48. Leo, Bogato 49. Ikoyi, London 50. SingleThread, Healdsburg Tportal.hr Photo by Helena Lopes ,Dmitry Zvolskiy, Victor Freitas , Burak The Weekender, Lisa    . Read the full article
0 notes
theloverofdragons · 2 years
Text
Tumblr media
AAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAAA
i am SO ready for the release tomorrow 👀
(still wish alexander was vilmor tho sdfghjklhgds)
21 notes · View notes
cyraen-ae · 2 years
Text
Tumblr media
Anyone else excited for another episode of nightmarish dragonfable dating sims? Because I am 👀
I can easily guess three of those (Vaal, Seppy, Maz) have a hunch for one (Vilmor? Let’s hope so, I know one person it’d make very happy) but the two others are leaving me unsure. My first thought upon seeing the wrench was Tek, just because I wish to see her in DF (and I mentioned her appearing in Thallen’s Aspenvale Academy dream) but I know this is likely not to be the case and is just wishful thinking 😔
17 notes · View notes
nisasamin · 2 years
Text
Her şeyin bazen değişeceğine inanmak isteriz.
Verilen sözlerin bozulamayacağına, insanların değişebileceğine...
Onları söz ve değişim yapanın kendi benlikleri olduğunu unuturuz biraz da.
Fakat biz o kadar çok inandırmışız ki kendimizi, düşünmemiz gerektiğini bile unutmuşuz yiten anlamları arasında.
Hiçbir şey olanı değiştiremez fakat olacakların ümidini geçene bağlarsanız eğer, tek duanız hayatta kalmak veya toprağın altına girmek olur.
Ve şimdi geçmişe bağlayamadıklarım, inci tanelerimi okyanustan son yudumlarını alabilsinler diye korkakça kabuklarını açıyor ve hepsini tek tek gömüyor.
Gözlerim sisten bir ayna, yolu görememenin bir rahatlığı var üstümde.
Diyorum ki bu doktor ne yazıyor? Memleket ölmüş, dilim lâl olmuş, çiçeği hatırlayan kalmamış,
Hala yazmak mı derdin diyorum, bana devletin derdine sarhoşmuşum gibi bakıyor.
Tanrı'm
'Kusuruma bakma' diyorum
'Sağır et beni' haykırıyorum
Geçmiş olmamak düşüncesiyle
Gelecek olamıyorum
Tanrı'm
Şayet biliyorsan son üflenen varlığımı
Sana kör kütük yalvarıyorum
Bu sarhoş saltanatımı
Öldür istemiyorum!
Tanrı'm
Kutla beni şayet varsan
Kutla güvercini şayet varsan
Şüpheye düştüğüm için beni, onu
Kutla onu şayet varsan!
Hissediyordum şimdi biraz biraz.
Soğuktan dudaklarım oldukça buzlanmış, ellerim uyuşuk. Hangi bedendeyim ben? Gözlerim bile ılımıyor artık.
Düşlenmek istemiyor belki de bu yük.
"Kalbim ağırlaştı" demek istedi yüklerim,
Dedi'leri kullanmamak için soldurdu onları.
Umutlarını gömdü bir yandan
"Saçık olması gerekmiyor" dedi
Deli'yi gömdü şair
"Yeni hisler nasıldır bilir misin?"
Doktor? Şair? Güvercin? Prens? Gül? Kale?
Kimin kelimelerdir bunlar, zaman çok zalimce
Barışmaya başlamıştı kelimelerle ama hâlâ boynu bükük.
Uzaklaştı bizden kalemini eline aldı. Daha net görüyorum onu şimdi sandalyesinin üstünde önünde masası var.
Saçlarında bütün teller barış ilan etmiş ölen her cana dua etmek umuduyla, dökülmekten korkmuşlar
Bundan olsa gerek yavaş hareket eden başı, belki o da benim gibi memleket ayyaşı
Hareketlilik yaşam belirtmez bunu biliyorlar, o zaman ne diye yaşıyorlar?
Üç hak verdiği vakit kendine
-maz Lara dönmüşüz yine
İkisi hata diyor
Üçüncüsü hâk
Kalemi oynuyor bu sefer
Sefer oldukça hırçın dalgalar arasında
Kağıt incinmeye başlıyor, biliyor
"Biliyorsun" güvercin olanları hissediyor
İşte şimdi bütün dünya şans diliyor
Güvercinin deyimiyle
"Bütün dünyâya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;'
§
4 notes · View notes
Text
Az önce geçen seneden kendime yazdığım bir mektup buldum
Enerjim mektuba bile yansımış keşke hâlâ öyle olabilseydim
Şimdiki ben her sabah okula gidip onca gereksiz insanla karşılaşsam herhalde eve dönene kadar tek kelime etmez , tüm gün herkes benim suratsızlığımı çekerdi
Ama degişmeyen tek birşey var
"Hayatımda yeri olmayan insanların benim hakkımda ne düşündüğü umrumda değil"
Eğer önemli bir sorunum varsa bana bunu hayatımda olan insanlar söyler zaten o yüzden bana ka rı şa maz lar .
6 notes · View notes
kaanozer · 3 years
Text
Nilüfer Problemi ya da Oruç Aruoba’ya Mektup
Karşılaştırmalı Doğu/Batı Edebiyatı dersi vermeye gittiğim Laas Vegas’tan attığım kartta da söylediğim gibi, Amerika’ya giderken yanıma aldığım kitaplardan biri de sizin Hani’nizdi. Oruç hocam, posbıyığına yandığım, kitabınızın en çok okuduğum sayfası “Sevgili Yusuf’a: O, anlar…” diye 22 Mayıs 1994’de imzaladığınız ilk sayfası. Ben de anladığımı kanıtlamak için karalayıp duruyorum kitabınızı. Ne zevk! Ergo sum. Las Vegas’taki manzarasız odamda yatmadan önce (valla,uykum gelsin diye değil) okuyup duruyorum ve kitabınız üzerine notlar alıyorum. Diyorsunuz ki: “Gerçeklerle başetmenin en iyi yolu, hayal kurmaktır.” Ben de şöyle ekliyorum: “Hep hayal kurmaktır.” Sonra dikkatimi çekiyor, “düş görmek” değil de, “hayal kurmak” diyorsunuz; Hayal sözcüğünü, tıpkı “hayal içinde akıp geçti ömrüderbederim, baıp bakıp da o maziye şimdi ah ederim” diye başlayan şarkıdaki anlamında kullandıysanız, Düş sözcüğünün olumlu çağrışımlarını getiriyorsunuz. Olumlu çağrışımlı “hayal”ler kurula kurula öyle bir yığın, taşınması öyle zor bir yük oluyor ki, bazen insan o hayallerin altında kalabiliyor. İşte o zaman başedilmesi gereken gerçekler bu hayaller olmaz mı?
Aynı sayfanın (82) sonunda “Şiir yeterince güçlüyse, gerçeklik diz çöker onun karşısında.” diyorsunuz. Özdeyişlerinize kurban olayım hocam ama bir sorum var: “Şiiri yeterince güçlü ne yapar? Bu sorumu yanıtlamaya çalışan hem birçok yanıt verebilir, hem de umarsızlık içine düşebilir, şiirin satmadığı memleketimde.
Bu durumda benim özdeyişim de şöyle olur: “Hayallerin dayanılması güç, başedilmesi gereken gerçekliklere dönüştüğü durumlarda, şiir kaçınılmaz sığınak olur şaire.” Şimdi bu özdeyişi, Amerika’yı büyük (!) yapan bazı mihenk taşlarına da değinerek açmaya çalışayım.
1. Amerika, her alanda tüm biçimlerin, yöntemlerin, gelişmelerin depolandığı dev bir müze, bir laboratuvar.
2. Amerikalı, dışarıya gönderilen imajında, kararlı, geçmişinden ve adından, ergo, kimliğinden, gurur duyan, kendini bu kimlikle beğenen, açık yürekli, dürüst, önce kendisinin ve ailesinin güvenliğini düşünen, değişime ve yarışa hazır, pragmatik, fırsatları zaman yitirmeden değerlendirmesi gerektiğini bilen, opornutist, savaşan, hırslı, temkinli, tutucu, hızlı bir birey. (“Biz Amerikalıyız, enerji doluyuz, yaratıcız, bütün dünya bize hayran” demişti bir öğrencim. “Cennet şu anda, burada!” diye dayılanmıştı da “Kabarama kabarama kel Fatma, annen güzel, sen çirkin” demeye getirdiğimde bozulmuştu.)
3. Amerika, kültürel mirasını defalarca yenileyerek, tüketime süren ve bütün dünyanın tüm kültürel mihenk taşlarını kullanmayı bilen bir pragmatik “socio-fugal”: bir başka deyişle, insanların birbirinden ayrı tutulduğu bir uzam, yalnızlık kültürü uzamı.
İşte… diyesim geliyor, sizin sık sık kullandığınız ok anlamlı bir sözcük bu: İşte. Sözün yetersiz kaldığını da söylüyor ama. “işte” deyip, topu okuyana atıp can yakıyorsunuz. Siz de pekâlâ biliyorsunuz, sözcüklerle kendinizi daha anlaşılır kulmak yerine, işte diyerek daha geniş kitlelere, okuyuculara bir ayrıcalık tanıdığınızı; üstelik bu sözcük, bir tek işte sözcüğü, okuyucu kitlenizi de homojenleştiriyor. Kısacası, kim okursa okusun, aydını, cahili, o sözcüğe kendi anlamlarını yükleyebilir ve sizin işte’niz, onların zihninde, belki de kalbinde, bir anlam kazanabilir. Böylece, çevirisi çeşitli olabilen işte sözcüğü, evrensellik kazanır. Bu sözcük matematikte aksiyom’u akla getiriyor. Aksiyom, en temel ilkedir ama biz onu ister kabul ederiz ister ret ve karşısına başka bir aksiyomla çıkabiliriz; yine de o aksiyomu temel ilke olarak görmek zorundayız: örneğin, “Nokta ki büyüklüğü olmayandır” ya da “bir doğruya onun dışındaki bir noktadan bir tane paralel çizebilirsin.” (Eucklid) Bunlara benzer önermelerin ardından, “işte” diyerek, Platon’un hatta matematikçi Gödel’in, taktiklerini uygulayarak, işte ile kanıtlanamayacak anlamlı sözler ediyorsunuz. Amerika da sizin gibi yapmış bence. Örneğin mimaride (Las Vegas’taki, aslı Mısır’da bulunan Luxor piramidinin siyah, cam bir kopyasının inşa edilip otel, kumarhane ve eğlence merkezi yapılması gibi), bütün dünyanın çeşitli en çarpıcı, en etkileyici yanlarını alıp harmanlamış ve kendi kimliği, Amerikan kimliği içine yedirmiş. Ama “socio-fugal” hâlâ orada, bir başka deyişle, insanlar arasındaki mesafe hâlâ var. Sistem bunu yaratmış, çünkü gerekli. Özgürlükler ülkesi denilen Amerika’daki insanlar aslında birçok yasağa uyarak, birbirlerinden uzaklaşıyor ve kendi kozalarında kelebek olamadan çürüyorlar. Şimdi, biz, en az 30-40 yıl geriden izliyoruz bu gelişmeleri çünkü yavaşız, yavaş tutuluyoruz.
Amerika’nın 1950’li yıllarda yaşadığı sıkıntıları, felsefi anlamda, biz yeni yeni yaşıyoruz. Yazgımız yapılmış bu, çünkü Batıyı, Amerika’yı tek ve saltık uygarlık bellemişiz, belletilmişiz. Bize de öğretiliyor, gerçek ve yanılsamaların karşı karşıya gelmesi: yani ironik gerçeklik. Bizler de, dünyayı kendi bireyselliğimiz içinde algılarımız ile gerçeklik diye öğretilenlerin çatışması sonucunda, abuk ama tatlı bir metafizik batağına gömülüyoruz. İşte —-öyle ise, denize, pantolonlarımızın paçasını sıvayıp girmekten bile ürküyoruz (Newton, dizine kadar girebildiği için daha renkli taşlar topladığını söylemiş, alçakgönüllülük örneği vermişti oysa). Bizler, payımıza düşen renkli taşları aramak yerine, maddenin ötesini arıyoruz. Amerikan doğa-ötesini yazarlarının (Emerson, Thoreau, Hawthorne) yaptığı gibi de değil üstelik; atıl ve batıl yöntemlerle tutsaklığı öğreniyoruz.
Böyle olunca, anlam kazanıyor şu dizeleriniz:
Sen varsın -şimdi gidip alevine girdi mumun, pervane- düştü… ben var ken. (s.15)
Bu dizelerde demek istediklerinizden ilki: “Sen, benim sana yüklediğim anlamla varsın.” Bir başka deyişle, “yalnızca bana bağımlı olarak anlam kazanıyorsan, pervanenin sonudur senin de sonun.” Bieaz narsizm kokusu alıyorum ama hemen ardından “anlamın yalnızca bana bağımlı olursa, sen de olmazsın, dikkat et” uyarısını da seziyorum. Matematikçiler iyi bilirler formalistleri; hani, şu “Hayır, ben onu bulmadan önce yoktu” diyenleri. Bir başka deyişle, Kolomb formalist olsaydı, Amerika 1492’den önce yoktu diyeceğiz ve oturup İngilizce’deki “discover” sözcüğünün anlamının saçmalığını, göreceliğini düşüneceğiz.
Sistem; yazınıyla, medyasıyla, popüler kültürüyle, öğrettiği yalnızlıkla, sizin de Hani’de dediğiniz gibi “ancak şimdi-burda kurabileceğin(iz) kadarıyla varolabilecek.” (s.35)
Sistem, kendisini ayakta tutabilmek için kurguluyor bireyi, ‘artifact’ler haline getiriyor bizleri.
Sistem, hocam, işte bu yüzden yalnızlaştırıyor bizleri, çünkü, diyorsunuz ki, “Anlamın(ız) şimdi, burada, var…” (s.35)
Tumblr media
Öyle ise bile -Yok, hocam, yok. Modernistler de aynı sıkıntıyla yazmadılar mı? T. S. Eliot, aynı sıkıntılar yüzünden yazmadı mı “Prufrock”u. Benim, Mısır piramidinin taklidi kara piremit Luxor’da neden mutlu olup, ağzım açık, bür türlü “Vay be!” diyemeyişimi Amerikalı arkadaşlarımın anlamayışı da bu yüzden değil mi? Luxor piramidinin tepesinden, piramidin gözünden fışkırıp göğü delen ışık bana koşut gitmiyor. Belki de, beim sevdiğim soğan, sevmediğim sarımsaktır, ama cennet değil Amerika. Kimi zaman kof, kimi zaman değil. Bu yazgım, bana bağlı olarak değişiyor; benim tercihime göre. Öyleyse- “Yok anlamım, ne şimdi, ne burada, yok hocam” dersem bir gün, şaşırmayın. Bu da öğretiliyor. Anlamım olmadığı, benim dışımda, benden hüçlü kuvvetlerin bana anlam ya da anlamsızlık yükleme gücü olduğu, asıl bu gerçeklik, bu umarsızlık öğretiliyor hocam. Nietzsche’leşiyorum gün ve gün. Farkındayım, kızıyorum (Kızıyorsam benim için hâlâ umut vardır belki de.)
“Şimdi işte -olanak: sen ol sen.” (s.51) dyorsunuz, nasıl olayım? Üstelik bu komutun ardından öyle zor bir ödev veriyorsunuz ki!
“Yaşamın anlamı senin ile birlikte varolmak istiyor -sen de onu korumak zorundasın. -Koru onu.” (s.65) diyorsunuz.
Nasıl hocam? Begonvil kuruttum, saklıyorum. Olur mu?
Kalemime hiç mi hiç söz geçiremiyorum.(s.89) Avrupa güzel adaylarının çiğ köfteyi, ohh nasıl da bir iştahla, yemelerini izliyor ve yazıyorum; zamansızım, insansızım. Ağzımı sabunlayıp, çalkaladım hocam. Kulağımı, gözümü, tenimi… Olmuyor hocam, olmuyor… Üstelik matematik, “evren yaklaşık 30 milyar yıl sonra bitecek” diyor. İntihar eden yaarlar, şairler acaba evrende her şeyin O-Kelvin’e ineceğini biliyorlar mıydı, ya da Nietzsche’ye inanıp onu sevmek, O-Kelvin’e mi inmektir? İnsanoğlu, umarsızlık içinde büyük bir yalnızlığa itilmişken, belirsizlikler içinde yeni yüzyılı karşılamaya hazırlan(maz)ırken siz “Senin ölçün -kendin için kullanacağın mihenk taşı- olacak o:
Ona layık olmazsan, hiçbir zaman hiçbir şeye yaramamışsın, demektir- O zaman -öyleyse; öyle ise-, büzül -küçül; ve işte, yok ol-” (s.53) diyorsunuz. Matematikçi dostuma (Doç. Dr. Sinan Sertöz’e) imreniyorum; bir sistem içerisinde anlamlı sözler ediyor, saltık doğruları var. Ben matematikçi değilim, siz de değilsiniz. Bıraksam mı artık bu tedirginliği hocam, hâlâ hayal kurarken? (s.52) Benim dışımdaki bir noktadan bana koşut bir paralele mi gereksiniyorum dersiniz? O’na, inceldiğim yerden kopmadan önce. O varken var olabileceğime, “tam kendisiyle yüzyüze geldiği(m) bir başka kişiyle birlikte, bir şey yaşadığı(m)da” (s.41) mı varım? Öyle sevinçler, acılar hep yaşıyorum, her biri bir an; o anlar, şimdi ve burada iken yanıtım evet, ama şu anda, burada, bu yazıyı yazarken, hayır diyesim geliyor. Bu da doğanın bana verdiği yeteneklere sadık kalmadığım anlamına geliyor ve felsefeyle, matematik çatışması arasında edebiyat yapmaya çalışıyorum. Bir binanın, onu ayakta tutan dik açılı bir parçası olmak telaşındayım ama tavşanlar gibi kolay çoğalırken, fraktallar gibi kendime benzer yapılar üretiyorum: Platon’u haklı çıkarırcasına, defalarca keşifler ve yeniden keşifler yapıyorum; çünkü, gittikçe daha da yabancılaşan bir gezginim, ama dünyaya merakım -Abel ve Gallois gibi- henüz tükenmedi. Sıfır rakamından ürküyor, onu ilk kez kullanan El-Harizmi (MS 800) ve Nietzsche’nin akrabalığını merak ediyorum. Siz, Hani’de, özetle, “Nosce-te!” (Kendini bil!) deneye getiriyorsunuz. “Matesis” (Biliyorum) benim istencim dahilinde mi ki? Ben de, herkes gibi, toy taylara baş kırdırma eğitiminden (Riyazet) geçirilirken karşı koydum.
Hâlâ baş kıramıyorum. Benim rüzgârlarımın ne yönden estiği, eseceği belli olmaz. Bu yüzden eski Çin matematikçilerinin ünlü nilüfer problemi bana zor geliyor. Çünkü, rüzgâra, nilüferin sudaki konumu ve onun su üstünde kalan kamışına bakıp suyun derinliğini ölçebilmeyi kimse öğretmedi bana. Avel, sevgilisinin uğruna verem olmuş, 28 yaşında ölmüş, aşkın matematiğini bilmediğimden belki; cebirsel çözümlerin olanaksızlığını kanıtlayan Gallonis ise, onca saltık doğruları olmasına karşın, galiba 20 yaşındayken, bir düelloda ölmüş. Zaman, melankoli… saltık olan araf… aşk… korkarım riyaziye de derde deva değil. “Divinum est opus sedare dolarem*.”
Ergo… İmdat!
23-26 Eylül 1994 Ankara
* “Ağrı dindirmek Tanrı sanatıdır.” (Hippocrates)
Hani / Oruç Aruoba / Mitos Yayınları / 96 s.
“Nilüfer Problemi, ya da Oruç Aruoba’ya Mektup”, Yusuf Eradam Cumhuriyet Gazetesi Kitap Eki, 24 Kasım 1994, Sayı: 249, ss.10-11
1 note · View note
musstuffsworld · 4 years
Text
KUR’AN’I ARAPÇA OKUMAK Mİ DAHA İYİ YOKSA MEALİNDEN OKUMAK Mİ?
SORU:
Ben mahreçleri çok iyi yapamadığım için Kur'an'ı güzel okuyamıyorum. Kelime mealli Kur'an'ı okurken aynı anda MP 3'ten sesli Kur'an dinleyerek takip ediyorum. Ama tek başına Arapça düzgün okuyamadığım için de Kur'an okuma ibadetinden mahrum kaldığımı düşünerek huzursuz oluyorum. Diğer taraftan yalnızca Arapça Kur'an dinlemek beni ruhsal olarak rahatlatsa bile anlayamamak beni rahatsız ediyor. Mutlaka mealini de takip etmek anlamak istiyorum. Hayatım boyunca hiç Arapça hatim edememek ne kadar doğru bilemiyorum. Ne yapmalıyım?
CEVAP:
Kur’an’ı okumak da dinlemek de ibadettir. Fakat ikisi de okunan Kur’an’ın anlaşılmasına bağlıdır. Anlaşılmadan salt okumanın veya dinlemenin kişiye yararlı olacağını gösteren hiçbir delil bulunmamaktadır. Zira Allah Teâlâ birçok ayette Kur’an’ın anlaşılması ve yaşanması için nâzil olduğunu haber vermiştir. Kur’an’ı okumakta veya dinlemekte amaç bu olmalıdır. Durum böyle olunca bizzat okumanın anlamaya daha yakın olduğu bir gerçektir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Bunlar Kur’an üzerinde akıl yormazlar mı? Yoksa kalp­leri üzerinde kilitler mi vardır?” (Muhammed, 47/24)
“And olsun ki, biz Kur’an’ı, üzerinde dü­şünülsün diye kolaylaştırdık; ama hani dü­şü­nen?” (Kamer, 54/17, 22, 32 ve 40)
Müslümanlar Kur’an üze­rinde düşün­meyi asır­larca unuttular. Kur’an üzerinde akıl yorma gereği unutulunca o, ulaşıla­maz, erişile­mez bir kutsal sayıldı ve onu anla­yamayacağımız şeklinde bir ka­naat oluştu. Sonra eskile­rin her şeyi hallettiği savu­nuldu ve yeniliklere kapılar kapandı. Nihayet Kur’an, se­vap kazanmak için oku­nan bir kitap haline dönüştü.
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Bu Kur’an, gerçekten en doğruya ve en sağlama ulaştırır.” (İsrâ, 17/9)
Kur’an, gerçekten en doğru ve en sağlam olana ulaştırır. Fakat o, anlamak için değil de sadece sevap olsun diye oku­nursa onunla bir yere ulaşılamaz. Böyle bir şey, tıpkı kaliteli bir balın, sırf görüntüsü ve ko­kusu ile yetin­meye benzer. Yenmeyen balın vücuda ne faydası olur! Müslümanlar asırlardır böyle yapmışlar ve Kur’an ile yeterince bes­lenememişlerdir. Geleneksel kültür kalıpları ile hurafeler iç içe girmiş, halkı hurafeler sar­mıştır.
Kur’an okumada asıl maksat onu okumuş olmak değil; onu anlamak, düşünmek ve ona göre davranmaktır.
Abdullah İbn Mes’ûd şöyle demiştir: “Kur’an, ona uyulsun diye indirildi; ama insanlar tuttu, onu okumayı ibadet saydılar.”
Abdullah İbn Ömer de şöyle demiştir: “Biz Kur’an’dan evvel imanı elde etmeye çalıştığımız uzun bir dönem yaşadık. Kur’an sûre sûre nazil oluyordu. Bu sûrelerin helal ve haramını, emir ve yasaklarını öğrenirdik. Şimdi ise imandan evvel Kur’an’a yapışan, Fatiha sûresinden başlayarak sonuna kadar okuyan; fakat Kur’an’ın emri nedir, yasağı nedir ve neyin yanında durmak gerekir; katiyyen bilmeyen, okuduğu Kur’an ayetlerini çürük hurmalar gibi sağa-sola serpen nice kişiler görüyorum.”
Konu ile ilgili olarak sitemizde bulunan KUR’AN’I NASIL OKUMALIYIZ? başlıklı yazıyı okumanızı da tavsiye ederiz. Yazının linki aşağıdadır:
http://www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/kurani-nasil-okumaliyiz.htm
1 note · View note
ievelcelpu-blog1 · 4 years
Text
auč
Ir 31. maijs. Pirmo reizi šogad saņēmos uzvilkt kleitu, jo esmu salīga. Ja jūs redzētu manu mašīnas bagāžnieku, tajā ir viss. Tādas kurpes, šitādas kedas, siltāka jaka, plānāka jaka. VISS! Tā ir melna un tik ērta. Kājās sandales un beidzot ir tā vasaras sajūta. Darbs noslēdzies. Bērni palaisti vasaras brīvdienās. Jā, esmu skolotāja un iekšā ir laba sajūta pēc labi padarīta darba. Esmu dzimtajā pilsētā – Madonā. Te ir mana ģimene, mana drauga ģimene – te ir mūsu miera osta, atpūta no drūzmainās Rīgas. Te ir viss! Te ir mūsu atpūta vasarā un nedēļas nogalēs pēc darba nedēļas.Kaut kā tā Rīga mani tā neceļ un nenes, kā to dara mazpilsēta.
Ar manu mīļoto cilvēku, turpmāk – vienkārši Ivo, nolēmām kustēt ārpus mājas, tik labu dienu nevar laist garām, jo mājās sēdēšana ir mūsu ienaidnieks. Esam ašie, visādu lietu darītāji. Pati mūs saucu par ceļotājiem, kaut gan nekur ārpus robežām nemaz neesam tālu aizceļojuši. Aizbraucām ar mašīnu satikt draugus, kopā izlēmām, ka ar draugu mašīnu varētu doties uz Teiču dabas rezervāta dabas takām, tā, lai var pastaigāties un izbaudīt laiku, kaut arī vējš, ak Kungs, tas vējš, pūta prom. Tā nu mēs ar Ivo ielecām draugu mašīnā, kur abi sēdējām aizmugurē. Patiesībā šī ir pirmā vieta, kurā es būtu mainījusi savas domas. Mēs nekad nebraucam ar citiem. Mums ir sava mašīna, pat divas. Mēs esam tie, kuri grib būt neeatkarīgi no citiem un doties paši ar savu auto, jo tā vienkārši šķiet labāka ideja. Katram mutē Circle K dārgie saldējumi un logiem vaļā, matiem plīvojot, devāmies ceļā.
Teiču dabas rezervāta takas, gaidi mūs! Aizbraucām, pastaigājām, izbaudījām laiku, sapratām, ka šai dienai ir mazuma piegarša, gribās vēl! Varbūt jūru? Nav divu domu, esam avantūristi, kamēr ir brīvdienas, labs laiks, ir jāiet un jādara, lai vakarā var vienkārši iekrist gultā un aizmigt.
Mana mamma ir mana labākā draudzene, braucot atpakaļ ap 15:10 rakstīju viņai ziņu, ka brauksim uz jūru, šodien ātrāk uz Rīgas pusi, nekā parasti, ka nepaspēšu iebraukt šodien mājās. Viņa neizlasīja. Gandrīz, gandrīz jau bijām iebraukuši Madonā, taču 5 kilometru attālumā mana dzīve pārsteidza pati sevi. Skan kaut kādi russkij hiti, es, iespējams, atvērusi Instagram vai FaceBook, smejos par truliem jociņiem un tad. Ai! Bremžu skaņa, strauja cenšanās apstāties, bet nekā. Kaut kāda pelēka mašīna ir mūsu joslā, jo izbraukusi krustojumā uz šosejas, nemaz nepārliecinoties par to vai ceļš ir brīvs. Es nezinu šī šofera iemeslus, kāpēc tā notika, kāpēc neapstājās. Nesanāca, aizdomājās, neiedomājās. Kas to lai zina. Mašīnā kapa klusums. Neviens tajā brīdī pat neelpoja. BAMS! Kopš BAMS brīža, viss ir saraustīts. Atmiņa peld apkārt un viss, atceros tikai to, ka pati izkāpu ārā, skraidu visiem apkārt un jautāju: ‘’MAN VISI ZOBI VIETĀ?’’ Mans afekta stāvoklis ir ļoti liels, jo jautājumu par zobiem es atkārtoju kādas padsmit reizes. Es goda vārds, nejutu savu seju, savu muti, asinis pludo, galvā džinkst. Viss sastindzis, vīrietis no otras mašīnas dod man salvetes, jo tādu asins daudzumu es nebiju pieredzējusi. Starp citu, arī deguns man nekad nebija asiņojis, dīvaini, ka tā pirmā reize bija tā, kurā ielūza deguns.  Pēdējais, kas man ir atmiņā – divi bērni, kuri izkāpuši no mašīnas, tup ceļa malā un raud. Viņi raud un jautā:’’Vai tēti tagad liks cietumā?’’ Kaut arī visu laiku biju pie samaņas, neko neatceros, līdz ātrās palīdzības ierašanās brīdim. Jā, iespējams, ja es būtu bijusi piesprādzējusies, iznākums būtu savādāks. Ivo zvana arī maniem vecākiem, viņi negrib tam ticēt. Domāju gan. Neviens negrib ticēt tam, ka tavs bērns ir cietis avārijā. Es pati negribu ticēt, ka esmu cietusi avārijā. Kāpēc lai es tam ticētu? Es taču nekad neesmu bijusi tādā situācijā, ar mani jau tā nenotiks. HAHAHA, pasmiesimies kopā par tradicionālo frāzi - ar mani jau tā nenotiks.
Ātrie ir klāt, nemaz nejutu brīdi starp avāriju un viņu ierašanos, jo viss ir miglā tīts. Ivo viss ir kārtībā, citiem arī viss ir kārtībā. Visi ir apdulluši un šokēti. Es cietu visvairāk. Kā? Neprasiet man, avārijas ir neizskaidrojama lieta, nekad nevar paredzēt kā viss beigsies. Ātrajā palīdzībā ļauj braukt līdzi arī Ivo. Cik labi, viņš ir ar mani, paijā man maigi galvu visu ceļu. Cik labi, ka viņš ir man blakus. Neatceros nevienu viņa vārdu, bet tā seja, tā uztraukusies seja, kura nezina kā nu būs. Dakteris man stāsta jokus un neļauj man atslēgties, kaut arī neatceros viņa seju, es zinu, ka viņš daudz pļāpāja, jokoja un uzdeva jautājumus, lai manas domas par to, ka ar mani NEKAD tā nav noticis, netiktu līdz manām smadzenēm vai arī es vienkārši nezaudēju samaņu. Jā, starp citu, es nekad neesmu bijusi slimnīcā (tik cik analīžu nodošana, ginekologa apmeklējums, ārstu komisijas u.c.), nekad neesmu tur pavadījusi laiku ilgāk par 2 stundām. Un tagad mani tur ved ar ātrās palīdzības mašīnu? Nu, nē. Joprojām ceru, ka tas viss ir tāds mazs jociņš.
Uzņemšana. Neko neatceros, tur ir melna bilde, tikai tas, ka redzu - tuvumā ir mamma, tētis un mazais 8 gadus vecais brālis. Viņus nelaiž iekšā, bet mamma kaut kā iespraucas. Mani mazgā no (manuprāt) litriem asiņu. Man sāp seja, es raudu bez apstājas, man riebjas, ka man sāp, ka esmu te, ka viss ir tik stulbi. Es gribu ieritināties mammai azotē. Gribu mājās, sabučot Ivo un iet gulēt. Vai tas ir par daudz prasīts? Jo vairāk raudu, jo vairāk nevaru atbildēt uz nevienu jautājumu, ko man jautā. Tad vēl tas Covid, ak, nē. Man bāzīs to garo bakstāmo degunā? Manā salauztajā degunā? Lieliski. Dzīve izdodas. Neaizmirstam, ka es raudu, visu laiku raudu un neko nesaprotu. Jo vairāk es raudu, jo mazāk es saprotu. Jo vairāk es raudu, jo vairāk mana seja pamst ciet un sāp. Bet es joprojām raudu. Mani vadā no vienas vietas uz otru, vienā vietā dakteris šuj lūpu, pēc brīža jau esmu lielā trubā, kur man saka, ka pārbaudīs galvu. Ne viens, ne otrs nesāp tik ļoti kā seja un zobi. Pēkšņi uzrodas kungs formas tērpā un liek atbildēt uz jautājumiem, neprasiet kādiem, es neatceros. Es, protams, atvainojos, bet es jūtos sadragāta no visām pusēm, bet policista kungs mani intervē tik cītīgi, ka šķiet mana intervija būs kādā žurnālā. Tas ir vienīgais, ko es nevaru saprast. Arī mirstošos viņi šādi pratina? Mamma atnes telefonu, manu somu, tikmēr paspējusi būt veikalā un atvest man pidžamas, čības, visu nepieciešamo, jo laika izjūta man zudusi, taču viss laiks uzņemšanās bija mūžība. 
Esmu palātā kopā ar trīs sievietēm, kuras ir ne jaunākas par gadiem septiņdesmit, noteikti. Divām lauztas kājas, vienai roka. Ja jums likās, ka sliktākais bija avārija, tad nē, sliktākais bija atrašanās slimnīcā, jo manas pirmās 10 minūtes palātā un kārtējais likuma sargs ir klāt. Šoreiz inspektore. Jautā man visādus dumjus jautājumus. Godīgi sakot, lai piedod man visi policisti, es zinu, ka tas ir jūsu darbs un pienākums, bet vai ir nepieciešams jautāt – cikos notika negadījums, ja es, pat atrodoties palātā, mokos ar katastrofālām sāpēm un nezinu cik ir pulkstens? ‘’Uz cik km/h brauca šoferis?’’ Ko? Es sēdēju aiz viņa, nekontrolēju viņa ātrumu. Visi man zvana, nevienam neceļu. Visu laiku raudu. Mamma zvana, taču saruna nenotiek, jo es raudu, nav iespējams parunāt. Ivo atved līdz nodaļai lādētāju un citas nepieciešamās lietas, jo zinu, ka šeit būs kāds labs laiciņš jāpavada. No raudāšanas aizpampst acis, neko nevar redzēt cauri. Miegs.
Nākamā diena ir briesmīga. Jūtos it kā samalta gaļas mašīnā. Atnāk dakteri, dursta mani visur, sistēma tek praktiski visu laiku. Ēdienu dod tikai samaltu. Pirmās 3 dienas neko neēdu, jo fiziski to nevar izdarīt. Zobi sāp, muti nevar atvērt. Iespējams, ja es spētu arī ēst, es to nedarītu, jo ēdiens ir briesmīgs, lai neteiktu vairāk. Tantes blakus gultās jau no sešiem rītā dzied dziesmas, kakā pamperos un bļaustās pa palātu, jo viena no viņām slikti dzird. Kopš pirmās dienas slimnīcā sapņoju, ka ēdīšu cīsiņus. Starp citu, rīt es tiešām ēdīšu cīsiņus, kaut arī ir piektā diena pēc negadījuma, ēšana sagādā lielas grūtības. Ceru, ka ar katru dienu būs labāk. Tā aiziet dienas slimnīcā, neviens nevar nākt ciemos, naktīs ieved kādu, kurš no sāpēm bļauj, tantes krāc katru minūti. Es teicu, ka būšu godīga, tāpēc arī piedzīvoju brīdi, kad tantei uztaisa klizmu un man trīs stundas blakus ir jāklausās kā viņa veic savus procesus, kas izriet tālāk no šīs padarīšanas. Līdz uzradās mans sargeņģelis. Māsiņa ierodas un liek man iet uz citu palātu. Tā ir dāvana. Viņa mani izglāba, jo palātā kļuva par traku un smacīgu.  Viņas vārdi - ja es būtu tavā vietā, es gribētu, lai man arī tā izdara. Es tā izgulējos. Protams, joprojām viss sāp un esmu nelaimīga, jo neviens mans mīļais nevar pat uz vienu minūti būt man blakus, tomēr izgulējusies un viena palātā, kur gaiss ir svaigs, neviens mani netraucē, nekrāc. 
Rezultātā ielauzts deguns, spēcīgs smadzeņu sasitums, šūta lūpa, nolauzts zobs, nezinu kas ar žokli un zobu atrašanos īstajās vietās, to noskaidrošu vēlāk, kad došos pie zobārsta. Jā, es tikai tagad novērtēju, cik patiesībā es biju skaista, novērtēju to, ka esmu dzīva. Kaut arī dzīve dažreiz piespēlē visādas ķibeles, nekas nav vērtīgāks par dzīvību. Es negribu nokļūt tur atkal, es negribu, lai tur, kur biju es, nokļūst mani mīļie.
Ir pagājušas 17 dienas kopš negadījuma. Ir beidzies smagu antibiotiku kurss, deguns nav katastrofāli šķībs, lūpā joprojām ir šuve, zobārsts pēc nedēļas. Sagrauzt riekstus vai burkānu es joprojām nevaru, nokost zemeni vai jebko ar priekšējiem zobiem sagādā grūtības,  taču apēst karbonādi, tomātus, gurķus u.c, ēdot tos uz aizmugurējiem un vidējiem zobiem gan.
ESMU LAIMĪGA! Kaut arī šis laiks ir bijis depresīvs, joprojām ir, jo darbs, universitātes eksāmeni ir atlikti uz citu laiku, mans pašvērtējums ir krities, tomēr es ticu, ka šī vasara tāpat būt neizmirstama. Es nezinu kā es šim būtu tikusi pāri bez ģimenes atbalsta.
1 note · View note