Tumgik
#küçük valide
Text
Karim ve Baldiz
Selem arkadaşlar  biz İstanbuldan ben Volkan 28 karim  merve 27  baldizim meltem 30  .Anlatacaklarim gerçek ve halen yaşanan sex hayatimizdir .
Biz karimla üniversite yıllarında tanışıp  guzelbirlikteliğimizi evlilikle sonuçlanmıştık karim zengin bir ailenin küçük kızı biraz şımarık ve hür ruhlu bir yapıya sahip bende Ankarada doğmuş büyümüş tutucu bir aileden gelen birisiyim birbirimizi severek evlendik .Düğün hediyesi babam  sahibi olduğumuz binadan bir daire hediye etti buda sorunların başlangıcı oldu karimla ailem arasında anlaşmazliklar olmaya basladi  .Karimla ikimizin arasi superdi ve sex hayatimizda super herturlu fantaziyi kurup uyguluyorduk en çok istediğimiz 3 lü sex hariç . Diş doktoru olmuştum arkadaşımla bir yer açtık güzel gidiyordu iş hayatımızda ama bir gün eve geldiğimde karim ağlıyor eşyalarını toplamış ben dayanamıyorum artık ailene dedi konuştuk olanları anlattı ben ailemin yanına indim sordum sorun ne diye annem gelin gibi olmadı hiç açık giyiyor falan babam bize göre aile deyiller dedi ben ikimiz birbirimizi seviyoruz sizdede  öyle olacak dedim kabullenin artık dedim yukarı ciktim karımı İstanbula ailenin  yanına götüreyim biraz kafan dağılsın dedim buraktim .
Zaman geçtikçe ipler geriliyordu daha çok babam boşanin olmaz böyle demeye başladı  ben hafta sonları istanbula gidip gezip otelde cilginlargibi sevisiyorduk bazende annesinden kalıyor baldiz ve annesiyle babasıyla daha samimi olmaya başladım  5 hafta böyle geçti  perşembe günüydü kayinpeder telefon açtı oğlum hafta sonu istanbula gelince bize gel direk konuşacaklarim var dedi tamam dedim .Karımı aradım ne oldu diye  oda yok birsey ikimizin geleceği için konuşacak senle dedi ben perşembe  öğleden sonra istanbula gittim akşam oradaydım  yemek masası hazırdı bir yandan yemek yerken kayın peder konuya girdi hemen  oğlum ikinizin bu durumu iyiye gitmiyor sana teklifim var size buradan daire alcam birde  kendi adına dış doktoru merkezi açman için destek olurum  buraya istanbula yerleşin dedi .Ben bir yandan ailemin tepkisi bir yandan güzeller güzeli karim  düşünürken kayın valide istersen gidip bakalım evinize beğenirsen maddi açıdan biz  herseyi karşılayacağız siz mutlu olun yeterki dedi .Neyse gittik lüks deniz manzaralı güzel yerdi onlarda yakındı zaten ben ikna olmuştum ama babamın vereceği tepkiyi biliyordum sonra geri eve geldik kayın peder  kararını ver tapu işlemleri için haber bekliyorlar benden dedi  bende tamam dedim .Karim baldiz ben gece kulübüne gittik biraz eylendik onları eve buraktim karimla biraz konuştuk lütfen aşkım kabul et burda istediğimizgibi yaşarız istedigin bütün fantazileri yaparız dedi biraz seviştikten sonra herseyimi yapcaz dedim evet aşkım istedigin herseyi dedi anlamıştı nedemek istediğimi ama güzel dul ablasını kast etmemiştim ben  baldiz o sırada kahve getirdi kahve içte  öyle git kendine gelirsin dedi oda katıldı bizle sohbete bize ben sizgibi birbirini seven bir evlilik yaşayamadım lütfen birbirinizi bırakmayın dedi karim o sirada beni dudağımdan öptü sonra ablasının dudagindan ben sadece yutkundum şaşırmıştım  ben karim için herseyi göze alırım bizi kimse ayıramaz dedim ve gece 1 olmuştu ben yarın işlerim var gideyim dedim yolda aklimda gözümün önünde sadece karimin ablasını öptüğü sahne vardı  sabaha karşı eve geldim 3 saat uyup kalkıp hasta randövülerim vardı öğleye kadar işlerimi bitirdim eve gittim tekrar uydum akşam uyandığımda karim  video göndermiş açtım ben şok olmuştum baldizla karim  tam benim karımı hayal ettiğim şekilde am dudakları birbirine sürterek sevisiyorlardi  ikiside sen de gel katıl bize diyordu baldiz burda olmaz evinizde ilk gecesi olabilir ama diyordu beni ikna etmek için her yolu deniyorlardi ben 5 sefer tekrar  izledikten sonra karımı aradım gercekmiydi ben ruyami gördüm dedim hayır aşkım gerçek senin için supriz yaptık dedi ben de sözünüzü tutarsanız tamam dedim .Biz dünden razıyız seni bekliyoruz ama bir sorun var  burda kaldığım sürece yalayıp yutuyor beni her gece ablam dedi . Bende şimdi babalara  geçiyorum onlarla konuşacağım babana söyle başlayın tapu işine dedim çok sevindi . Babamlara atlattım istanbula gidiyorum falan diye tahmin ettigimgibi kızdı iç guveği olmuşsun aferim sana defol gözüm görmesin dedi bende çıktım gittim arkadaşıma telefon açtım dış doktorunu ona devredeceğimi istanbula gideceğimi söyledim bir yerde buluşup konuştuk kafaları çektik o gece sonra istanbula gittim pazartesi  işlemler başlattık temizletip Ankara'daki ev eşyalarını getirmek için bir firmayla anlaştım 10 gün içinde hersey bitmişti yerleştik ilk akşam yemeğini karimin ailesiyle beraber yemiştik terasta kayinpederle küçük bir kaçamak yapıp viskilerimizi içip  sohbet ettik sonra musade istediler kalktılar baldiz kalmıştı ama   biraz oturup sohbet ettik içmeye devam ettik karimla ikisi kalkıp geliyoruz bekle bizi burda dediler yarım saat sonra yatak odasına gel aşkım diye mesaj  gelmisti kalkıp gittim trans paran fantazi sex kıyafeti ile yatakta uzanmış beni bekliyorlardı karimin yanına uzandım ikisi öpüşüyorlardi bende karımı okşuyor kulak memesini boynundan öpüyor bir yandan baldızı izliyordum karim elimi ablasının kalçalarına götürdü ben okşayarak göğüslerine doğru ciktim birbirimizi öpmeye başladık üçumuzun dili birbirine dolanmışti sanki baldızı ortaya aldık üzerindeki çıkarıp çırılçıplak kalmıştı karim bir taraftan ben diyer taraftan göğüslerini emiyor amini okşuyorduk sonra aşağı doğru indik karimla beraber baldızı am dudaklarını yapıyorduk sonra ben karimin arkasına geçtim onu yalamaya başladım bacaklarını açıp am dudakları birbirine surtmeye başladılar onların izlemesi aldığı zevk benim hayalimdeki gibiydi hersey yanlarına yatıp onları izliyordum sonra taş gibi olmuş sikimi yalamaya başladılar ikisini izliyordum karim baldiza ilk sen dedi baldiz sikimin üzerine oturdu sonra karim kafama oturdu baldızı yanan kaygan ami sikimin üzerinde zipliyordu bende karimin arka deliğini am dudaklarini emiyor yaliyordum sonra karim sikime oturdu baldiz yüzümdeki dudaklarimdaki karimin zevk sularını yalayıp yutuyor öpusuyorduk o na sende gel hadi dedim kafama oturmasını söyledim sikimin üzerinde zıplayan karimla bir birlerini okşuyor öpüşüyorlardi bende baldızı am dudaklarından akan zevk suyunu emiyor arka deliğini yaliyor dilimi içine sokuyorum zevk aldığı inlemesinden çıkardığı seslerden belliydi sonra kalktip ikisini yan yana domalttip sert sikmeye başladım sırayla baldiza arkadan izin varmi dedim açık büfe istedigin yerden dedi yavaşça sikimi arka deliğine bastırdım karim kalcasını iki eliyle açıyor yakından izliyordu çık diye bir sesle arka deliğine kaymisti sikim biraz bekledim  yavaş yavaş pompalamaya başladım çıkarıp krem sürüp tekrar girdim baldiz daha çok zevk alıyor karim ablasının  am dudaklarını okşuyor bir yandan bizi  izliyordu fazla geçmeden ikimizde boşaldik  ben son damlasına kadar içinde bekledim sonra ucumuzde nefes nefese uzandik herkez mutluydu dinlendik duşa gidip birseyler içip ikinci postaya başladık birbirimizi yaliyor sevisiyor yatakta düğüm olmustuk  ilk karımı sonra baldızı orgazm etmiştim sonra karim kendi isteği ile anal yapmak istedi karim ara sıra yapsakta benim istemem  yüzünden zorunlu yapardı bu sefer yalayıp yavaşça girdim sanki arka deliği sikimi vakumlargibi gitgel yapıyordu karim önümde baldiz altında göğüslerini emiyor bir yandan amini koşuyordu karim  bir anda hizlanarak orgazm oldu ben arka deliğinden çıkıp baldızı parmakları arasından amina girdim iki elimle omuzlarından tutarak sert sikmeye başladım daha çok lütfen aşkım sert işte böyle diye inliyor du amindan çıkıp arka deliğine girdim tekrar kısık sesle ohhhhh çok güzelmiş birdaha yap aynısını dedi amina sert bir kaçkez girip sonra arka deliğine girdim hızlanarak pompalamaya basladim o sirada boşaldik ikimizde ilk defa böyle orgazm oluyordu karim yatağa uzandık  baldiz ben karim bitkin haldeydik sabah 4 olmuştu  ucumuzde uyup kalmışız uyandığımda saat 11 di not yazmışlar biz annemgile kahvaltıya gidiyoruz akşama iyi dinlen aynısından istiyoruz yazmışlar kalkıp duş aldım eczanesi arkadaşımın önerdiği viagra türü hapı ve kayganlaştirici aldım akşam bizde tekrar başladık bu sefer daha profesyonel ve istekliydi ikisi  o günden sonra her fırsatta yapıyoruz vibrator ve belden başlamalı sex oyuncağı aldık sırayla tost yapıyoruz 
345 notes · View notes
aynodndr · 1 year
Text
Tumblr media
Annem evliliklerinin ilk günlerinde akşam yemeği için babama pirinç çorbası, biber dolması ve pilav yapıyor. Yemeklerin hepsi pirinçten anlayacağınız. acemi kadın, bu işleri daha pek bilmiyor ve babam bol pirinçli sofrayı görünce şaşırıyor ama yine de kalbi kırılır, o kadar uğraşmış kadın diye hiç sesini çıkarmadan çorbasını içiyor, dolmayı yiyor, pilavdı derken '' eline sağlık hatun'' deyip sofradan kalkmak istiyor. tam kalkarken valide '' dur dur, tatlı da yaptım kocacım'' deyip dolaptan bir kase getiriyor. Babam kaseyi görünce artık dayanamayıp muhahaha diye gülmeye başlıyor. Kasede sütlaç var. Annem anlam veremiyor gülüşüne, hayırdır noldu bey diyor. Babam puhahaha halen gülünce annem de ona bakıp gülmeye başlıyor. Fakat acemi annem daha neye güldüğünü bile bilmiyor. Babam bir yandan, annem bir yandan böyle ahahaha hihihihi diye gülüp duruyorlar.
Bu gülme seslerine babaannem geliyor ''noluyo size be'' diyor. Babam da ''yok bir şey ana, sen bak işine'' diye cevap veriyor. Babaannem de '' gelin kısmı öyle ağzını sonuna kadar açıp gülmez, ayıp ayıp'' deyip odasına geçiyor.
O odasına geçince annem de kendi odasına geçip ağlıyor. gururuna dokunuyor kadının ama babam yanına gelip ''üzme sen kendini, sana gülmek yakışıyor, ben seni şu gamzen için sevdim, o gamzeni sakın benden gizleme'' diyor. Avucuna aldığı bir tutam pirinci anneme gösteriyor. Sıkıyor pirinçleri. Kaderimiz bizim bu taneler diyor , baya kızıyor ve günün sabahında annemi kolundan tutup o evden çok uzaklara (doğduğumuz yere) taşınıyorlar.
Ablam doğuyor evleniyor çoluk çocuğa karışıyor, ağabeyim de evleniyor o da çoluk çocuğa karışıyor, özetle hepimiz büyüyoruz ve biz büyürken de bizi büyütenler haliyle yaşlanıyor ve babam akciğer kanserine yakalanıyor, aynı zamanda damarlarının çoğu tıkalı olduğundan bir akşam üstü yoğun bakımlık oluyor. Gözlerini ilk açtığında karşısında annemi görüyor. Annem ağlayarak gülümsüyor.
Sonra anjiyo ameliyatları, kemoterapi derken o çok sevdiği bıyıkları dahil, saçı-sakalı her şeyini kaybediyor. Günden güne eriyip acı içerisinde zayıflıyor. Ağrıdan uyuyamıyor, geceleri yerlere çömelip halıları yoluyor, bir sürü kalp krizi ve yine yoğun bakımdan kurtulunca elinde yine annemin ellerini görüyor, annem ağlayarak gülümsüyor.
Ölmek istiyorum hanım diyor. Sana yük oluyorum...
Annem babamın olmayan saçlarını seviyor, zayıflamaktan çenesinin altında oluşan derilerini okşuyor '' o nasıl laf öyle bey, sen güçlü adamsın, pes etmek sana yakışmaz, hem dağ gibi oğulların var burada bak'' diyor.
Onlar konuşurken doktor kolumuzdan çekiyor '' son günlerini evde geçirsin, böylesi daha iyi'' diyor.
Ne de rahat söylüyor. Anneme anlatıyoruz kadın yıkılıyor. Hastanenin o son günü tekrar kocasının yanına gidip ellerini okşuyor, dişlerini sıka sıka '' iyi olacaksın merak etme sen'' diyor, babam da ağlıyor, ilk kez ağlıyor. Annem gözyaşlarını avucuyla silip'' canın bir şey istiyor mu? Ne yapim eve gidince hıh? Söyle bana'' diyor.
Yoğurtlu pirinç çorbası yap diyor. Böyle küçük çocukların hasta olunca annesinden çikolata, jelibon, pasta istemesi gibi hafif ağlamaklı, hafif tebessüm eşliğinde ''çorba'' diyor. O an çocukluğum aklıma geliyor, lapa lapa dışarıda kar yağarken uzun paltosuyla işten eve gelip sobanın karşısında dikilen o dağ gibi adamın omzundan kar alıp sobaya damlattığım günler aklıma geliyor. Sırtına binip denizde yüzdürdüğü gün aklıma geliyor, omuzunda maça gittiğimiz günler geliyor ama şimdi 3-5 merdiven çıkarken bile nefes nefese yoruluyor ve elleriyle yoğurup tırnaklarıyla yaptığı evine şimdi ölmek için gidiyor ve işin acı yanı bunu bildiği halde bilmezliğe veriyor.
Gülerek taburcu oluyor...
Artık şarjörün son mermisi, kalp krizinde son hak, gelince öleceğini biliyor ve kaza kurşununa gitmemek için '' tuvalete giderken beni bekleyin, orada olsun istemem'' diye oğullarına son ricasını yapıyor.
Üç gün geçiyor. İstediği o son çorbadan 2-3 kaşık zorla da olsa içip son kurşun sıkılıyor, yine mavi ışıklar altında hastaneye koşuluyor, orada hayatını kaybediyor.
komşular cenaze evi için tavuklu pilav yapmış. mahalle kalabalık. Bir sürü tencere... Annem pilava bakarken birden ağlamaya başlıyor, mutfakta sigara içen evlatlarına da ilk kez o yukarıdaki pirinç hikayesini anlatıyor. Yeni evliydik diyor, babanızın en mutlu olduğu gündü o gün diyor. O sessiz sakin adam yerleri yumruklamıştı gülerken diyor. Çok mutluydu diyor.
O an şok oluyorum. böyle nefesim kesiliyor. Ablam '' iyi misin?'' diye beni dürtüyor, ben saçlarımı yoluyorum.
babam o son kalp krizinde apar topar ambulansla hastaneye yattığı an aklıma geliyor, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadığı ve naaşını da morga götürdükleri akılıma geliyor. Ölüm evraklarını imzalarken cüzdanını bana teslim ediyorlar.
Elimde babamın cüzdanı hastane bankına oturmuş merak ve sıkıntıdan içini açıyorum. Babamın siyah beyaz fotoğrafını görüyorum. Hıçkıra hıçkıra öpüyorum. Sonra ufak gözünü açıyorum, orada küçük bir poşet gözüme çarpıyor, içine bakıyorum bir tutam pirinç. '' bu pirinç de ne ki?'' diyorum. Anlamıyorum.
Ertesi gün annem mutfakta bu hikayeyi anlatınca hemen babamın çekmecesinden cüzdanı alıp geliyorum. Ablam halen ''iyi misin?'' diyor. Ellerim titreye titreye cüzdanı açıyorum. Küçük pirinçli poşeti masaya koyuyorum. Belli ki babam yıllardır o pirinç tanelerini cüzdanında saklamış. O anki mutluluğunu hep yanında taşımış. annem görünce iyice yıkılıyor, herkes ağlıyor, biz öylece masadaki pirinçlere bakıyoruz, konuşamıyoruz ve o pirinç tanelerini mezarının dört bir yanına döküyoruz.
Huzur içinde yat sessiz sakin suskun adam.
4 notes · View notes
yavuzbay-fan · 3 months
Text
Tumblr media
1924-1935 ARASINDA TAMİR EDİLEN CAMİLER.
(Bin liranın altı bu listede yoktur)
İstanbul'da: Sultanahmet Camii, 50.535 lira
İstanbul: Kandilli Cami inşası, 17.000 lira
İstanbul: Fıstıklı Camii inşası,17.000 lira
İstanbul: Ayasofya Camii, 52.000 lira
İstanbul: Piri Mehmet Paşa Camii, 5.638 lira
İstanbul: Cedit Ali Paşa Camii, 10.000 lira
Kırklareli: Sokullu Camii, 12.995 lira
Manisa: Muradiye Camii, 12.000 lira
Edirne: Üç Şerefeli Camii, 7.000 lira
İstanbul: Ayakapı'da Gül Camii, 2.000 lira
İstanbul: İmrahor Camii, 1.500 lira
İstanbul: Beylerbeyi Camii, 4.000 lira
İstanbul: Cihangir Camii, 2.844 lira
İstanbul: Zeynep Sultan Camii, 4.300 lira
İstanbul: Sultan Bayezid Camii, 12.000 lira
İstanbul: Selimiye Camii, 4.620 lira
İstanbul: Yeni Camii, 1.506 lira
İstanbul: Balipaşa Camii, 8.000 lira
İstanbul: Mecidiye Camii, 2.500 lira
İstanbul: Nusratiye camii, 2.200 lira
İstanbul: Molla Çelebi Camii, 5.000 lira
İstanbul: Büyük Piyale Camii, 1.696 lira
İstanbul: Rumi Mehmet Paşa Camii, 1.800 lira
İstanbul: Mihrimah Camii, 2.071 lira
İstanbul: Teşvikiye Camii, 1.422 lira
İstanbul: Hazreti Halid Camii, 7.000 lira
İstanbul: Rüstem Paşa Camii, 8.344 lira
İstanbul: Küçük Ayasofya Camii, 2.820 lira
İstanbul: Mimar Sinan Türbesi, 6.617 lira
İstanbul: Süleymaniye Camii, 6.300 lira
İstanbul: Yeni Camii, 1.506 lira
İsanbul: Balipaşa Camii, 8.000 lira
İstanbul: Ortaköy Mecidiye Camii, 2.500 lira
İstanbul: Nusratiye Camii, 2.200 lira
İstanbul: Fındıklı Çelebi Camii, 5.000 lira
İstanbul: Büyük Piyale Camii, 1696 lira
İstanbul: Rum Mehmetpaşa Camii, 1.800 lira
Edirnekapıda Mihrimah Camii, 2.071 lira
İstanbul: Teşvikiye Camii, 1.422 lira harcanmıştır.
TAMAMLANAN CAMİLER (1941) HARCANAN PARA
İstanbul: Heybeliada Camii, 17.000 lira
İstanbul: Beşiktaş Sinan Paşa Camii, 9.982,14 lira
İstanbul: Dolmabahçe Camii, 8.936,44 lira
İstanbul: Laleli, 21.299,18 lira
İstanbul: Çemberlitaş'ta Atik Ali Paşa Camii, 15.003,93 lira
İstanbul: Edirnekapı'da Mihrimar Camii, 6.851,65 lira
İstanbul: Hırkai Şerif Camii, 1.224 lira
İstanbul: Küçük Ayasofya Camii, 589 lira
İstanbul: Çorlulu Ali Paşa Camii, 1.350.85 lira
İstanbul: Galta Okçu Musa Camii, 6.379,66 lira
İstanbul: Sütlüce'de Mahmut Ağa Camii, 1.560 lira
İstanbul: Mehmet Ağa Camii, 2.516,33 lira
İstanbul: Ortaköy Mecidiye Camii, 2.927,28 lira
İstanbul: Üsküdar'da Faik Paşa Camii, 1.500 lira
İstanbul: Kadıköy'de Cafer Ağa Camii, 1.401,67 lira
İstanbul: Kılınç Ali Paşa Camii, 4.199,35 lira
İstanbul: Fethiye Camii, 3.893,28 lira
İstanbul: Cihangir Camii, 1.519 lira
İstanbul: Nişantaşı'da Teşvikiye Camii, 8.159,90 lira
Ankara'da: Zencirli Camii, 19.470,42 lira
Ankara'da: Cenabi Ahmet Paşa Camii, 32.898,75 lira
Kırklareli: Hızır Bey Camii, 2.689,75 lira
Lülburgaz: Sokullu Camii, 3.056 lira
Edirne: Beyazıt Evvel Camii, 342.50 lira
Edirne: Sultan Selim Camii, 5.025,25 lira
Edirne: Bayezit Sani Camii, 651.25 lira
Edirne: Üç Şerefeli Camii, 2.190 lira
Çankırı: Ulu Camii, 10.993 lira
İstanbul: Mahmut Paşa Camii, 29.776,80 lira
İstanbul: Fatih'te Mesih Paşa Camii, 31.233,13 lira
İstanbul: Beyoğlu'da Ağa Camii, 22.432,30 lira
İstanbul: Sultan Selim Camii, 28.008,95 lira
İstanbul: Fatih'te Bali Paşa Camii, 64.47,55 lira
İstanbul: Eyüp Sultan Camii, 13.089,39 lira
İstanbul: Üsküdar'da Çinili Camii, 10.058,94 lira
Edirne: Havza'da Sokulu Camii, 32.548,05 lira
İstanbul: Nişancı Mehmet Paşa Camii, 4.979 lira
İstanbul: Haseki İmaret Camii, 5.308,85 lira
Zonguldak: Carnikebir Camii, 1.547,20 lira
İstanbul: Üsküdar'da Atik Valide Camii, 8.291,26 lira harcanmıştır.
TAMAMLANMAK ÜZERE OLAN CAMİLER (1941)
İstanbul: Süleymani Camii, 96.307,73 lira
İstanbul: Azapkapı'da Sokullu Camii, 58.910 lira
İstanbul: Yeni Camii, 59.989,36 lira
İstanbul: Kadırga'da Sokullu Camii, 34.992,04 lira
İstanbul: Sultan Ahmet Camii, 26.855,49 lira
İstanbul: Şemsi Paşa Camii, 34.773,40 lira
Bursa'da Yeşil Camii, 14.233,60 lira
Bursa'da Yıldırım Camii, 16.757,20 lira
Çerkeş'te Muradı Rabi Camii, 8.974 lira
Sinop'ta Alaaddin Camii, 10.000 lira
Bolu'da Yıldırım Camii, 15.451,44 lira
Malatya'da Arslan Bey Camii, 6.547 lira
Rize'de Orta Camii, 3.000 lira
Trabzon'da Hatuniye Camii, 4.290,87 lira
Kars Camii, 751.60 lira
Erzincan'da İzzet Paşa Camii, 7.408,10 lira
Bozüyük'te Kasım Paşa Camii, 48.049,69 lira
Elmalı'da Ömer Paşa Camii, 38.236,32 lira
Afyon'da Gedik Ahmet Paşa Camii, 57.904.58 lira
Kayseri'de Ahmet Paşa Camii, 28.890 lira
Yozgat'ta Çanaoğlu Camii, 15.500 lira
Diyarbakır'da Behram Paşa Camii, 15.000 lira
Divrik'te Ulu Camii, 15.000 lira
Tokat'ta Ali Paşa Camii, 9.193 lira
İstanbul: Bayezit Camii, 5.000 lira
Ankara: Hacı Bayram Camii, 502.89,71 lira harcanmıştır.
KEŞİF BEDELİ 5 BİN LİRANIN ÜZERİNE CAMİLERDEN BAZILARI:
İzmit: Pertev Paşa Camii, 35.940 lira
Samsun: Dördüncü Mehmet Camii, 41.495,29 lira
İstanbul: Ali Paşa Camii, 11.795,80 lira
İstanbul: Hoca Paşa Camii, 11.293,53 lira
İstanbul: Şehzade Camii, 28.683,35 lira
İstanbul: Fatih Camii, 63.675,50 lira
İstanbul: Üsküdar'da Ayazma Camii, 20.662,70 lira
İstanbul: Üskürdar'da Cedit Valde Camii, 10.359,90 lira
İstanbul: Kasımpaşa'da Camikebir, 17.150,05 lira
İstanbul: Eyüp'te Zal Mahmut Paşa Camii, 9.891 lira
İstanbul: Zeyrek'te Kilise Camii, 8.490 lira
İstanbul: Tophane'de Nusratiye Camii, 12.236,18 lira
Tekirdağ: Rüstem Paşa Camii, 7.815 lira
Gebze Çoban Mustafa Paşa Camii, 30.661 lira
Çorlu: Süleymaniye Camii, 12.981,10 lira
Silvan: Salahaddin Eyyübi Camii, 30.000 lira
Ladik: Bülbül Hatun Camii, 47.693,06 lira
Ladik, Sultan Mehmet Camii, 41.495,29 lira
Edirne: Bayezit Sanı Cami, 30.000 lira
Edirne: Muradiye Camii, 10.000 lira
Edirne: Üç Şerefeli Camii, 10.000 lira
Harput: Sare Hatun Camii, 10.000 lira
Antalya: Tekeli Mehmet Paşa Camii, 6.763 lira
Kilis: Canpolat Camii, 15.030,14 lira
Niğde: Alaaddin Camii, 32.562,30 lira
Kayseri: Merzifon Kara Mustafa Paşa Camii, 9.838 lira
Bursa: Ulu Camii, 39.562,30 lira
Bursa: Muradiye Camii, 15.000 lira
Bursa: Hüdavendigar Camii, 10.000 lira
Manisa: Muradiye Camii, 35.940,08 lira
İzmir: Alsancak Camii İnşaası, 25.000 lira
Afyon: Sandıkdı Çarşı Camii, 5.476,21 lira
İstanbul: Bayezit Camii, 14.596,56 lira
İstanbul: Üsküdar'da Atik Valide Şadırvanı, 9.435 lira
Konya: Sultan Alaaddin Camii, 35.000 lira
Ankara: Saman Pazarı'nda Kurşunlu Camii, 12.000 lira
İstanbul: Balat'ta Ferruh Kethüda Camii, 16.000 lira
İstanbul: Nur-u Osmaniye Camii, 20.486,90 lira harcanmıştır.
HAYRAT TERTİBİNDEN TAMİRİ YAPILAN CAMİLER
Malatya'da Arslan Bey Camii, 6.337 lira
İstanbul Sarıyer'de Çarşı Camii, 1.797 lira
Bolayır'da Süleyman Paşa Camii, 1.357,06 lira
Gebze'de Orhan Bey Camii, 1.010 lira
Konya'da Eşrefoğlu Camii, 10.000 lira
Manisa'da Muradiye Camii, 10.000 lira
İzmir'de Hisar Camii, 15.335.90 lira
İzmir'de Şadırvanlı Camii, 10.991,90 lira harcanmıştır.
Tüm bu liste, 1 Nisan 1941 tarihli İktisadi Yürüyüş adlı derginin 32. sayısından alınmıştır. Dergideki yazının ilk cümlesinde şu ifadeler yer almaktadır : ” En gayri müsait şartlar altında Vakıflar umum müdürlüğü abidelerimizin tamir işine 1.000.000 lira tahsis eylemiştir”. Devletin camileri tamiri için 1.000.000 lira ek bütçe ayırmasının dışında Atatürk’ün şahsi olarak yaptırdığı ve maddi yardım yaptığı camilerden biri Eskişehir Mihalıççık köyündeki ”Aşağı Camii” ya da ”Mihalıççık Atatürk Camiidir”.
Atatürk, Türkiye'deki hiçbir camiyi ihmal etmemiştir. Bu listeden önce Atatürk'ün 1 Mart 1923 günü mecliste yaptığı konuşmasında, ''Yapılan onarım içinde, 126 cami ve mescidi şerif ile 31 medrese ve mektep, 22 su yolu ve çeşme, 175 gelir getiren yer ile 26 hamam bulunmaktadır.'' bilgisini vermektedir. Bu tarihten sonra yapılanlar ise işte yukardaki listedir.
Yine burada küçük bir ayrıntıyı ifade etmek lazım gelir. Bakımı gereken tüm bu camiler tamir, bakım ve onarım esnasında geçici olarak kapatılmıştır. Bu sırada ise Hatay, bilindiği üzere Türkiye'ye bağlı değildi ve Hataylıları Türkiye'den soğutmak için Suriye tarafında yabancı casuslarca ''Türkiye'de camiler kapanıyor, nerede namaz kılacaksınız?'' şeklinde bir propaganda başlatıldı.
0 notes
bahriaykut · 10 months
Text
Tumblr media
Türk Mutfağının - Osmanlı Dönemi
Tarihten Günümüze Bahri Aykut
Osmanlılar döneminde, mutfak anlayışı İstanbul’daki saray ve konakların aşçılarında ihtisaslaşma yoluyla gelişerek, günümüzde uzmanlarca Türk Mutfağı olarak da kabul edilen İstanbul Mutfağı’nı meydana getirmiştir (Ertürk 1972:7).
Saray Mutfağı
Fatih Sultan Mehmet 1453’te İstanbul’u fethettikten sonra ilk iş olarak oturabileceği bir saray yapılmasını emretmiştir. Ayıca ünlü Kanunname’si ile, 1478’de tamamlanan sarayında, imparatorluğun teşrifat usulünü, protokol ile beraber yemek yeme adabını da belirlemiştir. Buna göre padişahın, vezirlerin, defterdarların ve diğer saray mensuplarının ne şekilde yemek yiyecekleri ortaya konulmuştur (Ongun 1982:139).
Saray mutfağına kısaca bir göz atarsak, Fatih zamanında dört bölümden oluşan mutfağın en önemli bölümünün, adını küçük tencereden alan “Kuşhane” olduğunu görürüz. Bu mutfakta yalnız padişaha, az oranlarda küçük tencerelerde yemekler hazırlanır ve sunulur. İkinci mutfak “Has” mutfak olup burada Valide Sultan, şehzadeler ve harem halkından imtiyazlı kişilerin yemekleri çıkarılır.
Daha sonraki bölümlerde harem mutfağı, kapıağası mutfağı, divanu hümayun mutfağı ve rütbelerine göre diğer saray mensuplarının mutfakları yer alır (Ongun 1982:139).
Saray mutfaklarının baş sorumlusu kilercibaşı, her mutfağın şefi olan aşçıbaşılar ve mutfaklarda bulundurulması gerekli malzemeyi sağlayan mutfak emini mutfak çalışmasını yürüten üçlü baş personeldir. Süheyl Ünver (1952:67) Fatih Devri Yemekleri kitabında mutfak çalışanlarını özetle şöyle anlatır:
“1478’de sarayda yüzlerce kişiye yemek veren mutfağın geniş bir kadrosu vardı. Bunların başında Mehmet Bey adlı ser zevvakin (padişah yemeklerinin tadına bakan kişi) ve Bedreddin Bey mutfak emini bulunmaktaydı. Kalabalık mutfak kadrosu şu görevlilerden oluşmaktaydı: Aşçıbaşı, aşçılar, mutfak ustaları (mütehassıs aşçılar), halifeler (kalfa ve muavinler), hassa mutfağı ustaları, hassa elekçiler halifeleri, Divan İçoğlan ustaları, ekmekçiler, mutbak sakaları, ekmekçibaşı, vekilharç, yoğurtçubaşı, kasapbaşı, kilerciler, ambar neferleri, hassa ekmekçileri, iç sakalar, kalaycıbaşı, masraf katibi, baklavacı, ekmekçiler halifeleri, saka başı, buzcu, küçük kilerci, eski saray aşçıbaşısı, eski saray aşçılar hocası, pirinççi, mumcu, Daarüssaade tabbahı (aşçısı), aşçılar bölükbaşısı, çinici, kalaycı, divan sakası, sebzeci, hasırcı, buğday ambarı kilercisi, ambarcıbaşı, helvacılar, helvacılar halifesi, turşucu, helvacılar ustası, eski saray helvacısı”.
Aynı eser mutfak teşkilatını şöyle verir: “Matbahı amirede, Sinan Bey’e tabi Cemaati zevvakin: Asıl yemeklerin nefis olması için çalışanlar.
Şükrüllah’a tabi Cemaati hubbazin: Sarayın fırınında ekmek pişirenler.
Kemal’e tabi: Cemaati tabbahin: Aşçılar.
Ayrıca hassa tabbahlar (aşçıların yamakları, şakirdleri 3 adet. Kemal aşçibaşi’ser tabbahin’idi. Helvaları yapan da ayrıdır, kadroda ‘Davut helvai’ diye geçiyor. Şerbetleri hazırlayanlar arasında İbrahim şarabi, Mehmet şarabi, birçok kilerciler, pazara yanındakilerle gidip alışveriş eden serpazar da kadroya dahildir.”
Bu düzen Türk mutfağında, Mevlevi dergâhında 13. yüzyılda başladığı görülen ekipleşmenin, 15. yüzyılda tamamen yerleşmiş olduğuna işarettir. Ünver’in de belirttiği gibi, saray mutfaklarında bütün personel yemeklerin nefis olması için özen gösterirken, bir grup da mevcut yemeklerin yeni uygulamalarla daha iyi tat kazanması için çalışırdı.
Sarayda ilk zamanlarda sade yemekler yenirse de yüzyıllar içinde âdetler değişmiş ve yüz yemeğe kadar çıkan yemek adediyle ihtişamlı sofralar kurulmuştur. Yabancı yazarların bahsettiği bu sofralardan bazıları aşağıda verilmektedir.
Bertrandon de la Borquere, İkinci Sultan Murat’ın sarayındaki yemeği şöyle anlatır: “...dairenin ortasında; içlerinde biraz koyun eti ile pirinç bulunan yüz kadar kap vardı. Padişah tahta oturduktan sonra Milan elçisi çağırıldı. Hediyeleri de arkasından getiriliyordu. Hediyeler önce yemek tabaklarının yanına kondu, sonra elleri üzerinde görülebilecek surette yukarı kaldırılarak padişahın önünden geçirildi.
Sultan II. Murat’ın önüne bir ipek havlu ve bir peşkir serildi. Kıpkırmızı yuvarlak bir meşin parçası da kondu. Buralarda sofra yerine meşin koymak âdetti. Sonra etle dolu iki yaldızlı tabak getirildi. Hademeler kalaylı kaplardaki yemekleri, her dört kişiye birer tabak dağıttılar. Bu kaplarda biraz koyun etiyle, biraz da pirinç vardı. Sofrada ekmek içecek bir şey yoktu. Dairenin bir tarafında yüksek bir raf gözüme ilişti. Üzerinde küçük, alt gözünde gümüşten büyük bir kap vardı. Bazıları kalıp buradan bir şey içiyorlardı. İçtikleri su mu şarap mı idi; anlayamadım” (Ünver 1952:52-53).
Fatih Sultan Mehmet sarayda devlet adamlarıyla yaptığı bir toplantıda sadece burani (sarımsaklı yoğurtlu sebze yemeği) ve helva ikram etmiştir. Yemek çeşitleri Yavuz Sultan Selim döneminde yirmi üç çeşide çıkmıştır; ancak, Sultan bunların hepsini görüp içinden birini seçerek yemekteydi.
Ünver Fatih Devri Yemekleri’nde (1952:53), Philippe de Frense-Canaye’nin 1573’te yazdığı seyahatnamesinden sarayda elçilere verilen daveti şöyle nakleder: “Sofranın örtüsü beyaz, peşkirler acem işi ve cain işlenmiş. Yemekte şarap yerine muattar ve çok şekerli şerbet içiliyor. Yemekler hep önceden sofraya konmuş, pirinç, envai tür sebzeler, muhtelif cins pastalar (tatlılar olsa gerek), tabaklarda dört beş tavuk, beyaz ekmek”.
İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in İstanbul’a gönderdiği tam yetkili ilk büyükelçi Edward Barton hazırladığı bir raporda Saray’da kendisine verilen yemeğin yüz çeşidi bulduğunu ve içilen şerbetin gül şerbeti olduğunu anlatmaktadır (Ongun 1982:145).
Ongun ayrıca, Mukaddes Roma İmparatorluğu’ndan II. Selim’e gönderilen elçi David’in Saray’da gümüş takımlarla yemek yenildiğinden söz ettiğini, 1741’de gelen Fransız elçisi Comte de Castellane’nin ise içine zehirli yemek konulduğunda renk değiştirdiği söylenen Çin porselenlerinden seladon takımlarla servis yapıldığını yazdığını belirtmektedir.
Daha sonralari düğün ve sünnet törenlerinde büyük sofralar açıldığı bilinmektedir. Öyle ki devletin son dönemlerinde yapılan bir sünnet töreninin devlet bütçesini sarstığı bile söylenmektedir.
Konaklar
Türk Mutfağı’nın gelişiminde rol oynayan ikinci etken konaklardır. Selçuklulardan başlayan ve Osmanlı’da devam eden, konaklardaki karşılıklı davetlerde, en iyi yemeklerin yarışmalar halinde sunulmaya çalışılması, mutfak açışından olumlu sonuçlar doğurmuştur. Ayrıca sarayda ünlenen yemekler vezirler ve diğer üst düzey çalışanlar tarafından konaklara taşınmış, konaklarda ünlenen yemekler saraya geçmiştir (Halıcı 1989:13; 1999:8).
1837’de neşredilen “Şarkın Tatlıları” adlı eserin yazarı Friedrich Unger’e İstanbul’da bir Türk konağında verilen ziyafetin yirmi üç yemekten oluşan listesi şu şekildeydi:
“1 – Acem Pilavı
2 – Kuzu Kebabı
3 – Elmasiye
4 – Etli Börek, yanında salata, havyar, kabuğu alınmış badem, turp, zeytinli salata
5 – Sütlü Ekmek
6 – Dolma
7 – Enginar Yahnisi
8 – Yaprak Sarma
9 – Baklava
10 – Yumurta Dolması
11 – Peynirli Börek
12 – Sütten pişirilen, üzerine tereyağ dökülen Tavuk Göğsü
13 – Elma Kompostosu
14 – Süzme Aşure (Buğday, şeker, badem, fıstık, tarçın karışımıdır. Kaşıkla yenir.)
15 – Tandır Kebabı
16 – Tencere Kebabı (tencere veya tavada kızartılan tavuk)
17 – Sütlü Aş (Süt, pirinç şekerden yapılır.)
18 – Dudu Dolması (Pirinç, yumurta, tereyaği ile yapılır.)
19 – Terbiyeli Çorba (İçine yumurta ve limon konulan etli çorbadır.)
20 – Elma Dolması (Elmaların içi etle doldurulur, karanfil ile kokulandırılır.)
21 – Pilav Peltesi
22 – Kayısı Hoşafı
23 – Çeşitli Şerbet ve Tatlılar
Bütün bunlar peşpeşe ve bol miktarda veriliyordu. Bazı durumlarda bu listenin değiştiğini gördüm. Müslümanların inancına göre pilav cennetteki nimetlerden imiş, onun için ziyafetlerde bol bol pilav verilir” (Unger 1986:37)
Osmanlı’da, saray nefasetinde mutfağa sahip konakların ünü yayılmış ve Sultanların ziyaretine neden olmuştur. II. Mahmut zamanında Dürrizade Şeyhülislam Abdullah Molla elaçıklığı, zenginliği, kibarlığı ve mutfağı ile ünlü imiş. Sultan II. Mahmut bir iftar zamanı vezirlerini de toplayarak, Dürrizade’nin konağına habersiz gitmiş. Sultanı karşısında gören kâhya telaşla efendisine koşmuş, durumu anlatmış. Dürrizade telaşlanmış ve “Korkma, benim yemeğimi sultana; haremin yemeklerinden iki üç tepsiyi de misafirlere çıkar” demiş. Yemekten sonra padişah yemeklerin nefasetiyle birlikte, yemek servisi ve yemek takımlarını da beğendiğini belirtmiş. Ancak pilavdan sonra gelen hoşafın diğer kaplar kadar iyi kapta sunulmamasının sebebini sormuş. Dürrizade “Kulunuz, hoşafın lezzeti bozulmasın diye buz parçalarını hoşafa attırmıyorum, hoşaftan buzlu kâse yaptırıp hoşafı onun içine koyduruyorum” demiş (Ali Rıza, tarihsiz: 134).
Osmanlı konaklarında da saraydaki gibi etçi, börekçi, tatlıcı, ekmekçi vb çeşitli ustalar görev yapmakta ve konak halkına daha nefis yemekler yapmak ve yaratmak kaygısı içinde idiler.
Konaklarda bazı yemeklerin yapımıyla ilgili zarif gelenekler vardı. Bunlardan biri de Ramazanlarda çok yapılan güllaçtı. Konakta kaç aşçı olursa olsun, güllaç evin hanımefendisi tarafından yapılırdı. Sofraya güllaç geldiğinde yemekte bulunanlar güllacın evin hanımının zarif elleriyle yapıldığını bilir ve zevkle yerlerdi (Halıcı 1989:148).
Günümüzde de konaklarda Selçuklulardan gelen ve Oslmanlı zamanında gelişen yemek geleneği aynı biçimde sürmektedir. Türk Mutfağı en güzel şekilde evlerde yaşamaktadır.
Aşçılar
“Aşçı-başının gözü çok tok ve gönlü zengin olmalı; temiz olduğu gibi yüzü ay gibi parlamalıdır.
Aşçı temiz olursa, temiz yemek verir; yemek temiz olursa seve seve yenilir” (Hacıp 1972:210).
Geleneksel kültürümüzde aşçılık önemli ve saygın bir meslek olarak kabul edilmiştir. Bu en güzel şekilde Mevlana’nın Ateş-baz-ı Veli’ye gösterdiği saygı ve sevgide görülmektedir.
Anadolu’da yaygın bir inanışa göre her mesleğin bir piri vardır. Neyzenlerin piri ilk defa çobanlık yaparken kaval çalan Musa peygamber, demircilerin piri Davut peygamber, balıkçıların piri Yunus peygamber, terzilerin piri İdris peygamber gibi... Aşçıların piri ise ilk defa “baba çorbası” diye adlandırılan buğday çorbasını pişiren, sonra buğdaydan ekmek yaparak yiyen Âdem peygamberdir (Kahraman ve Dağlı 2006:528). Konya’da ise Hz. Mevlana’nın aşçısı Ateş-baz-ı Veli aşçıların piri kabul edilmektedir. Buhari Hazretleri de aşçıların piri olarak anılmaktadır; Semerkant yakınlarında Hartenk’te vefat etmiştir (Kopuz 2006:173). Her ikisinin türbesi de ziyaret yeridir.
Selçuklular döneminde aşçı dükkânlarından, baş kebabı yapan kebapçılardan söz edilmiştir (Mevlana 1957-60; 1985). İstanbul’da çeşitli loncalara sahip aşçılar çeşitli bölümler ve alt bölümler halinde eski yemeklerin günümüze kadar gelişerek ulaşmasında rol oynayan kurumlardır. Ahmet Kal’a (1998:18-50) İstanbul Esnaf Birlikleri ve Nizamları adlı eserinde “Teşkilatlanmış esnafın müşterek odasına veya meclisine ‘lonca’ ismi veriliyordu” açıklamasını yapmaktadır. Aynı eserde loncaların her mensubunun bir meslek sahibi olmasını şart koşan Ahi’liğe dayandığı; Ahi’liğin ise fütüvvet teşkilatını örnek alarak geliştirildiği belirtilmektedir. Loncalar yiyecek kalitesini bozmadan geliştirmeye çalışarak, Türk Mutfağı’na olumlu katkıda bulunmuşlardır. Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde, İstanbul’da bütün yiyecek içecek esnafını geniş bir biçimde anlatmıştır.
Osmanlı’da loncalar her türlü eğlence törenlerinin vazgeçilmez bir parçasıydı. Yiyecek, içecek loncalarının bayraklarla resmi geçitlerde yer almaları Levni ve diğer minyatür sanatçılarının eserlerinde büyüleyici güzellikte resmedilmiştir.
Osmanlılar döneminde yiyecek maddelerinin en iyilerinin İstanbul’a taşınması ve çok sıkı bir kontrol sistemiyle kötü mal satımının önlenmesi (D’ohsson, tarihsiz: 36), ayrıca konaklarda olduğu gibi aşçı ve tatlıcıların da kendi aralarında rekabet ve en iyiyi sunma gayreti bu olumlu katkının nedenidir.
Eski İstanbul’dan günümüze uzanan tatlıcıların en özgün olanı muhallebicilerdir. Tavuk çorbası, tavuklu pilav ve tavuk göğsünün yanı sıra sütlü ve hafif tatlılar da yapan bu muhallebicilere şimdilerde İstanbul’da nadir de olsa rastlanmaktadır (Halıcı 1989:14).
Burada seyyar satıcılardan da söz etmek gerekir. Eski İstanbul’da bir çeşit yiyecek maddesi yapıp satan çörekçi, börekçi, simitçi, kâğıt helvacı, poğaçacı, lokmacı, gözlemecı, lokum ve şekerlemeci, her türlü helvacı, kelle-paçacı, seyyar kuskuscu, köfteci, kokoreççi vb arasında en özgün olanı, günümüzde de hâlâ devam eden kayıkta balık tava satan seyyar satıcılardır. Bu satıcılar, eskiden İstanbul’un temiz denizinde yakaladıkları balıkları hemen ayıklayıp deniz suyunda yıkadıktan sonra yine kayıklarında bulunan ocak üzerinde unlayıp yağda kızartarak, yarım ekmeğin içine maydanozlu soğan piyazıyla koyarak satarlardı. İskelede hareket etmek için bekleyen gemilerin yolcuları ya da kıyılardaki kalabalıklar için denizden yaklaşan kayıktan balık alıp yamek büyük bir zevkti (Halıcı 1989:16).
Yayınlar
Türklerin “yediğin, içtiğin senin olsun, gezip gördüğünü bana anlat” cümlesiden de anlaşılacağı gibi yiyecekten, yemekten fazlaca bahsetmenin ayıp kabul edilmesi, mutfakla ilgili yayınların az olmasının da nedenidir. Dolayısıyla, saray, konak ve yüksek sayıda loncaya sahip aşçı, tatlıcı vb kurumların kuşaktan kuşağa geçirdikleri pratik mutfak, Türk Mutfağı’nın gelişimi kadar bugüne gelmesinde de etkilidir.
Eski bulgulara göre yemek tarifi veren bazı sözlükler ve tıp kitaplarındaki tarifler dışında ilk yemek kitabı bir çeviri eser olan ve Şirvani’nin Arapça Kitabut-Tabih adlı eserden 15. Yüzyılda çevirdiği tahmin edilen Tabh-ı Etimme’dir (Kut 1984). On sekizinci yüzyılda Şeyhülislam Paşmakçızade Abdullah Efendi’nin torunu tarafından hazırlanan “Ağıdiye Risalesi” (Kut 1985); aynı yüzyıla ait, yazarı belli olmayan “Yemek Risalesi” (Sefercioğlu 1985) dikkati çeken yazma eserlerdir. 1884’te Mehmet Kâmil tarafından hazırlanan Melceü’t-Tabbâhîn eldeki bulgulara göre taş baskı ilk yemek kitabıdır. Aynı eser sonraları Türabi Efendi tarafından İngilizce’ye de çevrilmiştir. (Kut 1985) Feyzi Halıcı tarafından yayımlanan Ali Eşref Dede’nin Yemek Risalesi de önemli bir eserdir (Halıcı 1992). Bu eserden sonra Cumhuriyet dönemine kadar zaman zaman yemek kitapları yayımlanmıştır.
Bahri Aykut
0 notes
gelecegeak · 1 year
Text
Küçükken valide hanım büyük olanı nazaran bana daha çok sevgi ve ilgi gösterirdi. O her zaman iyi yapardı ve iyi yapması alışkındı ama benim için öyle değildi. Benim de her zaman iyi olmam için hep beni desteklerdi. Sorun şu ki ben küçükken Valide Hanım'ın en küçük kardeşi gelip bana büyük olana nazaran daha çok ilgi gösterildiğini Valide Hanım'ın burada yanlış yaptığını anlatıyordu. Ben bunun için her zaman kendimi suçladım. Ne zaman aklıma gelse gene kötü olurum. Saçma bir şekilde ona daha fazla motivasyon verilseydi belki daha iyi olabilirdi düşüncesindeydim hala da öyleyim. O zaten iyi, çok çok iyi, ama daha da iyi olabilir. Yani olabilirdi o zamanlarda da.
0 notes
kppcomofficial · 2 years
Text
Solana Doğrulayıcıları, SOL Yatırımcılarının İyi Kazançlar Elde Etmelerine Yardımcı Olabilir mi?
Tumblr media
Solana, karbon nötrlüğüne derinlemesine odaklanan sayısız blok zinciri arasında yer alıyor. Özellikle iklim değişikliğinin daha acil bir konu haline geldiği günümüzde önemli bir husus. Ne yazık ki, yakın tarihli bir enerji kullanım raporu, karbon ayak izinin arttığını ortaya koydu. Mart 2021'den Mart 2022'ye kadar yıllık bazda arttı. Sonuç, ağın daha düşük karbon ayak izi planlarına aykırıydı. Rapor, SOL'un karbon emisyon istatistiklerindeki değişiklikleri etkileyen birçok nedenden bahsediyor. Doğrulayıcı düğümler tarafından donanım üretimi ve güç tüketimi nedeniyle gelişmiş veri doğruluğu ve artan e-atık içerir. https://twitter.com/solana/status/1572225453858983938?ref_src=twsrctfwtwcamptweetembedtwterm1572225453858983938twgr1c235e3f40deca7d75360675fb2682f59154979etwcons1_&ref_url=httpsambcrypto.comcan-solana-validators-help-sol-traders-to-earn-good-returns Araştırmaya göre, SOL doğrulayıcı düğümlerinin enerji tüketimi yaklaşık oranında düştü. SOL, bunu karbon ayak izini azaltmaya yardımcı olabilecek alanlardan biri olarak görüyor. belirtti, “Bu analiz, tüm Solana ağını bir saat çalıştırmanın tek bir Bitcoin işleminden daha az enerji kullandığını buldu.” Şirket, daha fazla sürdürülebilirlik arayışında tüm ekosisteminin rolünü kabul etti. Ayrıca, bu arayışta doğrulayıcıların önemini kabul etti. Ağ, doğrulayıcıları emisyonların azaltılmasında aktif bir rol oynamaya çağırdı. https://twitter.com/solana/status/1572225459127218180?ref_src=twsrctfwtwcamptweetembedtwterm1572225459127218180twgr1c235e3f40deca7d75360675fb2682f59154979etwcons1_&ref_url=httpsambcrypto.comcan-solana-validators-help-sol-traders-to-earn-good-returns Burada, enerji verimliliğinin ve düşük karbon ayak izinin gelecekte giderek daha önemli bir rol oynayacağına dikkat edilmelidir. Bu özellikle blockchain endüstrisi için geçerlidir. Yüksek verimli ve sürdürülebilir bir blok zinciri ağı, potansiyel dapp'ler için daha çekici olacaktır. Başka bir deyişle, bir ağın karbon ayak izi, benimsenmesi ve kullanımı üzerinde önemli bir etkiye sahip olabilir. Daha yüksek bir fayda seviyesi, daha güçlü fiyat hareketine katkıda bulunabilir. Fiyat hareketinden bahsetmişken, Solana'nın SOL'un performansını desteklemek için uygun bir karbon ayak izinden daha fazlasına ihtiyacı olacak. Kripto para birimi, 21 Eylül'de, basın zamanında, 31.80 dolardan işlem gördü. SOL'un mevcut fiyat seviyesi, 2022'deki en düşük fiyat seviyesine yakın ve bu yıl şimdiye kadarki düşük performansının altını çiziyor. Bu aynı zamanda SOL'ü üçüncü çeyrekte en düşük performans gösteren kripto para birimlerinden biri yapıyor. Performansı, indirimine rağmen son birkaç ayda azalan bir ilgiyi yansıtıyor. Muhtemelen ağın operasyonlarını etkileyen önceki sorunlardan dolayı. SOL'un yatırımcıların güvenini yeniden kazanması için uzun bir yolu var ve daha küçük bir karbon ayak izi bunu kesmeyebilir. Kripto Para Borsası Binance’de hesap açmak için tıklayın! Tüm gelişmeleri anlık almak ister misiniz? >>> Hemen Telegram, Instagram, Twitter hesaplarımızı takip ederek bildirimleri açın, gelişmelerden ilk siz haberdar olun! Not: Bu sitede yazılan makale içerikleri tamamen yorum ve analize dayalıdır. Hiç bir şekilde yatırım tavsiyesi değildir. Read the full article
0 notes
reallifesultanas · 3 years
Text
The myths around Kösem Sultan's execution / A Köszem szultána halála körüli legendák
One of the most frequently discussed topics about the Sultanate of Women is the brutal execution of Kösem Sultan. Usually, the casual people think that she was assassinated by her son-in-law Turhan Hatice Sultan during a long power struggle. We have plenty of accounts of the events, but there are quite a few of them that are contemporary. In this post, I would like to summarize what we know, who were the characters of the events, and what might have happened that night. In the comments section or in Tellonyme, I look forward to everyone's opinion and comment about the topic so that we can discuss it! :) If you don't know Kösem Sultan, you can read her biography HERE.
What do we know for sure?
- After Ibrahim's dethronement and execution, Kösem Sultan became a regent to her grandson Mehmed IV. - Turhan, Mehmed’s mother, and Kösem Sultan were on different sides during the political games. - Kösem Sultan was killed by her enemies on September 2, 1651. - Turhan Hatice became the new regent, Kösem Sultan's executioners were not punished, but her supporters were soon killed.
Backstory
Kösem Sultan came to power for the second time in February 1640. Along with her crazy son, Ibrahim I, she began to rule the Ottoman Empire as regent. Everyone loved her, she had a huge experience in rule, she did a lot of charity. Everything seemed perfect, but her son, Ibrahim, soon came under the influence of bad advisers. Cinci Hoca was a religious leader in occult sciences who took advantage of the Sultan’s mental problems and seriously influenced him. As a result, the Sultan executed his Grand Vizier in 1644 and exiled his mother. He originally intended to send his mother to the island of Rhodes, but eventually, his concubines persuaded him to send her only to another palace. Kösem Sultan spent the next few years there in exile, but during that time she corresponded regularly with the statesmen and tried to keep everything under control. She probably wrote her well-known letter to Hezarpare Ahmed Pasha here, saying, "In the end, he will not leave you or me alive and we will lose control of the state again, thereby destroying our society." The situation deteriorated to the point that in 1647 Kösem Sultan and the new Grand Vizier, Salih Pasha and Seyhülislam Abdürrahim Efendi tried to dethrone Ibrahim but they failed. The next year, both the Janissaries and the Ulema joined the rebellion, and on August 8, 1648, the mad sultan was easily dethroned and imprisoned and his followers were removed from positions.
Ibrahim was succeeded by his son, Mehmed, who was barely 6 years old, andso he needed a regent. The statesmen asked Kösem Sultan for the honorary task. The position of regent was usually held by teachers, pashas, or mothers (in the case of Mehmed II, the Grand Vizier was regent; in Ahmed I, his mother and teacher; in Murad IV, and Ibrahim's case their mother), so Kösem Sultan was the first grandmother to become regent. According to the most accepted opinions, this happened because Mehmed’s mother, Turhan Hatice, was not even 25 years old at the time, too young and inexperienced to run the empire. Anyhow Kösem Sultan started her third regency and she constantly disregarded Mehmed’s mother, Turhan. Because of Turhan’s youth, she might truly would not have been the best regent, yet she had every right to control the harem. Kösem Sultan, however, did not allow this to the young woman either. So Turhan, in vain was the mother of the reigning sultan, all her duties were ruled by Kösem Sultan. Kösem Sultan gained more and more enemies both in the divan and the harem, so both places split into two sides: Kösem Sultan and her supporters and Turhan Sultan and her supporters.
Tumblr media
Two opposite sides and characters
Kösem Sultan and her supporters
Kösem Sultan ruled the empire as a regent for decades, and when she was not a regent, she followed events as valide sultan. Earlier in her life, she worked together with most of the pashas. During her first regency, she said that she, as the representative of the ruler, intended to be there at the divan meetings in person. This was not allowed by the pashas and so she was forced to accept. During her third regency, however, she was not bowing before anyone’s will. She had lost all her sons, buried at least one daughter, sacrificed her whole life for the empire, so then she refused to compromise on anything anymore. She wished to rule the empire as an absolute monarch. And in the divan she dismissed everyone who disagreed with her. More and more people began to debate her right for ruling. One of her well-known divan speeches happed around this time. Kösem Sultan accused the Grand Vizier Sofu Ahmed Pasha of wanting to kill her, then she continued: “Thank God I survived four rulers and I ruled for a long time myself. The world will neither collapse nor reform with my death.”
Kösem Sultan went too far. She didn't just change the pashas she did not like but replaced them with Janissary officers. The Janissaries have served her with allegiance since the first regency of Kösem Sultan. Back then, in 1623, she went against everyone and gave the Janissaries a huge amount of money after Murad IV's accession to the throne. Although there were rebellions and disagreements, basically the Janissaries - but at least some of their corps - were loyal to Kösem Sultan. Representation of the Janissaries has been a thing for centuries, but to make Janissaries — or simply soldiers — vizieres was too much. Pashas learnt a lot and bore a lot to reach the highest possible positions and they were aware of how to be good veziers. This was their only aim and Kösem put Janissary officers there instead of educated statesmen. Everyone in the divan felt that Kösem Sultan wanted to build a military rule so that she could lead the empire in a way she liked. Thus, by 1651, only a few corps of Janissaries were actually on the side of Kösem in political terms. Although the people still loved her for her generous charity, in political terms their support did not mean much.
In addition to the growing tension with the pashas, Kösem Sultan had a rival in the harem also. Although most sources treat it as a fact that the relationship of Kösem Sultan and Turhan was terrible, there is no evidence to that effect. The relationship between the two of them only began to deteriorate over time, but in general, it can be said that Kösem Sultan just did not care about Turhan at all. She certainly looked down on her and didn't think much about Turhan. Kösem Sultan, although she had her own harem staff, did not have the most influential eunuch. Moreover, some said most of her servants also found her unworthy after realizing the way she treated Turhan. Perhaps it is no coincidence that so many sources mention a servant named Meleki Hatun, who famously switched sides and betrayed Kösem Sultan and began to strengthen Turhan’s side.
Tumblr media
Turhan Hatice Sultan and her supporters
Turhan Hatice had more allies and so was in a better position in the harem than Kösem Sultan. She received help from an influential eunuch, Suleiman Agha. Suleiman aga was the leader of the harem agas, an ambitious eunuch with great power and contact system, with significant political influence. The harem was actually torn in two, thanks to the supporters of Kösem Sultan and Turhan Hatice. Both sides had their own chief eunuchs, which caused immense chaos within the harem, people did not know whose instructions to follow. And although the title of Valide Sultan belonged to Turhan Hatice as the mother of the sultan, the vernacular referred to her only as “small valide,” while Kösem Sultan was called “big valide”. Suleiman Agha's support, however, was worth its weight in gold. The eunuch looked primarily at his own interests throughout his life, and he had a great understanding of how to exploit and influence people. This is precisely why the possibility arises that it was Suleiman who set Turhan up and turned her against Kösem Sultan. Perhaps it was Suleiman who - hoping for his own rise from the young valide - persuaded her to take what was her right. In addition, Suleiman Agha was very liked by the young sultan, becoming a kind of father figure for the boy. Of course, it is not my intention to underestimate the role of Turhan in the events, but at the same time, I feel that the role of Suleiman Agha is actually underrated and I would like to make that clear. I’m not saying Turhan was a naive girl led by the evil Suleiman Agha, I just think that without Suleiman’s support and incitement, Turhan probably wouldn’t have, or much later, confronted Kösem Sultan.
In addition to Suleiman, three other major eunuchs also sided with Turhan: Hoca Reyhan Agha, Lala Hajji Ibrahim Agha, and Ali Agha. Hoca Reyhan Agha was closest to Turhan as his associate and religious leader, but Lala Hajji Aga was also a long-term partner in Turhan’s life. In addition to the eunuchs, we must also mention Meleki Hatun, whose legend is well known. According to this, she was the one who betrayed the plan of Kösem Sultan to Turhan, thus saving the little Sultan Mehmed from death and dethronement. However, the reality is probably less romantic. It is unlikely that a previously insignificant, never-ever mentioned servant like Meleki would have known about Kösem Sultan's plans and so could betray her. Certainly, Meleki was given a bigger role in the legend than she actually had. Maybe Meleki has agreed to be a scapegoat, testifying against Kösem Sultan if she gets goods in return. Given what a huge fortune Meleki gained after Kösem Sultan’s death, we can’t rule out this option either. Even if Meleki brought supporters for Turhan within the harem, she could have had quite a bit of an impact on the whole event. In addition to Turhan, the key figure was Suleiman Agha, who also had a close relationship with the divan, so he could easily connect members of the divan who were dissatisfied with Kösem Sultan. The most influential supporter was none other than the Grand Vizier, Siyavuş Pasha, but practically the entire divan turned against Kösem Sultan so far. It should also be mentioned that although most formations of the Janissaries were impartial or were on Kösem Sultan's side, the Sipahies tended to the group of Turhan and her supporters.
Tumblr media
What led to the tragic night?
Before turning to the immediate causes, we need to jump back a bit in time to better understand Kösem Sultan's behavior. As is well known, Ibrahim I was succeeded by his son, Mehmed, barely 6 years old, who needed a regent. The statesmen asked Kösem Sultan for the honorary task. However, the request was rather strange. Why is that? The regent position was usually held by teachers, pashas, or mothers, and Kösem Sultan was none. Moreover, Kösem Sultan rejected the request for the first time on the grounds that she no longer has the strength to rule further.
Why did Kösem Sultan take on the task? Did she really want to retire?
To understand Kösem Sultan's thoughts, we need to jump a little further back in time. Kösem Sultan was in exile for years during Ibrahim's reign. From her exile, she repeatedly attempted a coup against her own son. From one of her surviving letters in exile, it is clear that she was part of the coup that eventually dethroned her son. Outwardly, however, she showed a very different picture. After Ibrahim was shut down, they wanted to put his son, Mehmed, on the throne. Kösem Sultan then met with the statesmen at Topkapi Palace to discuss with them what Ibrahim's fate should be. They negotiated for hours, but Kösem Sultan all along refused to give Ibrahim's eldest son to the statemen. The statesmen had to publicly convince Kösem Sultan for hours. Kösem Sultan who had previously done everything to dethrone her son is now standing by his son. Why? Of course, we will never know exactly what happened in her mind. However, it seems probable, that Kösem Sultan wanted to keep the image of a loving mother in front of the soldiers and the people. If she would just agree to Ibrahim's dethronement and Mehmed's enthronement that would be strange from a loving mother. Therefore, she held a sham debate with the pashas not to lose the sympathy of the people, but at the same time to keep the empire safe. Kösem Sultan was an experienced politician who was able to rule for years, and her loving and caring mother image was essential to that. Thus, with Kösem Sultan's consent, Sultan Ibrahim was eventually closed up and Mehmed has proclaimed their new sultan. Perhaps the first rejection of regency in 1648 was also part of a play like this. Kösem Sultan maybe felt the people expect this of her, so she offered to retire, while maybe in the background she had already agreed with the pashas.
And why did the members of the divan let Kösem Sultan to be the regent? After all, any of the members of the divan or even Mehmed's teacher could have applied for the task. And that would give huge power to them. So why did they give this opportunity to Kösem Sultan?
Ibrahim I was executed on August 18, 1648. Some say Kösem Sultan gave her consent to the execution but it cannot be ruled out that the execution took place behind her back. As I mentioned above, the mother of the dethroned or assassinated sultans has traditionally retreated to the Old Palace, where they lived their remaining years politically inactive. In her case, however, this did not happen. This raises the possibility that Kösem Sultan was unaware of Ibrahim’s execution and the pashas tried to reconcile the shattered woman with this gesture. Maybe Kösem gave her consent, knew what will happen, but still in the end she couldn't bear the pain. Either way, after the execution Kösem Sultan has changed. She turned against the pashas with whom she had always cooperated before. Whichever version is true, we can clearly see that the Kösem Sultan who became a regent to Mehmed IV, was no longer the same woman who had previously been considered the beloved mother of the empire.
But who ordered the execution of Ibrahim? Do we know? No, we do not know. Actually any of the statesmen could do it, but either Suleiman Agha or Turhan Sultan could make the little sultan to sign the fetwa petition and then send it to the Seyhülislam to authorize. Anyhow, the fetwa was authorized with full right, as Ibrahim was very harmful to the empire.
Tumblr media
The murder
As can be seen from the above summary, Kösem Sultan was trying to build an absolute monarchy in which no one but a few Janissary corpses supported her, so a huge team gathered against her. According to the well-known version, over time, the strife between Kösem Sultan and the statesmen escalated to the point that, with the support of Turhan Hatice, the statesmen tried to remove her from her position. Kösem Sultan in response to this planned to dethrone Sultan Mehmed and put her other grandson on the throne instead. To do this, she wanted to let the Janissaries into the palace so that they could carry out the coup at night, which is why she left the gate to the harem open for the night. However, Kösem Sultan's plan was revealed to her enemies. According to some it was a servant named Meleki Hatun, who betrayed Kösem and told her plans to Turhan. Thus, as soon as the men of Kösem Sultan opened the gate on September 2, 1651, the men of Turhan Hatice, led by Chief Eunuch Suleiman Agha, closed it and sent an execution squad to the residence of Kösem Sultan. When she heard knocking on her door Kösem Sultan thought that her own allies had come, so she shouted at them, “Have you come?”. However, instead of the voice of the Janissaries, she heard the voice of the eunuch Suleiman Agha, which made her panic and flee. It’s not exactly known if she did get out of her apartment and if yes then how because the descriptions don’t match. Some said she hid in a closet inside her apartment, others said she tried to get to the Janissaries, but she couldn’t get through the closed gate, so she finally hid in the room next to the gate.
The execution squad, which consisted of several eunuchs (Suleiman Agha, Hoca Reyhan Agha, Lala Hajji Ibrahim Agha, and Ali Agha, as well as some unknown eunuchs) continued the search. Kösem Sultan hid in a closet from which the edge of her dress protruded, revealing her hiding place. When they found her, she threw money at her executioners, trying to pay them off, but she had no chance against Turhan's loyal men. Legend has it that while the men tried to capture and strangle the valide sultan they ripped out her diamond earrings - which she had received from Sultan Ahmed - from her ears; torn apart her clothes as they tried to take away the precious ornaments from her. Kösem Sultan beyond her sixties fought very hard but in the end, the eunuchs overcame her. Some say she was strangled with her own hair, others said with a curtain. She survived the first strangulation attempt but did not survive the second.
Tumblr media
However, there are several points in the story above that raise doubts:
- Kösem Sultan's problem was not Mehmed but was the pashas, Turhan and Suleiman Agha. Then why didn't she get rid of them? Wouldn’t it have been easier and more logical to kill these people than to dethrone one child sultan for the benefit of another child? Of course, we can justify this with the fact that Kösem Sultan was no longer sane, so let’s not even look for logic in her actions. However, it may also raise the possibility that perhaps Kösem Sultan was completely or at least partially innocent throughout the series of events. She may not have planned anything with the Janissaries, the whole plan was only invented by Turhan and her men to legitimize their own actions. However, it contradicts that the Janissaries were indeed preparing to gather on the tragic night, and it is unlikely that Turhan and her team could successfully cheat the Janissaries without Kösem Sultan realizing it. It is possible that Kösem Sultan was indeed prepared for a minor coup, but it was perhaps not directed against Mehmed. Kösem Sultan had to realize that besides the pashas, Suleiman Aga was behind the "rebellious" behavior of Turhan and Mehmed. I think Kösem Sultan planned a smaller coup in which she would have got rid of the eunuchs and servants she didn’t like and would have scared Mehmed and Turhan. This would have ensured her own power and that neither Turhan nor Mehmed would question her anymore.
Tumblr media
- Why was Kösem Sultan killed in such a strange way? After all, the lawful, usual method of execution was by an execution squad with Seyhülislam fetwa and silk/bow string. (It is important to note, however, that female members of the dynasty have not been executed before, women have typically been punished only with exile.) Kösem Sultan in contrast was killed by inexperienced eunuchs, with a kind of fake fetwa, and by her own hair or a curtain. The question arises that perhaps the execution of Kösem Sultan was not even planned. If the execution would be planned, executioners could clearly kill her after a legal fetwa. About the fetwa... There was, of course, a fetwa, but the temporality is somewhat disturbed by the fact that the Seyhülislam was replaced by one of Turhan's trusted men just when the execution took place. Precisely because of this, and because of the unusual brutality of the execution, there is a possibility that perhaps the execution of Kösem Sultan was not originally planned, only things slipped out of control, and in the heat of the moment, the Eunuchs executed Kösem Sultan. In retrospect, to legalize the events, they produced a fetwa with the new Seyhülislam.
Tumblr media
- But then who and why did finally decide that Kösem Sultan should die? Turhan was not present at the events, and since the murder was not planned in advance - based on the fetwa and executioners - I would remove her from the list of suspects. Of course, it cannot be ruled out that Turhan Hatice Sultan and Suleiman Agha talked about this possibility also. It is more probable, however, that they originally merely wanted to scare Kösem Sultan, to show her that she had been exposed, that time had passed over her. In my opinion, Turhan hoped that Kösem Sultan would admit her defeat and simply retire to the Old Palace. It would have been too risky to kill a venerate and beloved valide, especially knowing that none of the female members of the dynasty had ever been executed before. They probably wanted to resign her, but so far there was nothing to lose for Kösem Sultan. The only thing that still made her vivid was power, so she certainly objected to the idea of ​​forced retreat. When Suleiman Agha realized that Kösem Sultan was not listening to them, perhaps out of fear, he decided they had to kill her. After all, if the enraged Kösem Sultan had come out of the palace, Suleiman and the other eunuchs would have found themselves headless at once. Although there is no evidence of it, my personal opinion is that Suleiman may have wanted this from the first minute, as he knew full well that Kösem Sultan would never retire. Either way, the eunuchs eventually defeated and executed the elderly valide in a way that could not be called professional at all.
Tumblr media
- Can we completely rule out that Kösem Sultan was executed with a truly legal fetwa and by an execution squad? Unfortunately, this cannot be ruled out either. The English ambassador, for example, reported that an execution squad had killed Kösem Sultan after a fetwa requested by the young sultan. He said that the execution happened in front of Mehmed eyes. We must admit though that the English ambassador was not among the best-informed ones. It is likely that everyone at the time believed that the fetwa was pre-issued. Only later, after historians’ research, it became very possible that the fetwa was presumably made after the execution of Kösem Sultan. It is not seems reasonable that Kösem Sultan would have been executed before the eyes of her 10-year-old grandson, Mehmed. Turhan tried very hard to protect her son, unlikely to have exposed him to such a trauma. Mustafa Naima agrees with the English ambassador that the execution was planned in advance, but he said it was not the eunuchs but an execution squad that killed Kösem Sultan. However, then why was the execution brutal? Why wasn't there a silk/bow string? Why was it performed by unfit eunuchs?
Tumblr media
The aftermath of the murder
To prevent any resistance, during the night, Turhan Hatice and her men removed all statesmen who would have endangered them. The first man to be appointed that night was Ebu Said Efendi, the new Seyhülislam. He was the one who eventually issued the fetwa for the execution of Kösem Sultan (in retrospect). Turhan then sent a message to all statesmen and soldiers to immediately go to an audience where they would take allegiance to Sultan Mehmed. Most, out of fear or out of sincere feelings, immediately approached the Sultan, and those who did not, the new Seyhülislam issued a fetwa for them. Thus it became lawful to execute the supporters of Kösem Sultan, since they did not appear before the Sultan either. And the rebellious Janissaries were thus stigmatized as traitors and were legally executed. For commoners, they became the scapegoat for the death of Kösem Sultan. After the murder, Kösem Sultan was transported to the Old Palace, where her body was prepared for the funeral. She received an imperial funeral, and the people of Istanbul voluntarily held 3-day mourning, closing all shops and stores. Kösem Sultan has always been popular among the people, but interestingly the same people did not turn against Turhan because of the death of Kösem Sultan, in fact, Turhan became as loved and revered valide sultan just as Kösem Sultan was.
What happened to the real culprits? Turhan and Mehmed escaped, of course, but it is questionable whether they had any part in the murder at all. It is true that a rebellion in 1656 seriously shook their power, but in the end, they did not lose it. The main reasons for this were the weak Grand Veziers, the resurgent Celali rebellion, and the war with the Venetians. Due to the war people of the capital did not get enough grain, the soldiers were not properly paid, but ordinary people were also increasingly dissatisfied, especially angered by the extreme wealth of those close to the Sultan. Eventually, under the leadership of the Janissaries and Spahis, the people revolted on the fourth of March 1656. During the rebellion, several of those close to the sultan were brutally executed, the whole capital was ravaged. The mob hung all 31 people on trees next to the Blue Mosque. Among them was Meleki Hatun, whom the sultan especially loved. Although the capital has been shaken by riots in the past, such a rebellion has never happened before. Not only did the soldiers revolt, but the people also stood by the soldiers as one. Everyone closed their shops, a general strike took place during the rebellion.
Suleiman Agha was no longer in power when the rebellion took place and perhaps this held his head on his neck. After the assassination of Kösem Sultan, he became the chief black eunuch, but he could only enjoy the position until July 1652. Suleiman continued to stretch beyond his blanket, trying to change political issues that had nothing to do with him. Turhan Hatice also began to realize that Suleiman was not on their side at all, but only on his own. Of particular interest is that Lala Ibrahim Agha convinced Turhan of this, who himself took part in the execution of Kösem Sultan. Lala Ibrahim Agha was Turhan’s personal eunuch and he never longed (or wisely didn’t show her) for a higher position. Turhan was thus finally dismissed Suleiman Agha in 1652 and exiled him to Egypt. The refined eunuch even invented himself in exile, growing into an influential figure who became one of the main figures in Cairo’s local politics. He died in 1676/7.
Tumblr media
Epilogue
We will probably never know exactly what led to the execution and how it took place. Nor was my aim with the post to present a perfect solution in the manner as Hercule Poirot usually does. I merely wished to shed light on the fact that the generally known and accepted theory should be regarded with some healthy doubts. The fact that it is the most generally accepted theory, does not mean it is the most thorough. There are plenty of question marks, dubious information which makes it clear that this whole situation was more complicated than two women fighting for domination over the harem.
Kösem Sultan was the sultana who broke the highest, who could have been at the top for a long time, but from the great heights, she finally fell down and became the only murdered valide sultana ever. Kösem Sultan had several titles during her life: Naib-i Sultanat (regent of the Ottoman Empire), Umin al-Mu'minin (mother of all muslims), Büyük Valide Sultan (great Valide Sultan), Valide-i Sehide (martyred mother), Valide-i Maktule (murdered mother), Valide-i Muazzama (magnificent mother).
Tumblr media
Used sources:  M. Kocaaslan - IV. Mehmed Saltanatında Topkapı Sarayı Haremi: İktidar, Sınırlar ve Mimari; L. Peirce - The Imperial Harem; Ö. Kumrular - Kösem Sultan: iktidar, hırs, entrika; C. Finkel - Osman’s Dream: the History of the Ottoman Empire; M. P. Pedani - Relazioni inedite; N. Sakaoğlu - Bu Mülkün Kadın Sultanları; G. Börekçi - Factions and Favorites at the Courts of Sultan Ahmed I and His Immediate Predecessors; F. Davis - The Palace of Topkapi in Istanbul; Faroqhi - The Ottoman Empire and the World; C. Imber - The Ottoman Empire 1300-1650; F. Suraiya, K. Fleet - The Cambridge History of Turkey 1453-1603; F. Suraiya - The Cambridge History of Turkey, The Later Ottoman Empire, 1603–1839; Ö. Düzbakar - Charitable Women And Their Pious Foundations In The Ottoman; G. Junne - The black eunuchs of the Ottoman Empire, Networks of Power in the Court of the Sultan.
*    *    *
A Nők szultánátusának egyik legtöbbször tárgyalt témája Köszem szultána brutális kivégzése. Általában a laikusok elintézik annyival, hogy Köszem szultánát menye, Turhan Hatice gyilkoltatta meg hosszas hatalmi harc lezárásaként. Rengeteg beszámoló áll rendelkezésünkre az eseményekről, ám meglehetősen kevés van köztük, mely konkrétan korabeli lenne. Ebben az írásban szeretném összegezni, hogy mit tudunk, kik voltak a szereplők az eseményekben és hogy mi történhetett azon a bizonyos éjjelen. A kommentszekcióban várom mindenki véleményét, megjegyzését a témáról, hogy meg tudjuk vitatni a posztot! :) Aki nem ismerné Köszem szultánát, az ITT tudja elolvasni életrajzát.  
Mit tudunk biztosan?
- Köszem I. Ibrahim trónfosztása és kivégzése után régens lett unokája IV. Mehmed mellett. - Turhan, Mehmed anyja és Köszem külöböző oldalon álltak a politikai játszmák során. - Köszemet 1651. szeptember 2-án meggyilkolták ellenségei. - Turhan Hatice lett az új régens, Köszem gyilkosai nem lettek megbüntetve, támogatóitól azonban rövidesen megszabadultak.
Előzmények
Köszem szultána 1640 februárjában másodjára került hatalomra. Zavart elméjú fia, I. Ibrahim mellett régensként kezdte irányítani az Oszmán Birodalmat. Köszemet mindenki szerette, az uralkodásban hatalmas tapasztalata volt, rengeteget jótékonykodott. Minden tökéletesnek tűnt, azonban fia, Ibrahim hamarosan rossz emberek befolyása alá került. Cinci Hoca okkult tudományokkal foglalkozó vallási vezető volt, aki kihasználta a szultán mentális problémáit és komolyan befolyásolta őt. Ennek az lett az eredménye, hogy a szultán 1644-ben a nagyvezírét kivégeztette, édesanyját pedig száműzte. Eredetileg Rodosz szigetére szándékozta küldeni anyját, de végül ágyasai meggyőzték, hogy csak egy másik palotába küldje. Köszem elkövetkezendő éveit ott töltötte száműzetésben, ám ezalatt az idő alatt is rendszeresen levelezett az államférfiakkal és igyekezett kézben tartani mindent. Valószínűleg itt írta meg jól ismert levelét is Hezarpare Ahmed Pasának, mely így szólt: “Végül sem titeket, sem engem nem hagyna életben és újra elveszítenénk az uralmat az állam felett, ezzel pedig lerombolnánk társadalmunkat.” Odáig fajult a helyzet, hogy 1647-ben Köszem szultána és az új nagyvezír, Salih Pasa és a Seyhülislam Abdürrahim Efendi megpróbálták trónfosztani Ibrahimot, azonban lebuktak. A következő évben a janicsárok és az ulema is csatlakozott a lázadáshoz és 1648 augusztus 8-án könnyűszerrel trónfosztották és bebörtönözték az őrült szultánt, követőit pedig eltávolították a pozíciókból.
Ibrahimot a trónon fia, az alig 6 éves Mehmed követte, aki mellett szükség volt egy régensre. Az államférfiak Köszemet kérték fel a megtisztelő feladatra. A régensi pozíciót általában tanítók, pasák vagy édesanyák látták el (II. Mehmed esetében a nagyvezír volt régens, I. Ahmednél anyja és tanítója, IV. Muradnál és I. Ibrahimnál anyjuk), így Köszem volt az első nagymama, akiből régens lehetett. Erre a legelfogadottabb vélemények szerint azért kerülhetett sor, mert Mehmed édesanyja, Turhan Hatice még 25 éves sem volt ekkor, túl fiatal és tapasztalatlan volt a birodalom irányításához. Köszem tehát belekezdett harmadik régensségébe és folyamatosan semmibe vette Mehmed édesanyját, Turhant. Turhan fiatalsága okán talán tényleg nem lett volna jó régens, ugyanakkor a hárem irányításához minden joga megvolt. Köszem viszont ezt sem engedte meg a fiatal nőnek. Turhan tehát hiába volt a regnáló szultán anyja, minden feladatkörét Köszem uralta. Emellett Köszem a divánban is egyre több ellenségre tett szert, így a hárem és a divan is két oldalra szakadt: Köszem támogatóira és Turhan támogatóira.
Tumblr media
Két, szemben álló oldal és a szereplők
Köszem oldala
Köszem évtizedeken át uralta régensként a birodalmat, amikor pedig nem régens volt, valideként követte figyelemmel az eseményeket. Életének korábbi szakaszában a legtöbb pasa mellette állt, ami nem volt elmondható harmadik régensségéről. Köszem első régenssége alatt is jelezte, hogy ő, mint az uralkodó reprezentálása ott kíván lenni a divan gyűléseken személyesen. Ezt akkor a pasák nem engedték meg neki, amit ő kénytelen-kelletlen el is fogadott. Harmadik régenssége során azonban szó sem lehetett arról, hogy meghajoljon bárki akarata előtt. Elveszítette összes fiát, legalább egy lányát is eltemette már, egész életét a birodalomnak áldozta, nem volt hajlandó többé bármiben is kompromisszumot kötni. Gyakorlatilag egyeduralkodóként kívánta irányítani a birodalmat. A divanban pedig aki nem értett vele egyet, azt eltiporta és menesztette. Köszem jogát az uralkodáshoz egyre többen kezdték el vitatni, egyik ilyen divan vita során hangzott el a jól ismert beszéde is. Ekkor Köszem megvádolta a nagyvezír Sofu Ahmed Pasát azzal, hogy meg akarta őt öletni, majd így folytatta: “Istennek hála négy uralkodót segítettem és én magam is hosszú ideig uralkodtam. A világ nem fog sem összeomlani sem megreformálódni a halálommal.”
Köszem azonban nem elégedett meg a pasák megalázásával, tanácsaik el nem fogadásával. Még csak nem is neki tetsző más pasákra cserélte le őket, hanem janicsárokat kezdett vezíri rangra emelni. A janicsárok Köszem első régenssége óta hűséggel szolgálták az asszonyt, amiért az mindenkivel szembe menve 1623-ban hatalmas trónralépési jussot adott a janicsároknak IV. Murad trónralépése után. Bár voltak lázadások és egyet nem értések, alapvetően a janicsárok - de legalábbis néhány hadtestük - hűségesek voltak Köszemhez. A janicsárok képviselete évszázadok óta működött, azonban az, hogy janicsárokat - vagy egyszerűen katonákat - tegyenek vezírré a kitanult államférfiak helyett, több volt a soknál. Mindenki úgy érezte a divanban, hogy Köszem egy katonai uralmat kíván kiépíteni, hogy a neki tetsző módon vezethesse a birodalmat. Így Köszem oldalán 1651-re tulajdonképpen csak a janicsárok néhány hadteste állt politikai értelemben. Bár a nép továbbra is szerette őt bőkezű jótékonykodása miatt, politikai értelemben az ő támogatásuk nem jelentett sokat.
Amellett, hogy a pasákkal egyre nőtt a feszültség, Köszem a háremben is riválisra akadt. Bár a legtöbb forrás tényként kezeli, hogy Köszem és menye, Turhan viszonya tragikus volt, nincs erre utaló bizonyíték. Kettejük viszonya csak az idő előrehaladtával kezdett megromlani, általánosan azonban inkább az mondható el, hogy Köszem egyáltalán nem foglalkozott menyével. Mindenbizonnyal lenézte és nem tartotta sokra Turhant, így komolyan sem vette a nőt. Köszemnek bár megvolt a saját hárem személyzete, a legbefolyásosabb eunuch nem volt a kezében. Mindemellett egyesek szerint szolgálói nagyrésze is méltatlannak találta, ahogy Köszem Turhannal bánt. Talán nem véletlen, hogy oly sok forrás említi a Meleki Hatun nevű szolgálót, aki híresen oldalt váltott és Köszemet elárulva Turhan oldalát kezdte erősíteni.
Tumblr media
Turhan Hatice oldala
Turhan Hatice a háremben jobban állt, mint Köszem. Segítséget kapott egy befolyásos eunuchtól, Szulejmán agától. Szulejmán aga volt a hárem agák vezetője, aki nagy hatalommal és kapcsolatrendszerrel rendelkező, ambíciózus eunuch volt, jelentős politikai befolyással. A hárem tulajdonképpen két oldalra szakadt, Köszem és Turhan Hatice támogatóira. Mind a két oldalnak megvolt a saját főeunuchja, ami hatalmas káoszt okozott a háremen belül, az emberek nem tudták, kinek az utasításait kövessék. És bár a valide szultána titulus a szultán anyjaként Turhan Haticét illette meg, a köznyelv csak “kis valide”-ként hivatkozott rá, míg Köszem volt a “nagy valide”. Szulejmán Aga támogatása ugyanakkor aranyat ért. Az eunuch első sorban a saját érdekeit nézte egész élete során, azonban remekül értett ahhoz, hogyan használjon ki és vezessen meg embereket. Épp emiatt felmerül annak a lehetősége is, hogy Szulejmán volt az, aki Turhant felbújtotta és Köszem ellen hangolta. Talán Szulejmán volt az, aki saját felemelkedését remélve a fiatal validétől, meggyőzte arról, hogy vegye el ami a saját jussa. Emellett Szulejmán Aga az ifjú szultánnal is megkedveltette magát, egyfajta apafigurává vált a fiú számára. Természetesen nem célom alábecsülni Turhan szerepét az eseményekben, ugyanakkor úgy érzem, hogy Szulejmán Aga szerepe ténylegesen alábecsült és ezt szeretném mindneképpen érzékeltetni. Nem azt mondom, hogy Turhan egy naíva volt, akit megvezetett a csúf, rossz Szulejmán Aga, csupán azt gondolom, hogy Szulejmán támogatása és felbújtása nélkül, Turhan valószínűleg nem, vagy sokkal később szállt volna szembe Köszemmel.
Szulejmán mellett három másik jelentősebb eunuch is Turhan oldalán állt, Hoca Reyhan Aga, Lala Hajji Ibrahim Aga és Ali Aga. Hoca Reyhan Aga állt legközelebb Turhanhoz, mint társalkodója és vallási vezetője, de Lala Hajji Aga is hosszútávú partner volt Turhan életében. Az eunuchok mellett meg kell említenünk Meleki Hatunt is, akinek legendája jól ismert. Eszerint ő volt az, aki Köszem tervét elárulta Turhannak, ezzel megmentve a kis Mehmed szultánt a haláltól és trónfosztástól. A valóság azonban valószínűleg kevésbé romantikus. Valószínűtlen, hogy egy korábban sosem említett, jelentéktelen szolgáló, mint Meleki tudott volna Köszem terveiről és el tudta volna árulni. Minden bizonnyal Melekit csupán oldalváltása miatt ruházták fel nagyobb szereppel, mint ami valójában volt. Talán Meleki elvállalta, hogy lesz bűnbak, tanúskodik Köszem ellen, ha cserébe javakat kap. Legalábbis tekintettel arra, hogy Meleki milyen hatalmas vagyonra tett szert Köszem halála után, nem zárhatjuk ki ezt az opciót sem. Meleki ha a háremen belül hozott is támogatókat Turhan számára, az egész eseményre meglehetősen kevés ráhatása lehetett. A kulcs figura Turhan mellett Szulejmán aga volt, akinek komoly kapcsolata volt a divánnal is, így könnyedén tudta csapatukhoz kapcsolni a divan Köszemmel elégedetlen tagjait is. A legbefolyásosabb támogató nem volt más, mint a Nagyvezír, Siyavuş Pasa, de gyakorlatilag szinte a teljes divan Köszem ellen fordult eddigre. Azt is meg kell említeni, hogy bár a jancsiárok legtöbb alakulata pártatlan vagy Köszem párti volt, a szpáhik inkább húztak a Turhan támogatói csoport felé.
Tumblr media
Mi vezetett a tragikus éjszakához?
Mielőtt a közvetlen okokra rátérnék, kicsit vissza kell ugranunk az időben, hogy jobban megérthessük Köszem viselkedését. Mint ismert, trónfosztása után, I. Ibrahimot a trónon fia, az alig 6 éves Mehmed követte, aki mellett szükség volt egy régensre. Az államférfiak Köszemet kérték fel a megtisztelő feladatra. Ugyanakkor a felkérés meglehetősen furcsa volt. Miért is? A régensi pozíciót általában tanítók, pasák vagy édesanyák látták el, Köszem pedig egyik sem volt. Sőt, Köszem a felkérést először elutasította arra hivatkozva, hogy már nincs ereje tovább uralkodni.
Miért vállalta el Köszem mégis a feladatot? Valóban vissza akart vonulni?
Ahhoz, hogy megértsük Köszem gondolatait, még egy kicsit visszább kell ugranunk az időben. Köszem Ibrahim uralkodása során száműzetésben volt éveken át. Száműzetéséből pedig többször kísérelt meg puccsot saját fia ellen. Egyik száműzetésben írt levele alapján egyértelmű, hogy részese volt a puccsnak, mely végül fiát trónfosztotta. Kifelé azonban egészen más képet mutatott. Miután Ibrahimot elzárták, trónra szerették volna léptetni fiát, Mehmedet. Köszem szultána ekkor találkozott a Topkapi Palotában az államférfiakkal, hogy megvitassa velük mi legyen Ibrahim sorsa. Órákon át tárgyaltak, Köszem azonban végig megtagadta, hogy kiadja Ibrahim legidősebb fiát, Mehmedet. Így pedig nem lehetett őt kikiáltani szultánnak. Az államférfiaknak órákon keresztül kellett nyilvánsoan győzködniük Köszemet. Az a Köszem, aki korábban mindent elkövetett fia trónfosztásáért, most fia mellett állt ki. Miért? Természetesen sosem fogjuk megtudni, hogy Köszem fejében pontosan mi játszódott le. Valószínűnek tűnik azonban, hogy Köszem szerette volna megtartani a katonák és nép előtt a szerető anya képét, melybe nem fért bele saját fiának trónfosztása. Ezért egy álvitát tartott a pasákkal, hogy ne veszítse el a nép szimpátiáját, de ugyanakkor a birodalomnak is jót tegyen. Köszem tapasztalt politikus volt, aki éveken át tudott vezető szerepben maradni, ehhez pedig nélkülözhetetlen volt az imázs is. Így végül Köszem beleegyezésével elzárták Ibrahim szultánt, Mehmedet pedig új szultánjukká kiáltották ki. Talán a régensség első elutasítása is egy ehhez hasonló színjáték része volt. Köszem talán úgy érezte, hogy a nép ezt várja tőle, ezért felajánlotta visszavonulását, miközben talán a háttérben már régen megegyezett a pasákkal.
És a divan tagjai miért hagyták, hogy Köszem legyen a régens? Hiszen a divan tagjai k��zül akárki vagy akár Mehmed tanítója is jelentkezhetett volna a feladatra. Ez pedig hatalmas befolyást tett volna a férfiak kezébe. Miért engedték hát akkor át ezt a lehetőséget Köszemnek?
I. Ibrahimot 1648. augusztus 18-án kivégezték. Egyesek szerint Köszem szultána beleegyezését adta fia kivégzésébe, ám az sem zárható ki, hogy a kivégzés a háta mögött történt meg. Mint már fentebb említettem a trónfosztott vagy meggyilkolt szultánok édesanyja a tradíció szerint a Régi Palotába vonult vissza, ahol politikamentesen élték hátralévő éveiket. Köszem esetében azonban nem ez történt. Ez felveti annak eshetőségét, hogy Köszem nem tudott Ibrahim kivégzéséről és a pasák ezzel a gesztussal igyekeztek kiengesztelni az összetört nőt. De akkor ki rendelte el Ibrahim kivégzését? Gyakorlatilag bárki megtehette az államférfiak közül, de akár Szulejmán aga vagy Turhan is aláírathatta a fetwa kérvényt a kis szultánnal, melyet aztán a Seyhülislam teljes joggal engedélyezett, hiszen Ibrahim nagyon kártékony volt a birodalomra nézve. Akárhogyan is, Köszem a kivégzés után megváltozott. Vagy azért fordult a pasák ellen - akikkel korábban mindig együttműködő volt -, mert azok átverték őt Ibrahim kivégzésével kapcsolatban; vagy egyszerűen anyai szíve nem bírta elviselni, hogy beleegyezését adta fia kivégzésébe és megbomlott az elméje. Bármelyik verzió is igaz, azt tisztán látjuk, hogy az a Köszem, aki IV. Mehmed mellett régens lett, már nem ugyanaz az ember volt, akit korábban a birodalom imádott anyjának tekintettek.
Tumblr media
A gyilkosság
Ahogy a fenti összefoglalásból is kiderül, Köszem egyeduralmat próbált kiépíteni, melyben néhány janicsár hadtesten kívül senki nem támogatta, így hatalmas csapat gyűlt össze ellene. A jól ismert verzió szerint, idővel a viszály Köszem és az államférfiak között odáig fajtult, hogy Turhan Hatice támogatásával az államférfiak megpróbálták Köszemet eltávolítani pozíciójából. Köszem válaszul erre azt tervezte, hogy trónfosztja IV. Mehmed szultánt és helyette másik unokáját ülteti a trónra. Ehhez a janicsárokat be kívánta engedni a palotába, hogy azok az éj leple alatt elvégezzék a puccsot, emiatt nyitva hagyatta éjszakára a hárem bejáratát. Köszem terve azonban ellenségei fülébe jutott, egyesek szerint egy Meleki nevű szolgáló által. Így amint Köszem emberei 1651. szeptember 2-án, kinyitották a kaput, Turhan Hatice emberei, a főeunuch Szulejmán Aga vezetésével bezáratták azt és kivégzőosztagot küldtek Köszem szultána lakrészébe. Mikor emberei Köszem lakrészéhez érve bekopogtak az ajtón, Köszem azt hitte, hogy saját emberei jöttek, ezért kikiabált nekik, hogy “Megjöttetek?”. Erre azonban a janicsárok hangja helyett Köszem az eunuch Szulejmán Aga hangját hallotta meg, amitől bepánikolt és menekülni kezdett. Nem pontosan tudni, hogy hogy jutott ki lakrészéből vagy ki jutott e egyáltalán, mert a leírások nem egyeznek. Egyesek szerint lakrészén belül bújt el egy szekrényben, mások szerint megpróbált kijutni a janicsárokhoz, azonban a zárt kapun keresztül nem tudott, így végül a kapu melletti szobában bújt el. A kivégzőosztag, amely több eunuchból (Szulejmán Aga, Hoca Reyhan Aga, Lala Hajji Ibrahim Aga és Ali Aga, valamint néhány ismeretlen eunuch) állt folytatta a keresést. Köszem egy szekrényben rejtőzött el, melyből ruhájának széle kilógott, ezzel felfedve rejtekhelyét. Amikor megtalálták, kivégzői elé pénzt dobott, ezzel próbálva lefizetni őket, ám esélye sem volt Turhan hű embereivel szemben. A legenda szerint a férfiak próbálták lefogni a validét, miközben füléből kitépték gyémánt fülbevalóit, melyeket Ahmed szultántól kapott; ruháját is megtépkedték, ahogy próbálták leszedni róla az értékes díszeket. Köszem túl a hatvanon is erősen ellenállt kivégzőinek, ám végül felülkerekedtek rajta. Egyesek szerint saját hajával, mások szerint egy függönnyel fojtották meg. Az első fojtogatási kísérlet után még magához tért, a másodikat azonban már nem élte túl.
Tumblr media
Van azonban több olyan pont a fenti történetben, ami kétségeket ébreszt:
- Köszem problémája nem Mehmed volt, hanem a pasák, Turhan és Szulejmán Aga. Miért nem tőlük szabadult meg? Nem lett volna egyszerűbb és jogszerűbb meggyilkoltatni ezeket az embereket, mint trónfosztani az egyik gyermek szultánt egy másik gyermek javára? Természetesen megindokolhatjuk annyival a dolgot, hogy Köszem nem volt már épelméjű, így ne is keressünk logikát cselekedeteiben. Ugyanakkor felmerülhet az is, hogy talán Köszem teljesen vagy legalább részben ártatlan volt az egész eseménysorozatban. Elképzelhető, hogy nem tervezett semmit a janicsárokkal, az egész terv csak Turhan és emberei által lett kitalálva, hogy legitimizálják saját tetteiket. Ennek azonban ellent mond, hogy a janicsárok a tragikus éjszakán valóban gyülekezni készültek, az pedig nem valószínű, hogy Turhan és csapata sikerrel vezette meg a janicsárokat úgy, hogy Köszem erről ne szerzett volna tudomást. Lehetséges, hogy Köszem valóban készült egy kisebb puccsra, de az talán nem Mehmed ellen irányult. Köszemnek látnia kellett, hogy a pasák mellett Szulejmán Aga a fő felbújtó Turhan és Mehmed "rebellis" viselkedése mögött. Úgy vélem, Köszem egy kisebb puccsot tervezett, melyben megszabadult volna a neki nem tetsző eunuchoktól, szolgálóktól és ráijesztett volna Mehmedre és Turhanra. Ezzel biztosíthatta volna saját hatalmát és azt, hogy többé se Turhan se Mehmed ne kérdőjelezze őt meg.
Tumblr media
- Miért gyilkolták meg Köszemet ilyen furcsa módon? Hiszen a jogszerű, szokásos kivégzési mód kivégző osztag által, Seyhülislami fetwával és selyemzsinórral történt. (Fontos ugyanakkor megjegyezni, hogy a dinasztia nő tagjain nem alkalmaztak korábban kivégzést, a nőket jellemzően száműzetéssel büntették.) Köszemet ezzel szemben képzetlen eunuchokkal, hamis fetwával és a saját hajával vagy egy függönnyel gyilkolták meg. Felmerül a kérdés, hogy talán Köszem kivégzése nem is volt eltervezve. Ha a kivégzés el lett volna tervezve, könnyedén tudtak volna kivégzőket szerezni selyemzsinórral és a fetwa kikérésének körülményei is egyértelműek lennének. Volt természetesen fetwa, de az időbeliséget kissé megzavarja a tény, hogy a régi Seyhülislamot ugyanakkor váltották le Turhan egyik megbízható emberére, mikor a kivégzés zajlott. Épp emiatt, és a kivégzés szokásostól eltérő brutalitása miatt, felmerülhet annak a lehetősége is, hogy talán Köszem kivégzése nem volt eredetileg eltervezve, csupán menet közben csúszott ki az irányítás Turhan kezéből és a pillanat hevében az eunuchok kivégezték Köszemet. Utólag pedig, hogy legalizálják az eseményeket gyártattak egy fetwát az új Seyhülislámmal.
Tumblr media
- De akkor ki és miért döntött végül úgy, hogy Köszemnek meg kell halnia? Turhan nem volt jelen az események során, és mivel a gyilkosság nem volt előre eltervezve, őt kihúznám a gyanúsítottak listájáról. Természetesen az nem zárható ki, hogy Szulejmán Agával beszéltek erről az eshetőségről is. Valószínűbb azonban, hogy eredtileg csupán rá akartak ijeszteni Köszemre, megmutatni neki, hogy leleplezték, eljárt felette az idő. Véleményem szerint Turhan azt remélte, hogy Köszem beismeri vereségét és egyszerűen visszavonul a Régi Palotába. Túl kockázatos lett volna megölni egy ennyire tisztelt és szeretett validét, úgy, hogy korábban sosem végezték ki a dinasztia egyik nőtagját sem. Nem vall épelmére szánt szándékkal előrekitervelten, ilyen módon megölni Köszemet. Valószínűleg le akarták mondatni, Köszemnek azonban eddigre már nem volt vesztenivalója. Az egyetlen dolog, ami még éltette az a hatalom volt, így minden bizonnyal ellenkezett a kényszer visszavonulás gondolatától. Mikor Szulejmán Aga felismerte, hogy Köszem nem hallgat rájuk, talán félelemből úgy döntött meg kell őt ölniük. Hiszen ha a felbőszített Köszem kijutott volna a palotából Szulejmán és a többi eunuch azon nyomban fej nélkül találta volna magát. Bár nem utal rá bizonyíték, de személyes véleményem az, hogy Szulejmán talán az első perctől kezdve ezt akarta, hiszen tudta jól, hogy Köszem sosem fog visszavonulni. Akárhogyan is az eunuchok végül professzionálisnak egyáltalán nem mondható módon legyűrték az idős validét és kivégezték.
Tumblr media
- Teljesen kizárható, hogy legális fetwa és kivégző osztag végzett Köszemmel? Sajnos ezt sem zárhatjuk ki. Az angol követ például arról számolt be, hogy kivégző osztag ölte meg Köszemet, az ifjú szultán által kért fetwa után, Mehmed szeme láttára. Igaz, hogy az angol követ nem a legjobban informáltak közé tartozott. Valószínű, hogy mindenki úgy hitte akkoriban, hogy a fetwa előre volt kiadva, csak később, a történészek kutatásai világítottak rá arra, hogy a fetwa feltehetőleg Köszem kivégzése után készült el. Azt pedig, hogy Köszemet a 10 éves Mehmed szeme láttára végezték volna ki, nem tartom valószínűnek. Turhan nagyon erősen igyekezett óvni fiát, nem valószínű, hogy kitette volna őt egy ilyen traumának. Mustafa Naima abban egyetért az angol követtel, hogy a kivégzés előre megtervezett volt, ám szerinte nem eunuchok, hanem kivégző osztag végzett a valide szultánával. Azonban akkor miért volt brutális a kivégzés? Miért nem volt selyemzsinór? Miért alkalmatlan eunuchok vitték véghez?
Tumblr media
A gyilkosság utóhatása
Hogy megakadályozzanak bármiféle ellenállást, Turhan Hatice és emberei az éjszaka folyamán minden olyan államférfit eltávolítottak posztjáról, aki veszélyeztette volna őket. Az első ember, akit kineveztek akkor éjjel, az Ebu Said Efendi lett, az új Seyhülislam. Ő volt az, aki végül kiadta a fetwát Köszem kivégzésére (utólagosan). Ezekután Turhan megüzente az összes államférfinak és katonának, hogy azonnal menjenek audienciára, ahol hűséget fogadnak Mehmed szultánnak. A legtöbben félelemből vagy őszinte érzések által vezérelve, azonnal a szultán elé járultak, akik pedig nem, azokra az új Seyhülislám fetwat adott ki. Így vált jogszerűvé Köszem támogatóinak kivégzése is, hiszen ők sem jelentek meg a szultán előtt. A lázadó janicsárok pedig így árulóként lettek megbélyegezve és legálisan kivégezték őket. A nép szemében végül ők lettek bűnbaknak kikiáltva Köszem haláláért. Köszemet a gyilkosság után a Régi Palotába szállították, ahol előkészítették testét a temetésre. Birodalmi temetést kapott, Isztambul népe pedig önkéntesen 3 napos gyászt tartott, bezárva minden boltot és üzletet. Köszem mindig népszerű volt az emberek között, ám érdekes módon ugyanaz a nép, nem fordult Turhan ellen Köszem halála miatt, sőt, Turhan hasonlóan szeretett és tisztelt valide szultána lett, mint amilyen Köszem volt.
Mi történt a valódi bűnösökkel? Turhan és Mehmed természetesen megúszták, ugyanakkor kérdéses, hogy a gyilkosságban egyáltalán volt e részük. Igaz egy 1656-os lázadás komolyan megrengette hatalmukat, de végül nem veszítették el azt. A lázadásnak a legnagyobb oka a gyenge nagyvezírek, az újjáéledő Celali lázadás és a velenceiekkel vívott háború voltak. A körülmények miatt nem jutott elég gabona a fővárosba, a katonák nem kaptak rendesen fizetést, de az egyszerű emberek is egyre elégedetlenebbek voltak, különösen dühítette őket a szultánhoz közelállók extrém gazdagsága. Végül a janicsárok és szpáhik vezetésével a nép fellázadt 1656 március negyedikén. A lázadás során a szultánhoz közelállók közül többeket brutálisan kivégeztek, az egész fővárost feldúlták. A csőcselék Mehmed 31 közeli emberét a Kék Mecset mellett akasztotta fel egy egy fára. Köztük volt Meleki Hatun is, akit a szultán különösen szeretett. Bár korábban is rázták meg lázadások a fővárost, ehhez fogható még sosem történt. Nem csak a katonák lázadtak fel, a nép is egy emberként állt ki a katonák mellett és állt be mögéjük. Mindenki bezárta boltjait, általános sztrájk lépett érvénybe a lázadás idejére.
Szulejmán Aga már nem volt hatalmon amikor a lázadás megtörtént és talán ez tartotta helyén a fejét. Szulejmán Köszem meggyilkolása után a fő hárem eunuch lett, ám a pozíciót csupán 1652 júliusáig élvezhette. Szulejmán tovább nyújtózkodott, mint a takarója ért, olyan politikai témákba is igyekezett beleszólni, amihez semmi köze nem volt. Turhan Hatice is kezdte felismerni, hogy Szulejmán egyáltalán nem az ő oldalukon áll, hanem csak a saját magáén. Külön érdekesség, hogy az a Lala Ibrahim Aga győzte meg erről Turhant, aki maga is részt vett Köszem kivégzésében. Lala Ibrahim Aga Turhan személyes eunuchja volt és maga sosem vágyott (vagy bölcsen nem mutatta ki) ennél magasabb pozícióra. Turhan így végül 1652-ben megfosztotta pozíciójától Szulejmán Agát és száműzte Egyiptomba. A rafinált eunuch még a száműzetésben is feltalálta magát, befolyásos személlyé nőtte ki magát, aki Kairó helyi politikájának egyik főszereplője lett. 1676/7-ben halt meg.
Tumblr media
Epilógus
Valószínűleg sosem fogjuk pontosan megtudni, hogy mi vezetett a kivégzéshez és hogyan zajlott az le. A poszttal nem is az volt a célom, hogy egy tökéletes megoldást mutassak be Hercule Poirot módjára, csupán szerettem volna rávilágítani arra, hogy az általánosan ismert és elfogadott teória, inkább megszokásból tekintendő a legáltalánosabban elfogadottnak, nem pedig alapossága miatt. Rengeteg a kérdőjel, kétes információ és helyzet a kivégzés körülményei között, ami egyértelműsíti, hogy ez az egész helyzet bonyolultabb volt annál, minthogy két nő harcot vívott a hárem feletti uralomért.
Köszem volt az a szultána, aki a legmagasabbra tört, aki sokáig lehetett a csúcson, azonban a nagy magasságból zuhant végül alá és vált az egyetlen meggyilkolt valide szultánává. Élete során több címet is kapott: Naib-i Sultanat (az Oszmán Birodalom régense), Umin al-Mu'minin (minden muszlimok anyja), Büyük Valide Sultan (nagy valide szultána), Valide-i Sehide (a mártír anya), Valide-i Maktule (a meggyilkolt anya), Valide-i Muazzama (a csodálatos anya).
Tumblr media
Felhasznált források: M. Kocaaslan - IV. Mehmed Saltanatında Topkapı Sarayı Haremi: İktidar, Sınırlar ve Mimari; L. Peirce - The Imperial Harem; Ö. Kumrular - Kösem Sultan: iktidar, hırs, entrika; C. Finkel - Osman’s Dream: the History of the Ottoman Empire; M. P. Pedani - Relazioni inedite; N. Sakaoğlu - Bu Mülkün Kadın Sultanları; G. Börekçi - Factions and Favorites at the Courts of Sultan Ahmed I and His Immediate Predecessors; F. Davis - The Palace of Topkapi in Istanbul; Faroqhi - The Ottoman Empire and the World; C. Imber - The Ottoman Empire 1300-1650; F. Suraiya, K. Fleet - The Cambridge History of Turkey 1453-1603; F. Suraiya - The Cambridge History of Turkey, The Later Ottoman Empire, 1603–1839; Ö. Düzbakar - Charitable Women And Their Pious Foundations In The Ottoman; G. Junne - The black eunuchs of the Ottoman Empire, Networks of Power in the Court of the Sultan.
90 notes · View notes
yantekerlek · 3 years
Note
Selam Yante.
Müsait olduğun bir zamanda ve tabi istersen. İstanbul için mutlaka görülmeli gidip gezmeli dediğin yerlerin bir listesini yapabilir misin
Şimdiden teşekkür ederim iyi günler diliyorum..
1-yavuz selim camii
2-fatih camii
avlunun malta kapısından çıkınca biraz yürüyünce malta fırını var. güzel şeyler alıp yiyebilirsiniz. gezi için yolluk yapabilirsiniz.
ya da araya biraz aşağıda olan üç yeri katacağım ama siz bilirsiniz.
öğle veya akşam saatlerinde yani öyle demeyelim de karnınızın acıktığı bir saatte aksaray'a geçip beyzade kebap ve lahmacun salonunda lahmacun yiyebilirsiniz. patlıcanı ve ayranı da harika. abim sağ olsun. yani aşağı yürümeye değer. hem pertevniyal valide sultan camii ile oradan da laleli camii'ni de görürsünüz. bu üçü birbirine çok yakın.
fatih camii'nden molla zeyrek camii'ne geçmek daha kolay çok tatlı bir cami ve çok tatlı bir avlu. arka tarafta da istanbul kitapçısıydı eskiden şimdi ismi ne bilmiyorum. fatih belediyesine ait bir tesis. burada çay içilebilir bir şeyler yenebilir.
manzarası boğaz haliç karışımı bir şey. bir de asıl manzarası süleymaniye. süleymaniye'ye geçince de oradan molla zeyrek'e bakabilirsiniz. ben öyle yapıyorum hep.
3-şehzadebaşı camii
vefa buraya çok yakın boza içebilirsiniz. kapaklı bardak alırsanız süleymaniye'de oturarak içersiniz. dibini sıyırmak için kaşık da alınız. sıvı zaten kaşığa ne gerek var kafaya dikerim demeyin ya parmağınızı sokmak zorunda kalırsınız ya da yarısı çöpe gider. leblebiyi boşverin bozayı sabote ediyor bence. tarçın da çok çok az. öksürtüp duruyor. tam karışmıyor hem.
4-süleymaniye camii
caminin alt sokaklarından birindeki ağa kapısı'ndan boğaza bakılabilir. çay içilir. giriş katta oturun bence. hem daha sessiz hem de denizse deniz. insanlara karışmaya gerek yok. ağa kapısını desteklediğimden değil ağa kapısının ilk iki katı hariç çöp bir ortam. ilk iki kat daha nezih. diğer kafelerin cümlesine kılım.
5-beyazıt camii
beyazıttan ayasofya'ya gidiş yolunda bir sürü şey göreceksinizdir tramvay yolu boyunca gazi atik ali camii'ni çok severim. abdest almalık yeri çok güzel. hem de cami bosnada hedeflediğim bir caminin aynısı 🧡
6-ayasofya camii (elhamdülillah ya)
7-sultanahmet camii (restorasyondaydı en son)
8-küçük ayasofya camii
bunun şadırvanının olduğu yerde hat atölyeleri var. ben gidip de sohbet edeyim dedim ama şimdiye kadar hiç gitmedim. çay da alınabilir orada.
9-sultanahmet'teki sokullu mehmet paşa camii
burası küçük ayasofya'nın hemen üst sokağında zaten. yanlışlıkla bulmuştuk.
buralardan gülhane'ye geçip bir yürünebilir. gülhane'de ahmed hamdi tanpınar kütüphanesi var alay köşkü yapısını kütüphane yapmışlar çok güzel. piyano çalabiliyorsanız anahtarı da veriyorlar. alt katta piyano var. masalar arasında. ay çok güzel orası.
buradan hobyar'a yürüyüp tarihi eminönü dürümcüsü'nde dürüm yiyebilirsiniz. yan tarafta kokoreççi de var.
olmadı tarihi hocapaşa lokantalarına girin orada da doyarsınız güzelce.
buray kadar tarihi yarımada.
burdan sonra karaköy-beşiktaş hattı
10-kılıçalipaşa camii (ayasofya'nın halılı haliydi eskiden. şimdi artık ayasofya da halılı. elhamdülillah.)
karaköy güllüoğlu burada hemen yan tarafında namlı gurme var. karın doyurmalık ve tatlılık bir yer. başka şeyler de var. yok bütçemi boğaza veremem diyorsanız simit iyi olur. malta'dan aldıklarımızı çıkar da yiyelim.
arap camii ve yeraltı camii !!!
11-nusretiye camii
12- cihangir camii ve cihangir sosyal tesisi
burası için epey merdiven tırmanacaksınız. ama değer. çok bakir bir yer. caminin bahçesindeki banklar öyle güzel bir yere bakıyor ki. maşallah. boğazınıza kadar boğaz dolarsınız.
13-dolmabahçe camii/resim müzesi/şeker ahmet paşa çay salonu
14-küçük mecidiye camii
15-büyük mecidiye camii (ortaköy camii)
kumpir kazıklanmayın ya. açsanız yiyin yine de gerek yok. her yerde aynı. tadını merak ettiğinizden yemeyin. aynı tat. amaan pfpfp.
beşiktaş'tan veya kabataş'tan üsküdar'a vapur var. üsküdar'da mihrimah sultan ve gülnûş camii var valide-i atik de denir. ileride şemsipaşa camii var kuşkonmaz da denir. üst tarafta bir cami daha var restorasyondan yeni çıktı. kuşkonmazın üst tarafına doğru yürüyerek gidilir.
üsküdar'da fethipaşa korusu rağbet edilen bir yerdir. sosyal tesis var. rahat bir mekan. restoranı da var çay bahçesi de. manzarası güzel.
aşağısında yol boyunca ya yürünür ya otobüsle çengelköy'e gidilir. çınaraltı çay bahçesi var tarihi. güzel yerdir. çok çok rağbet edilen bir yer.
haa bi de Selimiye'de büyük selimiye camii var. ama diğer üsküdar camilerine uzak. ben onu da çok sevdim.
üsküdar'daki üçlerden bir şeyler alabilirsiniz köşede. adı koleti olmuş da olabilir. yeni isim vermişlerdi.
bunlar benim bazı uğraklarım. olmazsa olmaz muhakkak gidin dediğim yerler değil. sadece kendi güzergahlarımı söyledim. yoksa bir sürü yer var istanbul'da benim de bilmediğim görmediğim.
istanbul'daki müzeler-sergiler yazın ilginizi çeken müzelere gidin.
istanbul'daki saraylar yazın ilginizi çekene gidin.
istanbul'daki kasırlar yazın aynı şekilde.
istanbul'daki tekkeler de yazın çünkü tekkeler de çok güzel yerlerdeler. bir yahye efendi tekkesi mesela ııımmh müthiş.
istanbul'daki korular yazınız. mihrabat korusu mesela.
istanbul'daki medreseler yazınız.
istanbul'daki çikolatacılar da yazabilirsiniz.
istanbul'daki tarihi çarşılar
istanbul'daki hanlar
çikolatada süleymaniye çıkabilir, çengelköy'de vardı bir tane o çıkabilir. serin havada güzel tatlanma yöntemi. yazın çekilmiyor bence.
üsküdar'dan eyüp'e vapur hattı var. binip boğazdan haliçe geçebilirsiniz. eyüp sultan camii ve tepesi. meydanın köşesinde fırın var acıbadem kurabiyesi alalım oradan cafer ağa medresesine geçip çayla yiyelim.
21 notes · View notes
ottomanladies · 3 years
Note
Mustafa III + harem and children
Consorts
Aynü’l-Hayât Baş-Kadınefendi (1726?-1.8.1764): she is sometimes considered Mustafa III's official wife. She was Mihrimah Sultan's mother, though Öztuna claims she was also mother to Mihr-i Şâh Sultan, Hibetullah Sultan and Hatice Sultan (the princess that died young). Esad Efendi, in Teşrifat-ı Kadime, claims that she died on 1 August 1764 and that she was Third Imperial Consort to "Allah's Shadow on Earth". Öztuna, on the other hand, claims that she was Mustafa III's first Baş-Kadınefendi. She was buried in Laleli, the plaque on her tomb clearly identifying her as the mother of Mihrimah Sultan (there is no mention of possible other daughters). She had built the Katırcıham Mescid Mosque in 1760.
Mihr-i Şâh Baş-Kadınefendi, later Vâlide-Sultân (1745?-16.10.1805): mother of Selim III, Fatma Sultan, and Hibetullah Sultan. Some historians say that she was mother to Şâh Sultan as well, but she was born only 8 months before Selim III. According to a legend, she was Genoese, but it's more likely that she was Georgian instead. Sakaoğlu claims that she was appointed Senior Consort because she was the mother to Mustafa III's only son. There is not much information about her tenure as Senior Consort, only that she was immediately sent to the Old Palace on the death of her husband. A document preserved in the Topkapi Palace Archives states that Mustafa III had borrowed money from Mihr-i Şâh; since the document wasn't torn, it means that the debt was never paid back (most probably because of Mustafa III's sudden death). On the death of his uncle Abdülhamid I on 7 April 1789, Selim III ascended the throne and Mihr-i Şâh was ceremoniously crowned Valide Sultan through the procession of the Valide Sultan, at which dignitaries, members of the ulema and the military participated. The next day the Valide Sultan assumed office with a written decree that was read to everyone present at the ceremony. At this point, gifts were sent to her. During her 15-years tenure, Mihr-i Şâh Sultan supported her son's innovations and was personally behind the renovations in the Topkapi Palace harem. According to a palace rumour, Selim III would go greet his mother in her apartments every single morning. Mihr-i Şâh Valide Sultan died on 16 October 1805, around 10 in the morning. During her tenure, she oversaw philanthropic projects, such as two fountains in memory of her two daughters - Hibetullah and Fatma - who had died young, and the Mihr-i Şâh Sultân Mosque with two minarets.
Fehîme 2. Kadınefendi (?? - 1761): she died while giving birth and, according to Sicill-i Osmani, Mustafa III called her "şehide" (martyr). Sakaoğlu claims that she was a Hanım, and not the Second Imperial Consort. She's not mentioned in Uluçay.
Rifat 2. Kadınefendi (1744?-12.1803): apparently a free woman whom Mustafa III met during an incognito tour of Istanbul, she was kept outside of the harem for a long time, then trusted into the care of the Grand Vizier and his wife who educated her in the harem ways, and finally admitted to the Imperial harem as Fourth Imperial Consort. In 1764, she eventually rose to the rank of Second Imperial Consort. From her burial place in Haydarpaşa Cemetery, it has been suggested that after Mustafa III's death, she returned to her own family instead of being sent to the Old Palace. Öztuna claims that she was Şâh Sultan's mother.
(Ayşe) Â’dil-Şâh 3. Kadınefendi (1748?-19.12.1803): of Circassian origin, she was the mother of Beyhan and Hatice Sultan. She died during the Ramadan month, supposedly around or on the same day of Rifat Kadınefendi. She was buried in the garden of Mustafa III's tomb, where an old plaque identified her as the mother of Beyhan and Hatice Sultan, which did not survive to present day. In her honour, her daughter Beyhan built a school around Yeşillioğlu Palace in the same year she died. In 1805, her other daughter, Hatice, built the Adilşah Kadın Mescidi Mosque. That she was also called Ayşe is present only in Alderson and Öztuna.
Binnâz 3. Kadınefendi (?? - 5.1823): not mentioned in Uluçay or Sakaoğlu, she was a childless consort who, after Mustafa III's death, married Çayır-zâde İbrahim Ağa. She had been Fourth Imperial Consort until Aynü’l-Hayât Kadınefendi's death in 1764, when she was promoted. At the time of her death, she was about 80 years old. She was buried in the Hamidiye Mausoleum.
Gülman: no information about her. Alderson suggests that she might have been called Gülnar instead.
Children
Hibetullah Sultan (17.3.1759 - 6.1762): she was the first birth in the Dynasty in 29 years. Her birth was therefore celebrated for ten days and ten nights by rich and poor alike. Her name is sometimes written as Heybetullah or Heyyibetullah. On the fountain dedicated to her, it is written that her mother was Mihr-i Şâh Sultan, and not Aynü’l-Hayât Kadınefendi as Öztuna believes. Her nurse seems to have been Emine Hanım, Aynü’l-Hayât Kadınefendi's sister. When she was three months old, Hibetullah was engaged to Hamid Hamza Paşa in another pompous ceremony; on this occasion, her father bestowed the Gümrükçü farms to her. Unfortunately, she died at the age of three either of smallpox or another disease. She was buried in her father's mausoleum.
Şâh Sultan (21.4.1761 - 11.3.1803): mother unknown, she was born during the month of Ramadan and therefore the celebrations in her honour were postponed on the day next to Eid. She was engaged at the age of three to Grand Vizier Köse Bahir Mustafa Paşa but, at the engagement ceremony, Mustafa III exiled his Grand Vizier to Lesbo and later had him executed. At the age of seven, she was engaged to Nişancı Yağlıkçızade Mehmed Emin Paşa (later Grand Vizier); a year later, though, he was exiled to Edirne and executed there. Finally, during the reign of her uncle Abdülhamid I, she was married to Nişancı Seyyid Mustafa Paşa on 6 November 1778. The couple had two daughters: Şerife Havvâ Hanım-Sultân and Âliye Hanım-Sultân, both died at six months old. Şâh Sultan and her husband adopted a girl, New Hanım, who died at the age of 18. Şâh Sultan may have suffered from health problems because she lived in a mansion on the seaside and was definitely less active than her other two sisters, Beyhan and Hatice. Selim III used to visit her very often, even staying for days and summoning the Grand Vizier there to discuss affairs of state. In Tarih-i Cevdet it is stated that she was an impeccable Muslim, who protected and helped the poor. In 1792, she built the Şâh Sultan fountain in Yeşildirek; in 1800, she built her tomb, a school and a public fountain near the Zal Mahmud Paşa Mosque in Eyüp. She died at the age of 42 years old and was buried in the tomb she had built for herself.
Selim III (24.12.1761 - 28.7.1808): 28th sultan of the Ottoman Empire, he reigned for 18 years before being deposed in favour of his cousin Mustafa IV. He had several consorts but no children.
Mihr-i Mâh Sultan (5.2.1762 - 3.1764): Alderson claimed she was born in 1760 but documents in Topkapi Palace Archives found by Uluçay reveal that she was born in 1762 and died in 1764. Her mother was Aynü’l-Hayât Kadınefendi. For her birth, celebrations were held for five days. She, unfortunately, died young and was buried next to her sister Hibetullah.
Mihr-i Şâh Sultan (9.1.1763 - 21.2.1769): mother unknown, Mustafa III ordered celebrations for three days and three nights to be held. She died at the young age of 6 and was buried in her father's mausoleum.
Beyhan Sultan (13.1.1766 - 7.11.1824): elder daughter of Â’dil-Şâh Kadınefendi, she is sometimes called Big-han Sultan. She was nine years old when her father died, and moved to the Old Palace with her mother and younger sister. In a note sent to the Grand Vizier, the new sultan Abdülhamid I said that Beyhan fainted often inside the Old Palace and had bouts of screaming and shouting. Her mother thought that it was time for her to get married. The sultan selected Silahdar Çelik/Perişan Mustafa Paşa for Beyhan; the wedding was celebrated on 22 April 1784 and the couple had a child together, Hatice Hanım-Sultân, who lived into adulthood, as she got married in 1814. Beyhan was the sister that Selim III met most often during his reign; he would visit her on her seaside palace on the Bosphorus and listen to musical performances together. She was most active in the innovations of the empire and even organised parties for foreign ambassadors' wives. She built twin palaces in Yeşillioğlu, giving the other to her sister Hatice. In 1791, she demolished the old Çırağan Palace with Selim III's approval and started the construction of a European-style mansion. The mansion was ready in 1795, just when her sister Hatice was busy with the construction of her seaside mansion with Melling's help. Her husband died around 1798 but Beyhan did not remarry though she lived for 26 more years. She died during the reign of Mahmud II at the age of 59.
Hatice Sultan (15.6.1766 -1767): according to Alderson and Öztuna. There is no information about her.
Şehzade Mehmed (10.1.1767-12.10.1772): died of smallpox, his tutor had been Küçük Hüseyn Ağa (later Damad and Paşa). He was buried in the mausoleum of his father.
Hatice Sultan (13/14.6.1768 - 17.7.1822): younger daughter of Â’dil-Şâh Kadınefendi, she was six years old when her father died and she had to move to the Old Palace with her mother and elder sister. She was educated by the other concubines living there. Like her sister, Hatice Sultan developed depression, according to her mother, who wrote to the new sultan, Abdülhamid I, asking him to find a husband for her younger daughter. According to Hatice Sultan's deputy, Ahmed Vasıf Efendi, the princess' depression was due to the environment in which she was forced to live. Ahmed Vasıf Efendi would later write a history of the period, providing valuable information on Hatice Sultan's life. At the age of 18, the princess married Seyyid Ahmed Paşa; the marriage lasted till 1799 when the pasha died, but the couple had no children. After being widowed, Hatice Sultan chose not to remarry. In 1806, she built the Hatice Sultan Fountain in the Spice Bazaar. In 1809, she bought a large plot of land in Arnavutköyü and had the Hatice Sultan Palace built there. She died in 1822, during the reign of Mahmud II, and as she had no children, she left everything to her elder sister Beyhan. Her staggering debt was paid off by Mahmud II. She was buried in the mausoleum of Mihr-i Şâh Valide Sultan.
Fatma Sultan (9.1.1770 - 26.5.1772): she was buried in the mausoleum of her father
Reyhan Sultan (?-?): she was very young when she died.
24 notes · View notes
bagdatantika · 4 years
Link
Üsküdar Antikacı
Antika Üsküdar
,
Antikacı Üsküdar
,
Üsküdar Antik
,
Üsküdar Antika
,
Üsküdar Antika Alanlar
,
Üsküdar Antika Firmaları
,
Üsküdar Antikacı
,
Üsküdar Antikacılar
,
Üsküdarda Antikacı
Üsküdar Antikacı, Antika alım satımı konusunda uzman, güvenilir ve yüksek fiyattan antika alım satımı yapan bir antikacı firmasıdır. Üsküdar antikacı olarak, her zaman antika eşyalarınızı alıyoruz. Antika demek, maddi değeri olan eski eşya anlamına gelmektedir. Bir eşyanın ya da sanat eserinin “antika” olabilmesi için eski olmasının yanı sıra az bulunur nitelikte olması gerekmektedir. Bu anlamda her eski eşya ya antika diyemeyiz.
Antika eşyalar ünlü bir kişiye veya asırlık bir tarihsel döneme ait olabilir. Bunun yanın da iyi korunmuş eşyalar da gün geçtikçe antika değeri kazanabilir. Bunlar resim veya heykel gibi sanat eserleri, mobilya veya kap kaçak gibi ev eşyaları da olabilir. Bazı koleksiyoncular kendilerince güzel buldukları, bazıları ise sonradan değer kazanabileceklerine inandıkları için koleksiyon oluşturular. Aradan uzun yıllar geçmesiyle bu koleksiyonların parçaları birer antika özelliği kazanmaktadır. Antikalar nadir bulundukları için değerlidir.
Üsküdar Antika Eşya Alanlar
Antikalar söz konusu olduğunda birçok soru ortaya çıkıyor. Tam olarak antika eşya olarak elimizde ne var?  Değerli bir şeyim var mı? Parçanız bir tarihi eser mi? Biraz çabayla antikalarınızı nasıl belirleyeceğinizi ve değerlerini nasıl araştıracağınızı öğrenebilirsiniz. Bu bilgi aynı zamanda neye bakmanız gerektiğini bilmenize de yardımcı olacaktır, böylece sahtekârlıklara kapılmaktan kaçınabilirsiniz.
Üsküdar Antikacı Antikalarınızın Orjinalliğini Test Etmek
Antikaları ve koleksiyon parçalarını özgünlük açısından test etmenin birkaç yolu vardır, bunlardan bazıları çok akıllı yöntemler kullanır. Örneğin, siyah bir ışık, porselenden sanat eserlerine kadar her şeyi test etmek için çok kullanışlı olabilir.
Antika satışında birkaç etken vardır ?
Antikanın durumu, nadirlik derecesi, yaşı, orjinallik durumu, restarasyon, tarihi eser mi yoksa antika eser mi gibi aşamalar önemlidir.  Yıllar önce, antika satın almak ve satmak yalnızca ciddi antika satıcılarının, lüks müzayede evlerinin ve ağır silindirlerin ticari işiydi – şimdi herkes yapabilir. Bahçe satışları, bit pazarları ve çevrimiçi müzayedelerin “toplayıcıları” veya çalışkanları için bir hobi olabilir veya bir işletmeye dönüştürülebilir.
Son yıllarda çevrimiçi müzayede sitelerinin ve konuya odaklanan TV programlarının patlamasıyla popülerliği arttı. Yeni başlıyorsanız, antika alım satımı göz korkutucu görünebilir. Ancak antika alım ve satımı karlı ve güzel bir meslektir.
Üsküdar Antikacı olarak aslında her türlü antika alım satımını yapmaktayız. Antika denildiği zaman her eski eşyanın antika olmadığını ve bir eşyanın antika sayılabilmesi için belirli şartların olması gerektiğini bilmeliyiz.
Acıbadem Antikacı
Ahmediye Antikacı
Altunizade Antikacı
Aziz Mahmut Hüdayi Antikacı
Bahçelievler Antikacı
Barbaros Antikacı
Beylerbeyi Antikacı
Bulgurlu Antikacı
Burhaniye Antikacı
Cumhuriyet Antikacı
Çengelköy Antikacı
Ferah Antikacı
Güzeltepe Antikacı
İcadiye Antikacı
Kandilli Antikacı
Kısıklı Antikacı
Kirazlıtepe Antikacı
Kuleli Antikacı
Kuzguncuk Antikacı
Küçük Çamlıca Antikacı
Küçüksu Antikacı
Küplüce Antikacı
Mehmet Akif Ersoy Antikacı
Mimar Sinan Antikacı
Muratreis Antikacı
Salacak Antikacı
Selami Ali Antikacı
Selimiye Antikacı
Sultantepe Antikacı
Ünalan Antikacı
Valide-İ Atik Antikacı
Yavuztürk Antikacı
Zeynep Kamil Antikacı
Antika Çakmak Çeşitleri :
Eski Antika Dupont Çakmak
Eski Antika İbelo Çakmak
Eski Antika Dunhill Çakmak
Eski Antika Zippo Çakmak
Eski Antika Sunex Çakmak
Eski Antika Cartier Çakmak
Üsküdar El Yazması Kitap Değeri Nasıl Anlaşılır?
El yazması Kitap, maddi değeri olan tüm eski, sanatsal değeri bulunan ve az bulunan el yazması El yazması Kitap verilen bir tanımdır. El yazması Kitabın olması belirli şartlara bağlıdır;
El Yazması Kitap yazıldığı zaman
El Yazması Kitap yazarının bilinirliği
El Yazması Kitap üzerinde bulunan deformelerin miktarı
El Yazması Kitap ünlü bir kişiye veya tarihsel bir döneme ait
0 notes
yekislam · 4 years
Text
Evet, bir valide veledini tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmesi ve hakikî bir ihlâs ile vazife-i fıtriyesi itibarıyla kendini evlâdına kurban etmesi gösteriyor ki, hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var. Bu kahramanlığın inkişafı ile hem hayat-ı dünyeviyesini, hem hayat-ı ebediyesini onunla kurtarabilir. Fakat bazı fena cereyanlarla, o kuvvetli ve kıymettar seciye inkişaf etmez. Veyahut sû-i istimal edilir. Yüzer nümunelerinden bir küçük nümunesi şudur: O şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. "Oğlum paşa olsun" diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa'ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; Cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o mâsum çocuğunu, âhirette şefaatçi olmak lâzım gelirken dâvâcı ediyor. O çocuk, "Niçin benim imanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?" diye şekvâ edecek. Dünyada da, terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, validesinin harika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder. Eğer hakikî şefkat sû-i istimal edilmeyerek, biçare veledini haps-i ebedî olan Cehennemden ve idam-ı ebedî olan dalâlet içinde ölmekten kurtarmaya o şefkat sırrıyla çalışsa, o veledin bütün ettiği hasenâtının bir misli, validesinin defter-i a'mâline geçeceğinden, validesinin vefatından sonra her vakit hasenatlarıyla ruhuna nurlar yetiştirdiği gibi, âhirette de, değil dâvâcı olmak, bütün ruh u canıyla şefaatçi olup ebedî hayatta ona mübarek bir evlât olur. Evet, insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir. Bu münasebetle, ben kendi şahsımda kat'î ve daima hissettiğim bu mânâyı beyan ediyorum: Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.
24. Lem’a
9 notes · View notes
eganisli · 5 years
Text
Tumblr media
Haseki Hürrem Sultan Camii; İstanbul Suriçi Aksaray Haseki semtinde Haseki caddesine cepheli olarak 1539 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın karısı Haseki Hürrem Sultan tarafından Mimar Sinan’a inşa ettirilmiştir. Hemen caminin karşısına Haseki Hürrem Sultan tarafından yaptırılan külliye daha geç tarihte 1551 tarihinde yaptırılmıştır. Külliye, medrese, darüşşifa, imaret, mektep, ve sebilden oluşur. Haseki caddesi külliyeyi ikiye bölmüş ve külliyenin ortasından geçmektedir.
CAMİNİN BANİSİ:
Hürrem Haseki Sultan, Haseki Hürrem Sultan veya Nikahlı Haseki Hürrem Sultan isimleri ile anılır. 1504 yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Osmanlı padişahı Sultan I. Süleyman'ın nikahlı eşi, sonraki padişah Sultan II. Selim'in annesi, Haseki Sultan ve Valide Sultan. Devlet işlerinde etkin rol oynayarak Osmanlı İmparatorluğu’nda "Kadınlar saltanatı" denilen devri başlattığı kabul edilir. Sultan II. Selim, Mihrimah Sultan, Şehzade Cihangir, Şehzade Bayezıt, Şehzade Mehmet, Şehzade Abdullah'ın ve isimleri bilinmeyen, küçük yaşta vefat eden diğer şehzadelerin annesidir. Osmanlı sarayına gelene kadarki yaşamı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Lehistan Krallığı'nın sınırları içerisinde bulunan Rutenya'da 1504 yılında doğduğu rivayetler arasındadır, Tatar akıncılar tarafından 1520 tarihinde 15'li yaşlarında Rutenya'den kaçırılmıştır. Kırım Hanı'nın himayesine girdikten sonra Osmanlı sarayına sunulduğu tarihçiler ve yazarlar tarafından kabul görmüş bir rivayettir. Hürrem Sultan saraya getirildiğinde Kanuni'nin Manisa valisi iken birlikte olduğu Mahidevran Sultan'dan “Mustafa” isimli bir oğlu vardı. Sarayın en nüfuzlu kadını padişahın annesi Ayşe Hafsa Sultan, ikinci derece nüfuzlu kadın Mahidevran Sultan idi. Hürrem, saraya girdikten sonra Kanuni ile ilişkisinden 1521’de “Şehzade Mehmet” dünyaya geldi ve böylece Hürrem Sultan saraydaki en nüfuzlu üçüncü kadın durumuna geldi. İki haseki arasındaki rekabet bir gün kavgaya dönüşmüştür. Hürrem Sultan bu kavgayı çeşitli entrikalarla lehine çevirmiştir. Pek çok yazara göre bu olaydan sonra gözden düşen Mahidevran Sultan, 1533’te Manisa valiliğine atanan oğlu veliaht Şehzade Mustafa’nın yanına gönderildi ve Hürrem Sultan, onun yerini aldı. Hürrem Sultan, Şehzade Cihangir’in doğumundan sonra Kanuni ile görkemli bir düğün yapılarak evlendi ve aralarında resmi nikah kıyıldı. Bu nikah ile Hürrem Sultan, Osmanlı tarihinde padişah tarafından uzun bir süre sonra nikahlanan ilk cariye oldu.Hürrem Sultan Şehzade Mehmet'ten sonra Selim, Bayezıt, Cihangir ve Abdullah adlı 4 şehzade ve Mihrimah adlı bir kız çocuğu daha dünyaya getirmiştir. Çocuklarını büyütürken ileride oğullarından birinin tahta geçmesi için önlerindeki engelleri kaldırma mücadelesi vermiştir. Oğullarını tahta varis yapmayı başaran Hürrem Sultan, 15 Nisan 1558’de İstanbul’da hayatını kaybetti. Kayıtlarda eceliyle öldüğü yazılır. Büyük bir cenaze töreninin ardından Süleymaniye Camisi avlusuna gömüldü. Mezarı üzerine türbesi eşi Sultan I. Süleyman tarafından yaptırıldı.
MİMARİ YAPI:
Hürrem Sultan Camii, kare bir plan üzerine yapılmış tek merkezi kubbeli mütevazi ölçülerde yapılmış basit bir camidir. Caminin batısında beş kubbeli son cemaat yeri vardır. Sultan I. Ahmet, 1612’de yapının doğusuna kubbeli bir bölüm ekletmiştir. Onarılan mihrap mukarnas dolgulu, barok süslemelidir. Minber kürsüsü ahşap geometrik geçme süslemelidir. Medrese ortada avlu, çevresinde revaklı odalar bulunan klasik üsluptadır. Pencere alınlıklarını süsleyen çini panoların bir bölümü Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunmaktadır. İmaret, dikdörtgen planlı avlu çevresinde kubbeli revaklar ve iki yanda bulunan odalar planındadır. Günümüzde dispanser olarak kullanılan darüşşifa sekiz köşeli avluyu doğu, güney ve batıdan çeviren odalardan oluşmaktadır. Avlunun güneyinde bir köşesi kesik, kare eyvanlar biçiminde, kubbeli iki salon bulunmaktadır.
2 notes · View notes
1-yolcu · 6 years
Text
II.Abdülhamid'in kızı Ulviye Sultan küçük yaşından beklenmeyen bir zekâya sahiptir. Abdülhamid Han bu ilk göz ağrısına pek düşkündür.Onu alır, türlü kıyafetler giydirir, bu şekilde fotoğraflarını çektirir. Yıllar birbirini kovalar, küçük Ulviye yedi yaşına gelir.Ulviye Sultan her zaman olduğu gibi bir gün ders dönüşü annesinin odasına gelir. Nazikeda Hanımefendi çok güzel piyano çalmaktadır. Annesi piyanonun başında sanatını icra ederken küçük Ulviye de masanın üzerinde bulduğu kibritlerle oynar. Öne doğru eğilmiş oynayan Ulviye Sultan'ın saçları bir anda tutuşuverir. Tabii üzerindeki tüllü kıyafet de alev alır. Piyanonun başındaki anne kazayı ilk anda fark edemez. Küçük Ulviye'nin çığlıklarını duyması ile alevler içindeki evladının üzerine kapaklanması bir olur ama nafile, bir türlü ateşi söndüremez. Vakit tam öğle yemeği zamanıdır ve saray ahalisi aşağı katlarda bulunduğundan anne-kızın çığlıklarına hemen yetişip yardım eden olamaz. Bu perişan manzara karşısında odadaki papağan da ürker ve sağa sola uçarak çığlık çığlık bağırmaya başlar.Elleri ve yüzü yanan annenin bu çaresizliğine nihayet yetişir saray halkı. Ulviye Sultan'ın dadısı eline geçirdiği bir seccade ile alevleri boğarak nihayet yangını söndürmeyi başarır. Ancak tabii ki küçük kızın durumu hiç de iyi değildir. Hemen tedaviye alınır. Saray üzüntü içindedir. Pertevniyal Valide Sultan hemen etrafa haber salıp ihtisas sahibi nice hekimi apar topar saraya çağırtır. Murad ve Burhaneddin Efendiler, herkes gelir yanına ama baba Şehzade Abdülhamid Efendi yoktur ortalıklarda. Meğerse o yıllarda Abdülhamid Efendi her sabah Tarabya'ya gider, orada suya girermiş. Murad Efendi acilen bir kayık gönderir, 'Birader hemen gelsin' diye tembih eder. Abdülhamid Han bu acil durum karşısında 'Herhalde Valideme bir şey oldu' diye endişe eder. Israrlı sorularına rağmen onu almaya gelenler kendisine hiçbir açıklama yapmazlar.Abdülhamid Han rıhtıma geldiğinde karşısında abisi Murad Efendi ve diğer kardeşlerini görür. Böyle durumlarda acılar paylaşılmalıdır elbette. Murad Efendi kardeşine sarılır ve 'Merak etme, Sultan biraz rahatsız sadece' der. Şehzade Abdülhamid çocuğunun odasına götürülür. Küçük Ulviye, her yanı örtülerle kaplı yatmaktadır. Acılı baba evladına yaklaşır, uzanır, yüzünün üzerindeki örtüyü kaldırır. Yanıklar içindeki Ulviye Sultan çok sevdiği babasını görür ve sadece 'Baba' diyebilir. Ardından ruhunu teslim eder.
| Talha Uğurluel
32 notes · View notes
nadirakkus · 2 years
Photo
Tumblr media
Alkol yasaklarından sanatçı kişiliğine kadar çok yönlülüğüyle 4. Murat'ın hayatına bakıyoruz. Osmanlı'nın son mareşali, Osmanlı' ya son kez yükselme devri yaşatan, Revan (bugünkü Ermenistan başkenti Erivan) ve Bağdad fatihi büyük komutan Sultan 4. Murad, osmanlı padişahları içinde en ilginç olanlardan biridir. on bir yaşında 1623 yılında tahta çıkar. on yedi yıl saltanatta kalır ve yirmi sekiz yaşında ölür. Tahta küçük yaşta çıktığı için devleti onun adına annesi Saltanat Naibi Valide-i Muazzama Mahpeyker Kösem Sultan yönetiyordu. Adından da anlaşılacağı üzre pek güçlü şaşalı bir kadındı. Şöyle söyleyeyim güç konusunda Hürrem Sultanla yarışacak kadar eli güçlüdür. Nitekim Genç Padişah büyür, artık sahibi olduğu saltanatı almak ister. Osmanlı karışıktır. Otorite boşluğu, padişahın dan yoksun sürekli isyanlarla boğuşan halk. E tabii diğer devletler de bizim Murad'a veled gözüyle bakıyorlar. Ana kuzusu diyorlar. Sultan Murad tarihin en güçlü hükümdarlarından biridir. Güç dediğim kas gücü. Öyle ki 100 okka gürzü tek eliyle kaldırdığı yakın dostu seyyah Evliya Çelebi tarafından yazılmıştır. (çok büyük bir sayı arkadaşlar kg olarak çevirince isteyen baksın) Ee bu adama da ana kuzusu demezsin, bir gecede sadrazamı boğdurup isyancıların önüne atar, annesinden saltanatı alır üstüne o dağılmış orduyu toparlayarak 2 sefere çıkar. Hepsinden de zaferle ayrılır. Aynı zamanda boğdurmada da pek maharetli. On bir yaşından yirmi sekiz yaşına kadar altı vezir-i azam idam ettirir. osmanlı padişahları içinde vezir-i azam öldürme şampiyonluğu kendisindedir. (+ 2 kardeşini de boğdurur.) Batılı kaynaklar Siroz (alkol) dan, Osmanlı kaynakları damla hastalığından öldüğünü yazar. Ustaca şiir yazan, çok iyi bir okçu olan ayrıca Tütün, içki ve kahveleri yasaklayan en önemli padişahlardan Son Mareşal, Büyük komutan ve devlet adamı Sultan Murad Han'ı rahmetle anıyoruz. . . . #çaymolasıkitapsefası #okuma #okumak #okumakgüzeldir #okumasevdası #okumayıseviyorum #okumasaati #çaymolası #okumasevgisi #okumaknegüzelşey #okumakayrıcalıktır #kitap #kitapsevgisi #kitapaşkı #kitapokumak ##tarot #tarotokuma #tarotokuyucu #tarotfalı #tarotyorumu #tarih #osmanlı #sultanmurad #sigarayasağı (Nadir Akkuş Design / Leiurus Wooden Art) https://www.instagram.com/p/CZNOqBUIeJN/?utm_medium=tumblr
0 notes
canakkale17ege · 2 years
Photo
Tumblr media
Yalova: İstanbul’un yanı başında bir vaha #Yalova ciddi bir alternatif. Yenikapı’dan deniz otobüsüyle gitmek çok kolay. Tabii 3. Köprü’yle de. İstanbullular için sanki karşıda, biraz uzakça bir semte gitmişsiniz gibi. #termal DÖRT BİN SENEDEN BERİ AKIYOR Bu sular kaç devir, kaç imparatorluk gördü… Yok yok, gören su aktı gitti, değil mi? Şimdi akan her molekül yeni. Gerçi buharlaşan, yağmur olan, tekrar yer altına sızan damlalar? Neyse neyse; dört bin yıldır burası bir kaplıca merkezi. Tarihte #pitiya olarak biliniyor bu bölge. Mide suyu, ayak suyu, göz suyu, değişik hastalıklara iyi geliyor. #Abdülmecid’in annesi Bezm-i Alem Valide Sultan, romatizmasına burada şifa bulmuş. Osmanlı zamanında birçok köşk ve banyo yapılmış. Bir ara sırf Arap turistler vardı. Bir ara da Rusça konuşan ülkelerden gelen kadınlar. Şimdi ortalardaki Arapların çoğu yerli; Yalova’da evleri var. Ruslar çok azalmış. Bolca Avrupa’dan Türkiye’ye tatile Türk turist vardı. Termal tesisleri çok iyi. Hepsi yenilenmiş. Hele yeni yapılan şık butik otellere giderseniz, zaten söyleyecek hiç lafım yok. #gökçedereköyü Termal tesislerinin yanında. Yazın kalabalığında dolaşmak pek keyifli değil. Bu mevsimde merdivenli, süslü yollarıyla çok nostaljik. Eski Türk filmi tadında. Ne yazıl ki köyün zevksiz mimarisi, o pahalı, özel, marka olabilecek canım yeri, üç paralık etmeyi başarmış. #atatürkköşkü #yürüyenköşk de deniyor. Yalova’nın içinde. #atatürk , yakındaki çınarın, köşkün pencerelerine zarar vereceği için kesileceğini öğrenmiş. Çok üzülmüş. Çare bulunmasını istemiş. O günün mühendislik bilgisi, sorunu çözmeyi başarmış. Köşk, temelinden sökülmüş, döşenen raylara oturtulmuş ve ileri doğru “yürümüş”. Ben kızlarımı götürdüm, çok etkilendiler. Yürüyen Köşk, bugün bir müze. Büyük lider Atatürk’ün mütevazı ve rafine zevkini anlamak için çok güzel bir ziyaret noktası. #termalatatürkköşkü 1929 yılında, sadece otuz sekiz günde inşa edilmiş. Küçük, ama müthiş bir güzellik. Mimarı Prof. Hakkı Eldem. Birçok önemli karar burada alınmış. Ayrıca köşkte şaheser bir #ayvazoski tablosu var. Her defasında yüreğim başka türlü çarpıyor. #hayrettinkaracaarboretumu (Kepez, Canakkale, Turkey) https://www.instagram.com/p/CWs9Qi_IAAx/?utm_medium=tumblr
0 notes
zorpusula3434 · 3 years
Text
Evet, bir valide veledini tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmesi ve hakikî bir ihlâs ile vazife-i fıtriyesi itibarıyla kendini evlâdına kurban etmesi gösteriyor ki, hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var. Bu kahramanlığın inkişafı ile hem hayat-ı dünyeviyesini, hem hayat-ı ebediyesini onunla kurtarabilir. Fakat bazı fena cereyanlarla, o kuvvetli ve kıymettar seciye inkişaf etmez. Veyahut sû-i istimal edilir. Yüzer nümunelerinden bir küçük nümunesi şudur:
O şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. "Oğlum paşa olsun" diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa'ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; Cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o mâsum çocuğunu, âhirette şefaatçi olmak lâzım gelirken dâvâcı ediyor. O çocuk, "Niçin benim imanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?" diye şekvâ edecek. Dünyada da, terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, validesinin harika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder.
Eğer hakikî şefkat sû-i istimal edilmeyerek, biçare veledini haps-i ebedî olan Cehennemden ve idam-ı ebedî olan dalâlet içinde ölmekten kurtarmaya o şefkat sırrıyla çalışsa, o veledin bütün ettiği hasenâtının bir misli, validesinin defter-i a'mâline geçeceğinden, validesinin vefatından sonra her vakit hasenatlarıyla ruhuna nurlar yetiştirdiği gibi, âhirette de, değil dâvâcı olmak, bütün ruh u canıyla şefaatçi olup ebedî hayatta ona mübarek bir evlât olur.
Evet, insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir. Bu münasebetle, ben kendi şahsımda kat'î ve daima hissettiğim bu mânâyı beyan ediyorum:
Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.
24. Lem’a
0 notes