Tumgik
#hayat amacını bulmak
opicalypso · 2 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Simge ve sembollerle rastlaştığımda grinin seller gibi akıyor olduğu anlarda dahi, zihnimde her yeri renkleri ultra parlak hd, görselleri ve hisleri galaksiler gibi parlayan bir boyut açılıyor ve sanki sonsuzlukta deneyimliyorum zamanı çünkü görebiliyorum hepsi bağlantılı, her şey anlamlı ve -bir tam, bir eksik olur o kadar- her şey anlamsız.
Hayat böyleyken anlamsızlığa takılmaktansa anlamsızlığın içindeki anlam olmayı seçiyorum çünkü biliyorum ki "ben" yalnız yaşarken "varım" diyebiliyorum, öyleyse varım ve bu yazıyı okuyorsan sen de varsın hem de yalnızca bedeninle değil, zamanda hareket edebilen, yönleri kontrol edebilen zihninle varsın, müzikle, sanatla titreşimi artan ve yüzüne duyguyla yansıyan kalbinle varsın ve şuanda adına yaşam dediğimiz bu evrende kendi zamanını deneyimliyorsun. Belki bu yazıyı yazdığımda ben olmayabilirim bile ama sen okuyorsan, varsın. Öyleyse ne duruyorsun, buraya hareket için geldiğimiz kesin. Temel ihtiyaçlarını gider ve önüne odaklan, kendi nihai amacını gerçekleştirmeye... Çünkü sen varsın, çünkü yaşıyorsun, kendini bulmak için çıkacağın yoldaki nefis meyveleri yemeyi hakediyorsun ve o yoldaki her şey o kadar gerçek ki, sana iliğine kadar tadabileceğin bir yaşam şansı veriyor. Bu derinlerindeki keşiflerdeki amaca giderken bir rehbere ihtiyaç duyabilirsin. Ben onun için burdayım. Tanışmadıysakta tanışacağız, hatta sarılacağız birbirimize toprakta ve yıldızlarda, ne dersin?
0 notes
hcagla · 9 months
Text
Hayatın Amacını Arayan Yazarlar ve Kitapları
Hayat amacını bulmak uzun bir yolculuk gibi. Bunun için türlü şeyler düşünüyor, izliyor ve okuyoruz. Hayatın amacı nedir peki? Bence hayattaki amaç süreci deneyimlemek. Her anından bir şey öğrenecek ve her adımdan zevk alacak şekilde yaşamak. Hayatımın amacı iyi bir kariyer, okul ve çok para olabilir. Bunlar ülkemizde olmazsa olmaz amaçlar gibi. Daha küçücükken paranın önemini biliyoruz. Bana göre bunlara ulaşmaya çalışmak amaç olamaz sadece yaşamak için ihtiyaçlar olabilir. Amaç hayatı yaşarken her bir adımda kendinin farkında olabilmek. Bu yazı Hayatın Amacını Arayan Yazarlar ve Kitapları hakkında olacak. Sıkıldığımda, düşünmeye ihtiyacım olduğunda aklıma tek gelen şey yazmak ya da meditasyon ya da boş boş tavana bakıp düşünmek. Bu listedeki kitaplar ise size hayatın amacını anlatacak ve fikir verecek. Bu arada konu direkt olarak felsefenin alanı olduğu için Yeni Başlayanlar için Felsefe Kitap Listesi yazısı da bir fikir verebilir. Linke tıklayarak direkt yazıya ulaşabilirsiniz.
Hayatın Amacını Anlatan Kitaplar
- Niteliksiz Adam – Robert Musil - Siddhartha – Hermann Hesse - Duvar – Jean Paul Sartre - Yabancı – Albert Camus - Varolmanın Dayanılmaz  Hafifliği – Milan Kundera Bir insanın hayattaki amacı nedir sorusunun yanıtı epey uzun olacak. Değerlerine sahip çıkarak yaşamak ve farkındalık bence çok önemli. Tabi ki hayatın amacı, felsefi bir konu olup kişisel inançlar, değerler ve dünya görüşleri tarafından farklı şekillerde yorumlanabilir. Farklı kültürler, dinler ve bireyler, hayatın amacını farklı şekillerde anlamlandırabilirler. Unutulmaması gereken bence hayatın amacının kişisel bir konu olduğu ve herkesin kendine özgü bir anlam ve amacı olduğudur. İnsanlar zamanla deneyimler kazandıkça, değerler değişebilir ve hayatın anlamı da buna göre şekillenebilir. Yeni haberler için bu siteyi Google News’ten takip etmeye devam edebilirsiniz. Sevgilerle Hayatın Amacını Arayan Yazarlar ve Kitapları yazımı beğendiyseniz sosyal medya hesaplarınızdan paylaşırsanız fazlasıyla teşekkür etmiş olursunuz. Daha fazla bilgi için beni sosyal medyada takip etmeyi unutmayın - Facebook, Instagram, Pinterest ve Twitter. Read the full article
0 notes
mistikyol · 3 years
Photo
Tumblr media
HAYAT AMACIN NEDİR? #mistikyol Hayatının amacını bir türlü bulamadığını düşünen bir adam bir gün bir bilgeyle karşılaşır ve hemen sorar: BENİM HAYATIMIN AMACI NEDİR? Bilge şöyle cevap verir: Sana desem ki elindeki yarım ekmeği dün sokakta aç olduğunu gördüğün köpeğe verdiğinde hayat amacını yerine getirmiş oldun; buna inanır mısın? Ya da annenin öne eğilmesini istemediğin için onun ayakkabılarını sen bağlandığında...Ya da çok sevdiğin dostunu neşelendirmek için onun yanına gidip ona komik hikayeler anlattığında... Senin problemin şu ki sen hayat amacını koyduğun hedeflere ulaşmak sanıyorsun. Onlar dünyevi hedeflerdir ve ruhunun dünyaya gelme amacıyla ilgisi yoktur. Ruhun dünyaya sevgiyi, fedakarlığı, iyilik yapmayı ve şefkati öğrenmeye geldi. Bununla ilgili yaşadığın her şey hayat amacındır. Daha uzağa bakmana gerek yok!
4 notes · View notes
hatirla-gecmiszaman · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media
Aklında gerçekleşeceğini bildiğim anıların olması bana garip geliyor. Sanki ben bir fotoğraf albümüyüm ama bana bakanlar sayfaları yad ederek yavaş yavaş geçiyorlar bu yüzden daha ilerisini pek göremiyorum. Bazen bir noktada duruyorum ve o albümdeki anıları tek tek yaşıyorum sonra hayır diyorum hayır, bu böyle olursa bir felaket düzeni bozar.
Kendime bu görevi ben verdim çünkü gözlerimi açtığımdan beri kendimin amacını bulmak derdindeydim sonra baktım. Amaçlar o kadar kolay değil onları öğrenmek bir o kadar zor, bende akışta kalan dünyayı amacım yaptım. Insan bir akla sahip olduğu sürece yeni bir düzen çok da matah değil.
Kendimin yönettiği bir dünya kurdum aklımda, kimseye karışmıyorum o dünyada sadece sınırların incelerek kıyamete sürüklendiği yerde bir düzen dokunuşu yapıyorum. Bu bizi biraz ilerideki felaketten korumuyor ama tedbirli olmamı sağlıyor, herkes için. Bir tanıdığım var ve dünyanın felaketlerine o kadar paranoyaklaşmış ki düzenin onu yönetmesine izin veriyor. Benim yaptığım ise çoğu zaman bütün dünyayı bu ince sınırların tehlikesinden kurtarmak.
Ama atladığımız hep bir şeyler vardır, evren büyük; peki beni o ince sınırlardan yine ben kurtarabilir miydim?
Bazı şeyleri akışına bırakmak bırakmamaktan daha tehlikelidir. Bu yüzden insan kalbini kontrol edemezsiniz; ne söylenirse söylensin içinizi kımıldatan o biyoloji dürtü yok sayabileceğiniz bir şey değildir. Hatalar yaptırır ve herkesi o felaketlerin eşiğine sürükleyebildiği gibi yerindede saydırabilir.
Yok saymadım sadece hep biraz inatçı ve yöneten taraf olmayı sevmişimdir. Ben birine bir şeyler beslemek için özellikle bir kritere sahip olmasını önemsemiyordum. Zaten daha kendimi bile yeni yeni tanırken birinin size karşı davranışlarındaki her güzel şey dikkatinizi çekiyordu.
Kendime o süreç içerisinde bir yandan da hep dedim, bu kadar mutlu ve tatminkar olmak kimsesiz biri için pek de olası değil diye. Zaten daima paranoyak bir kafaya sahip olduğunu söyleyen insanlar yüzünden yine paranoyak olduğumu düşündüm. Ben paranoyakken bile daima haklıymışım bunu da bu şekilde öğrendim.
Uzun zamandır kendimin içindeki kavgalarda çarpışırken dünyanın işleyişini unuttum, farkında olsaydım ilk yapacağım şey o aptal dostumun yakasına yapışıp Zeus'un baş çetesinde olan biri olarak şarkı çıkarman tehlikeli derdim. Hele hele sokak hakkında yazdıklarını çıkarması hepimizin idamı olurdu ama benim artık sessizce birilerine itaat etmeye isteğim kalmamıştı. Bir şeyler olsun ve ben birilerinin boğazına yapışıp karnımda hayat bulmak isteyen o canın hesabını sorayım istiyordum.
Bizim rahmimiz olduğuna inandığım çıkmaz sokaktaki terası sarhoş kafamı ağrıtacak kadar ışıklandırmalarla süslemişlerdi. Terasa çıktığımda kulağıma dolan bas sesimi yoksa kalabalığın seslerimi daha rahatsız edici pek düşünemedim. Kendimi birilerine değmeden uzakta her zamanki köşeye attığımda benim varlığımı farkeden biri daha koltukların oraya gelmeden koluma yapıştı.
-"Nerelerdesin, kaç gündür herkes gibi bende seni arıyorum ama benim herkes olmadığımı sanıyordum." son kelimelerini umursamazca ağzından geveleyerek konuşmuştu.
-"Asya beni bir rahat bırak." kolumu ellerinden uzaklaşarak bağırmak zorunda kaldım çünkü bu seslerin arasında benimki duyulmazdı.
Ikili nostaljik görünmesini sağlayan desenli koltuğumda oturan kişinin yanına kendimi attım. Kim olduğunu vücudunun yapısından ya da oturuş tarzından bile tanımıştım. Ilk zamanlardada sürekli beli kambur ve çelimsiz bedeniyle yanıma otururken şimdilerde kendini geliştirmişti. Belki de hayatta savaşması gereken bir ton sorunla başa çıkabilmek için bir neden bulmuştu ve güçlenmişti.
Hayata bağlandığımız nedenlerin bizim acılarımızı da doğurması bir karamsarlıktı ama bunu inkar edemezdik.
Başak daha ilk günden bu kambur çocuğun gözlerinin içine baktığında bilmeliydi; sokaktaydık ve kimsesizlikle büyüyen bir çocuğun her şeye sahip olmak gibi bir hayali vardır. Bu sadece hayaldir. Fakat Ufuk çelimsizliğinden kurtulurken aklında sadece her şeyini korumak vardı, ben bu kanımda yanılmıştım. Ufuk her şeyini o kara kömür güzelliğindeki o küçük kızda bulmuştu; ona sımsıkı sarılmış ve bu yaşımıza gelene kadar onun bir gölgesi olmuştu.
Anlamadığım, bazı duygular bütün dünyadan saklanırken alalade bir görünmezlikte göründüğünü bildiğimiz halde saklamaya neden zorunlu kalıyorduk. Neden herşeyin birbirimizin yaşamına bağlandığı düşünerek bu karmaşayı daha da karışıyoruz. Birbirimizden bize ne diyerek kopup gitmeliyiz; duygular böyle yaşanmalı ki insan nefesin sınırlı olduğunu unutamasın.
Ufuk uzayan sarı tutamlarını sinirle çekerek önünü düzeltip dizine yasladığı dirseklerini kaldırarak başımı yasladığım koltuk başında onu izlerken o da benim rahatça yayılan bedenime katılarak dizlerime kafasını koyarak yattı. Onu umursamadan etraftaki çömezleri izlediğimde bir çoğu birbiriyle muhabbet ediyor ya da dans ediyorlardı, birkaç yalaka etrafımda dikilerek verebileceğim bir komutu bekliyorlardı. Elime birine sallayıp sadece dudaklarımı oynatarak, ses tellerimi oynatma isteğim bile yoktu, vodka istedim.
-"Bana bir şey söyle." minicik koltukta büktüğüm belim yüzünden Ufuk'un mırıldanan sesi bana ulaştı.
-"Sanırım ölüm o kadar da göz boyayan bir acı değil." dediğimde alayla nefes verdi.
-"Ölmek mi, unutmak mı?" istediğim geldiğinde oturuşumu dikleştirmeden getiren çocuğun elindeki tepsiden biraz tuz alıp birkaç kere fondipledim ardından limonu ağızıma atıp onu uzaklaşması için iki el hareketi yaptım.
-"Unutmak."
-"Bana da ölmek koymaz ama ölürken de ardımda birini bırakmamalıyım. Böyle bir sik kafalılık yapmam değil mi Gece? Yapmamalıyım." kafasını hemen bana çevirip aceleyle yineledi sorularını. "Yapmam değil mi, sen zaten beni durdurursun değil mi? Bazen rayımdan çıkıyorum halbuki bir trenin tek bir durağı yoktur; rayından çıkıyorsa ya parçalanıp hurda olacaktır ya da bütün yolculuğu mafedecektir. Ama ben yine de çok içip rayımdan çıkmak ıstiyorum, bencilim. Çok içmeliyim." koltukta oturur pozusyona geçerek elini arkama sallayıp az önceki tepsiyi önüne koyarak hızla dediğini yapmaya başladı.
Ben sadece oturdum ve izledim.
Başak az önceden beri içeceklerin arkasında birkaç gündür sürekli gözüme çarpan Hades çetesinden bir çocuğun kucağında oturuyordu, gözlerimi sıkıca yumdum. Insan bildiklerini mi saklar yoksa bilemediklerini mi?
-"Eee işte kaçak askerde ortaya çıkmış." Sansar insanların sesinden kendininkini ayırmak için bağırırken başımı ondan tarafa çevirdim, belki bu gürültüde daha da bağırmaz ve dudak okumanın hepimizin yararına olacağını anlar diye düşünerek. "NERELERDESIN KIZIM SEN?" yüzüm rahatsızca kasıldı.
Yaren ardından gelerek Samet ile birlikte koltuğun önünde yere oturdu. Kollarını mutlulukla sevgilisine arkadan sararken Ayda'nın az önce Yaren'i kovaladığını koşarak bizim yanımıza gelmesiyle anladım. Çocuklara benziyen tek yönümüz kazanan olmadığı didişmelerimizdi.
-"Sansar!" Ayda sitemle konuşup eliyle alnını kuruladı. "Bakın bu bir hiledir. Kazanırsam bunun da karşılığını alırım." sesinin tonundan ödün vermeden ikili koltukta gözlerini gezdirip hızlıca geldiği yerden geri dönecekti fakat aklına takılan düşüncelerle tekrar bana dönüp yüzüne aramızdaki soğuğu maske yaptı.
-"Ne oluyor bilmiyorum ama kardeşimi üzmeyi kes yoksa olacaklardan ben sorumluyum Yasak Meyve." diyerek dönüp gitti. Dünyadan uzaklaşmalıydım yoksa bende olacaklardan sorumlu olacaktım.
-"Ne dedi şimdi bu, hayırdır Asya ile kavga mı ettiniz?" Sansar olaya atladığında yüzüm yerdeki döşemelerden sevgililere döndü, Yaren'in çakırkeyif gülümsemesi beni iyice delirtiyordu. Bana bakarak gülme kızım gülme! Şu an ben sarhoş olmalıyım etrafımdakiler değil.
Saçlarımı karıştırmaya yeltendiğimde Ufuk yanımdan sarsak adımlarla kalkarak içecek tezgahına yaklaştı ve hızını alamadığı gibi Başak'ın yanına gidip kolundan çekiştirerek bir şeyler söyledi. Zaten Başak Ufuk'un sarhoşluğunu kızaran teninden anlamış olmalı ki hemen kolunu omzuna atıp yanındaki çocuğa bir açıklama bile yapmadan kalabalığın içine karıştılar.
Insan bilmediklerini saklarsa gelişemez; bir dansın ritmi gibi bir ileri üç geri. Bu dans ruhumuza yeni şeyler katmaz tersine alır götürür çok uzaklara, en azından bir şarkı melodisi kadar.
-"Ben gidiyorum..-" cümlemi kendim sindirmek için beklerken Sansar bunu anlamayıp hemen atladı.
-"Eve mi? Daha erken biraz kalsaydın, hem albüm çıktığında hepinizin birlikte dinlemesini istiyorum, anlarsın ya. Hatta keşke daha önceden gelseydin-"
-"Saran'dan gidiyorum Samet." bir fondip yapıp sessizce onların tepkisini bekledim. Samet öğrenirse ve bilirse bu rahimde oluşan dünyadaki bütün insanlar bunu anlardı. Daha fazla kalabalığın içinde kendimi unutmamak için gitmeliydim.
-"Ne alaka, iş falan mı çıktı?" kaşları ciddileşerek çatıldı.
-"Neyi anlamıyorsun ya da anlamak istemiyorsun lan. Siktir olup gidiyorum işte." gözlerimi istemsizce devirdim. Sanki söylediklerime ben inanmışımda başkalarının hazmetmesini kaldıramıyormuşum gibiydi fakat ben bile yeni öğreniyor gibiydim. Ben ne yapmıştım, ölümü dilememe gerek yoktu içinde yaşayan bir cani vardı.
Yaren bile gülümsemeyi kesmişti, Sansar yüzü anında dondu fakat ben ellerimi sanki kontrolünü sağlayamadığım şeylerden biride saçlarımmış gibi onun içine daldırdığımda sinirlendim ve kökenlerinden yolmak istedim Yaren koşarak yanıma gelerek bu sefer bana sımsıkı sarıldı. Bu sarılmaları herşeyi iyileştirir mi sanıyordu; bu alışkanlığın büyüsü ben ellerimde minicik bir ölüyü ateşlerin içinde bıraktığım gün kaybolmuştu. Yase.
Bütün ölülerin elinden tutmuştum ölüme götürdüğümü bile bile ve sonra sanki ben suçsuzmuşum gibi başkalarının eline tutunmuştum.
-"Siktir git Gece. Bu alkolü ağzıyla içen tek kişiydin anladım ki sende bitmişsin. Git eve ayılınca gel." Sansar da sanırım Yaren gibi koltukta yanıma oturmuştu çünkü sesi kulağıma bir fısıltı gibi duyuldu. Başımı kaldırıp saçlarımın arasından yüzümü ona döndüm: "Ben kendimden öldürdüm. Tutunamadım hayata sanırım zaten bu dünyada yaşamanın iyi olmadığını da sezdim. Ama içimdeki canavar daha çok ölüm istiyor."
Kalırsam ölürsünüz, kalırsam düzen bozulur.
-"Gece..."gözlerimi bu sefer Yaren'e döndüm. Hıçkırarak ağlıyordu fakat göz göze geldiğimizde gülümsedi ve gögüsünde sakladığı minik bir kurdeleyi bana verdi. "Hissettim, yemin ederim hissettim ama..." başını kabullenmezce iki yana salladı. "Başka bir evrende çok iyi bir anne olduğunu biliyorum kızım. Sen karanlık ya da ölüm olmadın hiçbir zaman, lütfen, lütfen böyle düşünme olur mu?" ikisi de ellerini avuçlarıma koyduklarında en sahici gülümsemeyi onlara sunmak istedim. Çünkü insan bildiklerini saklardı.
Yapılı bir çocuk önümde durarak müsade istediğinde başımı kaldırarak kendimi toparladım. "Yasak Meyve, Yunus aradı telefonuna ulaşamıyormuş, acil bana ulaşsın dedi." elini kalbine yaklaştırıp aynı saygıyla önüne baktığında gitmesi için müsade ettim.
Sansar benim bıraktığım Yaren'in elini avucuna almıştı ancak dikkati benim üzerimdeydi. Şortumun arka cebini ve bol ceketimin ceplerini kontrol ederek telefonu arayıp buldum, aynı dalgınlıkla telefonu açıp hızlıca Yunus'dan beklediğim haberleri okudum.
Abla kadın uyandı.
Sakinleştirici verdim ama onu burada daha fazla tutamam. Yaraları cok derin.
O da benim ruhuma çok derin hasarlar vermişti ve hesaplaşma hiçbir zaman ertelenmemeliydi. Yaşamayı bu gün başarmıştı fakat çocuklara acı şekerler dağıtan kötü bir kadının sonu ölümde değildi, yaşamayı ve ölmeyi beceremeyip o acılarla boğulmaktı benim adalet mahkememdeki hükmü.
-"Hayırdır, ne oluyor?" Sansar'ın bu umut dolu gününü berbat ettiğimi düşünürsek artık bunları konuşmamalı ve onun hak ettiği gibi veda ederek onların hayatlarından uzaklaşmalıydım. Telefonumun sesini kontrol ederek Samet'in sorusunu es geçip tekrar ikisine de gülümsedim. Evvelden beri memnun olmayan suratıma nazaran.
-"Benim gitmem lazım." birbirimize sardığımız ellerimize baktım. "Kendinize iyi bakın." ayağa kalktığım Yaren gözlerinden birbirine yarışarak akan gözyaşlarını silerek burnunu çektiğinde Samet ellerindeki titremeyi yok sayarak benimle birlikte ayağa kalkıp koluma yapıştı.
-"Ben anlamıyorum. Gece?"
-"Kendine gel Samet, anlamayacak bir şey yok. Dediğim gibi herkes sana emanet; birbirinize sahip çıkmanız gerek. Bizim çocuklara tembihledim bir ihtiyacınız olursa sizinleler, bana da nasıl ulaşabileceğini biliyorsun. Farkındayım bir günde her şeyi yıkıp gitmem haksızlık ama kalırsam katliam olucak, Zeus... Bu sefer kazanamaz." ellerimi omuzlarına yaslayıp sıktım. "Sana güveniyorum. Söz veriyorum geri gelip her şeyi düzelticem. Sizi.." uzun zamandır tamamlayamadığım cümleyi yarım bıraktım. Samet gözlerini etrafta gezdirip sulanan göz bebeklerini büyüttü, şoktaydı fakat kendini toparlamak için çabaladı ve cümleyi o tamamladı. "Seviyoruz kardeşim." kollarını bana sardı.
-"Güveniyorum." ikimizin kelimeleri çakıştığında dudaklarımdan dökülen güveni bana sarılarak da hissettirdi. Bu his deprem oluyordu ve sanki bir dağa sımsıkı sarılmak gibiydi. Ondan ayrılıp ikisine de son kez bakıp terastadan aceleyle çıkarken girişte Batu ile karşılaştım. Yavaş adımlarla terası benim gibi inceleyerek geliyordu fakat gözlerimiz birbirine değdiğinde duraksadım. Onu uzun zamandır görmüyordum.
Adımlarım neden bu kadar hızlandı ve onun kollarına koştum bilmiyorum, tek bildiğim içimde tarif edilemez bir duygu karmaşası vardı. Aklım Samet'e bu kadar ağır bir yükle başbaşa bırakmanın zorluğunu çekerken kalbim Yaren'in göz yaşlarında asılı kalmıştı. Haksızlıktı; herkes ölmeliydi ve yaşanamayan cocukluklar yaşamalıydı.
Sende çocuk olamayacağın için mi vazgeçtin benden.
Ellerindeki sıcaklığı üşüyen tenimde hissederek burnumu tshirtünün kumaşına istemsizce sürttüğümde sanırım hala elinde olan sigarayı hissettim. Dudaklarından mırıltılar dökülüyordu fakat benim duymam için söylemediğini her seferinde kendine söyleyemediklerini tekrarlıyordu. Onun sakladığı sırlar büyük bir kutunun içinde bir tavan arasında kalamazdı bu yüzden dudaklarındaydı ancak birine söylenmek için değil her gün yeniden kendine kızmak içindi. İçinde kızgınlığı biriktirmek küçük çocuklar için zordur, hemen sıkılıp unuturlar.
Sigarasından bir soluk alıp adımı fısıldadığında kendimi ondan uzaklaştırmam gerektiğini idrak edebildim. Ellerini omuzlarından çekmeden beni dinginleştirmek için sıvazlamaya devam etti. O çoğu zaman bir gölgeydi hayatımızda tamamen kalması güneşin emrindeymiş ve bu sokakların aydınlanması yalnızca ay ile olurmuş gibi.
Birbirimizin gözleri ile kısa bir konuşma geçirdiğimizde konuşmamın kelimelerimle devam etmesine izin vermeyen bir ses Batu'nun arkasından bütün çıkmaz sokakta yankılanarak duyuldu.
-"GECE!"
1 note · View note
zeynepyuksel · 3 years
Text
Birey olabilmek ve bunun gereksinimlerinin farkındalığına erişebilmek üzerine
Bu yazımı başta tanıdığım ve değer verdiğim, yetişkinlik dönemine girmiş ve aklına saygısı olan, kendim de dahil olmak üzere bütün insanlığa ithaf ediyorum.
Bunları dile getirme mecburiyeti hissediyorum. Çünkü görünen o ki biz bu meseleyi pek dillendirmiyor ya da dile getirdiğimiz halde uygulayamıyoruz.
Birey olabilmek ve insan olmak aynı şeyler değildir. Bizler bunun ayrımını çoğu zaman yapamayabiliyoruz.
Her insan temel hak ve özgürlükleri bakımından eşit doğar. Fakat malesef her insan hayat şartları bakımından eşit değildir. Büyüdüğümüz aile, yetiştirilme koşullarımız, yaşadığımız çevrenin sosyoekonomik düzeyi, bulunduğumuz şehrin/ülkenin gelişmişlik seviyesi vb. gibi pek çok değişken ve çevresel etken, bizim bireysel gelişim ve değişimimizde rol oynar.
Ama tüm bunlar, erişkinlik dönemindeki bir insanın birey olamaması durumunda şöyle bir savunmayı ya da argümanı meşru kılmaz:
"Ben böyleyim ve bunun sebebi/sebepleri, bu zamana kadar maruz kaldığım x çevresel etkenidir."
Çünkü söz konusu şahıs, artık erişkinlik döneminin içindedir. Bu yaptığı savunma, ancak onun erişkinlik dönemine girdiği vakte kadar, çocukluk döneminin bitiminden itibaren, bir nebze geçerli sayılabilir.
Bunun sebebi ise erişkinlik dönemine giren her aklı bütün insanın, karakter oluşumunun tamamlanmış varsayılmasıdır.
Bu noktada bir eleştiride bulunmak istiyorum.
Bizim ülkemizin toplum ve aile yapısında, ne yazık ki henüz birey olmanın önemi ve anlamı tam olarak kavranabilmiş değil. Sağlıklı her yetişkin insanı, birey olabilmiş varsayıyoruz. İkisinin ayrımını yapamayıp aynı kefede görüyor ve ona göre davranıyoruz. Bu yapılmaması ve onarılması gereken bir davranış biçmidir. Çünkü birey olmayı başarmış varsaydığımız, fakat sadece aklı bütün ve sağlıklı birer yetişkin olan insanlar; birey olmanın gereksinimlerini yerine getiremediklerinde, problemler ortaya çıkıyor.
Bu problemler sadece gündelik hayatımızı, ailemiz ve yakın çevremizle olan iletişimimizi değil; akademik/ iş hayatımızı ve hatta içinde bulunduğumuz toplumun bir parçası olduğumuz için, bu toplumun gelişmişlik ve refah düzeyini de doğrudan etkiliyor.
Takdir edersiniz ki ne benim ne de bir başkasının; özellikle sosyal medyada, orada, burada pek sık rastlayabildiğimiz, 5-10 maddelik "birey olmak için yapılması gerekenler" gibi zırva bir liste ya da kılavuz vermesi söz konusu bile olamaz. Bu gülünçtür.
Fakat ben bu yazımda birey olamadığımızda meydana gelen problemlerden yola çıkarak neler yapabileceğimiz konusunda tavsiyelerde bulunmak istiyorum.
Birey olabilmek ve bunun gereksinimlerinin farkındalığına erişebilmek nedir?
Bunu nasıl başarabiliriz?
Sağlıklı, aklı bütün ve yetişkinlik dönemine erişen bir insanın; kendi başına ve hür iradesiyle birey olabilmesi, her şeyden önce, yaşadığımız çağda ve günümüz şartlarında bir gerekliliktir.
Birey olabilmeyi başarmak ve bunun için çalışmak hemen ya da öylece olacak bir şey değildir. Bu; kişiden kişiye değişebilir olsa da, kimi zaman kişinin türlü zorluklarla baş etmeyi öğrendiği kimi zaman ise bu zorluklar da dahil olmak üzere, birçok konuda çuvallayabildiği, sabır gerektiren bir süreçtir.
Bu sürece girdiğimizde, aslında başından beri gözümüzün önünde olan olan şeyleri fark edebilmeyi; bu zamana kadar sadece baktığımız şeyleri, görebilmeyi başardığımızda ilk adımı atarız.
Bakış açımız ve fikirlerimiz değişir, perspektifimiz genişler. Deneme/yanılmanın kazanacağımız tecrübeler bakımından bize bahsedildiği kadar da kötü bir şey olmadığını anlarız. Potansiyelimizin farkına varırız. Nihai amacımızı bulmaya çalışır ve bu konuda bizi neyin tatmin edeceğini anlamak için düşünmeye koyulur, harekete geçeriz. Karakter oluşumumuzu tamamlamak için kendi farkındalığımıza büyük oranda erişmeye çalışırız. Tüm bunlar birey olmanın ilk adımları gibi düşünülebilir.
Bunları yapmaya başlayan, başarabilen her insan kendindeki değişimi zamanla fark etmeye başlar. Yaşadığı bu değişim, sadece sağlıklı ve aklı bütün bir insan olmaktan birey olmaya evrilmesinin belirtisidir.
Birey olma sürecine giren kişinin; iş ve eğitim hayatında, gündelik hayatında ve diğer ilişkilerinde problem yaşamaması ya da yaşadığı problemleri minimum düzeye indirebilmesi için iletişim becerilerini geliştirmesi ve problemlere karşı çözüm odaklı olması gerekir.
İyiyle kötü, doğruyla yanlış gibi gündelik hayatta karşısına çıkabilecek birçok tezat durumda, farkı ayırt edebilecek bir muhakeme becerisine sahip olması ya da bunu geliştirmesi gerekir. Tabii ki bu bakımdan göreceli ve değişken pek çok kavram vardır. Fakat en azından çoğunluğun varsaydıklarını ve kanıtlanmış bariz durumları da göz önünde bulundurarak kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğuna karar verebilecek düzeyde olması beklenir.
Örneğin,
Söz konusu kişi; bilimsel şekilde kanıtlanmış, sağlığa zararlı ve "kötü" alışkanlıklardan birine sahip diyelim. Fakat bu alışkanlığı, onun sağlığına uzun ya da kısa vadede her ne kadar zarar verse de o kişi, bu alışkanlığa sahip olmaktan gayet memnun. Çünkü onun için bu bir alışkanlık ve çeşitli sebeplerden ona kendini iyi hissetiriyor.
Böyle durumlarda kişi bunun muhakemesini yapabiliyor ve yaptığı muhakemesinin sonucunda olanlardan ya da olacaklardan şikayetçi değilse, en azından tutarlı davranmış sayılır ve bu durumun birey olma konusunda pek bir etkisi olmaz.
Ancak kişi, muhakemesini yaptığı durumda varsayılan ve ispatlananın aksine bir karar verip bu kararın sonucunda olanlardan ya da olacaklardan şikayetçiyse, işte o zaman tutarsız davranmış olur. Yaptıkları, söyledikleriyle çelişir ve bu gibi tutarsız davranışlar birey olma yolunda engel olur.
Birey olabilmek her şeyden önce; evrimleşmiş bir hayvan olarak, aklını kullanabilen ve duyguları olan bir insan olduğunu kabullenebilmek, kendi varlığını anlamlandırabilmek için düşünmek, kendi nihai amacını bulmak ve bu amaç için düşünmeye/davranmaya koyulmak, akli ve fiziki bütünlüğünü/sağlığını koruyabilmek için gereken şartları sağlamak, hür iradesinin ve bağımsızlığının farkına varabilmek ve muhafaza edebilmek, deneyip yanıldığında bunu tecrübe olarak düşünerek gereken dersi çıkarabilmek, gerektiğinde yardım isteyebilmek ve kabul edebilmek, herhangi bir engele sahip değilse iletişim kurabilmek ve bunu mümkün olduğunca geliştirmek, problemlere karşı çözüm odaklı olmak vb. gibi birçok davranışın tıpkı bir kazanım gibi "edinildiği" ve "geliştirilebildiği" bir süreçtir.
Birey olmak ve insan olmak arasında çok net, kesin bir çizgi vardır.
Her birey bir insandır fakat her insan birey olamayabilir.
2 notes · View notes
ashley71 · 3 years
Text
Kimsenin çözemeyeceği sorunlar olur. Kimseye anlatılamayan. İnsanın kendine bile açıklayamadığı şeyler olur bazen. Bazen tüm camları kapatırsın. Dünyayla bağını koparırsın. Gelmek için gitmek gerekir. Gitmezsen geri gelemezsin. Değişirsin. Zaman değiştirir insanı. Büyürsün. Hayatın kuralı budur. Kendine yeni yollar çizersin. Yollarını kendin çizersen doğru yere gidersin. Hayat zordur. Ama yaşamak... çok özeldir, güzeldir. Amacını belirlerse insan, yaptığı her şey anlamlı olur. Amaç bulmak zor değil aslında. Ha hiç mi bulamadın, kendine ne amaç edineceğini merak et. Bu da bir amaç olsun sana. Kendi amacını merak et ve onu bul. Her şey çok basit aslında.
1 note · View note
sirrihafi · 4 years
Text
Tumblr media
Evlenmeyi düşünen herkesin okuması gereken; yaşanmış gerçek bir olaydır...
H A Y I R L I E Ş :
« Yaş 28... Evlilik zamanı geldi geçiyor » derken; annem açtı yuva kurma konusunu...
Saliha bir kız olsun gerisi gelir diye düşünüyordum....
Yakın bir akrabamızdan haber geldi; komşuları çok dindarmış, kızlarının ailesinden daha da dine bağlı olduğunu duyunca sevindim...
"Gidip bir görelim, görüşelim" dedim.
İlk ailesiyle konuştum. Hâttâ ben konuşmadım; sürekli onlar konuştu... Şaşırdım kaldım, birşey diyemedim...
" Kına gecesinde en iyi müzisyenler olacakmış...Düğün de kezâ aynı... Ev dayalı döşeli olacakmış, hem de hepsi en pahalısından! Araba olacakmış! Son model hem de... Çünkü; komşunun damadı, sıfır araba almış geçende..."
Anne hadi kalkalım, diyecektim, utandım... Kızla görüştürmek istediler. İslamiyete uygun olarak görüştük;
On beş bilezik... En güzel gelinlik « 10 bin tl » En büyük düğün salonu...vs, vs...
Ne diyeceğimi bilemedim...
Ben Saliha Bir Eş istiyordum sadace, fakat istekleri bir türlü bitmiyordu...O anda yan taraftaki aynaya göz ucuyla baktım kendime. Görünüşümdede bir iş adamı profili de yoktu. Yirmi beş dakika boyunca konuştu... İstekleri bitince de sıra bana geldi ; « Senin isteklerin nelerdir » dedi. Biran önce kalkıp gitmek istiyordum! Sıkılmıştım, geleli bir saat olmasına rağmen, dünya malına tamah edenlerle birlikte olmak içimi karartmıştı. Tekrar sordu; «isteklerin nelerdir?» « Hayırlısı olsun...» dedim ve kalktım... Nazikçe ayrıldık evden...
Yolda giderken telefon geldi, amcam arıyordu..
Yan komşularından Sebahattin amcanın kızı varmış. Sebahattin amca çok iyidir... Çocukluğumdan beri tanırdım kendisini... Tamam dedim amcama, geliriz. Sebahattin amcalara gitmek için hazırlanıp annemle koyulduk yola... Onbeş dakika sonra ulaştık evlerine. Sohbet açıldı çocukluğumuzdan ve başladı beni övmeye… Kızardıkça kızardım utancımdan birşeyde diyemiyorum… Derken söz asıl konuya gelmişti. «Evladım, seni severim. Maksat sizleri mutlu etmek Allah-u Teâlâ'nın izniyle » dedi ve başladı isteklerini saymaya… O kadar çok şey saydı ki; uykum gelmeye başladı… En sonunda da; « benim oğlumun kumar borcu var onu ödemeden evlilik de olmaz zaten » dedi. Birden gözlerim açıldı! Şaşırmıştım fena halde. Gözümü yerden alamadım uzun süre… Sebahattin amca; «gençleri görüştürelim » dedi… Bir odaya geçtik ve kız konuşmaya başladı; önceki görüştüğüm kız gibi, ne varsa herşeyi istiyordu... Konuşmasını, çalan telefonu böldü, açtı ve bir süre konuştuktan sonra kapattı. Tekrar çaldı, konuşup kapattı… Sonra tekrar, tekrar, ve yine tekrar... Dayanamadım, sordum « arayan kim » diye. Eski nişanlısıymış ve ayrılalı on gün olmuş henüz!.. Neden ayrıldıklarını sordum.
Çay bahçesinde bir erkekle otururken görmüş, sonra tartışmışlar. Tartışma büyüyünce de ayrılmak zorunda kalmışlar. «Oturduğunuz kişi kimdi ki ? » Çalıştığı yerdeki müşterilerinden biriymiş… « Demek önceden çalışıyordunuz » Yanıt pek manidar; « Evet, ben masörüm!.. »
Şoktan şoka giriyordum.! Beş dakika içerisinde; bilmediğim bir sürü şey çıkmıştı… Evlilik amacını sordum. Nişanlısı çok rahatsız ediyormuş,farklı bir hayat, farklı bir ortam istiyormuş… Açık konuşmak gerekirse hava değişimine ihtiyaç duymuş. Daha fazla dayanamayıp izin istedim kalktım. Ben sadece saliha bir eş istiyordum. Nazikçe evden ayrıldık annemle…
Daha sonra öğrendim ki; Sebahattin amca arkamdan bir sürü laf etmiş…
Gülümseyip, "bugün öven yarın söver " dedim içimden...
Artık evlilik düşüncesinden vazgeçmek üzereydim. Haftalardır dışarı çıkmıyordum.
Akşamları hava almak için balkonda oturup kitap okuyordum… Karşı komşumuz gece çalıştığı için, akşam dokuz gibi evden çıkıyordu. On yaşındaki oğlu da babasının peşinden ağlayıp dururdu her gece... Ablası çocuğu oyalamak için balkona çıkarıyor ve her fırsatta benimle konuşmaya çalışıyordu.
Bu sık sık tekrar etmeye başlayınca, zbunaldım artık.
Bir akşam kıyamet ve ahiret kitabını alıp aynı saatte çıktım balkona…
Beni görünce o da çıktı balkona, bir konu bulup yine başladı konuşmaya…
« Her akşam kitap okuyorsun, nedir onlar? »
İşte beklediğim fırsat gelmişti; « okumak istersen vereyim » deyince, olur dedi. Besmele çekip iki üç metre karşıdaki kıza attım kitabı ve « Haydi, gir de evde
okumaya başla » dedim. Kitabı okumuş olacak ki, bir daha balkona çıkmaz oldu…
Evlilikten vazgeçmiştim bir eş bulmak bana uzak görünüyordu…Aradan aylar geçmişti.
O zaman zarfında, birkaç kızla daha görüşmeye gittim annemle...
Fakat netice aynı, değişen bir şey yoktu…
Bir salı akşamıydı, içim çok daralmıştı. Adeta boğuluyordum…
O gece iki rekat namaz kılıp yattım… Acayip bir rüya gördüm. Birine anlatmalıydım bu rüyayı ama bu bunalımlı ruh haliyle kime?..
Bir akşam, balkonda dolunayı izlerken telefonum çaldı. Gözüm dolunayda, cebimden çıkarttım telefonu ve kimin aradığına bakmadan, kulağıma götürüp açtım telefonu. Arayan ses tanıdıktı.
Fakat o günden sonra hayatımın değişeceğini nereden bilebilirdim ki !
Arayan,en yakın arkadaşım Muhammed' di. Canı sıkılmış, beni çağırıyordu...
Abdest alıp evin yakınındaki çay bahçesine gittim. Çocukluğumuzdan açıldı konu sonra
gördüğüm rüyayı anlatmak istedim can dostuma;
« Tozlu bir köy yolunda gidiyordum... Elimde bir tane kılıç vardı, etrafımda ise bir sürü yılan... Yılanlar bir metre kadar yükseltmişler kafalarını yukarıya doğru,
hepsi üzerime atılmak için zaman kolluyorlardı ! Kılıçla kendimi savunuyordum. Bana yaklaşanları kılıçla öldürüp ilerliyordum. İleride uyuyan biri vardı. Ona doğru giderken, anlam veremediğim bir ses işittim ama, uyyan kişinin dışında etrafta kimsecikler yoktu…
Uyuyan kişiye doğru ilerliyordum ki, az önce işittiğim o ses; « Yatan kişi ; Musab bin Umeyr'dir » dedi...
Sonra ileride giden iki kişi gördüm; biri Peygamberimiz'di, fakat diğerinin kim olduğunu göremedim…
Muhammed yorumlamaya başladı rüyamı. « Düşmanlarını yenerek iyi bir neticeye ulaşacaksın inşallah » dedi…
Neden sonra, sohbet yine evliliğe geldi dayandı... Başımdan geçenleri anlattım. Oldukça dertliydim bu konuda. Aalında tarif oldukça basit ve sadeydi! Şöyle ki;
benim eşim dünyaya bağlı olmamalıydı,
sadece dünyalık uğruna yaşamamalıydı…
Uzun uzun dinledi Muhammed sıkıntılarımı… O konuşmaya başladı bu sefer.
« Evden çıkarken annem söyledi, bizim mahallede bir kız varmış onunla görüştürmek istiyorlar seni. »
Yok Muhammed! Bundan sonra kolay kolay kimseyle görüşmek istemiyorum, yoruldum artık, dedim… Kız da pek istekli değilmiş zaten, dedi… niye diye sordum; o da birkaç kişiyle görüşmüş, daha sonra evlilikten soğumuş iyice… Muhammed'in annesi ısrar edince de; olur, görüşelim, demiş...Tamam dedim, yarın gideriz.. diye sözleştik…
Rüyam gerçek mi olacaktı acaba… Bu zamana kadar sabrettim, önüme gelen
engelleri Allah-u Teâlâ'nın izniyle aşmıştım…
Muhammed ile vedalaşıp eve geldim ve hemen konuyu anneme açtım… Yarın gidecektik görüşmeye…
Çok heyecanlıydım nedense. Sabah erkenden kalkıp giyindim. Heyecan gitmek bilmiyordu, bir aağa bir sola yürüyüp duruyordum evin içinde... İlk defa bu kadar heyecanlıydım. Öğle namazını kıldıktan sonra yola koyulduk annemle. Muhammed bizi kızın evine kadar götürdü… Kapıyı çaldım.
Kapıyı babası açtı, eve buyur etti...
Dereden-tepeden sohbet ettik biraz ve söz asıl konuya geldi. Kızın babası; « evladım, benim söyleyeceğim bir şey yok. Sen kızımla konuş bu konuları » dedi...
Şaşırmıştım gerçekten çünkü ilk defa böyle bir durumla karşılaşıyordum… dünyalık bir konu açılmamıştı ilk defa… Bir odaya aldılar beni, kızla görüşecektim… Sandalyeye oturdum, ellerim masanın üzerinde avucumun içerisinde ise terleyen ellerimi silmek için bez bir mendil vardı… Kendinizi o dutumda hayal edebilirseniz, neler hissettiğimi eminim çok daha iyi anlayabilecrksiniz!.. O kadar gergindim ki, hiç durmadan avuçlarım terliyordu ömrümde ilk defa... Neden sonra kız kapıda göründü;
nûrani yüzlüydü. Önüne bakarak konuşmaya başladı…
Diğer kızlar gibi bilezikten gelinlikten girmedi konuya…
İlk sorusu; « namazdan » oldu….
Bana; namaz kılıyor musun demedi, namazı kaç dakikada kıldığımı sordu!
Meselâ, « öğle namazın kaç dakikada bitiyor » dedi. Onbeş dakika civarında, diye söyledim…
Memnun oldu... Sonra birikmiş ne kadar paran var deyince, "önceki görüştüklerim gibi konuşmaya başlayacak herhalde" dedim içimden… 45 bin lira var… Paranın zekatını veriyor musun deyince, yanlış düşündüğün için utandım.. Evet veriyorum dedim…
Konuşmasına ağır ağır devam etti ;
« Sizden önce üç kişi ile daha görüştüm hepsi de zengindi ve güvendikleri tek şeyleri paralarıydı.Bütün konuşmaları paraya zenginliğe dayanıyordu. Dine ait hiçbir bilgileri yoktu ve namaz bile kılmıyorlardı. Size ilk sorum namaz oldu çünkü; namazı doğru olan ve huşu içinde kılan bir insandan zarar gelemez. Ailesinin hakkını gözetir, haksızlık yapamaz. Herkes için en iyisini en güzelini ister. Kimseyi hor görmez ve ezmez... Böyle insanı bütün mahlukat sever, mahlukatın sevdiğini Allah-u Teâlâ da sever! Allah-u Teâlâ'nın sevdiği kul ise makbûl edilen kuldur... ve devam etti konuşmasına ; Sonra zekâtı sordum çünkü o parada fakirlerin hakkı da var. Fakirlerin hakkını gözetmeyen, eşinin hakkını da gözetmez. Allah-u Teâlâ ondan nasıl razı olur ki !..»
Ne kadar doğru konuşuyordu... Konuşmaları beni çok mutlu etmişti. Dünyalık bir şey istemiyorum diye dem etti... Yan taraftaki kitaplığı göstererek okuduğu kitapları gösterdi. Görünce çok mutlu oldum çünkü benim okuduğum Ehli sünnet Alimlerinin kitaplarını okuyormuş. Ben kızarıp terliyordum nedense, elimdeki bez mendil de iyice ıslanmıştı. Benim ise kıza soracağım bir şey kalmamıştı, ben sormadan herşeyi anlattı bana. Son olarak annemle konuşmak isteti, ben dışarı çıkmak için ayağa kalkınca elimdeki mendil yere düştü. Yere göz gezdirdim ama göremedim dışarı çıktım…
Annemle de on dakika kadar konuştular içeride, annem çıkınca evden izin isteyip ayrıldık. İki tarafta birbirinden memnun olmuştu. Anneme içeride ne konuştuklarını sordum. Anneme nasıl davrandığımı ailemle olan ilişkilerimi sormuş. Çünkü anne ve babanın razı olmadığı bir evlattan Allah-u Teâlâ razı olmazdı. Eve gidince konuyu babamla konuştuk çok sevindi. Abdest aldım ve iki rekat namaz kıldım odamda... Neden sonra, birkaç gün önce gördüğüm rüya geldi aklıma… Elimdeki sabır kılıcıyla zorlukları aşmak nasip olmuş ve sonuca ulaşmıştım… Bu günden itibaren düğün hazırlıklarına başlayacaktık artık…
Söz kesilip aileler arasında yüzük takıldı. Düğün konusu biraz sıkıntılı olmuştu... Akraba tarafı çalgılı olmasında ısrar ediyor, ben ise dînî yönden olmayacağını anlatmaya çalışıyordum. Ben yumuşak huylu oldukça onlar daha fazla üzerime geliyorlardı. Düğün çalgılı olurmuş onlara göre. Cenaze evi gibi dualar edilip mevlit okutulmazmış… Ne yapacağımı şaşırmış ve iyice bunalmıştım. Defalarca haram olduğunu anlatsam da çalgısız olması gerektiğini kabul ettiremiyordum… Bir akşam evde akrabalarla toplandık bu konu hakkında konuşuyorduk. Bir şartla isteğinizi kabul ederim deyince hepsi şaşırdı… herkes gözlerini bana çevirmiş ne diyeceğimi bekliyorlardı. Öldüğümde mezara benimle girecek olan varsa ve benim yerime hesap vermek isteyen olursa kabul edeceğimi söyledim… Kimse yüzüme bakmıyordu artık utanmışlardı açıkçası… Bu konu da böylece şekilde kapamış oluyordu…
Bir Perşembe günü kız tarafıyla sözleşip düğün alış verişine çıktık…
Nişanlım sanki yanımda köle gibi duruyordu. Ben ne göstersem olur beğendim diyordu.
Bir insan bu kadar mı mütevazi bu kadar mı ince olabilirdi. Onun bu durumunu gördüğüm zaman ben, en kaliteli, en güzel olan eşyaları alıyordum. Onu mutlu etmek için elimden geleni yapmak istiyordum… Evimizi döşemiştik her şey çok güzel gidiyordu… düğün günü gelip çatmıştı… heyecandan
ölecek gibiydim elim ayağıma dolaşıyordu adeta.
Düğün tam istediğim gibi olmuştu….
Evliliğimizin ilk yılları diğer evlikler gibi tartışma ya da kavga ile geçmiyordu.
Biz İslamın etrafında birleşmiştik. Hiçbir sorunumuz da olmuyordu.
Eşimin zekâsına, güzel ahlakına, güler güzüne hayrandım… Onsuz zaman geçmiyordu, işteyken fırsat buldukça arıyordum, sesini duyunca da çok mutlu oluyordum. Konuşmasında içimi rahatlatan bir tesir vardı. Bunu nasıl yapıyordu bir türlü anlayamıyordum. Eve gittiğimde beni
her zaman güler yüz ile karşılardı, o anda bütün yorgunluğum giderdi. Yemek hazırlarken yardım ederdim. Sen otur yorgunsun der, ben de içeri gidip otururdum. Onun üzülmesini hiç istemiyordum çünkü. Her ne isterse yerine getirmek için can atıyordum… Benden bir şey istesin diye gözlerinin içine bakardım. Arada bir arabamla gezerdik,gezdirince mutlu olurdu… Yine bir gün gezdirmek için çıkıp arabaya bindik. Dönüp bana baktı. Sabır çok güzeldir,sabır insanı bu araba gibi ulaşmak istediği yere götürür dedi. Neden böyle bir şey söylediğini anlamamıştım… biraz gezip eve gelmiştik… Birkaç gün önce yatak odasının kapısı bozulmuş, kilidi zor açılıp kapanıyordu.
Geçen gün mahallemizde hırsızlık olayı olduğu için odamızın kapısını kilitliyorduk…
Bir haftadır eşimin midesi bulanıyor bunun içinde geceleri sık sık kalkıyordu… benim uykum çok hafif olduğu içinde hemen uyanıyordum…
O gece tekrar midesi bulanmış olacak ki kalktı, kalktığını hissedip gözlerimi açtım ama uyandığımı anlamadı. Yavaş yavaş kapıya doğru ilerledi…Fakat o anda gözlerime inanamayacağım bir olay gerçekleşti ;
Ben rahatsız olmayım diye kilitli olan kapının anahtarına bile dokunmadı. Kapı kilitliydi. Eşim «Bismillahirrahmanirrahiym» dedi ve kapıyı açmadan dışarı çıkmıştı!!! Bu durumu görünce, kalbimin atışları hızlandı, terlemeye başladım... Yataktan kalktım, gözlerim kapıya odaklanmıştı! Yatak odasının camından lavabonun ışığı belli oluyordu… Lavaboda elini yüzünü yıkayıp ışığı söndürdü. Ben hemen yatağa yatıp uyuyormuş gibi yaptım. Fakat eşim kapıyı açmadan odaya girdi… Kalp atışlarım iyice artınca dayanamadım uyanmış gibi yaparak Yatakta doğrulup oturdum… Eşimin yüzüne baktım… adeta güzü nurlanmış parlıyordu… Uyandığımı görünce gülümseyerek yüzüme baktı. Ne yapacağımı ne diyeceğimi bilemedim. Rahatsız mı ettim diye sordu. Yok çıktığını bile duymadım deyince gülümsedi ve yattı…
Işe gittiğimde sürekli o anları düşünüp duruyordum. Bu nasıl olabilirdi?... Akşam eve gittiğimde zile basmadım ve kapıyı anahtarımla açtım. Kapıyı açtığımda eşimi karşımda buldum… işten geldiğimde kapıyı açmak için bekliyormuş… Selam verip içeri girdim elimi yüzümü yıkayıp sofrayı hazırladık yemeği yedik… Bu gün neden durgunsun bir şey mi oldu? Diye sordu… Cevap veremedim. Dün geceki olayı nasıl sorabilirdim ki… Sana bir şey söyleyeceğim diyerek elimden tutup beni ayağa kaldırdı. Gözlerinin içine bakıyordum, buyur söyle dedim ;
«Hamileyim ! » dedi… Ondan sonrasını hatırlamıyorum zaten… O anda ayaklarım boşaldı… Düşüp kalmışım yerde… Yarım saat sonra kendime geldiğimde eşim yanı başımda oturuyordu… Yattığım yerden doğrulup eşime bakınca utanıp yüzünü yere çevirdi… Bu habere o kadar sevinmiştim ki anlatamam…
Akşamları işten eve gelirken artık bebek eşyaları alıyordum… Gece yattığımızda eşimle hep hayal kurap duruyorduk… Çocuğumuz belli bir yaşa geldiğinde ilk hangi kitabı okumalıydı acaba. İlk önce namaz kitabındaki bilgileri öğrenmeliydi. Ondan sonra hangisini okutsak acaba İsâm Ahlâkını mı yoksa, Herkese Lazım olan İmanı mı okutsaydık… Yok yok, ilk önce Halifelerin menkîbeleriyle yeşertmeliydi kalbini. Benim evladım Ehl-i Sünnet'i savunan Ehl-i Sünnet'i yaymak için çabalayan bir kul olmalıydı! Onu bu şekilde yetiştirmeliydik. Her akşam belli bir zaman dilimi içerisinde eşimle İmam-ı Rabbani'nin «Mektubat» ını okuyorduk...
Bir akşam okurken yorgunluktan gözüme ağrı girince eşime rica edip sesli okumasını söyledim ve gözlerimi dinlendirmek için kapattım. 212. Mektubu okuyordu…
Bir ara gözlerimi açtım elindeki kitap kapalıydı. Gözlerimi açtığımı görünce hemen kitabı açıp gözlerini kitaba dikti. Anladım ki o kadar sayfayı ezberlemiş ve ezberinden okuyordu. Okuduğu mektup bitince durdu. «Mektubat» ı bu zamana kadar kaç defa okudun diye sorunca, bilmiyorum dedi… Peki kitabı bitirmen ne kadar sürüyor? Bir hafta diye cevap verdi.. Anladım ki eşim manevi derecelere yükselmişti..! Beni rahatsız etmemek için kapıyı açmadan çıkması, bir kerametti…
O günden sonra eşime olan hürmet ve saygım daha da arttı. Eşim bir evliya idi... İlmihâl okuduğumda, anlamadığım yerleri eşime soruyordum. Öyle güzel açıklayıp anlatıyordu ki hayran kalmamak mümkün değildi… Hikmetini bilmediğim en ufak bir davranışını görsem soruyordum. O da hemen açıklar; ilmihalin şu sayfasında yazıyor diye söylerdi… Her haline sabrediyordu ve her haliyle de şükrettiği ortadaydı… İslamiyeti yaşayan bir numune vardı karşımda, bu yüzden Allahü tealaya her saniye şükretsem yine az gelirdi… Eşimin birkaç kerametini daha görünce dayanamadım, artık ne pahasına olursa olsun bu konuyu konuşacaktım kendisiyle… her zamanki gibi işten geldim yemek yedik konuyu konuşmak için eşimi karşıma aldım… giderek büyüyen bir heyecanla yavaş yavaş konuşmaya başladım..
İslamiyetin en ince kurallarına en güzel şekilde dikkat ediyorsun.
Konuyu uzatmak istemiyorum dediğim anda eşim konuşmaya başladı… "Sabır güzel şeydir. Sabrederken şükretmek daha güzeldir. İnsan her haline sabreder ve şükrederse Allahü teala ona daha iyilerini ihsan eder"… Artık ağzımdan tek kelime çıkmıyordu, eşimde konuşmasını bitirmişti… O günden sonra ona olan davranışlarım daha dikkatliydi. Onu kırabilecek her şeyden uzak duruyordum...
Bir akşam annem aradı, komşu kızının düğünü varmış iki gün sonra. Düğüne beni de davet etmişler. Eşimle birlikte gittik düğüne, her şey İslama uygun düzenlenmişti. Erkekler ve bayanların yerleri farklı bölümlerdeydi. Düğündeki İslama uyma titizliğini görünce çok sevindim. Bir akşam kendisine balkondan verdiğim Kıyamet ve ahiret kitabı geldi aklıma. On dakika sonra küçük bir çocuk geldi, o kızın kardeşiydi bu. Babası işe giderken arkasından ağlayan çocuk… Abi eğilir misin dedi.. eğildim kulağıma ablasının bana çok teşekkür ettiğini söyledi. Ben vesile olmuşum onun bu duruma gelmesinde. Bunu öğrenince çok sevindim… Eşim hamile olduğu için fazla kalamadık düğünde eve gittik…
Aradan aylar geçmiş ve eşim doğurmuş ve Bir tane oğlum olmuştu. Hayatımızdan çok memnunduk. Eşimle her akşam kitap okumaya devam ediyorduk yine. Eşime üstadım diye hitap ediyordum. O benim üstadımdı. Dünya ve ahiret saadetim için en büyük vesile idi. Geceleri rahatsız olmasın diye oğlumuz ağlayınca çocuğu alıp başka odaya gidiyordum. Aradan iki yıl geçmiş oğlumuz büyümüştü… Eşim her fırsatta sabır ve şükretmemi telkin ediyordu. Bir zaman sonra eşim hastalandı. Zamanımızın çoğu hastanede geçiyordu. Eşimin hastalığı artmış, benim ise elimden bir şey gelmiyordu. Bir akşam işten eve geldiğimde kapıyı çalmama rağmen açmadı. İçeri girdim içeriden bilemediğim mükemmel bir koku geliyordu. İçeri girdim eşim yatıyordu ilk önce uyuyor zannettim. Uzun zaman uyanmayınca gidip uyandırmaya çalıştığımda vefat ettiğini anladım. O anda yıkılmıştım. İçim yanmıştı. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Annemi aradım gelmesini istedim…. Eşimi diğer gün defnettik…
Eve girdiğimde burnuma gelen o güzel koku mezardan gelmeye başladı…
Her gittiğimde o kokuyu duyardım… giremiyordum. Onu özlüyordum sadece.. Canım eşim, üstadım vefat etmişti. Söylediği gibi yapmaya çalışıyor sabretmekten başka çare bulamıyordum. Her an onu düşünüyordum. Aylar sonra eve girme cesareti gösterdim. Gözlerim doldu ağlamaya başladım. Balkonda çıkıp sandalyeye oturdum. Dolunay vardı. Muhammed'in beni aradığı o akşam geldi aklıma… O akşamda aynı dolunay vardı. Gözlerimden yaşlar akarak dışarıya çıktım; doğru üstadımın, eşimin mezarına gittim. Saatlerce ağladım…. O güzel kokuyu hissetmeye başladım tekrar. Arkamdan bir el omzuma dokundu. Arkama döndüm eşim nurlar içinde arkamda duruyordu… Heyecandan bir şey söyleyemiyordum.. Başım dönmeye başladı ve bayılmışım sonra…
Uyandığımda sabah ezanı okunuyordu. Kalktım etrafıma baktım. Eşimi gördüğüm anda. Sabret dediğini hatırladım. Camiye gidip sabah namazını kıldıktan sonra dışarı çıkarken cebimde bir şey olduğunu fark ettim. Elimi cebime attım bir tane mendil vardı. Eşimin evinde ilk konuştuğumuz zaman avucumun içindeki mendil ayağa kalkarken yere düşmüştü bulamamıştım daha… demek ki eşim bulup saklamış. Mendilin bilmediğim şekilde çok güzel bir kokusu vardı…
N o T ;
« Bu yaşananları, rahmetli babamın günlüklerinden derleyerek sadeleştirdim... Hikâyede anlatılan kişiler, annem ve babamdı, doğan o çocuk bendim..! Sabır ve şükür, insanı en üst derecelere yükseltecek mukaddes birer kanattır... »
Allah-u Teâlâ herkese böyle eş nasip eylesin...
A l ı n t ı d ı r . . .
3 notes · View notes
garipadammm · 6 years
Text
Arkadaşlar uzun ama okunmaya değer bir hikaye... Mutlaka okuyun... Ben okurken gözyaşlarımı tutamadım!
Saliha bir Hanım istiyorum...
Tumblr media
Yaş ilerledi evlilik zamanı geldi geçti. Derken annem açtı yuva kurma konusunu. Saliha bir kız olsun gerisi gelir diye düşünüyordum. Yakın bir akrabamızdan haber geldi. komşuları çok dindarmış, kızlarının ailesinden dahada dine bağlı olduğunu duyunca sevindim. Gittik bir görelim görüşelim dedim. İlk ailesiyle konuştum... Hatta ben konuşmadım sürekli onlar konuştu, şaşırdım kaldım... Bir şey diyemedim... Kına gecesinde en iyi müzİsyenler olacakmış...Düğünde keza aynı... Ev dayalı döşeli olacakmış,hemde hepsi en pahalısından... Araba olacakmış son model hemde, çünkü komşunun damadı sıfır araba almış geçende... Anne hadi kalkalım diyecektim utandım... Kızla görüştürmek istediler... İslamiyete uygun olarak görüştük... on beş bilezik... En güzel gelinlik(10 bin tl)... En büyük düğün salonu...Ne diyeceğimi bilemedim... Ben Saliha bir eş istiyordum sadace... İstekleri bir türlü bitmiyordu... O anda yan taraftaki aynaya gözucuyla baktım kendime... Görünüşümdede bir iş adamı profilide yoktu... Yirmi beş dakika konuştu istekleri bitince sıra bana geldi. Senin isteklerin nelerdir dedi... Biran önce kalkıp gitmek istiyordum sıkılmıştım, geleli bir saat olmasına rağmen dünya malına bağlananlarla birlikte olmak içimi karartmıştı...Tekrar sordu isteklerin nelerdir... Hayırlısı olsun dedim kalktım... Nezaketle ayrıldık evden...
Yolda giderken telefon geldi... Amcam arıyordu.. Yan komşuları serhat amcanın kızı varmış... Serhat amca çok iyidir... Cocukluğumdan beri tanırdım kendisini... Tamam dedim amcama geliriz... Serhat amcalara gitmek için hazırlanıp annemle koyulduk yola, on beş dakika sonra ulaştık evlerine. Sohbet açıldı çocukluğumuzdan başladı beni övmeye… Kızardıkça kızardım utancımdan birşeyde diyemiyorum… Derken söz asıl konuya gelmişti… Evladım seni severim maksat gençleri mutlu etmek Allahü tealanın izniyle dedi ve başladı isteklerini saymaya… O kadar çok şey saydı ki uykum gelmeye başladı… En sonunda da benim oğlumun kumar borcu var onu ödemeden evlilik de olmaz zaten dedi. Birden gözlerim açıldı,şaşırmıştım açıkçası… Gözümü yerden alamadım uzun süre… Serhat amca gençleri görüştürelim dedi… Bir odaya geçtik kız konuşmaya başladı… Onceki görüştüğüm kız gibi ne varsa herşeyi istiyordu …Konuşmasını çalan telefonu böldü açıp konuştu kapattı. Tekrar çaldı konuşup kapattı… Sonra tekrar.. Dayanamadım sordum arayan kim diye. Eski nişanlısıymış ayrılalı on gün olmuş. Neden ayrıldıklarını sordum. Çay bahçesinde bir erkekle otururken görmüş sonra tartışmışlar, tartışma büyüyünce de ayrılmak zorunda kalmışlar. Oturduğun kişi kimdi ki? ... Calıştığı yerdeki müşterilerinden biriymiş… Demek önceden çalışıyordunuz? Evet ben masörüm dedi… Soktan şoka giriyordum.. Beş dakikada bilmediğim bir sürü şey çıkmıştı… Evlilik amacını sordum… Nişanlısı çok rahatsız ediyormuş farklı bir hayat,farklı bir ortam istiyormuş… Açık konuşmak gerekirse hava değişimine ihtiyaç duymuş… Daha fazla dayanamayıp izin istedim kalktım… Ben sadece saliha bir eş istiyordum… nezaketle evden ayrıldık annemle… Daha sonra öğrendim ki serhat amca arkamdan bir sürü laf etmiş…
Gülümseyip,bugün öven yarın söver dedim içimden… Artık evlilik düşüncesinden vazgeçmek üzereydim. Haftalardır dışarı çıkmıyordum. Akşamları hava almak için balkonda oturup kitap okuyordum… Karşı komşumuz gece çalıştığı için akşam dokuz gibi evden çıkıyordu. On yaşındaki oğlu da babasının peşinden ağlayıp dururdu her gece ablası çocuğu oyalamak için balkona çıkarıyor ve her fırsatta benimle konuşmaya çalışıyordu… Bu sık sık tekrar etmeye başlayınca bunaldım artık.
Bir akşam kıyamet ve ahiret kitabını alıp aynı saatte çıktım balkona… Beni görünce o da çıktı balkona, bir konu bulup yine başladı konuşmaya… Her akşam kitap okuyorsun nedir onlar… işte beklediğim fırsat gelmişti okumak istersen vereyim deyince olur dedi… Besmele çekip iki üç metre karşıdaki kıza attım kitabı. Hadi gir de evde okumaya başla dedim… Kitabı okumuş olacak ki bir daha balkona çıkmaz oldu… Evlilikten vazgeçmiştim bir eş bulmak bana uzak görünüyordu…Aradan aylar geçmişti.o zaman zarfında birkaç kızla daha görüşmeye gittim annemle… Fakat netice aynı değişen bir şey yoktu…
Bir Salı akşamıydı içim çok daralmıştı, adeta boğuluyordum… O gece iki rekat namaz kılıp yattım… Acayip bir rüya gördüm… Birine anlatmalıydım bu rüyayı… O akşam balkonda dolunayı izlerken telefonum çaldı…Gözüm dolunayda, cebimden çıkarttım telefonu kimin aradığına bakmadan kulağıma götürüp telefonu açtım…Arayan ses tanıdıktı…Fakat o günden sonra hayatımın değişeceğini nereden bilebilirdim ki…
Arayan en yakın arkadaşım Aliydi. Canı sıkılmış beni çağırıyordu. Abdest aldım evin yakınındaki çay bahçesine gittim. Çocukluğumuzdan açıldı konu sonra gördüğüm rüyayı anlatmak istedim…Tozlu bir köy yolunda gidiyordum elimde bir tane kılıç vardı etrafımda ise bir sürü yılanlar… Yılanlar bir metre kadar yükseltmişler kafalarını yukarıya doğru…Hepsi üzerime atılmak için zaman kolluyorlardı… Kılıçla kendimi savunuyordum… Bana yaklaşanları kılıçla öldürüp ilerliyordum… Ileride uyuyan biri vardı bilmediğim bir ses işittim ama ortalıkta kimse yoktu… Uyuyan kişiye baktım… O ses; yatan kişi Musab bin Umeyrdir dedi. Sonra ileride giden iki kişi gördüm biri Peygamberimizdi diğerinin kim olduğunu göremedim…
Ali yorumlamaya başladı rüyamı… Düşmanlarını yenerek iyi bir neticeye ulaşacaksın dedi… Konu evliliğe geldi yine… Başımdan geçenleri anlattım… Dertliydim bu konuda… benim eşim dünyaya bağlı olmamalıydı, sadece dünyalık uğruna yaşamamalıydı…
Uzunca dinledi Ali sıkıntılarımı… O konuşmaya başladı bu sefer. Evden çıkarken annem dedi bizim mahallede bir kız varmış onunla görüştürmek istiyorlar seni. Yok Ali bundan sonra kolay kolay kimseyle görüşmek istemiyorum dedim… Kızda pek istekli değilmiş zaten dedi… niye diye sordum.. O da birkaç kişiyle görüşmüş daha sonra evlilikten soğumuş iyice… Alinin annesi ısrar edince de olur görüşelim demiş...Tamam dedim yarın gideriz diye sözleştik… Rüyam gerçek mi olacaktı acaba… Bu zamana kadar sabrettim önüme gelen engelleri Allahü tealanın izniyle aşmıştım…
Ali ile vedalaşıp eve geldim konuyu anneme açtım… Yarın gidecektik görüşmeye… Cok heyecanlıydım nedense… Sabah erkenden kalkıp giyindim… Heyecan gitmek bilmiyordu bir sağa bir sola yürüyüp duruyordum evin içinde… Ilk defa bu kadar heyecanlıydım… Oğle namazını kıldıktan sonra yola koyulduk annemle… Ali bizi kızın evine kadar götürdü… Kapıyı çaldım… Kapıyı babası açtı eve buyur etti… Biraz sohbet ettik söz asıl konuya geldi sonra…kızın babası konuşuyordu; evladım benim söyleyeceğim bir şey yok sen kızımla konuş bu konuları dedi. Şaşırmıştım gerçekten çünkü ilk defa böyle bir durumla karşılaşıyordum… dünyalık bir konu açılmamıştı ilk defa… Bir odaya aldılar beni kızla görüşecektim… Sandalyeye oturdum ellerim masanın üzerinde avucumun içerisinde ise terleyen ellerimi silmek için bez bir mendil vardı… Odaya kız girdi nurani yüzlüydü… önüne bakarak konuşmaya başladı… Diğer kızlar gibi bilezikten gelinlikten girmedi konuya… Ilk sorusu namazdan oldu….
Bana namaz kılıyor musun demedi, namazı kaç dakikada kıldığımı sordu. Mesela öğle namazın kaç dakikada bitiyor dedi… on beş dakika civarında diye söyledim… Memnun oldu… sonra birikmiş ne kadar paran var deyince önceki görüştüklerim gibi konuşmaya başlayacak herhalde dedim içimden… 45 bin lira var… Paranın zekatını veriyor musun deyince yanlış düşündüğün için utandım.. Evet veriyorum dedim… Konuşmasına ağır ağır devam etti…
Sizden önce üç kişi ile daha görüştüm hepsi de zengindi, güvendikleri tek şeyleri paralarıydı.Bütün konuşmaları paraya zenginliğe dayanıyordu. Dine ait hiçbir bilgileri yoktu ve namaz bile kılmıyorlardı. Size ilk sorum namaz oldu çünkü namazı doğru olan ve huşu içinde kılan bir insandan zarar gelemez. Ailesinin hakkını gözetir haksızlık yapamaz. Herkes için en iyisini en güzelini ister. Kimseyi hor görmez ve ezmez. Böyle insanı bütün mahlukat sever,mahlukatın sevdiğini de Allahü teala sever.Allahü tealanın sevdiği kul ise makbul edilen kuldur… ve devam etti konuşmasına…Sonra zekatı sordum çünkü o parada fakirlerin hakkı da var. Fakirlerin hakkını gözetmeyen eşinin hakkını da gözetmez. Allahü teala ondan nasıl razı olur ki…
Ne kadar doğru konuşuyordu konuşmaları beni çok mutlu etmişti. Dünyalık bir şey istemiyorum diye dem etti... Yan taraftaki kitaplığı göstererek okuduğu kitapları gösterdi. Görünce çok mutlu oldum çünkü benim okuduğum Ehli sünnet Alimlerinin kitaplarını okuyormuş. Ben kızarıp terliyordum nedense, elimdeki bez mendil de iyice ıslanmıştı. Benim ise kıza soracağım bir şey kalmamıştı,ben sormadan herşeyi anlattı bana. Son olarak annemle konuşmak isteti, ben dışarı çıkmak için ayağa kalkınca elimdeki mendil yere düştü. Yere göz gezdirdim ama göremedim dışarı çıktım…
annemle de on dakika kadar konuştular içeride, annem çıkınca evden izin isteyip ayrıldık. İki tarafta birbirinden memnun olmuştu. Anneme içeride ne konuştuklarını sordum. Anneme nasıl davrandığımı ailemle olan ilişkilerimi sormuş. Çünkü anne ve babanın razı olmadığı bir evlattan Allahü teala razı olmazdı. Eve gidince konuyu babamla konuştuk çok sevindi… abdest aldım iki rekat namaz kıldım odamda sonra birkaç gün önce gördüğüm rüya geldi aklıma… Elimdeki sabır kılıcıyla zorlukları aşmak nasip olmuş ve sonuca ulaşmıştım… Bu günden itibaren düğün hazırlıklarına başlayacaktık artık…
Söz kesilip aileler arasında yüzük takıldı. Düğün konusu biraz sıkıntılı olmuştu...… akraba tarafı çalgılı olmasında ısrar ediyor ,ben ise dini yönden olmayacağını anlatmaya çalışıyordum. Ben yumuşak huylu oldukça onlar daha fazla üzerime geliyorlardı. Düğün çalgılı olurmuş onlara göre. Cenaze evi gibi dualar edilip mevlit okutulmazmış… Ne yapacağımı şaşırmış ve iyice bunalmıştım. Defalarca haram olduğunu anlatsam da çalgısız olması gerektiğini kabul ettiremiyordum… Bir akşam evde akrabalarla toplandık bu konu hakkında konuşuyorduk. Bir şartla isteğinizi kabul ederim deyince hepsi şaşırdı… herkes gözlerini bana çevirmiş ne diyeceğimi bekliyorlardı. Öldüğümde mezara benimle girecek olan varsa ve benim yerime hesap vermek isteyen olursa kabul edeceğimi söyledim… Kimse yüzüme bakmıyordu artık utanmışlardı açıkçası… Bu konu da böylece şekilde kapamış oluyordu…
Tumblr media
Bir Perşembe günü kız tarafıyla sözleşip düğün alış verişine çıktık… Nişanlım sanki yanımda köle gibi duruyordu. Ben ne göstersem olur beğendim diyordu. Bir insan bu kadar mı mütevazi bu kadar mı ince olabilirdi. Onun bu durumunu gördüğüm zaman ben en kaliteli en güzel olan eşyaları alıyordum. Onu mutlu etmek için elimden geleni yapmak istiyordum… Evimizi döşemiştik her şey çok güzel gidiyordu… düğün günü gelip çatmıştı… heyecandan ölecek gibiydim elim ayağıma dolaşıyordu adeta. Düğün tam istediğim gibi olmuştu….
Evliliğimizin ilk yılları diğer evlikler gibi tartışma ya da kavga ile geçmiyordu. Biz İslamın etrafında birleşmiştik. Hiçbir sorunumuz da olmuyordu. Eşimin zekasına güzel ahlakına güler güzüne hayrandım… Onsuz zaman geçmiyordu, işteyken fırsat buldukça arıyordum,sesini duyuncada çok mutlu oluyordum. Konuşmasında içimi rahatlatan bir tesir vardı. Bunu nasıl yapıyordu bir türlü anlayamıyordum. Eve gittiğimde beni her zaman güler yüz ile karşılardı, o anda bütün yorgunluğum giderdi. Yemek hazırlarken yardım ederdim. Sen otur yorgunsun der, ben de içeri gidip otururdum. Onun üzülmesini hiç istemiyordum çünkü. Her ne isterse yerine getirmek için can atıyordum… Benden bir şey istesin diye gözlerinin içine bakardım. Arada bir arabamla gezerdik,gezdirince mutlu olurdu… Yine bir gün gezdirmek için çıkıp arabaya bindik. Dönüp bana baktı. Sabır çok güzeldir,sabır insanı bu araba gibi ulaşmak istediği yere götürür dedi. Neden böyle bir şey söylediğini anlamamıştım… biraz gezip eve gelmiştik… Birkaç gün önce yatak odasının kapısı bozulmuş, kilidi zor açılıp kapanıyordu.
Geçen gün mahallemizde hırsızlık olayı olduğu için odamızın kapısını kilitliyorduk… Bir haftadır eşimin midesi bulanıyor bunun içinde geceleri sık sık kalkıyordu… benim uykum çok hafif olduğu içinde hemen uyanıyordum… O gece tekrar midesi bulanmış olacak ki kalktı, kalktığını hissedip gözlerimi açtım ama uyandığımı anlamadı. Yavaş yavaş kapıya doğru ilerledi…Fakat o anda gözlerime inanamayacağım bir olay gerçekleşti…
Ben rahatsız olmayım diye kilitli olan kapının anahtarına bile dokunmadı… kapı kilitliydI Eşim Bismillahirrahmanirrahim dedi ve kapıyı açmadan dışarı çıkmıştı. Bu durumu görünce kalbimin atışları hızlandı terlemeye başladım… yataktan kalktım gözlerim, kapıya odaklanmıştı… yatak odasının camından lavabonun ışığı belli oluyordu…
Lavaboda elini yüzünü yıkayıp ışığı söndürdü. Ben hemen yatağa yatıp uyuyormuş gibi yaptım. Fakat eşim kapıyı açmadan odaya girdi… Kalp atışlarım iyice artınca dayanamadım uyanmış gibi yaparak Yatakta doğrulup oturdum… Eşimin yüzüne baktım… adeta güzü nurlanmış parlıyordu… Uyandığımı görünce gülümseyerek yüzüme baktı. Ne yapacağımı ne diyeceğimi bilemedim. Rahatsız mı ettim diye sordu. Yok çıktığını bile duymadım deyince gülümsedi ve yattı…
Işe gittiğimde sürekli o anları düşünüp duruyordum. Bu nasıl olabilirdi?... Akşam eve gittiğimde zile basmadım ve kapıyı anahtarımla açtım. Kapıyı açtığımda eşimi karşımda buldum… işten geldiğimde kapıyı açmak için bekliyormuş… Selam verip içeri girdim elimi yüzümü yıkayıp sofrayı hazırladık yemeği yedik… Bu gün neden durgunsun bir şey mi oldu? Diye sordu… Cevap veremedim… Dün geceki olayı nasıl sorabilirdim ki… Sana bir şey söyleyeceğim diyerek elimden tutup beni ayağa kaldırdı…gözlerinin içine bakıyordum… buyur söyle dedim… Hamileyim dedi… Ondan sonrasını hatırlamıyorum zaten… O anda ayaklarım boşaldı… Düşüp kalmışım yerde… Yarım saat sonra kendime geldiğimde eşim yanı başımda oturuyordu… Yattığım yerden doğrulup eşime bakınca utanıp yüzünü yere çevirdi… Bu habere o kadar sevinmiştim ki anlatamam…
Akşamları işten eve gelirken artık bebek eşyaları alıyordum… Gece yattığımızda eşimle hep hayal kurap duruyorduk… Cocuğumuz belli bir yaşa geldiğinde ilk hangi kitabı okumalıydı acaba… Ilk önce namaz kitabındaki bilgileri öğrenmeliydi. Ondan sonra hangisini okutsak acaba İslam Ahlakını mı? Herkese Lazım olan İmanı mı okutsaydık… Yok yok ilk önce Halifelerin menkıbeleriyle yeşertmeliydi kalbini… Benim evladım Ehli Sünneti savunan Ehli Sünneti yaymak için çabalayan bir kul olmalıydı onu bu şekilde yetiştirmeliydik… Her akşam belli bir zaman dilimi içerisinde eşimle İmam-ı Rabbaninin mektubatını okuyorduk. Bir akşam okurken yorgunluktan gözüme ağrı girince eşime rica edip sesli okumasını söyledim ve gözlerimi dinlendirmek için kapattım.
212. Mektubu okuyordu… Bir ara gözlerimi açtım elindeki kitap kapalıydı. Gözlerimi açtığımı görünce hemen kitabı açıp gözlerini kitaba dikti… anladım ki o kadar sayfayı ezberlemiş ve ezberinden okuyordu. Okuduğu mektup bitince durdu… mektubatı bu zamana kadar kaç defa okudun diye sorunca bilmiyorum dedi… Peki kitabı bitirmen ne kadar sürüyor? Bir hafta diye cevap verdi.. Anladım ki eşim manevi derecelere yükselmişti.. beni rahatsız etmemek için kapıyı açmadan çıkması bir kerametti…
O günden sonra eşime olan hürmet ve saygım daha da arttı. Eşim bir evliya idi… Ilmihal okuduğumda anlamadığım yerleri eşime soruyordum. Öyle güzel açıklayıp anlatıyordu ki hayran kalmamak mümkün değildi… Hikmetini bilmediğim en ufak bir davranışını görsem soruyordum. O da hemen açıklar; ilmihalin şu sayfasında yazıyor diye söylerdi… Her haline sabrediyordu ve her haliyle de şükrettiği ortadaydı… İslamiyeti yaşayan bir numune vardı karşımda, bu yüzden Allahü tealaya her saniye şükretsem yine az gelirdi… Eşimin birkaç kerametini daha görünce dayanamadım, artık ne pahasına olursa olsun bu konuyu konuşacaktım kendisiyle… her zamanki gibi işten geldim yemek yedik konuyu konuşmak için eşimi karşıma aldım… giderek büyüyen bir heyecanla yavaş yavaş konuşmaya başladım..
İslamiyetin en ince kurallarına en güzel şekilde dikkat ediyorsun. Konuyu uzatmak istemiyorum dediğim anda eşim konuşmaya başladı… "Sabır güzel şeydir. Sabrederken şükretmek daha güzeldir. İnsan her haline sabreder ve şükrederse Allahü teala ona daha iyilerini ihsan eder"… Artık ağzımdan tek kelime çıkmıyordu, eşimde konuşmasını bitirmişti… O günden sonra ona olan davranışlarım daha dikkatliydi. Onu kırabilecek her şeyden uzak duruyordum… bir akşam annem aradı komşu kızının düğünü varmış iki gün sonra, düğüne beni de davet etmişler. Eşimle birlikte gittik düğüne, her şey İslama uygun düzenlenmişti. Erkekler ve bayanların yerleri farklı bölümlerdeydi… düğündeki İslama uyma titizliğini görünce çok sevindim. Bir akşam kendisine balkondan verdiğim Kıyamet ve ahiret kitabı geldi aklıma. On dakika sonra küçük bir çocuk geldi, o kızın kardeşiydi bu. Babası işe giderken arkasından ağlayan çocuk… Abi eğilir misin dedi.. eğildim kulağıma ablasının bana çok teşekkür ettiğini söyledi. Ben vesile olmuşum onun bu duruma gelmesinde. Bunu öğrenince çok sevindim…
Eşim hamile olduğu için fazla kalamadık düğünde eve gittik… Aradan aylar geçmiş ve eşim doğurmuş ve Bir tane oğlum olmuştu… hayatımızdan çok memnunduk… Eşimle her akşam kitap okumaya devam ediyorduk yine… Eşime üstadım diye hitap ediyordum… O benim üstadımdı. Dünya ve ahiret saadetim için en büyük vesile idi… geceleri rahatsız olmasın diye oğlumuz ağlayınca çocuğu alıp başka odaya gidiyordum… aradan iki yıl geçmiş oğlumuz büyümüştü… Eşim her fırsatta sabır ve şükretmemi telkin ediyordu… bir zaman sonra eşim hastalandı. Zamanımızın çoğu hastanede geçiyordu… eşimin hastalığı artmış, benim ise elimden bir şey gelmiyordu. Bir akşam işten eve geldiğimde kapıyı çalmama rağmen açmadı. İçeri girdim içeriden bilemediğim mükemmel bir koku geliyordu. İçeri girdim eşim yatıyordu ilk önce uyuyor zannettim. Uzun zaman uyanmayınca gidip uyandırmaya çalıştığımda vefat ettiğini anladım. O anda yıkılmıştım. İçim yanmıştı. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Annemi aradım gelmesini istedim…. Eşimi diğer gün defnettik…
Eve girdiğimde burnuma gelen o güzel koku mezardan gelmeye başladı… Her gittiğimde o kokuyu duyardım… giremiyordum. Onu özlüyordum sadece.. Canım eşim, üstadım vefat etmişti. Söylediği gibi yapmaya çalışıyor sabretmekten başka çare bulamıyordum… her an onu düşünüyordum… Aylar sonra eve girme cesareti gösterdim… gözlerim doldu ağlamaya başladım. Balkonda çıkıp sandalyeye oturdum. Dolunay vardı… Alinin beni aradığı o akşam geldi aklıma… O akşamda aynı dolunay vardı… gözlerimden yaşlar akarak dışarıya çıktım… doğru üstadımın, eşimin mezarına gittim. Saatlerce ağladım…. O güzel kokuyu hissetmeye başladım tekrar… arkamdan bir el omzuma dokundu. Arkama döndüm eşim nurlar içinde arkamda duruyordu… Heyecandan bir şey söyleyemiyordum.. Başım dönmeye başladı ve bayılmışım sonra…
Uyandığımda sabah ezanı okunuyordu… Kalktım etrafıma baktım… Eşimi gördüğüm anda... sabret dediğini hatırladım… Camiye gidip sabah namazını kıldıktan sonra dışarı çıkarken cebimde bir şey olduğunu fark ettim… Elimi cebime attım bir tane mendil vardı… Eşimin evinde ilk konuştuğumuz zaman avucumun içindeki mendil ayağa kalkarken yere düşmüştü bulamamıştım daha… demek ki eşim bulup saklamış… Mendilin bilmediğim şekilde çok güzel bir kokusu vardı...
Alıntı
Rabbim bizlere böyle Salih ve Saliha eş nasip etsin inşaallah.
103 notes · View notes
bezenmandal · 3 years
Link
Bir açıklama eklemeyi dilerim, bu yazı güzel.
“Bunun yanı sıra Watkins’e göre genel düşüncenin aksine ilham bize kendimizi “iyi” veya “rahat” hissettirmez çünkü hissettirmemesi gerekir. İlhamın amacı konfor alanının dışına çıkarmaktır. Kişiyi yeni deneyimler ile buluşturup, geliştirmek, büyütmektir. Dışarıya doğru açılan bir yapısı vardır. Bunun aksine ailelerin, okulların, toplumun yüklediği sosyal şartlanmaların amacı da konfor alanında, “güvende” tutmaktır.”
0 notes
kaotikdusunce · 7 years
Text
Ergo Proxy - tanıtım
Ne amaçlarla ve yazılarla başladığım bloğa şimdi anime tanıtımlarıyla devam ediyorum. Hayat içinde nereye doğru evrildiğimi böyle takip etmek çok ilginç geliyor.
Daha son bölümünü az önce izledim. Ergo Proxy. (yazıyı bitirdikten sonra baktım da imdb 8.1/10 http://www.imdb.com/title/tt0791205/ )
Hakkında yazıyorum diye en sevdiğim seri falan diye düşünülmesin. Kafadan en sevdiklerimi sayacağımda listeme girecek bir seri değil ama sevmedim de diyemem. 23 bölümü 3 günde bitirmem de bence sevdiğimi gösterir.
Önce hızlı şekilde teknik eleştirilerimi yazayım. Pek bi soundtrack yok. Ama soundtracklik pek bi durum da yok. Genel serinin yapısında böyle AoT’ninki gibi güçlü / etkileyici soundtrackler olması serinin asıl amacını saptırırmış gibi geliyor. Bunu bitirince farkettim. Çizimleri güzel. Sırf çizimlerine takıldığım için izleyemediğim şeyler olmuştu. Bunda hiç takılmadım en azından. Renkler olarak aşırı karanlık, grinin tonları çok baskın. Biraz kurgunun etkisi biraz da tercih. İzlerken insanın içini sıkıyor ara ara.
Karakterlerden genelde en azından beni kendine bağlayan bi karakter olmasını beklerim. Avatar’da ana karakterlerin çoğu mesela, AoT’de Mikasa, Steins Gate’de Mayushii. Bunda o karakteri bulmak baya geç oluyor. O da Pino. İyi ki o var, seriyi daha izlenir yapıyor. Yoksa diğer ana karakterlerden biri aklı beş karış havada kararsız bi oğlan, diğeri de bencil aksi huysuz bi prenses. Pino gibi sevimli, eğlenceli bi çocuk olmadan yürümezdi.
Ana hikaye ise distopya. Spoiler vermek istemediğim için. Çok az anlatcam. Bu distopyaya dair söyleyebileceğim şeylerin de izlerken başlangıçta verilen obvious şeyler olmadığın izlerken anlamaya çalışarak herkesin farklı bir distopya modeli kurabileceğini düşünüyorum. Bu özelliği başlarda rahatsız ediyor. Ben özellikle bi yere kadar çok sıkılmıştım. Başka serilerde veya distopyalarda(çok da distopya tecrübem yok aslında seri diyeyim sadece) kurgulanan farklı dünyanın temel özellikleri, tarihi, işleyişi vb konular başlarda açık bi şekilde anlatılır. Bunda ise nerdeyse hiç anlatılmıyor. Sürekli bir şeyler oluyor ama siz daha kavramlara, sosyal yapıya, robotların tiplerine ve özelliklerine alışamadan olaylara maruz kalıyorsunuz ve bu olaylar içerisinde anlamaya çalışıyorsunuz. Bu da seriyi mental olarak zor bir seri yapıyor. İlk bölümlerde dünyayı anlamak için mental enerji sarfediyorsunuz. Ortalardaki bölümlerde neyin gerçek, neyin hayal, neyin geçmiş olduğu birbirine karışmaya başlıyor ve bunlar mental olarak zorluyor. Ortalarda ve sonlarda ise uzun cümleler içeren ve felsefi derinliği olan bir şeyler sorgulayan / düşündüren diyaloglar gelmeye başlıyor. Tam herşeyin çözüleceği son iki üç bölümde ise bunlar mental olarak zorluyor. Velhasılı öyle kafam dağılsın diye izliyeyim dediğinizde aşırı sıkılırsınız ve bir şey anlaması da çok zor olur. Ben kafam dağılsın diye açmıştım başta ama baktım dağılmıyor ve o kadar izledim hala neyin ne olduğu belli değil. Bi süre meraktan sonra da düşünmeye zorlamasından dolayı izlemeye devam ettim.
Truth, hafıza, kişilik, içinde yaşadığımız sistem, sistem içindeki rol, yaşam amacı(reason dete), yapay zeka, robot-insan,  ilişkileri gibi konularda düşündürüyor. “Truth başkalarının söylediklerinden bağımsız, kişinin kendisinin ulaştığı bir şeydir ve herkesin truth’u farklıdır” diyor bir kısımda. Aynı şekilde bu konulardaki varılan sonuçların da, çizilen distopyanın ne olduğunun da kişiden kişiye farklı şekilde anlaşılacağını düşünüyorum. Çünkü diyaloglardan parça parça alınan bilgilerle bütüne dair bir resim oluşturmaya çalışıyorsunuz. Size resimi direk vermiyorlar. (Altyazıların İngilizcesi de biraz ağır olduğundan benim anlamamış olma ihtimalim de var tabi)
İlginç desem mi demesem mi bilemedim. Burada da ana karakterin kendini bulma süreci içinde uzun bir yolculuk macerası var. Yolculuk olmadan şu karakter olgunlaşması olayı olmuyor zaten, serilerde bile(Bknz Avatar, Samurai Jack, Rurouni Kenshin)
Şimdilik bu anime hakkında diyeceklerim bu kadar sanırım. Bi daha izler miyim bilmiyorum.
3 notes · View notes
karabibeer · 7 years
Text
Üçüncü sayfa (1999)
Tumblr media
Film İsa'nın (Ruhi Sarı) yeni yetme bir mafya babası tarafından 50 dolar için ölesiye dövülmesi ile açılır. Ne yapacağını bilemeyen İsa para bulma umuduyla çalıştığı oyunculuk ajansına gider ancak kimse onun durumuna pek pirim vermez. Ajansta para bulmak amacıyla etrafı karıştırırken eline bir silah geçer. Eve gelir, bir not yazar, silahı şakağına dayar ancak o sırada kapı çalar. Gelen, birikmiş kira borcunu isteyen ev sahibidir. İsa, bir kriz geçirerek ev sahibini öldürür ve bayılır. O ana dair hiçbir şey hatırlamamaktadır. Ertesi gün karşı komşusu Meryem (Başak Köklükaya) ile tanışır. Meryem iki çocuk annesidir, evlere temizliğe gider Meryem, İsa'yı mafya babasının 50 doların tahsili için gönderdiği iki adamın elinden kurtarır. Meryem’le birlikte vakit geçirmeye başlayan İsa Meryem'e aşık olur. Her gece dayak yiyen ve tecavüze uğrayan Meryem karşısında İsa hiçbir şey yapamaz ta ki Meryem ondan kocasını öldürmesini isteyene dek. İsa bir türlü öldüremez ev sahibini. Ertesi gün kocanın başka biri tarafından öldürüldüğü haberi gelir. İsa ile işi biten Meryem, memlekete gitmekten bahseder ve bir gün habersizce taşınır. Bir tesadüf eseri, İsa, Meryem’in aslında ev sahibinin oğlu ile birlikte olduğunu öğrenir ve Meryem’i vurmak için evine gider ama yapamaz. Kapıdan çıktığında ise bir el silah sesi duyulur.
Tumblr media
Filmin açılış sahnesi Masumiyet’in açılış sahnesini hatırlatır ilk etapta. Ancak bu sefer karşıda resmi bir güç değil bir “yeraltı” gücü olan mafya vardır. Televizyonda bir yandan futbol maçı izleyerek bir yandan da İsa'yı tekme tokat döven mafya babası, iktidar mercilerinin siyasi söylemine öykünerek “parayı ya getirirsin ya getirirsin” der. Filmin bu açılış sahnesi, içinde yaşadığımız mafya, devlet, futbol ilişkisinin resmi bir geçidi gibidir.
Yönetmen bu filmde eleştirel tutumunu felsefi sorunlar dışında daha toplumsal alanlara yayar. Karşısına bireyselden toplumsala uzanan bir süreci alır. Siyaset-mafya- futbol üçgenine arabesk kültürü ve medya dünyasını da katar. İnsanların artık sadece bu temalar için yasadığı, bunları konuştuğu bir zamanda Meryem’in ağzından “her gün televizyonda neler oluyor” cümlesi dökülüverir. Hayatın kendisi artık televizyonda görünen ile ikame olmaktadır. İnsanların gerçekte yaşadığı acılar ya da sorunlar kimseyi ilgilendirmemektedir artık.
Demirkubuz, sinema dilinin önemli bir unsuru olan televizyonun kullanımına burada da devam eder. Ancak diğer filmlerinden farklı olarak bu defa bizi televizyon dünyasının mutfağına götürür; dizi filmler, oyuncu ajansları, şöhretler, figüranlar… Filmde televizyon için çekilen popüler arabesk dizilerinden birinin çekim aşamalarını görürüz. Başrolde oynayan İbrahim isimli ünlü bir şarkıcıdır. Bir gün bir film ya da dizide başrol oynamak isteyen İsa da o dizide figüranlık yapmaktadır. Meryem ile İsa ilk tanıştıklarında Meryem, İsa'nın odasındaki duvarda asılı olan set fotoğraflarına bakarak Mahsun'u İbrahim’i ya da Sibel Can'ı tanıyıp tanımadığını sorar. Sibel Can'ı pek tasvip etmediğini ama İbrahim’i çok beğendiğini belirtir. Çünkü artık ünlü isimler hayatımızın bir parçasıdır. Onları yakından tanır ve biliriz.
Tumblr media
Filmin üzerine kurulduğu ana eksen ortaya koyduğu toplumsal eleştirinin ötesinde bir takım felsefi ve ahlaki sorunlardır; rastlantı, kader, suç ve ceza, insanın kötülük yapma sebepleri ve intihar. Bu soruları “Masumiyet” filminde de sorgulamış olan yönetmen, “Üçüncü Sayfa”da bu sorulara bir başka açıdan yaklaşır. Masumiyet’te masum bir aşkın, tutkunun peşinden sürüklenen Bekir, Yusuf ve Uğur’un tersine, burada daha rahat bir yaşam sürme isteği ile insanları kullanan Meryem çıkar karşımıza. Burada kötülük daha saf haliyle yer alır. Bu noktada seyircinin karakterlerle özdeşleşmesi “Masumiyet”e göre daha zordur.
Demirkubuz, hiçbir filminde çağımızın yaygın teknolojilerinden cep telefonunu kullanmazken, “Üçüncü Sayfa”da mafya babası, onun adamları ve ev sahibinin elinde görürüz cep telefonlarını. Cep telefonuna kötü bir anlam yükler gibi görünmektedir yönetmen. 50 dolar için İsa'yı öldürmekten bile çekinmeyecek bir mafya babası ve Meryem’i zorla kendisine metres yapan ev sahibi kötülüklerini doğrudan belli ederler.
Film biçimsel özellikleri ile de “Masumiyet”e benzemektedir. “Üçüncü Sayfa” da melodram kalıplarının ters yüz edildiği, kara filmin biçimsel özelliklerinin kullanıldığı bir filmdir. Film, eski Yeşilçam geleneğini modern bir dramaturgi ve ahlakçı bir bakış açısıyla temize çeker. Filmin finali bir Yeşilçam filminden repliklerle sona erer. Filmi doğrudan görmeyiz ancak kararan ekran ile birlikte sesini duyarız. Duyduklarımız bir anlamda filmin final sahnesini anlatır bize, bir ayna görevi görür.
Meryem ve İsa arasındaki ilişki Hz. Meryem ve Hz. İsa'nın modern bir yorumlaması gibidir. Kendini öldürmeyi seçen İsa'nın hayattan bir beklentisi yok gibidir. Ona yaşama amacını veren ise aşık olduğu Meryem’dir. Meryem ona hayat verir bir bakıma. Ancak verdiği bu hayatı da aynen geri alır.
Tumblr media
“Masumiyet”te Bekir/Yusuf ile oluşturulan anlatının döngüselliği, burada da İsa'nın intiharı ile gerçekleşir. 50 doları bulamayacağını anlayan İsa, eve gelip intihar etmek ister ama kapının çalması ile bu ediminden vazgeçerek ev sahibini öldürür. Rastlantının oyunlar oynayarak İsa'nın kaderini değiştirmesi hiçbir şeyi değiştirmez sonuç olarak. Filmin sonunda, başta yapamadığını yapar ve tetiğe basar. Film büyük bir çember çizerek başladığı yere döner.
http://www.imdb.com/title/tt0208606/
Açar M., “Üçüncü Sayfa” ,TÜRSAK Sinema Yıllığı 1999/2000
Kıraç R., “Zeki Demirkubuz Sinemasında Kötülügün Kısa Tarihi”,     Altyazı, 2002
http://zekidemirkubuz.com/Movie.aspx?MovieID=3
3 notes · View notes
umudumolsana · 7 years
Text
Hangisi, Sen ?
Hayatla ilgili şu sıralar diyebileceğim üç kelime var. Şaşkın, şapşal ve garip. Garip bir durum içerisinde, şapşal bir şekilde şaşkınım. Küfreder gibi değil, umutsuz gibi değil ama ortasını bulmuş bu kelimeler gibi. Daha normale indirgenebilir, daha az can acıtabilir gibi bu üç kelime. Hayatı yaşamak için indirgediğimiz kendimiz gibi. Yok oluyorum, anlamlandıramıyorum tuhaf bi hayat, garip sözcüğünü. Kendimi iyi hissetmiyorum, boğuluyorum, ne yapacağımı bilmiyorum, şaşkını. Umarsız, kötümser, yalnız, umutsuz,şanssız bir yüz ifadesi de şapşal olsun kendimce. Hayat bütün bu duyguları kapsar nitelikte çok garip…
Sadece yaşamak için yaşıyoruz, sadece yaşamak için nefes alıyoruz. Oysa ki nefes aldığımızı unutur olduk. O kadar telaş içindeyiz ki bazen sorgulamamak için bu bahaneye sığınıyoruz. Zamanımız yok. NE İÇİN ? Mutlu olmak için mi,kendini bulmak için mi? Sahi, kimsin sen ? Hangi benliğin seni tanımlıyor, hangi beni özlüyorsun, hangi benliğinle yaşamak istiyorsun ? Söylesene… Bir dur ! Ne yapıyorsan yaptığın işi bırak. Gözlerini kapat başını geriye yasla, derin bir nefes al ve ver. Sor kendine, sen kimsin ve ne yapıyorsun ? Nelerden hoşlanırsın ? Neler yapardın önceden, kendini unutmadığın, kendin olduğün zamanlarda..
Yaşamak istediğin hayat bu mu? Gerçekten, nefes alan kişi, yaşayan kişi sen misin yoksa sana o çok benzeyen yansıman mı? Sorularına cevap buldun mu yoksa artık cevabını bulamayacağın sorulari sormaktan yoruldun mu ? Ne yapıyorsun gerçekten, ne yapıyorsun günlük telaşların içinde? Anlamsız gelmiyor mu bazen bazı şeyler? Anlamsız… Gerçekten kimsin sen? Hayatına yön verebilenlerden mi yoksa yönü belirlenmiş hayatı yaşayanlardan mı ? Kafan karışık mı, ne yapacağını bilir bi şekilde hayatını planladın mı? Hayal kurabiliyor musun? Mesela bir beş yıl sonra nerdesin sorusuna verdiğin cevap şurdayım kelimesi mi yoksa yaşıyor muyum acaba mutlu ve kendim olarak mı? Sahi kaç yaşındasın 23 yaşında mı yoksa benim gibi ama ruhen bilinmeyen. Çabalıyor, çabalıyor ama gerçekten ne için çabaladığını bilmiyor musun? Benim gibi. Eğer bulmuşsan amacını, hayatının anlamını. Ne mutlu sana! Sıkı sıkı sarıl ve sakın bırakma. Ya bulamadıysan benim gibi.
4 notes · View notes
mistikyol · 5 years
Photo
Tumblr media
TUTKUNU TAKİP ETMELİSİN: #mistikyol
Tutku bir şeye karşı duyulan yüksek bir arzunun sonucudur. Kişilere tutku duymak bazen seni açmaza sokabilir. Bu yüzden yüksek arzunu kişilerden çok hayat amacına yönlendirmelisin.
Hayatta ne yapmaya tutku duyuyorsun?
Tutkuyla yapmak istediğin şey hayat amacınla uyumludur. Ona ulaşman ve onda başarılı olman hem kolay hem de kaçınılmazdır. Tutkun büyük bir güçle hayat amacını kendine çekecektir.
Kendini tanımaya karşı duyduğun ilginin temelinde bu yatar: hayat amacını bulmak...
3 notes · View notes
keremulusoy · 5 years
Text
Türkiye’de 90’lı yıllarda yükselişe geçen polisiye roman türünün önde gelen yazarlarından biri de Celil Oker’dir.  Yazar, sağlam bir kurgu üzerine oturttuğu eserlerinde, sürükleyici entrikalar ve canlı karakterler yaratmayı başarmıştır. Fakat onun asıl başarısını, mekân tasvirleri ve ayrıntılara verdiği önem oluşturur. Bu mekânlar, romanlarda yazarın sözcülüğünü üstlenen dedektif Remzi Ünal’ın dikkatiyle hayat bulur.
Günümüzde eylemin önem kazandığı polisiye eserlerde dedektifin araştırma yöntemleri de değişmiş, farklı mekânların tasviri -hem içerik hem de bir yöntem meselesi olarak- kaçınılmaz olmuştur. Chandler’in Philip Marlowe’u, Dashiell Hammett’ın Same Spade’i, Mickey Spillane’in Mike Hammer’ı gibi, Remzi Ünal da bir ‘eylem adamı’dır. Günümüzde dünyanın hemen her yerinde, polisiye roman türünde yazılan eserlerde modern toplumun düşünce ve yaşam tarzı sorgulanmakta ve suçun toplumsal görüntüsü giderek önem kazanmaktadır. Yazarın romanlarında zengin kesimden insanların yolları, cinayetler yüzünden yoksullarla kesişir. Bu romanlarda iki kutup arasındaki karşıtlığı vurgulama fonksiyonunu yüklenen mekânlar ise genellikle yalılar, villa-kentler, siteler, gecekondular, barlar, kumarhaneler, alışveriş merkezleri, büyük oteller, lüks ofisler, orta halli öğrenci evleri ve bakımsız iş yerleri olarak karşımıza çıkar. Ana fonda ise İstanbul vardır.
Kentler, Kitaplar ve Yazarlar Dünya edebiyatında birçok büyük kentin romanlara ilham olduğu, hatta bu kentlerin belirli yazarlarla birlikte anıldığı görülür; Danzig kenti Günter Grass’la, Dublin James Joyce’la, Viyana Robert Musil’le, Berlin ise Alfred Döblin’le birlikte bir tür roman-kent olmuşlardır. Roman ve şehir arasındaki bu ilişki, polisiye roman türünde daha kuvvetli bir biçimde karşımıza çıkar. Günümüzde pek çok yazar, ‘polisiye edebiyat’la kendi toplumunun karanlık yanlarını teşhir etmeyi amaçlamaktadır. Lawrence Block’un dedektifi Matthew Scudder sayesinde New York’u, Jeremiah Healy’nin dedektifi John Cuddy ile de Boston’u bu yönleriyle tanıma fırsatı buluruz. İstanbul doğumlu Yunan yazar Petros Markaris’in yarattığı dedektif tipi Haritos ile Atina sokaklarına, Donna Leon’un dedektifi Komiser Brunetti ile de Venedik’e aşina oluruz.
Oker’in romanlarında ise İstanbul olması, söz konusu mekânları, daha gerçekçi, duyarlı ve eleştirel bir şekilde yansıtmasına zemin hazırlamıştır: “İstanbul sokaklarını arşınlama meselesini çok önemsiyorum. İstanbul’u dolaşan bir dedektifin olması ve bunun yabancı okurlar tarafından da okunması, bu işte en keyif aldığım yanlardan biri. İstanbul gibi benzersiz bir şehirde dolaşan bir karakter yaratmak benim için çok önemli. Kahramanım genelde benim yaşadığım yerlerde dolaşıyor. Bu yüzden o mekânlarda özel bir araştırma yapmam gerekmiyor. Bir de son zamanlarda araştırma yapmamızı, sağa sola bakmamızı kolaylaştıracak bir teknoloji var elimizin altında. İnternette maceranın geçtiği sokağı bulup tasvir yapabiliyoruz. Ama elbette, hiç bilmediğim, havasını koklamadığım bir yer varsa, mutlaka kalkıp gidiyorum.”
Celil Oker, romanlarında İstanbulluları tanıtır. Eserlerinde taksiciler, simitçiler, milli piyango satıcıları, seyyar kitapçılar, kebapçılar, otopark kahyaları, kapkaççılar, değnekçiler, emlakçılar, kokoreççiler, kestaneciler vardır.
Celil Oker’in İstanbul’u Celil Oker’in eserlerinin en belirgin özelliği şüphesiz, bu metinlerin, semtleri ve sokaklarıyla canlı bir İstanbul rehberi vazifesi görmeleridir. Bu romanlar, suçun ve değişen toplumsal hayatın hikâyesi oldukları kadar İstanbul’un da hikâyesi olma vasfını taşırlar. İstanbul’u ve İstanbulluları çok iyi tanıyan dedektif Remzi Ünal; taksicileri, simitçileri, milli piyango satıcılarını, seyyar kitapçıları, kebapçıları, otopark kâhyalarını, kapkaççıları, değnekçileri, emlakçıları, kokoreççileri, kestanecileri, seyyar köftecileri, otoyolları, eczaneleri, restoranları, büfeleri, küçük butikleri, şehir hatları vapurlarını, alışveriş merkezlerini, iş hanlarını, barları, tarihî binaları, yeni yapıları, gecekonduları, lüks villaları, sinemaları, tiyatroları, yani kısaca dünyanın en eski metropollerinden olan İstanbul’u yaşadığımız yüzyıla has çizgileriyle bize tanıtır. Eski İstanbulluları ve kent belleğindeki kadim izleri anlattığı kadar taşralıları ve taşra kültürünün kentteki akislerini de dile getirir. Yazar, eserlerinde İstanbul’u anlatırken amacını bir büyükşehir övgüsü yapmakla sınırlamaz, yaşadığı şehri gerçekçi bir gözle yansıtmaya çalışır. Şehir hayatındaki yozlaşma, insan ilişkilerini de birer çıkar ilişkisi şekline çevirmiştir. Polisiye romanın sosyolojik verilerle nasıl beslendiğini bütün çıplaklığıyla bu eserlerde görebiliriz. Yazarın dedektife söylettiği şu sözler, insan kalitesinin de şehrin estetiğini belirleyen bir unsur olduğunu vurgular: “Sevilecek çok az şeyin kaldığı bir şehirde, beni gördüğünde sevinmeyecek kimselerin kapılarını çalıp, hoşlanmayacakları sorular sorardım. Aldığım üç cevabın ikisi yalan olurdu. Doğru yanıtlarsa çarpıtılmış. Yanlışları doğrulardan çıkardığımda şekillenen manzara, hiç kimsenin hoşuna gitmezdi. Benim de…”  Remzi Ünal’ı karamsar yapan unsurlardan biri de insan ilişkilerinin geldiği bu boyuttur. Celil Oker, çıkarlara dayalı planlı cinayet işlenme oranının hızla yükseldiği İstanbul’un, bu alanda dünyanın diğer büyükşehirleriyle paralel bir konuma yerleşmeye başladığını ileri sürmektedir.
Rol Çalan Ceset Celil Oker, İstanbul’un ruhu dinlendiren fiziki güzellikleri yanında, büyükşehrin çirkinliklerini barındıran karanlık yüzünü de göstermeye çalışır. Yankesiciler, uyuşturucu kullanan sokak çocukları, çözüm bekleyen trafik sorunu, çevre kirliliği, tarihî dokuya zarar veren kötü kentleşme, zamanının çoğunu dışarıda geçiren Remzi Ünal’ın görüş alanına giren meselelerdir. Rol Çalan Ceset’te gece vakti Beyoğlu’nda Şeyda Tapan’ın randevu verdiği Pandora Kitabevi’ne giderken, İstanbul’un bu semtinden görüş alanına yansıyan detayları gerçekçi bir tavırla anlatır. Büyükşehrin trafik sorunu ve bakımsız yolları da sürekli arabasıyla bir yerlere gitmek zorunda olan Remzi Ünal’ı zaman zaman çileden çıkartır. Son Ceset’te, Muazzez Güler’le, borçları ödemeyen bayisi Sinan’ı bulmak üzere anlaşan Remzi Ünal, kendisini bekleyen yeni maceraya atılırken kaygılıdır. “Kötü bir trafik, çukurlarla bezeli asfalt yollar, kimin önce geçeceği hep tartışmalı kavşaklarla dolu caddeler…” çıkacaktır yine karşısına.
İstanbul’a özgü ayrıntılar arasında gittikçe çoğalan alışveriş merkezleri, tek tük eski ve özentili mimari yapıların yanında beliriveren yeni ve kişiliksiz yapılar da Remzi Ünal’ı rahatsız eder. Yazar, İstanbul’un mimari bakımdan gün geçtikçe zevksizleşen bir görünüme büründüğünü ileri sürerek, eski ile yeni İstanbul arasında beliren farkı yeri geldikçe göstermeye çalışır. Ateş Etme İstanbul’da, Piyalepaşa Bulvarı’nda ilerleyen dedektifin gözü çevredeki yapılardadır: “Solumuzda mezarlık, sağımızdan İstanbul’u çirkinleştiren mimari örnekleri akıyordu. Biraz ileride eski bir cami gelecekti. Bak onu severdim.”
Romanlara Yansıyan İstanbul’un Yaşayan Mekânları Celil Oker, İstanbul’un, alışveriş merkezlerinden, sinema, kafe ve restoranlarından da romanlarında bahseder. Profilo ve Carousel Alışveriş Merkezleri ve sinemaları, Akmerkez’deki Papermoon adlı restoran, Reasürans Çarşısı, Kafe Marmara Celil Oker’in başta Remzi Ünal olmak üzere çoğu varlıklı kesimden olan roman kişilerinin ara sıra uğradıkları İstanbul’un gözde mekânlarıdır.
Remzi Ünal, işi gereği insanların peşinde koşturur; onları bazen gizlice takip eder, bazen de ziyaretlerine gider. İnsanları tanımak ve ipuçlarını yakalamak için habersizce evlerine ve iş yerlerine girer. Her ne kadar dedektif, “İstanbul küçük bir şehirdi, dönüp dolaşıp aynı yere geliyordunuz.” diyecek kadar İstanbul’u avucunun içinde hissetse de yollar onu bazen bildiği bazen bilmediği yerlere çıkarır. Bu gidip gelmeler Remzi Ünal’a şehri bir bütün olarak görme, değerlendirme, değişiklikleri fark etme fırsatı verir. Dedektifin ruh hali kendi iç saatinin dışında bu mekânlara göre de sürekli değişir.
Celil Oker, navigasyon bilgileri vermekle yetinen bazı amatör yazarlar gibi İstanbul’a yüzeysel bir dikkatle bakmamıştır. Yazar, kurgularında İstanbul’un zengin tarihinden gelen dokusuna da odaklanmaz. Bununla birlikte yaşadığı şehre bir kimlik veren geçmişin mekânlarına ve bu mekânların estetiği ve görgüsüyle yetişen gerçek İstanbullulara saygılıdır. Hızlı kentleşme sonucu kentin her bakımdan aşınmaya başlaması, estetik duyarlılığı gelişmiş olan dedektifi rahatsız eder. Beyoğlu, Taksim, Ortaköy, Mecidiyeköy ve Kasımpaşa semtlerinde geçen son romanı Ateş Etme İstanbul’da, İmam Adnan Sokağı, Mevlüt Pehlivan Sokağı, Muallim Naci Caddesi ve Bestekâr Şevki Bey Sokağı gibi şehrin kültür varlığını simgeleyen sokak adlarını bilinçli bir şekilde bir arada kullanması anlamlıdır.
Şehirlerin İmgesi İstanbul’u mekân olarak seçen polisiye romanlarda, bu şehre özgü sesler de bir şehir imgesinin oluşmasına aracılık ederler. Remzi Ünal ise İstanbul’u, bu şehirden biri olarak, her yönüyle sever. İçindeki sigara dumanını açık pencereden dışarıya üfleyen Ünal’ın, dışarıdan bu hareketine bir karşılık gibi gelen kimini anladığı, kimini anlamadığı sesler hoşuna gider. İstanbul’u tanıdık sesler bütünü olarak algılayan ve ona yakınlık duyan dedektif için İstanbul, tekinsizliğine rağmen, hâlâ yaşanmaya değer, güzel bir şehirdir. İstanbul’u simgeleyen mekânlar, nasıl bir şehrin ve şehri oluşturan toplumun kimliğini ele veriyorsa şehirdeki karmaşanın bir iz düşümü olan bireylere özgü mekânlar da şehrin ritmine bir şekilde ayak uydurmuş, ayrışan ve yalnızlaşan insanların hikâyesini anlatır. İş adamlarının bakımlı ofisleri, yalnız yaşayan kadınların zevkle döşenmiş evleri, kendilerini çevreden soyutlayan sakinleriyle güvenlikli siteler ve İstanbul’u onlarla aynı cepheden seyreden mütevazı gecekondu odaları, öğrenci evleri ve bu tür mekânların tasviri, edebî işlevlerinin yanında, içinde yaşanılan zamana ayna tutan sosyolojik bir veri olarak da önem taşırlar.
Hiçbir edebî türün okuru, ipuçlarını saklayan mekân ve ayrıntılara karşı, bir polisiye roman okuru kadar ilgili ve dikkatli değildir. Bunun bilincinde olan yazar, ben merkezli anlatımın verdiği imkânlardan da faydalanarak mekân tasvirleri yoluyla hem okurun merakını ayakta tutmayı başarmış hem de bilgi ve görgüsünü onlarla paylaşmıştır. Özellikle yazarın yabancı okurları da dikkate alarak mekân tasvirleriyle bir İstanbul imgesi oluşturmaya yönelik gayretleri edebî sınırları aşarak sosyolojik tespitlere uzanırlar ve yazarın dünya görüşünü iletirler. Oker, Remzi Ünal’la modern kent hayatının kaosu içinde bocalayan yalnız bir adamın hikâyesini anlatırken, onu, sevginin yerine paranın egemen olmaya başladığı insan ilişkilerini yansıtan maceralara sürükler. Polisiye edebiyatta ‘saf bilgi’ hiçbir zaman ‘saf heyecan’ın yerini alamaz. Celil Oker’in dedektifi Remzi Ünal ile İstanbul sokaklarını dolaşan okuyucu, heyecan duygusunu feda etmeden bildiği mekânların tadını çıkarmakta, yeni mekânlar keşfetmektedir.
Beyoğlu-İstanbul
Dedektif Remzi Ünal
Marmara Kafe-Beyoğlu
Pandora Kitabevi-Beyoğlu
Ortaköy Sahili
İstiklal Caddesi Tramvay
NOTLAR
Celil Oker Kimdir? Polisiyenin usta kalemi Celil Oker, 1952 yılında Kayseri’de doğdu. Tarsus Amerikan Koleji’ni bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden mezuniyetinin ardından çevirmenlik, gazetecilik ve reklam yazarlığı yaptı. İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Reklamcılık Programında öğretim üyesi olarak çalıştı. Yazarlık kariyerine 1999 yılında yayımlanan Çıplak Ceset adlı romanlarıyla başladı. Yine aynı yıl yayımlanan Kramponlu Ceset romanıyla Kaktüs Kahvesi Polisiye Roman Yarışması’nda birincilik ödülü aldı.
Güvenilmez Sevgili: İstanbul Modern kentlerin tüm cazibesine sahip İstanbul da dünyanın diğer metropolleri gibi tekinsiz bir alandır. Yazarın İstanbullu dedektifi Remzi Ünal, her ne kadar bir İstanbul hayranı olsa da kent yaşamının insanı köşeye kıstıran tehlikelerinin farkındadır. Celil Oker’in romanlarında İstanbul, üzerinde gezilen, aşina bir mekân olmaktan öte, toplumsal değişimlerin sonucunda fiziki güzelliklerinin bile yozlaşmaya başladığı, suçlularla iş birlikçi güvenilmez bir sevgili, bir ana figürdür.
Dedektif Remzi Ünal Oker, polisiye edebiyatın unutulmaz dedektif tiplerinden biri olacak Remzi Ünal karakterine de hayat vermiştir. Remzi Ünal, hemen hemen her romanda, şu cümlelerle kendini tanıtır: “Remzi Ünal… Şu, Hava Kuvvetleri’nden müstafi, THY’den kovulma, kendisine saygısı olan hiçbir ‘frequentflyer’ın adını bile duymadığı sekizinci sınıf charter şirketlerinde bile tutunmayan, sayenizde MS Flight Simulator’ın Cessna’sını bile adam gibi indirmekten aciz eski pilot, ex-kaptan, nevzuhur özel dedektif Remzi Ünal…”
Anadolu’nun İzleri Celil Oker, İstanbul’un semtlerini, bu semtlere kimliğini veren unsurları vurgulamak suretiyle romanlarında işler. İstanbul’un modern ve köklü semtlerinin yanı başında oluşturulan gecekondu mahalleleri de bu şehrin özelliğini tamamlayan bir unsur haline gelmiştir. İstanbul’un, Anadolu’dan aldığı göçle, kent kültürü ile kasaba kültürünü yan yana yaşatan bir şehir oluşu, Oker’in polisiyelerinde hem çoğu Anadolu’dan gelen yan karakterlerle hem de mekânlarla yansıtılır.
Yazan: Ayşe Ulusoy Tunçel
*Bu yazı Marmara Life 2019/Temmuz-Ağustos sayısında yayımlanmıştır.
  Celil Oker Polisiyelerinin Tekinsiz Kahramanı İstanbul Türkiye’de 90’lı yıllarda yükselişe geçen polisiye roman türünün önde gelen yazarlarından biri de Celil Oker’dir.  Yazar, sağlam bir kurgu üzerine oturttuğu eserlerinde, sürükleyici entrikalar ve canlı karakterler yaratmayı başarmıştır.
0 notes
handekececi · 6 years
Text
gündelik evren, modern insan, tek boyutlu hayat
‘insanın, bir deneyimi yaşamadığı halde onun gerçek olduğunu reddetmesi kadar büyük bir aptallık olamaz.’ – imam gazzali
insan, kendi içine dönüp derinliklerine baktığında, insanlığın geri kalanıyla paylaşmaya değer çok boyutlu bir evren keşfeder. bana göre her insan, varoluşunu doyurucu bir şekilde anlamlandırabileceğini sezgisel olarak bilir. ancak bizler için bu çağda, açıklıkla kendi içimize bakabilecek cesareti bulmak zordur. bulsak bile genelde tek boyutlu algılarımızı sağlam tutan koşullanmışlıklarımızla, ön kabullerimizle bakarız ve varoluşumuzun derinliğini yine kavrayamayız. kavrasak bile hemen unutmak, kavrayışımızın üstünü gürültüyle örtmek isteriz. çünkü o derinliğin karanlığına girmek yerine, yüzeyde kalmayı daha güvenli varsayarız ya da çok uzun süre kendimizi kandırdığımızdan, geri dönüş için çok geç olduğunu düşünürüz. bu döngüde her birey için farklı psikolojik ve toplumsal unsurlar olsa da döngü aynı döngüdür. suya sabuna dokunmadan, mümkün olan en az hasarı görerek kenardan kenardan, yüzeyde yaşama döngüsü.
mircea eliade modern toplumları, basitçe, hayatın ve evrenin dünyevileşmesini, gündelikleşmesini mümkün olduğunca uç bir noktaya taşıyan toplumlar olarak tanımlar. (mitler, rüyalar ve gizemler, doğu batı yayınları) jung, modern dünyanın yaşadığı krizin büyük ölçüde simgelerin ve mitlerin artık bütün insanlarca ‘deneyimlenmemesine’ bağlı olduğuna inanır.
bilim tarihine baktığımızda, gözle görülüp elle tutulamayan, ölçülemeyenin sadece 19. yüzyıl sonrasında bilimsel materyalizmin yükselişiyle dışlanmaya başladığını görürüz. öncesinde metafizik alan, spiritüel boyut hem toplumda hem de bilim ve tabii ki felsefede kabul görüyordu. akılcılık, maddesel olana indirgenmemişti henüz.  böyle bir atmosferde, insan psişesinin içinde düşünce ve sezgi birbiriyle savaşan değil, birbirini tamamlayan unsurlardır – kişisel inancıma göre, olması gerektiği gibi! bu noktada zamanın pozitif ilerlemeye doğru lineer akışta olduğunu hiç şüphe etmeden kabul etmişsek ve metafizik bilgiyi hurafeler ve gerçek dışı bilgiler ile karıştırıyorsak, zihnin mevcut kalıbının dışına çıkamayız. bugün sahip olduğumuz zeka ile metafizik bilginin ‘saçma’ kabul edilmediği 1700’lü yıllarda yaşasaydık örneğin, daha iyi ya da daha kötü demiyorum, muhtemelen bambaşka ruhsal yaşantılarımız olacaktı.
bu kavrayış, ‘ilkel’ insanın ruhsal açıdan doyurucu bir hayat sürmesini sağlıyordu. ilkel insan, açık uçlu algılayışı sayesinde, kendini kendi varlığı içinde tam hissetmeye bizlerden çok daha yakındı. en basitinden, görünenin ötesini görme arzusunu hissetmeye ve bu arzuyu yaşatmaya cesareti vardı.
günümüzde bilim yeniden, özellikle kaos kuramcılarının ve vizyonu geniş bilim insanlarının girişimleriyle lineer mantığın dışına taşınmaya başlayıp, metafizik bilgi ve belirsizlik yavaş yavaş da olsa yeniden değer görmeye başladıysa da, bu dönüşümün modern insanın tek boyutlu yaşam krizine ne zaman çözüm olarak yansıyacağı bilinmez.
bahsettiğim dönüşüm, insanın psikolojik açlıklarını türlü şarlatanlıklarla istismar eden bir sözde ruhsal yaşantı alternatifi değil elbette; gerçek sezgisel bilişin rehberliğinde, özgürce, bilinçle ve kendi yaşam amacını, varlığının anlamını bulma arzusuyla yaşayabilmek. bilginin biliş ile, düşüncenin içgüdü ile, maddenin madde dışı ile zıtlık yaratmadığı, çok boyutlu bir evren kavrayışı ile varlığını sürdürmesi…
yazıyı yine jung’tan bir alıntı ile bitirmek istiyorum, şilili diplomat miguel serrano’nun jung ve hesse, iki dostluğun anıları kitabından;
‘(materyalist) bilimin egemen olduğu bir kişilik, ilkel yanlarından kopuk olduğu için ehlileştirilmeye açıktır. bunun sonucu olarak da biz batılılar, yüksek disiplinli, iyi örgütlenmiş ve mantıklı varlıklarız. ama diğer yandan, bilinçdışı kişiliğimizin bastırılmasına izin verdiğimiz için ilkel insanın  bilgeliğini anlama ve takdir edebilme imkanından yoksun bırakılmışız. tabii bilinçdışı kişiliğimiz yine varlığını koruyor ve zaman zaman denetimden çıkıp patlarcasına ortaya çıkabiliyor. bu nedenledir ki biz batılılar insanları en uç noktada şok edebilen barbarlıklara kolayca kayabiliyor, bilim ve teknolojide başarı kazandıkça keşiflerimizi şeytanca amaçlar için kullanabiliyoruz.’
Tumblr media
helix nebula. 
helis bulutsusu veya helix bulutsusu, ayrıca the helix veya ngc 7293 olarak da bilinir, kova takımyıldızı yönünde bulunan oldukça büyük bir gezegenimsi bulutsu. karl ludwig harding tarafından muhtemelen 1824'ten önce keşfedilmiştir.
(kaynak; vikipedi)
0 notes
garipadammm · 7 years
Photo
Tumblr media
Özel ricam lütfen bu paylaşımımı sonuna kadar okuyun!! Yaş 28 evlilik zamanı geldi geçti .........derken annem açtı yuva kurma konusunu. Saliha bir kız olsun gerisi gelir diye düşünüyordum.... Yakın bir akrabamızdan haber geldi.komşuları çok dindarmış, kızlarının ailesinden dahada dine bağlı olduğunu duyunca sevindim.Gittik bir görelim görüşelim dedim.Ilk ailesiyle konuştum...Hatta ben konuşmadım sürekli onlar konuştu.şaşırdım kaldım... Bir şey diyemedim... Kına gecesinde en iyi müzüsyenler olacakmış...Düğünde keza aynı... Ev dayalı döşeli olacakmış,hemde hepsi en pahalısından... Araba olacakmış son model hemde, çünkü komşunun damadı sıfır araba almış geçende...Anne hadi kalkalım diyecektim utandım... Kızla görüştürmek istediler...İslamiyete uygun olarak görüştük... on beş bilezik...En güzel gelinlik(10 bin tl)...En büyük düğün salonu...Ne diyeceğimi bilemedim... Ben Saliha Bir Eş istiyordum sadace... Istekleri bir türlü bitmiyordu...O anda yan taraftaki aynaya gözucuyla baktım kendime...Görünüşümdede bir iş adamı profilide yoktu... Yirmi beş dakika konuştu istekleri bitince sıra bana geldi. Senin isteklerin nelerdir dedi... Biran önce kalkıp gitmek istiyordum sıkılmıştım, geleli bir saat olmasına rağmen dünya malına bağlananlarla birlikte olmak içimi karartmıştı...Tekrar sordu isteklerin nelerdir... Hayırlısı olsun dedim kalktım... Nezaketle ayrıldık evden... Yolda giderken telefon geldi... Amcam arıyordu.. Yan komşuları serhat amcanın kızı varmış...Serhat amca çok iyidir...Cocukluğumdan beri tanırdım kendisini... Tamam dedim dedim amcama geliriz... Serhat amcalara gitmek için hazırlanıp annemle koyulduk yola, on beş dakika sonra ulaştık evlerine. Sohbet açıldı çocukluğumuzdan,başladı beni övmeye… Kızardıkça kızardım utancımdan birşeyde diyemiyorum… Derken söz asıl konuya gelmişti… Evladım seni severim maksat gençleri mutlu etmek Allahü tealanın izniyle dedi ve başladı isteklerini saymaya… O kadar çok şey saydı ki uykum gelmeye başladı… En sonunda da benim oğlumun kumar borcu var onu ödemeden evlilik de olmaz zaten dedi. Birden gözlerim açıldı,şaşırmıştım açıkçası… Gözümü yerden alamadım uzun süre… Serhat amca gençleri görüştürelim dedi… Bir odaya geçtik kız konuşmaya başladı… Onceki görüştüğüm kız gibi ne varsa herşeyi istiyordu …Konuşmasını çalan telefonu böldü açıp konuştu kapattı. Tekrar çaldı konuşup kapattı… Sonra tekrar.. Dayanamadım sordum arayan kim diye. Eski nişanlısıymış ayrılalı on gün olmuş. Neden ayrıldıklarını sordum. Çay bahçesinde bir erkekle otururken görmüş sonra tartışmışlar, tartışma büyüyünce de ayrılmak zorunda kalmışlar. Oturduğun kişi kimdi ki? ... Calıştığı yerdeki müşterilerinden biriymiş… Demek önceden çalışıyordunuz? Evet ben masörüm dedi… Soktan şoka giriyordum.. Beş dakikada bilmediğim bir sürü şey çıkmıştı… Evlilik amacını sordum… Nişanlısı çok rahatsız ediyormuş farklı bir hayat,farklı bir ortam istiyormuş… Açık konuşmak gerekirse hava değişimine ihtiyaç duymuş… Daha fazla dayanamayıp izin istedim kalktım… Ben sadece saliha bir eş istiyordum… nezaketle evden ayrıldık annemle… Daha sonra öğrendim ki serhat amca arkamdan bir sürü laf etmiş… Gülümseyip,bugün öven yarın söver dedim içimden… Artık evlilik düşüncesinden vazgeçmek üzereydim. Haftalardır dışarı çıkmıyordum. Akşamları hava almak için balkonda oturup kitap okuyordum… Karşı komşumuz gece çalıştığı için akşam dokuz gibi evden çıkıyordu. On yaşındaki oğlu da babasının peşinden ağlayıp dururdu her gece ablası çocuğu oyalamak için balkona çıkarıyor ve her fırsatta benimle konuşmaya çalışıyordu… Bu sık sık tekrar etmeye başlayınca bunaldım artık. Bir akşam kıyamet ve ahiret kitabını alıp aynı saatte çıktım balkona… Beni görünce o da çıktı balkona, bir konu bulup yine başladı konuşmaya… Her akşam kitap okuyorsun nedir onlar… işte beklediğim fırsat gelmişti okumak istersen vereyim deyince olur dedi… Besmele çekip iki üç metre karşıdaki kıza attım kitabı. Hadi gir de evde okumaya başla dedim… Kitabı okumuş olacak ki bir daha balkona çıkmaz oldu… Evlilikten vazgeçmiştim bir eş bulmak bana uzak görünüyordu…Aradan aylar geçmişti. o zaman zarfında birkaç kızla daha görüşmeye gittim annemle… Fakat netice aynı değişen bir şey yoktu… Bir Salı akşamıydı içim çok daralmıştı, adeta boğuluyordum… O gece iki rekat namaz kılıp yattım… Acayip bir rüya gördüm… Birine anlatmalıydım bu rüyayı… O akşam balkonda dolunayı izlerken telefonum çaldı…Gözüm dolunayda, cebimden çıkarttım telefonu kimin aradığına bakmadan kulağıma götürüp telefonu açtım…Arayan ses tanıdıktı… Fakat o günden sonra hayatımın değişeceğini nereden bilebilirdim ki… Arayan en yakın arkadaşım Aliydi. Canı sıkılmış beni çağırıyordu. Abdest aldım evin yakınındaki çay bahçesine gittim. Çocukluğumuzdan açıldı konu sonra gördüğüm rüyayı anlatmak istedim…Tozlu bir köy yolunda gidiyordum elimde bir tane kılıç vardı etrafımda ise bir sürü yılanlar… Yılanlar bir metre kadar yükseltmişler kafalarını yukarıya doğru… Hepsi üzerime atılmak için zaman kolluyorlardı… Kılıçla kendimi savunuyordum… Bana yaklaşanları kılıçla öldürüp ilerliyordum… Ileride uyuyan biri vardı bilmediğim bir ses işittim ama ortalıkta kimse yoktu… Uyuyan kişiye baktım… O ses; yatan kişi Musab bin Umeyrdir dedi. Sonra ileride giden iki kişi gördüm biri Peygamberimizdi diğerinin kim olduğunu göremedim… Ali yorumlamaya başladı rüyamı… Düşmanlarını yenerek iyi bir neticeye ulaşacaksın dedi… Konu evliliğe geldi yine… Başımdan geçenleri anlattım… Dertliydim bu konuda… benim eşim dünyaya bağlı olmamalıydı, sadece dünyalık uğruna yaşamamalıydı… Uzunca dinledi Ali sıkıntılarımı… O konuşmaya başladı bu sefer. Evden çıkarken annem dedi bizim mahallede bir kız varmış onunla görüştürmek istiyorlar seni. Yok Ali bundan sonra kolay kolay kimseyle görüşmek istemiyorum dedim… Kızda pek istekli değilmiş zaten dedi… niye diye sordum.. O da birkaç kişiyle görüşmüş daha sonra evlilikten soğumuş iyice… Alinin annesi ısrar edince de olur görüşelim demiş...Tamam dedim yarın gideriz diye sözleştik… Rüyam gerçek mi olacaktı acaba… Bu zamana kadar sabrettim önüme gelen engelleri Allahü tealanın izniyle aşmıştım… Ali ile vedalaşıp eve geldim konuyu anneme açtım… Yarın gidecektik görüşmeye… Cok heyecanlıydım nedense… Sabah erkenden kalkıp giyindim… Heyecan gitmek bilmiyordu bir sağa bir sola yürüyüp duruyordum evin içinde… Ilk defa bu kadar heyecanlıydım… Oğle namazını kıldıktan sonra yola koyulduk annemle… Ali bizi kızın evine kadar götürdü… Kapıyı çaldım… Kapıyı babası açtı eve buyur etti… Biraz sohbet ettik söz asıl konuya geldi sonra…kızın babası konuşuyordu; evladım benim söyleyeceğim bir şey yok sen kızımla konuş bu konuları dedi. Şaşırmıştım gerçekten çünkü ilk defa böyle bir durumla karşılaşıyordum… dünyalık bir konu açılmamıştı ilk defa… Bir odaya aldılar beni kızla görüşecektim… Sandalyeye oturdum ellerim masanın üzerinde avucumun içerisinde ise terleyen ellerimi silmek için bez bir mendil vardı… Odaya kız girdi nurani yüzlüydü… önüne bakarak konuşmaya başladı… Diğer kızlar gibi bilezikten gelinlikten girmedi konuya… Ilk sorusu namazdan oldu…. Bana namaz kılıyor musun demedi, namazı kaç dakikada kıldığımı sordu. Mesela öğle namazın kaç dakikada bitiyor dedi… on beş dakika civarında diye söyledim… Memnun oldu… sonra birikmiş ne kadar paran var deyince önceki görüştüklerim gibi konuşmaya başlayacak herhalde dedim içimden… 45 bin lira var… Paranın zekatını veriyor musun deyince yanlış düşündüğün için utandım.. Evet veriyorum dedim… Konuşmasına ağır ağır devam etti… Sizden önce üç kişi ile daha görüştüm hepsi de zengindi, güvendikleri tek şeyleri paralarıydı.Bütün konuşmaları paraya zenginliğe dayanıyordu. Dine ait hiçbir bilgileri yoktu ve namaz bile kılmıyorlardı. Size ilk sorum namaz oldu çünkü namazı doğru olan ve huşu içinde kılan bir insandan zarar gelemez. Ailesinin hakkını gözetir haksızlık yapamaz. Herkes için en iyisini en güzelini ister. Kimseyi hor görmez ve ezmez. Böyle insanı bütün mahlukat sever,mahlukatın sevdiğini de Allahü teala sever.Allahü tealanın sevdiği kul ise makbul edilen kuldur… ve devam etti konuşmasına…Sonra zekatı sordum çünkü o parada fakirlerin hakkı da var. Fakirlerin hakkını gözetmeyen eşinin hakkını da gözetmez. Allahü teala ondan nasıl razı olur ki… Ne kadar doğru konuşuyordu konuşmaları beni çok mutlu etmişti. Dünyalık bir şey istemiyorum diye dem etti... Yan taraftaki kitaplığı göstererek okuduğu kitapları gösterdi. Görünce çok mutlu oldum çünkü benim okuduğum Ehli sünnet Alimlerinin kitaplarını okuyormuş. Ben kızarıp terliyordum nedense, elimdeki bez mendil de iyice ıslanmıştı. Benim ise kıza soracağım bir şey kalmamıştı,ben sormadan herşeyi anlattı bana. Son olarak annemle konuşmak isteti, ben dışarı çıkmak için ayağa kalkınca elimdeki mendil yere düştü. Yere göz gezdirdim ama göremedim dışarı çıktım… annemle de on dakika kadar konuştular içeride, annem çıkınca evden izin isteyip ayrıldık. İki tarafta birbirinden memnun olmuştu. Anneme içeride ne konuştuklarını sordum. Anneme nasıl davrandığımı ailemle olan ilişkilerimi sormuş. Çünkü anne ve babanın razı olmadığı bir evlattan Allahü teala razı olmazdı. Eve gidince konuyu babamla konuştuk çok sevindi… abdest aldım iki rekat namaz kıldım odamda sonra birkaç gün önce gördüğüm rüya geldi aklıma… Elimdeki sabır kılıcıyla zorlukları aşmak nasip olmuş ve sonuca ulaşmıştım… Bu günden itibaren düğün hazırlıklarına başlayacaktık artık… Söz kesilip aileler arasında yüzük takıldı. Düğün konusu biraz sıkıntılı olmuştu...… akraba tarafı çalgılı olmasında ısrar ediyor ,ben ise dini yönden olmayacağını anlatmaya çalışıyordum. Ben yumuşak huylu oldukça onlar daha fazla üzerime geliyorlardı. Düğün çalgılı olurmuş onlara göre. Cenaze evi gibi dualar edilip mevlit okutulmazmış… Ne yapacağımı şaşırmış ve iyice bunalmıştım. Defalarca haram olduğunu anlatsam da çalgısız olması gerektiğini kabul ettiremiyordum… Bir akşam evde akrabalarla toplandık bu konu hakkında konuşuyorduk. Bir şartla isteğinizi kabul ederim deyince hepsi şaşırdı… herkes gözlerini bana çevirmiş ne diyeceğimi bekliyorlardı. Öldüğümde mezara benimle girecek olan varsa ve benim yerime hesap vermek isteyen olursa kabul edeceğimi söyledim… Kimse yüzüme bakmıyordu artık utanmışlardı açıkçası… Bu konu da böylece şekilde kapamış oluyordu… Bir Perşembe günü kız tarafıyla sözleşip düğün alış verişine çıktık… Nişanlım sanki yanımda köle gibi duruyordu. Ben ne göstersem olur beğendim diyordu. Bir insan bu kadar mı mütevazi bu kadar mı ince olabilirdi. Onun bu durumunu gördüğüm zaman ben en kaliteli en güzel olan eşyaları alıyordum. Onu mutlu etmek için elimden geleni yapmak istiyordum… Evimizi döşemiştik her şey çok güzel gidiyordu… düğün günü gelip çatmıştı… heyecandan ölecek gibiydim elim ayağıma dolaşıyordu adeta. Düğün tam istediğim gibi olmuştu…. Evliliğimizin ilk yılları diğer evlikler gibi tartışma ya da kavga ile geçmiyordu. Biz İslamın etrafında birleşmiştik. Hiçbir sorunumuz da olmuyordu. Eşimin zekasına güzel ahlakına güler güzüne hayrandım… Onsuz zaman geçmiyordu, işteyken fırsat buldukça arıyordum,sesini duyuncada çok mutlu oluyordum. Konuşmasında içimi rahatlatan bir tesir vardı. Bunu nasıl yapıyordu bir türlü anlayamıyordum. Eve gittiğimde beni her zaman güler yüz ile karşılardı, o anda bütün yorgunluğum giderdi. Yemek hazırlarken yardım ederdim. Sen otur yorgunsun der, ben de içeri gidip otururdum. Onun üzülmesini hiç istemiyordum çünkü. Her ne isterse yerine getirmek için can atıyordum… Benden bir şey istesin diye gözlerinin içine bakardım. Arada bir arabamla gezerdik,gezdirince mutlu olurdu… Yine bir gün gezdirmek için çıkıp arabaya bindik. Dönüp bana baktı. Sabır çok güzeldir,sabır insanı bu araba gibi ulaşmak istediği yere götürür dedi. Neden böyle bir şey söylediğini anlamamıştım… biraz gezip eve gelmiştik… Birkaç gün önce yatak odasının kapısı bozulmuş, kilidi zor açılıp kapanıyordu. Geçen gün mahallemizde hırsızlık olayı olduğu için odamızın kapısını kilitliyorduk… Bir haftadır eşimin midesi bulanıyor bunun içinde geceleri sık sık kalkıyordu… benim uykum çok hafif olduğu içinde hemen uyanıyordum… O gece tekrar midesi bulanmış olacak ki kalktı, kalktığını hissedip gözlerimi açtım ama uyandığımı anlamadı. Yavaş yavaş kapıya doğru ilerledi…Fakat o anda gözlerime inanamayacağım bir olay gerçekleşti… Ben rahatsız olmayım diye kilitli olan kapının anahtarına bile dokunmadı… kapı kilitliydI Eşim Bismillahirrahmanirrahim dedi ve kapıyı açmadan dışarı çıkmıştı. Bu durumu görünce kalbimin atışları hızlandı terlemeye başladım… yataktan kalktım gözlerim, kapıya odaklanmıştı… yatak odasının camından lavabonun ışığı belli oluyordu… Lavaboda elini yüzünü yıkayıp ışığı söndürdü. Ben hemen yatağa yatıp uyuyormuş gibi yaptım. Fakat eşim kapıyı açmadan odaya girdi… Kalp atışlarım iyice artınca dayanamadım uyanmış gibi yaparak Yatakta doğrulup oturdum… Eşimin yüzüne baktım… adeta güzü nurlanmış parlıyordu… Uyandığımı görünce gülümseyerek yüzüme baktı. Ne yapacağımı ne diyeceğimi bilemedim. Rahatsız mı ettim diye sordu. Yok çıktığını bile duymadım deyince gülümsedi ve yattı… Işe gittiğimde sürekli o anları düşünüp duruyordum. Bu nasıl olabilirdi?... Akşam eve gittiğimde zile basmadım ve kapıyı anahtarımla açtım. Kapıyı açtığımda eşimi karşımda buldum… işten geldiğimde kapıyı açmak için bekliyormuş… Selam verip içeri girdim elimi yüzümü yıkayıp sofrayı hazırladık yemeği yedik… Bu gün neden durgunsun bir şey mi oldu? Diye sordu… Cevap veremedim… Dün geceki olayı nasıl sorabilirdim ki… Sana bir şey söyleyeceğim diyerek elimden tutup beni ayağa kaldırdı…gözlerinin içine bakıyordum… buyur söyle dedim… Hamileyim dedi… Ondan sonrasını hatırlamıyorum zaten… O anda ayaklarım boşaldı… Düşüp kalmışım yerde… Yarım saat sonra kendime geldiğimde eşim yanı başımda oturuyordu… Yattığım yerden doğrulup eşime bakınca utanıp yüzünü yere çevirdi… Bu habere o kadar sevinmiştim ki anlatamam… Akşamları işten eve gelirken artık bebek eşyaları alıyordum… Gece yattığımızda eşimle hep hayal kurap duruyorduk… Cocuğumuz belli bir yaşa geldiğinde ilk hangi kitabı okumalıydı acaba… Ilk önce namaz kitabındaki bilgileri öğrenmeliydi. Ondan sonra hangisini okutsak acaba İslam Ahlakını mı? Herkese Lazım olan İmanı mı okutsaydık… Yok yok ilk önce Halifelerin menkıbeleriyle yeşertmeliydi kalbini… Benim evladım Ehli Sünneti savunan Ehli Sünneti yaymak için çabalayan bir kul olmalıydı onu bu şekilde yetiştirmeliydik… Her akşam belli bir zaman dilimi içerisinde eşimle İmam-ı Rabbaninin mektubatını okuyorduk. Bir akşam okurken yorgunluktan gözüme ağrı girince eşime rica edip sesli okumasını söyledim ve gözlerimi dinlendirmek için kapattım. 212. Mektubu okuyordu… Bir ara gözlerimi açtım elindeki kitap kapalıydı. Gözlerimi açtığımı görünce hemen kitabı açıp gözlerini kitaba dikti… anladım ki o kadar sayfayı ezberlemiş ve ezberinden okuyordu. Okuduğu mektup bitince durdu… mektubatı bu zamana kadar kaç defa okudun diye sorunca bilmiyorum dedi… Peki kitabı bitirmen ne kadar sürüyor? Bir hafta diye cevap verdi.. Anladım ki eşim manevi derecelere yükselmişti.. beni rahatsız etmemek için kapıyı açmadan çıkması bir kerametti… O günden sonra eşime olan hürmet ve saygım daha da arttı. Eşim bir evliya idi… Ilmihal okuduğumda anlamadığım yerleri eşime soruyordum. Öyle güzel açıklayıp anlatıyordu ki hayran kalmamak mümkün değildi… Hikmetini bilmediğim en ufak bir davranışını görsem soruyordum. O da hemen açıklar; ilmihalin şu sayfasında yazıyor diye söylerdi… Her haline sabrediyordu ve her haliyle de şükrettiği ortadaydı… İslamiyeti yaşayan bir numune vardı karşımda, bu yüzden Allahü tealaya her saniye şükretsem yine az gelirdi… Eşimin birkaç kerametini daha görünce dayanamadım, artık ne pahasına olursa olsun bu konuyu konuşacaktım kendisiyle… her zamanki gibi işten geldim yemek yedik konuyu konuşmak için eşimi karşıma aldım… giderek büyüyen bir heyecanla yavaş yavaş konuşmaya başladım.. İslamiyetin en ince kurallarına en güzel şekilde dikkat ediyorsun. Konuyu uzatmak istemiyorum dediğim anda eşim konuşmaya başladı… "Sabır güzel şeydir. Sabrederken şükretmek daha güzeldir. İnsan her haline sabreder ve şükrederse Allahü teala ona daha iyilerini ihsan eder"… Artık ağzımdan tek kelime çıkmıyordu, eşimde konuşmasını bitirmişti… O günden sonra ona olan davranışlarım daha dikkatliydi. Onu kırabilecek her şeyden uzak duruyordum… bir akşam annem aradı komşu kızının düğünü varmış iki gün sonra, düğüne beni de davet etmişler. Eşimle birlikte gittik düğüne, her şey İslama uygun düzenlenmişti. Erkekler ve bayanların yerleri farklı bölümlerdeydi… düğündeki İslama uyma titizliğini görünce çok sevindim. Bir akşam kendisine balkondan verdiğim Kıyamet ve ahiret kitabı geldi aklıma. On dakika sonra küçük bir çocuk geldi, o kızın kardeşiydi bu. Babası işe giderken arkasından ağlayan çocuk… Abi eğilir misin dedi.. eğildim kulağıma ablasının bana çok teşekkür ettiğini söyledi. Ben vesile olmuşum onun bu duruma gelmesinde. Bunu öğrenince çok sevindim… Eşim hamile olduğu için fazla kalamadık düğünde eve gittik… Aradan aylar geçmiş ve eşim doğurmuş ve Bir tane oğlum olmuştu… hayatımızdan çok memnunduk… Eşimle her akşam kitap okumaya devam ediyorduk yine… Eşime üstadım diye hitap ediyordum… O benim üstadımdı. Dünya ve ahiret saadetim için en büyük vesile idi… geceleri rahatsız olmasın diye oğlumuz ağlayınca çocuğu alıp başka odaya gidiyordum… aradan iki yıl geçmiş oğlumuz büyümüştü… Eşim her fırsatta sabır ve şükretmemi telkin ediyordu… bir zaman sonra eşim hastalandı. Zamanımızın çoğu hastanede geçiyordu… eşimin hastalığı artmış, benim ise elimden bir şey gelmiyordu. Bir akşam işten eve geldiğimde kapıyı çalmama rağmen açmadı. İçeri girdim içeriden bilemediğim mükemmel bir koku geliyordu. İçeri girdim eşim yatıyordu ilk önce uyuyor zannettim. Uzun zaman uyanmayınca gidip uyandırmaya çalıştığımda vefat ettiğini anladım. O anda yıkılmıştım. İçim yanmıştı. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Annemi aradım gelmesini istedim…. Eşimi diğer gün defnettik… Eve girdiğimde burnuma gelen o güzel koku mezardan gelmeye başladı… Her gittiğimde o kokuyu duyardım… giremiyordum. Onu özlüyordum sadece.. Canım eşim, üstadım vefat etmişti. Söylediği gibi yapmaya çalışıyor sabretmekten başka çare bulamıyordum… her an onu düşünüyordum… Aylar sonra eve girme cesareti gösterdim… gözlerim doldu ağlamaya başladım. Balkonda çıkıp sandalyeye oturdum. Dolunay vardı… Alinin beni aradığı o akşam geldi aklıma… O akşamda aynı dolunay vardı… gözlerimden yaşlar akarak dışarıya çıktım… doğru üstadımın, eşimin mezarına gittim. Saatlerce ağladım…. O güzel kokuyu hissetmeye başladım tekrar… arkamdan bir el omzuma dokundu. Arkama döndüm eşim nurlar içinde arkamda duruyordu… Heyecandan bir şey söyleyemiyordum.. Başım dönmeye başladı ve bayılmışım sonra… Uyandığımda sabah ezanı okunuyordu… Kalktım etrafıma baktım… Eşimi gördüğüm anda... sabret dediğini hatırladım… Camiye gidip sabah namazını kıldıktan sonra dışarı çıkarken cebimde bir şey olduğunu fark ettim… Elimi cebime attım bir tane mendil vardı… Eşimin evinde ilk konuştuğumuz zaman avucumun içindeki mendil ayağa kalkarken yere düşmüştü bulamamıştım daha… demek ki eşim bulup saklamış… Mendilin bilmediğim şekilde çok güzel bir kokusu vardı… BU GERCEK BIR HiKAYEDiR BU HiKAYENiN YAZARI YAZININ SONUNA EKLEDİĞİ CÜMLELER İSE ŞÖYLEDİR... ( Bu yaşananları babamın günlüklerinden derleyerek sadeleştirdim… Hikayede anlattığım kişiler annem ve babama aitti. Doğan o çocuk bendim. Sabır ve şükür insanı en üst derecelere yükseltecek kanatlardır…) Allahü teala herkese böyle eş nasip eylesin. Amin.
384 notes · View notes