Tumgik
#hayal kırıklığı müzesi
mecnun1cinar · 11 months
Text
Gece mesaisi şu şekil başladı
Tumblr media
183 notes · View notes
venominfernus · 1 year
Text
Gaahls Wyrd Tour 2022 & Ultima Ratio Fest 2022 ile Budapeşte İzlenimleri -2-
Yazının ilk bölümünde anlatmaya çalıştığım (Bkz. Gaahls Wyrd Tour 2022 & Ultima Ratio Fest 2022 ile Budapeşte İzlenimleri -1- ) Gaerea, Saor ve Gaalh’s Wyrd performanslarından sonra, ertesi gün de tanıdık isimlerin olduğu mini bir festival beni bekliyordu. Daha bir kaç ay önce Ankara konserini izlediğim Moonspell (Bkz. Moonspell Ankara Konseri İzlenimleri), yaz aylarında İstanbul’da ilk kez izlediğimiz, hala Avrupa turnesine devam etmekte olan Borknagar, ülkemize her gelmeye niyetlendiğinde bir şekilde konseri iptal olan Insomnium ile onun kader arkadaşı Wolfheart ve ilk kez dinleyeceğim melodik death grubu Hinayana vardı.
Tumblr media
Ertesi gün konserin başlangıç saat 18:00′e kadar bir hayli boş vaktim vardı. Ben de bir gezginin yapabileceği en iyi şekilde günü cadde, sokak, müze, park, restoran gezerek değerlendirdim. Gezi listemde olan, Macaristan’da için çok önemli bir piyanist-müzisyen ve Budapeşte’deki havaalanı ile bir çok meydan, üniversite, caddeye ismini veren Franz Liszt’in aynı zamanda bir dönem yaşadığı yer olan Franz Liszt Müzesi, Macar tarihinin ünlü kral, halk kahramanı ve siyasetçisinin heykellerinin bulunduğu Kahramanlar Meydanı, çeşit çeşit paprika, baharat, et ürünlerinin, hediyelik eşyaların satın alma imkanının olduğu (turistik mekan olduğu için tahmin edersiniz ki fiyatlar ortalama üzerindeydi) İstanbul’daki Kapalıçarşı’yı andıran Merkez Çarşı’yı yolu düşenler için gezilip görülmesi gereken yerlerden bir kaçı olarak tavsiye edebilirim.  Haliyle gün içi o kadar koşturma sonucu, akşam ki hem fotoğraf maratonu, hem de izleyici olarak enerjiyi tasarruflu kullanmanın bilinciyle, programımda biraz değişikliğe gitmem mecburi oldu. Gezi programına o gün için biraz erken son vermek zorunda kaldım.
Tumblr media
Biraz da konserin olduğu Barba Negra isimli mekandan bahsetmem gerekirse; Budapeşte şehir merkezinin 3-4 km kadar dışında, Tuna Nehri’nin hemen kenarında, ulaşımı kolay, kapalı alanı 1200, açık hava konserlerinde ise 3500 seyirci kapasiteli, yakın zamanda Lamb of God, Gojira, Kreator, Opeth, Whitesnake gibi büyük grupları ağırlamış bir mekan. Kapasından girdiğimde dizayn olarak “ne kadar da Küçükçiftlik’i andırıyor” diye içimden geçirirken, umarım ses sistemleri de onlar gibi ara ara hayal kırıklığı yaratan cinsten değildir diye düşünüyordum. Biramı alıp, bize ayrılan bölümde fotoğrafçı arkadaşlarla birlikte ilk defa ismini duyduğum ABD’li Hinayana’yı beklemeye başladık. Konser öncesi yaptığım küçük incelemede grubun, 2014 yılında kurulmuş olmasına rağmen sadece bir demo, bir albüm, bir ep yayınlamış olduklarını gördüm, işin aslı gezmekten ve fotoğraf çekmekten fırsat bulup da dinleyememiştim. “Hayal kırıklığı olabilir fazla da ümitlenmeyeyim” derken Hinayana resmen ters köşe yaptı beni ve benim gibi düşünen izleyenleri :) Özellikle vokal Casey Hurd (Metallum copy-paste) tek kelimeyle harikaydı. Son zamanlarda duyduğum en iyi vokallerden birisi olduğunu söyleyebilirim.
Tumblr media
Bir ilginç not da konser sonrası baktığımda, çaldıkları beş parçanın tamamı albümden değil de demo ve ep dendi. Sanırım “demo böyleyse full albüm nasıldır siz düşünün” demeye getirdiler :) Bize verilen üç parçalık fotoğraf çekim izninden sonra kalan iki parça Hinayana’yı keşke biraz daha kalsalar diye diye izledim. Kişisel yorumum; Moonspell ile birlikte gecenin en iyisiydiler.
Tumblr media
Yaklaşık 15 dakikalık aradan sonra İstanbul konseri denemeleri her seferinde hüsran ile sonuçlanan Finlandiyalı Wolfheart ve grubun “one man army” si Tuomas Saukkonen ile yakın zamanda tekrar faal duruma geçen grubu Before The Dawn Ankara’daki karşılaşmamızdan 12 yıl sonra (Bkz. Unutulmaz Konserler -1- ) bu defa Budapeşte’de karşılaşmıştık. Tuomas, 12 yıldır aynı Tuomas olarak istikrarını korumuş. Yine sahnede seyirciyle pek diyaloga girmeyen, yine bol dövmeli, kaslı ve işini ciddiyetle icra eden... İşin aslı; ben hala Before The Dawn gibi harika albümleri, kaliteli kadrosu olan grubu bitirip (gerçi yakın zamanda çekirdek kadroya yakın bir ekiple tekrar yeni işler yapmaya başladılar), Wolfheart’a neden ağırlık verdiğini almakta zorlanıyorum, sanırım hala 2000 ve 2010′ların Before The Dawn’ını özlüyorum. 
Tumblr media
Bu duygular eşliğinde sahneye son albümleri Wolfheart’dan artık aşina olduğumuz neredeyse her parçanın başlangıcında kullandıkları piyano melodileriyle sahneye çıktılar ve son albümleri King Of The North ağırlıklı olmak üzere her albümlerinden birer parçayla yaklaşık 45 dakika sahnede kaldılar. Konserin başlangıcında, 12 yıl önce katıldığım ve hala aklımda yer eden o konserdeki  atmosferi hissederim, aynı heyecanı yaşarım diyordum ama olamadı maalesef. Ne ortam sadece 50 kişinin olduğu, sahnedekilerle karşılıklı biralarımızı tokuşturup sonra parçalara eşlik ettiğimiz ortamdı, ne Wolfheart (ex-Before The Dawn) eskisi kadar bana hitap eden bir gruptu, ne de ben 12 yıl önce aynı müzik zevklerine sahiptim. Yine de eski anıların tekrar canlanması ve eskilerden Aeon Cold’u da çalmaları adına hoş bir tesadüf oldu.
Tumblr media
Günün üçüncü grubu, yıllardır memlekette yollarını gözlediğimiz ve iki ay arayla aynı turnede, aynı parçalarla tekrar dinleme şansını yakaladığım Borknagar oldu. İki ay öncesindeki İstanbul konserine göre, beş gruplu bir turne olduğundan dolayı tabi ki daha kısıtlı bir setlist olacağı kesindi.  Bundan yıllar yıllar öncesi grubun vokali ICS Vortex’in Dimmu Borgir’i clean vokalleriyle renklendirdiği zamanlarda, emektar walkmanimde Spiritual Black Dimensions albümünü ve özellikle The Insight and The Catharsis’in son 1.15 dakikasını tekrar tekrar onlarca kez dinlemişimdir ve sahne alan çoğu grupla uzun zaman öncesinden böyle anılarımızın olması benim için ayrı bir güzellik de katıyordu bu turneye.
Tumblr media
İstanbul konserinde bazı bazı detone olduğunu gördüğüm ICS Vortex bu konserde şahane bir performansla sahnedeydi. Burada bir parantez de grubun klavyecisi Lars Nedland’a açayım; kendisi gerçekten grubu alıp götüren eleman. Gerek klavyede, gerek vokallerde gerekse seyirciyle iletişimde on parmağında on marifet diyebileceğim birisi, bu durum kısa aralıklarla iki konserini izleyince daha iyi fark ediliyor.
Tumblr media
Pandeminin zirve yaptığı dönemlerde çoğu grup gibi Insomnium da internet üzerinden canlı yayınlanan konserler vermişti. Rastladığım bir tanesinde, artık pandeminin ne zaman biteceğinin bilinmemesinin getirdiği moral bozukluğu mudur veya yayının aceleye getirilmesi midir ya da başka bir sebepten midir bilmiyorum gerçekten kötü bir performans göstermişlerdi. Stüdyoda, adeta bizim yerimiz binlerce kişinin karşısında çaldığımız sahneler, festivaller diyorlardı.  Insomnium’un Türkiye konseri macerasına gelince, yanılmıyorsam iki kez son anda konserleri iptal olmuştu, yukarıda yazdığım gibi kader ortakları ile Wolfheart ile birlikte.
Tumblr media
Bir saatten fazla sahnede kalıp Heart Like a Grave ve Shadow Of The Dying Sun albümlerinden ağırlıklı olmak üzere güzel bir setlist hazırlamışlar bizlere (favorilerimden Winter’s Gate I de bonus olarak çalarlar belki diye bekledim ama olmadı) ayrıca pandemi dönemindeki izlediğim Insomnium’dan eser kalmamış olması sevindiriciydi.
Tumblr media
Günün son grubu artık ülkemizde neredeyse her sene izler olduğumuz ama arayı da fazla uzatmamalarını dilediğimiz Moonspell’di. Yakın zamanda Ankara konserlerinde bulunduğum, hatta hiç adetim olmadığı üzere birlikte fotoğraf çektirdiğimiz (arkadaş ısrarı) grubun bu sefer sahne önünde ben fotoğraflarını çekiyordum.
Tumblr media
Yine klasikleşmiş Moonspell parçaları olan; Alma Mater, Full Moon Madness, Vampiria, Mephisto, Opium ile güzel bir setlist ile Ankara konserinin aylar sonra daha geniş katılımlı ve güzel bir tekrarı gibi oldu ve bu İki günlük yorucu ama harika grupları izlediğim bir konser maratonu da Fernando ile birlikte Full Moon Madness diye bağırırken sona eriyordu. Günün sonunda bol bol fotoğraf, video, güzel anılar ile ertesi gün yola çıkmak için bavulları toplama vakti gelmişti.
Tumblr media
0 notes
elizabethin-torunu · 5 years
Photo
Tumblr media
-Leyla ile Mecnun (2011-2014)
6 notes · View notes
gamze-ozdemr · 4 years
Text
Tumblr media
Mecnun: Hayal mı kırıkları müzesi? O neymiş ya?
Dede: Herkesin kurduğu kimi küçük kimi büyük hayaller vardır. Bu hayaller bazen gerçekleşir bazen gerçekleşmez. Ama insan eninde sonunda insan mutlaka hayal kırıklığına uğrar. Uğraması da gerekir çünkü bu onu hakikate bir adım daha yaklaştırır. İnsan olduğunun farkına varmasını sağlar. Ve yeni hayaller kurmayı öğrenir. 
Mecnun: Ee sonra ne oluyor?
Dede: İşte sen de herkes gibi bütün hayallerinin gerçek olmasını istiyorsun.
Mecnun: Evet.
Dede: Ama bu mümkün değil evladım.
Mecnun: Niçin?
Dede: Hayallerin gerçekleştikçe sen hep daha fazlasını isteyeceksin. Hep daha büyük hayaller kurmaya çalışacaksın. Hiçbir şey sana yetmemeye başlayacak. Hayallerin giderek büyüyecek, büyüyecek, büyüyecek. Ve günün birinde mutlaka hayal kırıklığına uğrayacaksın. Unutma evlat; hayallerin ne kadar büyük olursa hayal kırıklığı da o kadar gürültülü olur.
29 notes · View notes
ozge1blog · 4 years
Text
Tumblr media
Mecnun: Hayal mı kırıkları müzesi? O neymiş ya?
Dede: Herkesin kurduğu kimi küçük kimi büyük hayaller vardır. Bu hayaller bazen gerçekleşir bazen gerçekleşmez. Ama insan eninde sonunda mutlaka hayal kırıklığına uğrar. Uğraması da gerekir çünkü bu onu hakikate bir adım daha yaklaştırır. İnsan olduğunun farkına varmasını sağlar. Ve yeni hayaller kurmayı öğrenir. 
Mecnun: Ee sonra ne oluyor?
Dede: İşte sen de herkes gibi bütün hayallerinin gerçek olmasını istiyorsun.
Mecnun: Evet.
Dede: Ama bu mümkün değil evladım.
Mecnun: Niçin?
Dede: Hayallerin gerçekleştikçe sen hep daha fazlasını isteyeceksin. Hep daha büyük hayaller kurmaya çalışacaksın. Hiçbir şey sana yetmemeye başlayacak. Hayallerin giderek büyüyecek, büyüyecek, büyüyecek. Ve günün birinde mutlaka hayal kırıklığına uğrayacaksın. Unutma evlat; " hayallerin ne kadar büyük olursa hayal kırıklığı da o kadar gürültülü olur."
2 notes · View notes
yolaemanet · 4 years
Text
En sevdiğim başlangıç cümlesi, onun hikâyesi
Tumblr media
Orhan Pamuk benim severek okuduğum, edebiyat dilini de beğendiğim bir yazardır. Yazarlığı tam manasıyla bir ekmek kapısına çevirebilmiş ondan daha iyi bir yazar yoktur bana göre. (Kitapla beraber bir müze açması, yayıneviyle iki yılda bir kitap çıkarmak üzerine anlaşmış olması, anlaşmaları karşılığında istediği meblağlar vs. kendimce bu fikrimi de doğrular nitelikte.) Kimilerinden kitaplarının asıl başarısının ona değil, editörüne ait olduğunu duymuşluğum var. Bunun gibi olumsuz birkaç eleştiri. Yine de ona büyük saygı duyuyorum. Yazarlığı ve edebiyatı hayatının bir bölümü değil, hayatının ta kendisi kılabilmiş, sevdiği işi yapan ve bundan geçimini sağlayabilen biri olduğu için. (Sevdiği işten para kazananları hep çok, en çok kıskanmış; daha doğrusu özenmişimdir.)
Masumiyet Müzesi başlarda benim için bir hayal kırıklığı oldu. Hiç gerçekçi bulamadım. Pamuk bana göre bir burjuva insanıdır. Anlatmaya çabaladığı orta sınıfı belli ki iyi tanımıyor, iki sınıf arasındaki ayrım da bu nedenle pek içi boş diye düşündüm. Örneğin, zengin takımının diğerlerini, kadınları başlarını örtüyor diye aşağı görmesi bana sığ gelmişti. Fakat sonraki sayfalarda (üç yüz yirmilerden sonra…) bu konuda bana göre kendini geliştirdi ve kitap daha okunur hale geldi. Özellikle Füsun’un evinin ve ev ahalisinin, ruh durumlarının, koltuklarda oturup televizyon izleyişlerinin, akşam sofralarının betimleri; televizyonun üzerine konuşlanmış köpek bibloları, (neden konulur ki, diye sorulması), son müşterisinden sonra kepengini indiren berberin eve dolan gürültüsü, bütün evi kokutan ızgara yemeği, dolmaların iki akşam yenmesi, evin babasının sonra annesinin hızlı konuşan spikerle alay etmesi, “Gelecek salı kabak tatlısı yapacağım size,” cümlesi… Birebir hayattan alınmış anlar gibi. Bunları, Kemal’in bu evi ziyaret etmelerinden sonra daha sık okuyoruz. Ben bunları okudukça Pamuk’un gözlem yeteneğine de hayran oldum aslında. Yaşamdan sahici şeyler koparabilmiş, yani bunları fark edebilmiş insanlar ya iyi, doya doya yaşamış ya da iyi görebilmiş insanlardır bana göre. Özellikle kenarına, “Müthiş gerçekçi bir an” diye not aldığım şu bölüm pek hoşuma gitti:
“ ‘(…)Sen ve ben, ikimiz, bu evden birlikte çıkıp başka bir yerde, başka bir evde, bizim evimizde hayatımızın sonuna kadar mutlu olalım. Yirmi beş yaşındasın, önümüzde daha yarım asırlık hayat var Füsun. O elli yıllık mutluluğu hak etmek için son altı yılda yeterince çile çektik! Artık ikimiz birlikte gidelim. Yeterince inatlaştık artık.’
‘Biz inatlaşıyor muyuz Kemal, hiç haberim yok. Elini oraya koyma, kuş ürküyor.’
‘Ürkmüyor, bak elimden yiyor. Onu evimizde baş köşeye yerleştireceğiz.’”
Bundan ayrı olarak fazla tekrara düşülmüş bence. Aşk acılarını sayfalarca okuyoruz. Üslup ya da vurgulanan şeyler çok değişmediğinden ne kadar romantik de olsa, ne kadar sahici de olsa (vs.) insan hep aynı şeyi okuduğunu düşünüyor. Yine de merakla okumaya devam ettim kitabı. İlgim olay örgüsünden ziyade Pamuk’un aşk hakkındaki fikirlerine idi. Onun bu konuda söylediklerini, düşündüklerini, fikirlerime çok yakın buluyorum. (Aşkın hiçbir zaman mutlulukla bitebilecek bir hadise olamayacağını söylediği o röportajı nasıl dikkatle izlediğimi anımsıyorum.) Buna rağmen kitabın başlarında, kırk ikinci sayfada, söylenilen bir şeyi hemen reddettim. Cık cık’ladım. “Birisini çok çok seversek, onun için en kıymetli şeyimizi verirsek, ondan bize bir kötülük gelmeyeceğini biliriz. Kurban budur.” Hz. İbrahim-Allah-kurban etme ilişkini açıklarken söylenmiş bir şey. Tabii bunu Kemal’in çocukluk hali söylüyor. (Ve Kemal illa Orhan olacak değil.) Ama bunları pek dikkate alamadan not defterimi açtım hemen: Birini çok sevmek, biri tarafından sevilmek en kıymetli şeyi karşıdakine vermeyi; feda etmeyi gerektirmez. Ayrıca sevmek, kötülük gelecekse bile mümkündür, hatta zaten kaçınılmazdır. Burada bahsedilense bana göre sevgi değil, olsa olsa bir çıkar ilişkisi, bir tatmin sorunudur. Evet, bu kurbandır. Bu, bir ikili ilişkiye kurban gitmektir. Tanrı’nın, merhametiyle övündüğümüz Tanrı’nın, zavallı İbrahim’i oğluyla sınaması sevginin hangi tanımına sığar? İbrahim’in kavuşmayı onca beklediği oğlunu tereddütsüz bıçak altına yatırması? Ama evet, sonunda kurban edilecek bir başka canlı çıktığı için ortaya, her şeyi ve herkesi affedebiliriz. Yüzyıllarca inandığımız tanımları, tanrıları, sevgi sandıklarımızı tehlikeye atacak değiliz.
Her neyse.
Başta hem “eğitimi, kültürü uygun, aklı başında ve güzel bir kadınla” hem de “güzel, çekici, vahşi bir kızla” vakit geçiren bir adamı okuyacağımı sandığım için (istediği kadar kurgu olsun) bundan da rahatsız oldum. Galiba benim için kitap Kemal’in Füsun’u itiraf etmesi ve Sibel’in hikayeden ayrılması ile okunur olmaya başladı.
Bundan sonrasına alıntılarla devam edeceğim.
“Gerçek aşk acısı, varlığımızın en temel noktasına yerleşir, bizi en zayıf noktamızdan sımsıkı yakalar ve diğer bütün acılara derinden bağlanarak bütün gövdemize ve hayatımıza hiç durdurulamayacak bir şekilde yayılır. Eğer umutsuzca aşıksak, baba kaybından en sıradan talihsizliğe, mesela anahtarımızı kaybetmeye kadar her şey, diğer bütün acılar, dertler ve huzursuzluklar, her an yeniden kabarmaya hazır olan bu asıl ıstırabımızın tetikleyicisi olur.” (Bu alıntıyla şunu düşündüm: Biz, bazı yoğun şeyleri yaşarken onları adlandırmada, kendimizi onda konumlandırmada bile yetersiz kalırken iyi yazarlar bunları bir dil üstünlüğü ile yazıp kelimelerden bir ayna yaratıyorlar önümüzde. Bu da benim nedenini anlamak için yıllarımı verdiğim başka bir şeydi çünkü. Neden dünyanın her devinimi insanı tek bir acıya çıkarır? Oysa ne basitmiş!)
“Benim için mutluluk, bunun gibi unutulmaz bir ânı tekrar yaşayabilmektir. Hayatımızı Aristo’nun Zaman’ı gibi bir çizgi olarak değil de, böyle yoğun anların tek tek her biri olarak düşünmeyi öğrenirsek, sevgilimizin sofrasında sekiz yıl beklemek bize alay edilebilecek bir tuhaflık, bir saplantı gibi değil, şimdi yıllar sonra düşündüğüm gibi Füsunlar’ın sofrasında geçirilmiş 1593 mutlu gece gibi gözükür. Çukurcuma’daki eve yemeğe gittiğim akşamların herbirini –en zorunu, en umutsuzunu ve en gurur kırı olanını bile- bugün büyük bir mutluluk olarak hatırlıyorum.”
“Hayal Hayati’ye göre İslamiyet, Atatürk, Türk ordusu, din adamları, cumhurbaşkanı, Kürtler, Ermeniler, Yahudiler ve Rumlar hakkında hoşa gitmeyecek yorumların ve edepsiz aşk sahnelerinin dışında, Türkiye’deki sinema aslında özgürdü.” (Yüzümü güldüren, yanına “Komik!” yazdıran.)
“Bazan” bölümü en sevdiğim bölümdü. İçinden şu cümlelerin tekrar hatırlamak için altını çizdim:
“(…) Bazan hep birlikte seyrettiğimiz filmin konusunu daha onu seyrederken bile unutur, hem televizyona bakar hem de Nişantaşı’nda ilkokula gittiğim günleri hatırlardım. (…) Bazan kömür sobasının içinde, alevlerden başka bir hareket olduğunu işitirdik. (…) Bazan televizyondaki gülünç bir şeye bir an hep birlikte gülerdik. Bazan hepimizin aynı anda televizyondaki şeye yoğunlaşmamız, bana, bizim için küçültücü bir şeymiş gibi gözükürdü. (…) Bazan kimse bakmazken, sofradaki irmik helvasından bir kaşık daha alırdım. (…) Bazan Zaman’ı bütünüyle unutur, ‘şimdi’nin içine yumuşacık bir yatağa yatar gibi yayılırdım. (…) Bazan tencerede sade yağlı kabak, domates, patlıcan, biber dolması yapılır, iki akşam yenilirdi. Bazan yemekten sonra Füsun masadan kalkar, Limon’un kafesine gider, onunla arkadaşça konuşur ve ben, benimle konuştuğunu sanırdım. (…) Bazan hepimizin ağzı yemekle dolu olduğu için sofrada bir sessizlik olurdu. (…) Bazan ızgara etin kokusu gecenin sonuna kadar evde kalırdı.”
“Şehir bize hayatlarımızın sıradan yanını hissettiriyor ve herhangi bir suçluluk duygusuna kapılmadan alçakgönüllü olmayı öğretiyordu. Sokaklarda yürürken, dolmuşta, otobüste, şehrin kalabalığına karışmanın teselli edici gücünü içimde hisseder, vapurda yan koltukta kucağında uyuklayan torunuyla yolculuk eden başörtülü teyzeyle ahbaplığı ilerleten Füsun’a hayranlıkla bakardım.”
“Yaz başında sinemaların bir bilete iki, hatta üç film göstermeye başladığı günlerde, bir keresinde pantolonumu çekerek oturur, elimdeki gazeteyle dergiyi karanlıkta yandaki boş koltuğa yerleştirirken elim Füsun'un elini bulup tutmakta gecikince, Füsun’un güzel eli sabırsız bir serçe gibi kucağıma çıkmış, karnımın üzerinde, neredesin der gibi bir an açılmış, aynı anda elim ruhumdan da hızlı davranarak ona hasretle sarılmıştı.” (En sevdiğim alıntılardan biri bu. O süslü sıfatları, benzetmeleri çıkarsa, sadece “aynı anda elim elini bulmuştu” bile dese güzel, hatta belki daha güzel, olacak bir an.)
“Dünya cennete yakın ama yarı karanlık bir yerdi.” (Sahi!)
6 notes · View notes
hayalurunuu · 5 years
Text
Tumblr media
Mecnun: Hayal mı kırıklıkları müzesi? O neymiş ya?
Dede: Herkesin kurduğu kimi küçük kimi büyük hayaller vardır. Bu hayaller bazen gerçekleşir bazen gerçekleşmez. Ama insan eninde sonunda mutlaka hayal kırıklığına uğrar. Uğraması da gerekir çünkü bu onu hakikate bir adım daha yaklaştırır. İnsan olduğunun farkına varmasını sağlar. Ve yeni hayaller kurmayı öğrenir. 
Mecnun: Ee sonra ne oluyor?
Dede: İşte sen de herkes gibi bütün hayallerinin gerçek olmasını istiyorsun.
Mecnun: Evet.
Dede: Ama bu mümkün değil evladım.
Mecnun: Niçin?
Dede: Hayallerin gerçekleştikçe sen hep daha fazlasını isteyeceksin. Hep daha büyük hayaller kurmaya çalışacaksın. Hiçbir şey sana yetmemeye başlayacak. Hayallerin giderek büyüyecek, büyüyecek, büyüyecek. Ve günün birinde mutlaka hayal kırıklığına uğrayacaksın. Unutma evlat; hayallerin ne kadar büyük olursa hayal kırıklığı da o kadar gürültülü olur.
258 notes · View notes
seyyahlist · 4 years
Text
Para Ödemek İstemeyeceğiniz 10 Ünlü Turistik Merkez
Tumblr media
Hepimiz seyahat etmeyi ve Himalayaların tepesinden Rift Vadisi'ndeki kraterlere kadar dünyanın sunduğu güzellikleri deneyimlemek isteriz. Bazı turistik mekanlara bir gezi yaptığımızda ve burasının beklentilerimizin çok altında olduğunu gördüğümüzde zamanımızı ve paramızı boşa harcadığımızı hissediyoruz. Bu tür israflardan kaçınmak için para ödemek istemeyeceğiniz 10 ünlü turistik merkezin listesini hazırladık.
10. Verona'daki Romeo ve Juliet Balkonları
Tumblr media
Romeo ve Juliet Balkonları, Verona Romeo ve Juliet, Shakespeare'in muhteşem bir eseridir. Balkon, oyunun yazılmasından sonra inşa edilmiştir ve tarihi bir önemi yoktur. Sanki sahibi sadece turist çekmek ve biraz para almak için buna karar vermiş gibi. Balkon, karanlık geçitler ve duvarlara yapışmış sakızlar ile kalabalık bir yerdir. Evin kendisi ise oldukça pis ve kötü kokulu.
9. Manneken Pis, Belçika
Tumblr media
Manneken Pis, Belçika Brüksel'de bulunan bu heykel 15. yüzyılda yapıldı. Kabaca 55 santimetre boyunda. Heykel tam olarak çiş yapan bir çocuk heykeli. Instagram'da resmini görmek sizi büyük bir zaman kaybı olduğuna ikna edecek. Heykelin çekici bir özelliği bulunmuyor.
8. Hollywood Şöhretler Kaldırımı, Los Angeles
Hollywood Şöhretler Kaldırımı, Los Angeles Bir ünlü fanatiği değilseniz, burası sizin en ufak ilginizi çekmeyecektir. Ünlülere hayranlık duyanlar için burası bir hazine sandığı gibi, ama çok hızlı bir şekilde yaşlanıyor. Ünlü bir kişinin adını, bir kaç adım sonra bir diğerini göreceksiniz ve yakında buna alışacaksınız. Hollywood'da olacağınız için, dikkatinizi Hollywood şöhretler kaldırımından daha çok çekecek başka birçok cazibe merkezi var.
7. Trevi Çeşmesi, İtalya
Trevi Çeşmesi, İtalya Roma'da bulunan bu çeşmenin kendine özgü bir arka planı vardır. Bir kişinin dileğini yerine getirme yeteneği onu daha da ilginç hale getirir. Bir yerde gerçekten paralarını buraya atmaya çalışan yüzlerce turist görebilirsiniz. Görmeye değer bir çeşme, ama bu konuda muhteşem olmadığı da ortada. Ayrıca, kesinlikle görmek için bir koşuşturma içine girmeye değmez.
6. Sydney Opera Binası, Avustralya
Tumblr media
Sydney Opera Binası, Avustralya Bu bina oldukça muhteşem, ancak bir opera ya da başka bir gösteri izlemeyecekseniz, bu zaman ve paranızın tamamen boşa gitmesi demek. Sydney'de hoşunuza gidebilecek başka bir çok yer ve etkinlik var.
5. Stonehenge, İngiltere
Stonehenge, İngiltere Bu dünya harikalarından biridir ve insanlar onu görmek için dünyanın her yerinden seyahat ederler. Turistlerin ona yaklaşmasına izin verilmiyor. Dünyanın Yedi Harikası'ndan biri olduğu için aşırı kalabalık olması bekleniyor. Ayrıca fotoğraf çekmeye çalışan insanlarla da uğraşmak zorunda kalacaksınız. Stonehenge'in ilginç bir hikayesi var, ancak fiziksel olarak, sadece yanyana duran bir kaç kaya parçasından ibaret.
4. Plymouth Rock, Amerika Birleşik Devletleri
Tumblr media
Plymouth Rock, Amerika Birleşik Devletleri Plymouth Rock, Massachusetts'te Plymouth Limanı kıyılarında yer almaktadır. Turizm dergilerinde, hacıların karaya ilk ayak bastığı yerin burası olduğu yazmaktadır. Kaya orijinal boyutunda değildir. Parçalara ayrılmış ve müzelere dağıtılmıştır. İnsanların görebileceği tek şey, üzerinde “1620” yazısıyla sadece küçük bir kaya parçası. Etrafında bir çit var ve hepsi bu.
3. Yasak Şehir, Çin
Yasak Şehir, Çin Pekin'de bulunan Yasak Şehir adı çok büyük bir beklenti yaratıyor. Ancak sonunda, büyük bir hayal kırıklığı yaşatıyor. Turistlerin çoğu Çinli olduğu için uzun bilet kuyrukları ve biraz dil engeli var. Ayrıca İngilizce bilen bir tur rehberi bulursanız şanslı olacaksınız. İçeri girdiğinizde, boş büyük bir avludan başka bir şey yok.
2. Mona Lisa, Paris
Tumblr media
Mona Lisa, Paris Resmin kendisi bir başyapıt. Mona Lisa hakkında hayal kırıklığı yaratan kısım ise onu görmek için akın eden insanların oluşturduğu kalabalık. Süper uzun boylu değilseniz ya da Louvre müzesi çalışanı olmadıkça, sanat eserini iyi bir şekilde görebilecek kadar yakın olmayacaksınız.
1. Cam Köprü, Birleşik Devletler
Tumblr media
Cam Köprü, Birleşik Devletler Bu belki de en büyük uçurum. Büyük Kanyon'da yer alır ve sadece üzerinde durduğunuz bir cam köprüye sahiptir. Bu bölgeye Vegas'tan 5 saat süren yorucu bir yolculukla ulaşılır ve anlamsız bir şekilde bazı hizmetler için 100 dolar ödersiniz. Çölde otopark için 20 $. Otoparktan köprüye otobüsle gidiş için 30 $. Köprüde yürümek için 30 $. Fotoğraf makinenizi ve kameranızı çekim yapmak için yanınızda getiremezsiniz ancak daha önce çekilmiş fotoğrafları 20 $’a satın alabilirsiniz. Read the full article
0 notes
alticizilen · 6 years
Text
İyilik Güzellik - Ece Temelkuran - Alıntılar
Ece Temelkuran’ın  2017′de çıkan bu incecik kitabı, bugüne kadar çeşitli dergi ve gazetelerde yayınladığı makalelerinin bir seçkisinden oluşuyor. Temelde iyilik ve güzellikten bahsederek  biraz da umut vermeyi, iyilikte inadımızı pekiştirmeyi hedeflemiş. 
Ben beğendim. Ancak tabi ki romanları kadar sürüklemiyor. Kitabı almakta herhangi bir sebepten dolayı zorlanan, ama çok da okumak isteyen merak eden arkadaşlar varsa, Ece Hanım’ın resmi sitesinden faydalanabilirler. Makalelerin bir çoğu orada da bulunuyor. 
Tumblr media
İnsan, yerkürenin her yerinde var olmak için kötü olmak, kötülüğe duyarsız olmak mecburiyetiyle karşı karşıya bırakıldı. (12)
İnsanlık deneyimi buna inanmayı seçmiş; kötü niyetin bir sapma olduğuna. Bunca hunharca kötülük görmüş insanlık tarihi yine de demiş ki, “İnsan iyi niyetlidir ve beraber yaşamak için bunu kural olarak kabul etmekten başka çaremiz yok.”
Dünya bugün, tarihte birkaç kere olduğu gibi yeniden bu temel bilginin sınandığı günlerden geçiyor. (…)
Korku ve şüphe karşılıklı ilişkileri ve bireyi böyle çürütücü bir döngü ile yıkar ve sonunda kötülüğü ilk kez kimin başlattığı unutuluncaya kadar insanlık bu çukurda yuvarlanır durur. Daha kötüsü ise şu: “Yoksa insan kötü müdür?” şüphesi insanı iyi ve kötü arasında kısır bir ikiliğin içinde sıkıştırır. İkilikten düşünce çıkmaz, hayal çıkmaz, hikayeye çıkmaz. Hikaye, ikiliğin ötesinde başlar. (13)
İnsanın içinde yaşadığı zamanı değiştirmek için umuda bile ihtiyacı yok; çünkü, kötülüğün hükümdar olduğu en umutsuz zamanlarda bile insanın ortadan kaldırılmayan bir güzellik yaratma dürtüsü var. (…) hayal kurmak insanoğlunun tarihinin ilk gününden itibaren hayatta kalmak için geliştirdiği bir beceri.
(…) İnsanoğlu korktuğunda zamanı üç şekilde yaşama ya da diyelim ki içinde yaşadığı zamandan üç şekilde kaçma eğiliminde. Geçmişe özlem duyarak, dişlerini sıkıp geleceği bekleyerek ya da sanki böyle zamanlarda yapılabilirmiş gibi “anın içinde” kalarak, ne geçmişi ne geleceği düşünmeden. (15)
Gürültüde Yazmak
Hayal kırıklığı korkusuyla kalbine umut etmeyi, aklına düşlemeyi yasaklamış insanların kalp çarpıntısı bu. (…) Gelecek için yazmak ne umutsuz şey. (17)
Ne çok karıştırır kendini korumakla korkularını korumayı. Ne ürkütücüdür korkudan kurtulmak. Korkmamaktan korkmak ne yanlış tanrıdır. (…)
Tarihe göre her gürültüyü bir utanç takip eder; çok bağıranın utancı. (…) Çünkü düşünmek, sadece insana ait olduğuna inanmayı yeğlediğimiz bu yetenek, ancak hatırlamakla mümkün. Hafızası olmayan düşünemez. (…)
Herkes yazar olmak zorunda değil, ama herkes yazmak zorunda. Kin biriktirip yarına bugünün rezaletini aktarmak için değil. Bugünün gürültüsünden kaçmak için değil. Dünü aklayıp kazıyıp durmak için de değil. Devam ettiğini kendine göstermek için yaz. Devam edeceğini yaz o deftere. (18-19)
Gürültüde Okumak
İnsan, dünya gerçekliğine müdahale etmeye kalkışan, buna inanmış, bunda inat eden tek canlı türüdür. (20)
Gürültüde Gülmek
Gülmek, yenilmemek demekti. (23)
Gürültüde İnanmak
İnanmamak ağrısı. Anlatılmakla da anlaşılabilecek bir şey değil. Ancak kaybedince bilinen bir şey bu, gidince adlandırılan bir şey. Gençken onun orada olduğunu bilmiyorsun zaten. (26)
Devrimciyken müteahhit olduysan; çılgın kadınlara aşıkken bırakıp uygun kadınla hayat kurduysan; kabadayıyken yılıp nabza göre şerbet verdiysen; roman yazıyorken bırakıp content üreticisine döndüysen; hayal kurmayı terk edip hesap etmeye düştüysen; şehri bırakıp kırlara göçtüysen; savaşı bırakıp pazarlık etmeye geçtiysen; yorulduysan yani, sus sen, konuşma. Bir kayanın büyük ve lekesiz bir inançla yeniden tepeye çıkarılması fikrine, bu fikrin ilk kez akla geliyormuş gibi heyecan yaratmasına gölge etme işte. Kaybol gürültüde. (28)
Yola Devam Edin
Halbuki inanmayı, inat etmeyi umut etmeyi bile düşünmeden devam etmek gerek. Sadece devam etmek. (30)
Başıma Gelen Güzel Şeyler
Tanımadığımız bir insana gerekçesiz ve taammüden iyi davranmak, bu inatçı zarafet, ahlaki bir seçim. (32)
Balkona dalları uzanan çınar insana duanın nasıl icat olduğunu tane tane anlatıyor. (…)
Bir kere böyle karşılaşıp sonra bir daha hiç konuşmadığınız insanları iki gün sonra sokakta görünce ne yapmalısınız? Birbirimize göz kırpıyoruz. Aramızda gizli bir şey var. (33)
Kayıt Dışı Gülümseme
Çocuklar izlenmemek diye bir bilgiye hiç aşina olmadan büyüyecek. (…) Gizli aşk hikayeleri diyelim ki ya da sır gibi saklanan maceralar. Hiç fotoğraf çekmediğini bir tatiliniz var mı? (37)
“Yoktu,” dendiğinde, “Hayır vardı,” diye diretemeyeceğin bir hikayeyi kim yüklenebilir? Acayip. (38)
Denge
İnsanın da eşyanın da huylusu güzel. (…) O çantanın cebi delik olacak, hep aklında tutman gerekecek hangisiydi. (39)
Çok başarısız, çok hüzünlü, çok zor görünen hayatında sadece senin küçük, görünmez gülümsemelerinden, kendine yaptığın aptalca şakalardan oluşan ve senin aslında yürümeni sağlayan dengeyi kimse göremez. O çiziklerle dolu koltuğu niye cilalatmadığını… O kapıyı niye tamir ettirmediğini… Niye hala o fincan, niye hala o palto, niye hala o ahmak adam/kadın… Bilmezler, bilmesinler de zaten. (40)
“Özbekler Böyle!”
Kadınlar arasında böyle gizli bir iletişim var.
Yani kocalarına, sevgililerine aşırı meraklı olmayan kadınlar arasında. Müthiş eğlenceli bir şey. Uluslararası bir pakt gibi: Erkeklerin Saçmalıklarıyla Dalga Geçme Paktı! (…) Kocasının, sevgilisinin saçma, asla pratik olmayan iş yapma şekli yüzünden sıkıntıyla bekleyerek ömründen yiyen kaç kadın var acaba? (45)
Biz biraz kişiliksiz miyiz neyiz, bizim için hep, “öyle de olur, böyle de olur”. Az zamanda büyük çıkarımlar yapmaya bayılsam şöyle söylemek isterim: Belki de kadınların birer büyük sanatçı, efendime söyleyeyim büyük birer alim olamamasının kökeninde bu pratiklik merakı, bu esneklik eğilimi, “Ay aman canım, ne fark eder”ci yaklaşım var. Biraz prensip sahibi ol, biraz eğilme bükülme, biraz saplantılı ol. Bırak zaman aksın, ömür bitsin ama sen tarzından vazgeçme halbuki. Bırak milletin içi çürüsün seni beklerken. (46)
Bitmiş İlişkiler Müzesi
Ne kadar çok biriktiriyoruz ve sonra yeniden ne çok başlayabiliyoruz. Müzede dolaşırken insan en çok buna şaşıyor. Sonra yeniden başlayabilmeye… (49)
Ülke Nedir…
Özlemek kalkacak mı yürürlükten? (…)
Acaba insanlar her yere –hiç değilse teorik olarak- bu kadar kolay ulaşırken ve terk ettikleri evlerine teknoloji sayesinde hala yakın olabiliyorken özlemek nasıl form alacak? Özlemek değişirse şiir ve müzik nasıl değişecek?
Türkiye’yi Anlatmak
Batı, bizim gibi “uzak” toplumlardan, bu toplumların yazarlarından tek bir kimlik bekliyor çünkü. Rolün ne ise oyna ve sahneden aşağıya in. (58)
Ne Kestin Koç, Ne Yedin Hiç!
Herkes koşuyor. Koşmadığı her anda telefonuna bakan bir takım varlıklarız. Koşmadığımız zaman da koşturan bir dijital zamanın peşinde başparmaklarımızla koşturuyoruz. Sonuç?
Vazgeçilmez Hikaye
Sanırım bu bir lanet, geride kalanlar, gidenlerin hikayesini anlatmak zorunda ömrünce. (…) Çünkü artık senin de anlatmazsan delireceğini sanacağın, anlatırsan delirdiğini sanacakları bir hikayen var. (62)
Bu toprak çocuklarını çok sevdi ve onlara hiç merhamet etmedi. (…) Kaderi yenmek için ülke hep yeniden icat edildi, hepsi denk geldiği çağın talihsizliğine sitemle kaderine razı geldi. (…) Ülkenin laneti zulmünde değil, kendine hep yeniden aşık etmesindendi. (63)
Başka Ülke
Kötülük bir kere kendi başına yaşayacak organlara sahip oldu mu kimsenin desteğine ihtiyaç duymadan büyüyebilir. (…)
Ama hakikat ile anlam arasında dağlar kadar fark var ve biz insanlar olarak hakikatten ziyade anlamın peşindeyiz. Bizi yaşatan hakikat değil, anlam. (70)
Tek başıma değil, başkalarıyla beraber, kolektif olarak düşünmek istiyorum. (…) Artık küçük rahatlamalarla yola devam edemeyeceğimiz kadar sınırdayız. (71)
İnsani olan, insana yakışan erdemler kötülük kadar mühimmata sahip değildir. Tek silahı insanın birbirine güvenmeyi seçmesidir. (72)
Hologram Çağı
Bu ülkede birçoğumuzun çeşitli biçimlerde yapmak zorunda bırakıldığı gibi “kim olduğunu”, hatta daha da fenası “kim olmadığını” anlatmak zorunda kalıyor. Kerelerce. (74)
Mahcubiyetsizlik Tarihi
Bu ülkede tarih boyunca kimsenin yerlere çalınan itibarı iade edilmemiştir. Hiçbir zarar tazmin edilmemiştir. Hiçbir suç için hakkına özür dilenmemiştir. Ve hiçbir papatyaya, menekşeye, “Zarafetinizle bizi mahcup ettiniz,” denmemiştir. (76-77)
Hoşnutsuzluğumuzun Kışıdır Artık…
Bir kere saray kurulduktan sonra yıkması güç. Çünkü korku ve tiksinti kadar hayranlık ve imrenme de yaratır saray denen nesne. (79)
İyiliğin Berbatlığı Üzerine Tezler: Sen Ne Kadar “İyi”sin?
İyilik mesafe koyar. Kötülük mesafesizdir. (86)
İyilik sadece gizli ve masum görünen bir üstünlük bahşetmez iyilik yapana. Aynı zamanda kızma hakkı da verir. (87)
Çünkü bu kadar yoğun bir ilişki sürdürülebilir değil. Düşünsenize kedilerle bile. (88)
Haz Hak Edilir mi?
Ben güzelliğin tarafını tutuyorum, sevincin, tüketilemeyen hazzın. Evet evet, “kıyamet kobarken”. (…)
İnsan ölüleri arabalarla sürüklenirken, çocuklar ölürken, gazeteciler dövülürken güzelliğin hala bir direnme aracı olduğuna inanıyorum. (105)
Siyaset, Sadece Futbol Değildir
Oysa bal gibi biliyorsunuz ki, erkekler, hangi yaşta olurlarsa olsunlar, kötü zamanlarda erkeklerin hamlığına değil, kadınların yumuşaklığına ihtiyaç duyarlar. (108)
Belki bir de şu beynelmilel tespit yerinde olur: Sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada, bilhassa Arap dünyasında böyle bu, futbol, siyasetin önüne geçti. Düşünsenize Çarşı’nın duruşmada yaptığı kadar etkili ve akılda kalıcı savunmayı hangi siyasal grup yapabildi? Arap Baharı’nda da önü çeken çoğunlukla Ultra’lardı mesela. Güzel doktora konusu!
Çirkin Çirkin Gülmesek
Savaşlar, zengin ihtiyar erkeklerin, yoksul genç erkeklerin birbirini öldürmesi için tezgahladığı küçük kıyametlerdir. (…) Bir gazoz kapağını, bir misketi kaybettiklerinde üzüldükleri kadar ve tamı tamına aynı şekilde üzülürler zengin ihtiyar adamlar. Daha fazla değil. Eğer gerçekten ölü bir çocuğun annesi kadar üzülselerdi savaşlar bir günden daha uzun sürmezdi. (113)
Oraya Gitmek: Utanç ve Sayısız Katmanı
Daha talihli olanın büsbütün talihsiz olan karşısındaki utancı. Bu utancın adaletsizliği düzeltmede bir işe yaramayacağını bilmenin kahrı. (115)
Gidenler dönerlerken, yolun bir anında anlayacaklar ki gördüklerini tam da olduğu gibi, tam da kendilerine anlatıldığı şekilde anlatırlarsa onlar da tıpkı oradan gelen her ses gibi kısılmaya, yok sayılmaya mahkum olacaklar. O zaman küçük tanrılar gibi hikayeyi anlatacakları dili ölçüp biçmeye, bazı şeyleri çıkarmaya, azaltmaya, değiştirmeye başlayacaklar. Ama ne kadarını? Hangisini? Bunu belki bilmeyecekler ama bu ülke kurulduğundan beri “beyaz adam”ın yazdığı devletin bölge raporlarındaki gibi yapacaklar: Okuyanı kaçırmamak, kaybetmemek için anlaması için yalvarır tonda anlatacaklar. Merhamet dilenen bir dille anlatacaklar orada gördüklerini. Hiç kendilerine anlatıldığı gibi değil. (117)
20 Yılık İsmail Meselesi
İnsanların ezilince değil, adam yerine konmayınca isyan ettiklerini öğrendim.
İnsanların neden kırıldığını öğrendim. Dayak yiyince, kullanılınca, kötü davrandığınızda kırılmıyor insanlar. Kıymet verdikleri bir şeye saygısızlık ettiğinizde kırılıyorlar. (…)
Kadınların yaşlanınca ferahladığını, erkeklerin ihtiyarladığında insanlaştığını öğrendim. İhtiyarlığın kadın erkek ilişkilerinde iktidar ilişkisini tersine döndüren bir intikam aracı olduğunu öğrendim. (…)
Bu memleket çocuklarını zinhar sevmez, onu da öğrendim. Bu memleketin en çok çocuklarını sevmeye ihtiyacı var bunu öğrendim en çok. Kocaman öksüzler yurdu bu ülke. (120)
Tarih Soruları Buradan Çıkacak
Dert, iç savaşta kazanmak olamaz. Kimse de kazanmaz zaten. Dert, iç savaş çıkmasın olabilir ancak. Dert kendini korumak olamaz. Dert barışı korumak olabilir. (123)
Barış-Sonrası Türkiye’de Tekillik
Çünkü Beşiktaş, bütün şans onlardan yana olduğunda bile kaybetmesiyle ün salmış bir takımdır. Böylece taraftarları kaybetmelerine dair mizah duygusu geliştirmiştir. (126) J)
Körlük geri dönülemez bir tercihtir. Görmekse güçle bağlantılıdır. (…) Savaş birini öldürmek değil; ölüyü ve hatta diriyi örtbas etmektir. (127)
İşte Böyle Yıkadı Şehrim Kanını
Paylaşılmayan acı boğar insanı. (135)
Hoşnutsuzluğumuzundan Yazından Tarihe Kalan
Eğer sokakta yeni bir “zamanın ruhu” icat ediliyorsa pencereyi kapatamazsın. (137)
Şahsi Bir Mesele: Ne Yaptı Sana Bu Devlet?
Sanmayın ki işkenceciler manyak sadistlerdir, evlerine gidip maç izleyen, yeni sezonun transferlerini tartışan, çok çalıştığını, az para aldığını düşünen sıradan adamlardır. Bunu bilmek istemezdim mesela. Kötülüğün sıradanlığını bilmek istemezdim. (149)
Herkesin Kuantumu Kendine
Dünyanın büyük bir bölümü ekmek ve temiz su bulmaya çalışırken her nasılsa biz “kendini bulmaya” çalışanların imdat çağrısını daha çok duyuyoruz. (150)
2 notes · View notes
mecnun1cinar · 11 months
Text
Bir başkası bize acı çektirme kudretine sahip değildir.Bizim ona yüklediğimiz anlam,ondan beklentimiz,onunla kurduğumuz hayaller bize acı verir
Tumblr media
154 notes · View notes
plaktasen · 4 years
Note
Çok seversem ve çok istersem kavuşur muyum
Belki kavuşursun, belkide kavuşmazsın. Dünya bi hayal kırıklığı müzesi
0 notes
mathpesworld · 4 years
Text
Sana yazmayı planlamıştım çok yoğun olduğun günlerde. Yazışamadığımız ve görüşemediğimiz zamanlarda paylaşacağım şeyler birikti. Yaklaşık 1 ay önce okulların ara tatil olduğu kasım başlangıcında boş bir sabahımda kendimi bir turist gibi düşünüp uzun yıllar sonra kapalı çarşıya gitmek istedim. Ön yargılarımdan uzak ve olduğu gibi kabullenme niyetiyle gittiğimden mutlu da oldum gezerken. Gel abi gel diyen esnaf bozuntuları yoktu. Zaten yemek yerlerinin hepsi dolu,belli bir sirkülasyon var ama keşmekeş yoktu. O hareketlilik hoşuma gitti. Etrafı dolaşırken şark kurnazlığı hissetmedim. Dükkanların önünde biraz vakit geçirdim,tezgahlarına baktım.İnceledim,utanmasam biraz fotoğraf da çekerdim ama çekindim. İki yeni yer keşfettim gittiğimde. Birisi ufacık bir pastane.aslında pastaneden ziyade fırın.. Babamın pastacı olmasından dolayı eskiden beri beni cezbeden bi koku var,1.pastane fırınından gelen pişen kurabiye kokusu 2.sütlü tatlıyı kazandan kaplara boşaltırkenki o şekerli sütlü yoğun koku. Burda da birincisi burnuma çok güzel geldi ve ufacık yeri fark etmemi sağladı.O kadar güzel susamlı kurabiye(kandil simidinin ufağı) yapıyorlar ki. Sıcakken denk geldiğim için ekstradan şanslıydım ancak soğuduğunda da yediğimde çok beğendiğimi söylemem lazım. Ben içerideyken iki kadın daha gelip çekirdekli kuru pasta siparişi vermiştik çıktıysa alabilir miyiz dediğinde anladım ki gerçekten müdavimi olan bir yer. Benim için bir yemek dükkanında az çeşit olması önemli. Bikaç çeşit kurabiye,kek ve tahinli çörek. O kadar. Kol böreği de yapıyorlarmış ama sabah 8de yapıyoruz 10da bitiyor dedi adam. Tahinli çöreğin fotosunu çekemedim kalori bombası olmasına rağmen yediğim en iyi tahinli çörekti. Dükkan ufacık olduğu için önce ismi yok diyye düşündüm ama bakınca day day olduğunu gördüm. Bilen bilir tarzında bir yer olduğunu instagrama girince anladım. Hatta birkaç fenomen hesapta da gördüm. Çoğunun tavsiyeleri para karşılığı olduğundan artık bana bişey ifade etmediğinden,ön yargılı olup gitmeme engel olmadan kendim keşfettiğim için mutlu oldum. Bir sabah erken denk gelirsem kol böreklerini de denemeye çalışacağım. Onu da iyi yapacakları ümidi oluştu içimde,yediklerimden sonra.
Kapalıçarşının bir kısmı borsa sokağı gibi. Sürekli al sat yapan adamları bir süre izlemek gayet eğlenceliydi. Bi kulaklarında bir telsiz diğerinde bir cep telefonuyla sürekli açık arttırma yapar gibi alan var mı,1.9dan veriyor satıyorum,0.8e düşmüş var mı alan şeklinde heyecanlı takiplerini izlemek entresan bir deneyimdi. 2001 krizinde haberlerde gördüğüm o tahtakale esnafının dolar takipleri videolarını hatırlattığı için de ilginç gelmiş olabilir. O anların videosunu çekmek isterdim ama amcaların hararetinden biraz çekindim açıkçası. İzlemeyi tercih ettim.
2.fotoda göreceğin koçak baklava benim için güzel bir sürpriz oldu. Açıkçası ben imamçağdaşın baklavasını daha çok beğeniyorum.hatta son gittiğimizde akşam saatlerinde çelebioğulları diye bi baklavacıdan da denemiş gayet başarılı bulmuştum. Koçak dışarıya çok fazla sipariş gönderdiğinden hızlı üretimin bir nebze kalitelerinden çaldığını düşünsem de kapalıçarşı'da baklava sattıklarını görmek mutlu etti. Sıcak sıcak yediğim baklavalarla kıyaslamazsam,canım çok çektiğinde artık buraya uğrayabilirim. En zayıf halinin,istanbul'daki en iyi baklavadan daha iyi olduğu kesin.
Kapalıçarşı ufak bir güneydoğu gibi aynı zamanda. Çokça kebapçı var, muhtemelen esnaf da güneydoğulu olabilir. 4.fotoda göreceğin üzere gaziantep kalealtında olduğu gibi insanlar ciğer dürümlerini birlikte aynı sofrada,açık büfe salata eşliğinde yiyor. Ben yemedim ama ambiyans hoşuma gitti açıkçası.
Daha önceden de yediğim sonra tat dedektifinde de görüp bari sabah erken gelmişken ilk kesiminden yiyim dediğim şahin dönerin fotosunu koymak bile istemedim. Kalın pide,ağır kokulu bir döner ve su gibi açık ayranıyla bence nostaljiden başka hiç bir esprisi yok. O döneri beğeniyorsa bir insan,ya yıllardır yediği için güzel anıların hatrına yiyordur ya da damak tadı her şeye müsaittir.
Sonuç olarak kendimi bir turist gibi hissettiğim kapalıçarşıya yıllar sonra gelmekten dolayı mutlu olduğumu söyleyebilirim. Bir şehrin havasını en iyi soluyabileceğin yerlerden birinin çarşısı pazarı olduğunu düşünüyorum çünkü.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Kapalıçarşıdan aldığım hazla bir hafta sonra eminönüne de gittim. Ama hayal kırıklığı yaşadığımı belirtmem gerek. Bir kere tam bir kaos hakim. Eminönüne mutfak malzemesi(toptancılar olduğu için abidik gubidik envai çeşit ürün var) parti malzemeleri alınacaksa mecburen gelinir ancak hiç turist mutluluğu vermedi bana. Bazen iztvde şehirlerin ufak yerel ürünlerinin satıldığı çarşılarına denk gelince mısır çarşısına da gitme isteği oluşmuştu. Fakat birbirinin aynısı baharatçılar,fabrikasyon ürünlerin satıldığı mağazalar,welcome, ehlen sehlen karşılamaları eşliğinde girip hızlıca çıktığım bir yer oldu. Mısır çarşısı,istiklal caddesi gibi tarihe tanıklık yapmış yerlerin saygısızca,vefasızca,sorumsuzca görgüsüzlüğe boyun eğmesine çok üzülüyorum.
Yakın zamanda gittiğim diğer bir yer de Fatih kadınlar pazarı oldu. Gerçekten ilginç bir yer. Kasap müzesi gibi. Sağlı sollu büryancılar,yeni kesilmiş hayvanların dizilmesi.. aralarda siirtten vandan gelen yöresel ürünlerin satıldığı dükkanlar.kötü hissetmedim açıkçası. Özgürce dolaşınca,karışan eden olmadan dilediğimce tezgahları inceleyince güzel bir deneyim oldu. Normalde o kadar sakadat,et görmek insana iğrenç gelebilir ama ben başka bir yerde göremeyeceğim bu atmosferden rahatsız olmadım. Tek başıma gezdiğim bu üç yer de istanbul'un başka bir yüzünü deneyimlemek açısından faydalı oldu benim için.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
0 notes
hepsione · 6 years
Text
Gelecek yıl Q1’de olması gereken 5G sürümü var.
Pekin’deki amiral mağazasında Xiaomi’nin başkanı Lin Bin’e çarptığım bir yıldan biraz önce oldu. Daha sonra yeni fırlatılan, çerçeveye yakın olmayan Mi Mix 2’ye işaret eden Lin bana, “Çentiği önlemek için çene önünde ön kameranın olması ile iyi misiniz?” Diye sordu. Kısa cevabım evet oldu, bu yüzden telefonu daha iyi özçekimler için döndürmem gerekiyordu.
This slideshow requires JavaScript.
Yine de, Xiaomi sonunda Mi 8 serisine bir çentik ekleyerek mağaraya girerdi . Ancak kısa süre sonra Vivo ve Oppo , tüm ekranlı akıllı telefonlarıyla hepimizi şaşırttı. Yerel rakipleri tarafından kullanılmaması gereken Xiaomi (ve ayrıca gelecek hafta, bu konu için onur ), bir pop-up yerine sürgülü ekrana dayanan, çentiksiz bir ekran aygıtı olan Mi Mix 3 ile dikkat çekiyor. kamera. Ve evet, hala bu ekstra prim görünümü ve hissi için bir seramik geri alırsınız.
Bu Mi Mix 3’teki çok daha ince çene iki temel özellik tarafından etkinleştirilmiştir: Çene içindeki anten bu sefer çok daha küçüktür ve açık bir şekilde orada bir ön kamera yoktur – ana bölümün üst tarafına yeniden konumlandırılmıştır. Sadece ekranı kaydırdığınızda görünür olan gövde. (Honor’un teaser’larına dayanarak, yaklaşan Magic 3 aynı konsepte dayanır.)
Sonuç olarak, bir önceki modelin LCD’lerinden memnuniyet verici bir değişiklik olan 6.39 inç 2.340 x 1.080 AMOLED ekrana bakıyoruz. Bu, etkileyici bir yüzde 93,4 ekran / vücut oranıyla. 600 nit parlaklık ve yüzde 103,8 NTSC gamı ​​sayesinde, ekran, daha yüksek çözünürlükle gelseydi daha güzel olsa da, açık havada bile çarpıcı görünüyordu.
Aklınızdaki tek soru ekranın ne kadar iyi kaydığıdır. Xiaomi’ye göre, kayan mekanizma aynı anda kesintisiz bir geçiş sunarken ekranı iki konumda sabitlemeye yardımcı olmak için iki kısa neodimyum manyetik raydan yararlanıyor. Ekranı her seferinde hareket ettirmek için biraz kuvvet uygulamak zorunda kaldım, ama sadece doğru değil – çok gevşek ve çok sıkı değil. Bunun sadece bir rahatsızlık olup olmadığını sadece zaman anlatacak.
Dayanıklılık açısından Xiaomi, bu mekanizmanın yaklaşık 300.000 slayt için iyi olduğunu iddia ediyor – ki bu, ortalama kullanımın sekiz yılı aşması gerektiğine inanıyor. Bu iyi ve tüm, ama ben ekran aşağı iken telefon düşmesi hakkında endişeleniyorum – böyle bir taşınabilir cihazlara mekanik özellikler ekleme riskidir. Pek çok Xiaomi gemisi gibi, Mi Mix 3 de başka türlü katı bir hal aldı ve umarım cilalı metalik çerçeve en tipik damlaların hayatta kalmasına yardımcı olur.
Sürgülü mekanizma bir yana, Mi Mix 3 bu günlerde tipik amiral gemisi smartphone’unuz, Qualcomm’un Snapdragon 845 yonga seti, en az 6GB RAM, 256 GB’a kadar depolama alanı, 3,200 mAh pil, Quick Charge 4.0+ (paket dahil) 18W şarj cihazı sadece QC 3.0) ve 10W hızlı kablosuz şarj (ped dahil!). Oh, ve ayrıca bir kulaklık jakı yok, ama en azından Xiaomi hala bunun için bir USB-C adaptörüne atıyor. Buradaki tek hayal kırıklığı, bu telefonun, ekran üstü versiyonunun aksine, hatta yüz kilidini açmak için 3 boyutlu yapılandırılmış bir ışık algılayıcısının aksine bir arka parmak izi okuyucusunu kullanmasıdır; ama yine de, geleneksel parmak izi okuyucular, bu yeni fantezi ürünlerden daha uygun olma eğilimindedir.
Seramik arka plakasına ek olarak, bu cihazı kalabalığın ötesinde kılan, 10GB RAM baskısına sahip olacağı gerçeğidir – Pekin Sarayı Müzesi ile işbirliği. Her ne kadar bu Kasım sonuna kadar gelmeyecek olsa da, zaten Black Shark’un Helo’sunu yenecek – ayrıca Xiaomi tarafından üretildi – ve belki de Oppo’nun özel baskısı X’i dünyanın ilk 10GB RAM akıllı telefonu haline getirecek. Xiaomi’nin önceki 5G teaser’ına gelince , evet, yine de oluyor: Mi Mix 3, 2019 Q1’de bir kez 5G varyantına sahip olacak, ama bugün söylediklerimiz buydu.
Fotoğraf tarafında, aynı çift 12 megapiksellik arka kameraları, Mi 8 – f / 1.8, dört eksenli OIS artı geniş açı için 1.4um Sony IMX363 sensörü ve f / 2.4 artı Telefoto için 1um Samsung S5K3M3 + sensörü. Xiaomi bunun en iyi kamera ayarlaması ve algoritması olduğunu iddia ediyor, ancak daha sonra kendi inceleme birimimizle daha derine indiğimizde buna inanacağız. Ana kamera ayrıca 60 fps’de 4K kayıt kapasitesine ve 1080p’ye varan yeni bir 960 fps süper yavaş çekim yakalamaya da olanak tanıyor. Sadece iyi aydınlatılmış bir yer kullandığınızdan emin olun.
Ekran aşağı, bokeh için 2 megapiksel derinlik algılama kamerası ile 24 megapiksel selfie kamera göreceksiniz; ve karanlıkta, ana Sony sensörü, daha büyük bir 1.8um pikselin hassasiyetini simüle etmek için dört adet 0.9um pikseli bir araya getirmek için piksel binning’i kullanır. Yine de, Xiaomi bu uygulama ile cesur iddialarda bulunuyor, bu yüzden bunu daha sonra ne zaman vereceğimizi göreceğiz.
Aşağı açılan eylem, kamera uygulamasının selfie portre modunu da değiştirir ve benzer şekilde, ekran kapanışı uygulamadan çıkacaktır; Yine de ekrandan ayrılırken uygulamayı elden de bırakabilirsiniz, başka bir yerde hızlıca kontrol etmek istersiniz.
Mi Mix 3 siyah, safir mavisi ya da yeşim yeşili (kişisel favorim) olarak geliyor ve 6GB RAM artı 128GB depolama tabanı modeli için 3,299 yuan’dan ya da 475 $ ‘dan başlıyor. 3,999 yuan veya yaklaşık 580 dolar. 10GB RAM ile anılan Saray Müzesi baskısının Kasım ayı sonlarında 4,999 yuan veya 720 dolar seviyelerinde olması bekleniyor.
Xiaomi’nin tüm ekranlı Mi Mix 3 kaydırıcısı 10GB RAM’e kadar geliyor Gelecek yıl Q1'de olması gereken 5G sürümü var. Pekin'deki amiral mağazasında Xiaomi'nin başkanı Lin Bin'e çarptığım bir yıldan biraz önce oldu. 
0 notes
sizekitap · 6 years
Text
Soyut Şeyler Müzesi
Soyut Şeyler Müzesi Wendy Wunder Pegasus Yayınları
Sadakat. kıskançlık. mecburiyetler. hayaller. hayal kırıklığı. korku. ihmalkârlık. başa çıkma. coşku. şehvet. huy. özgürlük. kalp kırıklığı. vurdumduymazlık. cesaret. açgözlülük. inanmak. tanrı. karma. ne istediğini bilmek (kesin fransızcada bunun için bir kelime vardır). evet demek. kader. gerçek. fedakarlık. affetme.hayat. mutluluk (sonsuza dek). 
Hannah ile Zoe’nin hayatlarında pek fazla bir şey olmasa da iki arkadaş hep birbirlerinin varlığına tutunmuşlardır. Bu yüzden Zoe, Hannah’ya yaşadıkları köhne kasabadan çıkması gerektiğini söylediğinde Hannah’nın eski püskü arabasına atlayıp batıya doğru yola çıkarlar ve her şeyi, yetersiz ailelerini, hayal kırıklıklarıyla dolu aşk hayatlarını, mecburen kaydoldukları yerel yüksekokulu arkalarında bırakırlar.
Fırtınaları kovalayıp yeni arkadaşlar edinirlerken Zoe arkadaşına onun için daha fazlasını istediğini söyler. Daha büyük bir hayat yaşamasını, daha görkemli hayaller kurmasını, yüksekleri hedeflemesini ister. Ve Hannah’ya hayattaki soyut şeyleri, tecrübe etmediği duyguları öğretmeye başlar; mesela cesaret, vurdumduymazlık, karma ve hatta mutluluk. “Soyut Şeyler Müzesi çıkabileceğiniz en güzel araba yolculuklarından; neşeli, komik ve duygu yüklü. Gerçek bir dosta sahip ya da gerçek bir dostun özlemini çekmiş herkes okumalı.”
-Alexandra Coutts, Tepetaklak’ın yazarı
“Kırık kalpler ile mizahın ustalıklı karışımı…”
-Kirkus Reviews
“Macera, aşk ve arkadaşlığın sınırsızlığı hakkında taptaze, ustalıkla yazılmış bir hikâye…”
-Booklist
“Beklenmedik bir aşk hikâyesi ve ona ayak uyduran macera dolu bir araba yolculuğu. Okurlar hayatın olasılıklarına ve mucizelerine dair çok şey bulacak.”
-School Library Journal
“Hiç kimse, göz kamaştırıcı ve karmaşık arkadaşlıkları Wendy Wunder kadar gerçek yazamaz. Soyut Şeyler Müzesi zorlayıcı ve içten.”
-Katie Cotugno, 99 Gün’ün yazarı
“Aklınızdan çıkmayacak karakterler ve ruhsal bozukluklara dair gerçekçi bir bakış açısıyla merak uyandıran bir hikâye.”
-Publishers Weekly
“Harika keşiflerle dolu, çok eğlenceli…”
-Voya
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara
devamı burada => https://is.gd/rbBs8o
0 notes
berabergezsek · 6 years
Text
BOZCAADA
Tumblr media
Huzurlu ve Küçük bir kaçamak…
Hakkında?
Heredot “Tanrı; İnsanlar Uzun Ömürlü Olsunlar Diye Bozcaada’yı Yaratmış” demiş ve sonuna kadar haklı… Antik çağlardaki adı Tenedos olan Bozcaada, her adımınızda rüzgarın eşlik ettiği küçük bir balıkçı kasabası havasında. Mübadele öncesi Rum nüfusun çoğunlukta olduğu belde; denizi, kumsalı, yeşili, insanı, meyhaneleri, dondurmacısı, reçelleri, kahvaltıları, taş sokakları, Rum evleri, Akdeniz iklimini andıran kendine has havası, lezzetli yemekleri ve şarapları ile cennetten bir köşe gibidir.
Sahip olduğu tarihi, kültürel ve doğal mirası nesilden nesile aktarmayı başarmış, eşsiz güzelliklere sahiptir.  
Bozcaada (Yunanca: Tenedos demektir.), Türkiye'nin 3. büyük adasıdır.
Bozcaada, Türkiye'nin köyü olmayan tek ilçesidir.
Bozcaada, dışı boz ama içi üzüm kokan İnsanın ömrüne ömür katan güzel bir adadır . İlk giderken feribotla yaklaştığınızda “Nasıl yani Bozcaada bu mu? diye düşünebilirsiniz. Yeşil bir ada bekliyordum” diye hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz. Ancak bu hayal kırıklığınız adaya ayak basıp Kale’yi, Rum Mahallesi’ni, görüp, güzel yemeklerinden ve şarabından tadıp, buz gibi denizinde serinledikten sonra değişecektir. İnsanın burada gerçekten ömrü uzar, hayat sessiz-sakin akar ve herkes her şeyi tam tadında ve kıvamında yaşar.”
Bozcaada'nın Mitolojik İsmi TENEDOS'un Hikayesi…
Yunan mitolojisine göre deniz tanrısı olan Poseidon'un oğullarından biri de Kyknos adında bir kralmış. Şimdi Çanakkale'ye bağlı Lapseki'de - o zamanki adıyla Kolonai - Miletos kolonisini yönetirmiş. Kyknos'un karısı hastalanıp öldüğünde Tenes adındaki oğlu için zor günler başlamış. Çünkü Kyknos başka bir kadınla evlenmiş. Üvey anne de Tenes'ten nefret edermiş. Ondan kurtulmak için Tenes'e iftira atmış. Kyknos'u iftiraya inandırabilmek için de kendine yalancı bir kavalcıyı şahit yapmış.
Karısının güzelliğinin esiri olan kral iftiraya inanmış ve Tenes'i bir sandığa koyarak denize attırmış. Sandık günlerce suda dalgalara boyun eğerek yol almış. Uzun zaman sonra bir adanın sahiline vurmuş sandık. Sandıktan burada çıkan Tenes bu ada sayesinde ölmekten kurtulmuş. Bu adaya bağlanmış ve burada yaşamaya başlamış. O zamandan beridir bu adaya Tenes'in Adası, yani Tenedos denmiş.
Tenes'in babası Kyknos bir süre sonra üvey annenin yalanını anlamış. Çok üzülmüş oğluna yaptıkları için. Bir gemiye binmiş, Tenedos'a gidip bulmuş oğlunu. Tenes babasına öfke duyuyormuş. Geminin iplerini kesmiş ve geminin açık denizde kaybolmasına göz yummuş. Baba Kyknos'a bundan sonra ne olduğunu bilmiyoruz. Bildiğimiz iki şey var: Bririncisi ada sayesinde Tenes hayatta kalmış, ikincisi de orada uzun yıllar yaşamış. İşte bu yüzden Homeros "Tanrı insanlar uzun yıllar yaşasınlar diye Tenedos'u yarattı" demiş.
Unutmadan, o gün bugündür iftiraya şahitlik eden kavalcı yüzünden Bozcaada'ya kavalcıların girmesi yasaktır. Bozcaada'yı görmeye giderseniz kavalınızı yanınıza almayı aklınızdan bile geçirmeyin. Çünkü Tenes geldiğiniz geminin iplerini kesip Ege'nin sularında uzun bir yolculuğa uğurlayabilir sizi...
Tumblr media Tumblr media
Ayazma Manastırı
Ortodoks inancında önemli yeri olan Aya Paraskevi, M.S 138-161 yılları arasında yaşamış bir azizedir. Rum azize Aya Paraskevi adına yapılan Ayazma Manastırında; çift oluklu tarihi bir çeşme ( Ayazma Çeşmesi ) ve küçük bir şapel ( dua, ibadet alanı ) , 8 yaşlı çınar ağacı ve 2 tane tek katlı yapı ile birlikte adanın güney kısmında yer almaktadır.  Yunanca “hagiasme” kelimesinden gelen ayazma kutsal su anlamına geliyor. Türkiye’nin çoğu bölgesinde doğal su kaynaklarının bulunduğu bölgelere ayazma deniyor.
Rum Ortodoks cemaatine ait olan manastır, 1734 yılında Manolaki Manolidis tarafından yaptırılmış. Manastır sadece özel günlerde ibadete açılır. Tarihi çeşmeden bir kez su içenin artık adalı olacağına dair bir inanış da bulunuyor. Manastırın alt kısmında ise bir dilek mağarası yer alıyor.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Ayazma Plajı
Poyraz zamanı denize girmek için tercih edebileceğiniz Ayazma Plajı turkuaz rengi denize eşlik eden incecik kumları ile büyüleyici bir güzelliktedir. Günübirlik tesislerin olduğu tek koy olan Ayazma Plajı, adanın en kalabalık ve popüler plajı olma özelliği de taşıyor.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Polente Feneri ve Rüzgar Gülleri
Belki de hayatınızda seyredebileceğiniz en büyüleyici gün batımları adanın batı ucunda bekliyor sizi. Önünüzde uçsuz bucaksız Ege Denizi, yanınızda ihtişamlı duruşlarıyla rüzgar gülleri ve terkedilmiş bir deniz feneri. Burnunuzda yabani kekik kokuları ve yüzünüzü okşayan vazgeçilmez ada rüzgarı…
2000 yılında adanın en ucunda kurulan 17 rüzgargülü gün batımını izlemeyi çok daha anlamlı kılıyor. Gündüze son noktayı koymak için Batı Burnu’ nda ada şarabı eşliğinde muhteşem bir gün batımı seyredebilirsiniz. . Polente fenerinin yüksekliği 32 metredir ve ışığını 15 deniz mili yani yaklaşık 28 kilometreye kadar göndermektedir.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Meryem Ana Kilisesi
Bozcaada’da ibadete tek açık olan kilise olma özelliğini taşıyan Meryem Ana Kilisesi Rum Ortodoks cemaatine aittir. 1869 yılında yapılmış olduğu bilinen kilisenin yapılışı Venedikliler zamanına kadar uzanmaktadır. 1869 yılında yapıldığını kilisenin girişinde kuruluş tarihinin yazmasından anlayabiliyoruz. Bahçesinde 1895 yılında yapılmış 4 katlı çan ve saat kulesi bulunmaktadır.
Yapısındaki bozukluk sebebiyle yer yer dökülmelerin olduğu bu kule 1980 yıllarında metal bir kafes içine alınmıştır.  Bulunduğu konum ise Rum Mahallesinin tam ortasıdır. Meryem Ana Kilisesi’nin tam adı Kimisis Teodoku Rum Ortodoks Kilisesi’dir. 2006 yılında kilisede başlayan restore çalışmaları 1 yıl kadar sürmüş ve günümüzdeki şeklini alarak ada merkezi eski görünümüne kavuşmuştur.
Kilisenin çan kulesi 23,8 metre olup devasa büyüklüğü sayesinde adanın merkezinde gözde durumdadır. Kilisenin içini görmek için tek fırsatınız Pazar sabahları 8‘de yapılan ayindir. Onun dışında ziyarete kapalıdır. Eğer Bozcaada’da tatilinizi sürdürürken kiliseyi ziyaret etmek istiyorsanız belirttiğimiz saatlerde ziyaretinizi yapmanızı tavsiye ediyoruz.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Bozcaada Müzesi
Her geçen gün genişleyen koleksiyonu ile Bozcaada Müzesi, Bozcaada kültürünü yakından tanımak için ziyaret etmeniz gereken yerlerin başında geliyor. 2005 Yılında, M.Hakan Gürüney‘in kişisel girişimleri ile kurulan müze eski Bozcaada fotoğraflarından Osmanlı döneminden kalma obje ve evraklardan bağcılıkta kullanılan en eski aletlere kadar geniş bir koleksiyon sergiliyor. UNESCO ödülü de bulunan müzede dilerseniz replika Tenedos sikkelerinden yapılan takı ve süs eşyalarından hatıra olarak satın alabilirsiniz.
Bozcaada müzesi şehir merkezine uzaklığı 2 km ve bağ evi şeklindedir. Bozcada’nın geçmişinden bir çok eserin sergilendiği bu müze 23 Nisan-29 Ekim tarihleri arasında hizmet vermektedir. Giriş ücreti siviller için 10 tl öğrenciler için 5 tl.Giriş saatleri ise 10.00-20.00 olarak belirlenmiş. Bozcaada müzesinde sergilenen eserler ise şu şekilde;
Rum Mahallesi'nde bulunan Bozcaaada Yerel Tarih Müzesi adanın geçmişini günümüze taşıyan ve mutlaka gezilmesi gereken yerlerdendir.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Rum Mahallesi
Nostaljik görünümü ile sizi içerisine çeken Rum Mahallesi; sokakların birbirlerini dik kesmesi nedeniyle oldukça düzenli görünüyor. Mahallenin tam ortasında bir kilise ve bir de saat kulesi yer alıyor. Zamanında kahvehane, taverna ve meyhane olarak kullanılan pek çok yapı günümüzde turistik dükkan, kafe ve restoran olarak hizmet veriyor. Ada sokaklarını turlarken yorulduğunuzda gelincik şurubu içerek ferahlayabileceğiniz Rum Mahallesi, enfes sakızlı muhallebi ve kahve satan pek çok dükkanı da barındırıyor.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Ada Sokakları
Bozcaada’nın bir zamanlar ortasından geçen bir dere adada birlikte yaşayan Rum ve Türklerin mahallelerini ayıran doğal bir sınır görevi görüyormuş. Dere kaybolmuş olsa da mimari yapıdaki değişiklik sizlere Türk tarafında mı Rum tarafında mı olduğunuzu hissettiriyor. Kıvrımlı sokakları ve ahşap evleri ile kendini belli eden Türk tarafının karşısında bakımlı evleri ve yeşil ağırlıklı sokaklarıyla Rum kesimi bulunuyor. Eskilerde ağırlıklı olarak balıkçılıkla uğraşan ada; Arnavut kaldırımlı taş sokakları, dört mevsim dinmeyen rüzgarı ve rengarenk çiçekleri ile halen şirin bir balıklı kasabası görünümünü korumaktadır.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Bozcaada Kalesi
Bozcaada’nın en güzel tarihi yerlerinden biride adanın kalesidir. Bozcaada’nin zengin geçmişinin bir nişanesi olan Bozcaada Kalesi, feribotla yaklaşırken sizi ilk selamlayan yapı oluyor. Fenikeliler, Cenevizliler ve Venedikliler tarafından da kullanılan kale, Türkiye’nin en iyi korunan kalesi olmasıyla da tanınıyor. Bugünkü haline Fatih Sultan Mehmet zamanında yıkıntılar üzerine inşa edilmesi ile ulaşan kale en çok zararı Osmanlı–Venedik arasında geçen mücadeleler sonunda almış. Köprülü Mehmed Paşa döneminden sonra büyük bir onarımdan geçmiş ve 2. Mahmut zamanında neredeyse yeniden inşa edilmiş. Bozcaada gezilecek yerler listesinde ilk sıralarda yer alan kale, festival zamanlarında konser mekanı olarak kullanılıyor. Geçmişte Bozcaada’da yaşayanlara güven verdiği gibi günümüzde de ziyaretçilerini kendine hayran bırakıyor.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Şarap Fabrikaları
Şarapçılık geleneği çok eskilere dayanan Bozcaada’da şarap fabrikaları adanın vazgeçilmez yapıları arasında geliyor. Bozcaada'da dört adet şarap fabrikası bulunmakta olup, eski 3 tanesi merkezde, yeni olan 4. ise Tuzburnu mevkisindedir. Buralarda gezerken şarap ve yapımı hakkında bilgi edinebilir, yanınıza hediyelik şarap da alabilirsiniz.
Yapmadan Dönme
Rüzgar güllerini görmeden, polente fenerinde günbatımını izlemeden, Gelincik ve incir reçelinin tadına bakmadan, Ayazma ve Mermerburnu’nda (akvaryum koyunda) denize girmeden, Göztepe’ye çık adayı yüksekten seyret (çok yüksekte, uzunca bir kısmını yürüyerek çıkmak gerekiyor) Şaraplarından içmeden, Cafe Fuska’da deniz kenarında içeceğini kale manzarası eşliğinde yudumlamadan, Bozcaada kalesini gezmeden, Ayazma Manastırında keyif yapmadan Adanın en iyi tostlarını yapan Kaan Abi  tekrar mendirekte, ismi Bizbize Kafe... Ayazma plajındaki lokantalarda patlıcan-biber kızartması ve zeytinyağlıları yemeden, Ayazma Plajı dönüşü, yol üstünde Manastır kafe var. Mutlaka durun ve bir frappe içmeden, Ada sokaklarında kaybolmadan, sokaklardaki duvar sanatlarını keşfetmeden,
Ne alınır?
. Üzüm ve domates reçeli. . Bez bebek, etnik kıyafetler, rüzgar gülü. . Veli Dede'den damla sakızlı ve bademli kurabiye. . Taze dağ kekiği.
0 notes
mecnun1cinar · 1 year
Text
Mutlu sonla bitecek sandığım kitap mutsuz sonla bitince bu şekilde oluyorum
231 notes · View notes