Not : ( Her evde olması gereken bir sadaka kutusu veya ufak sadaka kavanozu olmalı görünür bir yerde )
Kime vereceğiz diye düşünen olursa, ihtiyacı olan aile vb. olabilir
Arayan bulur, vesselam.
☆☆☆☆☆☆☆
UNUTMA DOST
- Allah her duâ edene istediğini verir
Fakat duâ etmeyi herkese vermez
Herkes elini açıp öyle cânı gönülden yakaramaz, bu bir lütuftur bu bir nasiptir
Her duâ edene istediğini verir ne demek?
Büyüklerden zatlardan biri diyor ki :
Allah hiçbir duâyı karşılıksız bırakmaz verir ama senin kendin için iyi olacağını zannettiğin şeyi değilde, senin için iyi olmasını murad ettiği şeyi verir. Senin iyi olacağın zamanda değilde, senin iyi olacağını murad ettiği zamanda verir ama mutlaka verir...
Ha hiç vermez, vermediği ahirete kalır.
O ahirete kalan sevap hazinesinde öyle bir terazide yer tutar ki...
Kul şöyle dermiş ozaman = Bu ne ?
- O, hani dünyada bir duâ ettinde onun karşılığını alamamıştın ya. İşte bu onların karşılığıdır!
Kul ozaman şöyle yapacakmış : Bütün duâlarimın karşılığı buraya kalsaydı
☆☆☆☆☆☆☆
ÖZETLE DUÂ ETMEK ÇOK MÜHİM VE ÖNEMLİDİR.
VAKTİN AZ DAHİ OLSA, DUA ETMEKTEN VAZGEÇME
Kısada olsa 30 - 40 saniye ayır enaz
Kulluğun şuuru içinde, kimden isteğini unutma... Ve ( hayırlısıysa ) ( hayırlısıyla ) demeyi ihmal etme...
(Samimi ve içten iste, gerisini Yaradan'a bırak)
" Her vakit inşâAllah "
☆☆☆☆☆☆☆
İnsan bazen ister yalvarır, bir misalle örnek verelim : Arabam olsun diye gece gündüz hem çalışır hemde içten duâlar eder aklında ki arabayı almak için...
Birşeyler oluverir ve arabayı alamaz...
Sonra Allah muhafaza isyan etmeye kalkar.
Bilmez ki o duâdaki içtenlik ve yakarış hürmetine ogün çocuğu kaza geçirecekti, o duâ hürmetine engellendi balkondan düşmedi...
Veyahut arabayı alsaydı başına gelecek musibet vardıda onun için o içtenlik samimiyet hürmetine belâ def oldu farkında değil.
Bakara 216.Ayette meâlen :
....... Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
o’ydu. büyük bir hüzünle bulaştığını anladığın kibirin. ince hastalığın. kendi kendinle konuştuğun anların. düşmekten yorulduğun boşlukların. hâlâ devam ettiğini sandığın sanrıların. bütün anıların. tanısı konulmamış olan şizofrenliğin. kendi kafanda oluşturduğun dinin. inancın. bütün karamsarlığın doruğunda kendi benliğine inanışın. sendin. yalanı olduğun bir hayalin. yananı olduğun bir gerçeğin. bir uçurumun başka bir uçurumdan atlamış olduğuna inancın. boğazındaki yumrudan sonra hiçbir şey söylemeyecek oluşun. bunlardı. bir kelebeğin güzel olduğuna inanmıştın fakat bunu sonsuz sanıyordun. hepsi buydu. buydun. özetle; göğsümü zorlayan o kuş artık içimi de delmeye başladı. bunu hatırlamayı unutma. hülasa; ben beni öldüremeyecek kadar alçak olan hiçbir uçurumu sevmiyorum artık. anla.
Her ne kadar sana gönül koyuyor görünsem de gerçekte yalnızca kendime kızıyor, kendimi haksız buluyorum. Yol almaya gelince… Yine aynı şeyleri tekrar edeceğim. İnsan severek yol alıyor, severek "insan" oluyor. Yol alıyor muyum? Bütün hüznümü bir hazine gibi kalbimin derinliklerinde saklamayı başarırsam evet. Ancak bu yazıldığı kadar kolay yaşanmıyor. Hülasa; yol almak zor olmakla beraber adım adım olsa da yol alınıyor elbet. Seviyor ve vazgeçmeyi öğreniyor insan
Maddi ve manevi anlamda iç açıcı olmayan çocukluk dönemi geçirdim. Gerçi gençlik dönemimin de pek sağlıklı bir dönem olduğu da söylenemez. Doksanlı yılların ortası, ilkokul yıllarımdı. Cadde üstünde kıraathane tarzında çay ocağımız vardı. Dükkânın kazancı iyi, işler yolundaydı. İşyeri amcamın, işletmesi babama aitti. Seçim senesiydi. Amcamla babam farklı siyasi görüştelerdi. Eskiden beri öyleydi ama bu sefer amcam, kendisinin dediği yönde oy vermesi noktasında çok ısrarcı oldu. Seçim oldu. Babamın oy verdiği kişi belediye başkanı oldu. Amcam ve çocukları bu durumu hazmedemedi iş yerinin boşaltılmasını istediler. Babam, bunun üzerine bir üst sokakta satılık olan arsayı aldı, büyükçe bir iş yeri yaptırdı. Kıraathaneyi buraya açtı. Tabi bu inşaat sürecinde çok zorlandı. Borçlandı. Kıraathane de beklenilen kazancın yarısını dahi kazandırmadı. Borçları ödemeye gücü yetemeyecek duruma geldi. İnşaat malzemelerini aldığı esnaf, ödeme tarihinde anlaşmalarına rağmen çok zam geliyor diye babamın borcunu faizlendirmek istedi. Borcuna karşılık faiz uygulamamak için babamın kiralayarak ticaret için diktiği yaklaşık yedi yüz kök kadar kavak ağacı vardı. Onu istedi. Birkaç seneye büyüdüklerinde yüklüce getirisi olacak o ağaçları babam vermek zorunda kaldı. Annemin öyle zoruna gitmişti ki. Ağlayıp duruyor, babama kızıyordu. Bu esnaf sadece bize değil birçok kişiye aynı gaddar yöntemi uyguluyordu. Çok sürmedi birkaç ay sonra bir trafik kazasında paramparça olarak can verdi. Ne diyelim. Azap çok zor. Ohh diyemiyor insan, Allah taksiratını affetsin. Bu esnaf evliydi çocuğu yoktu. Serveti, kardeşlerine yarısı da borç defterleriyle birlikte karısına kaldı. Adam öldü. Ödemeyi biraz daha geciktirebiliriz ümidindeyken. Kadın, ödeme günü kardeşleriyle kapımıza dayandı. Babam borcun bir kısmını daha ödeyememişti. Kadına, kardeşlerine biraz daha süre vermeleri noktasında talebini ne dediyse kabul ettiremedi. Elimde bir şey kalmadı, evde televizyon, buzdolabı var değerli olarak isterseniz onları alın dedi. Merhamete gelirler diye beklerken tamam deyip televizyonu ve dolabı sırtlayıp götürdüler. Yaşadığımız kâbusu izah edemem. Evde ablalarımın ve benim akşamları izleyerek eğlenip vakit geçirdiğimiz televizyonumuz gitmişti. Annemin eli ayağı sayılacak buzdolabımız gitmişti. Oracıkta hepimiz çöküverdik. Babam dirayetli durmaya gayret ediyor, yenisini, daha iyisini alacağım diye bizlere teselli vermeye çalışıyordu. Akrabalarımız, tanıdıklarımız mı? Ne demişler: “Düşmeye gör.” ‘Akrabanın akrabaya akrep etmez ettiğini, akrabanın akrabaya kimse bilmez nettiğini’ diye söz var ya! Herkes sen iyiysen iyi, sen güzelsen güzel. Kıraathanede işler yolunda gitmeyince babam, iş yerini başkalarına kiraladı. Onlar da düzgün kira vermedi zaten. Borçları ödemek için ailecek sonbaharlarda Çukurova’ya pamuk toplamaya, kışları Kıbrıs’a fidan dikimi ve portakal işlerine, ilkbaharlarda Maraşaltı dediğimiz Narlı Ovasına çapa yapmaya. Benim üniversite yıllarıma kadar gidip geldik. İşler düzeldi ama. Bize kocaman kâbus dolu hatıralar bıraktı. Çok şükür sıhhatimiz yerinde, işler yolunda artık. O iş yeri eve çevrildi. Üst katını da tayinim memleketime çıktığı sene kendim daire yaptırdım orada oturuyorum şimdi. Arada hatıralarım canlanıyor, duygusallaşıyorum. O yılları düşünüp şimdiki halime de baktıkça çok çok şükrediyorum. Kader cihetiyle olması gerekiyordu, yaşamamız gerekiyordu o zorlukları. Bize çok şeyler kattı o zorlu günler. Hastalıkların, vücudu daha büyük illetlere karşı idmanlaştırdığı gibi bu zorluklar da bizi pişirdi. Ben mesela o zorluklar olmasaydı okumayacaktım. Faizin f sine, borcun b sine yaklaşmaktan korkuyorum. Ablalarımın da durumları iyi, onlar da iktisadı öğrendiler bir nevi. Anne babam da sağ ve sıhhatliler, kendi evleri, emekli gelirleri de var. Yaşayış itibariyle zor yıllar geçirsek de netice itibariyle güzel meyveler bıraktı o zorluklar elhamdülillah. Hülasa: İnşirâh Suresi 5. ve 6. Ayetlerinde belirtildiği gibi. Demek ki zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Evet, doğrusu her güçlüğün yanında bir kolaylık var.
belki inanmazsınız ama ben birini çok sevdiğim zaman onu öldürmemi gerektiren delilleri ortadan kaldırıyorum ve evet inanmazsınız, bunu o kadar çok sık yapıyorum ki, bu delillerin günün birinde beni öldürme ihtimali var ama bir defa sevdi mi insan, delillerin gerçekliği yitiriyor anlamını. insan bir delil olmadan sevemiyorsa, gün olur bir delille sevmekten cayar. her şey ve herkes bekletiyor kendini. sen… bekletiyorsun kendini. o kadar bekletiyorsun ki, artık senin gelmeyeceğine inansam da, seninle ilgili beklemekten gayrı bir iş bilmiyorum ben. artık bekletilmekten yapma bir adamım, bundan gocunmuyorum da. bu benim çünkü, sana inanmanın memuru ama yağmurun sana yağmayacağı belliydi göğe bakışından. berraktı, bulutsuzdu, silme maviydi gök. bana öyle baksan, yüzünün ortasına tükürmek tahrir’de mübarek’i taşlamak gibi olurdu. çok belliydi boynun bir açı bile kuramadı yaşadıklarına. kötümserlik başa bela! bence insan kuramadığı hayallere de inanmalı! insan… başka insanlar için hayaller kuran bir bardak sudur. bir gün ümidini kaybedersen bil ki kaybedeceğin başka bir şey kalmadı. çünkü bütün kazandıkların kaybettiğin ümidine sıkı sıkıya bağlıydı. şimdi git, bütün tanıdıklarına söyle amerika'dan bu kadar korkmasınlar. baksınlar, ben onu küçük harfle başlarken nasıl da geniş bir ağızla esniyorum ve onun kellesini gövdesinden ayırmak için apostrof biriktiriyorum. git onlara de ki, dünyada bir dakika sonra ne olacağını hiç kimseler bilmiyor. elli sene sonrasını hesaplıyor sandığınız israil, mütemadiyen sürprizlerle yaşıyor. bunca yalan dolan arasından çıplak olduğu kadar yakıcı bir gerçek mi, cayır cayır bir gerçek mi, hesaplanamaz bir gerçek mi diliyorsun? allah'ım, muhammed buazizi’yi affet. onun yangını dünyaya ne kaybettiğini hatırlattı. yani en az günahlarımız kadar tekrarlanan başka neyimiz var? başka neyimiz var senin merhametinden gayrı! hülasa: ortadoğu'daki muazzam uyanışı amerikan - israil komplolarına alet etmeye çalışan kötümser teorisyenler, ümitsiz umarsızlar, kedersiz feylesoflar! ya bi' sakin olun, bi' geri çekilin, gidin birine falan âşık olun. çok zeki olduğunuzu sanarak kendi zekânıza hakaret edip durmayın, gülünç olmayın, bi' susun, allah aşkına biraz gürültü yapmayın. tahrir’de müthiş bir aşk filmi oynuyor, onu seyrediyoruz!
Hayâ dediğimiz duygu bizi toplumsal olarak iyi bir şeye, başkalarına olan sınırlarımızı bilmeye, onları aşmamaya, hülasa edebe yönlendirir. Hayâ gibi bir utanma duygusunun hilafına utanç, insanın kendi özünü değersiz ve yetersiz bulması, kendisine bir sürü kötülükleri izafe etme- si kabilinden daha psikolojik bir kavrama işaret eder.
"Ben böyleyim işte!" dedi. "Ben garip bir kadınım. Benimle ahbaplık etmek isterseniz birçok şeylere tahammüle mecbur kalacaksınız.. Çok manasız kaprislerim, birbirine uymaz saatlerim vardır. Hülasa arkadaş olduğum kimseler için pek müziç* ve anlaşılmaz bir mahlukum."
Allah, mahşere bize hiç bir bahane bırakmıyor. Ne zaman ki günahlar içinde olduk neticesinde musibete düçar oluyoruz. Hemen, "Ya Rab söz veriyoruz, bizi kurtar musibetten şu günahları işlemeyeceğiz"diye yalvarıp yakarıyoruz. Yaratan, bir nevi peki der gibi kaldırıyor musibeti üstümüzden. Akabinde tövbe ettiğimiz günahlarla tekrar imtihan ediliyoruz. Ve tövbelerimizi unutarak malesef bazen de hemencecik o günahları tekrar işliyoruz. Bu günah-musibet-tövbe döngüsüne hayatımız boyunca çoğu kere giriftar oluyoruz.
Hülasa, Mahkeme-i Kübra'da "Allah'ım bir fırsat verseydin" yakınmasına hiç hakkımız kalmıyor. 😥
Tercihler kader planında büyük kalemleri oynatıyor. İnsan madem aciz ve gafildir, tercihleriyle bu durumdan kurtulmaya çabalamalıdır.
İnanan insanlar için tevdi edilen görevler silsilesi vardır bu dünyada. İnanmayan için de hayatın gayesini araştırırken çıkmaz sokaklarda gezmemek için bir ülkü edinmek gerekiyor. Her halükarda bir çetele doldurulması şarttır. Kimi bunu dünyevi yapar kimileri uhrevi. Burada dikkat edilmesi gereken bir mevzu da görevlerdeki salahiyet. Yani yetki durumu.
İnsanoğlu dünya hayatında tercihlerini yaparken kendisine verilen söz hakkını değerlendirip gayesi doğrultusunda kullanıp kullanmayacağı da önemlidir. Yani, bir ifa etme hakkı verildiğinde ne yapıldığı ile alakalı durum diyebiliriz.
Bir çocuğu bakkala götürüp istediklerini alıp sevindirmek de bir tercihtir. Herhangi bir yalan yanlış bilginin havada uçuştuğunda doğruyu bilip laf edilmediğinde de tercih kullanılmış olur. Veya bir kuş sürekli balkona konuyorsa, onu beslemek de tercihtir. Ekranda çıkan bir soruyu belli bir saniyede çözmediğimizde kapanması gibi bir durum bu.
Hülasa, 'hak' verildiğinde değerlendirebiliyormuyuz diye düşünmek icap eder. Yoksa elden gideceğini de iyi bilmek gerekir.
Tercihin de süresi var bu dünyada. İyi birşey bu. Yoksa imtihan olduğu belli olmazdı.
Size on gündür mektup yazmadım. Makineden ha bugün, ha yarın para alacağız, parayı gönderir ve yazarım diye oyalandım. Hâlâ alamadık. Önümüzdeki hafta belki bir miktar almak mümkün olacak. Hayatımda hiç bugünkü kadar sıkılmamış ve imkânsızlıklar içinde çırpınmamıştım. Sizi düşündükçe geceleri gözüme uyku girmiyor. Güç hâl ile uyusam bile bir kaç saat sonra uyanıyor ve patlayacak hâle geliyorum. Sabahtan akşama kadar dört tarafa koştuğum hâlde bir netice elde edilemiyor. Kendi paramızı kurtarmak için bu kadar kepaze olacağım aklıma gelmezdi. Herhalde bu kadar sıkıntıdan bir hayrılı sonuç olacak. Siz beni merak ediyormuşsunuz. Emin Türk, kitapçı Remziye söylemiş, merak edilecek bir şey yok, Nihal Atsız davası tekrar görüldü, yetmiş elli gün cezanın altında birini indirecekler. Kırk gün kalacak, bu sefer yattığım on iki günü çıkarınca, bu ceza temyizde tasdik edilse bile, yirmi sekiz gün kadar yatacağım demektir. Diğer işlerimi bir yoluna koysam, böyle bir aylık ceza aldırmam, nihâyet temizlenmiş olurum. Bir daha mahkemelik işlere burnumu sokmak niyetinde değilim. Hülasa beni düşünmeyin, ben sizi düşünmekten deli olacağım. Filiz yaşında veyâhut ona yakın bir çocuk görünce, elimde olmadan gözlerim yaşarıyor. Gezdiğim, dolaştığım yerde aklım hep size ve sizin vaziyetinizde. Başka ne yazayım? Yazacak müspet bir şey olmadıktan sonra...
Gelecek hafta içinde, yani ay başına kadar herhalde bir şey yapacağım. Bana âhvaliniz hakkında mektup yazın. Her ikinizin gözlerinden, yanaklarından öperim.
Mü’minlerin cennete girmesi, Allah Teâlâ’nın lûtf u ihsânıyladır. Nitekim Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz bir defasında:
“–Hiç kimse amel ve ibadeti sayesinde cennete giremez!” buyurmuştu.
Ashâb-ı kirâm hayretle:
“–Siz de mi yâ Rasûlâllah?” diye sordular. Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem:
“–Evet ben de!.. Meğer ki Rabbimin lûtf-i ilâhîsi imdâda yetişe!.. Zira O’nun fazlı, rahmet ve mağfireti beni bürümedikçe ben de cennete giremem! Yaptığım ameller beni de kurtaramaz!..” buyurdular. (Buhârî, Rikāk, 18; Müslim, Münâfikûn, 71-72)[1]
İlahiyatta bi arapça hocamız vardı çok süper bir hocaydı Birkaç sözü beynime öyle bir çakılı ki. Demişti ki bi kere:
"İbadetler cennetin bahası değil bahanesidir."
Çok güzel değil mi sence de?
Saniyen:
Biz bilmek, öğrenmek ve öğrendiklerimizle amel etmekle mükellefiz. ibadetlerimizi de ne için yaparız muhabbetullaha ve marifetullaha erebilmek adına yapmalıyız.
Bediüzzaman hazretlerinin şu sözü çok hoşuma gider bu minvalde:
"Kat'iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır."
Hülasa cenneti istemek iyidir de bana rıza-yı bariyi istemek daha latif geliyor her zaman.
Salisen:
Son nefesine kadar insanın ne olacağı belli olmaz. O sebeple biz: